İslâm'da ilim, Allah'ın rızasını kazanmak için öğrenilir. Bu da öncelikle ilmi öğrenenin öğrendiklerini kendisinin ihlâsla amel etmesi sâyesinde olur. Peygamberimiz, şöyle dualar ederdi: "Allah'ım, bana öğrettiklerinle beni faydalandır; bana fayda sağlayacak ilim öğret, ilmimi artır." (Tirmizi, Deavât 128) "Faydasız ilimden Allah'a sığınırım!" (Tirmizi, Deavât 68) "Allah'ım! Fayda vermeyen ilimden, kabul edilmeyen duadan, korkmayan kalpten ve doymayan nefisten Sana sığınırım." (Tirmizi, Kitabu'd-Deavât 68, hadis no: 3711; İbn Mâce Terc. ve Şerhi 1/416)
Hadis-i şerifte geçen faydasız ilimden şunlar anlaşılır: Bilinip onunla amel edilmeyen ilim, bilinip başkasına öğretilmeyen ilim, sahibinin durum ve davranışlarını düzeltmeyen ilim, sahibinin huyunu temizlemeyen ilim, bilinmesine ihtiyaç duyulmayan ilim, dinin tasvip etmediği caiz görmediği (sihir bilgisi gibi) ilim ve benzerleri.
Hz. Peygamberimiz'e "ilim nedir?" diye sorulunca, "amelin kılavuzudur" (F. Râzi, Tefsir-i Kebir Terc. II/296) buyurdu. Âlim, âmil olmadığı (öğrendiklerini hayatına uygulamadığı) zaman onun ilmi vebal olabilir. "Ümmetimin helâkı (fâsık) âlimlerden ve cahil âbidlerden olacaktır." (Aliyyül Kari, Esraru'l-Menfûa, 364)
Fahreddin Râzi'ye göre; ilmiyle amel etmeyen ve ilminden yararlanmayan kimselerin hali; sırtında su kapları olduğu halde çölde susuzluktan ölen devenin durumu gibidir. Amelsizlik bir fitnedir. "Fi'lü'l-ulemâ, delîlü'l-cühelâ" (Âlimlerin yaptıkları, câhillerin delilidir –örnek ve gerekçesidir-) sözünde belirtildiği gibi; ilim adamları halkın örneğidirler. Âlim ilmiyle amel etmediğinde cahil de öğrenmekten kaçınır. Amelsiz ilim de yağmursuz bulut gibidir. (15)
Bir şeyin ilmini yapmak, ondan istifade etmek içindir. Allah bu dini, insanlar "ona göre yaşasınlar" diye gönderdi; sözünü ve lafını etsinler diye değil. Müslümanlık, yalnız bilgi işi değil, iman ve sâlih amel işidir. İlim de, imana ve sâlih amele götürdüğü nisbette faydalı ve faziletli. Bilgisi, kendisini hakikate ulaştırmayan kimse, mutlak surette bilginin hammalıdır. Yolcuyu gitmesi gereken yere (gerçek kurtuluş limanına) götürmeyen gemi, çok güzel de olsa basit bir süsten başka bir işe yaramaz, buna gemi de denmez. İnsan için marifet ve hüner, yön belirleyen pusulayı cepte taşımak değil; şu çalkantılı dünya gemisinde asıl hedefe gidecek yönü belirlemek ve o yola koyulmaktır. O yüzden, ilim; satırlardaki değil, sadırlardaki (göğüslerdeki)- dir denilir. Senin hayatını düzenlemeyen, seni Hakk'a iletmeyen, üzerinde eseri görülmeyen ve İslâm için olmayan ilimde hayır yoktur. Bilginin papağan gibi hâfızı ve hammalı olmak boşuna yorulmaktır. Ortalıkta bu kadar kitap ve araştırmacı yokken, ortada hakiki ilmin özü ve şimdikinden daha güzel, daha müslümanca bir hayat vardı. Sahabe-i Kiram, Kutlu Elçi'den aldığı ilim ve özellikle halleri ile, somut ve gözle görülür bir müslümanlığı yaşıyor ve temsil ediyorlardı. Peygamber, canlı bir Kur'an; O'nun ashabı da Küçük Muhammed'lerdi. Bir rivâyetleri varsa, bin halleri ve o kadar da amelleri vardı. Sözleri az, fakat amelleri çoktu.
Bir hayat ki, tüm kurumları ile vahyi reddeder, kurumlarını, kurallarını, ilkelerini bâtıl tanzim eder ve ilim diye takdim edilen bilim, yalnızca yanlışın aracıdır. Böyle bilim, insanın övünçle, aldatıcı bir güvenle taşıdığı dünyada bile pek bir şeye yaramayan diploma ve etiketten, tehlikeli ve faydasız bir yükten ibarettir; Artık o bilgi bir silâhtır, ama yalnızca imhâ ve intihar etmek için kullanılacak bir silâhtır. Bu bilgi ve onun taşıyıcıları, dalâletin hâmili, hakikatin katilidirler. Onlar, sırat-ı müstakimin önünde eşkiyadırlar; hak yolu keser, hevâya ve tâğutlara kulluğa giden yolları açarlar. İlmiyle âmil bir âlim olamayıp sadece bilgi taşıyıcıları olanlar da bunların değirmenine su taşımaktadırlar. (16) İlmi, ihlâsla kendi hayatlarında tatbik edip, öğrendiklerini pratize ederek örnek hayatları ile çevrelerine hakkı ulaştırmaya çalışmak yerine; entellektüel bir değer, profesörlük gibi bir pâye, ilim adamı olduğunu kanıtlama gibi anlayışlarla sadece aktarıcılık yapan insanlar, bâtıl düzenlerin korktukları değil; belki kolladıkları kimselerdir. Bunlar, bir depremlik, bir kıyamlık canı olan ölümcül sistemi canlandırmak için ilmi koltuk değneği ve payanda gibi dayarlar. Kendilerinin yaşamadıkları İslâm'ı hayata hâkim kılma mücadelesi, cihad ve hakkı yayma değil; kendini kandırıp nefsini tatmin etme ve ihlâs yerine riyâyı tercih etme demektir.
“Olgun insan, güzel söz söyleyen değil; söylediğini yapan ve yapabileceğini söyleyen adamdır.” Ne mutlu hakkı haykırdığı gibi, en güzel şekilde kendi nefsinde tatbik eden, özü sözünü yalanlamayanlara!
1- Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, 91-93
2- S. Kutub, Fi Zılâl, c. 1, s. 142-143
3- Elmalılı H. Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, c. 1, s. 287-288
4- Fahreddin Râzi, T. Kebir, c. 2, s. 44
5- Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’an, c. 2, s. 55
6- Gazali, İhya, c. 1, s. 82
7- Fethi Yeken, Çağdaş Dâvetin Problemleri, s. 72
8- Abdülhamid Bilâli, Münkerden Sakındırma Yolu, s. 44-45
9- Alâaddin Başar, Nur'dan Kelimeler, s. 158-160
10- A. Çetin, Hitabet ve İrşad, s. 169
11- Said Havvâ, er-Rasül I/54-55; Nedvî, Tebliğât ve Tâlimât, II/450-459; naklen A. Önkal, s. 350
12- A. Önkal, Rasulullah'ın İslâm'a Dâvet Metodu, s. 348-351
13- A. L. Kazancı, Peygamber Efendimiz'in Hitabeti, s.123
14- A. Önkal, a.g.e. s. 351-352
15- Fahreddin Râzi, Tefsir-i Kebir Terc. 2/ 283
16- Ekrem Sağıroğlu, Bilgiden Tevhide Yükseliş, s. 51