Türbeden
Resimler
Semazen
Resimleri
Asil
adi Muhammed Celaleddin olan Mevlana'nin mahlasi Rumi'dir. Daha cok,
lakabi olan
Mevlana ile anilir. Kaynaklar onu Ulu Hunkar veya Hunkar Mevlana diye
de anmaktadir.
Celaleddin Rumi 30 Eylul 1207'de Belh'te dogdu. Kaynaklara gore annesi
Mumine Hatun,
Harzemsahlardan Alaeddin Muhammed'in kizidir. Mumine Hatun Konya Karaman'da
Mader-i
Sultan denen cami dergahta yatmaktadir. Mevlana'nin anne tarafindan
Halife Ebubekir
soyundan geldigi yolundaki rivayet tarikat erbabinin sikca basvurduklari
uydurmalardan
biridir. Bu iddianin tutarsizligi buyuk arastirmaci Golpinarli tarafindan
Mevlana'yi
anlatan hemen tum eserlerde gosterilmistir. Rumi'nin babasi, devrinin
unlu bilginlerinden
biri olan ve Sultanul Ulema diye anilan Huseyin oglu Bahaeddin Veled'dir.
Kaynaklara gore, Bahaeddin Veled, Mogollarin Belh'i istilasi uzerine
buradan ayrilmis
ve kesin olarak bilemedigi bir yol izleyerek Konya'ya gelip yerlesmistir.
Sultanul Ulema ailesinin Belh'ten ayrilisi sirasinda Mevlana'nin 5 yaslarinda
oldugu
yolundaki Eflaki kaydi kesinlikle yanlistir. Mevlana bu goc sirasinda
20 yaslarinda bir
insandi. Nitekim goc yolunda Nisabur'da buyuk sufi Feriduddin Attar'la
gorusen Bahaeddin
Veled ailesinin genc ogullarina Attar, eseri Esrar-name'yi vermistir.
Yine goc yolunda,
Larende'de Mevlana, Semerkandli Hoca Lala'nin kizi Gevher Hatun'la evlendi.
Rumi'nin
ogullari Sultan Veled ve Alaeddin Celebi bu hanimdan dogmustur.
Bahaeddin Veled Konya'da halka verdigi vaazlarla buyuk bir une kavusmustur.
Selcuklu
sultani Alaeddin Keykubat'in lalasi tarafindan Bahaeddin Veled icin
Medrese-i
Hudavendigar adli buyuk bir medrese de yaptirilmistir.
Bahaeddin Veled'in olumu uzerine onun bilgi ve aydinlik mirasini temsil
etme gorevini
oglu Celaleddin ustlendi. Bahaeddin Veled'in ilim ve kemalinden yararlananlar
Mevlana'nin
cevresinde toplanmislardi. Olumunden kisa bir sure sonra, ogrencilerinden
unlu sufi
bilgin Burhaneddin Muhakkik Tirmizi'nin Konya'ya geldigini goruyoruz.
Burhaneddin, hocasi Sultanul Ulema ile bulusmak uzere geldigi Konya'da
onun yerini
alan Mevlana ile karsilasti ve hocasindan feyz almaya fevam yerine Mevlana'ya
feyz
vermeye basladi.
Seyyid Burhaneddin, entellektuel-kitabi bilgilere teslim olmus gorunen
Mevlana'da ilk
mistik ilgiyi uyandiran kisi olmustur. Burhaneddin, Mevlana ile 10 yila
yakin bir sure
mesgul oldu. Mevlana'nin Halep ve Sam'da tahsil gormesinin de Burhaneddin'in
tesvikiyle
oldugu anlasiliyor.
Tirmizli Seyyid, Mevlana'yi, bur sure sonra bir ask tufani gibi Konya'yi
saracak olan
Tebrizli Sems'in gelisine hazirlamis ve Sems Konya'ya gelmeden bu kenti
terkedip
Kayseri'ye gocmustu.
Maarif adli eserinden buyuk bir bilgi ve ask eri oldugunu anladigimiz
Seyyid
Muhakkik'in olumu Mevlana'yi cok etkiledi.
Olumunu duyunca kalkip Kayseri'ye gitti ve hocasinin biraktigi kitaplari
da alarak
geri dondu. Burhaneddin'in olumu uzerine, onun baglilari da Mevlana'nin
cevresinde
kumelendiler ve Mevlana daha buyuk bir halkaya hitap etmeye basladi.
Mevlana, cevresinden buyuk itibar goren bircok baglisi bulunan bir din
bilgini olarak
yasayip giderken onun hayatini alt ust eden bir garip adam geldi Konya'ya:
Tebrizli
Sems. Hicbir yerde mekan tutmadigi icin durmadan dolasan Sems (Sems-i
Perende) diye
anilan bu zatin derin bir tasavvuf eri oldugu eseri Makalat'tan anlasiliyor.
Ancak onu
herhangi bir tarikate veya seyhe mensup gostermek mumkun degil. Ibn
Arabi de dahil,
devrinin bircok unlusu ile sohbet etmis fakat kimini felsefeye kapildiklari
icin, kimini
de seyhlik ilan ettikleri icin agir tenkitlere maruz birakmistir. Ancak
onu herhangi bir
tarikate veya seyhe mensup gostermek mumkun degil. Ibn Arabi de dahil,
devrinin bircok
unlusu ile sohbet etmis fakat kimini felsefeye kapildiklari icin, kimini
de seyhlik ilan
ettikleri icin agir tenkitlere maruz birakmistir.
Bir kayitsizlik, bir ozgurluk, bir ask ve sonsuzluk devidir Sems. Ve
sonunda temsil
ettigi bu degerlerin onurunu hakkiyla tasidigini, sehit olarak ispatlamistir.
Iste bu
Sems birden Konya'da goruluyor. Tarih h. 642, m. 1244'tur. Geliyor ve
Mevlana ile
tanisiyor. Bu sufi zat ile tanismasidir ki Mevlana'nin hayatinda bir
kiyamet olayi kadar
buyuk etki yapti ve Celaleddin'in hayat seyri ve dunya gorusu yeni bir
yon kazandi.
Gercekten de, Semseddin Muhammed adli bu Tebrizli Allah asikinin Mevlana'ya
dost
olmasiyladir ki insanlik tarihi olumsuz bir sonsuzluk erinin dogumuna
gebe olmaya
baslamis ve bur sure sonra da Mesnevi adli abide eser vucut bulmustur.
Tasavvufa ilgisi muhakkak olmakla birlikte yine de siradan bir din adami
olarak
yasayan Celaleddin, Sems'le karsilastiktan sonra benlik denizini sinirlayan
duvarlari
parcalamis ve caglara sigmayan bir ask ve iman okyanusu halinde akmaya
baslamistir.
Sems'in Konya'ya gelisinde Mevlana ile karsilasmasi rahmetli Golpinarli'nin
kaleminden
su sekilde verilmektedir:
"Sems
Konya'ya gelince, dogruca bir hana, Pirincciler veya Sekerciler hanina
indi.
Semseddin, Handa bir sedire, Sems'in tam karsisina oturdu. Bir sure
sonra konusmaya
basladilar:
Sems- Muhammed mi buyuktur, Beyazid Bistami mi? Mevlana- Bu nasil soru?
Elbette
Muhammed buyuktur?
Sems- Iyi ama, Muhammed: "Kalbim paslanir da bu yuzden Rab'ime
gunde yetmis kez
istigfar ederim." diyor. Halbuki Bayezid: "Kendimi noksan
sifatlardan tenzih ederim.
Zuhurum ne kadar da buyuktur." diyor. Ve; "Cubbemin icinde
Allah'tan baska bir sey yok."
diye de ilave ediyor. Buna ne dersin?"
Mevlana- Hz. Muhammed her gun yetmis makam asiyordu. Her makam ve mertebeye
vardiginda
bir onceki makamdan istigfar ediyordu. Bayezid ise, bir tek makamda
kaldi ve bu makamin
en yuce makam oldugunu sanarak oyle konustu...
Mevlana'nin bu sozlerini dinleyen Sems, karsisindaki adamin imtihanini
basari ile
verdigine hukmediyor ve handan birlikte cikip Mevlana'nin dostlarindan
biri olan kuyumcu
Selahaddin'in evinde tam alti ay Halvete cekiliyorlar. Iste, Mevlana'nin
benlik dunyasi
bu sekilde yepyeni bir tufana maruz kaliyor ve eski hayati tamamen degisiyor.
Mevlana,
benliginde bu essiz degismeye vucut veren Allah adamini ve onunla tanismasinin
yarattigi
inkilabi su misralarla dile getirmistir:
"Kiyasa
sigmayan guzelliginin bir zerresi gorununce butun guzellerin guzellikleri
bitti, yandi... Dogu olsam, Bati olsam, goklere ciksam senden bir iz
bulamadikca ebedi
hayattan bir iz yok bana. Ulkenin zahidiyim, kursuye sahiptim. Gonul
kazasi, sana karsi
ellerini oksamaktan ote bir sey yapamayan bir asik haline getirdi beni..."
"Deftere duskundum. Edip ve bilginlerin ust yanina otururdum. Ilahi
ask sarabinin
sunucusu olan zati gorunce sarhos oldum, kalemleri kirdim. Gayret gozyaslariyla
abdest
aldim da namazimda kiblem sevgilinin yuzu oldu. Senden baska basim varsa
yok olsun.
Sensiz yasarsam varligimi yak. Kabe'de de sevgilim sensin, kilisede
de..."
"Askimin
atesleri Ars'i da gecti, fersi de. Bu ates icinde Semseddin'in yuzunu
gizleyemiyorum..."
"Tebrizli
Sems din seyhidir. Alemlerin rabbinin manalar denizidir. Can
deryasidir... Gercege ulasmak icin onun etegine yapismak gerekir...
Mevlana, golgesiz bir
gunes oldugu halde Sems'in cevresinde donup dolasmadadir. Sems onu isigin
icine almis,
aydinliga bogmustur."
Bu karsilasma, Mevlana ile Sems'i iki asik gibi birbirine baglamis ve
Mevlana'yi hem
eski hayatindan hem de eski dostlarindan koparmistir. Celaleddin artik
tum zamanini Sems
ile gecirmektedir. Bu surekli beraberlik, Mevlana'nin ihmale ugrayan
eski dostlari
tarafindan kiskanclikla karsilanacak ve Sems'e komplolar duzenlenecektir.
Mevlana'nin
cevresi dusunmektedir ki Sems Konya'dan giderse Mevlana eski haline
doner. Oysa ki, bu
asla olmamis, Sems'in Konya'dan bir sure uzaklasmasi Mevlana'yi iyice
divaneye
cevirmistir.
Dedikodular yuzunden Konya'yi 1246'da terkeden Sems, 1247'de tekrar
bu kente geldi.
Mevlana sevincten ucuyordu. Ne yazik ki, Sems'in basi bu kez cok daha
ciddi bir sebepten
derde girmisti. Bu da Mevlana'nin evlatligi Kimya Hatun'du. Sems, Kimya
Hatun'la
evlenmisti. Oysaki, Mevlana'nin oglu Alaeddin'in de bu kizda gonlu vardi.
Mevlana bu
gonul meselesinde sirdasi Sems'in tarafini tutmustu. Kimya Hatun, evlenmesinden
kisa bir
sure sonra oldu. Fakat o kisa sure icinde Alaeddin'le Sems'in arasi
iyiden iyiye
acilmisti. Alaeddin, Mevlana'yi gormeye geldigi zamanlarda inadina Kimya
Hatun'un ikamet
ettigi sofanin yanindan gecerdi. Sems onu, buradan gecmemesi icin uyarmak
ihtiyacini
duymustu. Bu uyarma, fesatcilar tarafindan Alaeddin'i cileden cikarmak
icin kullanildi.
Oyle ya, Sems hem sevdigi kizi almisti hem de kendi evinde Alaeddin'e
hukmediyordu.
Mevlana ile Þems'in dostluðunu baþýndan beri
kiskananlar bu Kimya Hatun olayini da
kullanarak Alaeddin ve yakinlarini Sems aleyhine iyice kiskirttilar.
Nihayet Sems, 1247
yili Aralik ayinin 5. gunu, bir komplo ile olduruldu.
Sems'in olduruldugu, Mevlana'dan uzun sure saklanmistir. Halk arasinda
dolasan
soylentilere ise Mevlana bir turlu inanmak istememistir. Olayin Mevlana'dan
gizli
tutulmasi yuzundendir ki, ne Sultan Veled'in eserinde ne de Sipehsalar'da
Sems'in
oldurulusune yer verilmez.
Mevlana, Sems'in yine Sam'a gittigini dusunmus ve onu hep oralarda arayip
aratmistir.
Nihayet durumu ogrenen Mevlana bu ezel dostundan surekli ayrilmis olmanin
acisini icli
misralarla dile getirmeye baslamistir:
"Sevgili,
o gariplik yurdunda neden bunca zamandir eglesip kaldin, bu gurbetten
don,
gel gene, niceye dek bu pismanlik? Yuzlerce mektup yolladim, yuzlerce
yol gosterdim. Ya
yolu bilmiyorsun, ya mektubu okumuyorsun. Gel gene, o hapishanede senin
kadrini kimse
bilmez. Tas yureklilerle oturma, sen nihayet bu madenin gevherisin.
Ey gonulden, candan
kurtulan, ey gonulden ve candan el yikayan, ey cihan tuzagindan azad
olan, gene gel, sen
dostlardansin."
"Bu mahallede bir rint, bizim halkamizdan kacip kayboldu. Bu mahallede
de birisi
ansizin ondan bir iz buldu. Bakin da izini gorun, bu, onun kanlarla
bulanmis elbisesi.
Bir zamandir onu araya-araya yandik. Gece-gunduz elbisemizi yirtarak
onu aramaktayiz.
Butun kanlar, eskiyince kararir, kurur. Fakat asiklarin kani ebedi olarak
yeniden-yeniye
gonulden cosup akar.
Asiklarin kani eskimez, daima tazedir. Kan da taze olunca kime aitse
bilinir. Bu eski
bir kan davasi diye gecistirme. Asiklarin kani, dunyada ne uyumustur,
ne de uyuyup
unutulur... Sen de boyle oldurulursen ebedi hayata ulasirsin. Bu cesit
oldurulenin
canindan Tebriz'e selamimi, kullugumu ulastir."
"Birisi,
Hoca Senai oldu dedi. Olum, boyle bir ere kucuk bir is degil. Saman
degil ki
yelle uctu diyelim. Su degildi ki kis yuzunden dondu farzedelim. Tarak
degil ki, bir
telden kirilsin. Tohum degildi ki yer onu sikip kurutsun. O, bu yeryuzunde
bir altin
madeniydi ki, iki cihani da bir arpaya sayardi. Topraktan yaratilan
bedenini topraga
atti, akla mensup canini goklere cikardi. Halkin bilmedigi ikinci cani,
bunu da sasirtmak
icin soyluyorum ya, canana teslim etti. Saf sarap, tortuyla karismisti,
kupun agzi
acikti, tortudan ayrildi."
"Yaziklar
olsun ey sevgili, aramzidan gittin. Bircok dertlerle, hasretlerle ayrildin.
Dostlarin, beraber dusup kalkanlarin haklasindan topraklar icine gttin,
karincalara,
yilanlara karistin. Ne oldu o nukteler, ne oldu o guzel sozler? Ne oldu
elimizi tutan el,
ne oldu gul bahcelerine giden ayak? Latiftin, guzeldin, insanlari kendine
kul ederdin.
Simdi insanlari yiyen toprak icine gittin ha? Nereye gittin ki, izinin
tozu bile
belirmiyor? Bu sefer gittigin yol ne de kanli yol... Ey yuzlerce gul
bahcesinin cani,
neden yaseminden gizlendin? Ey canimin canina can olan, neden benden
gizlendin?... Ey
Sems, bir Yusuf gibi kuyuya gittin! Ey abu hayat, ipten de gizli kaldin."
diyen Mevlana sirdasinin oldurulup kuyuya atildigini nihayet ogrenmis
oldugunu da
kulagimiza ufler.
Mevlana,
Sems'in oldurulusunde bir numarali rolu oynadigindan emin oldugu icindir
ki,
oglu Alaeddin Celebi'nin cenaze namazina bile katilmamistir.
Sems'in olumunden sonra Mevlana, Konyali kuyumcu ve Allah dostu Selahaddin'i
sirdas
edindi. 10 yil gibi bir zaman sonra Selahaddin de oldu ve Mevlana, sirdasligini
Celebi
Husameddin adli sufi ile surdurdu. Bu sure zarfinda, insanlik tarihinin
en buyuk mirasi
arasina girmis bulunan Mesnevi vucuda gelmis bulunuyordu.
Mevlana Celaleddin, 1273'te oldu.
"Ben
o padisah degilim ki, tahttan inip tabuta binerek yokluga geceyim; benim
fermanimin ustune "sonsuzluk" damgasi vurulmustur." diyerek
caglarustu bir gonul
saltanati kurdugunu ifadeye koyan Mevlana "olum" denen degisimin
kendisini yokluga
gommedigini ilan etmekte ve sonsuzluk yolcularinin gonul kulagina sunu
fisildamaktadir:
"Olumunuzden sonra bizim mezarimizi toprakta arama. Bizim mezarimiz,
Hak erlerinin
gonullerindedir."
Mevlana'yi bizzat kendisinden dinleyebilir mmiyiz? Bu sorunun cevabi
"evet" tir.
Gercekten de Mevlana, misyonundan zevklerine, metodundan cektigi istiraplara
kadar
kendine iliskin her konudan acikca sozeden, okuyucularina bilgi veren
bir sair-
dusunurdur. Onun, kendisini anlatan beyanlari ayri bir etude malzeme
olacak kadar coktur.
"Herkes
bastan sona gelir, bizse sondan basa gideriz." (DK. 5/289) diyen
Ulu Hunkar
varlik ve insana ulasilabilecek son noktadan, Allah'tan baktigini soylemektedir.
Esasen
Allah adami, esya ve insana Allah'in gozuyle bakan adamdir. Boyle bir
bakisin sahibi olan
gozdur ki insana, zamanustu olani, evrensel-kozmik olani duyurur. "Benim
butun
feryatlarim benden degil, O'ndandir."(DK, 7/102) diyen Rumi boyle
bir bakis kudretini el
ileri anlamda tasidigini ilan eder.
Anilan bu kudret, benligin yuzunu sonsuza cevirir ve benlik, sekliyle
bu alemde,
ozuyle yukari alemlerde seyreden bir varlik-vareden arasi kopru olur.
"Topraktakiler
esere yuz cevirdiler; ben esirdenim, esere yuz tutmam." (DK. 7/538)
diyen Mevlana eserin
yani yaratilanin bagrindan ayagini kurtarmis olmayi insanin esas dogumu
olarak gorur.
Sonsuzluk eri, butun kainati bir tur rahim gibi kullanarak oradan Yaratici
suurun sonsuz
hurriyet iklimine dogabilen ruhtur. Rumi bu ruhlardan biridir. Diyor
ki: "Ilk dogusum
gecti gitti; bu solukta asktan dogmusum; ben, kendimden de fazlayim
artik, ikinci kez
dogmusum ben." (DK. 7/102)
Elbetteki bu ikinci dogum, bu sonsuz hurriyet alanina gecis bedava olmamistir
Rumi
icin. Hayat, bedavadan bir cok sey verir ama, sonsuzluk asla bedavadan
verilmez.
Mevlana, hem kendi erisinin motor gucunu tanitmak hem de sonsuzluk yolcularina
ders
vermek uzere soyle konusur: "Omrumun ozeti su uc sozden ibarettir:
"Hamdim, pistim,
yandim." Bu eris sancisi, bu varolus cilesi insani su bahtiyarliga
ulastirir: "Nice can
Isa'sina ait nice gizli sozleri, esegin gonlune, kulagina zorla soktum."
(DK. 5/69)
Esegin, Mevlana diliyle igretiye boyun egmis birey veya toplumun sembol
adi oldugunu
hatirlatalim.
Bu esek istiaresi Mevlana'nin bir cok tespiti gibi Kur'an kaynaklidir.
Muddesir Suresi
48-55. ayetler, Kur'an'i arkalarina atip ondan kacanlari, onu anlamaya
yanasmayanlari
arslandan urkup kacan esek surusune benzetmektedir. Bu bir anlamda vahyin
insana sundugu
sonsuzluk nimetine sirt cevirmektir. Ve sonsuzluga sirt cevirenler,
esek surusudur.
Kur'an'in bu perspektifi Mevlana'nin butun eserlerinde birey ve toplum
bazinda aynen
korunmustur. Mevlana insanin igreti, hayvan yanini idafe eden emmare
nefsi de esek diye
anar ve der ki, sonsuzluk yolunu bilmiyorsan esegin tersine yuru; yol
oldur.
Sonsuzluk eri, esegin kulagina birseyler sokabilmek gibi essiz bir hunere
ulasir ama,
unutmamak gerekir ki bu hunerin korunmadi esegin deger verdigi seylere
yenik dusmemekle
mumkundur. Mevlana kendisinin belirgin niteliklerinden birini de esegin
deger verdigi
herþeyi degersiz gormek, elinin tersiyle itmek olark tanitir.
Soyle diyor: "Su asagilik
buyucu kari, su dunya, madem ki yok olup gidecek bir gun; tahtini, bahtini,
hazinelerini
bana bagislasalar ne olur ki?..." (DK. 3/447)
Bu suur, sonsuzluk erini esek surusu (deyim kendisinindir) yani kalabalik
icinde
yalniz, anlasilmaz, garip, hatta perisan kalma noktasina getirebilir.
Ve Rumi bu noktaya
gelmistir. "Gumusum-altinim olsaydi, esim-dostum az mi olurdu hic?"
(DK. 6/109) diyerek
bunu duyuran Rumi, dis gorunusuyle bir dusukluk manzarasi arzeden bu
keyfiyetin esasta
bir saltanat olduguna dikkat ceker. Bu saltanat ozgurluk-bagimsizlik
saltanatidir. Bir
kozmik azadelik saltanitidir bu... "Benim isiklarla, nimetlerle
dolu binlerce dunyam var;
a asagilik ekmekci, sen bana ne naz edersin ki?..." (DK. 3/214)
diyen Mevlana, esek
surusunun mide ve bagirsaktan gelen gururlarinin nasil bir rezillik
ve sefillik
sergiledigini ifadeye koyar. Ve devam eder: "Degil mi ki gonul
mutfaginda yemekler tabak
tabak; peki ne diye asagilik kisilerin mutfagina kase tutacakmisiz?"
(DK. 7/339)
Esek surusunun degerleriyle beslenen herseyden tiksinir Rumi. Ruhuna
bineklik yaotigi
halde, bedenden bile tiksinir. Cunku beden de "asagilik ekmekci"
nin taptigi seylerle
besleniyor. Soyle yakariyor Mevlana: "Topraktan yaratilmis beden
bir kadehtir, cansa ari-
duru sarap. Bana bir baska kadeh bagisla, zaten bu kadeh kusurlu."(DK.
2/50) Bu igreti
kadehle elde edilebilecek degerleri bir sey sananlari alay konusu eder
Rumi, aci onlara.
"Bana testi satma; akar irmagi olan, testiyi ne yapacak?"
(DK. 2/35) diye de sorar.
Nihayet igretinin, sonsuzu tanitmaya yonelik en saf degerlerine bile
sirt doner. Mesela
Allah'in essizlik ve birligini anlatmak gibi bir buyuk rolu ustlenen
(1) rakamina bile
dudak bukerek bakar. Bu haliyle o, "Allah kelimesinin harfleri
bile tevhidin safligini
zedeler" diye dusunen cagdasi Ibn Arabi'ye ne kadar benzer! Allah'i
tanitmakla birlikte
"tek" ve "bir" sozleri bile sirk kokusu tasir; cunku
onlar da igreti alemin, esek
surusunun degerledidir: "Oyle bir zerreyiz ki, dort unsura da isyan
ettik, bes duyuya da,
alti yone de. Zaten bes-alti dedigin de nedir? Tek Allah'a bile kizginim
ben." (DK. 1/296)
Evet "Allah tektir, birdir" deriz. Ama bu, baska turlu O'nun
essizligini ifade
edemedigimizdendir. Allah, sayi, keyfiyet, olcu otesi birdir, tektir.
Bunu ifade edecek
bir seyse elimizde de yok, dilimizde de.
Rumi'nin bir anlamda kendini anlatan, ama bir anlamda da onu izleyecek
gonul erlerini
bekleyen cileleri, tehlikeleri haber veren beyanlari da ilginctir. Bu
beyanlarin ozeti
sudur: "Beni seviyorsan cileye, yalnizliga, dostsuz kalmaya hazir
ol! Bakin ne diyor:
"Kimde benim atesimden varsa, benden hirka giymistir o. Huseyin
gibi yaralidir O, Hasan
gibi bir kadehi vardir onun." (DK. 2/53)
Ve sunun altini bircok kez cizmistir Rumi: "Hak erinin bu toprak
dunyada dostu olmaz.
Var sanan aldanir, olup olmadigini anlamak icin olup tekrar gelmek lazimdir;
o da
olmuyor: "Dusman kimmis, dost kim?
Bunu anlamak icin oldukten sonra bir kez daha dunyaya gelmek lazim."
(DK. 5/181,185)
Sonsuzluk eri, igretinin besledigi hicbir seyi, hatta bedeni bile umursamaz
demistik.
Boyle olunca, sonsuzluk eri icin olum, bir sizlanma sebebi degildir.
Olum, Hak erinin
ayak bagini cozen bir vuslat araci, bir erdiricidir. Ama bunu anlamak
icin esek surusunun
de degerlerine mahkum olmamak gerekir.
Rumi, bir sonsuzluk eri, esek surusune teslim olmamis bir ask ve iman
eri olarak olumu
selamlar, kutsar. Once sunu soyluyor Ebedi Dost'a: "Mademki bedenimden
can isteyen
sensin, onu verirken kivranirsam adam degilim." (DK. 7/355) ve
hayret edenlere soyle
sesleniyor: "Olum yasayistir, yasayis; fakat gercegi orten gorus
tersine gosterir onu."
(DK. 5/97)
Ve Rumi, hayat macerasinin hakkini en ideal anlamda vermis bir Yaratici
ben, bir Allah
halifesi sifatiyla olumun kendisini goturecegi essiz guzellikler yurdunu,
aldatmayan,
yalniz komayan dostu gorur ve bunu goremediklerini icin tabutu arkasindan
aglayabileceklere soyle seslenir:
"Olum
gunumde tabutum yuruyup gitmeye basladi mi bende bu dunyanin gami var,
dunyadan
ayrildigima tasalaniyorum sanma, bu cesit bir supheye dusme.
Benim icin aglama, yazik-yazik deme; seytanin oyununa duser, duzenine
kapilirsan yazik
olur, yazik- yazik demenin sirasi gelir.
Cenazemi gorunce ah ayrilik-ayrilik demeye kalkisma; kavusup bulusmam
o zamandir
benim. Beni kabre indirip birakinca elveda-elveda deme; cunku kabir,
can toplulugunun bir
perdesidir.
Batmayi gordun ya, dogmayi da seyret; gunese, aya batmadan ne ziyan
geliyor ki? Sana
batmak gorunur amma dogmaktir o; mezar, hapis gorunur amma canin kurtulusudur
o. Hangi
tohum, yere ekildi de bitmedi; ne diye insan tohumunda da boyle bir
supheye dusmuyorsun
yani?
Hangi kova kuyuya salindi da dolu-dolu cikmadi; can Yusuf'u, ne diye
kuyudan feryad
etsin? Bu yanda agzini yumdun mu ac o yanda; artik senin hay-huyun,
mekansizlik aleminin
havalarindadir." (DK. 3/169)
Rumi, sevgi ve isik kadar sonsuzdur.
Mevlana'nın
dogumu: Belh, 6 Rebiülevvel 604 / 30 Eylül 1207
Ailesiyle
Belh şehrinden hicret: 610 / 1212 veya 618 / 1221 tarihlerinde
Hicaz'a
gittikten sonra Şam yoluyla Anadolu'ya geçiş, bazı şehirlerde bulunduktan
sonra Larende'de ikamet edilirken Mevlana'nın Gevher Hatunla evlenmesi:
Larende (Karaman), 622 / 1229
Mevlana'nın
oğlu Sultan Veled'in doğumu: Larende, 623 / 1226
Konya'ya
varış: 626 / 1229
Sultanu'l
ulema Bahauddin Veled'in vefatı: Konya, 18 Rebiülahir 628 / 12 Ocak
1231
Seyyid
Burhaneddin-i Muhakkik'in Konya'ya gelişi: 629 / 1232
Seyyid
Burhaneddin'in vefatı: Kayseri, 638 / 1240- 1241
Şems-i
Tebriz'in Konya'ya gelişi: 26 Cemaziyelahir 642 /23 Ekim 1244
Şems-i
Tebrizi'nin Konya'dan ilk ayrılışı: 643 / 1246
Ricalarla
geri dönmüş olan Şems'in ortadan kayboluşu: 645 / 1247
Mevlana'nın
Konya'lı Kuyumcu Selahattin'i halife tayin edişi: 647 / 1249
Kuyumcu
Selahattin'in vefatı: 657 / 1258
Mevlana'nın
vefatı: 5 Cemaziyelahir 672 /17 Aralık 1273

|