Kur’ân-ı Kerim’de “Ülü’l-Emr” kavramı iki yerde geçer: 4/Nisâ, 59; 83. Ülü’l-Emr terimiyle hemen hemen aynı anlamda kullanılan “önder” anlamında "imam" kelimesi, Kur'ân-ı Kerim'de tekil olarak 7, çoğul olarak da 5 olmak üzere toplam 12 yerde geçmektedir. Kur’ân-ı Kerim’de “Halîfe” kelimesi 2 yerde, onun çoğulları “Halâif” ve “Hulefâ’ ” kelimesi de 7 yerde zikredilir.
Ülül'l-emr, veliyyü'l-emr'in çoğuludur. Kur'ân-ı Kerim'de ülü'l-emr tâbirinin geçtiği ilk âyette, onlara itaat emri yer alır (4/Nisâ, 59). Ülü'l-emr tâbirinin geçtiği bu âyetten önceki âyet, emânetlerin ehline verilmesi ve adâletli hüküm verilmesini istemektedir. 4/Nisâ, 59 âyeti, bunun devamı niteliğinde, itaat konusunu ele almakta ve itaatin Allah'a, Peygamber'e ve ülü'l-emre gösterileceğini, çekişme durumunda çözümün, Allah'a ve peygamber'e götürülerek bulunacağını belirtmektedir. 4/Nisâ, 60 âyeti ise, Kur'an'a ve önceki kitaplara iman ettiklerini iddiâ eden bazılarının, tâğutun önünde muhâkeme olunmalarını istediklerini açıklıyor. Bu durumda peşpeşe gelen bu üç âyetin, öncelikle, "kamu işleri"ni ele aldığını düşünebiliriz; işin ehline verilmesi, adâletli hüküm verme, ülü'l-emre itaat edilmesi. Âyette geçen ülü'l-emr ifâdesi de öncelikle, kamu/siyaset işlerini yürütenler biçiminde anlaşılabilir.
Daha sonraki âyetler (4/Nisâ, 61-64) ise, münâfıkların itaatsizliklerini dile getirmekte ve peygamberlerin itaat edilmek üzere gönderildiklerini belirtmektedir. 4/Nisâ, 65 âyeti, konuyu daha da pekiştiricidir. "Rabbine andolsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tâyin edip sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar." 4/Nisâ, 69 âyeti ise, Allah'a, Peygamber'e itaat edenlerin, Allah'ın nimete eriştirdiği peygamberler, sıddıklar/dosdoğru olanlar, şehidler ve sâlihler/iyilerle beraber olacağını bildiriyor.
Ülü'l-emr kelimesinin geçtiği ikinci âyette ise, düzeni temsil eden ülü'l-emr'e itaat ile düzensizliği temsil eden şeytanın izinden gitme, birbirine karşıt iki durum olarak sunulur (4/Nisâ, 83). Bu âyet, ülü'l-emr tâbirine, daha geniş bir kavram yükler gibidir. Buna göre ülü'l-emr, haberlerden (edinilen bilgilerden) akıl yürüterek birtakım sonuçlar çıkarma gücüne sahiptir, uzman kişilerdir. (7)
4/Nisâ, 59 âyeti, çeşitli ilkeler vazetmektedir:
Allah'a ve Rasûlüne her konuda itaat edilmesi şarttır.
Allah ve Rasûlünün yanı sıra, ülü'l-emre de itaat edilmesi gerekir.
Belki ülü'l-emrden, emir sahiplerinden farklı düşünülebilir; ama Allah ve Rasûlünden farklı düşünülemez, onlara kayıtsız şartsız itaat gerekir.
Emir sahipleri ile halk arasında veya emir sahiplerinin kendi aralarında bir görüş ayrılığı çıktığı takdirde, meselenin Allah'a ve Rasûlüne götürülmesi lâzımdır.
Burada birkaç husûsun belirtilmesine ihtiyaç var. Birincisi, âyetteki "Allah" ifâdesinden maksat, "Allah'ın Kitabı", "Rasûl"den maksat da "Hz. Muhammed'in Sünneti"dir. Âyet sadece Hz. Peygamber zamanındaki müslümanlara değil, daha sonra gelecek olan müslümanlara da seslenmektedir ve kendisinden sonra Peygamber'i "sünnet"i temsil etmektedir. İkinci husus, "meseleleri Allah ve Rasûlüne götürmek", Kur'an ve Sünnet'in lafzına bakarak çözülemeyen bir meseleyi, sözkonusu iki kaynağın rûhuna bakarak çözmek demktir. Üçüncüsü, "emir sahipleri" sarâhatle yöneticilere atıfta bulunduğu gibi, aynı zamanda âlimlere ve müslüman aydınlara da atıfta bulunmaktadır. Haddizâtında, "emir sahipleri" denilirken, müslüman topluluğa yön verme ve önderlik yapma konumundaki her müslüman (etkili ve yetkili kişi) kastedilmektedir. 4/nisâ, 83'deki ülü'l-emr, "isâbetli çıkarımlar yapabilenler" olarak târif edilmektedir. Bu da göstermektedir ki, İslâm'da emir sahipliği (otorite) veya liderlik basîret ve ilme sahip olanların hakkıdır ve İslâm, babadan oğula geçen, aristokratik veya oligarşik yönetimin hiçbir biçimini kabul etmez. (8)
"Hatırla ki Rabbin meleklere: 'Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım' dedi. Onlar: 'Biz hamdinle Seni tesbih ve Seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?' dediler. Allah da onlara: 'Sizin bilemeyeceğinizi Ben bilirim' dedi." (2/Bakara, 30)
"Bir zamanlar Rabbi İbrâhim'i birtakım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince; 'Ben seni insanlara imam/önder yapacağım' demişti. 'Soyumdan da (imamlar/önderler yap, yâ Rabbi!)' dedi. Allah: 'Ahdim zâlimlere ermez (onlar için söz vermem)' buyurdu." (2/Bakara, 124)
“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ülülemre (emir sahiplerine/idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Rasûl'e götürün (onların tâlimâtına göre halledin); bu hem daha hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (4/Nisâ, 59)
“Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar; halbuki onu, Rasûl’e veya aralarında onlardan olan ülü’l-emre (yetki sahibi kimselere) götürselerdi, onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi. Allah’ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız hâriç, şeytana uyup giderdiniz.” (4/Nisâ, 83)
"Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi deneyip sınamak için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O'dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayan, merhamet edendir." (6/En'âm, 165)
“Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozarlar ve dininize saldırırlarsa, küfrün imamlarına/önderlerine karşı savaşın. Çünkü onların yemin (diye bir şeyleri) yoktur. (Onlara karşı savaşırsanız) umulur ki küfre son verirler.” (9/Tevbe, 12)
“Her insan topluluğunu, imamları/önderleri ile birlikte çağıracağımız günde kimlerin amel defterleri sağından verilirse, onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini okurlar.” (17/İsrâ, 71)
"Allah, içinizden iman edip salih amel işleyenlere, onlardan öncekileri halef (güç ve iktidar sahibi) kıldığı gibi, onları da yeryüzünde istihlâf edeceğine (halifeler yapacağına), onlar için râzı olup beğendiği dini temelli yerleştireceğine ve korkularını güvene çevireceğine dair söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Bundan sonra inkâr eden kimseler fâsık (yoldan çıkmış) kimselerdir. Namaz kılın, zekât veren, Peygamber'e itaat edin ki, size merhamet edilsin. İnkâr edenlerin, Bizi yeryüzünde âciz bırakacaklarını sanmayın. Varacakları yer ateştir. Ne kötü dönüş yeridir." (24/Nur, 55-57)
“Ve onlar (iman edip tevbe edenler), ‘Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine imam/önder kıl!’ derler.”(25/Furkan, 74)
“Biz istiyoruz ki, o yeryüzünde müstaz’aflara (güçsüz düşürülenlere) lütufta bulunalım, onları imamlar/önderler yapalım, onları vârisler kılalım (ötekilerin yerini aldıralım).” (28/Kasas, 5)
“Onları (Firavun ve askerlerini) (insanları) ateşe çağıran imamlar/öncüler kıldık. Kıyâmet günü onlar yardım görmeyeceklerdir.” (28/Kasas, 41)
“Sabrettikleri ve âyetlerimize yakînî olarak (kesin bir şekilde) iman ettikleri zaman, onların içinden, emrimizle doğru yola ileten imamlar/rehberler yaptık.” (32/Secde, 24)
"İnsanları yeryüzünde halîfe (hâkim) kılan O'dur. İnkâr edenin inkârı kendi aleyhinedir. İnkârcıların inkârı, Rableri katında yalnızca kendilerine gazabı arttırır. İnkârcıların inkârı, hüsrandan başkasını artırmaz." (35/Fâtır, 39)
"Ey Davud! Şüphesiz seni, yeryüzünde halife (hükümran, iktidar sahibi) kıldık. Öyleyse, insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma. Yoksa seni Allah yolundan saptırır. Doğrusu, Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azap vardır." (38/Sâd, 26)