ONTOLOJİ

 

Yunanca on, ontos varlık kelimesinden gelen ve varlık (being)ın varlık olarak ince­lenmesi, var olanın varlığı, genel var olma ilkeleri kapsamında kullanılan kavram. Aristoteles'in "ilk felsefe" adını verdiği var-lık'ın özü üzerinde araştırma yapan bilgi alanı. Varlık felsefesi şeklinde de nitelendi­rilmektedir.

Aslında varlık üzerindeki düşünüş Sok-retes öncesi filozoflarında ortaya çıkmıştır. Bu dönem filozofları peri physeios (Doğa üzerine) adı altında yazdıklarında ele alınan doğa, doğa bilimlerinin çağdaş anlayışın­dan farklıydı. Bu dönem filozoflarından ve Elca ekolünün kurucusu Parmenides, sözkonusu doğa kavramıyla "varolan" kasdet-miştir. Yani "varolan" terimiyle Parmeni-des sürekli değişen, oluş içinde bulunan fi­ziki bir varlığı değil, aksine değişmenin, görünüşün ardındaki asıl ve gerçek varlığı anlatmak amacındadır. Aristoteles'in ilk felsefe nitelemesiyle anlatmak istediği de budur ve bu da bir metafiziktir. Çünkü ilk felsefe'nin veya metafiziğin konusu Pla-lon'un ontos on (gerçek varlık, asıl varlık) dediği, ayrıca tanrısal saydığı varlıktır. Bu anlamda ilk felsefe bir "varlık teolojisi", bir "onto-teoloji" dir. Nitekim Aristoteles'in ilk felsefeyi "varolanı, varolan olarak, özü ve belirlen imleriyle saf halde ele almak" tanı­mı, ontolojinin de temelini oluşturmuştur. Sokrates öncesi felsefede kullanılan arkhe ile anlatılmak istenen aslında buydu. Çünkü ontolojinin görevi, varlık ilkelerini ortaya koymak olduğundan, varolan olarak varlık, bütün Öteki alanların da asal dayanağım veya temelini oluşturur. Yani ontolojik il­keler, öteki alanların ilkelerinin formüUeş-lirilmesini de mümkün kılar, işte Sokrates öncesi felsefedeki arhke'yle anlatılmak is­tenen bu ilke, yani başlangıçtır. Ontoloji de ilk ilkeyle ilgilenir ki böyle bir ilke hem on­tolojik, hem de ontik (varlıksal) bir ilkedir. Genel olarak ilke kavramından şu kastedil­mekteydi: Evrenin bir birliği vardır ve bu birlik muhtevası olan bir ilk ilkeden mesela tanrısal varlıktan çıkar. Nitekim Aristoteles Homeros'un "tek bir hükmeden vardır" ifa­desini kabul ederek, bütün evren için tek bir formel ilke, bir "doğa yasası" (lex naturalis) bir "nomos physikos" olduğunu savunur.

İşte ilk felsefenin fiziki dünyanın (physei) ardındaki ni araştırması bağlamın­da ulaştığı metafizik nitelik, sonraki yüzyıl­larda da etkili olacaktır.

Sözgelimi Yeni Çağ'da Descartes, Platon gibi ontos on kavramından değil, imandan hareket eder (cogito ergo sum) ve önemli eserlerinden birinin adı "İlk Felsefe Üstüne Düşünceler"dir. "Ontoloji" kavramına da ilk defa Descartes'in izleyicilerinden Geo-lenis (1613) ve Clauberg (1656)'de rastlan­maktadır. Fakat kavramı "genel olarak var­lık öğretisi" anlamında felsefeye kazandı­ran Alman Aydınlanma Felscfesi'nin de ilk temsilcisi olan Christian Wolff (1679-1754)tur. Wolff, ontolojiyle aynı zamanda "varlık kavramının manüğı"nı da anlatıyor­du. Buna karşılık Kant "varlık mantığı'mn sadece objelere uygulanması gereken anlık (müdrike) kavramlarının ve ilkelerinin sis­temini kapsayan bir bilim olduğunu İleri sü­rerek metafiziğin bir transendentel felsefe şeklinde anlar. Böylece onu bütün a priori bilgilerimizin şartlarını, İlk unsurlarını araştıran bilim olarak tanımlar. Kısacası metafizik Kant felsefesinde, fiziki gerçe­ğin, yani fenomenlerin ardındaki araştırma alanı olarak değil, fenomenlerin insan zihni tarafından bilinebilirliğinin şartlarını araş­tıran bir bilim kimliğine bürünmüştür. Bu­na rağmen Kant'a göre zihnimizin a priori bilgi imkanlarını bize "kendinde şey" (Ding an sich), ontos onu aynen vereceğini ileri sürmek sözkonusu olamaz. Dolayısıyla biz kendinde şey değil, ancak fenomenleri bile­biliriz. Bu bakımdan Kant, ontolojinin so­nuçta "ontolojik Tanrı ispatı" na dönüştü­ğünü belirtir.

Gerçekte Ortaçağ Hristiyan Skolastiğin­de, Tanrının varlığının ispat türlerinden bi­risi de "ontolojik Tanrı ispatT'ydı. Sözgeli­mi Canterbury'li Anselmus (1033-1109)un "ontolojik Tanrı isbaü" oldukça ünlüdür. Buna göre, Tanrı kavramından Tanrı'mn varolduğu sonucu çıkarılır. Kavram veya tanıma göre Tanrı "en mükemmel varlık" (Ens perfectissimum)tır. Tanrının var olmadiğini düşünürsek, Tanrı "en mükemmel varlık" olamaz. Çünkü bu takdirde "bir şey", yani "var olmak" niteliği ya da yükle­mi (praedicatum) eksilmiştir ve dolayısıyla "eksik" bir varlık olmuştur. Oysa bu sonuç Tann'nm tanımıyla çelişir. O halde, "en mükemmel varlık" olan Tann'nın "varol­ması" gerekir. Anselmus'un bu "ontolojik Tanrı isbatı" Descartes tarafından da kulla­nılmıştır. Hatta Hegel'de de ontolojinin bu çerçevede temellendirildiğini söylemek mümkündür. Çünkü Hegel'e göre "aklî olan gerçek, gerçek olan aklîdir." Bu görüşüyle Hegel, Kanl'ın "kendinden şey"iyle "feno­menler" arasına koyduğu sının geçmek İs­ter. Bu bakımdan Hegel için felsefe bir on-tolojik Tanrı isbatından başka bir şey değil­dir. Yani ona göre onlik (varlıksal olan) ay­nı zamanda Iojik (mantıkî)dir.

Hegel'in bu görüşünden hareketle italyan Hıristiyan teologu Vincenzo Giobcrti (1801-1852) ile yine bir İtalyan teolog ve fi­lozofu olan Serbati Antonio Rosmini (1797-1853) tarafından kurulan ve Ontolo-jizm olarak bilinen teolojik-felsefi Öğreti meydana getirildi. Bu Öğreti Plalon, Kant ve Hegel'in temel görüşlerini uzlaştırarak en yüksek ilke olarak şunu ileri sürer: "İlk onlolojik şey, aynı zamanda İlk mantıkî şeydir." Buna göre her türlü sonlu şeylerin bilgisi, sonsuz olanın doğrudan sezgisinden çıkmak zorundadır. Hegel'in ontolojisi mutlak aklîden yola çıkarken, Ontolojizm Auguslinusçuluktan hareket eder. Ontolo-jizmin İtalya'da günümüzdeki temsilcisi Sciacca'dır.

XIX. yüzyılın doğa bilim ve felsefesi, bü­tün metafizik ve ontolojiyi reddederek fel­sefenin dışına atmıştır. Fakat XX. yüzyılda ontoloji ve metafizik yeniden ilgi odağını

oluşturarak dirilmiştir, denebilir. Gerçekte Peter Wust'un bir eserinin adı "Metafiziğin Yeniden Dirilişi"öir (1920). Fenomenolo-jınin kurucusu Edmund Husserl, metafizik bakımdan bir tarafa bıraktığı ontolojiyi "an­lamlı davranışların muhtevasını inceleyen" felsefe olarak tanımladı. Öğrencisi ve Va­roluşçu akımın güçlü filozofu Heidcgger, bîr bakıma Aristoteles'e dönüş anlamında "ilk felsefe"yi geliştirmeye çalıştı. "Varlı­ğın temel bir varlıksal anlam taşıdığı bir varlık" çeşidini araştırarak bunu insan veya kişi yerine "orada-olmak" (Da-sein) olarak lanı miadı. Hcidegger'in bu çalışmaları ge­leneksel ontoloji kavramlarına yeni anlam­lar kazandırdı. Heidegger'in ontolojisi, bir yönüyle sübjektif ontoloji olarak nitelendi­rilir.

Buna karşılık Nİcolai Hartmann'ın onto­lojisi objektif ontoloji olarak adlandırıl­maktadır. G. Jacoby de aynı kümede yer alır. Marbourg Okulu'ndan gelen Hart-mann'ın ilk çalışmalarında idealizmin etkisi olmakla birlikte 1921'de yayınladığı Grundzüge einer Metaphysik der Erkenn-tnis (Bir Bilgi Metafiziği Tasarımı) dikkat çekicidir. Hacimli bir eser olan "Ethik" (I926)indcn sonra külli bir ontoloji ortaya koymaya yönelir. Bu çerçevede Zur Grungtegung der Ontologie: (Ontolojinin Temcileri Üzerine) (1933) "Möglichkeit und Wirlclİchkeit: (İmkan ve Gerçeklik) (1938), Der Aufbau der realen Welt (Ger­çek Dünyanın Kuruluşu) (1940) ve Na-turphilosophie (Doğa Felsefesi) (1950) ad­lı eserleri, bu bütünlüğün sağlanmasını amaçlarlar. Hartmann, önceki felsefenin aksine, felsefî düşüncenin araştırdığı alan­larda temel sorunların ontolojik yapıda ol­duklarını ileri sürer. Yani kaynakta ontolojik olmayan, daha doğrusu "varlık olarak varlık" sorununa dayanmayan hiçbir teorik düşünce yoktur. Çünkü düşüncenin "hiç"i değil, "bir şeyi" düşünebilmesi bakımından bu "bir şey" varlık sorununa uzanır. Aynca doğa bilimleri de metafizik bir temele da­yanmaktan kaçınamazlar. Aynı şekilde ta­rih felsefesi, mantık, estetik, psikoloji, et-hik ve bilgi teorisinde de benzer sorunlar sözkonusudur. Eski metafizik Hartmann'a göre, çözümlenemez olana çözüm getirme iddiasında olduğundan, yanılmaktadır ve metafizik anlayışını göstermekle bilinemez olana ulaşmaktadır. Oysa her varlığın dai­ma bilinebilir bir yönü vardır. Bunun delili de daima karşılaştığımız, mesela özgürlük ve zorunluluk, içkinlik (immanent, münde­miç) ve aşkınlık (transcendant, müteal), ha­yat ve mekanizm gibi çelişkiler ve benzer sayısız sorunların varolmasıdır. İşte varlı­ğın bilinebilir yanı ontolojinin kapsamına girmektedir. Hartmann ontolojisinde var-lık'ın iki boyut, birbirinden görünür biçim­de farklı dört ayrı alan ve bu alanlara özgü varlık dereceleri üzerinde kurulduğunu ileri sürer. Aynca varlık alanları bakımından gerçek varlık-ideal varlık ayrımı yanında bilgi alanı-mantık alanını da birbirinden ayırır. Gerçek varlık'ın özellikleri zamana bağlılık ve ferdilik, ideal varlık'ın özellikle­ri zamansızlık ve genelliktir. Gerçek varlık inorganik, organik, ruhî ve zihni varlık de­receleri (katmanlan)nı; ideal varlık, mate­matiksel yapılan, ahlakî ve estetik değerleri kapsar. Aynca gerçek varlık "temeldeki ya­pı" ve "genel yasallık" olarak ideal varlık tarafından belirlenir. Gerçek varlık'ın ferdi dereceleri genel ve özel kategorileri içinde gösterilir. Bu noktada Hartmann'ın ontolo­jisi Yeni-Thomas'cılık ile Whitehead'İn te-

olojik yeni gerçekçiliğinden aynlır. Fakat Max Scheler'in değerler Öğretisinden etki­lenir. Hatta ondan kaynaklanır.

Günümüz felsefesinde önemli bir etkinlik sağlayan ontoloji Husserl'de "evrensel on­toloji", Heideggcr'de "Temel Ontoloji", J. P. Sartre'da "fenomenolojik Ontoloji", Kari Jasper'de "Kategoriler Öğretisi" şeklinde ele alınıp araştınlmıştır.

İsmail KILLIOGLU Bz. Metafizik