Önermelerin
tutarlılığı îte akıl yürütme' lerin ve çıkarımların geçerliliğini tesbit eden
kuralları konu edinen bilim dalı. Başka bir ifade ile düşüncenin düşünceyle
doğrulanması bilimi.
Mantık kelimesi,
Yunanca "Logike" kelimesinin Arapça tercümesidir. Logikos^ söz
(parol), akıl (raison) ve akü yürütme (raisonement) anlamlarına gelen logos
kelimesiyle ilişkilidir. Yani logos veya lojik, söz ve akıl anlamlarını
kapsamaktadır ki, mantık terimi de böyledir. Bu anlamda, arapça
"konuşma" karşılığı olan "Nutk"tan türetilmiştir. Nitekim
nutuk sözü de eski yunancada hem konuşma (söz), hem akü anlam lanna gelen
"Logos"un karşılığıdır. Buradan hareketle eskiden beri nanede
"doğru düşünme sanatı" veya "doğru düşünme kurallarının
bilgisi" diye tarif edile-gclmişıir. İslam dünyasında mantığa bazan, onun
diğer ilimler ve doğru düşünme için bir araç ve Ölçü olması göz önüne alınarak
"ilm'i-mizan" ve "ilm'i-alet* de denmiştir.
Aristoteles'ten Önce mantık
alanında ilk önemli hazırlığın Elealı Zenon ile Pythago-ras arasında hareket,
değişme, zaman ve mekanın sonsuz bölünmesi konusunda çıkan tartışmayla meydana
geldiği söylenebilir. Özeli ike Zenon, hareketin sonsuz olarak, dolayısıyla
varlığın birlik içinde çokluk şeklinde düşünülmesinin bir çelişkiyi
getirdiğini savunmaktaydı. Bununla birlikle mantık'in sistemli hale
getirilmesi ancak Aristoteles tarafından gerçekleştirilecektir.
Gerçi sofistler pratik
bilginin gerekliliğine dikkat çekmek ve önemini vurgulamak çerçevesinde dilin
kurallarını düşünmenin ic-mellendirilmesinde de gözönüne almaya çaba
göstermişlerse de, sonuçta demagojiye çıkacak bir yol izlemişlerdir.
Dolayısıyla dil üzerindeki çalışmaları belli bir noktadan sonra mantık
kurallarının alam dışına taşar bir nitelik kazanmıştır.
Demek oluyor ki,
Aristoteles, mantığın kurucusu olarak nitelendirmeye tam olarak hak kazanmakla
birlikte, bu konudaki başarısı kendinden önceki filozoflara göredir. Gerçekten
Aristoteles'ten önce Antik çağ düşünürleri mantık yasalarını bilinçli olarak
kullanmış olmalılardır. Sözgelimi Par-menides'de çelişki ilkesinin ilkel bir
formunu görmek mümkündür. Nitekim o, "Bir şey aynı zamanda hem var hem
yok olamaz." düşüncesini ileri sürerken bu düşünceden hareketle
öğrencisi Zenon hareketin mutlak veya imkansızlığını isbatlamak için kullandı.
Denebilir ki Parmenides, mantıki yasa düşüncesini düşünmenin sürecinde dikkate
alan ilk filozoftur. Gerçekten o'nun bu anlayışla etkili bir konuşma sanatı
geliştirdiği bilinmektedir ve bu olgu Sokrates'te çok açık ve sistemli bir
hale dönüştürülmüştür. Böylece Antik Yunan mantığının oluşacak iki kolu, çıkış
noktalarını Sokrotik dialektik bulmuştur, denebilir. Bu iki koldan biri
önermelerin mantıki durumunu esas alan Megara-Stoa mantığıdır ki, tim-silcileri
Megaraiı Euklides, Diodoros Kro-nos, Megarah Philon, stoacı Zenon ve
Chryssippos'tur. İkinci kol ise, kavramlar arası ilişkilerin çözümlenmesine
ağırlık veren Akademiacı-Peripatik mantıktır ki, Platon, Aristoteles, Theophrastus'tur.
Sözgelimi Platon, dialoglannda sık sık, mesela iki sayısının çift, üç
sayısının tek olma zorunluluğu olgusu Üzerinde durur. Bunun anlamı onun formal
mantık düşüncesine oldukça yaklaştığı, ancak felsefi sisteminin temelinde
bulunan ideallar dünyası konusundaki bilgimizi bu sayısal zorunluluk ve
genelgc-çerliliğe dayanarak belirleme ve idealara doğru varlık bilgisi niteliği
yükleme çabası bir engel oluşturmuştur. Bu engeli Aristoteles, hocasından
farklı bir şekilde aşacaktır. Ancak Aristoteles de kendi mantığının mahiyeti
üzerinde herhangi bir görüş ileri sürmemiştir. Mantık yerine
"analitik" kelimesini kullanması bu bakımdan anlamlıdır.
"Mantık" deyimini ilk kez Stoacılar, felsefeyi "mantık",
"fizik ve "etik" bölümlerine ayırmakla düşünce tarihine
sokmuşlardır.
Aristoteles'in
"Birinci Analitikter"Ğç kıyası önerme formları ve bunlar arasındaki
ilişkiler üzerine bir teori şeklinde ortaya koyduğu söylenebilir. Nitekim bunu,
İskenderiyeli Ammonios (M.S. 480)'un "Analitikler" üzerine yazdığı eseri
de destekler niteliktedir. Ammonios eserinde Pla-toncular, Aristotelesçiler
ile Stoacılar arasındaki tartışmalara, özetle mantığın felsefenin bir bölümü
(stoacıların görüşü), felsefenin kullandığı bir alet mi (nitekim Aristoteles
izleyicileri, yani pcripateli kler, onun mantıkla ilgili yazılarını Organon
(alct-araç) adı altında toplamışlardır), yoksa mantığın her ikisi birden mi
olduğu (Platon-culann görüşü) yer verir. Ammonios ise mantığı felsefenin bir
bölümü olarak görmekle birlikte, Peripatiklerin yaptığı gibi, eşya adlarının
harfler ile gösterilmesi halinde felsefenin bir aleti olur.
Aristoteles'in kıyasa
ayırdığı on iki sayfalık metin sonraki yüzyıllarda etkili hale dönüşerek batı
düşünce tarihinde mantığın kaynağı mahiyetini kazanacaktır. Aristoteles'in
sistemi, Ortaçağda Boethius (ö. M.S.
525)'dan bu tarafa
sadeleştirilecek ve öğretim programlarına uyar hale getirilecektir. Yani
sistemin temel çizgileri yumuşatılacak, kıyasın aksiyomatik yapısından ancak
izler bırakılacaktır. Skolastiğin kıyaslara verdiği adlar içinde indirgeyici
semboller olarak "s", "p" ve "e" harfleri içinde
işlenecektir. Ancak Aristotelesçi manuk Ortaçağda kılı kırk yaran bir
formalizm halinde olumsuz bir ün elde edecektir.
Aristotelesçi
kıyaslamanın Ortaçağda çok Önemli bir konuma yükseldiği bilinmektedir.
Bilimlerin "kraliçesi" sayılan teolojinin yanında, tabiat bilimleri,
tabii durum ve olayların sınıflandırılmasında mantığın, özellikte
Aristotelesçi kıyasın yeri önemli sayılıyordu. Bu bakımdan mantık teolojik
isbatlamalar için olduğu kadar, sınırlı bir gözlemle yetinen
"sınıflandıncı" tabiat bilimleri için de temel kabul ediliyordu. Bu
nedenle Antikçağdan beri değişmeden kalan mantık alanındaki anlayış,
Tan-rı'nın varlığı konusundaki ontolojik isbatla-masıyla dikkat çeken
Canterbury'li Anscl-mus, bir diyalektikçi ve teolog olan Petrus Abaelardus'un
çalışmalarıyla değişime uğradı. XII. yüzyılda Organorivaı, müslüman
mantıkçıların birikim ide belli oranda etkili olarak Latinceye çevrildi.
Böylece "eski mantık"tan farklı bir yeni mantık" oluşmaya
başladı. Nitekim XII. yüzyıl Ortaçağ düşüncesinde, Aristotelesçi geleneksel
görüşe bağlı kalanlar "eski mantık" (logica anti-gua)ı, bunun
karşısında daha bağımsız bir anlayışı geliştirenler "yeni mantık"
(logica moderna), savunmaya başladılar. "Yeni mantıkçılığın temsilcisi
durumunda olan Shenvod'lu William ve daha sonra papa olan (XXI. Johannes)
İspanyol Pedro'dur. Pedro'nun yazdığı mantık ders kitabındaki yeni görüşler,
sonraki üç yüz yıl boyunca
etkili olacaktır. XIV.
yüzyıl mantıkçıları arasında, bir felsefeci olarak skolastiğin yıkılmasında da
önemli payı bulunan Ock-hanılı William, bilim adamı Jean Bundan ve Saksonyalı
Albert'in önemli yerleri vardır. XIV. yüzyılda Venedikli teolog Paola (Paulus
Venetus)nun yazdığı "Büyük Mantık" (Logica Magna) bu arada
zikredilmelidir.
Antikçağda olduğu gibi
Ortaçağda da dil üzerindeki çalışmalar, mantığm gelişmesinde etkili oldu. Yine
ortaçağ mantıkçıları Aristoteles'i izleyerek isimler ile fiilleri ayırdılar ve
bunu bir önermenin Öznesi üe yüklemi arasındaki ayrım olarak tanımladılar.
Önermenin Öznesi ve yüklemi olan deyimleri categorenata (grekçe: kategorein,
yüklemek) olarak adlandırdılar. Categore-mata'ları da, önerme içinde geçen ve
synca-tegoremata (grekçe: synkategorein, birlikte yüklemek) olarak
tanımladıkları "her", "hepsi", "bazı",
"yalnızca" gibi terimlerden ayırdılar. Kategorematik ve
sinkategore-maü'k ifadeler, anlamlı deyimlerdir. Fakat kategorematik bir deyim,
dil dışındaki bir objeye göndermede bulunabilirken, sinka-tegorematik bir deyim
atıfta bulunamamaktadır. Nitekim Ortaçağ skolastiğinde külü* ler ve cüziler,
buna bağlı olarak Realizm ve Nominalizm çatışmasının mantıkla ilişkisi de
burada aranmalıdır. Öte yandan önermeler, modal ve ad deyimleri mantığı ayrımı
Ortaçağda da sözkonusu oldu. Ayrıca kıyas mantığında değişken kullanmayı
bırakarak mantıki ilkeleri kalıp örnekler veya meta-man tiki terimlerle
anlatmaya yöneldiler. Önermeler mantığını Boethius Ortaçağa aktardı. Onun
Aristoteles'ten yaptığı Birinci ve /kinci Analitikler ile Porphyrius'dan
yaptığı îsagogia çevirisi ve yorum ve ekleri önemlidir.
Ortaçağdaki bilim
anlayışı Tririum ve Ouadririum şeklinde ayrılan Yedi Hür Sanat içinde Manük'ın
ayrıcalıklı bir yeri olduğundan bu alanda yazılan eserlerin, ders kitaplarının
küçümsenmeyecek rol oynadıkları belirtilmelidir.
Hakiki ve dar mantık
deyim!, Aristoteles (M.Ö. 384-322)in Analytica isimli eserinde ilk defa metodik
olarak ele aldığı alam gösterir. Bu saha ise düşünen, kavramlar teşkil eden,
tarifler yapan, hükümleri tesbit eden ve kıyaslarla bilgiden bilgiye erişmeye
çalışan düşünmenin bir faaliyet alanıdır. Başka bir söyleyişle, kurucusu
olmakla birlikte Aristoteles, mantığın tanımını yapmamıştır. Dahası mantığın
tanımı konusunda genel bir birliğin sağlandığı söylenemez. Bu bakımdan onun
özelliğine bakılarak "for-mel mantık" nitelemesi yapılmış ve Aristoteles'ten
beri de bu şekilde Öğretilmiştir. Genel olarak formcl mantık'ın akıl yürütme
usullerini konu edindiği, akıl yürütmelerin geçerliliği, önermelerin muhtevası,
bu önermelerin taşıdıkları özel anlam kapsamından bağımsız olarak sadece
"form"lan yönünden ilgilendiği belirtilebilir.
a) Aristoteles
mantığı, esasta bir soyut kavramlar mantığıdır. Mesela, kırmızı, insan,
ölümlü, A, B, C ile gösterilen kavramlardır. Nitekim Aristoteles kategorik
yargılar mantığında, yargılan dört form içinde incelemiştir. Buna göre
"Bütün A'lar, B'dir"; "Hiç bir A,B değildir"; "Bazı
ATar B'dir"; "Bazı A'lar B değildir." Bu önerme örneklerine göre
Aristoteles, "Mantıksal Kare" denilen bir şemaya uygun kurallar
koyar. Buna dayanarak da o, kıyas usulünü, bir ve aynı "orta terinTe sahip
iki öncül önermeyi içeren ve bu öncüllerden hareketle orta terimi içermeyen
bir önerme (sonuç) elde etme yolu şeklinde gösterir. Mesela;
Bütün A'lar B'dir,
bütün B'ler C'dir; ûyleise bütün A'lar Cdir. Aynı şekilde; hiçbir A, B
değildir. Bazı Cler A'dır; o halde bazı Cler B değildir kıyas örnekleri
böyledir.
b) Aynı
şekilde Aristoteles modalitenin zorunluluk ve imkan olarak gösterilmesi
halinde; "Her A zorunlu olarak B'dir" gibi Moda! yargıları ele alır
ve modal yargıların kapsayıcı bir kıyasını kurmaya çalışır.
c) Antikçağ
mantığı hem Aristoteles felsefesinde, hem de Stoa okullarında dilbilgi-sinde
bileşik adıyla anılan yargılan aynı şekilde ele alıp işlemişler. Bu bileşik
yargılar, değilleyici (değil), evetleyici-bağlayıcı (ve), tercihli (ya, ya da)
ve şartlı (eğer, Öyleyse) yargılardır. Bu yargılar şartlı (hipotetik)
bitiştirici (konsunktif) ve istisnai (dis-junktif) sonuçlar verirler. Tıpkı
basit yargıların kategorik, ya da modal sonuçlar vermesi gibi.
Kısacası bu akıl
yürütme kuralları An-tikçağdan bu yana önemli bir değişiklik geçirmeden aynen
kalmışlardır.
Mantık; ahlak ve diğer
metafizik problemlerle birlikte felsefenin bir kısmını teşkil eder. Mantık
bizim gerçekten nasıl düşündüğümüzü değil de, düşünmemizin doğru olması için
nasıl düşünmemiz gerektiğini gösteren bir kanun olarak araştırır.
Mantık kelimesi, hem
bir bilimin adı, hem de düşünme tarznı belirtmesi bakımından, iki şeyi İfade
eder. Bir bilim, san'at veya disiplin olarak mantık ki, onun bu özelliği
mantık tarihinin başlangıçlarını belirtmek demektir ve bu aynı zamanda düşüncenin
bizzat kendi kanunlarını araştırıp tesbit etmeye yöneldiği zamanlara kadar
uzanır. Mantık ilminin konusu olarak mantıktan söz edince, akla önce
Aristoteles gelir. O, düşüncenin doğru olup-olmadığını kontrol etmek için ilmi
bir düşünme usulü aramış ve doğru düşünmenin kurallarını tesbit etmeye
çalışmış, bu konuda Organon (alet-araç) serisi olarak; Kategoriler, Önermeler,
Birinci Analitikler, İkinci Analitikler, Topikler ve Sofisti/c Deliller olmak
üzere altı kitap kalemjplmıştır. Filozof bu eserlerinde mantığın ana
konularını teşkil eden Kavramlar, Terimler, Hükümler, Akıl yürütmeler
(istidlaller) ve çeşitli kanıtlama (isbat) şekillerini inceler. Akıl yürütme hususunda
en çok, bir dolaylı dedüksiyon olan kıyas'a yer verir.
Aristoteles'in
Organon'unâa ifadesini bulan klasik mantık, sadece formel mantık (surî mantık)
ile sınırlı değildir ve ayrıca metodolojik mantığın birkaç formu için de
geçerlidir. Organın'un en büyük bölümü, İkinci Analitikler'de formüle edilen
dedük-tif bilim teorisidir. O bu konuda geometrinin o günkü ulaştığı seviyeyi
esas alacaktır. Aristoteles'in ded ilkti f metoduna göre, her şeyi isbat etmek
mümkün değildir. Çünkü geriye doğru sonsuza kadar (infinitum) gidilemez.
Öyleyse yapılması gereken isbat edilemez aksiyomlardan hareket etmektir ve bir
teorinin ilkelerini de bu aksiyomlardan türetmek, ya da onlara dayandırmak gerekmektedir.
Dolayısıyla sonsuz bir geriye dönüşe başvurmaksızın herşeyi isbat etmek mümkün
hale gelir. Başka bir söyleyişle, Aristoteles'in dedüktif metoduna göre, bir
tammlanamayandan hareket ederek başka bir şeyi tanımlamak sözkonusudur.
Tanıoı-lanamayanın apaçıklığı ise sezgisel olarak bilinir ve tanımın doğruluğu,
bizzat aksiyomların apaçık olarak tasarlanmalanyla ilişkilidir. Böylece
dedüksiyon, yine dedüktif bir teoriden kalkılarak mantık yardımıyla
temellendirihniş veya konumlanmış olur. Ancak dedüksiyon, aksiyomlardan türemiş
haliyle, formel mantığın bir yüzüdür.
islam dünyasında
mantıkla ilgili çalışmalar, Aristoteles'in eserlerinin hicri VIII. yüzyıldan
itibaren Arapçaya çevrilmeye başlanmasıyla olmuştur. IX. yüzyılın ortalarından
itibaren de mantığa dair birçok eser yazılmış, Kindi, Farabi, tbn Sina,
Gaz-zali, İbn Rüşd, Razı, Cürcani, Molla Fenan gibi düşünürler İslam dünyasında
mantığa büyük hizmet etmişlerdir.
VII. yüzyılda Grek
felsefesinin incelendiği önemli merkez İskenderiye olmakla birlikte, tek
merkez değildi. Çünkü IV. yüzyıldan beri Suriye, Irak, Antakya, Harran, Edessa
(Urfa), Kınnesrin (Suriye'nin kuzeyinde), Nisibis (Nusaybin)de Grekçe öğretiliyordu.
Bu anlamda ilahiyata dair çeviriler yanında mantık eserlerinin çevirileri de
gerçekleştirildi. Porphyrius'un Isagogic (îsagoci)siyle Aristoteles'in
Kategoriler, Hermeneuticave Birinci Analitikleri çevrildi. Organon'un ikinci
bölümü de IX. yüzyılda Aristoteles'in öteki bazı eserleri yanında Platon'un,
Galenus'un metinleriyle birlikte arapçaya aktanlabildi. Bağdatta X. yüzyılda
gelişen bîr mantık okulunda Aristoteles'in Organon'u Üzerinde dikkatli bir
çalışma ortaya konuldu. Bu çerçevede Ebu Bişr Matta bin Yunus, Farabi, Yahya
bin Adiy zikredilmelidir, tbn Sina, Bağdat okulunu Aristoteles'e aşın
bağlılığı nedeniyle eleştirerek kendisi daha bağımsız bir yol izledi ve manuk
konusundaki görüşünü Kita-bâ's-Şifa'ûz ortaya koydu.
Felsefesine
Aristoteles mantığını temel alan Farabi, Uyunu'l-Mesait adlı eserinde mantık konularını
tartışır. Farabi'ye göre mantığın üç bölümü vardır İlkeler (el-me-badi),
Kanıtlama (el-burhan) ve Sonuç. Asü olan kanıtlamadır ve o da Kavramlar
(tasav-vurat) ve Önermeler (tasdikat) şeklinde ikiye ayrılır, birincisi
kavramlar ve tanımlan konu edinir. Bu ayrım Aristoteles'ten farklılık
gösterir. Tanıma büyük bir önem veren Farabi, bilimin sezgiyle bilinen
tanımlanamazlara dayandığını ileri sürer. Bu husus İbn Sina tarafından
geliştirilecektir. Yargı ve akıl yürütmede Farabi, Aristoteles gibi, önermeleri
ve kıyası (tasımı) inceler.
Mantık'ın bir alet
olduğundan hareket eden tbn Sina, mantığı psikolojiden çıkartır. Ona göre
bilimin oluşumunda iki safha vardır. Önce şeyleri tasarlıyoruz, sonra onları
başka kavramlara bağlayarak olumlu-yoruz (tasdik). Bu bakımdan mantık önce
kavranılan, sonra önermeleri inceler. Mantıkta "açıklayıcı söz"
(Kavl'uş-şarih) ele alınmalı, birbirine bağlanan önermeler veya olumlamalar
bir kanıt oluşturmalıdır. Kavramları incelerken de belirtileri (signi-fication)
dikkate alarak; a) açık belirtiş fel-mantuk bid-delale), b) Kapalı belirtiş
(el-mefhum bid-delale) ayrımını yazıyor. Terimler ve düşünceler arasındaki
ilişkileri de araştıran tbn Sina, asıl ve arızi kavramların ayrımını yapıyor.
Aristoteles'te olduğu gibi on kategori (mekulat) ayrımından sonra, birincisini
cevher, geri kalan dokuzunu araz kabul ediyor. Öte yandan tanım (ta'rif) teorisini
mantığında önemli bir konumda tutan tbn Sina, bir kavramın tanımlanmasında
kavramın unsurlarından birinin gözönüne alınmasını belirtiyor. Tanımın
unsurları cins ve fark (el-fasl)dır ve tanım yakın cinsi ile özfarklardan
(el-fusul'üz zatiyye) yapılmalıdır. Tanım da, gerçek tanım (el-hadd'ül-hakikî)
ve kelime tanımı (el-had'ül-lafzi) olarak ikiye ayrılır. Aynı şekilde şartlı önermeler
ile kategorik önermeleri de ayırır. İslam düşünce ve mantık gelişmesinde tbn
Sina adeta temel olma özelliği kazanmıştır.
Aristoteles tarafından
kurulan mantık ilmi, ikibin yılı aşkın bir süre klasik mantık olarak Batı ve
Doğu düşüncelerinde devam etmiştir. Fakat, 19. yüzyılın ikinci yansından
itibaren "Sembolik Mantık" adıyla başka bir yönde gelişmeye
bAamışbr. Bu yeni mantık anlayışına Lojistik, Matematik Mantık, Modern Mantık
ve Sembolik Mantık" gibi isimler verilmiştir.
XVI. yüzyılın ortalarında
Aristoteles'in şiddetle eleştirilmesi yanında, mantık sistemine karşı görüşler
de ileri sürüldü. Mantığa yeni bir anlayış getiren Petrus Ram us, onun bir
"tanışma sanatı" olduğunu, dolayısıyla dilbilgisi ve retorik gibi
üsluba ilişkin konulardan ayrı incelenmesi gerektiğine dikkat çekti. Bu
bakımdan Ramus mantığın kavranılan, yargıları, akıl yürütmeleri, ve isbatlan
konu edinmesini savundu. Nitekim Ram us'un görüşleri Port-Royal mantıkçıları
tarafından da benimsendi. 1661 yılında Fransızca olarak yayınlanan, 1851'de
lngilizceye çevrilen "la Logigue: Ou l'art de Penser: Mantık ya da Düşünme
Sanatı" adlı eserin birinci ve ikinci bölümlerinde kavramlar ve yargılar
ele alınıp incelenmekle, üçüncü bölümde ise akıl yürütme ve kıyas mantığının
sistemi açıklanmaktaydı. Aynı eserin dördüncü bölümü metod konusuna ayrılmış
ve Eukleides'in "Stoikheia: Unsurlar" adlı eseri bilimsel yönteme örnek
gösterilmişti. Gottfried Wilhelm Leib-niz'in ileri sürdüğü yeni mantık
anlayışına rağmen Port-Royal mantığı, XIX. yüzyıla kadar etkili olabildi.
Port-Royal mantıkçıları içinde Blaise Pascal, Nicole ve Arnauld önemlidirler.
Gerek Port-Royal manükçı-lannın, gerekse Leibniz mantığının temeli Descartes'a,
daha geriye gidildiğinde Gali-le, Newton gibi Yeniçağ düşünür ve bilim
adamlarına dayanmaktadır. Port-Royalci-ler mantığı "insan aldım, şeylerin
bilgisinde iyi yönlendirme sanatT olarak tanımladılar? Bu anlayışın sonucu
olarak mantık, bîl-gi teorisine ilişkin araştırmaların çerçevesi içine alındı
ve formel mantığa dair konular geri plana itildi Dolayısıyla mantığın kendine
özgü alanı ve metodik bütünlüğü kayboldu.
Yeniçağ, medodolojik
mantığı endüktif bilim metodolojisinin formülleriyle mü-kcmmelleşürmeyi
denemiştir. Francis Ba-con ve John S mart Mill'in denemeleri bu açıdan
değerlendirildiğinde, bilimsel düşünme tekniği olarak araştırmacıya yol gösterme
amacı gütmüştür. Bununla birlikte modem mantık XVII. yüzyılda Leibniz ile
başlar ve gelişmesini matematik ile birlikte sürdürür. Formelleştirilmiş bîr
mantık bir program halinde ilk kez Leibniz tarafından düşünüldü. O bu konuda
zamanın cebirsel kalkülünü örnek aldı. Bu mantık dedüksi-yona dayalı işlemleri
teknik sembollerle yapan karakterler hakkındaki işlem kipleri (Modus aperandi
per enarakteres) olarak düşünülmüştü. Gerçekten Leibniz bir tümel
karakteristikler (charakteres universalis) gerçekleştirmeyi istiyor,
dolayısıyla bütün bilimsel bilgiyi bir kalkül altında toplamayı umuyordu. Ancak
bu mantık cebin ilk kez XIX. yüzyılda İngiliz Georgc Boole tarafından gerçekleş
t irilibildi. Daha sonra "mantık cebiri" olarak tam şeklini Ernest
Schröder vermiştir. Bu konuda Leibniz'den sonra, Boole ve Schröder'den önce
Johann Heinrich Lambert, Gottfhed Ploucquet kiplerin kullanıldığı bir kıyas
hesabı, yani kalkül geliştireceklerdi. İsviçreli matematikçi Euler de bu
alanda önemli katkılarda bulunduysa da, temel yasalan sağlayamadığı sonradan
anlaşıldı. Fransız matematikçi Jo~ seph Diez Gergonne kıyas hesabına daha
soyut bir şekil verdi.
Kıyas mantığının genişletilmesinde Augustus De Morgan'ın çalışmaları,
kendinden öncekilere oranla daha olumlu gelişmeler gösterdi. Boole cebiri,
İngiliz iktisatçı ve mantıkçı William Stanley Jevons tarafından
geliştirilirken, Amerikalı mühendis, mantıkçı ve programcı düşünür Charles Sanders
Peirce de ad deyimleri mantığı ile önermeler mantığının, Boole cebirinin iki
farklı yorumu olduklarını savundu. Alman matematikçi ve mantıkçı Schröder,
Boole cebirini tümdengelimi! bir mantık sistemine dönüştürdü.
Schröder ve Boole
cebiri üzerinde çatışan öteki mantıkçı ve matematikçiler, bu cebirin iki
farklı yorumunu oluşturan ad deyimleri ve önermeler mantığı arasındaki
bağlantıyla ilgilenmediler. Gottlob Fre-ge'nin arattırmaları bu bağlantıyı
açığa çıkaracaktır. Frege'nin üzerinde durduğu asıl sorun, sayı kavramının
tanım lanmasidır. Doğal sayı kavramım tanımlayabilmek için sadece mantığın
yeterli olduğunu savunan Frege, sonuçta matematiğin mantığa indirgenebileceğim
ileri sürdü. Bu bakımdan "Begriffschrift: Kavram Yazılan" (1879) adlı
eserinde matematiğin teoremlerini ve isbat yollarını ifade edebilecek yeni bir
işaret dili geliştirdi. Frege, Boole ve izleyicilerine bir anlamda karşı
olarak mantık yasalarının formülleştirilmesi içinde cebirsel kal-küle ve bu
kalkülün dayandığı teknik önyargılara fazla başvurmak istemedi. Aksi-ne,
mantık yasalarının formülleştirilmesi için başvurulan aritmetiğin kedisindeki
kesinsizliklere dikkati çekti. Yani aritmetiğin kendisi, yaptığı isbatlamalar
için daha yüksek bir kesinliğe muhtaçtır. Aritmetik tanımlama ve isbatlama
zinciri içinde ancak mantığın temel kavram ve yasalarından türetilebilir bir
şeydir. Nitekim Frege, aritmeligin mantıktan türetilebileceğini göstermiştir.
Frege'nin görüşleri daha sonra XX. yüzyılın başlarında Bertrant Russell ve A.N.
Whitehead'ın "Prİncipia Matemati-ca: Matematiğin ilkeleri" (1910-13)
adlı çalışmalarında bir bütünlüğe kavuşturuldu. Russel, Frege'nin görüşlerinden
ancak İdlerden sonra etkilenirken, bu görüşler Peano'nun 1889'da yayınladığı üç
ciltlik eserinde tek tek ele alınmıştı. Peano man-tıksal-matematiksel
antinomiler üzerinde çalıştı.
Russell ve
Whitehead'ın yazılannda matematiği mantığa indirgeme (logizm) asıldı, ancak
Frege, Boole'un mantığı matematiğe indirgeme çalışmasının aksine matematiği
mantığa indirgemekle bu konuda öncü durumundaydı. D. Hilbeıt ve öğrencileri
olan Bemays, v. Neumann, HİA. S c hm id t, Frege'nin lojizmi yerine,
matematiği bir meta-matematiğe dayandırmaya çalışan bir "formalizm"
geliştirdiler. Ayrıca Brower ve öğrencileri Heyting, Weyl matematiğin
meta-temelleri hakkında bir sezgiciliğe yöneldiler. Bu alanda K. Gödel, G.
Gentzen, P. Lo-renzcn farklı ve önemli çalışmalar ortaya koydular.
Lojistik kalkülün
kullanımı, sadece matematiğin temel sorunlarını tartışma aracı olmakla sınırlı
kalmadı, Öteki bilim disiplinlerinde, Özellikle kavram kurma ve mc-tod
denetlemesinde uygulama alanı buldu. Sözgelimi H. Reichenbach, Lukasiewicz,
kuantum mekaniğinin yasalarını formülleştirmede, J. Woodger biyolojide, U.
Klug hukukta, v. Neumann ve Morgenstem ekonomide kullandılar. Aynı şekilde
lojistiğin yardımcı alet olarak felsefede kullanılmasını Viyana Çevresi
(Schlick, Carnap, Neu-rathvb.) ve Wittgenstein göstermişlerdir.
Lojistik kelimesinden,
Conlurat, Itelson
ve Lalande bir kalkül
oluşturmaya hizmet eden ha* türlü mantıksal teoriyi kastederler. Kalkül ise,
işaretler ve kurallar hakkında geliştirilmiş olan bir sistemden hareket ederek,
bu işaret ve kuralların kullanımı üzerine geliştirilmiş olan bir yapma dildir.
Bir kalkülde kurallar, sadece bu işaretlerin grafik leştin İm iş formlarını
gösterirler, onların içerik olarak anlamlarını değil. Lojistikte kullanılan
böyle bir yapma dil, az sayıda temel sembollerden kurulduğundan, lojistiğe
Anglo-Sakson çevrede "sembolik mantık" da denir. Ayrıca "matematiksel
mantık" nitelemesi de yapılır.
İsmail KILLIOĞLU -
Necip TAYLAN