PANTEİZM

 

Yunancada pan (hep, tüm, herşey) ve iheos(tann) kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuş bir felsefe kavramı olan Panteizm (Pantheism), tanrı ile evrenin bir ve aynı şey olduğunu savunur. Dolayısıyla bütün eşyanın Allah olduğuna inanır.

Tanrı ile evrenin aynı şey olduğunu sa­vunan Panteizm, bu özelliğinden dolayı iki şekilde anlaşılabilir:

1- Gerçek olan yalnızca Allah'tır. Evren birtakım görünüşlerin (Manifestations) ve sudurlann (Emanations) toplamından baş­ka bir dğildir. Spinoza'nm görüşü budur.

2- Gerçek olan yalnızca evrendir. Allah, varolan şeylerin toplamından ibarettir. Hol-bach ve Didcrot gibi filozofların görüşleri bu paraleldedir. Buna çoğunlukla Tabiatçı Panteizm (Pantheism Naturaliste) veya Materyalist Panteizm (Panteism materia-liste) adı verilir.

Panteizm, bu iki şekil altında ve az-çok açık olarak, önce Hindistan'da Aryalar, Brahmanlar ve Budistler; Yunanistan'da Elealılar, Stoalılar ve Yeni-Platoncular; Yeni çağ Avrupasmda Bruno gibi bazı filo­zoflar tarafından; yeni zamanlarda ise Spi-noza, ve Fichte gibi filozoflar tarafından

kabul edilmiştir. Burada göz Önünde bulun­durulması gereken şey, Panteizm'in ilk ola­rak Hindistan'da dînî bir inanç olarak ortaya çıkması ve daha sonra Yunanistan'da felsefî bir görüş haline gelmesidir.

Yunan felsefesinin ilk çağlan belli belir­siz bir panteist anlayış içindedir. Örneğin, Fizikçiler adıyla bilinen Müet Okulu filo­zofları, varlığın oluşumdan tek bir ilke ka­bul ediyorlardı. Onlara göre bu temel ilke canlı ve aynı zamanda yaratıcıydı. Varolan her şeyin, varlığını ondan aldığı bu ilke, en yüksek tanrıdır ve kendine özgü devamlı bir hareket ve canlılığa sahiptir. Aristotelis'in bildirdiğine göre bu anlayış, aynı zamanda her şeyde tanrıların gizli olduğuna inan­maktadır. "Her şey lanrılarla doludur" de­mek "her şey canlıdır" demekle aynı anla­ma gelir.

Elea Okulu'nun kurucusu olan Ksenofa-nes, genel olarak, felsefî anlamdaki Pante­izm'in ilk temsilcisi olarak görülür. O, bü­tün gücüyle, ilâhî varlığı sonsuzca çoğaltan çok tanrıcı lığa (politeizm) ve Allah'ı insan biçiminde (antropomorfism) düşünen, ona bütün insan ihtiraslarını yükleyen görüşlere karşı mücadele etmiştir. Ona göre asla in­sanla karşılaştırılamayacak derecede yük­sek ve bir tek tanrı vardır. Değişmez ve ha­reketsiz olan bu tanrının, istediği şeyi yap­tırması için sağa sola gitmeye İhtiyacı yok­tur. Her şeyi düşüncesiyle ve hiçbir zorluk çekmedern idare eder. Görüldüğü üzere Ksenofanes bir monoteizm'e inanmaktadır. Ancak onun monoteizmi Hıristiyanlık ve İslâm'ınkinden farklıdır. Çünkü Ksenofa-nes'in tek tanrı tasavvuru panteist karakter­lidir; yani burada tanrı, bir yaratıcı değil, evrenle bir ve eşit olan varlıktır. Eğer tanrı­ya bir şekil vermek gerekseydi, onu evren şeklinde, yani küre biçiminde düşünmek gerekirdi. Hareketini kendisi yaratan bu ev­ren, tanrının kendisidir. Demek ki Ksenofa-nes'de bir taraftan tanrı kavramına ahlaki bir öz kazandı nldığını, bu tasavvurun hal­kın kaba görüşlerinden temizlendiğini, öte yandan da tanrı ile evrenin bir ve eşit sayıl­dığını görüyoruz.

Sadece maddî olanın gerçek olduğu gö­rüşünü savunan Stoalılar da materyalist bir panteizm taraftarıdırlar. Onlar da evreni, içi ruhla dolu olan maddî bir şey olarak anlı-yorlardi. Stoalılara göre maddî ve cismanî olan gerçeklik, canlı bir bütün teşkil eder. Madde bu canlılığını, bütün maddî varlıkla­ra nüfuz eden bir âlem ruhundan alır. Onlar maddî bir şey olarak düşündükleri bu âlem ruhu'nu aslî ateş ile özdeşleştirirler. Çünkü en ince bir unsur olan asE ateş, bütün eşyaya nüfuz edebilme yeteneğine sahiptir. Bu da bütün evreni tek bir varlık halinde birleşti­ren kuvvettir.

Daha sonra Giordano Bruno (1548-1600), evrenin yaratıcısı, ya da hareket etti­ricisi olmayan, fakat sadece ruhu olan bir tanrı inancını savundu. O da bir panteizm savunucusu olarak, tanrı ve evrenin bir ve aynı şey olduğunu ileri sürüyor. Fakat bir tanrıtanımazlık suçlamasından kurtulmak için, tanrıyla evreni bir şey saymanın, onu inkâr etmek değil, aksine yükseltmek oldu­ğunu söylüyor.

Nitekim Spinoza (1632-1677) da, son­suz ve kendi kendisinin sebebi olan tek bir cevher görüşüyle monoteism'den, yani tek tann inancından monisnVe, yani tek bir ilke görüşüne geçiyor. Sonuç bakımından Spi­noza bir inkarcı değil, fakat kelimenin tam anlamıyla bir panteisttir. Yani onun evreni (kosmos) tanrının ta kendisi ve tanrısı da kosmosun cevheridir.

Bütün bu açıklamalardan sonra, panthe-ism'in, tanrıyı eşyada gören, yani "tann herşeydedir" görüşünü savunan bir düşünce olduğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla so­nuç olarak tanrıyı, evrendeki eşyaların sayı­sınca parçalara bölen bu anlayış, bizi mater­yalizme götürmektedir. Çünkü tanrının her-şeyde olduğunu söylemek, onu somut ve maddî bir varlık olarak algılamak demektir. O halde bu görüş İslâm tasavvuf ekol ünde­ki Vahdet-i Vücud görüşünün tam karşısın­da yer almaktadır. Çünkü Vahdet-i Vücud, varlığın birliğini savunan, ve "herşey tanrı­dadır" diyen görüştür.

Bu iki kavramın gerçek bir karşılaştır­ması, bize Batı düşüncesi ile İslâm düşün­cesi arasındaki farkı da açık bir şekilde gös­terir. Çünkü Batı düşüncesinin ana karakte­ristiği, en soyut olması gereken konulan bi­le, ancak somut, yani maddî bir yapıya bü­ründürdükten sonra anlayabilmesidir, Hı­ristiyanlığın Allah inancını bile, Baba, Oğul ve Ruhu'1-Kuds olarak somutlaştır­ması ve Allah'a bir insan kişiliği vermesi bu yüzdendir. İslâm dünyasında gelişen Vah­det-i Vücud anlayışında Allah ve Alem, hiçbir zaman tek bir şey olarak görülmemiş, aksine Allah, bütün eşyanın yaratıcısı olan tek varlık olarak algılanmıştır. Bu yüzden, yaygın olarak yapılan bir yanlışa düşme­mek için, panteizm'in "vücûdiye" kelime­siyle karşılandığını; eğer Vahdet-i Vücûd'a da batı dillerinde bir karşılık aramak gere­kirse, bunun pan-antheism olması gerekti­ğini bilmemiz gerekmektedir.

Bk. Vahdet-i Vücâd

Yüksel KANAR