PATRİMONYALÎZM

 

Ev topluluğu şefinin otorite alanının ge­nişlemesiyle teşekkül eden yönetim örgütü­nün iktidar ve otorite yapısını ifade eder. Max Weber'in otorite/egemenlik tipoloji-sinde geleneksel otoritenin saf tipi olarak "patriyorkalizm", bunun biraz daha geliş­miş şekli olarak patrimonyalizm ve feoda­lizm gösterilmiştir. Aynı dam altında yaşa­yan ev topluluğu üyelerinin bir mekanda yaşamaları ve bazı şeyleri paylaşmaları do­layısıyla aralarında kişisel bir yakınlık ve bağlılık bulunmaktadır. Patriyarkal şef ka-

dınların, çocukların ve büyüklerin, küçük­lükten itibaren öğrendikleri şefin otoritesi­ne uyma kuralına dayalı olarak egemenliği­ni kullanır. Ne var ki, aile şefinin otoritesi o aile halkı ile sınırlıdır. Şefin malvarlığının artması ve otorite altında bulundurduğu ala­nın genişlemesiyle, geleneksel otoritenin sürdürülebilmesi için bir yönetim Örgütüne ihtiyaç duyulur. Bu yönetim örgütünü mey­dana getiren memurlar üzerindeki şefin oto­ritesi, patrimonyalizmi ifade eder.

Patrimonyalizmde merkeziyetçilik ağır basar, ekonomik faaliyet olarak ticaret önem kazanır, düzenli askeri birlikler ve bazı yeni yapılar ortaya çıkar. Patrimonyal şefin otoritesi daha geniş alanlara yayılınca, o nisbette sorunlar da artar ve mevcut yöne­tim örgütü yetersiz kalır. Bu itibarla daha geniş bir yönetim ve düzenli bir ordu gerek­li hale gelir. Patrimonyal şefin otoritesi al­tında bulunanlar patriyarkalizmde olduğu gibi akrabalık bağlarıyla birbirine bağlı ki­şiler değildir ve şefin otoritesi altında yaşa­makla birlikte, evlenme mülkiyet, miras gi­bi çeşitli haklara sahiptirler. Anlaşmazlık­larda kararlar, yargı organlarınca verildi­ğinden şefin doğrudan etkisi nisbeten hafif­lemektedir. Patrimonyal şefin otorite alanı­nın giderek genişlemesiyle, tebaanın bağlı­lığı zayıflayabilir. Anan harcamaları karşı­lamak ve doğrudan denetim fiziki şartlarla zor gerçekleştirilebilir. Büyük patrimonyal devletlerde merkezci yönetim örgütleri ku­rulmuş olsa da, bu uzun zaman başarıyla ya­şama şansına sahip değildir ve giderek feo­dal yapıya dönüşür.

Patrimonyalizmde tebaa, şefe gelenek­sel sadakat duygusu ile sıkı sıkıya bağlı olup bu duygunun güçlülüğü nisbetinde şef, iktidar alanını genişletebilir. Şefin iktidar

alanını daha da genişletebil mesi için güçlü ve sadık askeri birliklere ihtiyacı vardır. Bu itibarla tarihteki bütün patrimonyal siyasal yapılar güçlü ve sadık askeri birlikler kur­maya önem vermişlerdir. Bunun realize edilmesi için de köle ve esirlerden istifade edilmiştir. îktidar alanının genişlemesiyle paralel olarak yönetim örgütünü de geniş­letmek zorunda kalan şer, başlangıçta ken­disine kişisel bakımdan tabi olanlar arasın­dan memurları seçerken daha sonra kendi­sine sadık yüksek memurların denetiminde bölgesel birlikler teşekkül ettirir. Memurlar esas itibariyle şefin özel malvarlığını yöne­ten ve iktidarının devamlılığını sağlayan ki­şiler olup doğrudan doğruya şefe hizmet et­mekte ve onun iktidarını korumaktadırlar.

Patrimonyal şef ile taşradaki toprak sa­hipleri arasında bir iktidar çatışması ortaya çıkabilir. Şefin güçlü askeri birliklere ve yönetim örgütüne sahip olması, taşra güçle­rinin kendisine tabi olmalarında etken olur. Merkezdeki otoritenin zayıflaması veya herhangi bir sebeple zaaf içine düşmesi du­rumunda patrimonyal şefle birlikte bölge­nin ileri gelenleri siyasal otoriteye sahip olurlar ve iktidarı ortak kullanırlar.

M. Weber'in çalışmalarında geleneksel otorite çerçevesi içerisinde ele alınan patri-monyalizm, saf biçimiyle gerçek hayatta karşımıza çıkmaz. Aynı şekilde ne gelenek­sel ne karizmatik, ne de yasal otorite saf bi­çimiyle sosyal gerçeklikte yakalanamaz. Ancak bu otorite tiplerinin karışımı ve her üçünün bir arada olması söz konusu olabi­lir. Ne var ki, sosyal gerçekliği çözümleme­de Weber'in soyut saf tipleri büyük bir ko­laylık sağlar ve bir analiz aracı olarak kulla­nılabilirler.

Özellikle Ortadoğu ve Asya'daki bazı tarihi imparatorluklar patrimonyalizm çerçe­vesinde değerlendirilmiş ve Osmanlı Dcv-leü'nin de patrimonyal bir yönetim örgülü­ne sahip olduğu savunulmuştur. Fakat pat-rimonyalizmin teorik çerçevesi ve belli baş­lı nitelikleri göz önünde bulundurulduğun­da Osmanlı yönetiminin bir patrimonya­lizm olmadığı anlaşılabilir. Bazı patrimon­yal özelliklere sahip olmakla birlikte daha Çok yasal-rasyonel niteliklerin ve düzenle­melerin ağır bastığı gözlenmektedir. Çağ­daş yönetim örgütleri esas itibariyle yasal-rasyonel otorite tipine uygun düşüyorlarsa da, yer yer geleneksel ve karizmatik otorite ve egemenlik biçimi çerçevesinde anlamlı olan özelliklere de sahip oldukları gözlen­mektedir.

Davut DURSUN