KURANI KERİM

 

İslam'ın kutsal kitabının adlarından biri ve özel adıdır. Kur*an-ı Kerim'e bu ad, yi­ne Kur'an-ı Kerim tarafından verilmiştir. Kelime olarak, üzerinde çeşitli görüşler öne sürülmüş; kimileri Arapça bir kelime olduğunu belirtirken, kimileri Aramipe kökenli bir ad olduğu kanısında bulun­muşlardır. Ferra, 'karine' kelimesinin ço­ğulundan tu rediğini belirterek, anlamım^ "benzeyiş" olduğunu, bunun da Kur'an-ı Kerim'in bir bölümünün bir bölümüne 'karine' oluşundan kaynaklandığım söy­ler. Eş'arî, 'karn' fiilenden türeme bir ke­lime olduğunu ve' bir şeyi diğerine yaklaş­tırıp bitiştirmek* anlamına geldiğini belir­tir. Zeccac, 'kar-a' kelimesinden türemiş, toplayıp bir araya getirme anlamında bir kelime olduğu düşüncesindedir, lihyani, 'kar-a'dan türemiş olduğunu ve bu kök kelimenin de' tela/okumak' anlamını taşı­dığını ifadeden sonra, Kur'an-ıKerim'de-ki (Kıyamet, 17-18) "onu sende toplamak (cem'a) ve okutmak (kur'ane) muhakkak bize düşer, öyleyse, onu okudumuzda (ka-ra'ne^okunana (Kur'ane)»/1 anlamını ta­şıyan ayeti kanıt olarak getirir. Bu tartıp malı alanda en tercih edilen yaklaşımın son olarak andığımız Lihyani'nin görüşü olmasına karşın, İmam Şafii' nin açıklama­sı da oldukça ilginçtir. O, Kur*an-ı Ke­rim'in hemzesiz, yani 'Kur*an* biçiminde okunması gerektiğini belirttikten sonra, bu adın herhangi bir kelimeden türetilme­miş olduğunu, çünkü 'kar-a'den türetil­me durumunda okunan herşeye bu adın verilmesi gerektiğini, oysa 'Kur*an' sözü­nün Hz.Muhammed'e (s.) indirilen kitabı belirten çok özel bir ad olduğunu; Tevrat ve İncil'e bu adların verilmiş olması gibi ona da 'Kur'an' adının verildiğini söyler.

Kur'an-ı Kerim'de, onun başka adları da geçer. Kitab: Derlenmiş, yazılmış dü­zenli söz; Furkan: Hakkı batıldan, helali haramdan ayıran; Zikr: Bir §eyi anmak; Mev'ize: Öğüt, Hükm: Bir konuyu kesin çözüme ulaştırmak; Hikmet: Aklın doğru­layacağı olgu, gerçeği tanıma, belirleme tutumu; Şifa: İnsanları dert ve sorunlar­dan kurtarıcı: Hûda: Doğru Yola iletici; Tenzil: İndirilmiş olan; Nur: Işık, aydınla­tıcı, bu adlardan bir kaçıdır. Kimileri 55, kimileri 84 ad saymışlardır. Ancak, bun­lardan tamamına yakın bir kısmı, ad ol­maktan çok 'sıfat* olup Kur'an'ın özellik­lerini belirleyici anlamlar taşırlar.

Kur'an-ı Kerim, 'sure' denilen bölümle­re ayrılmıştır. Sure sayısı 114'tür. Surele­rin kimi zaman bir cümle, kimi zaman bir­kaç cümle, kimi zamansa bir cümlecik, hatta birkaç harften oluşan bölümlerine de 'ayet* denilir ve Kur'an-ı Kerim'in 6666 ayetten oluştuğu ifadesi oldukça yay­gın bir söyleyiştir. Ancak, bu sayı, tanın­mış bilgin Zemabşerrnin belirlemesi olup, ayet sayısını 6204'e dek indiren gö­rüşler de vardır. Bu durum, Kur'an-ı Ke-rim'deki kimi ibarelerin çeşitli nüshalar­da eksik ya da fazla oluşundan değil; kıra-atlan farkları, sure başlarındaki 'besme­le'leri surenin ayeti sayıp saymamak, ki­mi surelerin başındaki 'huruf-u mukat-ta/bağnnsız harfler'i birer ayet olarak gö­rüp görmemek gibi değişik yaklaşımlar­dan kaynaklanmış olup, gerçekte tüm nüs­halar harfi harfine aynıdır ve Hz.Osman Mushafıyla olan bu aynılığı belirtmek için de Kur* an bilimleri literatüründe 'Kur'an'ın resmi' deyimi kullanılır. Ge­nel tertibe göre 600 sayfa dolaylarında bir kitap olan Kur'an-ı Kerim, kimi okuyuş ve ezberleyiş kolaylıkları sağlamak üzere, ayrıca (sayfa tutar nüshalara göre) 20'şer

sahifelik 'cüz'lere ayrılmış olup, tamamı 30 cüz olmaktadır. Cüzler de kendi içinde hiziplere ayrılır. Kur'an-ı Kerim'in terti-bİndeki bir başka özellik de uzun surele­rin başta, kısa surelerin sonlarda yer al­masıdır. En uzun sure olan 'Bakara', yak­laşık, Kur'an-ı Kerim'in l/12"si kadar olup, 286 ayettir. En kısa sureler ise, üç ayettir.

Ancak, sure ve ayet bölümlemesini ko­nulara göre yapılmış olan birer ayırım gi­bi değerlendirmemek gerekir. Gerçekten de uzun surelerde olduğu gibi, kısaların­da da, hatta bazen bir tek ayetin içinde ve ayetin bir cümlesinde bile değişik konula­ra değinilir. Bu dış görünüşüyle, konu ba­kımından bir 'dağınıklık' izlenimi uyandı­rıyor olmakla birlikte, dikkat edildiğinde ve özellikle bulunulan bölümün baş taraf­ları ve sonlarına anlam bakımından tam bir hakimiyetle eğilindiğinde böyle bir da­ğınıklığın değil de, konular arasında fark­lı ve Kur'an-ı Kerim'e özgü bir bağlantı­nın, bir bütünlüğün bulunduğu gözlenir. Özellikle birkaç kez okunduktan ve böyle­ce Kur'an-ı Kerim'ingenel çerçevesi tanı­nıp, deyim yerindeyseKur'an mantığı kav-randıktan sonra bu bütünlüğün hem öz­günlüğü, hem de alışılagelen bölümleme ve ayırımlarla oluşturulan 'kitap çatısı' dü­zenine üstünlüğü daha iyi farkedilebilir. Kaldı ki, duyarlılık içindeyken algılanabi­len aydınlığına bakılarak Kur'an-ı Ke­rim'in her cümle hatta her kelime ve kav­ramının düşünülebilenin ötesindeki kuşa­tıcı lığı karşısında, aslında, onun her harfi­nin evrenle bütünlük içinde olduğu düşü­nülürse, böylesine kuşatıcı ve bütüncül an­lamların alışılagelen bir konu ayırımına göre bölünmesinin hem imkansızlığı, hem de gereksizliği kolayca anlaşılır.

Kur'an-ı Kerim, parçalar halinde ve belli bir sıraya bağlı 23 yıllık bir sürede indiri­lerek tamamlanmıştır. Genelde küçük su­reler, bir defada; büyükleriyse parçalar halinde İndiği halde, büyük surelerden bir defada inenler olduğu gibi, küçüklerin­den de parça parça inenler vardır. 'înme' ya da 'indirme' Cebrail adlı melek aracılı­ğıyla gerçekleşmiştir. Kur'an-ı Kerim, Yüce Allah tarafından bu meleğin elçiliği yoluyla Hz. Muhammed'e (s.) vahyedil-miş; Hz. Muhammed de kendisine vahye-dilen sureleri hem ezberlemiş, hem çevre­sindekilere ezberletmiş, hem de "vahy ka­tipleri" dîye adlandırılan sahabilere yaz-dırtarak korunmalarını sağlamıştır. Bu ya­pılırken, hangi ayetin hangi sure içinde yer aldığı, hangisinin daha önce, hangisi­nin daha sonra yerleştirileceği de özellik­ler belirtilmiş; böylece, onun zamanında Kur'an'ın bir kitap halinde bir araya geti­rilmemiş olmasına karşılık, şu anda eli­mizde bulunan tertibe uygun bir düzenle­me gerçekleştirilmiş ve bu haliyle ezberle­nen 'Kitap', birçok kez onun huzurunda 'tilavet' edildikten başka, aynı şey Hz. Muhammed ile Cebrail arasında da yapıl­mıştır. Aynı zamanda onun peygamberlik süresi olan Kur'an'ın parçalar halinde in­diği 23 yıllık zaman diliminin 13 yılı Mek­ke'de, 10 yılı Medine'de geçtiğinden, su­releri de Mekke ya da Medine'de indiril­miş olmalarına göre 'Mekki' ve 'Medeni' olarak adlandırılır. 'Mekki' olan 93 sure­de ağırlıklı olarak iman konuları, Medeni olanlarda ise imanın yaşama yansıtılması, uygulama yöntemleri ele alınmıştır. İlk inen ayetler Alak suresinin ilk beş ayeti; sonuncusu İse, üç ayetli 'Nasr' süresidir. İlki Kur'an-ı Kerim'in 96. suresi içinde yer alır, sonuncusu ise 110. suredir.

Kur'an-ı Kerim'in ilk yazılışı Rasulul-lah, ilk derlenişi Hz.Ebubekir, ilk çoğal tıhşı da Hz. Osman döneminde gerçekleşti­rilmiştir. Her yeni ayet inişinde Hz. Pey-gamber'in vahiy katiplerini çağırtarak o ayeti yazdınşı ve hangi surenin hangi aye­tinin öncesine ve sonrasına eklenmesi ge­rektiği yolunda bilgi verişi hakkındaki ri­vayetler; İslam'ın başlangıç döneminde hadisleri yazmak isteyen sahabiye Allah Resulünün (Kur'an-ı Kerim'le karışabilir kaygısıyla) "BendenKur'an'dan başka bir-şey yazmayınız" diye buyurmuş olması; Hz. Ömer'in İslam'ı kabulü sırasında Kur'an-ı Kerim sahifelerini isteyip oku­muş olması olayı ve Kur'an-ı Kerim'in toplanması çalışmalarında herkesten elle­rindeki yazılı olanların istenmiş bulunma­sı gibi olaylar Kur'an-ı Kerim'in Hz.Pey-gamber döneminde yazılmış olduğunu gösteren kanıtlardır. Yazılmış olmanın ötesinde çok sayıda sahabi O'nu ezberle­miş ve Allah'ın elçisinin huzurunda baş­tan sona -birçok kez- tilavet etmişlerdir. Bu hafızların hafızasındaki Kur'an-ı Ke­rim'in aynı sıralama ve tertip içinde oldu­ğuna ilişkin bilgileri derleyebileceğimiz birçok hadis bulunmaktadır.

Hz.Ebubekir'ûı (r.) halife oluşuyla bir­likte birçok olayların ortaya çıktığı bilin­mektedir. Pek çok kimse dinden dönmüş, sahte kimi peygamberler ortaya çıkmış, kabilelerdenbirkaçı'zekat'vermekten ka­çınmış ve bütün bunlar üzerine de hilafe­tin daha ilk günlerinden itibaren birçok savaşlar olmuş, pek çok sahabi şehit düş­müştür. Bu durumu gözleyen Hz.Ömer, savaşlar sırasında daha pek çok sahabinin şehit düşeceğini düşünerek, Hz.Ebube-kir'e başvurup, önlem İçin görüşmüştür. Bunun üzerine Hz.Ebubekir, Zeyd b. Sa-bit'i çağırarak, ondan Kur'an-ı bir araya toplayıp, yazmasını ister. Zeyd, yaptığı ça­lışmanın yöntemini şu cümlelerle özetler:

"Kur'an'ı yazılı bulunduğu hurma dalla­rından, taşlar üzerinden ve hafızların hafı­zalarından takib ettim". Buradaki 'takib ettim' ifadesi, üzerinde durulması gere­ken bir noktadır.  Çünkü, bu anlatım, Kur'an-ı Kerim'in yalnızca bir derlemesi­nin yapılmayıp, bütün yazılanların ve hafı­zalarda olanın karşılaştırılması yoluyla bir tahkik-derleme yapıldığını gösterir. Gerçekten de, işe karar verilince, Hz.ö-mer bir duyuru yaparak, kimin elinde Kur'an ayetlerinden ne varsa, Zeyd'e ilet­mesini ister. Herkes elindeki hurma yap­raklarını, kağıtları, taş levhaları, derileri ve hatta yassı kemikleri götürür. Ancak, bu götürdüğünün Hz. Muhammed'den (s.) alınmış Kur'an ayeti olduğunu ispat etmesi İçin iki de şahit bulundurması ara­nır. Böylece derlenen ibareler birbirleriy­le ve hafızların ezberinde bulunanla karşı­laştırıldıktan sora, kayda geçirilirdi. As-hab'ın büyük bir bölümünün yaşadığı dö­nemde -ve herkese açık ortamda- yapılan bu    yazım    işi    sonunda    oluşturulan Kur'an-ı Kerim nüshası Hz. Ebubekir'e verildi. Onun ölümünden sonra Hz.O-mer'e, ondan da kızı Hafsa'ya geçer ve onun ve ezberinde olanlardan yapılarak, süpürüp gitmektedir. Bu da, Hazreti Pey­gamber zamanında 'öğrenmekte kolaylık olsun diye' izin verilmiş bulunan 'lehçe farklan'nın ele geçirilen topraklarda yay­gınlaşmasına ve hatta zaman zaman 'be­nim lehçemle okuyuş daha doğrudur' di­yenlerin tartışmalarına, ihtilaflarına yol açmaktadır. Özellikle Huzeyfe'nin bu yol­daki gözlemlerini Halife  Hazreti  Os­man'a aktarması üzerine bir çözüm düşü-nelerek, elde bulunan Hz.Ebubekir döne­mindeki nüshanın çoğaltılıp 'resmi' nüs­ha şeklinde her yana gönderilmesine ka­rar verilir. Yeniden Zeyd başkanlığında

bir komisyon oluşturulur. Onunla birlikte Abdullah b. Zübeyir, Said b. As, Abdur-rahman b. Haris (b.Hişam) Hafsa'da bu­lunan nüshanın çoğaltılması işini yürüte­ceklerdir. Halife'nin talimatı şöyledir: "A-ranızda ihtilaf ettiğinizde Kur'an-ı Ke-rim'i Kureyş lisanıyla yazınız" (Zeyd, Me-dineli; diğerleri ise MeJ*keli'dir). Çünkü, hedef, yer yer gözlenen lehçe farkların­dan doğma ihtilafların giderilmesini ve Kur'an-j Kerim'İn indiği Kureyş lehçesiy­le her yanda okunmasını ve yayılmasını sağlamaktır. Bu ihtilafların içeriğiyle ilgili bir örnek olarak şu olayı anabiliriz: Ço­ğaltma yazımı sırasında sıra sonunda 't' bulunan bir kelimeye geldiğinde, Zeyd bu­nun son harfinin 'kapalı te' ile yazılması gerektiğini söyler; diğerleri Kureyş lehçe­sinde açık 'te'nin kullanıldığını belirtince, öylece yazılır. Hz.AH, Hz.Ubeyy, Enes b. Malik ve Abdullah b. Abbas'ın da müşa-hid olarak bulunduğu çoğaltma komisyo­nu, Hafsa nüshasından4 nüsha istinsah et­tikten sonra, onunkini geri verir. Yenİ is­tinsah edilen nüshalardan biri Haüfe'de kalır, diğerleri ise ayetlere gönderilir ve eldeki diğer metinlerin yakılarak ortadan kaldırılması buyruğu verilir. Bu dönem­de, Hafsa'nın mushafı dışında Abdullah b.   Mes'ud'un   mushafı  ile   Ubeyy  b. Ka'b'ın mushafı gibi ünü oldukça yaygın nüshalar yanında başkaları da bulunmak­taydı. Hz. Osman'ın 'yakınız' yollu buyru­ğu benimsendiği için sözkonusu yüzyıllar­da Kur'an Tarİhi'ne ilişkin eser yazanlar­dan bu nüshaları (özellikle ünlü İbni Mes'ud ve İbn Ka'b nüshalarını) görüp in­celeyenler olmuş, haklarında bilgi vermiş­lerdir. Buna göre, İbn Mes'ud mushafın-da baştaki Fatiha ile sondaki 'Muavveze-teyn' bulunmamakta; İbn Ka'b mushafın-da ise, fazladan, Hazreti Peygamber'e ait İki dua yer almaktadır ki, bunlar da, 'vitir' namazlarında okunan 'kunut' dualarıdır. Ashabın tamamı ise, bu anılan nüshaları desteklememiş Hafsa nüshası üzerinde birleşmişlerdir. Nitekim Hz. Osman dö­neminde ve sonrasında çıkan bir çok siya­si anlaşmazlık ve uyuşmazlık sırasında ih­tilaf olunan pek çok nokta gündeme geti­rildiği halde, hiç kimse Kur'an-ı Kerim üzerinde farklı bir görüş açıklayıp, eldeki nüshada eksiklik, fazlalık, ya da yanlışlık olduğunu ileri sürmemiştir. Hz. Osman mushafi, noktasız ve harekesiz bir mus-haftır. Arap dilini bilenler İçin bu durum bir sorun oluşturmamakla birlikte, za­man içinde, diğer kavimlerden İslam'ı ka­bul edenler Arapça bilmedikleri için Kur'an'm okunması konusunda güçlükle karşılaşmış ve hatta zaman zaman yanlış anlamalara yol açabilecek biçimde oku­malar gözlenmiştir. Bunun üzerine, Kur'an'ın noktalanması yoluna gidilmiş, harfler noktalanmış; sonra da düzgün ve kolay okunuşu sağlamak üzere 'hareke­ler' konulmuştur. Basamaklı bir gerçek­leştirmenin sözkonusu olmasına karşın, işin Abdülmelik zamanında Haccac'ın buyruğuyla yapıldığı görüşü yaygındır.

Kur'an, ayetlerini ikiye ayırır: Muhkem ayetler, müteşabih ayetler. Muhkem olan­lar, Kur'an-ı Kerim'in kendi anlatımıyla 'kitabın temeli'dir. Müteşabih olanlar ise, çeşitli anlamlara yorumlanmaya elve­rişli görünenlerdir. Ancak, bu yorumlan­ma birinin diğerine açıklık getirmesi ve anlamca destek olması yoluyla gerçekleşe­bilecek yorumlar olmayı aştığında, kalpte bir eğrilik ve kasıtta bir fitne sözkonusu olacaktır. Bu durumda, müteşabihlerin yorumunda, 'muhkem'lerin aydınlığın­dan yararlanmak gerekcektir. Bu nokta­dan çıkan alimlerden bü* bölümü her mü-teşabihin aslında muhkemlerle aydınlatıl­mış olmasından ötürü, müteşabihlerin yo­rumunda bir başıboşluk olamayacağını ve muhkemlerle sımsıkı bir bağlılık İçinde bulunduğunu ifade ederler. Kalb eğriliği ve fitne kastından kurtuluş demek ki mü-teşabihler'muhkem'lerin ışığında yorum­lamakla mümkün olabilecektir. Bu yakla­şım sonunda, Kur'an yine Kur'an'la tefsir edilip, anlaşılmış olacaktır.

Kur'an-ı Kerün'in kendini tanımlarken içinde hiçbir ayrılık bulunmadığını belirte­rek, bunun da Allah tarafından İndirilmiş olmasının bir göstergesi olduğunu bildi­rir. Bununla birlikte ona açıklama getir­mek için yapılan çalışmalarda ayetleri 'mevzii', yüzeysel ve sınırlı bir biçimde de­ğerlendirme gibi durumlar ortaya çıktığın­da 'aykırılığın mümkün olmaması' olgusu karşısında çareler aranmış ve sonunda ki­mi alimler tarafından 'Kur'an'ın iki ayrı ayetine dayanılarak 'nasih ve memuh' for-mülü ortaya atılmıştır. Buna göre, ayetler den kimileri kimilerini neshetmiş, hükmü­nü ortadan kaldırmış oMuğıradantpr aykı­rılık sözkonusu değildir. Kur'aa& Ke-rim'e bütüncü bakış ve yaklaşımdaki haki­miyeti elinde tutup tutamama doğrultu­sunda, alimler arasında, 'nasih-mensuh' sayısında görüşbirliğine varılamamış; bu sayının 200'den de fazla olduğunu öne sü­renler çıkmıştır. İmam Suyuti Kur'an'da Mensuhu çoğaltmanın yanlışlığına deği­nip bu durumda olduğu ileri sürülen ayet­leri inceleyerek bu sayıyı 22'ye düşürmüş; Suyuti'nin 'mensuh' olarak niteledikleri­ni irdeleyen Dehlevi ise, yalnızca 5 ayette 'mensuh' olmanın sözkonusu edilebilece­ğini belirlemiştir. Ancak, daha sonra yapı­lan çalışmalarla bu 5 ayet için de 'men­suh' nitelemesinin yapılamayacağı, onla­rın ' nesh' ayetleriyle bağdaştırabilûiiği sonucuna varılmıştır. Halen bu konu tartış­malı olmakla birlikte Kur'an-ı Kerim'in kıyamete dek geçerli olduğu gerçeğinin ışığında 'mensuh'a pek yer kalmadığını dagözönünde tutmak gerekecektir.'Men-suh'un bulunmadığı görüşünü taşıyan alimler, 'nasih-mensuh' konusunda kanıt gösteriln ayetlerin Kur'an'a değil, önceki şeriatlere işaret ettiği görüşündedirler.

Kur'an, yine kendi belirlemesiyle, Allah kelamıdır. Hükümleri kıyamete dek ge­çerlidir, bir tek ayetinin bile benzerini yapmaya kimsenin gücü yetmeyecektir. Arapça'dır. Arapça olmasının hikmeti, gönderildiği kavmin Arapça konuşuyor ol­masından ötürü kolayca anlaşılabilmesi­dir. O, yine kendi ifadesiyle, apaçık, ko­laylaştırılmış, anlaşılır bir kitaptır. İnsanlı­ğa karanlıktan aydınlığa çıkarıcı yollar göstermekte, hükümler getirmektedir ve önceki dinlerdeki birçok hükümleri kolay­laştırmak, kullanım yükünü hafifletmek için gönderilmiştir.

Kur'an Yüce Allah'ın koruması altında bir kitaptır. Bugüne dek tahrifata uğrama­dığı gibi, bundan sonra da üzerinde her­hangi bir değişiklik yapılamayacak olan ki­taptır. Bu bakımdan, Kur'an tercümeleri, ancak, birer 'tercüme' olup, Kur'an-ı Ke­rim'in kendisi değildir. Hatta anlamının genişliği yüzünden tam bir tercüme de mümkün olmadığı için, bunlara 'meal' adı verilir; onların bir bakıma yaklaşık ter­cüme olduğu kabul edilir. Bu sebeple de Kur'an'ın başka dile çevrilmesiyle oluştu­rulmuş metinlere 'Türkçe Kur'an', 'İngi­lizce Kur'an' ve buna benzer adlar veril­mez, yalnızca Kur'an-ı Kerim'in Türkçe Meali, İngilizce Meali' denir.

Kur'an-ı Kerim, kendisine ancak temiz kimselerin el sürebileceğini, ulaşabilece­ğini buyurur. Bu bakımdan O'nu okurken

feyzinden yararlanmak, aydınlığından pay alabilmek, anlamına tutarlı yaklaşım­larda bulunabilmek için kesinlikle abdest-li olmak gerekir. Yoksa, Kur'an-ı Kerim kendisini açmaz, okuyana kapalı kalır. Kur' an-ı Kerim'in ibadet amacıyla okunu­yor olması da abdestli olmayı gerektirir. Ayrıca, yine okumaya başlarken 'taşlan­mış şeytanın şerrinden Allah'a sığın-ma'da bulunulması da Kur'an-ı Kerim'in buyruğudur.

Zübeyİr YETİK Bk. Levh-i mahfuz.