1- Sağlam Duyular:

 

Bunlar, görme, işitme, dokunma, tatma ve kok­lama his­leridir. Bunlardan her birinin işlevi farklıdır. Her biri tabiattaki belli ger­çekleri algılar. Aynı zamanda (aklın denetiminde) biri, diğeri­nin işlevini kolaylaştı­rır.

Göz görür ve değişik renkleri birbirinden ayırır;  Kulak işitir ve ses ton­ları­nın, notaların ve frekansların farklarını duyumsar; Cilt do­kunma uya­rısı alır ve eşyanın fizik karakterlerini algılar; Dil değişik tatları, bu­run ise değişik ko­kuları birbirinden farkeder. Bu beş duyu ile çevremizde ve ka­inatta olup biten çeşitli olaylar hakkında sınırlı da olsa saniyede milyarlarca dalga boyu haber­cikler alırız. Aydınlık, karan­lık, sıcaklık, so­ğukluk, sertlik, yumuşaklık, kuru­luk, ıslaklık, yakınlık, uzaklık, matlık, parlaklık, kalınlık ve incelik farkları ile renkler, koku­lar, boyutlar, şekil­ler ve frekanslar bu duyular sayesinde algıla­nabil­mektedir.

İnsanın, bir şeyin gerçek olup olmadığını farkedebilmesi ve eğer ger­çekse ona inanabilmesi için dayandığı üç önemli araçtan biri işte bu beş du­yudur. Peygamberlerin getirdiği vahiylere muhatap olan insan, önce bu duyularına dayanarak ulaşan mesajı inceler.

Örneğin Allah Teâlâ, varlığı ve kudreti hakkında insanı düşün­dür­mek ve bu suretle onun hidâyetini kolaylaştırmak için birçok açık­lamalar yap­mıştır.[1] Bu açıklamaları insan önce kulaklarıyla duyar; Sonra (düşünerek)  gözleriyle eşya ve olayları seyreder; Bu olaylar içinde koku, tat, renk, mesafe, yoğunluk hacım ve boyut gibi değerleri beş duyusu saye­sinde (ve ikinci, üçüncü derece­deki araçları da kullana­rak)  ölçmeye ve algılamaya çalışır. Böylece aldığı mesaj ile çevresindeki gerçekler arasında bulunan ba­ğıntıları inceler, muhakeme ya­par ve so­nunda da kararını ve­rir.

Beş duyudan bazılarının, işlevini yapmıyor olması evrensel gerçek­leri algıla­mada büyük aksamalara yol açmaz. Örneğin ilk müslümanlar ara­sında âmâ kimselerin de bulunduğu söylenmektedir. Hz. Peygamber (sav)'in, insanlara ulaştırdığı vahiyleri bu âmâ kimseler de aynen, du­yu­ları sağlam olanlar gibi kolayca karşılayabilmişlerdir.

İşitme ve konuşma imkanlarından tamamen yoksun olmak gibi bir du­rumda bulunanlar sayıca çok ender oldukları için hem bu konudaki genel tanımları bozmuş olmazlar (yani istisnaları oluştururlar), hem de sorumlulukları, on­ların doğal imkanlarıyla orantılıdır. [2]

 


 

[1] Ra&d: 13/41, Nahl: 16/48, 16/79, Enbiya: 21/30, Şuara: 26/7, Neml: 27/86, Ankebut: 29/19, Rum: 30/37, Sece: 32/27, Sebe: 34/9, Ahkaf: 46/33, Mülk: 67/19, Ğaşiye: 88/17-20

[2] Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 200-201.