Muharref İnciller iyice incelendiği zaman, bu kitaplarda hıristiyanlığın bir taraftan cihanşümul/evrensel bir din olduğunu gösteren ifadeler görülürken, öbür taraftan onun sadece İsrail ırkına tahsis edilmiş bir din olduğunu gösteren ibârelere de rastlanır. Bu ifâdelerde İsrâil ırkı yüceltilmekte, diğer ırklar ise aşağılanmaktadır.
Hıristiyanlar, yahûdilerin kutsal kitabı “Tanah”ı, Eski Ahit adı ile kabul ettiklerinden, Tanah’ta geçen bütün ırkçı ifadeleri aynen benimserler. Başta Tevrat olmak üzere Tanah’ta yer alan diğer kitapların tamamı, ırkçı ve siyonist fikirlerle doludurlar. Diğer ırklar bu kitaplarda ikinci sınıf insanlar olarak târif edilirler. İşte Eski Ahide paralel olarak Yeni Ahidde, özellikle İncillerde aynı anlayış ve zihniyet devam etmektedir. Muharref İncillere göre Hz. İsa, kendisi bir İsrailli yahûdi olarak İsrailli olmayanları köpeklerle eşit tutmaktadır. İsrail ırkının üstünlüğünü ve kendi dâvetinin sadece İsrail oğullarına tahsis edilmiş olduğunu gösteren şu pasaj konuyu açık bir şekilde ortaya koymaktadır: “İsa oradan çıkıp Sur ve Sayda taraflarına çekildi. İşte Kenanlı bir kadın o sınırlardan geldi ve “Ya rab bana merhamet eyle, sen ey Davud oğlu! Kızım çok kötü bir halde cine tutulmuştur’ diye bağırdı, fakat İsa ona bir söz cevap vermedi. Şakirtleri gelip ‘onu uzaklaştır, çünkü arkamızdan bağırıyor’ diyerek ona yalvardılar. İsa cevap verip dedi: ‘Ben İsrail evinin kaybolmuş koyunlarından başkasına gönderilmedim.’ Fakat kadın geldi ve ‘Ya rab, bana yardım et!’ diye ona tapındı. İsa cevap verip dedi: ‘Çocukların ekmeğini alıp onu köpeklere atmak iyi değildir.’ Fakat kadın dedi: ‘Evet ya rab, zira köpekler de efendilerinin sofrasından düşen kırıntılardan yerler.” (Kitab-ı Mukaddes, Matta, 15/21-27; Markos, 7/24-30). Hz. İsa’ya nisbet edilen bu ifadeye göre İsrail halkı, yani yahûdiler koyundurlar, İsrail ırkından olmayanların hepsi köpektirler. Dolayısıyla Kenanlı kadın da köpektir. İnciller İsrail ırkından olmayanları sadece köpeğe benzetmez, bazen de onları domuza benzetirler. Matta İncilinde bu konuda şöyle söylenmektedir: “Mukaddes olanı köpeklere vermeyin ve incilerinizi domuzların önüne atmayın; ki onları ayakları altında çiğnemesinler” (Kitab-ı Mukaddes, Matta, 7/6-8).
Yukarıda nakledilen birinci pasaja göre cin çıkarmakla ün yapmış olan Hz. İsa, yolda yürürken kızı cinlere tutulmuş olan Kenanlı bir kadınla karşılaşıyor, kadın ondan kızını cinlerden kurtarmasını isteyince Hz. İsa ona, “Ben sadece İsrail evinin kaybolmuş koyunlarına gönderildim” diye cevap veriyor. Yani kadın ona geliyor, dâvetine inandığını, mûcizelerini tasdik ettiğini belirterek kızı için kendisinden yardım istiyor, onu cinlerden kurtarmasını istiyor. Hz. İsa ise yardım teklifini reddediyor, dolayısıyla kadının kendisine iman etmesini de kabul etmemiş oluyor, görevinin sadece İsrail kavmine mahsus olduğunu, başka kavimlerden insanlarla ilgilenemeyeceğini ifade ediyor. Bu nasıl bir vahiydir ki, belli bir ırktan olanlara sunuluyor, başka ırktan olanlara sunulamıyor? Yoksa Allah “Şu ırkın insanlarına yardım et, onları imana dâvet et, şu ve şu ırkın insanlarını imana dâvet etme” mi buyuruyor? Kadının yardım istemedeki ısrarı üzerine Hz. İsa’nın ona vermiş olduğu ikinci cevabı çok daha enteresandır. O, ikinci cevabında şöyle söylüyor: “Sofradaki çocukların ekmeğini alıp köpeklere atmak câiz değildir.” Bu nasıl bir tebliğ anlayışıdır. O, kendisine iman etmiş birine “Sen köpeksin” diye nasıl söyleyebiliyor. “Şayet sana yardım eder, kızını iyileştirirsem yahûdi kavminin hakkı olan bir şeyi sana vermiş ve yahûdi kavmine haksızlık etmiş olurum” şeklinde konuşan bir kişi, nasıl ilâhlık mertebelerine çıkarılıyor, bunu anlamak mümkün değildir. İnsan sûretinde yeryüzüne tecellî etmiş olan bir ilâh, yarattığı kulları arasında ayrım yapıp kendisine iman eden bir kuluna “sen köpeksin, sana yardım edemem” diye hitap edebilir mi?
Burada akla başka bir husus daha gelmektedir. İncillerde yer alan bu pasajdaki teşbihte bir hata olmalıdır. İsrail ırkından olmayan birine yardım edilmesini, sofrada oturan yahûdi çocuklarının ekmeklerinin alınıp köpeklere atılmasına benzetilmesinde teşbih kuralları açısından hata vardır. Sofrada oturan çocukların ekmeklerinin alınıp köpeklere verilmesi halinde çocukların ekmekleri eksilir ve onlar aç kalabilir. Ama Kenanlı kadının kızının tedavi edilmesi halinde, yahûdi çocuklarına sunulan dâvette bir eksilme ve onların zarara uğraması sözkonusu olamaz. Muharref İnciller Hz. İsa’ya böyle söylettirdiklerine göre, acaba Hz. İsa’nın Kenanlı kadının kızını tedavi etmesi halinde dâvet ve tebliğ enerjisinin bir kısmı eksilecek miydi? O kızı tedavi edince yahûdi çocuklarını tedavi edemez hale mi gelecekti? Yoksa onun bir tedavi kontenjanı vardı da kız çocuğunu tedavi etmesi halinde bu kontenjan mı doluyordu? İncillerin naklettiğine göre sonunda Hz. İsa, yine bu kızı tedâvi etmiş olduğuna göre, sofradaki çocukların ekmeğini köpeklere atmış olmuyor mu? Bu, kendi mantığına göre bir suç değil mi?
Hz. İsa’nın Kenanlı kadına vermiş olduğu ikinci cevaptan sonra kadının ona söylemiş olduğu söz de çok önemlidir. Muharref İnciller, kadına “köpekler de efendilerinin sofralarından düşen kırıntıları yerler” dedirtmek sûretiyle yahûdi ırkının üstünlüğünün herkes tarafından kabul edilmesinin gerekli olduğunu zımnen empoze etmektedirler. Bu cevaba göre, yahûdi olmayanlar tıpkı bu kadın gibi yahûdiler karşısında ikinci sınıf insanlar olduklarını kabul etmelidirler. Bu durum onların kaderidir ve onlar kaderlerine râzı olmalıdır. Böyle yahûdi asıllı olmayan hıristiyanlar, yahûdi ırkının üstünlüğünü otomatik olarak kabul etmeli ve buna itiraz etmemelidir. Günümüzde hemen hemen bütün hıristiyan dünyasının İsrail devletine kayıtsız şartsız destek vermesinin temelinde yatan esas faktör İncillerde sunulan bu fikirdir.
Geçmişte yapılmış olduğu iddia edilen yahûdilere yönelik katliamların büyük çoğunluğu, yahûdi yazarlar tarafından ortaya atılmış abartmalı haberlerdir. Gerçekten orta çağlarda zaman zaman hıristiyan devletlerin yahûdilere yönelik katliamlar yaptıkları ve yahûdilere zulüm ve işkenceler yaptıkları güvenilir kaynaklarda müşâhede edilmektedir. Ancak bu haberler, günümüzde ana kaynaklarda bulunanlardan çok daha mübâlağalı şekilde abartılarak yazılmaktadır. Bu abartmalı haberlerin arkasında gizli bir niyet vardır; o da, bütün dünyaya yahûdi ırkını sürekli zulüm gören, mazlum ve himayeye mazhar bir ırk olarak göstermek, diğer milletlerin merhamet duygularını istismar ederek yahûdilere sempati duyulmasını sağlamaktır. İkinci Dünya savaşından bu yana bütün dünyada sinema, tiyatro, radyo, televizyon, gazete, dergi vb. bütün basın ve yayın organlarında yürütülmekte olan yahûdilere acındırma, onların düşmanlarına kin duydurtma programlarının esas gayesi işte budur.
Muharref İncillere göre, kendisi ırkçı bir mantıkla hareket eden ve konuşan Hz. İsa, öğrencilerine de aynı mantık çerçevesinde hareket etmelerini emretmiş ve yahûdi ırkından olmayanları tedavi etmemelerini, onlara vaat etmemelerini tenbih etmiştir. Hz. İsa, irşâda gönderdiği öğrencilerine şöyle hitap etmektedir: “Milletler yoluna gitmeyin ve Samiriyelilerin şehirlerinden hiçbirine girmeyin; fakat daha ziyade İsrail evinin kaybolmuş koyunlarına gidin” (Kitab-ı Mukaddes, Matta, 10/5-6). Kendisi başka milletlerden insanları imana dâvet etmeyen Hz. İsa, Havârilerden de aynı şekilde hareket etmelerini istemektedir.
Yukarıdaki paragrafa göre Hz. İsa, ırkçılıkta o kadar ileri gitmektedir ki, kavmiyetçilikten kabileciliğe dönerek, dâvetinden yahûdi ırkından olan Samiriyelileri dahi mahrum bırakmakta; Havârilere, Samiriyelilere gitmemelerini, onların hiçbir şehirlerine uğramamalarını, sadece ve sadece hâlis yahûdilere hizmet vermelerini emretmektedir.
Yahûdi kavmiyetçiliğinde bütün yahûdiler aynı derecede eşit olarak kabul edilmezler; bunlar kısım kısımdır ve hepsi aynı seviyede değildir. En üst mertebede Harun soyundan gelen Levililer, en alt seviyede ise Samiriyeliler yer almaktadırlar. Samiriyeliler tarih boyunca kardeşleri olan diğer yahûdi kabileleri tarafından sürekli olarak horlanmışlar ve ikinci sınıf vatandaş muâmelesi görmüşlerdir. İşte muharref İncillere göre Hz. İsa, bu yahûdi geleneğini olduğu gibi devam ettirerek Havârilerden, onları imana dâvet etmemelerini istemiştir.
Dört İncilin birçok yerinde sanki Hz. İsa, ırkçı bir siyonist gibi davranan, her şeyi yahûdiler ve yahûdilik için yapan bir kimse olarak takdim edilmektedir. Ancak İncillerin son baplarında onun ırkçılıkla hiçbir ilgisinin olmadığı, öğrencilerini yahûdi olmayan ırklara da göndererek İncili onlara tebliğ ettirdiği (Kitab-ı Mukaddes, Markos, 16/15) haber verilerek çelişkiye düşülmektedir. Yine bazı İncillere göre o, yahûdi ırkı içinde kabilecilik yaparak Samiriyelilere düşmanlık eden ve onları imana dâvet etmeyen bir kişi iken, diğer İncillere göre o, Samiriyelilerin köylerine öğrencilerini gönderen, onların hastalarını tedavi eden bir kimsedir. İncillerin pasajlarına göre o, Samiriyelileri horlayıp onlara düşmanlık ederken (Matta, 10/5-6), diğer bazı pasajlarına göre, iyi Samiriyelilerden örnekler vermektedir (Luka, 10/25-37). Özellikle Yuhanna İncilinde bir bapta o, Samiriyeli olmayan bir yahûdi olarak takdim edilirken (Yuhanna, 4/9), diğer bir bapta “Cin çarpmış bir Samiriyeli” (Yuhanna, 8/48) şeklinde tanıtılmaktadır. Bütün bu çelişkilerin yer aldığı İnciller, bu tesbitlerden sonra nasıl vahiy mahsûlü, hatasız ve eksiksiz yazılmış eserler olarak kabul edilebiliyorlar? (5)