Asabiyet, Arapça
kökenli bir kelime olup "A-sebe" kökünden türemiştir.
"Asebe", bir kimsenin baba tarafından akrabalarının oluşturduğu
topluluğa verilen isimdir. Asabiyet İse, sözlükte, baba tarafından olan akrabalara
aşırı düşkünlük, onların kayırılması doğrultusunda aşırı çaba göstermektir.
Terim olarak, bir kimsenin baba tarafından olan akrabasını, yahut yaygın
şekliyle kendi kabilesine mensup birini, hakh-haksız bütün meselelerde
başkalarına karşı korumayı, ona destek olmayı sağlayan kabilevi his ve
gayretlerini ifade eder.
Bu son anlamda
asabiyet, ilk defa Hz.Pey-gamber tarafından tarif edilmiştir. Kelime olarak
başlangıçta, sadece arap kabilelerinin mensuplarını haklı-haksız her meselede
başkalarına karşı himaye gayreti ve duygusu olarak anlaşılmakla birlikte,
zaman içinde bir kimsenin, bir topluluğun taraftan, savunucusu olmak şeklinde
daha geniş bir muhtevaya kavuşmuştur. Onun için, eskiden yer yer kavmiyetçilik,
günümüzde de milliyetçilikle eşanlamlı olarak düşünülmüştür.
Tarihi açıdan
bakıldığında, cahiliye dönemi araplarmda asabiyet duygusunun çok şiddetli
olduğu görülür. Çölde yaşama şartlarının oldukça ağır olduğu, insan ilişkileri
bakımından belirli bir düzenin bulunmadığı bir ortamda, İnsanların tek
güvencesi, başkalarının, kendilerinden çekindiği akrabaları olabilirdi. Özellikle
yağmanın, soygunun, durup dururken zuhur eden çatışmaların ve bunların
uzantısı olan kan davalarının alabildiğine çoğaldığı düşünülürse, bunun önemi
daha iyi anlaşılır. Böyle bir ortamda, insanlar için tabu bir bağ olan
"akrabalık" bağına sığınmak, baba soyundan gelen akrabalar arasında
oluşturulan bir tür örgütlenmeyle ve böyle bir örgütlenmenin verdiği güçle
kendini diğer kimselere kabul ettirip güven içinde yaşamak; ayrıca aynı güce
dayanarak kavga, döğüşve benzeri yollarla bazı ihtiyaçları daha kestirme
usullerle sağlamak, dış saldırılara karşı aynı yolla daha iyi bir savunma
yapmak kaçınılmazdı. Bu durum, ister istemez araplarda akraba İlişkilerinin ve
kendisinin de bir
üyesi olduğu akraba topluluğunun Önemini fazlasiyle artırmış, aralarında asebe
bağı olanların koyu bir asabiyet içine girmelerine yol açmıştır. Böylelikle her
fert, haklı-haksız, zalim-mazlum aynını yapmaksızın bir söz üzerine asabesinin
yanıbaşında vuruşmaya hazır bir halet-i ruhiye içinde olmuş, Cendeb b.
Anbar'ın "zalim de olsa, mazlum da olsa, kardeşine yardım et,"
anlamındaki şiirinde olduğu gibi pek çok arap aşiri tarafından asabiyet
duygusunu yaşatmaya teşvik edilmiştir.
Kelime olarak
Kur'an'da yer almayan asabiyet, Hz.Peygamber'İn bazı hadislerinde geçer.
Onlardan birinde, "bir kimsenin kavmine zulümde yardım etmesi"
şeklinde tarif edilmiştir. Ancak insanları böyle bir yardımlaşmaya götüren
asabiyet, "halkı bir asabiyet için toplanmaya çağıran, bir asabiyet için
savaşan ve asabiyet uğrunda ölen bizden değildir" hadisiy-1c
yasaklanmıştır. Ancak bazı hadislere dayanarak asabiyetin İslam'da bütünüyle
yasaklanmadığını söylemek mümkündür. Zira, insanın kendi akrabalarını, kavmini
ve milletini sevmesi tarzındaki asabiyet, tabiîdir. Lakın bu duygu, insanları
başkalarına zulmetmeye sev-ketmemeli, kendi akrabasının, kabilesinin veya
milletinin normal olmayan davranışlarını tabiî görmek gibi körükörüne bir
asabiyete dönüşmemelidir.
Asabiyetin sosyal
hadiselerle ilişkisini ilk defa ele alan sosyal bilimci İbn Haldun
(1332-İ406)' dur. Mukaddime 'sinin ikinci bölümünde İbn haldim, asabiyet
duygusunun genellikle nesebi saf veya çok az karışık bedeviler arasında
yaşatıldiğından, şehirlerde, neseb-ler karıştığından ve bu nedenle asabiyet
bilincinin şehirlerde azaldığından, hatta yok olduğundan bahseder. Ona göre,
kuvvetli bir asabiyete sahip olmaları nedeniyle bedeviler, refah ve lüks
içinde yaşayan şehirlilere göre daha gö-züpek ve savaşçıdırlar. Bir bedevi
kabilesinin içinde çeşitli aileler vardır. Bunlar arasında en kuvvetli
asabiyete sahip aileden biri, diğerlerine hakim olur. Zevk ve sefaya
dalmadıkça, hakimiyetini daha da genişleterek büyük devletler kurabilir.
Nitekim Araplar, Türkler gibi
bir çok millet bu
şekilde devlet kurmuşlardır.
Ibıı Haldun'a göre,
dinî davet, içinde bulunduğu toplumun asabiyetine dayanmadan ta-mamlanamaz,
yaşama şansı bulamaz. Peygamberlerin başarıya ulaşmalarında bile asabiyetin
büyük rolü vardır. Zira, klasik ve kapalı cemaat halindeki toplumlarda sosyal
değişmelere karşı doğal bir muhalefet ve direniş olacağından, peygamber bunu
kıracak kadar güçlü asabiyet sahibi bir kabileden değilse, şüphesiz zor durumda
kalacak ve oldukça güçlük çekecektir. Nitekim Hz.Muhammed bir hadisinde,
"Allah bir peygamberi ancak kavminin metin ve bahadır taifesinden
gönderir" (Müsned, 11/533) buyurmuştur. Bu nedenle peygamberler en
şerefli kabilelerin metin ve bahadır kişileri arasından çıkmıştır.
Asabiyetin amacının
mülk (hakimiyet, iktidar) olduğunu söyleyen İbn Haldun, asabiyeti kötüleyen
hadisleri şu şekilde telif eder: Resıı-lullah'a göre, dünya ve dünya işleri
ahiret için bir binek ve araçtır. Araçtan mahrum olan amaca ulaşmaktan da
mahrum olur. Resulul-lalı, İnsanın bir işi lerketmesini isterse, bu, o işin
tamamen ihmal edilmesi veya kökünden sökülüp atılması, işin kaynağını teşkil
eden potansiyel gücün büsbütün atıl hale getirilmesi demek değildir. Asıl
maksat, o işi ve potansiyel güçleri doğru ve hak olan hedeflere yöneltmektir.
Bu cümleden olarak Peygamberimiz gadabın (hiddetin) tamamen insan tabiatından
kalkmasını İstememiştir. Zira, İnsanın tabiatında "gadap" kuvveti
büsbütün kaybolacak olursa, insan cihat yapamaz, dolayısıyle "Hakk'a
yardımcı olma" özelliği kaybolur. Çünkü cihad, gadap kuvvetinin varlığına
bağlıdır. Allah'ın Rasulü sadece gadab'ın kötü maksatlar için kullanılmasını
yasaklamış, Allah için olan gadabı teşvik etmiştir. Hadislerde asabiyetin
kötülenmesi de böyledir. "Akra-balanıuzm ve evlatlannızın size bir faydası
olmaz" (Mümtchine, 3) ayetinden maksat, asa-bİyelİn, cahîliye döneminde
olduğu gibi, batil ve batılla ilgili davranışlar hakkında olması, bir kimsenin
diğerine karşı kabilesiyle övünmesi ve asılsız yere hak iddia etmesidir. Bunlar
savunulamaz. Ancak asabiyet, bir maslaha-
ta binaen ve Allah'ın
emrini yerine getirmede olursa, arzu edilen bir şeydir. İbn Haldun'a göre,
İslam, asabiyetin zararından çok faydasını görmüştür. Yukarıda yapılan
açıklamalarını olduğu kadar bu fikrim de tarihi delillerle destekler. Fakat
burada üzerinde durulması gereken esas nokta şu olmalıdır: Egemenlik ve bunun
sağlayacağı yararlar için asabiyetin gerekliliğini vurgulayan İbn Haldun
yalnızca gözlemlediği toplumsal olayları yorumlamakta ve asabiyetin
(şehirlerde de olsa) her vesileyle nesep ve soy bağı ile ilişki içinde olduğunu
vurgulamaktadır.
A.KURT Bk. Irkçılık. [1]