Hint, Çin, İran,
Yunan, Mezopotamya, Mısır ve Kızılderili gibi dini geleneklerde oldukça
benzer anlatımlarla paylaşılan çevrimsel (cyclical) zaman anlayışında dört
çağ'dan birincisine altın çağ adı verilir.
Evrene ve insana
açıklama getirmek üzere Yaratıcı ile yaratıkları kesintisiz bir akış içinde
ilişkilendirebilmek amacıyla yapılan yorumlarda yaratılışın İlk basamaklarına
feleklerin oturtulması ve sonraki sürecin bunların hareket ve durumlarına bağlı
varsayılması sonucu, Kopernik-Öncesi Kozmoloji öğretilerinde çevrimsel zaman
düşüncesi yaygın ve ağırlıklı bir yer İşgal ediyordu. Yunan-Latin mitolojisinde
Altın Çağ, Gümüş Çağ, Bronz Çağ, Demir Çağ (bunlar, tarihi, yazının bulunuşuyla
başlatan tarih anlayışındaki taş devri, maden devri ile karıştırılmamalıdır)
bölümlerine ayrılan çevrimsel zaman öğretisine ilişkin en geniş bilgi ve
açıklamaları, bugün, Hinduizm'de görmekteyiz. Nitekim, Puranalar gibi evrenin
doğuşuna (cosmogonye) ait risalelerde geliştirilen geleneksel ilke, sürecin
evrensel bir yasaya göre değiştiği, belirli şartlarda etkinlik gösteren
kozmik anın gökcisimlerini belli dönemler içinde yönlendirdiği, tarihi ve
doğal değişimlerin bu dönemlerin yansımalarıyla şekil aldığı iddiasına dayalı
olarak toplum ve insan hayatının çevrimsel zamana bağlı oluşumlarla
biçimlendiğini öne sürer.
Bu biçimlenmedeki
akış, hümanist/rasyonalist bir yapılanması olan çağdaş düşüncedeki evrim
teorisinin tersine, bozulma ve düşüş doğrultusundadır. İnsan ve toplum,
iyilikten kötülüğe, olgunluktan bozulmaya doğru bir değişim göstermektedir ve
bu yüzden de her çevrimsel dönem, insanın en olgun dönemini yaşadığı bir Altın
Çağ'la başlamakta; bozulmalar ve düşüşler sonucu Gümüş Çağ, Bronz Çağ
dönemlerinden geçtikten sonra düşüşün en alt noktası olan Demir Çağ'a
ulaştığında sona ermekte ve ardından gökcisimlerinin kozmik anla yeni birdöneme
girmemcsiyle yeni bir Altın Çağ'la birlikte yeni bir çevrimsel dönem
başlamaktadır.
Yunan mitolojisinde
Altın Çağ'ın çeşitli kötülükler sonucu yaşanılmaz duruma gelen dünyadan
kaçıp, dağlara sığınan insanların zamanla işbirliği içinde bir uygarlık
kurmasıyla gerçekleştiği ve bunun da Kronos'un yöneticilik yaptığı dönem
olduğu söylenir. Dünyanın yaşanılmaz duruma gelmesinden, bozulmanın en uç
noktaya varmasından sonra başlayan^/-tın Çağ, diğer öğretilerdekine benzer bir
bi-Çİmde, yine kötülüklerin artmasıyla ortadan kalkar ve yerini diğer çağlara
bırakır. Bu efsanede dikkati çeken en önemli nokta, bozulma
ve düşüşün, seçkin
kimselere soy yönüyle bağlı olanlarda başlayan geçmişi unutma olayına
bağlanmasıdır.
İlk çağ felsefesinde,
akli temele dayandırılmak istenmesine rağmen, Altın Çağ kavramının yer aldığı
görülmektedir. Sözgelimi Empo-dokles (İ.Ö. yaklaşık 492-432)'e göre insanın ve
evrenin oluşumu, başlangıçla oldukça farklıydı. Sonradan görülen dönüşümler
nedeniyle başlangıçtaki düzen, uyum ve birlik bozuldu; dengesizlik,
uyumsuzluk ve karışıklık ortaya çıku. İşte başlangıçtaki düzen, uyum ve birlik
muttu bir dönemin gereği ve sonucuydu ki, buna Altın Çağ denilmekteydi. Altın
Çağ'da savaş, kan dökme, kargaşalık, kin ve nefret yoktu; buna karşılık, barış,
düzen, sevgi, saygı, bilgelik ve tam anlamıyla da mutluluk sözko-nusuydu.
Empcdokles'in bu anlayışı, bîr yönüyle de İnsanlık tarihi sürecini açıklamak
isteyen görüşü, daha önceleri Bacchus veya Dİ-onysos kültürüne dayalı
Orpheusçu mitolojide ve bundan etkilendiği sanılan Pisagorculuk-ta temelini
bulmaktaydı. Fakat atomcu felsefeyi savunan Demokritos (İ.Ö. yaklaşık 460-370)
İnsanlık tarihinin başlangıcı olarak varsayılan bu Allın Çağ kavram ve
efsanesini şiddetle reddeder ve bir bakıma modern tarih felsefesi
diyebileceğimiz bir disiplinin de temelini böylece atmış olur. O başlangıçta
bir Altın Çağ'ın değil, doğal bir halin ve hayvanın hayatını andırır ilkel bir
yaşayışın varolduğunu, bunun da insanın bilgi, teknik ve düşünce alanında gerçekleştirdiği
buluşlarla ilerlediğini ve geliştiğini ileri sürer. Rönesans sonrası batı
düşünce akımlarında, özellikle de XVII. yüzyıl Aydınlanma Felsefelerinde bu
anlayışın yankı bulduğu görülecektir. Ne var ki, bu dönem düşünürlerinin
tamamiyle Altın Çağ kavramının ifade ettiği sembolden kurtuldukları da
söylenemez.
Altın Çağ, Sümer
efsanelerinde Tufan Öncesi dönem İçinde anılır. İnsanlardaki bozulmanın
doruğa varmasıyla Tufan gerçekleşmiş ve ardından yeni bir çevrimsel dönem
başlamıştır.
Mısırlıların
değerlendirmesi de bundan pek farklı değildir. Onlara göre, İlk Sülaleden
önceki zaman içinde, Heliopolis'te gerçekleşen" öze dönüş'le birlikte
Altın Çağ yaşanmıştır, öze dönüş İfadesi, bir bozulmanın ardından gelen yeni
bir toplanışa ve dolayısıyla çevrimsel zaman inancına işaret etmektedir.
Altın Çağ, Taoizm'de
'Saf Bilgi Çağı' diye adlandırılır. Dönemin belirgin özelliği bilgide
mükemmelliktir. Bu, katışıksız ve tüm varlıkların yalnızca özleriyle
kavrandığı, sezgi yoluyla edinilen mutlak bilgidir. İnsanlar, Allah'tan
"kopmamış" oldukları için, bir bakıma, "vahyi" çağrıştıran
bir yolla bilgilenme söz konusudur. Sezgi'nin yerine 'algı'nın geçmesi, böylece
özde bilinen nesnelerin tanımlanması ile birlikte, Taoizm'e göre zaman içinde,
yeni bir Çağa girilmiş olur. Nitekim, düşüşün sürüp gitmesi sonucu, nesneler
arasında ayırım yapma, üçüncü; nesnelere yönelik yargıda bulunma da dördüncü ve
sonuncu çağa yol açmıştır. İnsanların bu tutumuyla, artık, Tao Bilgisi ortalıktan
çekilmiş, Hak Fo/'dan sapma başlamış ve Karanlık Çogyaşanır olmuştur. Tufan,
Tao-İzm'dc de sınır sayılmıştır.
Hinduizm'de Altın
Çağ'a karşılık Kritayuga vardır. Ardından gelen dört çağ ise, Tretayu-ga,
Dvapara ve Kaliyuga diye adlandırılır. Manvantara/Dönüşüm, bu dört çağla yenilenerek
sürüp gider. Cennet, zaman üstü bir hayatın yaşanması olarak tanımlanır.
Düşüşün hemen ardından başlayan Kritayuga, hayatın üst düzeyde
gerçekleştirildiği; bolluk, bereket ve iyilikler dönemidir. Yorumculara göre
25.000 ila 150.000 yıl arasında değişen bir süreyi kapsayan bu çağda ortalama
ömür, 1000 yıl olup bu dönemde Brahman'lar çoğunluktadır. Bunların azalmağa
başlamalarıyla birlikte, kötülükler doğar, ömürler kısalır, Kuştra (Brahman
karşıtı) katmanındaki kimselerin sayısı artar; böylece Kritayuga dönemindeki
kast-üstü hayat sona ererken, Tretayuga başlar. Süreç, iyiliklerle
kötülüklerin eşitliği, dinlerin çeşitlendiği, bedensel hastalıkların ortaya
çıktığı Dvapara'ya varır. Zamanla birlikte bozulma da arta arta, sonunda,
kötülüklerin İyilikleri geçtiği son dönem olan Kaliyuga'ya girilir. Sürüp giden
düşüş dünyayı yaşanılmaz bir duruma sokacak, iyiler mağaralarda ibadete
çekilecek, en uç noktadayken kötüler yok olacak ve mağaralardakilerin bir araya
toplanmasıyla da yeni bir Krİtayuga ile birlikte yeni bir dört aşamalı çevrim
başlayacaktır.
İçinde bulunduğumuz
çevrimden önceleri başka dönüşümler yaşandığı gibi, sonrasında da yeni
dönüşümlerin gerçekleşeceğini öngören bu öğretiyi benimseyenlerden kimine göre
ise; her dönüşüm yokoluşla biter ve yenisi yeni bir yaratılışla başlar. Adem
öncesi Adem-ler'den söz eden Muhyiddîn-i Arabi'nin de benimsediği bu görüşte,
yeni insanlar için yeni hayat yine bu dünyada başlar. Kimine göre, yeni hayat
yeni bir dünyada başlatılır. Bazısı da her ülke ve her dönem için özel Adem ve
Hav*-valar bulunacağı varsayımını benimser.
Altın Çağ'a bir başka
açıdan yaklaşmak imkanına yol verici özelliği dolayısıyla Hindu-İzm'İn, şu
sıra, süresi 6000 yıl olan bir Kaliyu-ga içinde bulunulduğuna ilişkin İddiasına
da değinmekteyiz. Bu yoruma göre, Kaliyuga süresince 10 avatar a/toparlanma
gerçekleşecektir. Yorumların yapıldığı ana kadar başlangıçtaki İle birlikte
(sonuncusu Buddha'nın çıkışı olmak üzere) dokuz avatara gerçekleşmiş ve düşüş
içinde Hindu'ların toparlanmasını sağlamıştır. Sonuncu ve onuncu avatara İse,
bütün dünya için olacaktır. Kaliyuga'nın son uca var-masıyla gerçekleşecek olan
onuncu avatara, beyaz bîr at üstünde olarak elinde kılıç taşıyan Kalki'nin
ortaya çıkışıyla gündeme girecektir. Kalki, karanlık çağa son verip, yeni bir
Altın Çağ'la birlikte yeni bir çevrimi başlatacaktır.
İslam Peygamberi
Hz.Muhammed (sav)'in bütün insanlar için gönderilmiş bulunduğu gerçeğinin
yanında, sahip bulunduğu Düldül, kendi İfadeleriyle kılıçlı peygamber oluşu ve
hele "Adem'in çocukları onun güzelliğinden birer parçasını yitiregeldİ; bu
yitiriş şimdi sona erdi" (Tecrid: 1367) ve Veda Haccında "Zaman,
Allah'ın gökleri, yerleri yarattığı günkü durumuna gelmiştir" (Teaid:
1657) buyuruşla-rı, gerek zamanın başlangıç noktasına gelmesi, gerek
bozulmanın durmuş olması, gerek Kalki tasvirindeki gerek beyaz at ve kılıç, gerekse
son avatara'mn tüm insanlık için oluşu açılarından bakıldığında, yeni bir
zamanın, yepyeni bir Altın Çağ1 m onunla başlamış bulunduğu yorumuna
varılabilir. Hindu Kutsal Kitaplarında da O'na dair doğru haberler saklı
kalmış olabilir.
Bununla birlikte,
müslümanlarca yazılmış birçok kitaplarda ve özellikle Birunİ'nin
Kita-bu't-Tahkik mâ H'l-Hind adlı eserinde dinlere ilişkin bilgi verilirken
karşılaştırmalı ve geniş bir biçimde yer almış olmasına, dolayısıyla
müslümanlar bakımından bilinmeyen bîr
yanı-nınbulunmamasmavebaştaMuhyiddİn-iAra-bî olmak üzere kimi mutasavvıflarca
az-çok değişik biçimde benimsenmesine rağmen, ge-nelde Önemsenmeyen; ancak
temel hakikat geleneği diye adlandırdıkları espriyi dinlerin üstünde bir
konuma oturtan Rene Guenon (Ab-dulvahid Yahya) Frithjof Schuon (İsa Nured-din)
ve Martin Lings (Ebubekir Siraceddİn) gibi çağdaş sufi yazarların eserlerinin
çevirile-riylcyeniden gündeme gelen bu öğretinin, gerçekte, Hermetik kökenli
kozmolojik yorumların bir devamı olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim,
"artık kimsenin anlamadığı eski kutsal öğretiler de bu anlayışsızlık
yüzünden, kelimenin tam anlamıyla putatapıcılık şekline dönüşmüş, derin anlamlarını
yitirerek batıl inançlar haline gelmiştir" cümlesi de, Altın Çağ'ın çağımızda
yeniden gündeme girmesinde payı olan Rene Gueonon'a aittir.
Zübeyir YETİK[1]