Klasik makro iktisadın
modern bir versiyonu olan Monetarizm, nominal (parasal değerlerle ifade edilen)
milli gelir düzeyinin belirlenmesinde ve değişmesinde parasal faktörlerin
önemini vurgulayan doktri-ner bir yaklaşımdır.
1950fli ve 1960'lı
yıllarda, Keynesyen iktisadın hemen tüm ülkelerde iktisat politikalarının
belirlenmesindeki belirgin nüfuzuna karşın, monetarist ekole dahil iktisatçılar
-özellikle Chicago Üniversitesi çevresinde- çalışmalarını bu dönemde teorik düzeyde
sürdürmüşler, bu iktisatçıların görüş ve önerilerinin entellekıüel çevrede ve
iktisat politikası otoriteleri arasında yaygınlık kazanması 196O'lı yılların
sonu ile 1970'li yıllara rastlamaktadır. Özellikle 1970'li yıllarda ciddi
olarak birçok ülkede hissedilen yüksek ve değişken oranlı enflasyon olgusu
karşısında Keynesyen önerilerin tatminkar çözümler önerememesi, monetarizme yaygınlık
kazandırmıştır.
Bu ekol içindeki belli
başlı iktisatçılar arasında, bu ekolün kurucusu sayılabilecek Milton Friedman
ile Allan Mcllzer, Kari Brunner gibi isimler sayılabilir.
Monetarist
iktisatçılar arasındaki geniş çaplı görüş farklılıkları sebebiyle tek bir
monetarizm' tanımından söz etmek güç olmakla birlikte, monetarizmin temel
iktisadi görüşleri şöylece özetlenebilir:
1- Para
talebi istikrarlı bir ilişki olup, faize karşı esnekliği düşüktür. Diğer bir
deyişle, paranın tedavül hızı (zaman içinde ve kurumsal değişmelere paralel
olarak paranın daha verimli kullanımını yansıtan tedavül hızındaki artış
trendi istisna tutulursa) sabittir. Bu sabitlik para arzı (miktarı) ile nominal
milli gelir arasında istikrarlı ve tahmin edilebilir bir ilişki sağlamaktadır,
ilişkinin yönü para arzından nominal gelire
doğrudur; diğer bir
ifade İle, nominal gelir düzeyindeki dalgalanmalar büyük oranda ve esas
itibarıyla para stokundaki değişme-lerce açıklanabilir. Bu görüş, para talebini
istikrarlı kabul etmeyen ve faiz esnekliğinin yüksek olduğunu varsayan
Keynesyen yaklaşıma zıt olup, Keynesyen çerçevede nominal gelir düzeyindeki
değişmeler, vergi ve harcama düzeyindeki değişmelerce belirlenir.
Monetaristler tedavül
hızının sabitliğinin teorik bir sonuç değil, ampirik bir bulgu olduğunu ifade
etmektedirler. (Moneiarist-ler para talebinin faiz esnekliğini ölçerken,
tedavüldeki para miktarı ve vadesiz banka mevduatından oluşan Mİ dar tanımlı
para stokunu esas almakta ve bu yolla faiz ensekliğini düşük bulmaktadırlar. Bu
sonuç, monetarizm yaklaşımı Keynesyen yaklaşımdan ayıran 'temel
farklılıklar'dan birisi kabul edilmekle birlikte, gerçekte Keynesyen yaklaşımla
çelişkili değildir. Çünkü Keynesyen iktisatta muamele saiki ile tutulan para
miktarının faiz esnekliği düşüktür ve Mİ zaten büyük ölçüde muamele saikini
yansıtmaktadır).
Monctaristeler göre;
milli gelir, istihdam ve fiyatlardaki istikrarsızlık, para ar-zındaki
istikrarsızlıktan kaynaklanmaktadır. Eğer para arzı büyüme hızında istikrar
sağlanırsa, üretim, istihdam, fiyatlar ve gelirlerde de istikrar sağlanabilir.
2- Tüketim,
yatırım vb. harcamalarının faiz esnekliği -Keynesyen görüşün aksine-yüksek
kabul edilmekledir. Monetarist çerçevede para talebinin düşük faiz esnekliği
ve toplam harcama talebinin yüksek faiz esnekliği nominal gelir düzeyini
etkilemede, para politikasının maliye politikasına oranla daha etkin olmasını
sağlamakladır.
3- Para
arzındaki değişmeler ekonomiye muhtelif kanallarla aktarılır. Diğer bir ifade
ile, para arzındaki değişmelerin nominal gelir üzerindeki etkisi çeşitli
yollardan gerçekleşebilir. Örneğin, para arzındaki bir artış faiz oranlarının
düşmesine ve -harcamaların faize duyarlılığı ölçüsünde de- harcamaların
artarak milli gelir düzeyini arttırmasına yol açar. Burada paranın ekonomiyi
etkilemesi dolaylı yoldan ve muhtelif nisbi fiyatların -aktiflerin birbirine
ikamesi süreci sonucu- değişmesi yoluyla gerçekleşmektedir. Keynesyen
yaklaşım parasal değişmelerin bu yolla aktarıldığını kabul etmektedir.
Monetaristler ise, parasal değişmelerin daha dolaysız yollardan da aktarılabileceğini
öne sürmektedirler. Bireyler, ya da firmalar likid fazlalarını süratle harcamaya
dönüştürme saikine (spill-over ef-fect) sahiptirler ve parasal değişmelerin
toplam talep üzerindeki etkisi bu yolla daha dolaysız olarak gerçekleşir. Bu
açıdan para talebi ve harcama talebinin faiz oranlarına duyarlı olup olmaması,
parasal değişmelerin gelir düzeyini etkilemesinde kritik öneme sahip
değildir. Bu ise para politikasının monelarizm çerçevede etkinliğini arttıran
başka bir husustur.
4-
Monetaristler -Klasik Okul'a paralel olarak- faiz oranının temelde 'reel' bir
olgu olduğunu öne sürerek, Keynesyen yaklaşımdan ayrılmaktadırlar.
Monetaristlere göre, faiz oranı -çok kısa vadede- parasal faktörlerden
elkilense bile, bu geçici bir olgudur. Faiz oranı esas itibarıyla tasarruf ve
yatırım eğilimi gibi reel faktörlerce belirlenir. Örneğin, parasal genişleme
yoluyla faiz oranlarında geçici olarak bir azalma gözlense bile, sonuçla
oluşan enflasyon, bir yanda reel para miktarını azaltması, diğer yanda
enflasyon beklentilerinin hesaba katılması suretiyle nominal faiz oranlarının
tekrar artmasına yol açacaktır. Nitekim, Friedman 1970'li yıllarda gözlenen
enflasyonun, faiz oranlarının 'doğal' (denge) faiz düzeyinin altında tutulmaya
çalışılmasının bir sonucu olduğunu öne sürmüştür. Key-nesyen çerçevede ise,
faiz oranı, para piyasasında belirlenmekte olup (parasal bir olgu olup), para
politikası yoluyla değiştirilebilir.
5-
Monetaristlere göre ekonomide "doğal işsizlik oranı" diye
tanımlanabilecek bir işsizlik düzeyi vardır. Doğal işsizlik oranı ekonominin
yapısal Özelliklerini ve işgücü piyasasının koşullarını yansıtan bir olgu olup,
işsizliğin azaltılması uzun vadede bu koşulların iyileştirilmesine (örneğin, işgücü
piyasalarının tam rekabet koşullarına kavuşturulması, asgari ücret, işsizlik
tazminatı gibi piyasa-dışı uygulamaların kaldırılması) bağlıdır. Keyncsycn
yaklaşımda olduğu gibi harcamaları arttırarak işsizliği azaltma çabalan kısa
vadede sonuç verse bile, uzun vadede enflasyon -ve belki de daha yüksek oranlı
işsizlik- ile sonuçlanacaktır. Monetaristlere göre parasal istikrar işsizliği
'doğal' oran civarında tutabilir.
6-
Monetoristlcr, ekonominin doğal yapısı itibarıyla oldukça istikrarlı olduğu ve
-Kcynesycn yaklaşımın aksine- temel harcama eğilimlerinin büyük çaplı ve ani dalgalanmalar
göstermediğini varsaymaktadır. İstikrarsızlık, bizatihi 'İstikran sağlamaya
yönelik' olduğu iddia edilen müdahaleci iktisat politikalarından
kaynaklanmaktadır. Bu açıdan monetaristler hükümetin para ve maliye
politikalarını 'istikrara yönelik' değil, 'istikrar bozucu' uygulamalar olarak
kabul etmektedirler. Hatta, konjonktürel dalgalanmaların ortaya çıkışını
müdahaleci makro politikalara bağlamaktadırlar. Monetaristler (özellikle
Friedman) uygulanan politikaların etkisinin bir zaman gecikmesi (time lag) ile
ortaya çıktığını ve bu zaman gecikme yapısının iyi bilinmemesi, ya da
değişkenlik arzetmesi nedeniyle, uygulanan politikaların dozu ve zamanlaması
başlangıçta doğru olsa bile, aksi ve istikrar bozucu sonuçların alınması söz
konusu olabilmektedir. Bu açıdan, para politikası 'önceden belirlenmiş ve
sabit' bir kurala göre yürütülmelidir. Örneğin, para arzı her yıl -tedavül
hızındaki değişmeler de hesaba katılarak- fiziki üretim artışı kadar
arttırılabilir. Böylece ekonominin reci kesiminin istikrarı için zorunlu olan
istikrarlı parasal zemin hazırlanmış olacaktır.
Monetarİst politika
önerileri esas itibarıyla ekonomide fiyat istikrarı sağlamaya yönelik olup,
fiyat istikrarı rcel ekonomik dengelerin sağlanmasında bir ön koşul kabul edilmektedir.
Hükümetin görevi, işsizliği azaltıcı, üretimi arttırıcı harcama politikaları
uygulamak değil, fiyat istikrarını, serbest rekabet koşullarını sağlamak ve
ekonomide arz koşullarını iyileştirici politikalar yürütmektir. Üretkenliğin
ve üretimin artışı, işsizliğin azaltılması uzun vadede buna bağlıdır. Diğer
bir ifade ile, işsizlik üretim artışı gibi sorunların çözümü, hükümetin
dolaysız sorumluluk alanına girmemekte, ekonominin doğal yapısını ilgilendirmektedir.
Hükümetin amacı bu yapıyı olabildiğince serbest rekabetin ve asgari müdahaleciliğin
geçerli olduğu bir duruma yaklaştırmaktır.
Adnan BÜYÜKDENİZ