BARIŞ İÇİNDE BİRARADA YAŞAMA

 

II.Dünya Savaşı'ndan sonra Doğu ve Batı blokları arasında yaşanan soğuk savaş yıllarını izleyen dönemde sosyalist ve kapitalist sistem­ler arasındaki ilişkilerin savaşa yol açmadan sürdü rülebileceğini savunan ve Sovyetler Birli­ği tarafından ortaya atılan doktrin. Bilhassa İ960'h yıllarda başlayan bloklar arasındaki yu­muşama ve iş birliğinde etkili olmuştur. Barış içinde bir arada yaşama her iki kampın birbiri üzerinde kuvvet gösterisi yoluyla baskı uygula­maktan vazgeçmelerini ve savaşa yol açma­dan ilişkilerin sürdürülmesini öngören düşün­ceye dayanır. Bu düşünce barışı korumak için iş birliği ortamının tesis edilmesi gereğini de içine almaktadır.

Daha 1917 yılının 26 Ekİm'indc Rus Sovyet­ler kongresi, savaşmakta olan ülke ve halkları gecikmeksizin savaşı bırakmaya ve görüşmele­re başlamaya davet eden ünlü barış kararna­mesini benimsemişti. Bresı-Liıovsk barışı İle de Sovyctiklcr, sosyalizm için mücadele fikri­ni terketmeksizin barış içinde bir arada yaşa­ma alanına girmiş oldular. 1922'dc Cenevre konferansında SSCB, çevresinde rejimin ger­çek niyetlerini hesaba katmaksızın düşmanca bir kuşatma oluşturan bütün kapitalist ülkele­re, Cemiyct-i Akvam bünyesinde eşit halklar düşüncesine dayalı ittifak ve barış içinde bir arada yaşamayı hedefleyen ekonomik iş birli­ği teklif etti. Moskova, 1928'de Briand-Kcllog paktını imzaladı ve 1934'de Cemİyct-i Akvam Konseyine girdi.

1945'dcn sonra önce ABD ve Büyük Britan­ya'ya sonra Fransa'ya yönelik büyük diploma­tik manevralarla bu siyasî beraberlik tulumu­nu pekiştirdi. II.Dünya Savaşı ertesinin temel siyasî çerçevesini ve kurallarını Yalla, Pots-dam ve Moskova'da sağlanan uzlaşmaların so­nuçlan ve 1945'dcki Birleşmiş Milletler Söz­leşmesi oluşturdu. Birleşmiş Mîlletler organla­rında Batı dünyası ve Sovyetler Birliği arasın­da sorumlulukların paylaşılması otuz yıldan uzun bir süre iki güç arasındaki uyumu müm­kün kıldı. Barış içinde bîr arada yaşama düşün­cesi, soğuk savaşın gerginliği yüzünden doğrudan doğruya karşılaşılan tehlikelerin atlatılma­sını ve (kısmîveya bölgesel silahsızlanmayı he­defleyen) çok taraflı veya iki taraflı sözleşme­lerin yapılabilmesini sağladı. Bunun yanı sıra, bilhassa Avrupa'da sınırların korunması ve ik­tisadî, bilimsel ve kültürel alış-verişin gelişme­sine de katkıda bulundu.

Barış içinde bir arada yaşama düşüncesinin en dikkate değer biçimde ortaya çıkmasını sağ­layan ortam, hiç şüphesiz nükleer silahların sı­nırlandırılması ve bîr atom savaşının önlenme­si İçin yapılan bir dizi anlaşmanın yapılmasını mümkün kılan ortamdır. Nükleer denemele­rin yasaklanmasını öngören 1963 sözleşmele­ri, 1967'dcki atmosfer ötesi uzayın askerî amaçla.kullanılmasını önleyen, İ968'de nükle­er silahların yaygınlaştırılmasını yasaklayan, 1971'de deniz diplerinin nükleer denemeler­den arındırılmasını öngören, 1972'de bakteri­yolojik silahların üretimini yasaklayan, 1972 ve 1973'de sıraıejik silahların sınırlandırılma­sı (SALT-I), 1973'de nükleer savaşın önlen­mesi konusunda yapılan, 1974'de yer altı nük­leer denemelerin sınırlandırılması için imzala­nan, 1976'da mezolojik savaşı (çevrenin aske­rî amaçlarla değişi irilmesi) önlemeye yönelik vb. anlaşmalar, barış içinde bir arada yaşama politikası sayesinde Washington ve Moskova arasında birlikte hareket etmeyi kolaylaştıran girişimler olmuş ve bülün bu uzlaşmalar ünlü "kırmızı tclcfon"la sembollcştirilmiştİr. Ne var ki, bütün bu anlaşma metinleri uluslararası alanda tam anlamıyla bir fikir birliği doğması­na yol açmamış ve bilhassa Çin ve Fransa, sü­per güçlerin nükleer tekelinin bu anlaşmalar yoluyla pekiştirilmesini eleştirmişlerdir. Aynı zamanda Fransa ve Çin kendi aralarında nük­leer silahları ilgilendiren anlaşmalar yapmak­tan geri durmamışlardır. ABD ve SSCB ara­sındaki anlaşmaları eleştirenler, süper güçle­rin kendi aralarında yaptıkları anlaşmaların bir aldatmaca olduğunu, gerçekte İnsanlığa yö­nelmiş nükleer tehdidi ortadan kaldırmadığı gibi, azaltmadığını da iddia etmişlerdir. Çün­kü bütün sınırlandırmalar gerçekleşmiş olsa dahi, süper güçlerin müştereken ellerinde lut-tukları nükleer silahlar, dünyanın geri kalan kısmınızaaf içinde kalmaktan kurtarmamakta-dır. Nükleer silahların ortaya çıkardığı tehlike ve tahribatın gerçekten önlenmesine bu gü­cün hiçbir ülke veya ülkeler topluluğu tarafın­dan diğerlerine baskı yapacak tarzda kullan­masını engellemek suretiyle ulaşılabilir.

Barış içinde bir arada yaşama sadece ABD ve SSCB arasındaki ikili ilişkileri kapsama­makta ve bilhassa Avrupa'da II.Dünya Savaşı sonucunda ortaya çıkan meselelerin çok taraf­lı görüşmeler yoluyla çözüme ulaştırılması da bu kavram içinde telakki edilmekledir. Bu ba­kımdan 1970'dcn 1975'e kadar dünyanın bu bölgcsindeyürüiiilen normalleştirme gelişme­leri oldukça önemlidir. Federal Almanya ile önce SSCB, sonra Polonya arasında başlatılan bir dizi diplomatik anlaşma, bloklar arasında­ki yumuşamayı gerçek yönüyle uygulamaya sokmuş ve Avrupa güvenliğine katkıda bulun­muştur. Berlin'le ilgili olarak 1974'dcki dörtlü anlaşma, Doğu-Batı ilişkilerindeki hu/ur bo­zucu merkezlerden birinin konumunu barışçı bir yolla düzenlemiştir. İki Almanya arasında 1972'de imzalanan temel sözleşme, "Hollstein Doktrinine" son vermiştir. Bu doktrine göre sadece Batı Almanya bütün Alman halkını temsil elliğini öne sürebilirdi. Böylece Birleş­miş Milletlere her iki Almanya'nın girebilme yolu açılmış ve Sovyetler'in uzun zamandan beri önerdiği Avrupa'nın güvenliği ve İş birliği konulu bir konferansın toplanması mümkün olmuştur.

Müzakerelerin bütün zorluğuna rağmen bu konferans gerçekleşmiş ve I Ağustos I975'ıe Helsinki Nihaî Senedi ABD, Kanada ve arala­rında Türkiye'nin de bulunduğu Avrupa'nın oluz beş devlet ve hükümet başkanı tarafın­dan İmzalanmıştır. Hukukî değer taşıyan an­laşma metni çeşitli bakımlardan önemi haiz­dir. En azından Avrupa kıtasındaki kurulu dü­zenin kabul edildiği, gerilim sebeplerinin orta­dan kaldırılmasının, karşılıklı güven tedbİrleri-nin gerçekleştirilmesinin gerekliliği resmen açıklanmıştır.

Karşılıklı güven tedbirleri arasında NATO ve Varşova Paktı askeri manevralarının karşı taraf gözlemcilerin nezareti altında yapılmas ıda vardır ki, bu, bloklar arası yumuşama bakı­mından kalıcı bir gelişmedir. Ekonomi, bilim, teknoloji, çevre sorunları gİbî alanlarda İş bir­liğine gidilmesinin kabulü Helsinki Nihat Sc-nedi'ne bağlı barış İçinde bir arada yaşama il­kesinin bariz ürünleri sayılmakladır. Böylesi bir gelişme aynı zamanda Doğu-Batı ilişkileri­nin tümüne daha geniş bir anlam vermekte, uzlaşmada Avrupa çerçevesinin aşıldığını gös­termektedir.

Helsinki senedinde elde edilen sonuçlar ara­sında İnsanî meselelere, insan haklarına ve öz­gürlüklerine, vicdan, din ve inanç hürriyeti de dahil olmak üzere saygı duyulması gereği özel bir anlam taşımaktadır. Bu düzenlemeler, uy­gulamadan doğacak zorlukları ortadan kaldı­rabilecek güce ne yazık ki sahip değildir. Met­nin yaptırım gücünün ne olduğu hâlâ belirsiz­dir. Gerçekten, Helsinki Nihaî Senedi bir dev­letin İç işlerine müdahaleyi yasaklayan hüküm­ler ihtiva etmektedir. Böylece, insan haklarını korumamakla suçlanan her devlet, Helsinki Senedi'ni öne sürerek her suçlamayı İç işleri­ne müdahale olarak yorumlayabilir.

SSCB'de Mart 1985'tc Sovyetler Birliği Ko­münist Partisi Genel Sekreterliğine M.S.Gor-baçov'un gelmesinden sonra İzlediği glasnost (açıklık) ve perestroika (yeniden yapılanma) politikasının tüm dünyada yankılar uyandıran dış politika alanındaki sonuçları, barış içinde bir arada yaşama düşüncesi çerçevesinde de­ğerlendirilmelidir. 1985'ten 1987ye kadar Rc-agaıı ile Gorbaçov'un dört defa bir araya gel­meleri, SSCB İle ABD arasında orta menzilli nükleer füzelerin kaldırılmasını öngören INF Antlaşmasının İmzalanması (8 Aralık 1987) ve Afganistan'dan Sovyet askerlerinin çekil­meye başlamaları bu meyandaki önemli geliş­melerdir.

(SBA)

Bk. Ikınş; Banş Düşüncesi; Savaş; Süper Güç­ler.