KÂR

 

Modern iktisat teorisinde müteşebbisin (daha doğrusu teşebbüs faktörünün) üre­timden aldığı pay; diğer bir ifadeyle, mü­teşebbisin kullandığı tüm girdilerin (fır­sat) maliyetleri ödendikten sonra arta ka­lan bölüm. Aslında bu tamm için "normal kâr" demek daha doğru olur, zira müte­şebbis, yapmakta olduğu işe enerjisini hasretmek zorunda değildir, kendisini pe­kâla başka bir faaliyete adayıp oradan bir gelir elde edebilir. Bu sonuncusuna, mü­teşebbisin birinci işteki fırsat maliyeti gö­züyle bakılabilir. Bu durumda, normal kâr müteşebbisi şimdi yapmakta olduğu işi sürdürmeye teşvik edecek yeterlilikte olan, yani onun fırsat maliyetine eşit olan miktardır. Sonuç olarak, eğer gerçek (fi­ili) kârlar normal kârdan daha az olursa müteşebbis daha kârlı bir faaliyet alanına kayacaktır; diğer yandan, eğer kârlar nor­mal kârı aşarsa, diğer faaliyetlerdeki mü­teşebbislerin sözkonusu alana kaymaları beklenir. Normal kâr, tüm maliyetlerin üzerindeki bir artık değil, müteşebbisle­rin sağladığı hizmetlerin maliyetidir.

Normal kârın üzerinde de kâr yapılabi­lir şüphesiz. Buna "süpernormal kâr" ve­ya "aşırı kâr" denir. Eğer serbest rekabet

şartları geçerliyse, yani uzun vadede aşın kârlar sıfırlanır, zira yeterli sayıda müte­şebbis kendi faaliyet alanlarını terkedip aşın kârm sözkonusu olduğu sektöre gi­rerler. Dolayısıyla, aşırı kârlar ya kısa va­de için geçerlidir veya piyasaya girişin en­gellendiği durumlarda ortaya çıkar.

Kârın kaynağı nedir sorusuna iktisatçı­lar farklı cevaplar vermektedirler: W. Thünen, "Kâr, müteşebbisin katlandığı külfetin bedelidir" derken, Schumpeter "Kâr, müteşebbisin yaratıcılığının ve orta­ya koyduğu yeniliklerin karşılığıdır" di­yor. Günümüzdeki yaygın kanaatlerin ilk savunucusu sayılan Frank H. Knight, ilk baskısı 1921 yılında yayınlanan./?^ Belir­sizlik ve Kârlar (Risk, Uncertainty and Pro-fitks) adlı eserinde sigorta edilebilir risk İle sigorta edilemeyen belirsizliği açık se­çik biçimde birbirinden ayırır. Kârm kay­nağı risk değil (çünkü o sigorta edilebi­lir), belirsizliktir. Bir iş adamı gelecekteki talebi ve satış fiyatlannı tahmin etraeti ve bu tahminlere dayanarak üretim faktörle­rinin bedelini önceden ödemelidir. Tah­minlerinin doğruluğu, yaptığı kâra yansı­yacaktır. Sonuç olarak, kârlar belirsizli­ğe, iktisadi değişimin hızına ve iş yapma yeteneğine bağlıdır.

Sosyalist iktisatçı (ve sosyal bilimciler) kârı sosyal sınıflar arası bir istismar (sö­mürü) ilişkisi olarak açıklarlar. Marks'a göre, kârm kaynağı artık-değerdir. Yani işçiler çalışma süreleri içinde sermaye sa­hiplerinin (müteşebbislerin) kendilerine ödemiş olduklarının üzerinde bir "değer" üretirler. İşte bu fazlalığa artık-değer de­nir ve müteşebbisin kân "karşılığı Öden­meyen" bu emek miktarından oluşmakta­dır. Bu durumda kâr, sistemin yapısında­ki sömürü ilişkilerinden doğduğu için, kâ­rın kalkması ancak sistemin ortadan kalkm asıyla mümkündür.

Piyasa ekonomilerinde iktisadi hayatın amacı, kân en yüksek düzeye çıkarmak­tır; bu bakımdan kâr üretim faaliyetine yön veren, kaynakların dağılımını belirle­yen en temel unsurdur.

Kâr güdüsünün (geçmişte ve bugün) ev­rensel olup olmadığı tartışmalıdır. Adam Smith'den bu yana iktisatçılar genellikle onu insanların doğuştan getirdiği bir özel­lik sayma eğilimindedirler. Oysa belirli bir "medeniyet" in, hatta onun belirli bir kesiminin, görece yakın çağlarda ortaya çıkmış bir özelliğidir kâr. Tarihin bütün dönemlerinde   kâr   güdüsüyle   hareket eden insanlar (tefeci ve bezirganlar) mev­cut olmuştur, ama toplumun her tarafına sinmiş bîr sosyal özellik olarak kâr düşün­cesi, Heilbroner'inifadesiyle, "matbaaka-dar yeni bir icattır". Bir kaç şahsiyetin kâr (servet) peşinde koşmasıyla, topluma tü­müyle nüfuz etmiş bir servet yolunda ge­nel mücadele arasında çok büyük bir fark vardır. Modern dönemlere kadar, dünya­nın her tarafında, herkes için hayatın ga­yesi konumunu ilerletmek değil, onu ko­rumak olmuştur. Yani esas olan kazanç değil, "rızk" anlayışıydı. İktisadi hayat, si-yasİ ve dini hayatın yörüngesinden çıkın­ca, kâr güdüsü daha evrensel bir özellik kazanmaya başlamıştır.

Mustafa ÖZEL