Kurur, etimolojik
olarak 'örtü'* ya da 'örtmek'demektir. Mastarın çeşitli türevlerinden küffar,
tohumu toprağa eken ve onu örten çiftçiye; kafir, aydınhğiy gun ışığını
örttüğü için geceye ve kılıcı gizlediği için kına; keffare günah ve hataları
örttüğünden dolayı, ibadet ve tevbeye denilir. Bu tabii ve kozmik anlam,
terimin semantik anlamının tesbitinde önemli rol oynar. Aynı zamanda küfür,
îslami terminolojinin anahtar terimleri arasında yer alır. Nasıl 'iman' başat
bir terimse, küfür de imanın karşıtında ve fakat negatif anlamda aynı şekilde
başat bir terimdir.
Etimolojik anlamın
semantik alana nasıl yansıdığını tespit etmek, küfür denen evrensel ve
tarihsel olgunun anlamıma anlaşılmasına yardım eder. Nasıl ki, çiftçi toprağa
attığı tohumu gözlem alanı içinde görünemez hale getiriyorsa, kozmik düzenin ve
varoluşun gerçek nihai ve mutlak sahip, malik ve Yaratıcı'suım görünen,
gözlenen alandaki varlığının tecellilerini kişinin inkar etmesi, üstüne
kavramsal modellerden oluşmuş karanlık bir örtü çekmesi de küfürden başka bir
şey değildir. Kavramsal modeller, paradigma ve unsurların özel seçiminden
oluşmuş düşünce ve felsefeler, tohumu Örten toprak, aydınlığı gizleyen
karanlık gibi mutlak gerçeği örtmeye çalışır. Oysa görünmese bile tohum
toprağın altındadır; aynı şekilde, kavramların ve düşüncelerin meydana
getirdiği örtünün altında da hakikat vardır. Şu halde küfür mutlak değil, görece,
geçici ve aldatma veya bir yanılmadır. Kur'an kendi semantik örgüsü içinde küfrü
aldanma veya yanılma (gurur-garar) ile bir arada ele alırken, hakikatin evrenselliği,
sürekliliği, sonsuzluğu ve mutlakh-ğı karşısmda küfrün geçiciliğini, yanılma ve
yanıltma özelliğini de böylece konumlandırmış oluyor.
Bu olgu, dünyamızda
insan türünün hayatı ve kendine özgü eylemleriyle sınırlıdır. Kozmik düzenin
bütününde, varoluşun Özünde ve nesnelerin insan tarafından kendilerine
yüklenen anlamaları dı-şındaki gerçekliklerinde küfür olgusu yoktur. Küfür
insana özgü bir tanımlamadır. Bundan dolayı insanla vardır. Çünkü insan bilinç
ve özgürlük sahibi bir varlıktır. Bu anlamda bizden farklı bir düzlemde
varoluşlarını sürdüren 'cin' taifesine bağlı "kafir" olanlardan
sözedilebilir. Ancak biz imanın karşıtı olan bu anahtar terimi kendi
düzlemimizde algılamak durumundayız.
Varlık dünyasmda
düzlemlerin farklı olması, eylem ve olaylarda fail olan varlıklara ilişkin
tezahürlerin de farklı olmasını kaçınılmaz kılar. İnsan türünün düzlemi olan bu
varlık mertebesinde, yani kevn ve fesad (oluş ve bozulma) yurdu olan dünyada
küfür şeklinde tezahürler farklıdır.
Sözgelimi basit bir
alan olarak, bize ve yararımıza sunulan nimetler karşısındaki tutumumuz,
mahiyetine göre ya şükür, ya da nankörlük şeklinde tezahür eder. Eğer biz bu
nimet ve yararları sunan yaratıcı ve aşkın varlığa iman etmişsek, bu imanımızın
doğal tezahürü şükür olacaktır. Yok eğer bu varoluşsal gerçeği inkar etmişsek,
bu inkar, yanı tanımama olan küfrün doğal tezahürü de nankörlük olacaktır.
Demek oluyor ki, şükür ile iman, nankörlük ile küfür arasında kaçınılmaz bir
ilişki vardır. Kişi kendi kullanım ve yararına sunulan (teshir) varlık
hazineleri üzerinde tasarruflarda bulunurken, bunların kendi özgün gücü ve
bilgisi sayesinde eline geçtiğini düşünüp hakiki yaratıcılarını tanımayıp
inkar ediyorsa, bu kuşkusuz nankörlük, yani küfürdür.
Kişinin apaçık
gerçekler (beyyineler) ve inkarı mümkün olmayan kanıtlar (ayetler) karşısında,
yine de sonsuz sayıdaki kozmik, tabii ve enfüsi hakikatleri kendi istek ve
tutkularının etkisinde (heva) kalarak bir takım perdeler altında gizlemeye
Çalışmasının önemli ve kaçınılmaz sonucu, giderek asli yeteneklerini
köreltmesi, varoluşun hikmet bilgisine ve hakikatine götürecek melekelerini
çalışamaz hale getirip gözlerinin üzerine perde çekmesi, kulaklarını
sağırlaştırması ve kalbinin üstüne kendi eliyle bir damga vurmasıdır (A'raf,
179). Oysa insanoğlunu gerçeğin bilgisine götürecek olan üç büyük araç veya üç
büyük imkan; onun doğru gözlemde bulunan gözü (basar), doğru işiten kulağı
(sem) ve düşünen ve akleden, kalbidir.
Elbette bu felsefi
düzlemdeki hakiki küfrün insanın gündelik ve sosyal hayatında
ve eylemlerinde bir
takım izdüşümleri olacaktır. Bu düzlemde ele alınan ve Kelam tarihinde en çok
üzerinde durulan küfür konusu, ameli (fıkhi) küfürdür.
Maturidi ve Eş'arî
kelamcıları genelde, apaçık olarak bilinen dinin bir takım temel ilkelerinin
bir kısmının veya tamamının inkarının küfür olacağını söylemişlerdir. Dİnin
temel İlkeleri, inanç esasları kabul edilebilir; ancak kişiyi bunlara ek olarak
bazı ve önemli temel hükümlerin inkarı da küfre sürükleyebilir. Sözgelimi namaz,
oruç, hacc ve zekatın farz oluşu veya aksi hükümlerden içki, faiz, domuz eti,
kumar vb. yasakların inkarı.
Emevilerin artık
İslam'la ilişkisi şaibeli yönetimlerini dini bir temel üzerinde meşrulaştırma
çabası olarak doğan Mürcie ekolü ise, kişi açıkça küfrü dile getirmedikçe
kafir olmaz, demiştir. Kerramiye de buna yakın bir görüş savunmuştur. Hariciler
ise, dinin bir hükmünü açıkça çiğneyen ve büyük günah işleyen kimseyi tereddütsüz
kafir ilan etmişlerdir. Mutezile mensupları ise daha paradoksal bir şekilde
davranıp büyük günah işleyeni İmandan çıkarmış, ama kafir de saymamıştır.
Böyle bir kişi Mutezile kelamcılarma gö-Tsel-menziletübeyne'İ-menzileteyn,
yanı'i-ki konum arasmda ara bir konumda'dır.
Ehl-i Sünnet
bilginleri ise büyük günah işleyeni kafir saymayıp iman sınırında tutmuştur.
Kişi hem günahkar, hem de mü'min olabilir. Günahlarını bir takım gerekçelere
dayandırıp veya hükümlerin ciddiyetini hafife alıp günahı sürekli bir davranış
haline getirmedikçe, o sadece bir günahkar ve dolayısıyla objektif hukuk karşısında
bir suçludur. Dünyada ona had (ceza) uygulanır, ahirette azab veya mağfiret
ise Allah'a aittir. -
İslam bilginleri dört
tür ktilur olduğunu
Belirtmişlerdir
: 1- Küfr-i
İnkârî: Allah'ın varlığını, birliğini, nübüvveti ve vahiyle gelen temel
esasları kalbiyle inkar eden ve bunu dille de açıklayanın küfrü;
2- Küfr-i Cühud: Yukarıda sayılanları kalben kabul
ettiği halde, dille itiraf etmeyenin veya inkar edenin küfrü; 3-
Küfr-i İnadî; İslam'ın temel akidelerini kalben doğrula-yıp zaman zaman dille
de itiraf edenin ço-ğunluklainat, kıskançlık, asabiyyet, hamakat, makam ve mal
sevgisi dolayısıyla İslam'ı bir din olarak kabul etmemenin yol açtığı küfür ve
4- Küfr-i Nifak: İslam'ın temel ilke ve gerçeklerim
dille onayladığı halde, içinden, kalbinden red ve inkar edenin küfrü. Kısaca
Münafık'in durumu.
AliBULAÇ Bk. İman;
İslam; İrtİdat; Şirk; Tevhid.