Kaynak: Kitab-ül-ibriz, Abdülaziz Ed-Debbağ, Seha Neşriyat, İst.1997
1. a) Kitab’ül İbriz tercümesi, büyük kültür, ilim ve irfan hayatımızın çok kıymetli hazinelerindendir yalanı. (S.9)
b) Kitap, Kur’an ve hadis ilimleriyle tasavvufun anlaşılması zor bazı meselelerini aydınlatmakta ve okuyanları hayrete düşürecek bir rahatlıkla, ruhani bir hazla tesir etmektedir yalanı. (S.9)
c) Kitab’ül İbriz ve benzeri kıymetli eserlerin ne büyük yararlar sağlayacağı anlaşılır iftirası. (S.9)
İslâmın nuru ile nurlannuş mü'min kardeşlerimizin ve faziletli evlâtlarımızın istifadesine sunduğumuz Kitâb-ül-İbrîz tercümesi, büyük kültür, ilim ve irfan hayatımızın çok kıymetli hazinelerindendir.
Büyük velilerden Fas'b Abdülaziz Debbağ Hazretlerinin sohbetlerinden, menkıbelerinden, bazı sorulara verdiği cevaplardan meydana gelen ve değerli kâtibi ve talebesi Ahmet Ibni Mübarek tarafından kaydedilen kitap, Kur'an ve hadis ilimleriyle tasavvufun anlaşılması zor bazı meselelerini aydınlatmakta ve okuyanları hayrete düşürebilecek bir rahatlıkla, ruhanî bir hazla tesir etmektedir.
Yaşadığımız devirde uzay çağına ulasan insanlığın yeryüzü ve kâinat hakkında çok şeyler öğrendiği fakat henüz insan ve onun ruhî hayatı hakkında meçhullerle karşı karşıya bulunduğu hatırlanır ve yeni ruhiyat ilminin üzerine eğilip de halledemediği çetin meseleler düşünülürse Kitâb-ül-lbrîz ve benzeri kıymetli eserlerin ne büyük yararlar sağlayacağı anlaşılır.
Eseri tercüme ederek Türk oyuncularına sunan değerli zevatı tebrik ederiz.
Aziz müellifimizden, saygılı okuyucularına kadar bu yolda ihlâsla çalışanların hepsinden Allah razı ojsun. Amin Tevfik Allah'tandır.
Mehmet Zahid KOTKU (RH. A.)
2. İbn-i Mübarek’in Debbağ ile görüşmesi 1129 senesi oldu iddiası. (S.15)
1129 senesi Recebi oldu. Bu işittiklerimi yazmamı, Cenab-ı Hak bana ilham etti ki, gelecek nesiller de bundan istifade etsinler. O sene Recep, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade aylarında işittiklerimi topladım, 15 cüz kadar oldu. Anladım ki, geçmiş 4 senede bütün işittiklerimi yazsa idim 200 den fazla cüz meydana gelirdi, timin âfeti kaydetmemektir. Bu yazdıklarım denizden bir katredir. Fakat Şeyh (r.a)'ın göğsünde mahfuz olan ilim ve irfana gelince bunu ancak Allahü Teâlâ bilir. Allah sevdiği ve razı olduğu kişiler gibi bizi muvaffak kılsın. Allah'a dayanarak, ondan imdat isterim, ona rağbet ederim, işittiklerime burada bir de mukaddime yazmak lâzım geldi. Bu da 3 fasılda zikredilecektir.
3. Seyyid Arabi Abdulaziz Debbağ’ın geleceğini haber vermesi yalanı. (S.17)
Seyyid Feştali Hz.leri babama muhabbet göstermekte devam etti. Yatsı namazından sonra evimize gelir, bize çeşitli yemekler getirir veya yapardı. Bir gün anne ve babama demiş ki: "Bir gün sizin bir evladınız olacak, adı Abdülaziz'dir, velayette şe'ni azim olacaktır." Yine annemden işittim: Seyyid Arabi Hz.leri bir gün bana resulullah (s.a.v)'i gördüm. Bana "Senin kız kardeşinin kızından büyük bir veli doğacak" buyurdu. O zaman ben dedim ki: "Ya Resulallah bunun babası kim olacak?" Resullullah (s.a.v): "Babası Mes'ud-i Debbağ olacaktır" buyurdu.
4. Hızır (A.S.)’ın Debbağ’a okuması için verdiği dua yalanı. (S.19-20)
Bir gece yine âdetimiz veçhile Kaside-i Bürde'yi okuduk. Sonra ben türbeden çıktım. Odanın kapısına yakın bir yerdeki sidrenin altına oturmuş birini gördüm. Adam benimle konuşmağa başladı, îçimde gizli olan şeyleri keşfediyordu. Anladım ki, bu ârifibillâh bir velidir. "Efendim, bana bir zikir telkin et" dedim. Sanki benden gaflet ediyormuş gibi başka işler konuşmağa başladı. Tekrar ısrar ettim, tâ şafak şokene kadar onu bırakmadım, talebimde ısrar ettim. Nihayet "sana vereceğim virdi terk etmeyeceğine Allah'la ahdetmedikçe şana ders vermem" dedi. Ben de verdiği dersi terk etmeyeceğime dair Allah'ın ahdini ve misakını verdim: O zaman bana dedi ki: "Her gün 7000 defa şunu oku
dedi.
5. Şeyhimin ölümünden 3 gün sonra bana fetih nasip olurdu. (S.21-22)
Abdülaziz Debbağ (r.a) buyurdu ki:
- Şeyhim Ömer Hz.lerinin vefatından 3 gün sonra, Allah'a hamdolsun, bana fetih nasip oldu. Bu da 1125 senesi Recep ayının 8. Perşembe günü oldu. Evimizden çıkmıştım. Allah'ın bazı tasadduk eden kullarından elime 4 altın geldi. Balık aldım, evime geldim. kKarım bana "Git, Ali Harzem Hz.lerinin oradan yağ al da bunları kızartayım" dedi. Gittim, şehrin Fütuh kapısına vardım. Tüylerime bir ürperme geldi. Arkasından bir titreme geldi. Sonra, elim, etim karıncalanmağa başladı. Ben yürüyordum ama bu hal bir türlü benden gitmiyor, bilâkis artıyordu. Bu halde Seyyid Yahya Bin Allâl Hz.lerinin kabrine kadar vardım. O da Ali îbni Harzem türbesi yolunda idi. Hâlim daha şiddetlendi, göğsüm çok ızdıraplıydı. "Herhalde ölüyorum" dedim. Sonra benden bir şey çıktı ki, keskâs buharına benzer, ondan sonra boyum uzamağa başladı, öyle ki her şeyden daha uzun oldum. Sonra eşyalar bana keşf olmağa başladı, sanki her şey önümde idi. Yeryüzünde ne varsa önüme geliyordu. Meselâ bir Hristiyan kadının evinde çocuğunu emzirirken görüyorum. Bütün denizleri, yedi bat yerleri, gökleri ve arasında bulunan mahlûkatı gördüm. Sanki ben semanın üstüne çıkmış seyrediyordum. O anda büyük azametli bir nur geldi ki, büyük bir soğukluk verdi, dondum zannettim. Eğilip yüzüm üzerine' bakayım dedim, bir de ne göreyim, benim vücudum hep göz olmuş. Gözüm de görüyor, başım da görüyor, ayağım da görüyor, bütün azâlanm göz olmuş hepsi görüyor! Üzerimdeki elbiseye baktım, hiç perde olmuyor, görüşe mâni olmuyor. O zaman anladım ki, yatmak da, eğilmek de, kalkmak da birdir. Bu hal bir saat devam etti. Ondan sonra kesildi, eski halime avdet ettim.
6. İlk görüştüğüm şeyhlerin imamı olan Hızır’dı yalanı. (S.26-27)
Şeyh Hz.lerine sordum:
A. Bernavi Hz.leri ile Seyyid Mansur Hz.lerinden hangisi daha büyüktür?
Seyyid Abdullahi Bernavi Hz.leri daha büyüktür. Her ne kadar ikisi de kutup ise de. Seyyid Mansur Hz.lerinin vefatiyle de ondaki esrara ben vâris oldum. Ondan sonra büyüklerden Seyyid Muhammed-il Lehvaç Hz.lerine mülâki oldum. Memleketi Tetavün şehrine yakındı. Seyyid Lehvaç Hz.leri ile görüşmem Seyyid Mansur Hz.lerinden evveldi, fakat vefatı ise Seyyid Mansur Hz.lerinden az sonra oldu. Lehvaç Hz.lerinin vefatiyle ondaki esrara da, Cenabı Hakk'm ihsaniyle ben vâris oldum. İşte maruf zatlardan görüştüklerim bunlardır. İlk görüştüğüm şeyh, şeyhlerin şeyhi, Kutb'ül arifin, velilerin imamı olan Seyyidina Hızır (a.s.)dı
7. Abdulaziz Debbağ evlerde konuşulanları biliyordu yalanı. (S.31-32)
Şeyh Hz.lerini ilk tanıdîğım zaman bir evlâdım ölmüştü. Karım bundan çok mahzun oldu. Çünki daha önce de bir çocuğumuz ölmüştü.O zaman onu teselli ederdim. Mahfiye kitabının sahibi olan Ahmed îbni Abdullah "Eğer sen çocuğa bakar, ona ilerde vâki olacak felaketler başına gelmeden çocukken ölürse onlardan kurtulur" diyor, diye teselli ediyordum, İşte o sabah Abdülaziz Debbağ (r.a.) a mülâki oldum. Bana: "Dün gece sen karını şöyle şöyle söyleyerek teselli ettin" dedi ve Seyyid Ahmed İbni Abdullah'tan naklettiğim kelâma kadar hepsini söyledi. O zaman anladım ki, evlerde konuşulanları da keşfediyor, görüyor
8. Debbağ Hazretleri müridlerin evlerine kapı kilitli olduğu vakitte gelebiliyor iftirası. (S.32)
Bir kerameti daha: Şeyh Hz.leri göğsünde bir hastalık sebebiyle ağızından hiç karanfil eksik etmezdi. Onun için ağzından daima güzel karanfil kokusu gelirdi. Fakat bir zaman evimde, kapım kilitli karımla otururken de karanfil kokusu geldi. Bu kokuyu karım da duyuyordu. Şeyh Hz.lerini ben de karım da çok severdik. Bir gün Şeyh Hz.lerine: "Efendimiz, biz evimizde sen olmadığın halde karanfil kokusu duyuyoruz" dedim. O zaman: "Evet, tabii ben yanınızdayım" buyurdu. Ben de lâtife olarak "Bir daha evimde karanfil kokusu duyarsam hemen elimle sizi yakalanın" dedim. Bunun üzerine gülerek "Eh, yakalayacağın zaman ben de evin öbür köşesine kaçarım" dedi.
9. Mürid karısıyla görüştüğünde Debbağ baş uçlarında bekliyordu iftirası. (S.35)
Bir gün de Şeyh Hazretlerini ziyaretimde bana:
Sen Pazar gecesi ne iş yaptın? dedi.
Ne iş yapacağım efendim, dedim. Bunun üzerine:
Yok ! Sen karın ile görüşüyordun. Çocuğun da uyumadı. Onu kaldırıp minderin üzerine oturttun. Lambayı da sandığın üzerine koydun. Benim seninle beraber hazır olduğumu biliyor musun? dedi.
10. Şeyh 7 kat gökleri ve 7 kat yerleri görür yalanı. (S.200-204)
Keşfi açık velîler neler görebilir.
Keşfi açılmış olan velîlerin neler görebileceğinin ba zısını söyliyeceğim:
A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki: - Keşfi açılan velîler halvetlerde yâni gözümüz önünde olmayan uzak yerlerdeki, kapalı yerlerdeki işleri görür. Mesela camide itikâfa girmiş bir müridini buradan örür. Yine yedi kat gökleri ve yedi kat yerleri görür. Be-şinci arzdaki ateşide görür. Arz ve semada daha başka ne-ler olduğunu görür, bu beşinci arzdaki ateş berzah ateşi-dir. Çünük berzah, yedinci kat gökten yedi kat uzanmış-tır. insanlar öldükleri vakit vücutlardan çıkan ruhlar de-recelerine göre bu berzaha girerler. Şekavet ehlinin ruhla-rı da derecelerine göre bu berzaha girerler. Şekavet ehlinin ruhları işte bu berzah ateşindedir. Bu şekavet ehlinin ateşteki yerleri dar yerler, kovuklardır. Bu berzah ateşi, cehennem değildir, bu berzaha mahsus bir azaptır. Cün-kü cehennem yedi kat gökler ve yedi kat yerlerin kürre-sinden dışardadır. Cennet de öyledir. Veliler ilk anlarda gördükleri bu yedi kat yerleri ve gökleri birbirine karıştı-rırlar, tam seçemezler, bir arzdan diğer arza nasıl gidildiğini bilirler fakat o arzın ne olduğunu anlayamazlar. Yine bu veliler eflâki de karıştırırlar. Bu mertebede yine şeytanları ve onların nasıl çoğaldıklarını görür. Cinleri ve sakin oldukları yerleri, güneş, ay ve yıldızların nasıl seyrettiğini, yine bu boşluklarda insanları aniden öldürülen şimşekleri, sesleri görürler. Bu sesleri işitirler, fakat bu sesler kendilerini öldürmez. İşte bu ilk mertebeye geç en veliler bu gördüklerini mühimsememelidirler. Keza küçümsememelidirler de, bunlara takılır kalırsa o zaman hâli tavakkuf eder, tersine döner, derecesi düşer. Çünkü bu ilk anda o vücut her gördüğünü dünğer gibi kendine emer, çeker. Halbuki bu gördüklerinin hepsi zulmettir. Zulmette kalır, ilerleyemez, işte bu sebeple keşfi açılmayan müridler daha emniyet sahasmdadırlar. Bu keşfin açıldığı ilk hamle çok tehlikelidir. Ancak Allah’ın korudukları müstesna! Bir kimse bu gördüklerine takılır kalırsa, o zaman şeytan ile el ele vermiş olur. Ve sahirler, kâhinler zümresine dahil olur. Allah'tan selâmet isteriz. Allah böyle bir kuluna rahmet ederse kendine çeker, o zaman Cenab-ı Hak onun kalbine bir şevk ve istek verir, onunla bu gördüğü zulmet perdelerinin hepsini yarar, Cenab-ı Hak tarafına koşar. Bu mertebeyi atlatıp ikinci mertebeye yükselince o zaman bâtın nurlariyle görmeğe başlar. Hafaza meleklerini, evliyaları, divanı, İsa (a.s.) ve meramını ve o makamda olanları, Musa (a.s.)ın, îdris (a.s.)ın, Yusuf (a.s)ın makamlarını ve onlarda olanları ve sonra isimlerini bilmediğimiz daha 3 peygamberi, melekleri ve hatırına gelmeyen şeyleri görür. Bu şekilde teşfi açılan velilere de lazım olan, bu gördüklerine de kapılıp kalmamaktır. Çünkü bu ikinci mertebe de vücud yine bir sünger gibidir. Bunda nur şefkattir, ayna gibidir. Neyin karşısında dursa, karşısındakinin esrarını hemen içine alır, kendini akseder, Meselâ İsa (a.s) karşısına gelince, onu beğenirse o makamdaki esrarı alır, o zaman İslâm ümmetinden çıkar, İsevi olur! Allah bizi korusun. Bu şekildide keşfe nail olan veli de büyük bir tehlikedir. Tâ ki, Mevlâna Seyyidina Muhammed (s.a.s.)ın makamına erişip orayı görünceye kadar tehlikededir. Bu veli Resulullah Efendimizi gördüğü vakitte ona saadetler tamam olur. Çünkü Resulullah (s.a.s.)de, Allahü Teâlâya çeken, cezbeden bir kuvvet vardır. Sair mahlukat arasında bu hassa yalnız Resullulah Efendimize mahsustur. Bu kuvvetli cazibesinden dolayı bütün mahlukatın en azizidir. Bütün âlemin efdalidir. Onun için bir veli Resulullah Efendimizin makamına erişirse Allahü Telâlaya karşı çekilmesi, cezbedilmesi artar. Artık şeytanların araya girmesi tehlikesinden emin olur. Bu hususta daha bir çok sırlar vardır.. Bunu ancak keşfi açık olan veliler bilir. Allah bizi de onlardan kılsın, o velilerin bereketlerinden bizi mahrum etmesin.
Bundan sonra veli 3. cü makama erer. Burada es-rar-ı kaderi, onun sırlarını görür. Ondan sonra daha yükselir. O zaman Cenab-ı Hakk'ın ef al nurunun nasıl yayıldığını görür. Burada ef al nurunu gören veli şaşırır, karıştırır da bu ef al nurunu bizzat Cenab-ı Hak zanneder. Halbuki Allah bundan münezzehtir. Ondan sonra 5. ci makama yükselince, o zaman gördüğü nurun ef al nuru olduğunu, Cenab-ı Hak olmadığım fark eder. Nuru nur, fiili fiil görür. Bundan evvelki mertebede galat ettiğini, şaşırdığını anlar.
Ondan sonra makamatın esmasının zikrinden, mânaların şerhinden bahsettik.
Bu bahsi yazmamdan maksat, böyle ilk keşfi açılanlar bu tehlikelerden bilsinler de sakınsınlar, diyedir
11. Şeyh kadının rahmindeki çocuğu görür yalanı. (S.213)
Yine A. Debbağ Haz.leri buyurdu ki:
Cenab-ı Hak bir veliyi velilik mertebesine çıkardı
mı, o velinin böyle şehvet sinirlerini söker, atar da artık o velinin gözünde ha bir kadın, ha şu taş birdir. Hiç kötü bir şey duymaz. Keşfi açılan velilere nitekim kadınların rahmindeki çocuk bile görünür
12. Şeyh ruhlar alemine bakarak ilerde neler olacağını biliyor yalanı. (S.224)
Baskıda eksik SAYFALAR MEVCUT DEĞİL
13. Resulullah 5 şeyi bildiği gibi tasarruf eden veli bu bilinmeyen 5 şeyi bilerek tasarruf eder yalanı. (S.242-43)
Bu âyet-i kerimede (Gaybi Allah bilir, gaybine kimseyi muttali etmez. Ancak razı olduğu Resulüne bildirir) diyor. Bununla peygamberlere bildireceği anlaşılıyor ama yine muaraza baki?
A. Debbağ(r.a.) buyurdu ki:
- Resul deyince velîler hariç kalıyor. Fakat veli de Resulün içinde dahildir, buna şöyle bir misal verelim: Meselâ filân Ağa çiftliğine bakmağa, kontrole gidiyor. Fakat oraya yalnız girmez, bazı adamlarını da yanına alır. Çiftliğe varıp gördüğü zaman arkadaşları da aynı şeyleri görür, aynı bilgiyi edinirler, îşte Resul de böyledir. O da daima ashabını beraber götürür. Şimdi Resul gaybe muttali olursa onun ümmetinin asfiyasından velhiler bir şeye muttali olmazlar mı?
Ben yine dedim ki:
- Efendim, zahir ulemâsı, Resulullah Efendimizde de, âyet-i kerimedeki beş şeyi bilir miydi, bilemez miydi, diye ihtilâfa düşmüşler. Ne dersiniz?
A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
- Bizim ulemamız büyükleri bilsin de, Resulullah Efendimiz bu beş şeyi bilesin, bu nasıl olur? Tasarruf ehli olan bir kimse, ancak bu beş şeyi bilerek tasarruf eder. Yoksa nasıl tasarruf edebilir.
14. Debbağ ben ölsem, kazık gibi olsam Kadir gecesinin hangi gece olduğunu bilirim iddiası. (S.243-44)
Şeyn Hz.lerine Leyle-i Kadir'in marifeti hususunda da ulemânın ihtilâfını sordum:
- Bazı ulemâ, Resulullah(s.a.s.)'de bunu bilemediği için Leyle-i Kadir'i Ramazan'ın 25, 27, 29. gecelerinde arayın buyurmuş diyorlar. Siz ne dersiniz? dedim.
Abdülaziz Debbağ Hz.leri kızdı, Sübhanallah dedi ve buyurdu ki:
- Yemin ederim ki, Leyle-i Kadir gelse, ben de ölmüş olsam, kazık gibi olsam, muhakkak Leyle-i Kadiri bilirim! Ben o halde olduğum halde bilir de Seyyid-i vücud olan Resulullah(s.a.s.) Efendimiz'e bu nasıl gizli kalır!Olacak şey mi?
15. Babamın ve annemin dölsuyunda hasıl olan meleklerin sayısı 366’dır yalanı. (S.269-71)
Yine A. Debbağ Hz.lerinden işittim, buyurdu ki: - Allah-u Teâlâ livatayı haram kıldı. Çünkü erkeğin menisinden nutfesiyle beraber melekler de iner. O nutfe ile melekler beraber oldukları için, ekin mahalli olmayan bir dübüre, makata düştüğünde hem melekler ölür, hem tohumlar ölür. Meselâ bir güvercinin yavrusu yuvasından yere bir taş üzerine düşerse ondan eser kalır mı, yaşayabilir mi? Ölür. İşte erkeğin tohumu ekin mahalli olan kadının fercine düşerse orada o nutfe meleklerle beraber yaşar. Bu babanın ye annenin nutfesinden hasıl olan melekler 366 dır. Yarı yarıyadır. Ancak Adem(a.s.), Havva validemizden evvel yaratıldığı için erkeğin meleği on fazladır. Allah o nutfenin evlâd olmasını hükmetmiş ise o zaman o meni tanesi bir kan pıhtısı olur. Sonra bir çiğnem et olur. Ondan sonra da boyuna tavırları değişir, büyür. Meleklerin de her birisi böyle nüma bulur, büyür. Evlâd doğup dünyaya çıkınca kendisiyle beraber yetişen melekler de beraber çıkarlar. O melekler onun zatını muhafaza ederler. Bu meleklerin en büyüğü de onun sağındaki hafız melektir. Çocuk nasıl ana ile baba arasında büyüyüp yetişirse, melekler de böyle babanın ve annenin melekleri arasında yetişiyorlar. Fakat Cenab-ı Hak o nutfenin boşa gitmesini, ondan çocuk olmamasını hüküm etmiş ise o nutfe ile beraber melekler rahme inerler ve ölürler. Bundan kula zarar gelmez. Çünkü o mahalline atılan tohumların ölümünde kendi dahil, tesiri yoktur, bu hal yanan kandildeki yağın damlayan katrelerine benzer. O damlalar yanarak iner, yere erişmeden yanar söner, îşte bu sebepten meniyi rahimden dışarı döküp telef etmek caiz olmaz. Çünkü bu çıkan meniden Cenab-ı Hak çocuk murad etti mi, etmedi mi bilemeyiz. Onun için dışan atılan meni ile bir çok melâikenin helakine telef olmasına biz sebep olmuş oluruz. Fakat rahimde ölmelerinde bizim bir kusurumuz yoktur, işte Cenab-ı Hak zinayı bunun için haram kıldı. Zina da büyük fesad vardır. Zinanın haram olmasının sebebi meleklerin sebebiyle değil, nesebin kesilmesi cihetinden haramdır. Çünkü kıyamet gününde insanların nesebde büyük faydası vardır. Nesebin sübutu bakımın-dan Resulullah(s.a.s.) Efendimiz nikâhı emretti. Zina ise gizlice yapılır. Çünkü zinayı açıktan yapsa ceza terettüp eder. Zina nesebin kesilmesine saiktir, nesebi karıştırır. Allah bunlardan bizi muhafaza buyursun.
16. Divan ehli ölüler öldüğünde kendi cenazelerini kendileri yıkar yalanı. (S.308-9)
A. Debbağ Hz.lerinin işittim. Buyurdu ki:
- Ahmak kimse fâni olan dünyaya bağlanmış kimsedir. İnsanların en akıllısı da, baki olan Allahü Teâlâya bağlanan kimsedir. Fâni olan bir insan diğer fâni olan bir insana güvenir ona bağlanırsa, ikisi de fâni olduğundan birbirine fayda veremezler. Helake maruzdurlar. Fakat fâni olan bir insan baki olan Allah'a yapışırsa, o zaman fâni olan insan baki olur. insanlar ölümün ilâcı yoktur, diyorlar. Halbuki ölüm, onun ilâcı, devasıdır. Bunun devası da bu zikrettiğimizdir. Yani bakiye yapışmaktır. Ölümün bundan başka ilâcı yoktur.
Bundan sonra A. Debbağ Hz.leri Allah'a yemin etti ve yemini te'kit etti. Tekrar tekrar vallahi, vallahi, vallahi diye yemin ederek buyurdu ki:
- Bir kul Allahü Teâlâya yapışırsa yani zahir ve bâtını ile Allah'a sarılırsa o kimse fâni olmaz ve insanların bildiği şekilde de olmaz. Ehli divan olan velilerin çoğu öldüğü vakit kendi ölüsünü kendi yıkar, teneşirde nâşını görürsün, bakarsın nâşında da bir gassal var, yıkıyor, îkisi de aynı kimsedir. Vallahü teâlâ âlem.
17. Divana kadınlar da iştirak eder yalanı. (S.319-320)
Bu bâb Sâlihler divanının zikrine dairdir.
Abdülaziz-i Debbağ Hz.lerinden işittim. Buyurdu ki:
- Divan, Peygamberimiz (s.a.s.)'in bi'setten önce gi-dip ibaret ettiği, günlerce kaldığı Hıra Dağı'nda kurulur, Gavs mağaranın dışında oturur. Mekke sol omuzunun arkasında kalır. Dört kutuplar sağındadır. Bunlar da imamı Malik'in mezhebindendirler. Üç kutup da sol tarafındadırlar. Bu üç kutbun her biri diğer üç mezheptendirler. Vekili önünde oturur. Bu vekile Divan Kadısı derler. Bugün için Divan Kadısı Maliki mezhebindendir. Basra nahiye sinde Halid-i Katinin kabilesine mensuptur. İsmi de Sey-yid Muhammed İbni Abdülkerim'i Basravî'dir. Gavs vekil ile konuşur. Burnun için vekil dendi. Çünki vekil divanda bulunan herkesin sözde naibi dendi. Çünkü vekil divanda bulunan herkesin sözde naibi olur. Yedi Kutbun tasarrufu Gavs'in emri üzerine olur. Bu 7 kutuptan her birinin maiyetinde hususi velîler vardır ki, onun altında tasarruf ederler. Vekilin arkasında 6 saf vardır. Bu safların dairesi, 4 kutuptan sonra soldaki 3 kutba kadar daire kurulur. 7 kutup dairenin etrafındadırlar. İşte birinci saf budur. Bunun arkasında 2. ci saf vardır. Aynı daire ve sıfat üzeredir. Böylece 3. cü, 4. cü, 5. ci, 6. cı, saf kurulur. Kadınlardan da divana iştirak edenler bulunur. Bunların adedi azdır ve 3 saftır. Bu 3 saf da soldaki 3 kutup taramdadır. Gavs ile 3 kutup arasındaki boşlukta kadınların safı bulunur. Ölülerden de bazı salih kullar bu divana iştirak ederler ve saflara dirilerle beraber karışırlar. Ancak hangi veli ölüdür, hangisi diridir, bunları 3 vasfı ile ayırırız:
1) Ölü velilerin kılığı hiç değişmez. Diriler ise her gelişinde başka bir şekilde gelirler. Çünkü diri veliler bazen saçı sakalı uzamış, bazen traş olmuş olarak gelirler. Fakat ölü velilerin hâli tebeddül etmez. Bu divanda bir kişiyi gördün ki, hiç kıyafeti şekli değişmiyor, her zaman aynı şekilde geliyorsa bil ki, o ölü velilerdendir. Bil ki, o tarzda ölmüştür ve şekli hiç bozulmaz.
18. Divana kadınlar da iştirak eder ; divana katılan gölgesiz ölü veli yalanı. (S.321)
Ölü veliler, dirilerin işlerine ait müşavereye karışmazlar. Çünkü ölü velilerin dirilere ait işlerde tasarrufu yoktur. Onlar diğer bir Demete intikal etmişlerdir. Âhiret âlemi diriler âleminin tamamen zıddıdır. Hiç münasebeti yoktur. Ölü veliler ancak ölülere ait işlere, âhiret âleminde dair işlerin müşaveresine karışırlar, rey beyan ederler. Kabirler ziyaret etmenin edeblerindendir ki, kabir sahibi için dua etmek istediği vakitte, davete icabet edilmesi için Allah'ın velilerinden bir veli ile Allah'a tevessül eder, onu vasıta kılarsa, o kabir sahibi için ölmüş bir veli ile tevessül etsin. Çünkü duasının kabul olunması için en iyi çâre budur.
Ölünün gölgesi yoktur. Divanın salihine iştirak eden velî, seninle güneş arasına düştü de baktın gölgesi yoksa o zaman bil ki, o ölü velidir. Çünkü o ruhu ile hazır olmuştur. Yoksa toprak olan fâni vücudu ile değil. Ruh vücudu hafiftir, ağır değildir. Şeffaftır, kesif değildir. Onun için gölgesi düşmez.
19. Divana melekler ve cinler de iştirak eder ; Divana Resulüllah Efendimiz de teşrif buyururlar yalanı. (S.321-22)
Yine A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
- Çok kerre bu divanı salihine gittim, veliler toplantılarına iştirak ettim. Güneş doğmuştu. Beni uzaktan karşıladılar. Baş gözümle gördüm ki, bazısının gölgesi düşüyor, bazısınınki düşmüyordu. Divanda hazır olan ölü veliler, berzahtan Divan'a ruhun uçuşu ile kuş gibi uçarak, Divan mevziine yakın yere kadar gelirler ve o za man yere konarlar. Oradan itibaren, diri velîlere edeben ve havfen ayaklarıyla yürüyerek gelirler. Ricali gayb de böyledir. Bu diyara salihine melekler de gelirler. Onlar da ruhanilerdir ve bütün safların arkasında dururlar. Fakat cinler, azdır, tam bir sah dolduramazlar. Cinlerle meleklerin orada bulunmalarının faydası, o divanı salihdeki velîler bazı işler vardır ki, bizzat kendileri yaparlar. Bir kısım işler de vardır ki, kendileri insan olarak yapamaz ve takat getiremezler, o zaman melek ve cinlerden imdad alırlar, onlara yaptırırlar. Divan'a zamanlarda Rasulul-lah(s.a.s.) Efendimiz de teşrif eder. O, divan'ın başı olan Gavs'ın yerine oturur. Gavs da vekil mevkiine, vekil de daha aşağı safa iner. Resulullah efendimiz geldiği vakit bütün nurlanyla beraber gelir ki, o nurlara takat getirilemez. O nurlar insanı yakar, feryat ettirir. Resulullah Efendimizin bu nurları mehabet, celâlet ve azamet nurlarıdır. Cenab-ı Hak orada bulunan velîlere, Resulullah Efendi-miz'in nuruna dayanmak kuvvetini vermiştir.
20. Divana diğer peygamberler de iştirak eder yalanı. (S.326-7)
A. Debbağ Hz.lerine sordum:
- Bu Divan'ı Salihine diğer peygamberler de gelirler mi? Meselâ, ibrahim, Musa (a.s.) ve diğer mürsel peygamberler de gelirler mi?
Buyurdu ki:
Senede ancak bir gece gelirler.
Hangi gecede gelirler? diye tekrar sordum.
Kadir gecesinde teşrif ederler, buyurdu. Kadir gecesinde Peygamberler ve veliler hepsi hazır bulunurlar.Mele-i Âlâ'dan mukarreb melekler ve diğerleri de hazır olurlar. Resulullah (s.a.s.) Efendimiz de teşrif eder. Onunla beraber ezvacı tahirat radıyallahü anhüma validelerimiz de teşrif ederler. Büyük sahabeler de bulunurlar.
Yine sordum ki:
- Hadis ulemâsı, Hz. Hatice (r.a.) mı efdal, Hz. Ayşe (r.a.) mi efdaldir, diye ihtilâf etmişlerdir. Hangisi efdaldir?
Buyurdu ki:
- Kadir gecesi Divanı salihinde Resulullah Efendimizle beraber Hz. Hatice ve Hz. Ayşe validelerimizi degördük de Hz. Ayşe'nin nuru, Hz. Hatice'nin nurundan ziyade idi.
21. Kadir gecesi Adem (A.S.) yaratılmadan önce vardı yalanı. (S.327-28)
Ondan sonra Şeyh Hz.leri Kadir Gecesi'nin sebebini bize anlattı ve buyurdu ki:
-
Güneşin diriminde nuru yaratılmadan önce âlem karanlık idi. Yer ve göğü melekler
imar ediyorlardı. Mağaralarda, dağlarda, inlerde, ovalarda hep melekler sakindi.
Vakta ki, Cenab-ı Hak güneşe nur verdi ve âlemi güneş ile ışıklandırdı. Yer ve
gök melekleri âleminin harab olmasından korktular da gök melekleri yere indiler.
Güneşin ışığından gölgelere, gecenin karanlığına kaçtılar. Çünkü o zamana kadar
güneş nuru nedir bilmezler, hep karanlığa alışmışlardı. Bunun için korkarak
Allah'a iltica
ettiler. Zannettiler ki, Cenab-ı Hak bu kâinatı artık dürecek, helak edecektir.
Bu suretle korktukları her an başlarına gelecek diye titrediler ve Allah'a niyaz
ve tazarruda toplandılar. Güneş geceyi takip ettikçe onlar da devamlı dünyayı
tavaf etmeğe başladılar. Baktılar ki, hiçbir tehlike yok, böylece devredip
duruyor, o zaman kendilerine emniyet geldi. Tekrar arz ve semadaki merkezlerine
döndüler. Ondan sonra her sene bir gecede melekler toplanmağa başladılar, îşte
Kadir Gecesi'nin sebebi budur.
- Efendim, dedim. O halde Leyle-i Kadir, daha Âdem (a.s.) yaratılmadan önce vardı. Söylediğinizden böyle anlaşılıyor. Halbuki Hadis-i Şerifte Leyle-i Kadir'in bu ümmeti Mufeammede has olduğu anlaşılıyor? diye sordum.
Buyurdu ki:
- Kadir Gecesi Âdem Aleyhisselam yaratılmazdan önce mevcud idi. Fakat Leyle-i Kadir'in ecri sevabı bu ümmeti Muhammede has olarak verildi. Resulullah Efendimizin bereketiyle has olarak verildi. Resulullah Efendimizin bereketiyle Leyle-i Kadir'i bilmek marifeti hasıl oldu. Fakat bizden önceki milletler nasıl ki, Cuma saatini bilemedikleri gibi Leyle-i Kadir'i de bilemediler. Leyle-i Kadir Yahudilere teklif edildiyse de onlar Cumartesi'ni seçtiler. Hristiyanlar da Pazar gününü seçtiler. Allahü Teâlâ keremiyle Leyle-i Kadir'e bizi muvaffak kıldı. Vallahü âlem.
22. Divana iştirak eden velilerin bir kısmı levh-i mahfuzu görebilir yalanı. (S.334)
Divan-ı Evliyaya iştirak eden velilerin hepsinin Levh-ı Mahfuzu görmüş olması şart değildir. O velilerin ancak bir kısmı Levh-i Mahfuzu görebilirler, bir kısmı g öremezler. Ancak basiret gözüyle Levh-ı Mahfuza teveccüh ederler. Fakat onun muhteviyatını, münderecatırını bilemezler, bir kısmı ise Levh-i Mahfuza teveccüh dahi edemezler. Çünkü o dereceye gelmediğini, onun ehli olmadığım kendi de bilir. Levh-i Mahfuz hilâl gibidir. Herkesin onu görüşü başka başkadır. Divan-ı Evliya'da veliler toplandığı vakit bu velilerin bazısı bazısına yardım ederler. Bakarsın daha büyük bir veliden, yanındaki küçük veliye nur girer, yardım görür. O Divan'dan ayrıldıkları vakit de nurları ziyadeleşmiş olarak ayrılırlar. Divan-ı Evliya'da, küçük veliler zatı ile hazır olurlar. Fakat büyük velilerde bu mecburiyet yoktur. Çünkü küçük veli Divan'a geldiği vakit, memleketinden kaybolur, asla orada duramaz. Zira Divan'a mevcudu ile iştirak eder. Fakat büyük veliler başkaları ile işi tedvir ederler. Divan'da bulunur ama memleketinden de ayrılmaz. Çünkü büyük veliler dilediği şekle, tavır değiştirmeğe kadirdir. Ruhunun kemalinden ötürü isterse 366 zate girer, 366 yerde bulunur.
23. Divan bazen Abdulaziz Debbağ’ın göğsünde kurulur yalanı . (S.335)
Bir kerre Abdülaziz Debbağ Hz.lerinden işittim.
Fas'ın Habeş kapısında beraberdik. Buyurdu ki:
- Divan dediğin nedir? Orada Divan'ı kuran velilerin hepsi benim göğsümdedir.
Yine bir kerre de:
- Divan-ı Evliya benim bu göğsümde kuruluyor,buyurdu.
Bir kerre de:
- Gökler yerler bana nisbetle ovaya atılmış bir serpinti gibidir, buyurdu.
24. Divana gavs gelmediği zaman Resulüllah teşrif eder yalanı. (S.337-38)
Yine sordum:
-Divan-ı Evliya'da başkanlık eden Gavs, bazen gelmiyor, kayıp oluyor. Bu nedendir?
Buyurdu ki:
-Bunun iki sebebi vardır. Gavs o gün o saatte Cenab-ı Hakk'm müşahedesinde kendinden fânî olmuştur.
O zaman Divan'da hazır olamaz. Yahut da daha yeni tâyin olunmuştur. Kendinden evvelki Gavs yeni ölmüştür. O koca Divan-ı Evliya'ya birden çıkıp reislik yapmak kolay iş değildir. Yavaş yavaş alışacaktır. Onun için ilk defada gelmez. Gavs'ın gelmediği vakitte çok vakit Resu-lullah (s.a.s.) Efendimiz teşrif eder. O zaman Divan ehline büyük bir havf hasıl olur ki, acaba bizden bir hatâ olur mu? diye çok korkarlar. Resulullah Efendimiz böyle uzun zaman Divan'a gelse bütün âlemler yıkılır, onun satvetine dayanamaz. Gavs'ın gelmediği vakitlerde Resulullah Efendimiz beraberinde Hz. Ebubekir (r.a.), Hz. Ömer (r.a.), Hz. Osman(r.a.), Hz. Ali (r.a.), Hz. Hasan (r.a.), Hz. Hüseyin (r.a.) ile Fatımetüzzehra (r.a.) validemizle birlikte gelirler. Fatımatüzzehra (R.ah.) validemiz teşrif ettiklerinde, erkekler içinde oturmaz, Divan'ın kadın velilerinin başında oturur. Bir kere Hz. Fatımatüzzehra validemizden işittim, baktım, babasına salâvat-ı şerife okuyor. Tam lâfzı ile değil de mânâ olarak şu salâvat-ı şerifeyi okuyordu:
Allahümme Salli Âlâ men nıhuhü mihrabil ervah vel melâike velkevn, Allahümme salli âla men hüve imamül enbiya vel mürselin, allahümme salli âla men hüve imamı ehlil cenne ibadullahil mü 'minin.
25. Hiçbir veli divanda kutba muhalefet ettiği için alt dudağını oynatamaz; bütün alemleri divan ehli yönetir yalanı. (S.338-339)
Yine Şeyh Hz.lerine sordum:
- Gavs Divan'a gelip riyaset ettiği vakit diğer velîler ona muhalefet etmeğe kadir olabilirler mi?
-Hiçbir velî, Gavs'a muhalefet için alt dudağım bile hareket ettiremez. Gavs^ı muhalefet etseler, imanlarının selbinden korkarlar.
Yine A. Debbağ HzJeri buyurdu ki:
- Divan ehli toplandığı vakit, o vakitten, yarınki vakte kadar olacakları ittifak ederlerse, gelecekte Allahü Teâlâ'nın kazası hakkında konuşurlar. Ondan sonra gelecek kaza hakkında konuşurlar. Bu velîler süflî ve ulvî bütün âlemlerde tasarruf ederler. Hattâ yetmiş yerde gerisine, üstüne de onun ehlinde de tasarruf ederler. Onların kalplerinde, hatıralarında da tasarruf ederler. Bu tasarruf ehlinin izni olmadan kimsenin havatınna bir şey gelemez. Bu yetmiş perdenin üstünde olan Rık'a âlemi arşın üstündedir. Buralara tasarruf edebilenlerin başka âlemlere tasarrufu hakkında ne diyebilirsin, evlâbittarik ederler.
26. a)Dünyada kediler fareyi yakalayıp yemesi benim iznime bağlıdır yalanı. (S.339)
b)Divan bazen Hira mağarasında toplandığı gibi, başka yerlerde de kurulabilir yalanı. (S.340)
c)Divan meczupların eline geçerse insanlar helak olur yalanı. (S.341)
d)Meczuplara tasarruf selahiyeti verilirse Deccal ortaya çıkar iftirası . (S.341)
Ahmed Ibni Mübarek diyor ki: Benim eshabımdan birinin evlâdını polis yakalamış, babası korkusundan bana geldi. Ben de gittim Şeyh Hz.lerine sordum: Ne buyurursunuz, dedim.
Şeyh Hz. leri buyurdu ki:
- Kedi fareyi benim iznim olmaksızın yiyebilir mi?O halde sen başka şey ne düşünebiliyorsun? Git babasına söyle, hatırını hoş tutsun, hiç tehlike yok, gitsin çocuğunu istesin, verirler, dedi ve dediği gibi oldu.
Hıra Dağı'ndan başka yerde de Divan kurulur mu?
Evet, buyurdu. Bir sene başka bir yerde de toplandı. Bir kere Esa tekkesinde toplandı. Sudan'ın garbi ile Sus arzı arasındadır. Sudan velîleri hazır oldular.
Başka yerlerde de toplandığı olur mu, diye sordum.
Evet, onu geçmemek üzere kısım kısım toplandığı oldu. Fakat ondan fazlasına başka yerler dayanamaz. Çoğu muhakkak Hıra Dağı'nda toplanırlar, dedi.
Meczublar da Divan-ı Evliya'ya girerler mi? Girseler de diğer evliya gibi tasarruf ederler mi, diye sordum.
Abdülaziz Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
Meczublar Divan'a giremezler ve ellerinde de tasarruf yoktur. Meczublara tasarruf etmek selâhiyeti verilirse insanlar helak olurlar.
Peki ne zaman bunlara tasarruf etmek selâhiyeti verilir, ne zaman tasarrufta bulunurlar?
Allah lanet etsin o Deccal yok mu, Onun çıktığı
vakitte iş meczublann eline geçer. O zaman bunlara tasarruf selâhiyeti verilir. Divan'm ekseriyeti meczub velilerden olur. Meczublarda temyiz kudreti yoktur. Onun için yaptıkları işler eksik olur. Deccal de bu yüzden çıkar.
27. Bir meczup çıldırmış şekilde eğlenip oynuyorsa hurileri görmüş ve kendini kaybetmiştir. (S.343-44)
A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
- Meczub olan kimsenin zahiri, gördüğünden müteessir olur. Ne görse aynen çalar, onu yapar. Elinde değildir. Keşfi açılan kimselere Cenab-ı Hak Mele-i Âlâ'dan asaibinden keyfiyeti beyan edilemeyecek haller gösterir. Eğer meczub ise, basiret gözüyle gördüğü bu hallere zahiriyle tâbi olur. Basiretiyle gördükleri de haddi hesaba gelmez. Onun için meczubların halinde bir zaptı rabt, bir disiplin olmaz. Bir meczubu neşelenmiş, çıldırmış bir halde oynuyor görürsen anlaşılır ki, hurileri görmüş ve ken dini kaybetmiştir. Hurilerin hareketlerini kendisi de gösteriyordur. Fakat o kimse muntazam sülük görmüş, sâlik velî ise zahiri gördüğünden müteessir olmaz. Gördüklerinden hiçbir şeyi dışanya aksettirmez. Bunlar sanki defo olmuş bir denizdir. Onun için sâlikler, meczublardan daha mükemmel ve kamildirler. Bunların ecri sevabı, meczub velîlerden üçte bir fazladır. Çünkü sâlik velî Resulullah Efendimizin yolundadır. Resulullah Efendimiz'in zahiri gördüklerinden hiç müteessir olmazdı. Onun için sülük görmüş velileri akıllı görürsün. Meczublarda ise ekseriya akıl yoktur.
28. Allah seni niçin Gavs yarattı yalanı. (S.344-45)
Yine buyurdu ki:
- Divan-ı Evliya'da, bir sâlik büyük evliyanın bir de küçük çocuğu varmış. Biliyor ki, kendisinin varisi bu çocuktur ve celhi olacaktır. Fakat onun ilerde meczub mu, yoksa sâliklerden mi, olacağını bilemiyor. Bir gün çocuğu ile beraber Divan'a geldi ve yerine oturdu. Hattâ diğer veliler bu çocuğu niye getirdin, diye çıkıştılar. O zaman o beni affedin, kusura bakmayın dedi ve Gavs'a giderek: Efendim, şu muhterem cemiyetin hakkı için ve Resulullah hürmetine bu evlâdımın âtisi ne olacak, meczub mu, sâlik mi olacak? diye sordu. Gavs: Bu bilinmez bir şeydir. Çünkü sâlikteki iman nuru aynen meczubda da vardır. Yine marifetullah sülük görende de vardır, meczubda da vardır. Arasında fark hasenat ve derecattadır. Bu ise gaybdır, biz bilemeyiz. Bu olacak iş değildir dedi. O velî tekrar ısrarla Gavs'a dedi ki: Efendim, Allah niçin seni Gavs yarattı. Sen bunları fazlasıyla bilirsin. Çocuğumun halini peygamberimiz hürmetine bana bildir.
Onun üzerine Gavs Hz.leri bana bir bıçak ile bir tahta sopa getirin, dedi. Getirdiler. Gavs çocuğu karşısına alarak bıçakla o ağacı yontmağa başladı. Çocuk da bakıyordu. Gavs ağacı yontarken çocuğa göstererek bir kerre dilini ısırdı, bir kere de dudağını ısırdı. Çocuk da aynı şeyleri yapıyordu. O zaman dedi ki: Al evlâdını, bu ileride mec-zub olacak, çocuğun zahiri gördüğünden müteessir oluyor.
29. Salik bir veli, meczube bir veli ile evlenemez yalanı. (S.345)
Yine A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
Sâlikler meczublardan kaçınırlar. Meselâ, sâlik olan bir velî meczub ile yemek yemez. Çünkü meczub olan diline ne gelse söyler. Sâlik ise bundan kaçınır. Yine aynı sebepten dolayı sâlik velî meczub ile yolculuğa çıkmaz. Yine sâlik velî meczub velînin elbisesini giymez. Çünkü meczub pislikten sakınmaz. Onun elbisesi ile namaz kılamaz. Yine sâlik bir velî, meczube bir velî ile evlenemez. Aksi de böyledir. Meczub sâlikin üzerine Şeyh olabilir. Nitekim çocuk misalinde olduğu gibi. Bazı kere sâlik meczuba Şeyh olabilir.
30. Veliler, başkalarının üzerinde Allah’ın fiillerini görürler yalanı. (S.346-7)
A. Debbağ Hz.leri cevaben buyurdu ki:
- Velîler ve onlar gibi Allah'ın keşif ihsar ettiği zevat başkalarında Allahü Teâlâ'mn fiilini müşahede ederler. Fakat hiç bir mahlûkat kendi fiilini de Allahü Tâlâ'nın yaptığını bilmez, ister velî olsun, ister olmasın. Çünkü kendinden çıkan fiilleri Allah'ın yaptığını kendi bizzat görürse zatı, vücudu dayanamaz, erir. îşte bunun için Cenab-ı Hak vasıtalar halketti. Melekler safi nurdan yaratılmış olduktan için buna dayanırlar. Toprak unsuru onlarda yoktur. Meleklerden başkasında bu hususiyet bulunmaz. Şayet sana Allah keşfi nasib eder ise o zaman göreceksin ki, hiçbir mekân yoktur ki, melek bulunmasın. Melekleri hicabta, arşta, onun üstünde, altında, cennete de, cehennemde de, gökte de, yerde de, denizlerde, mağaralarda, her yerde görürsün, tşte melekler daima böyle mahlûkat ile Allah arasına girdiği için, meleklere iman farz oldu.
31. Allah, Peygambere ne gibi mucizeler vermişse ondan fazlasını velilere vermiştir iftirası. 347-8)
Ahmed ibni Mübarek Hz.leri anlatıyor:
- Bir gün Abdülaziz Debbağ Hz.leri ile beraber konuşuyorduk. Hz. Süleyman (a.s.)'a Cenab-ı Hak insanları,şeytanları, cinleri, rüzgârları musahhar kılmıştı. Onun babası Davud Aleyhisselâm'a d. demiri yumuşatmak mucizesi vermişti de elinde sert demir bir hamur haline gelirdi. İsa (a.s.) yada dilsizleri söyletmek, cüzzamlıları iyileştirmek, ölüleri diriltmek gibi mucizeler vermişti, dedim.Resulullah Efendimiz ise bütün bu peygamberlerin hepsinden üstündür. Niçin Cenab-ı Hak böyle mucizeleri Resulullah Efendimiz elinde ishar etmedi de başka suretlerlemucizeler verdi, diye sordum.
Abdülaziz Debbağ Hz.leri cevap verdi. Buyurdu ki:
- Cenab-ı Hak, gerek Süleyman (a.s.), İsa (a.s.), Davud (a.s.) ve diğer peygamberlere ne gibi mucizeler vermişse ondan fazlasını, ümmeti Muhammedin velîlerine vermiştir, değil Resulullah Efendimize. Onun velîlerine Cenab-ı Hak cinleri de, şeytanlan da, rüzgarı da, melekleri de, hatta bu alemlerde ne görüyorsan hepsini onlann emrine verdi ve yine bu ümmetin velileri dilsizi de konuşturur, cüzzamı da tedavi eder, ölüleri de diriltirler. Fakat bu veliler bunları halka izhar etmezler; gayb işidir. Çünkü halka gösterseler, halk bunlara bağlanır, adeta onlara Allah'tık pâyedi verirler. Neuzübillah Allah'ı unuturlar. Bu velîler Resulullah Efendimiz bereketiyle bu tasarrufları çok yaparlar.Hepsi Resulullah Efendimizin muci-zesidir, küvet oradan gelir. Şeyh Hz.leri bundan sonra bu bahiste öyle esrar söyledi ki, akıllar dayanamaz. Onun için yazmıyorum. (v.â.)
32. Veli, bir anda bütün kafirlerin hepsini ortadan kaldırmaya kadirdir yalanı. (S.348-9)
Yine bir gün A. Debbağ HzJerine sordum. Dedim ki:
- Tasarruf ehli velîlerin kâfirleri helak etmeğe güçleri yeterken niye yapmıyorlar? Halbuki bu Allah'sızlan katletmek farzdır. Âyetler var!
Abdülaziz Debbağ Hz.leri yüzünü bir kerre arkaya çevirdi ve sonra tekrar döndükten sonra:
- Velî, şu anda bütün kâfirlerin hepsini mahve kadirdir. Bununla beraber bir sur vardır ki, onlara dokunmaz. Ancak kâfirlerle harb eden müslümanlar arasında bulunursa diğer müslümanlann harp vasıtasıyle harp eder. Çünkü peygamberimiz de böyle yapmıştır. Bir kere düşman gemileriyle müslüman gemileri harbe tutuşmuş lardı. Müslüman sefinesinde, biri yeni olmuş küçük velî,diğeri kamil büyük velî olmak üzere iki velî de harbe iştirak etmişti. Küçük velî gayrete geldi ve tasarruf kuvvetiyle kâfir gemisini yaktı. Bu tasarrufuna da bir sebep perdesiyle gizleyemedi. Kâfir gemisi bilâ sebep yandı. O zaman büyük velî, küçük velînin yaptığı bu tasarruftan dolayı ceza olarak tasarruf kudretini ondan soydu, aldı. Allah o kâfirleri kahretsin, onlar üzerinde böyle tasarruf caiz değildir. Belki idame-i hayatları hususunda, (Nasıl ki onlara doğuşlarından ölümlerine kadar hafaze melekleri hizmet ediyorlarsa) ancak bu yolda yardım ve tasarruf etmelidirler.
33. Hristiyan kızında konuşan orada Hızır olan velilerin ruhaniyetleriydi yalanı. (S.349-350)
Bir Hristiyan kızı Ay'a bakarak babasına dedi ki: "Baba bunu kim yarattı?" Babası evde bir köşedeki istavrozu göstererek "Bu yaptı" dedi. O zaman çocuk gidip haç'ı alıp boyuna kadar kaldırıp bırakıverince haç yere düştü. O zaman çocuk, "Baba, dedi. Senin gösterdiğin bu haç benim boyum kadar bir havada dahi duramadı, yere düştü. Nasıl o yüksekteki kocaman Ay'ı orada tutabilir?" Babası çocuğa sövdü.
Ben Şeyhime sordum:
“Kız müslüman mı idi?”
“Hayır.””
“Peki bu sözden sonra yoksa hidayet mi geldi?”
“Hayır.”
-O halde bu kadar bir çocuk, bu kadar haklı bir itirazda nasıl bulundu?
-O kız o sözü söylediği vakit bazı hakikat ehli velilerin ruhaniyeti orada hazır idi. O çocuğa baktı ve nüfuz etti. Çocuktan konuşan odur, buyurdu.
34. Veliler kedi, köpek, yılan şekline girebilirler yalanı. (S.351-52)
Ben yine sordum:
-Bu kedi, köpek gibi hayvanlar şeklinde olabilir mi?
-Evet, dedi. Şeytanlar zulmettendir, bâtıldandır. Velîler ise hak ve nurdandır. Zulmet ile nur iki ordudur. Mukadder olanı meydana getirmek için bu zikredilen hayvanlar şeklinde bu ordular tasavvur eder. Meselâ, Zeyd adındaki bir şahsı zehirleyerek öldürmesini Cenab-ı Hak emretmiş ise o velînin ruhu o hane (hayvan) suretine girer, tâ ki, kaderi ilâhi infaz olunur.
Ben dedim ki:
- Velinin ruhunda zehir yok ki, onu nasıl zehirliyor?
Buyurdu ki:
- Zehir dediğin nedir ki? Zehir dediğin velînin himmeti, azimesidir. Velînin himmeti azimesinden bütün eşya müteesir olur.
Yine Abdülaziz Debbağ Hz.lerine sordum:
-Velînin ruhu vücudundan çıkınca vücut ne halde kahr?
Vücut ruhsuz kahr, buyurdu. Eğer velî küçük velilerden ise ruhu gitti mi, vücudu öyle mephut bir torba gibi yığılır, kalır. Vücut bu şey konuşsa ne dediği anlaşılmaz. Büyük velîlerde ise ruhu başka şekle geçse bile vücudu, sanki ruhu mevcutmuş gibi eski hali üzere durur; güler, konuşur, nasihat eder
35. Bir velinin ruhu vücudundan 17 gün ayrılarak tekrar vücuduna geri döner yalanı. (S.352-3)
Yine sordum:
-Bir kimsenin ruhu çıkınca vücut ölür. Nasıl olur da böyle bir kısmında yığılmış gibi, bir kısmında canlı gibi kahr? Bu mümkün mü?
-Ruh çıktığı vakit ruhun eserleri vücutta kahr. Hararet ve bunun gibi eserleri. Ruhun eserleri kaldığı müddetçe de o vücut diridir, ruhun eserleri ancak yirmi dört saat sona tamamen çıkar. Her kimin ruhu böyle 24 saat geçmeden vücuduna dönerse hayat baki kalır. Fakat bu 24 saati geçirirse artık bir daha vücuda dönemez. O zaman ölür. Nice velîler vardır ki, bu şekilde denememiş ve ruhu kabzedilmiştir. Bu halde ruhu kabzedilen velîlere Allah'ın büyük inayeti vardır.
-Efendim, dedim. Biz öyle istiyoruz ki, bazı velîlerin ruhu üç gün vücudundan ayrılıyor, sonra yine vücuduna dönüyorlarmış. Bu anlattığınıza muhalif oluyor!
A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
- Evet, işittiğin doğrudur. Onyedi gün ve daha fazla da kalabilir. Fakat o ruh bedenini bütün bütün unutmaz. Arasıra ona teveccüh eder. Onun için hayatı devam eder, soğumaz ve ölmez. (Bundan sonra bir misal anlattı): Bir kimse tasavvur edin ki, yırtıcı hayvanlar olan bir vadiye girdi. Karıştığı yartıcı hayvanlardan kaçmak için hemen soyunur, kendini oradaki göle atar. Fakat ara sıra oradan elbisesini yoklar, durur, yerinde mi diye. Ruh da böyledir,
36. Bir veli elini istediği bir kimsenin cebine sokar ve oradan istediği parayı alabilir yalanı. (S.353-54)
Yine Abdülaziz Debbağ Hz.lerinden işittim. Buyurdu:
-Tasarruf sahibi velî, elini istediği kimsenin cebine sokar, oradan dilediği kadar para alır, cep sahibi bilmez. Çünkü o velînin eli batınıdir, zahiri değildir. Bir adam komşusunun karısına 5 miskal para emanet bırakarak başka memlekete gitti ve deki ki: "Eğer ben ölmez gelirsem parayı alırım. Şayet ölürsem bu parayı evlâdıma ver." Bir müddet sonra kadın ölüm döşeğinde bu parayı kocasına emanet ederek öldü. Sonra para sahibi avdet edip parayı isteyince kadının kocası emaneti inkâr etti. Emaneti veren de velhilerdendi. Bir şey demedi. Münkir adam bir zaman sonra cebine 5 mıskal para koyarak. Abdülkadiri Tusi ismindeki bir zatın türbesini ziyarete gidiyor. Bu parayı ,da orada mum vesaire harcamak niyetindedir. Giderken parası inkâr edilen velî tasarrufu ile onun cebinden 5 miskal parayı alıyor ve ondan önce türbeye gidiyor. Kadının kocası türbeye varınca o kişiyi orada görür görmez hemen elini cebine atıyor, bakıyor ki, paralan yoktur. Telaşlanıyor. O velî ise gülmekten yerlere yıkılıyor. (İbni Mübarek Hz.leri diyor ki, o emaneti bırakan ve sonra tasarrufu ile cebinden alan velî diye Şeyhimin bahsettiği kimse Şeyhim A. Debbağ Hz.leri idi Nitekim buna benzer bir hadise de Seyyid Ahmed Meccavi ile cemaat huzurunda da vâki oldu.) Yine A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
- Bir velînin alışı ile hırsızın alışı arasında fark nedir? Fark, perde oluşu ve olmayışındadır. Velî Allah'ın emrini görüyor, onun tarafından memur ediliyor, kulun
cebinden alıp hayra sarf ettiriyor
37. Seyyid Mansur Hazretleri kutup olduğu için onun levh-i mahfuzdaki akibetini gördü yalanı. (S.354-55)
İşte onun için fark perdededir. Velilerde perde yoktur. Allah'ın emri ile alıyor, belki ona faydası vardır. Hırsız ise perdelidir. Sırf kendi menfaati için alır. Seyyidi Mansur Mevlâna îkiz Hz.lerinin yanına girdi. Seyyid Beyazıd Bekâri'yi ziyafet ediyordu. Onun malını alıp çıktı. Seyyid Mansur Hz.leri kutup olduğu için onun Levhi Mahfuzdaki akıbetini gördü, Hak Teâlâdan emri telakki etti. Onun üzerine malını alması helaldir. Nasıl mümkün olursa alır. Hırsız ise mahcubdur. Rabbından gafildir. Onun için onun alışı suçtur. Seyyid Abdurrahman Terzuk Hz.lerinin talebeleri bir gün bir öküz bulup getirmişler. O da "kesin öküzü" dedi ve yedi. Yanında Seyyid Yusuf Fâsi Hz.leri vardı. O yemedi. Biraz sonra öküzün sahibi olan kimse geldi ki, o da Abdurrahman Merzuk Hz.lerinin müridlerindendi; "Efendim, onu zaten size sadaka olarak ayırmıştım" dedi. Seyyid Beyazıd Hz.leri de Seyyid Mansur Hz.leri ona "Etinden kes, ver" dese, keser verirdi. Hiç çekinmezdi.
38. a) Resulullah Efendimizle uyanıkken alameti nedir bilelim yalanı. (S.359-61)
b) Müşahede makamına yükselince önce dünya ve onda olanları, sonra denizlerde olanları, 7. kat arza kadar görür; ruhlerı ahirette olan işleri görür yalanı. (S.361-364)
c) Allah fetih nasip eder, keşfini açarsa her cihetten ona yardım eder, onun etini de kemiğini de yakar yalanı. (S. 364-659)
O zahir hocası A. Debbağ Hz.lerinden yine sordu ki:
-Öyle Şeyhler görüyoruz ki, Resulullah Efendimiz'i yakazada uyanıkken görüyorum. Sorduklarımıza cevap veriyor diyorlar. Halbuki ârif-i billâhlar demişler ki: Böyle bir idiya yapanın iddiası kabul olunmaz. Ancak beyyine getirmesi lâzımdır. Onun da isbatı 3000 makamı geçmiş olmaktır. Efendim, Allah seyyidliğinizi idame ettirsin, bunları bize hiç değilse remizle olsun beyan edin de, Resulullah Efendimizle uyanıkken konuşanların alâmeti nedir, bilelim.
A. Debbağ Hz.leri cevap verdi:
-Herkesin vücudunda 366 damar, sinir vardır. Herbir sinir Cenab-ı Hak ne için yaratmışsa o hassayı hâmildir. Basirt sahibi arif ise bu 366 siniri ziyalı, ışık veren bir nur olarak görür. Yalanın da, hasedin de, riyanın da, ücûb, kibir v.s. nin de her birinin birer damarı ve ışığı vardır. Arif olan bir kimse insanlara baktığı vakit her birini, üzerinde 366 fener asılmış, ışıklandırılmış bir âlem gibi görür. Her bir lâmbanın kendine has rengi vardır.
Sonra bu hassaların her birinin de kısımları vardır. Sonra bu hassaların her birinin de kışından vardır. Meselâ, mal şehvetinin aynbir kısmı vardır. Mansıb, mevki şehvetinin de ayrı birer kısımları vardır. Bir kimsenin bütün bu damarlardan, kısımlarıyla birlikte ilgisi kesilmedikçe keşfi açılmaz. Allah bir kuluna hayır murad ettikçe, onu keşfe ehil görürse, o kulunu yavaş yavaş bunlardan keser. Meselâ, yalan söylemek hassasını kesince, o zaman doğruluk makamına erer. Ondan sonra daha ilerliyerek tasdik makamına gelir. Mal şehveti hassasını kestiği vakitte zühd, zahidlik makamına girer. Günah şehvetini kesince tövbe makamında yer tutar, işte böylece Cenab-ı Hak bu kötü hassalardan kurtarıp, ona fetih nasib edip, zatine sırrı da koyunca, o zaman âlemleri müşahede makamlarında yükselir. İlk göreceği şey toprağa mensub olan ecramdır. Ondan sonra ulvi, yüce cürümleri görür. Sonra mura-ni cürümleri görür. Sonra nurani cürümleri görür. Sonra Cenab-ı Hakk'ın ef’ali mahlûkata nasıl nüfuz ediyor, onları görür. Toprağa ait müşahede de derece derece olur. Evvela arz ve onda olanları, sonra ikinci arzı, sonra 3. cü kat arzı, sonra ilâ 7. ci kat arza kadar görür. Ondan sonra birinci kat gök ile kendi arasındaki boşluğu, semayı görür. Sonra 1. ci kat semayı, sonra hakeza yerdeki tertip üzere böylece göklerde yükselir. Ondan sonra berzahı görür ve oradaki ruhları görür. Sonra melekleri, hafaza meleklerini ve âhirette olan işleri görür. Kulun bu gördüğü müşahedelerde rabubbiyet haklarından bir hakkı müşahede vardır. Ubudiyet edeplerinden edep de vardır. Bu müşahedelerde türlü manialar ona arız olur. Allahü Teâlâ'nın bu zayıf kullara rahmeti olmasa en ahmaklar derecesine rücû eder, şaşırır. Bu müşahede makamlarını, onların korkulu yerlerini geçmek, nefislerin hassaları makamlarını geçmekten daha zordur. Çünkü böyle havas, nefsin hassaları makamatının geçilmesi batınidir. Onun için ancak fetihten sonra bilir. Daha önce göremez. Halbuki bu müşahede makamları zahirdir, gözü ile görür. Eğer görüşü safi, basiret nuru tamam olmuş ise, sonunda şekavet olmayan bir rahmetle Allah ona rahmet etmişse, o zaman Cenab-ı Hak ona Seyyidil evvelin vel ahirin olan Resulullah (s.a.s.) Efendimizin rü'yetini nasib eder. Resulullah Efendimizi açıkça görür, uyanıkken müşahede eder. Resulullah Efendimizi gördükte Allah'tan ona öyle imdat, ruhani feyiz gelir ki, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal edemiyeceği nimetlere, saadetlere erer. Resulullah Efendimizi görmek saadetine erdiği vakitte sevinç ve afiyet makamına erer, ona müjdeler olsun. İşte bütün bunlar o nefis hassalan ve bütün müşahede makamlarının hepsini geçtikten sonra olur. Resulullah Efendimizin şemaili mutahharesi ümmeti mütahharesine gizli değildir. Nitekim ulema yazmışlardır. Her kim uyanıkken Re
364 ncü sayfa MEVCUT DEĞİL !!!!
defalar yıkar, suvarır. Resulullah Efendimizden gelen bu nurların bir şubesi de rahmet şubesidir ki, o zulmeti yakar. Böyle olunca o kimse Resulullah Efendimizin zatı şerifini görmek imkânını elde eder. Kulun vücudunda kara noktalar kaldıkça zatı kara olur. O zaman Resulullah Efendimizin zatı şerifini görmeğe takat getiremez, göremez. Bununla, yâni o zatı şerifeden suvarılmak, o kimse zatı şerife gibi kemal bulur, demek istemiyoruz. Aslî hilkatinde kabiliyeti ne kadar ise o kadar alır. Resulullah Efendimizin o nurlu şubelerinden sulanmakla Resulullah Efendimizdeki nurlar boşalır da o kimseye geçer demek değildir. İşte bu müşahede mertebesine erene kadar sayılamayacak makamları geçer. Öyleyse 2000 veya daha fazla mertebeyi geçerse Resullah Efendimizi görür, diyen kimse kendi halinden haber vermiştir. Kendinde daha halan kalmıştır. Çünkü daha bir şube kalmış da müşahede hasıl olmuşsa kemal mertebesini bulmamıştır. Vallahü âlem
39. Şeyh öldükten sonra müridine yardım eder iddiası . (S.366)
A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
-Şeyhi kâmilin himmeti onun Allahü Teâlâ'ya iman nurudur. O iman nuru ile müridini terbiye eder, müridini bir halden diğer hale terakki ettirir. Eğer mürid Şeyhini iman nurundan dolayı seviyorsa o zaman Şeyh ister hazır olsun, ister olmasın, hattâ ölmüş olsun, hatta ölümünden seneler geçmiş olsun, yine o himmet eder, fayda verir. Onun için bütün asırların bütün velîleri Resulullah Efendimizin iman nurundan medet alır, fayda görür. Resulullah Efendimiz bütün velileri terakki ettirir. Çünkü o velilerin Resulullah Efendimize olan sevgileri saf, halis iman nurundandır. Şayet müridin şeyhini sevmesi vücudundan olur da, iman nurundan olmazsa o zaman huzurda olduğu vakit istifade eder, olmayınca da imdat kesilir. O zaman kusur müriddedir. Vallahü âlem.
40. Muhyiddin-i Arabi dedi ki: “ Şeytan Sehl İbni Abdullah-i Tusteri Hz.’ne hocalık yaptı yalanı. (S.373)
Benim rahmetim her şeyi kaplamıştır. Bu âyet-i ke rime umumidir. Allah takyid etmemiştir, takyid eden kullardır, dedi. Şeyh Muhiddini Arabi Hz.leri dedi ki, "Şeytan Sehl İbni Abdullah-i Tusterî Hz.lerine hocalık yaptı. Bu hususta onun muallimi oldu" Ben bunu anlayamadım. Allah sizi me'cur etsin, bana bunu izah edin?
(Ahmed İbni Mübarek Hz.leri suali biraz daha şöyle açılıyor): İblis lânetullahialeyh ile Sehl (r.a.) arasındaki bu muhavere şöyle geçti: İblis dedi ki: "Allahü Tâlâ Kur'an'ında benim rahmetim her şeyi kapladı" diyor. Ben de bir şey'im. Öyleyse ben de rahmete dahilim. Sehl Bin Abdullahi Tusteri cevap verdi ki: "Be lâinj dedi. CE-nab-ı Hak bu âyetin hemen altında şöyle buyuruyor:
Ben bu rahmetimi müttekilere yazacağım.
41. Bu konuya Debbağ’ın verdiği indi teviller. (S.373-375)
Sen o müttekilerden değilsin. Her şeyi diye umumi olan rahmetini, altında, müttekiler diye takyid etmiştir. O zaman İblis de: "Oradaki takyid sizin sıfahmzdır, Allahü Teâlâ'nın sıfatı değildir" dedi. O zaman Sehl durdu. Bu suale cevap vermedi. Muhiddini Arabî Hz.leri buyurdu ki: "Selh'e İblis Şeyhlik yaptı." Şeyh Şarani Hzleri bu hikayeyi zikretti. Fakat cevap vermedi. Bu usmadan, suali soran, şeytanın söylediği doğrudur zannetti. Onun için müşkilâta düştü. Halbuki takyid Allah'tandır, Sehl'den değildir.
A. Debbağ Hz.leri cevap verdi. Buyurdu ki:
- Âyetteki takyid Allah'tandır, halktan değildir. Şeytan ise bu sualiyle bâtıl bir delil irad etti. Doğrusu Sehl'in cevabındadır. iblisinki doğru değildir, îblis lânetullaha rahmet nasib olmayacaktır. Şeytanın diliyle söylenilen bu sözde gerek Sehl Hz.leri, gerekse îbni Arabi Hz.leri şeytanın anlamadığı birtakım incelikler sezdiler. Bu sırlar şeytanın hatırına bile gelmedi. Şeytan bu sözü söylemekle Abdullahi Tusteri Hz.lerinde sakin olan bir noktayı herekete getirdi. Uyuyan bir damarını uyandırdı. Allahü Teâlâ'nın marifetinden büyük bir müşahedeyi anladı. Şeytanın bu sözü onlara daha büyük bir ders, hocalık oldu. Çünkü sofiler keşif nasib olduktan sonra Allah'ı hakikiyle bilirler. Fakat keşiften önceki hallerine baktıkları vakitte, nefislerini sayılamayacak kadar takyidat ile bağlı bulurlar. Allah'ı hakkıyle bilemediklerini görürler. Şeytanın, takyid senin sıfatındandır. Allah'ın sıfatından değildir, sözünden Sehl'e iki halde de ittifat hasıl oldu. Her ne kadar şeytan bu mânâyı murad etmemişti. Böyle olacağını bilse hiç onu söylemezdi, İşte bu, meşayihin işitmelerinin ince bir noktasıdır. Nitekim bir Şeyh müridinin evine gelir, kapıyı çalar, durur. Müridden başka da evde kimse yoktur. Mürid o zaman der ki: "kim o kapıyı çalan? Evde benden başka kimse yok." Bunu Şeyh işitince, bağırarak yere düştü. Mürid bundan bir şey anlamadı. Şimdi bir kimse dese ki, bu mürid "Evde benden başka kimse yok" sözüyle Şeyhine ustalık, hocalık yaptı; bunda bir darlık yoktur, şeyhine hizmet etmiştir, işte bundan şeytanın sözünün bâtıl olduğu, meşayihin de böyle sözlerden işaretler almasının doğru olduğu anlaşıldı.
42. Şeyh evinde kızına “kızım Fatma” dese, mürid de evinde “ ya Fatma “ diye bağırırdı yalanı. (S.380)
Yine Şeyh Hz.leri buyurdu ki:
- Böyle bir muhabbet mürid ile şeyh arasında olması lâzımdır. Çünkü bunun çok faydası vardır. Bu muhabbet bazen fayda, bazen zarar verir. Çünkü muhabbet ateşi parladığı zaman onu bir şey red edemez, mâni olamaz. Bazı şeyhlerin müridi şeyhini çok severdi. Şayh müridin düşüncesinden hiç çıkmazdı. Öyle ki, Şeyh evinde bir iş işlese mürid onu hikâye ederdi, onları görürdü. Meselâ Şeyh evinde kızına kızım Fatma dese, mürid de evinde ya Fatma diye çağırırdı. Şeyh evinde şunu yapın dese, mürid de evinde şunu yapın diye aynen tekrar ederdi. Şu muhabbet sebebiyle bu mertebeye erişen onun mânevi mirasına konar.
43. Mürid gebe kadınlar gibi Şeyhine hamile olur yalanı. (S.382)
Ben(Ibni Mübarek) dedim ki:
-Şeyh
müridi ile beraber, müridin zatında olur,
orada yerleşir diyorlar?
A. Debbağ Hz.leri buyur du ki:
-Bu doğrudur. Mürid şeyhini sevdi mi, Şeyh müridinin kalbine yerleşir. Çünkü müridin muhabbeti kuvvetlendiği vakitte şeyhi cezbeder. Ö zaman şeyh onun vücuduna yerleşmiş mertebesine gelir, müridin vücudu şeyhine mesken olur. Herkes meskenini süsler, ziynetlendirir. Mürid şeyhini kâmil bir muhabbetle severse, şeyh mürid ile beraber, müridin zatında yerleşir. O zaman mürid gebe kadınlar gibi şeyhine hamile kalır.
44. Bütün sevgini Şeyhe hasredeceksin iddiası. (S.384-85)
Yine A. Debbağ Hz.lerinden işittim. Buyurdu ki:
-Müridin vücudundan sır talep eden kısmı, onun toprak olan zatıdır. Şeyhten de sırrı veren onun toprak olan zatıdır. Fakat müridin vücudu, şeyhinin bütün esrarını severse o zaman muhabbetli yalnız turabi olan vücuda inhisar etmez, bütün esrarına muhabeti gider. Onun için bir mürid bütün cehdini bir kısma hasretmemeli, şey hinin bütün varlığına muhabbet etmeli ki, o zaman çok feyiz alır.
Bir gün Fas'ın İbni Amr denilen yerinde Şeyh Hz.leri ile beraberdik. Bana dedi ki:
-Bu, kutup olan Seyyid Mansur Hz.leriyle konuşup tanışmak ister misin?
-Evet, dedim. Sevgiyle, kerametle isterim. Kutup ile tanışmağı nasıl istemem?
O zaman buyurdu ki:
-Peki, sen bana ne dersin? Farzedelim ki, senin baban ve annen senin gibi yüz tane daha sana benzer evlâd doğursa ben bu yüz evlâddan bir tek seni seviyorum. Diğer 99 unu halk gibi telâkki ederim, gözümde yoktur.
Deyince, o zaman gafletimden uyandım. Bütün muhabbetini bana hasredeceksin demek istediğini anladım. Bildim ki, ben bir şey yapmamışım, muhabbet şerik kabul etmez!
45. Şeyh 20 sene kötü yollarda devam etse mürid şeyhini sevmeye devam etmelidir iddiası. (S.387-88)
Bir gün A. Debbağ Hz.leriyle Fas'ın Halid kapısı yakınında beraberdik. Yanımızda bazı kimseler de vardı. Onlar şeyhe çok hizmet ediyorlar, adeta musahhar olmuş gibiydiler. Şeyh Hz.leri onlardan birine dedi ki:
-Beni ihlâs ile, Allah rızası için seviyor musun?
-Evet, seni Allah'ın vechi rızası için halis muhabbetle seviyorum, ne riya, ne gösteriş vardır, dedi.
-Beni bu kadar sevdiğini zannediyorsun. Şayet Cenab-ı Hak şimdi beni selbetse, verdiği feyizleri alsa, sükut etsem yine bu muhabbette devam eder misin?
-Evet, devam ederim, dedi o kimse.
-Yine deseler ki, ben bir çöpçü oldum, düştüm. Yine muhabbetinde daim kalır mısın?
-Evet, dedi.
-Yine işitsen ki, ben iyi halimi bırakmışım da kötü yollara düşmüşüm, boyuna günah işliyorum. Bu halde de muhabbetinde devam eder misin?
O kimse yine. Evet, dedi.
-Peki bu kötü halde 20 sene devam etsem, yine sevmekte devam eder misin?
-Evet, muhabbetime şek ve şüphe girmez,devam ederim,dedi. Bunun üzerine Şeyh Hz.leri o kimseye "Şu halde ben seni imtihan edeyim" dedi. Ben ise o adama
"Sakın imtihana girişme, mahvolursun" dedim. Şeyh Hz.lerine de imtihan etmemesi için yalvardık. Allah'ın sırrına herkes takat getiremez.
46. Şeyh müridinin anası ile bir Yahudi’nin ilişki kurduğunu biliyordu yalanı . (S.391-93)
Diğer bir vak'a olarak A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
-Bir şeyhin sadık bir müridi vardır. Bir gün o müridi imtihan etmek istedi ve ona sordu:
-Beni sever misin?
-Evet severim, dedi müridi.
-Beni mi çok severdin, yoksa babanı mı çok seversin?
-Efendim, seni çok severim, dedi.
-Peki sana desem ki, git babanın kellesini kes getir,
itaat eder misin?
-Efendim, nasıl itaat etmem, derhal yaparım, emredersen bu saatte keser getiririm.
O zaman şeyhi tekrar:
-Peki hemen git babanın başını kes getir, dedi. Herkes uykuya varmıştı. Evin duvarından çıktı.Anası ile babasının yattığı odaya girdi ve gördü ki, babası anasının üstündedir. Babası işini bitirsin diye beklemedi. Hemen o halde iken babasının başını kesti, başı alıp şeyhinin huzuruna getirdi önüne attı. Şeyhi dedi ki:
-Allah, Allah, hakikatse başını mı getirdin? Ben inanamıyorum!
-Evet, efendim, işte bu babamın başı değil mi, babam anamın üstünde iken kestim getirdim.
-Beni aldatıyor, lâtife ediyorsun. Herhalde başka bir başı aldın getirdin, dedi. Mürid o zaman:
-Efendim, dedi. Ben sizin bütün emirlerinizi ciddiye alırım. Lâtife etmem. Bunun üzerine şeyh:
-Bak bakalım babanın başı mıdır? dedi.
Mürid başı alıp baktı, bir de ne görsün, babasının başı değildir! Dikkatle baktı ve:
-Efendim, bu bizim mahallemizdeki bir gavur var dır, onun başıdır,dedi.
Hakikaten o gün müridin babası başka bir yere yolculuğa gitmiş, annesi kocasına ihanet etmiş, bu gâvuru yatağına almış, zina ediyordu. Şeyh efendi bunu keşfen anlıyor ve ona meydan vermeden, hadi babanın başını kes getir, diyor. O zaman mürid anladı ki, şeyhi dağlardan büyük bir dağdır. O zaman şeyhinin sırrına, bu sadakatından dolayı vâris oldu. (v.â.)
47. Yarın kıyamette bana şefaat etmen için sizi süzüyorum iddiası. (S.398)
Yine A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
-Bir kimse bir velinin yanına geldi ve onu şöyle baştan aşağıya bir süzdü. O zaman velî dedi ki: "Nedir oğlum muradın, isteğin nedir?" O Şahıs da dedi ki: "Efendim seni ben ganimet biliyorum. Yarın Kıyamet'e Cenab-ı Hakk'ın huzurunda bana şefaat etmen için sizi süzüyorum." Şeyh Hz.leri bunun üzerine "Bu adam büyük kazanç kazandı" dedi. Bu hikâyeyi zikretti de ihvanlar dediler ki, bu ümmette bunlar var mıdır? Elhamdülillah.
48. Bir velinin keşfi açılırsa kendisini hiçbir mezheple bağlamaz iddiası. (S.408-409)
Sen bil ki: Cenab-ı Hak bir velinin keşfini açmışsa O, hak nedir, bâtıl nedir, sevap nedir, bilir. Kendini hiçbir mezheple bağlamaz. Bütün mezhepler hepsi iptal edilse o velîler tekrar şeriatı ihya eder, bütün kitaplan yazarlar. Nasıl yazmasın ki, Resulullah Efendimiz'i göz açıp yumana kadar kendisinden kaybetmez. Hiçbir an Cenab-ı Hakk'ı müşahededen dışarı çıkmaz. O halde böyle kâmil bir veli başka mü'minlere hüccettir. Fakat başkaları ona hüccet olamaz. O halde keşfi açık bir velinin yaptığı bir hareketi kabul etmeyip inkâr eden ya şeriatı bilmiyor; (Nitekim şimdiki münkirler hep cahildir, kördür. Körler gözü açık olana hiçbir zaman itiraz edemez.) yahut da kendi mezhebini biliyor, diğer mezheplerden haberi yoktur. Böyle bir kimse de öyleyse inkâr etmemeli. Ancak bütün mezhepleri biliyor da hakikat kendi mezhebindedir diye itikad ediyorsa o zaman, eh tenkid etsin. Hiçbir tasvip eden kimse de bu itikatte olamaz. Tasvip edenler her mezhebi hak bilir. Fakat dört mezhebi bilmekle beraber diğer mezhepleri bilmiyorsa o da inkâr edebilir. Çünkü o da cahildir. Nitekim dört mezhepten başka taraftan kalmayan daha çok mezhepler vardır: Süryani Sevri Hz.lerinin mezhebi, Evzai, ata, îbni Cüreye, Ikrime, Buharî, Mücahid hep hak mezheplerdir. Binaenaleyh keşfi açılmış velilerin yaptığı hareketleri inkâr edip, onları tenkid ile meşgul olacağına kendini düzeltsin.
49. Mürşid şeyhine aşırı derecede bağlanınca Şeyh zina ederek müridin aşırılığını önler iddiası. (S.410-411)
Yine Abdülaziz Debbağ Hz.lerinden işittim. Buyurdu:
- Velinin zahirine bakmak ve ölçüyü ona göre yapmak lâyık değildir. Çünkü bu ölçüyle dünya ve âhirette aldanılır. Zira velilerin bâtın yüzünde çok acaip ve garip haller vardır. Sadık bir velinin sadık bir müridi vardı. Şeyhini çok severdi. Cenab-ı Hak onu şeyhinin velayet sırlarına da muttali kıldı. O zaman şeyhine muhabbeti ifrad dereceye vardı. O kadar ki, nerede ise şeyhini peygamberlik derecesine çıkaracak! O zaman Cenab-ı Hak o şeyhi zahiren, sureten bir zina günahını irtikap eder gösterdi. Mürid bunu görünce, itikadındaki ifraddan döndü ve şeyhini tekrar kulluk mertebesine indirdi. O zaman Cenab-ı Hak müridin keşfini açtı. Mürid eğer bu zina suretini görmeseydi, Hak yoldan sapan kâfirlerden olurdu. Resulullah(s.a.s.) Efendimiz'e zahir olan bir çok işlerin sırlarından birisi budur. Hurmaların aşılanması hadisesi gibi. Yine Resulullah Efendimiz bir gün bu gece rüyamda mescidi harama saçımızı sakalımızı traş ederek giriyoruz müjdesini vermişti. Fakat müşrikler mâni oldular, o sene giremediler, ertesi sene girdiler. Rüya gecikti. Bunun gibi. Cenab-ı Hak bunu niçin geciktirdi? Sebebi, eshabın resulullah Efendimiz'i ulûhiyet mertebesine çıkartmama-sı içindi
50. Bir veli kedinin önünde secdeye varması iftirası. (S.417-18)
Hattâ birinde şu hal vâki oldu ki, bir kediyi görmüş kaşınıyor. O zaman veli sel gibi göz yaşı dökmeğe başlamış, kedinin önünde secdeye kapanmış.
A. Debbağ Hz.lerine bunun sırrı nedir? diye sordum. Buyurdu ki: -Ruh Cenab-ı Hakk'ı müşahede eder ve kedideki hareketi yapanın Cenab-ı Hak olduğunu görür, ef'al onundur. Onun için Cenab-ı Hakk'ın huzurunda tevazu ediyor, secdeye kapanıyor, ağlıyor. Zat ruhun yaptığını yapıyor. Halbuki insanlar zannederler ki, bu velî kediye secde ediyor! Bu büyük velîere daima hasıl olur. Aklından kayıp olduğu vakitte ruh dalgalanır. Fakat aklını kaybetmezse akıl ruhun bu taşkınlığına zahirini muhafaza için mâni olur. Onun için büyükler derler ki: Beni efendim taşla dövse, o benim için meyvadan daha azizdir.
Yine buyurdu ki:
-Allah bir kulun keşfini açtığı vakitte, o keşfi açıldığı anda ne halde ise o halde kalır. Keşfi açıldığı vakitte, beğenilmeyen bir halde ise, yine o beğenilmeyen hal ve sanatta kalır. Çünkü o hali, o san'atı terk etmek, halka iyi görünmek hoş görünmektir. Bu ise keşfi açılmış olanlar yanında rakı içmekten kötüdür. Şam civarında Remle şehrinde idim. Orada birini tanıyorum ki, keşfi açıldığı anda halkın ona bakıp güldüğü bir halde idi. Keşfi açıldıktan sonra da o halde baki kaldı. Vaziyetini değiştirmedi. Yine bir kimse biliyorm ki, keşfi açılmadan evvel davulcu idi. Keşfi açıldıktan sonra yine davulculukta kaldı.
Bu bahiste Abdülaziz Debbağ Hz.lerinden çok azîm, kesir esrar işittim. Bu esran bu kitaba emanet etmek lâyık değildir. Vallahü âlem.
51. Debbağ, talebelerinin bütün hallerine vakıftı yalanı. (S.431-33)
Şeyh Abdülaziz Debbağ Hz.lerinin talebelerinin talebeleri ise, A. Debbağ Hz.lerini tanıdıklarından beri başkalarından kalpleri söğüdü ve başkalarını ziyaret etmez oldular. Hattâ bazıları kendilerinin bu ziyaretlerden men edildiklerini hissettiler. Bir müridi anlatıyor:
Bir gün şeyhim A. Debbağ Hz.lerini ziyarete geliyordum. Yolda bazı arkadaşlara rastladım. Bana dediler ki, meşhur Seyyidi Kasım'ın türbesine gidiyoruz, sen de gel. Onlara gitmem demeğe utandım. Birlikte gittik. O zatın türbesine gelince benim karnıma bir ağrı geldi, içeri girdik. Karnımın ağrısı gittikçe arttı. Arkadaşlar sabaha kadar orada kaldılar. Ben de yanlamadım ve sabaha kadar bu sancıyı çektim. Ne vakit ki, sabahleyin türbeden çıktık, sanki hiçbir şey yokmuş gibi sancım kalmadı, hemen kesildi. O zaman bir kaç tecrübemle de anladım ki, bütün bunlar Abdülaziz Debbağ Hz.lerinin tasarrufudur. Ben (A. Ibni Mübarek) derim ki: A. Debbağ Hz.leri-nin âdeti idi ki, talebeleri kendine geldiği vakit, yolda başlarından neler geçti, neler konuştular, ne gibi hadiselerle karşılaştılar, hepsini söylemeden kendilerine haber verirdi. Hattâ onların içinden geçenleri bile boylerdi. A. Dabbağ Hz.lerinin bazı müridlerine bunlardan daha büyük bazı kerametleri görüldü. Şeyh Hz.lerinin o kadar kuvvetli tasarrufu vardı ki, bazı kerre kendisine intisab edecek müridlerini, daha intisablanndan yedi sene evvel onu başkalanna gitmekten men ederdi. Bu hususta A. Debbağ Hz.leri dedi ki:
- Şu vazodaki gülü görüyor musun? Bu gülün sahibi her önüne gelene verip koklatır mı? Çünkü o koklar, o koklarca gül sorar, porsur, atılır.
işte bana intisab edecekleri bildiğim için başkalarına bırakmadım, koklatmadım, dedi.
52. Gördüğün bütün bu adem benim göğsümün içindedir yalanı. (S.434-435)
(Ahmed Ibni Mübarek Hz.leri diyor ki): Şeyh Hz.leri vefat ettikten sonra kabrini ziyarete gitmek isterdim, fakat fırsat bulamazdım. Bir gün rüyamda gördüm. Bana dedi ki:
Benim ruhum kabirde hapis değildir. Belki bütün âlemleri dolaşırım, gezerim. Sen beni nerede istersen bulursun. Hattâ bir mescidin; direğine yaslanıp da Cenab-ı Hakk'a tevessül etmek istersen, beni yanında bulursun, Cenab-ı Hakk'ın huzuruna beraber gideriz. Sonra bütün âleme işaret etti ve ben bütün âlemle beraberim, beni nerede ararsan, nerede istersen bulursun dedi ve ilâve etti. Fakat sakın beni Rabbın zannetme! Cenab-ı Hak gayri mahsurdur. O bütün âlemleri ihata eder. Onu kimse takyid edemez. Ben ise onun bir mahlûkuyum ve ben mahsurum dedi. îşte rüyada da Abdülaziz Debbağ Hz.lerinden işittiğim budur. Yine A. Debbağ Hz.leri haya tında buyurmuştu ki: Gördüğün bütün bu âlem benim göğsümün içindedir. Bazı kerre derdi ki: Bu gördüğün yedi kat gökler ve yerlerin mü'min kulun nazarında ne kıymeti var? Bunların hepsi ovaya atılmış çocukların çenberi gibidir.
53. Yavru kuşun yuvaya sığındı gibi , müritler de Şeyhin meclisine sığınır iddiası. (S.440-41)
Yine kaside sahibi diyor ki: Ey Mürid! Şeyhin huzurunda seccadeni serip de oturma. Çünkü bunda maksadına münafi bir hâl vardır. Zira senin maksudun şeyhe hizmettir. Fakat seccadeni serip oturdun mu, bu senin rahat istediğini iktiza eder. Şeyhinle derecede müsavi olduğunu zannettirir. Halbuki müridin seccade mahalli oturduğu evdir, şeyhinin meclisi değildir. Yavru kuşun yuvaya sığındığı gibi, müridler de şeyhin meclisine sığınırlar. Şeyhin meclisinde nasıl seccadeni serip oturamazsan, onun yanında senin ayrıca meclisin de olmayacaktır. Çünkü bunda da sui edeb vardır. Şeyhe âsi olmak vardır. Ancak senin de terbiyen kemal bulmuş, sana icazet zamanı yetişmiş ve şeyhin sana diğerlerini terbiye etmek için izin ve istiklâl vermişse işte ancak o zaman sen de ayn bir meclis kurabilirsin. Lâkin bunu da şeyhinden ayrıldıktan, başka bir yere gittikten sonra yapabilirsin. Çünkü kasidede (yuvadan uçmuşsa) diye kinaye ile söylemesi buna delâlet eder. Avârifi Maarif sahibi Şeyh Sühreverdi Hz.le-ri buyurdu ki: Müridlerin zahir edeblerindendir ki, şeyhinin bulunduğu yerde mürid seccadesini açıp oturamaz.
54. Divan ehlinden olan Ebul Hasan Ali Sadra Cenab-ı Hakk bana mahlukatın kaza ve kudretini de, mahlukatdaki fiilin esrarını da beni mutlak kıldı iftirası. (S.446-448)
Bu mevzuda Şeyh Hz.lerinden garip bir vak'a da işittim. Buyurdu ki'.
- Mekke'de Hindistanlı Ebu'l Hasan Ali Sadra ile konuştum. Onu garip bir halde buldum. Yürürken adımını atacağı vakitte ayağı havada titrer, tekrar olduğu yere bırakır. Sonra yine kaldırır, tekrar iade eder. Bunu böyle gören zanneder ki, bu delidir! Keza ağzına bir lokma koymak istese götürür, getirir, eli titrer, lokmayı bir türlü ağzına sokamaz. Onun bu halini görenler acır. Yatarken de bu halde tereddütler geçirir. Her halinde, hattâ göz kapağını açıp kapamasında bile bu hal vardır. Ben de bu haline çok acıdım, sordum: Ey Ebu'l Hasan, nedir bu halin? Halbuki Allah seni has kullarından bir velî kılmış. Büyük sâri kullarından, ehli divandansın. Vücudun da sağ ve sıhhatli! Dedi ki: Anlatayım. Allahü Teâlâ mahlûkatında fiilinin müşahedesine beni muttali kıldı. Allah'ın mahlûkatındaki fiilinin sâri olduğunu açıkça görüyorum. Hiçbir şey benden kaybolmuyor. Bundan daha ileri derecede Cenab-ı Hak bana mahlûkatının kaza ve kaderini de, mahlûkatındaki fiilinin esrarına da beni muttali kıldı. Bunları görüyorum ve niçin bunları böyle yapıyor, kaza ve kaderini de biliyorum. Bundaki kader sırlarını da biliyorum. O esrardan bir şey bana gizli kalmıyor! Ondan sonra da bendeki fiiline bakıyorum. Bendeki fiilindeki esrarını Cenab-ı Hak benden gizliyor, perdeliyor. O zaman bende şu zan nasıl oluyor ki Cenab-ı Hak, benim bir şerrim var ki, bana bir gadap edecek ki, bu fiiline gadabını mukarrin kılacak diye bundan sakınıyorum. Acaba benim hangi fiilimde helakim olacak diye şaşıp kalıyorum! Onun için adım atarken acaba bunda mı, diye çekmiyorum, bana mensub olan ihtiyari fiillerimden hepsin korkar oldum. Onun içinden bâtın ve zahirimle Allah'a tazarru eder ve diyorum ki: Ya Rabbi, bu yaptığım fiiller helakime sebep olmasın.
55. Debbağ müridine beni bir dakika hatırından çıkarırsan işte en büyük günah odur. Dinine ve dünyana zarar verecek günah budur iftirası. (S.456-58)
Yine Şeyh Hz.lerinden işittim. Şeyp, müridi için ( La ilahe illallah Muhammedün resulûllah ) kelime-i tevhidi derecesinde mühimdir. İmanı ona bağlıdır. Basireti, keşfi açık olan zevat bunu açıkça müşahede eder. Şeyh Hz.leriyle çok kerre beraber dolaşırdık. Ben onun derecesini bilemezdim. Bana dedi ki:
-Senin benzerin, şehrin surlarının en yükek yerlerinde yürüyen gölgelenmiş kişi gibidir.
Ben bu sözün mânâsını anlayamazdım. Ancak nice zaman sonra anladım da bu sözü hatırıma geldiği zaman beni büyük bir korku ve titreme tutardı. Bir gün kendisine dedim ki:
-İşlediğim işlerden dolayı Allah'tan korkuyorum.
-Nedir o işlediğin işler, dedi.
Ben de o sözünü ve ondan korkarak ürpetiye tutulduğumu anlattım. O zaman A. Debbağ Hz.leri bana dedi ki:
-
Bunlardan korkma. Fakat senin hakkında en büyük günah nedir biliyor musun? Beni
bir dakika hatırından çıkanrsan işte en büyük günahın odur. Dinine ve
dünyana zarar verecek günah budur.
Bir gün ben de kendisine: Efendim, ben hayırdan uzağım dedim. Bana cevaben:
- Bunu kalbinden at. Sen benim yanımdaki menziline bak. Sen ona göre taşınırsın, dedi.
Hakikaten bize ehemmiyetli, ehemmiyetsiz ne arız olursa onu A. Debbağ Hz.lerine anlatırdım. Aynen onu bizden yüklenirdi ve hatırımız hoş olurdu.
Yine A. Debbağ Hz.leri bizimle lâtife eder, gülüşür,
bizden utanmağı giderirdi. Kalbimize gelip sormak istediğimiz şeyleri, daha biz ona sormadan o bize açardı. Bizeder ki:
- Beni şeyh makamında tutmayın, ben sizinle kardeş menzilesindeyim. Çünkü şeyh olarak kabul ederseniz şeyhin edeblerini yerine getirmeğe takat getiremezsiniz. Ben size müsamaha ediyorum. Ben size bütün haklarımı helâl ediyorum. Beni kardeş mesabesinde tutun ki, aramızda sohbet devam etsin. Allah A. Debbağ Hz.lerini en büyük mükafatla mükâfatlandırsın. Vallahü âlem.
56. Türbelerden beklenen şifaların yalanı. (S.462-64)
Abdülaziz Debbağ Hazretleri buyurdu ki:
-On velîden feyiz aldım. Seyyid Ömer ibni Muhammed-ül Havari Hz.leri birincisidir ki, Seyyid Ali ibni Harzem Hz.lerinin kabrinin türbedan idi. Diğeri Abdullahi Bernavi idi ki, kutuplardandır. (Bu zata nasıl mülâki olduğu kitabın baştarafında anlatılmıştı.)
A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
-Benim şeyhim Abdullahi Bernavi Hz.leri 70 küsur Esma-i Hüsna'dan, onların nurlanndan uvanldı.
Diğer bir şeyhi de yine kutup olan Seyyid Yahya Hz.leridir ki, gerek zahirinde, gerek bâtınında, Resulullah Efendimiz'in şeriatına şiddetle tâbi idi. Bütün salih mevtaları ziyaret edenlerin hepsinde tasarruf eder, tevelli eder, ziyaret edenlerin ihtiyaçlanna dikkat ederdi. Allah onların hacetlerinden neyi kaza ederse onlan yerine getirirdi.
A. Debbağ Hz.leri buyuruyor ki:
-Seyyid Yahya Hz.leriyle bazı ölmüş büyüklerin hali, sânı hakkında konuştuk. Çünkü insanlar onlan ziyaret ediyor ve faydalan zahir oluyor. Ziyaret edenlerin hastalan şifa buluyor.
Seyyid Yahya Hz.leri bana dedi ki:
- Ümmeti Muhammed'in Allahü Teâlâ yanında büyük kıymeti vardır. Bunun için bu ümmet, hiç kimse defnedilmemiş bir türbede toplansa, orada büyük bir zatın yattığı kanaati olsa, Cenab-ı Hak sür'atle icabet eder ve onların duasını kabul eder.
Seyyid Yahya Hz.leri bunu söylediği vakitte onun tasarrufu tecelli ediyordu. Ölüler hakkında olduğu gibi, diri velîler hakkında da bu vâki olur. Bir kimsenin halk indinde veliliği meşhur olsa, bu diri velîyle Allah'a tevessü edenin Allah ihtiyaçlarını yerine getirir. Halbuki o kimsenin velayette hiç nasibi olmasa bile. O dua eden halktan kişinin haceti, zamanın kutbu olan, tasarruf ehli olan velîler, o velî olmayan kimseyi velî suretine ikame ederler. Sebebi de bütün zulmet ehli onun etrafına toplansın, duaları kabul ediliyor diye ibadet ve dua etsinler, kurtulsunlar, diye. Misali şu ki: O kimseyi, yâni velî olmayan kimseyi, tasarruf ehli velîler korkuluk kabul ederler. Bir bostan tarlasındaki korkuluktan kaçan kargalar gibi, hakikatte bostan sahibinin yaptığı fiilinden kaçtıkları gibi, oraya dikerlerse zulmet ehlini oraya toplarlar. Orada tasarruf edeni, halk o kimse zannederler, esası bilmezler Onlara bunun esası bildirilemez, çünkü buna takat getiremezler.
57. Debbağ’ın şeyhi Seyyid Mansur denizleri yönetirdi yalanı. (S.464)
Onlara bunun esası bildirilemez, çünkü buna takat getiremezler.
A. Debbağ Hz.lerinden işittim. Buyurdu ki:
-Böyle hakiki kıymeti olmayan bir kimeyi kendineşeyh edinen bir kimse geldi. Gece kendisine tuzak kurulan bir yerden geçmek istiyordu. Şeyhine dedi ki: Efendim, Resulullah (s.a.s.) Efendimiz hürmetine sana geldim. Bu yoldaki tehlikeden beni kurtar. Beni kurtarırsan sana bir hediye de yapmağı vaad ediyorum. A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
-Bu adamın bu yalvarmasını bazı tasarruf ehli velîler işittiler. Resulullah Efendimiz'in ismi şerifine tazim ettiler. Buna hürmeten bize muhakkak bunun isteğini yerine getirmek borçtur dediler ve tasarruf sahibi velî, o adamla bizzat gitti ve onun kalbine ünsiyet verdi, o yoluberaber katettiler. Adam o tasarruf sahibi velîyi görmüyordu. O eşkiyaların da kalbine Allah korku ve uyku ver di, ona bir şey yapamadılar. Bu hal üzerine müridin şüp hesi kalmadı ki, onu kurtaran şeyhi zannetti. Vaktaki yoldan döndü ve şeyhine vaad ettiği dört miskal altını da hediye etti.
A. Debbağ Hz.lerinin şeyhinin birisi de CebaK Ha-did ehlinden ve kutuplarından olan Seyyid Manur İbni Ahmed idi. Deniz işlerinde tasarruf ederdi.
58. Her velinin müridi de kendi bayrağı altında toplanacaktır yalanı. (S.468-9)
A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
- Evliyaullahtan ehli irfan olan zatlar, mahcup olan halka baktıkları vakit onlann içinde zatı tahir ve verilecek sırrı taşımağa kabiliyetli olan birini görünce ona devamlı terbiye ve zikir telkin eder ve ona teveccühten hiç geri kalmazlar. Yüzlerce müridi ona yine yalnız o sim taşıyacak olanı kasdeder. Diğerlerine kulak asmaz. Şeyhe böyle sırra takat getiremeyecekleri biri gelip de ders istese şeyh ondan da imtina etmez. Çünkü kimseyi kafi olarak kestirip atamaz. Binaenaleyh şeyhler her gelene telkin verir. Bu ders verme ve almanın başka bir faydası daha vardır ki, o da âhirette meydana çıkacaktır. Âhiretteki faydası da âhirette Resulullah (s.a.s.) Efendimiz'in elinde (iman nuru) olan Livail Hamd olacaktır. Bütün mahlûkatta Resulullah Efendimiz'in arkasındadır. Keza diğer peyhamber-ler de hep arkasındadır. Diğer ümmetler kendi peygamberlerinin bayrağı altındadır. Diğer peygamberlerin bayrakları da hep Resulullah Efendimiz'in Liva-i Hamd'in-den yardım ve imdad alır. Bu, bütün diğer peygamberlerin ümmetleri Resulullah Efendimiz'in bir omuzunun arkasında ve ümmeti mutahhare olan ümmeti Muhammed de diğer omuzu arkasında dururlar. Resulullah Efendimiz'in arkasında bulunan ümmetinin velîleri, diğer peygamberler adedincedir. O velîlerin de bayrakları vardır. Her velînin müridi de kendi bayrağı altında toplanmıştır. Hepsi de imdadı Resululluh Efendimiz'den alırlar. Keza müridleri de diğer peygamberler gibi imdadı ondan alırlar. Şimdi mürid, intisabtan hilâfet alamayacak dahi olsa kendine telkin yapan şeyhi sebebiyle âhirette dehşetli fayda görür.
59. Debbağ Allah’ı müşahede için bir veliye müracaatı. (S.474-76)
A. Debbağ Hz.leri müşahede hakkında konuştu ve müşahedenin hali, emri çok büyüktür, dedi. Mahlûkatın çoğu müşahededen acizdir. Sebepleri şunlardır diye zikretti ve buna ait kendi nefsinden bir hikâye anlattı. Buyurdu ki:
- Yirmi yedinci sene sonunda Allah'ın bazı velîlerine mülâki oldum. Dedim ki: Efendim, bana dua et Is Allah müşahedesini bana nasip etsin. O veli dedi ki: Onu bırak, Allah'tan bunu isteme, tâ ki Allah sen istemeden versin. Çünkü bu takdirde Allah sana yardım eder, müşahedeye takat getirecek hale getirir ve sana öyle verir. Fakat sen daha olgunlaşmadan bunu istersen ve ısrarla dua edersen, Cenab-ı Hak dua edeni mahrum etmez, senin istediğini verir, fakat korkarım ki, o müşahededen aciz kalırsın. Dedim ki: Sen bana iste, ben takat getiririm. O zaman velî bana dedi ki: O halde insanlar âlemine bak. Bütün bu insanların hepsini iki gözünün arasına topla, oraya sığsın. Evet, dedim; topladım. Şimdi de keza bütün cinleri aynı yere topla. Evet, topladım dedim. O zaman velî bütün âlemleri saymağa başladı. Sonra cennet âlemini, oradaki bütün mahlûkatı zikretti ve keza cehennem âlemini ve mahlûkatını zikretti. Bunları da iki gözünün arasına topla, dedi. Onları da topladım. Ondan onra dedi ki: Şimdi iki gözünün arasına topladığın bu mecmua bak. Şimdi gayret et, bir bakışta bu topladığın mahlûkatın hepsini teker teker görebiliyor musun? Buna kadir olamadım. O zaman bana dedi ki: Sen şimdi bütün bu mahlûkatı müşahedeye takat getiremedin. O hal de buhlan halk eden Halik Sübhane ve Teâlâ'yı nasıl müşahede edeceksin? Bunun üzerine hakikati anladım. Kalp gözüyle ağladım.
60. Bütün alemler ona keşf olursa o zaman ruhun hakikatını anlar yalanı. (S.476-7)
Abdülaziz Debbağ Hz.leriyle, kendisiyle ilk mülâki olduğum zamanlarda Ruh hakkında konuşmuştuk da demişti ki:
-Ruhu akıllı bir kimse ihata edemez. Mahiyetini bilemez. Ancak bütün âlemler ona keşfolursa o zaman ruhun hakikatim anlar. Fakat bazı âlemleri keşfetti de bazılarını keşfetmemiş olursa yine fitneye düşer. Necib bir âlimle otursam ve bana ruh'tan sual etse, ben de onun suallerine cevap versem böyle 4 sene otururuz da ruh hakkında ne suali biter, ne.de benim cevabım biter. Çünkü ruhun şekilleri o kadar çok, o kadar incelikleri vardır ki, bitmez.
Yine A. Debbağ Hz.lerinden işittim:
-Kul Allah'ın kibriya ve azametiyle nasıl olduğuna dair marifetine takat getiremez. (Bunun sebebini bir misalle bize anlattı) : Topraktan yapılmış bir testiye Allah akıl verse de konuşsa ve ona "Seni bu hale getiren, yapan kimdir, onun aklı, idraki, işitmesi, görmesi nasıldır?" denilse o testi buna cevap verebilir mi? Onun için hiçbir mahlûk da asla kendi sânii olan Cenab-ı Hakk'ı zatı üzerine bilemez. Bu acizlik bir hadisin diğer bir hadis hakkındadır. O halde biz hadisiz. Cenab-ı Hak kadîmdir ve sânimizdir. Onu nasıl bilebiliriz! Ne dünyada, ne ahirette hiçbir mahlûk Cenab-ı Hakk'ı hakkıyle ebeden bilemez. Vallahü âlem.
61. Bir velinin Esma-i Hüsna’nın nurları suvandığı iddiası. (S.479-80)
Yine A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
-Bir velîye en güçken çetin olan zaman, Esma-i Hüsna'nın nurlarıyle suvarıldığı zamandır. Çünkü onun vücudu, Esma-i Hüsna'nın tesiriyle müzdarip olur. Zira her isim diğerinin hilafını iktiza eder. Bazı velîler vardır ki, yalnız bir esmanın nuru ile suvarılır ve o isim ağlatıcı ise daima ağlar. Güldürücü ise daima güler. Bazı velîler de vardır ki, iki isimle suvarılır. Bazıları da daha çok esmanın nuru ile.
-Efendim, siz ne kadar esmanın nurlarıyle suvarıldınız? diye sordum. Buyurdu ki:
-Ben 97 Esma ile suvarıldım.
-Şu halde 99 Esma-i Hüsna!
-Çünkü 99'u 100'e tamamlayan ise Esma-i Hüsna'dan sayılmaz. Çünkü insanlar o ism-i Azîm-i Azama dayanamazlar. Bu sebeple ALLAH ismi, esaslara dahil değildir. İsm-i Azîm-i Âzam olan ALLAH ismi ile dua edilirse Cenab-ı Hak icabet eder. O isim hakkıyle istenirse, Cenab-ı Hak verir.
Yine A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
-Benim suvarıldığım Esma adediyle kimse suvarılamaz. Ancak bir kişi müstesna!
-O halde, o da Gavs'tır, dedim.
-Bu esmanın nurlanyle suvarılmak iki kısımdır. Birisi ruh makamında suvarılır. Velîlerin bir kısmı bir esma ile bir kısmı daha fazla esma ile suvarılır. Ruh makamında 100 Esma ile suvarılmak ancak Gavs'a mahsustur. İkinci kısım suvarılmak ise sır makamında olur. Sır makamında 100 Esma ile suvarılmayı mahlûkattan kimse ikmal edemez. Ancak seyyid'ül vücud Resulullah (s.a.s.) Efendimiz suvanlmıştır.
62. Cezbeler, hareketler 4. asırda zuhura geldi iddiası. (S.482-4)
Yine Abdülaziz Debbağ Hz.leri cezbenin sebebi hakkında da buyurdu ki: -Eshabı kiram (r.a.) zamanında bu cezbeler, sallanmalar yoktu. Tabiin ve tebe-i tabiin zamanında da yoktu. Bu üç karin asırların en hayırlısıdır. Hadis-i şerif de buna şehadet eder.
Şeyh Hz.leri dedi ki: Ben bunu açık bir surette söylemi doğru bulmadım. Çünkü ben ümmiyim, dedi. Fakat ben sordum:
-Efendim, bu meseleyi bu günün ulemâsı da soruyor. Resulullah Efendimiz de bunu yaptı mı? Yapmadı derseniz Hz. Ebu Bekir (r.a.) yaptı mı? O da yapmadı ise Hz. Ömer (r.a.) yaptı mı? O da yapmadı ise Hz. Osman (r.a.) yaptı mı? Yapmadı ise Hz. Ali (k.v.) yaptı mı? O da yapmadı ise eshabı kiramdan biri yaptı mı? Onlar da yapmadı ise tabiinden, tebe-i tabiinden yapan var mı? Onlar da yapmadı ise o halde bu üç karinin yapmadığında hayır yoktur, deyip çıkacağız, diye sordum.
O zaman buyurdu ki:
-Bu cezbeler, hareketler dördüncü karinde zuhura geldi. Bunun da sebebi keşfi açılmış dördü veya beş velî, müridleri ile birlikte idiler. Bu velîler bazı kere Allah'ın melek ve cinlerini görüyorlardı ki, o esnada hem dilleriyle zikrediyor, hem de vücutlarıyla sağa sola, öne arkaya sal lanarak zikrediyorlardı. Meleklerin halleri bu velîlerin hayretini mucip oluyor ve meleğin zati hareket ettiği gibi o velîlerin de zatleri harekete başlıyor, taklid ediyor. Me leği böyle gören velî Cenab-ı Hakk'ın müşahadesînde kendinden fani oluyor, şuursuz olarak melek gibi hareket ediyor. Müşahedeleri zayıf olan müridleri de şeyhlerinin bu hallerini görerek ona tâbi oluyor ve taklid ediyorlar. Sonra bu beş şeyh vefat ediyorlar. Fakat diğer ehli olanlar bu hallerini devam ettiriyorlar. İşte böylece kuşaktan kuşağa zamanımıza kadar intikal edip gelmiştir. Şimdi bildin ki, bu iş zikredilen şeyhlerin zâfıdır. Vallahü âlem.
63. a) Kalp gözüyle bakışta 366.000 cüz vardır yalanı. (S.484-6)
b) Kutup 360.000 göz ile bakar yalanı. (S.484-6)
c) Abdulkadir Geylani, Ahmet Rufai, İbrahim Dussuki melekut aleminde toplantı yaptılar yalanı. (S.484-6)
d) Ben daha büyük veliler gördüm ki bütün mahlukat, hayvanlar, haşarat, yıldızlar ve mahlukları, bütün alem küresinin hepsi o veliden imdat alırlar yalanı.
e) Bu veli kainattaki bütün mahlukatın sesini işitir. Bir anda hepsini anlar, hepsine de muhtaç oldukları imdadı verir yalanı.
f) Debbağ gavstır yedi kutup debbağın altlarındadır yalanı.
g) Yedi kat gökleri , yedi kat yerleri, arşı bu vücudumun bir tarafında görüyorum yalanı.
Yine Abdulaziz Debbağ Hz.leri buyurdu ki: - Kalp gözüyle bakışta 366.000 cüz vardır. Bu cüzlerden birisi zahir görüşünün bakışındadır. Diğer cüzler arif vâris-i peygamber olan arifin zatındadır. Arifler olan zat, bu 360 bin küsur gözü ile sanki bizim bu bir gözümüzle baktığımız gibi bu kadar kuvvetli görür. Bu bakış ancak Gavs'a mahsustur ki, onun altında yeti kutup vardır. Abdülvehhab Şarani Hz.leri zikrediyor ki, bir kerre melekût âleminde Abdülkadir Geylani Hz.leri, Ahmed Hüseyin Rufai Hz.leri, Seyyid ibrahim Dussuki Hz.leri toplanmışlar. Oradan dönüşte ibrahim Dussukî Hz.leri Mısır'da kendi meclisinde bunu anlattı. Hazır olanlar buna itiraz ettiler. O da (Beraber bulunduğum bu iki zat şeha-det ederler, öyle değil mi?) deyince Bağdat'ta bulunan Geylâni ile Rufai Hz.leri hemen orada hazır bulunuyorlar; evet dediği doğrudur. Biz melekût âleminde toplantı yaptık diyorlar ve tekrar" kayboluyorlar. O zaman teslim ediyorlar ki doğrudur.
-A. Debbağ Hz.leri bu hikâyeyi anlatarak buyurdu ki:
-Bu hikâyeyi velîlerin en zayıfı yapar. Ben daha öyle büyük velîler gördüm ki, bütün mahlûkat; hayvanlar, haşerat, yıldızlar ve mahlûkları, bütün bu âlem küresinin hepsi o velîden imdad alırlar. Bu velî kainattaki bütün mahlûkatın seslerini işitir. Bir anda da hepsini anlar. Hep sine de muhtaç oldukları imdadı verir. Sonra Cenab-ı Hak o velîye rahmet eder, bir de bakar ki, kendinden bütün mahlûkata dağılan imdad kendinden değil de Resulullah Efendimiz'den geliyormuş! Onu görür. Bunu müteakiben de görür ki, Resulullah Efendimiz'e gelen imdad da Cenab-ı Hak'tan geliyor. Bunu anlayınca o büyük velî nefsini sanki bir kurbağacık görür.
(Ibni Mübarek diyor diyor ki) îşte bu sıfat şeyhimin (k.s.) sıfatıdır. Zamanın Gavs'idir. Yedi kutup A. Debbağ Hz.lerinin altındadır. Bir kerre yalnızken bana söyledi: Yedi kat gökleri, yedi kat yerleri, arşı bu vücudumun ortasında görüyorum. Arşın üstündeki 70 hicabı ve her bir hicabda 70 bin âlem, her iki hicab arabında da 70 bin âlemin üstünde de âlemi bek'a vardır. Bütün bu muaz zam âlemlerdeki mahlûkat hepsi şeyhimin fikrinde bir yeri işgal etmez. Nerede kaldı ki, azalarını teşkil etsin! Allah ona rahmet etsin. Allahü Teâlâ bu velîlerin rızasını bize de rızıklandırsın, bizi de onların zümresinden kilsin. Âmin. Yâ Rabbel Âlemin.
Abdülaziz Debbağ Hz.lerine sordum:
-Resulullah Efendimiz'in mevrusu olan 124 bin zatvardır ki, böyle olunca Gavs hakkında ne olacağını anlatır mısınız? dedim.
Şeyh Hz.leri buyurdu ki:
-Resulullah (s.a.s.) efendimiz'in takat getirdiğine hiçbir kimse, Gavs dahi dayanamaz. Gavs'liğin Resulullah Efendimiz'in vârisi olmasının mânâsı, Resulullah Efendimizde ne fazl-ı kemal var ise aynen ona intikâl etmiştir, demek değildir. Yani Resulullah Efendimiz'den aldığı imdada kadar, kimse Gavs kadar, onun gibi imdada alamaz demektir. Vallahü âlem.
64. Resulullah Efendimizin isminin zikri bereketiyle bu kainat vücuda geldi yalanı. (S.487-88)
(Abdülaziz Debbağ Hz.lerinin, evliyaullahın bize müşkil
olan kelâmlarından bazılarının tefsiri hakkandadır.)
Bu sebeple Şeyh (r.a.) Hz.leri kutb-u kâmil-i vâris-i vasıl olan Mevlâna Abdüsselâm îbni Meşiş (r.a.) Hazretleri'nin salâvatı şerifesinden bize şerh etti:
Allahümme salli âlâ men minhü inşakkatil esrar.
-Allahım! Sol zate salâvat et ki, ondan bütün sırlar inşikak etti demektir. (Şeyh Hz.leri salâvat-ı şerifenin böyle-sini şAbdülkerim Basravi Hz.lerinden naklen şerh etti.) Ce-nab-ı Hak vaktaki yerdeki bereket ve sırlan meydana çıkarmak istedi. Nasıl ki, pınarlar, kuyular, ağaçlar, meyva lar, çiçekleri meydana çıkardığı gibi. Bunun gibi 3 kerre 70 bin melâikeyi arza indirdi. Bu melekler arzı tavaf ettiler. Birinci 70 bin dolaşırken Resulullah Efendimiz'in ismi şerifini zikrederek dolaşıyorlardı. İkinci 70 bin ise Resulullah Efendimiz'in Cenab-ı Hak indinde yakınlığını, yüceliğini zikrediyorlardı. Resulullah Efendimiz'in isminin zikri beretiyle bu kainat vücuda geldi. Arz istikrar peyda etti, göklere zikrettiler, gökler de yükseldi. Âdem oğlunun mafsalları üzerine Resulullah Efendinizin ismini okudular. O zaman Cenab-ı Hakk'ın izniyle mafsallar vücuda geldi. Göz mevzilerine zikerttiler, göz çıktı açıldı, işte Abdüsselam İbni Meşiş Hazretlerinin Inşakkatil esrar lâfzının mânâsı budur.
Ben dedim ki:
- Bu mânâ, delâil-i hayratta geçen şu salâvatlann da mânâlarının aynıdır. Delâil-i hayratta, Ya Rabbi, gece üzerine va'z ettiğin isim sebebi hakkı için ki, o ismi gece üzerine va'z ettiğin zaman gece sükûnet buldu. Yine şol isim hakkı için ki, o ismi gündüz üzerine koyduğun zaman gündüz nurlandı. O ismi gökler üzerine va'z ettin, gökler yükseldi. Arz üzerine va'z ettin, arz istikrar buldu. Dağlar üzerine koydun, sıra dağlar teşekkül etti. O ismi denizler üzerine koydun, denizler kaynadı. Pınarlar üzerine koydun, pınarlar patladı. O ismi bulutlar üzerine vaz ettin, yağmur yağdı diyor.
65. Resulullah’ın nuru, Mart ayında 3 defa hububat üzerine estiği için mahsul verir iddiası. (S.489-490)
A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
-Evet, işte O isim Resulullah, Muhammed (s.a.s.)Efendimiz'in ismidir. Bü^isim bereketiyledir ki, kâinat meydana geldi. Vallahü âlem.
Gavs olan Seyyid Ahmed İbni Abdullah Hz.leri müridine buyurdu ki: Ey evlâdım, seyyidimiz Muhammed (s.a.s.)'m nuru olmasaydı, arzın sırlarımdan bir sır meydana çıkmazdı. Bir pınar yeryüzüne çıkıp akmazdı. Ey evlâdım, Resulullah Efendimiz'in nur, Mart ayında üç defa hububat üzerine estiği için mahsul verir. Bu nur olmasa hiç bir mahsul meyva vermez. Evlâdım, iman itibarıyle insanların en azı sol kimse ki, imanını zatı üzerine dağlar gibi büyük görür. Diğerlerini buna kıyas et. İşte iman yükü ağır olduğundan imanı taşımaktan yorgun düşer. Bu sebaple imanı tamamen sırtından atmak ister. Resulullah Efendimiz'in nuru şerifi imdada yetişir, ona üfler, kuvvet bulur ve iman onu süsler, güzelleştirir. Vallahü âlem.
Yine bir kerre A. Debbağ (r.a) buyurdu ki:
-Resulullah Efendimiz olmasaydı, cennet ve cehennemde insanlar derece derece olmazlardı. Çünkü Cenab-ı Hakk'ın ilmi ezelisinde sebkat etti ki, insanlar Resulullah Efendimiz'in nurunu kabulde tefavüt edecekler. Onların üzerine de bu zuhur etti. İşte mertebelerin böyle değişik alması ve birbirine mübayin olması, Resulullah Efendimiz'den esrarın inşikak etmesinin mânâsıdır. Vallahü âlem.
66. Bütün Enbiya,Asfiya ve Evliyanın hepsinin sırları Muhammed (A.S.)’ın sırrından alınmıştır iftirası. (S.365-66)
Yine men minhü inşakkatü esrar kavlinin şerhi hususunda A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
- Bütün enbiya, esfiya ve evliyanın hepsinin sırlan,seyyidimiz Muhammed (s.a.s.) Efendimiz'in sırrından alınmıştır. Resulullah Efendimiz'in 2 surrı vardır: Birincisi müşahededir. Bu mevhuttur. Cenab-ı Hak ne kadar mevhibe etti ise müşahede odur. ikinci sır da, bu sırdan husule gelen kesb ve kazanca tâbi olan sırdır. Müşahedeyi bir elbise farz edelim, öyle bir elbise ki, hiç bir san'at sahibi yok ki, o elbisede işlememiş olsun! Müşahede böyledir. Müşahedenin sahibi de o elbiseyi giyen gibidir. Şimdi ipekçinin dokuduğu o ipek ipliği içen kimseye Cenab-ı Hak o san'atı bilmeği imdad eder. Dokuma neye mütevakkıf ise Cenab-ı Hak hepsini ona bildirir. Diğer san'at ve hünerler de buna göre gelir, îşte Resulullah Efendimiz'in müşahedesi böyledir. Cenab-ı Hakk'ın iradesinde sebkat etmiş ne kadar maarif varsa hepsini bu müşahede şümulüne alıyor
67. Bütün peygamberler ümmetlerine size gelen bütün yardımlar Muhammed (A.S.)’ dandır bizden değildir iddiası. (S.491-493)
A. Debbağ Hz.leri yine buyurdu ki:
-Resululllah Efendimiz'den mağda meleklere, peygamberlere, nebilere bir göz atsak, onlarda da Resulullah Efendimiz'deki bu müşahede ve esrarın dağıldığım görürüz. Halbuki onlara gelen imdada ve semanın nurlarıyla sulanmak yine Resulullah Efendimiz'in zatı şerifinden vasıl olur. Bu vücutlardaki kan, et, damarlar bulunmasaydı, o zaman hiçbir peygamber Resulullah Efendimiz dünyaya gelene kadar hiç konuşamazdı. Ancak Resulullah Efendimiz emredince konuşurlardı. Hattâ o peygamberler açıkça kendi ümmetlerine: Size gelen bütün imdad âhir zaman peygamberi Muhammed (s.a.s.)'dendir, bizden değildir, derlerdi. Hakikatte de böyledir. Geçmiş bütün peygamberler Resulullah Efendimiz'in vekili ve evlâdı menzilesindedirler. Bütün mahlûkat bunda müsavidir, davet edilmeleri birdir. Geçmiş ümmetler mücerred olmakla, bu dünyadan ayrılmakla yakînen Resulullah Efendimiz'i bilirler. Cennete girdikleri vakitte cennetle onların arasında bir ayrılık vardır. Cennet onlardan kaçınır. Onlara der ki: Ben sizi tanımıyorum, siz Muhammed (s.a.s.) 'in nurundan değilsiniz. Onlar Resululllah Efendimiz'den önce gelip geçmişlerdir. Bununla beraber onlar imdadı kendi peygamberlerinden almışlar, fakat o peygamberleri de Resulullah efendimiz'den imdad almışlardır. Şu halde bütün kâinat Resulullah Efendimiz'den feyiz almıştır.
Yine A. Debbağ (r.a.) buyurdu ki:
- İnsanlarda bu kan ve Cenab-ı Hakk'ın ezeli iradesi olmasa idi, bu vâki olan, dünyada da vücuda gelirdi.
-Efendim, dedim. Bu kan Hakk'ı bilmeye neyemâni oluyor?
68. a) Allah-u Teala’nın ilk halk ettiği Muhammet(A.S.)’ın nurudur iftirası.
b) Bu nurdan kalemi yarattı ve 70 hicabı, levhi yarattı iddiası.
c) Bu nurun kemalinden önce de, ruhları, cenneti, berzahı yarattı iddiası.
d) Resulullah’ın nurundan dünya meleklerini halk etti ve gök meleklerini de o nurdan yarattı iddiası.
Yine A. Debbağ Hz.leri, Abdüsselam İbni Meşiş Hz.lerinin salâvatı şerifesindeki ven felekatil envar kavli hakkında buyurdu ki:
- Allahü Teâlâ'nın ilk halk ettiği Muhammed (s.a.s.) Efendimiz'in nurudur. Ondan sonra bu nurdan Kalem'i yarattı ve 70 Hicab'ı, Levh'i yarattı. Bu nurun kemalinden önce de Arş'ı ruhları, Cennet'i, Berzah'ı yarattı. Cenab-ı Hak Arş'ı nurdan, onun nurunu da mükerrem nurdan yarattı. O nur-u mükerrem, Efendimiz, nebimiz Muhammed (s.a.s.)'ın nurudur. Arşın azameti, kadri izah edilemez. Azîm bir yakut olarak yarattı. Bu yakutun ortasında da cevher yarattı. Bu yakut ve cevher bir yumurtaya benzer ki, beyazdan olan kısmı arşın yakut kısmıdır ve sarısı da cevherdir. Bundan sonra Cenab-ı Hak o cevher-i nuru Muhammed (s.a.s.) ile suvardı. Suvardıkça yakutu yarmağa başladı. Cevheri suvardı. Arka arkaya 07 kerreye kadar Allah'ın izniyle cevhere aktı, suya tebeddül etti, yakutun altına indi. Sonra o arşı yaran mükerrem nur ise, su olarak akan cevhere kadar gücü yetmedi. Allah ondan da 8 meleği yarattı ki, Arşı taşıyan meleklerdir. Onun ağırlığından da rüzgarı yarattı. Rüzgarda büyük bir enerji vardır, cenab-ı Hak rüzgara suyun altına inmesini emretti ve suyun altında sakin olarak suyu taşıdı. Soğuk da suya kuvvet verdi. Su aslına dönmek istedi, döndü. Fakat rüzgârlar onu bırakmadı. Donmada husule gelen çatlaklar üzerine parçalandılar. Ondan sonra da daha büyüğe başladı, 7 mekana ve 7 cihete yayıldı. Cenab-ı Hak bundan da 7 kat yerleri yarattı. Sular o 7 kat yerlerin aralanna girdi ve denizler dondu. Sudan da bir buhar çıkmağa başladı. Ondan sonra birikmeğe başladı. Bu dumandan Cenab-ı Hak 7 kat gökleri yarattı. Bundan sonra da rüzgâr âdeti üzerine azim hizmet etti. Ateş havada arttı. Rüzgârın suyu ve havayı yarmasından, ateş ne zaman arttı ise onu melekler aldı. Halen bugün cehennemin mahalli olan yere götürdüler. Cehennemin aslı da bu oldu. Arzda vücuda gelen o şaklar hali üzerine onu terk ettiler. Göklerin vücuda geldiği o dumanı da hali üzerine bıraktılar.
Havadaki ateşi de aldılar ve her mahalle bıraktılar. Çünkü melekler onu bıraksalardı, o ateş o zaman 7 kat kat yerlerin teşekkül ettiği dumanı da mahvederdi. Suyu dahi yer, içerdi. Bundan sonra Resulullah (s.a.s.)'in nurundan tarz meleklerini halk etti. Cenab-ı Hak arz meleklerine ibaidet etmelerini emretti. Keza gök meleklerini de Resulullah Efendimiz'in nurundan yarattı ve o nura da ibadet etmelerini emretti. Cennet ve cennetteki bazı mevziler bu nurdan halk etti
69. Berzah, levh, kalem , arş, su, cennet, ruhlar, Resulullah’ın nurundan yaratılıp, onun nuru ile suvardı iddiası. (S.495-97)
Berzaha gelince: Yüksek olan yarısı Muhammed (s.a.s.)'ın nurundan yaratıldı. Bondan Levh, Kalem, Berzah'ın yansı, 70 Hicab ve bunlardaki melekler, bütün yer ve gök melekleri vasıtasız Muhammed (s.a.s.)'ın nurundan halk olundular. Fakat Arş, su, Cennet, ruhlar ise Resulullah Efendimiz'in nurundan yaratılan nurdan yaratıldılar. Bundan sonra birde bu mahlûkat, Resulullah Efendimiz'in nurundan suvarıldılar. Kalem'e gelince bu 7 defa azim suvarılmakla suvarıldı. Çünkü Kalem, mahlûkatın en büyüğüdür. Öyle ki, Kalem'in nuru açılsa, arz parça parça olur, kül haline gelir. Su da 7 kerre survarıldı. Fakat Kalem'in suvarılması gibi değil. 70 perdeler ise daima su-varılmaktadır. Arş iki kerre suvarıldı: Bir kerre yaratılışı nın başında, ikincisi de yaratılması tamam olunca. Cennet de böyledir. Bunun sebebi, zatını tutması içindir. Peygamberler ve geçmiş ümmetlerdeki mü'minler de, yine ümmeti Muhammed'iyeden bir kısmı 8 kerre suvarıldılar, insanların bu suvarılmalarının 1. si Allahü Teâlâ bütün ervahın, nurunu yarattığı anda âlemi ervahta Resulullah Efendimiz'in nuru ile suvardı. 2. si, ruhları tasvir ettiğinde suvardı. 3. cü suvarılma, elestübirabbiküm' de bütün enbiya ve mü'minlerin ruhlarından bu hitabete icabet edenler Resulullah Efendimiz'in nurundan suvarıldılar. Fakat bu ruhların bir kısmı çok suvarıldı, bir kısmı da nuru az içti. Bu sebeple mü'minler arasında dereceler tefavüt etti. Fazla suvarılanlar evliya oldular, az içenler de avamdan oldular. Kâfirlerin ruhlarına gelince onlar o nuru Muhammed'iden içmeği hoşlanmadılar çekindiler. Fakat baktılar ki, içen mü'minlerin ruhu ebedi saadete nail oluyor, pişman oldular ve suvarılmak istediler. O zaman zulmetten suvarıldılar. Allah korusun. 4. sûsuvarılma ana karnında, vücudun tasvirinde ve mafsallar terkip edilirken, göz yaratıldığı vakitte oldu. Bu suvarılma olmasa insanın mafsalları yumuşamaz, kulakları açılmaz ve gözleri meydana çıkmaz. 5 si suvarılma, annesinin karnından çıktığı vakit doğduğunda olur. Bu da ağzından yeme ilham olunsun diyedir. Yoksa bu suvarılma olmasa insan asla ağzından yiyemez. 6. suvanlma, ilk anasının memesi ni emdiği vakitte, memeyi tutması anında olur. Yine o nur-u kerimden suvarılır. 7. si, o insana ruh üflendiği vakitte suvarılır. Bu suvarılma olmasa asla ruh o vücuda girmez. Bununla beraber yine ruh oraya güçlükle sokulur. O ruhu o bedene sokmak için melekler çok yorgunluk çekerler. Allah'ın emri olmasa o ruhu o vücuduna ruhu sokmağa müekkel olan melekler şuna benzer ki, bir padişahın küçük bir kölesi vardır ve onu bir paşasını hapsetmesi için gönderiyor. Paşanın irilik ve azameti karşısında köleye baktığımız vakit bu ufacık köle bunu nasıl yapabilir diye insan hayret eder. Fakat diğer tarafdan padişaha baktığımız vakitte o padişah hem o kölenin hakimi, hem de paşanın hakimidir. Bütün Teb'aya hükmeden o padihşahtır. Onun emriyle her şey yapılabilir, işte bunun gibi melek, ruhu vücuda sokmak istediği vakit, ruhta büyük bir sıkıntı, çırpınma olur, büyük feryatlar koparır. Ruhun başına geleni ancak Allah bilir. Vallahü âlem. 8. suvanlma da Baas adındaki Kıyamet koptuktan sonra diriltildiğimiz zaman olur ve Resulullah Efendimizin nuru kerimeyle, vücudunu tutabilsin diye suvarılır.
70. Herkez takatı nispetinde suvarılır iddiası. (S.497-98)
Bu sekiz defa suvarılmaya bütün peygamberler, geçmiş diğer ümmetler, mü'minler iştirak ederler. Fakat aralarında fark vardır. Zira peygamberlerin suvarılmasına diğer insanlar takat getiremezler. Herkes takati nisbetinde suvarılır. Fakat ümmeti Muhammed ile diğer peygamber lerin ümmetleri arasındaki farka gelince, ümmeti Muhammed'i suvaran Kerim nur, Resulullah Efendimizin zat-ı tahirine girdi, O vücutta o nur daha kemal kazandı ki, onu anlatmağa tarif yetişemez. Ondan ümmeti Muhammed'i suvarmakla çok feyiz verdi. Diğer ümmetleri suvaran nur böyle değildir. O vücudu şerifine girmedi. O nur ancak ruhunun sırrım aldı, o kadar. Bu sebeple ümmeti Muhammed çok kemal buldu, en hayırlı ümmet oldu. Elhamdülillah.
Diğer mahlûkat da yine bu nur-u kerim ile suvarıldı. Yine Abdülaziz Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
-Âdem (a.s.) yeryüzüne inmeden önce, ağaçlar meyvalarının ham iken dökerdi, kemale getiremezlerdi. Fakat vaktaki Cenab-ı Hak Âdem (a.s.)ı yere indirince, ağaçların meyva vermesini murad etti. O zaman ağaçları Resulullah Efendimizin nurundan suvardı, İşte ondan beri ağaçlar meyva verir. Kâfirlere de Resullalh Efendimizin nurundan faydası oldu. Çünkü onlar da daha ana karnın da tasvir edilirken bu nur ile suvarıldı. Keza ruh üflenir ken, meme emerken suvarıldılar. Bu suvarmalar olmasaydı daha o zaman cehennem çıkar, onları yer, bitirirdi
71. İsa,İbrahim,Musa bu nurdan içtiler iddiası. (S.499-500)
Yine bir kerre A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
-Peygamberler Resulullah Efendimizin nurundan suvarıldılar ama, o nuru tamamen içemediler. Çünkü o nur-u mükerremin çok renk ve kısımları vardır. Herkes istidadı nisbetinde içti. İsa (a.s.), o nur-u mükerremden içti ve Gurbet makamını elde etti. Gurbet makamına gelen bir kimse daima seyahat eder. İbrahim (a.s.) da o nurdan içmesi sebebiyle ona müşahede-i kâmile makamları hasıl oldu. İbrahim (a.s.) bir kimse ile konuştuğu vakit ona yumuşak ve büyük bir tevazu ile konuşur. Konuşan kimse kendine tevazu ediyor zanneder. Halbuki İbrahim (a.s.) Allah'a tevazu ediyordu. Musa (a.s.) da o nur-u mükerrerden içti, kadri takdir edilemeyecek derecede Cenab-ı Hakk'ın ata, himmet ve müşahede makamını ihraz etti. Hakeza sair enbiya ve melekler de böyledirler
72. Berzah nuru ise , Resulullah Efendimizin nurundan imdad alır iddiası. (S.501-503)
Yine Abdülaziz Debbağ (r.a.) buyurdu ki:
-Güneşin, ayın, yıldızların nuru da berzah nurundan yardım alırlar. Berzah nuru ise Resulullah Efendimizin nurundan imdad alır. Âdem (a.s.)ın yaratılması yakınlaştığı vakitte, orada nurlar zahir oldu. Yer ve dağlar yaratıldıktan sonra ruhlar ve melekler Allah'a ibadete başladılar. Bunlar daha ayrılmadan güneş, ay ve yıldızların nuru parladı. O zaman yeryüzünde bulunan melekler güneşin nurundan, gecenin karanlığna kaçtılar. Geceler gündüz oldukça onlar da güneşten kaçtılar ve dünya yuvarlak olduğu için ilk kaçtıkları yere geldiler. O zaman onlara dehşetli bir korku geldi ve güneşin çıkışını büyük bir iş için yaratıldı zannettiler. Her arzdaki melekler o arzda toplandılar. Berzahtaki ruhlar ve gökteki melekler yerdeki meleklerin toplantı yaptıklarını görerek onlar da arza indiler. Beni Âdemin ruhları da 1. kat meleklerle beraber durdular. Vaktaki güneş ilk merciine rücû etti ve bir şey husule gelemedi, tehlike çıkmadı. O zaman emin oldular ve hepsi de merkezlerine, vazifelerine döndüler. Sonra her sene böyle toplantı yapmağa başladılar, îşte Kadir Ge-ceşi'nin sebebi bu oldu. Vallahü âlem
73. Hakk Teala’nın 366 sırrı vardır ve muradı vechile mahlukatına taksim edilmiştir iddiası. (S.502-3)
Yine Şeyh (r.a.), Abdüsselam' Meşiş Hz.lerinin salâvatı şerifesindeki Ve Fihi İrtakatül Hakaik kavli hakkında buyurdu ki:
- Buradaki hakikatlerden murad Hak Teâlâ'nın sırlandır. Bu 366 sırdır ve muradı veçhile mahlukatına taksim edilmiştir. Faydası da Allah'ın hakikatlerinden bir hakikattir. Her bir Hak Cenab-ı Hakk'a bağlıdır. Yine bu faydasıyla Resulullah Efendimiz öyle bir makama yüceldi ki, başkası ona erişemedi. Başka bir mahlûkata böyle faydası dokunmamıştır.Misal olarak bu sırdan bir nebze Arz'da vardır. Ehli müşahade olan velîlerde de yine bu esrardan bir sır vardır. Onlar da göz açıp yumuncaya kadar dahi o sır yüzünden, Cenab-ı Hak'tan gaflete düşmezler. Sıddîklerde de bu pırdan bir sır vardır ki, o da sadakattir. Bu sadakattir. Bu sadakat sırrı da Resulullah Efendimizde takat getirilemeyecek birmertebededir.Keza keşif ehlinde de bu sırdan, Hak Teâlâ'yı hakikati üzere bilmek sırrı vardır. Hülasa hakikatlerde yücelmek, Cenab-ı Hakk'ın nurlarından suvarılma miktarınca olur. Hakikatler de Resulullah Efendimizde o dereceye yükseldi ki, hiç kimse o hakikatlere takat getiremez. Vallahü âlem.
74. İbn-i Faris: “ Biz habibin zikrini yaparak aşk şarabını içtik iddiası. (S.511-512)
Şeyh Abdülaziz Debbağ Hz.lerine İbni Faris Hz.leri-nin şu kasidesini sordum. İbni Faris Hz.leri demiş ki: (Biz habibin zikrini yaparak aşk şarabını içtik, bağ çubuğu daha yere konmadan önce sarhoş olduk.)
A. Debbağ (r.a.) buyurdu ki:
- Bu, âlemi ervahta olan bir şeye işarettir. Habib'ten murad Resulullah Efendimizdir. O âlemde Resulullah Efendimizin zikri müşahede-i tâmme husulüne sebeptir. Bu müşahedeye nail olan ruh, bu müşahededen başka bir-hale terakki eder de, o halette bütün marifet, esrar hepsi değişir, azîm bir kuvvet husule gelir ve bütün nurları yarar. Birinci hali sanki hiç bilmemiş gibi, onlardan kesilir, yükselir. Şu 3 umur sebebiyledir ki, 1. aşkı muhabbette devam bir halden diğer hale geçmeğe sebeptir. 2. bu aşkın devamı ilk halinden kesilmeğe sebeptir. 3. bu müşahedenin devam edip yükselmesi onun şecaatini, teşebbüsünü artırır. Bu muhabbet devam ettikçe herşeyi hakir görür. 'Hak Teâlâ'nın müşahedesiyle Habibinin zikrine bir cür'et ettik ve o zikir sebebiyle Allah'tan mağda sair mahlukat-tan kesildik, sırf Allah'a bağlandık, sarhoşluğumuz budur" demektir. (Bağ çubuğu yaratılmadan önce) demek de "Bu âlemi ervahta oldu. Halbuki bağ çubuğu dünyada yaratıldı. Ruhun suvarıldığı bu müşahede, Resulullah Efendimizin zikri sesebiyle oldu. Lâkin, o müşahede ruhtan zaten sirayet etti, fakat o vücut dünya şehvetlerine düşünce, o zaman ruhtaki o müşahededen kesildi. Ama o şahıs habibi zikre devam edince, ruhda alemi ervahta müşahede ettiği o hal vücuda iniyor ve yavaş yavaş o vücudun dünyaya bağlılığını çözüyor. Ta ki, o vücutta yukardaki 3 umur husule geliyor. O zaman bu unsur, vücud halden hale intikal ediyor, ilk halden kurtuluyor ve Allah'tan gayrısından kesiliyor. Ona bağlanıyor" demektir.
75. a) Resulullah’ın nurunun hepsi toplanıp arş üstüne konsa arş erir iddiası. (S.512-513)
Debbağ (r.a.) dan işittim. Buyurdu ki:
-
"Bu mükevvenatın bir kapısı vardır ki,
oradan girilir, o kapı da Resulullah (s.a.s.) Efendimizdir" diye söyleyen
velîye taaccüp ediyorum. Mahlûkattan hiçbir
mahlûk, Resullah Efendimizin nurunu
taşımağa takat getiremez. Her kim
daha bu kapıdan aciz olursa, başkasına
nasıl takat getirebilir! Meğer ki, başka
kapıdan girsin. O
zaman onun keşfi, keşf-i şeytani ve
zulmani olur.
Yine buyurdu ki:
-
Şunu bil ki, bütün mükevvenat hepsi, arş,
ferş,gökler, arzlar, cennet,
hicablar ne varsa hepsi toplansa yine hepsinin Resulullah Efendimizin
nurundan bir parça
olduğunu bulursun. Resulullah Efendimizin
nurunun hepsi toplanıp arş üzerine
konsa, arş erir. Bütün mahlûkat da
toplansa ve üzerlerine Resulullah Efendimizin nur-u azîmi konsa, bütün bu
mahlûkat da paramparça olurlar. Onun nuru
böyle olunca, o kainatı doldurur diyen neden
demiş! Onun nuru böyle olunca düşünün ki,
zatı şerifi daha ne mertebededir.
Onun nuru berzah kubbesine kadar suud eder. Burada, (mükevvenatı doldurur)
diyenin kevneynden maksadı, nur-u
muazzamın bulunduğu berzah mevziinin
haricinde gökle yer arasını da doldurur, demeği kasdetmiştir. Yani nuru ile
doldurur, zatı ile değil. Nitekim
güneş gibi. Onun nuru nerede, Mustafa (s.a.s.)ın nuru nerede! Çünkü, o
nur gündüz ortasında bir fitil mesabesindedir.
Güneşin nuru da Resulullah Efendimizden-dir. O halde (ekvanı doldurdu) demek ne
söz oluyor?
b) Nuru bütün mahlukatta toplansa bütün mahlukat paramparça olurlar iddiası.
76. a) Denize giren biri bir saat sonra denizden çıktığı vakit , sahilde onu bekleyen arkadaşı “ sen geciktin, nerede kaldın” sorusu. (S.514-515)
b) Ona cevaben : “Ben şimdi Mısır’dan geldim. Orada şu kadar ay kaldım, orada evlendim, evladım da oldu” dedi yalanı.
c) Debbağ da şunu anlattı : “Kuşluk namazı vaktinde bir şahıs gördüm ki, hiç evlenmemişti. Öğle vakti oldu, o yere geldim, o şahıs ölmüş, oğlu yetişmiş ve babasının sanatında yerini tutmuş, Halbuki kuşluk vakti daha babası evlenmemişti” yalanı.
d) Debbağ, “annem öldükten sonra bana bir uyuklama hasıl oldu. Ölene kadar başıma geleceklerin hepsini gördüm.” Yalanı.
Abdülaziz Debbağ Hz.lerine şu kimseyi sordum ki:
-
Denize giren biri bir saat sonra denizden çıktığı vakit, sahilde onu bekliyen
arkadaşı "Sen geciktin, nerede kaldıysa Cuma namazını geçirecektik" dedi de ona
ceva
ben: "Ben şimdi Mısır'dan geldim. Orada şu kadar ay ikamet ettim. Evlendim,
orada evladım da oldu" dedi. Bu sefer arkadaşı ona bunun keyfiyetini soruyor,
taaccüb edi
yor, işte, efendim, dedim. Bütün saatler güneşe tabidir.Ay da bidir. Halbuki
denize dalanın üzerinden aylar, seneler geçiyor, evleniyor, çocuğu oluyor. Bu
muhal olmak
lâzım gelir. Bu nasıl mümkündür? Biri Mısır sahili, biri Dicile sahili, ikisinin
de güneş ve saatleri bir. Niçin birinin bir saat müddeti geçiyor da, diğeri için
seneler geçiyor?
Bu bir keramettir, inanıyoruz ama kavrıyamıyoruz. Tayı zaman, tayyı mekan gibi
değildir. Bu hikâyeyi de pek çok kişi naklediyor. Kıyamet'in bir günü bizim
dünyamızdaki
senimizle 50.000 sene gibi uzun olacak. Mümine göre ise bu 50.000 sene bir saat
gibi gelecek, iki rek'at namaz gibi gelecek.Bunlara da delil oluyor, demişler.
Muhaddis Ibni
Hacer bunu Feth kitabında hesapetti. Vallahü âlem.
Abdülaziz Debbağ Hz.leri cevap verdi. Buyurdu ki:
- Allahü Teâlâ'yı bir şey aciz bırakmaz. Bu hikâye sahibinin ikisine de ayrı ayn zaman halkeder. Birine bir saat gibi gelir, o birisine denize dalınca denizi görmekten perdeler. Nitekim Cenab-ı Hak meleği görmekten bizi perdelemiştir. Melek daima bizimledir ama göremiyoruz. Ben bu hikâyeden daha garibini gördüm. Kuşluk namazı vaktinde bir şahıs gördüm ki, hiç evlenmemişti. Öğle vakti oldu. O yere geldim, gördüm ki, o şahıs ölmüş. Oğlu yetişmiş ve babasının san'atında yeri tutmuş. Halbuki kuşluk vakti daha babası evlenmemişti.
Bu anlattığımız cin midir, insan mıdır? dedim.
Ne
insandır, ne de cin'dir. Allahü Teâlâ'nın öyle
âlemleri vardır ki, sayılamaz.
Yine A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
-
Annem öldükten 11 sene sonra çok garip bir hadise ile karşılaştım. Annemin
vefatından sonra babam başka bir kadın ile evlemiş ve o kadına bir de cariye
tutul
muştu. O cariye ödü. Ben bundan üzüldüm, halim değişti. Bana bir uyuklama hasıl
oldu. Ölümüne kadar başıma neler gelecekse hepsini o halde iken gördüm. Öyle ki,
hangi şeyhlere mülaki olacağım, kimlerden feyz alacağım,hangi kadınla
evleneceğim, ne kadar sonra ilk evladım.Ömer doğacak, sonra evladım İdris'in
doğumunu, onun
da akika kurbanını kestiğimi, sonra kızım Fatıma'nın doğumunu, sonra keşfimin
açıldığını velhasıl hepsini bütün ömrümü gördüm. Halbuki ben yatmış uyumuş
değildim.
77. Bir arif sulak bir yere geldi ve hoşuna giderek Cenab-ı Hakk şurada bir şehir yaratsaydı diye düşündü, tekrar oraya geldiğinde o şehrin kurulmuş olduğunu gördü yalanı. (S.516-517)
Yine Abdülaiziz Debbağ (r.a.) buyurdu ki:
- Ehlullahın hatırı için Cenab-ı Hak, onların hatırlarına kalblerine gelen şeyleri husule getirir. Nitekim bir arif bir gün giderken çayırlık, sulak bir yere geldi ve hoşuna giderek temenni etti ki, ne olurdu Cenab-ı Hak şurada bir şehir yaratsaydı! Camiler olsaydı da burada Allah'a ibadet edilseydi, diye düşündü. Allah meleklere emretti, insan suretinde indiler. Allah şehre de (Ol) emrini verdi ve derhal orada istediği gibi bir şehir oldu. O arif kimse tekrar o mevkiye geldiği vakitte temenni ettiği gibi bir şehir kurulmuş gördü ve Allah'a hamdetti. Cenab-ı Hak o arif kişinin hatın için o şehri onun ölümüne kadar orda bırakır. O öldükten sonra her şey aslına döner. Nitekim Mühiddini Arabi Hz.lerinden hikâye edilir ki; "Mevziinden başka bir yerde ben cenneti gördüm" demiştir. Gerek mekanlarda gerek zamanlarda o ariften daha şerefli bir şey yoktur. Allah o müşahede üzerine onu sevaplan-dınr. Arifin o cihetinde Allah ona bir cennet hal keder ve arif zanneder ki, cenneti mevziinin gayrisinde görmüştür. Halbuki o hakiki cennet değildir. Cenab-ı Hak onun hatm için onu orada yaratmıştır. Vallahü âlem.
Yine bu ruculün nazarında Cenab-ı Hakk'ın bu şehri, bu melekleri yaratmasının hakikatini de Abdülaziz Debbağ (r.a.) dan işittim. Buyurdu ki:
- Seninle benim aramdaki şu hava'ya bak!
- Evet, bakıyorum, dedim. Parmağıyle bir yeri işaret
etti.
- Cenab-ı Hak şu
parmağın kadar yerin havasına emreder
ve aramızdaki mesafeyi doldurur. Sonra Cenab-ı
Hak bu parmak kadar havayı hem genişletecek
hem de
bunda müteaddit renkler yapacak.
Birinci havayı, bu ikinci havadan da
perdeliyecek ve o havada bulunan her şeyden bu genişletip renk renk yaptığı
havayı perdeliye
cek. Sonra birinci havanın bir parçasını alır ve o bir parçayı
da ilk havadan perdeleyecek, ikinci havaya dahil edecek,
ona acaiplikler gösterecek, sonra tekrar oradan çıka
rıp birinci havaya iade edecek, îkinci
havayı da bütün varlığı ile beraber
giderecek. Rabbımız Azze ve Celle buna kadir değil midir? dedi.
78. Cebrail yüzbin yaşasa ve sonsuz yaşasa Resulullah’ın bildiği marifetin dörtte birini öğrenemez iddiası. (S.517-520)
Yine Abdülaziz Debbağ (r.a.)a, İmamı Gazali'nin ihyayı Ulûm kitabının tefekkür bâbındaki bir sözünü sordum: Gazali Hz.leri İhyayı Ulûm'undan demiş ki: "Cebrail (a.s.) Resulullah (s.a.s.)den daha çok bilir." Ne buyurursunuz?
A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
- Cebrail (a.s.) yüz kerre yüz bin yaşasa, daha sonsuz yaşasa yine Resulullah Efendimizin bildiği marifetin dörtte birini öğrenemez. Nasıl olur ki, Cebrail (a.s.) Resulullah Efendimizden fazla bilebilir. Çünkü, Cebrail (a.s.) Resulullah Efendimizin nurundan yaratıldı. Gerek Cebrail gerek sair melekler hepsi Resulullah Efendimizin nurundan birer parçadırlar. Cenab-ı Hak ile Habibi arasındaki sohbetde araya ne Cibril girer, ne başkası girer. Peygamberimiz Cenab-ı Hakk'tan imdad alır. İşte o zaman Cenab-ı Hak Habibine, onun celâline ve Resulullah Efendimizin makamına lâyık öyle atiyeler ihsan ederler ki, hiç kimse o semte yaklaşamaz. Cebrail (a.s.), bütün melekler, bütün velîler hepsi fetih sahibidirler. Hatta çinililer bile bilirler ki, Cebrail (a.s.) irfanda, marifette ne makamlara rişti ise Resulullah Efendimizin sayesindedir. O kadar ki, Cebrail (a.s.) bütün ömrü uzunluğunca yaşasa, fakat Resulullah Efendimize erişmese idi ve o ilmi tahsile bütün gayriyle koşsa idi, Resulullah Efendimize erişmese idi ve o ilmi tahsile bütün gayriyle koşsa idi, Resulullah Efendimizin sohbetiyle nail olduğu ilimden en cüz'i birisini dahi elde edemezdi, erişemezdi. Cebrail (a.s.) Resulullah Efendimize hizmet için ve zat-ı şerifinin muhafızı olarak yaratıldı. Resulullah Efendimizin zatı şerifi de Âdem (a.s.) gibi topraktan yaratıldı. Toprak ise ancak kendine uygun olan ile ülfet eder. Bu sebeple Cebrail (a.s.), Resulullah Efendi mize ünsiyet vermek için araya vasıta olur. Meleklerin sureti bu zevata dehşet verir. Çünkü insanların bilmediği suret üzerindedirler, azametlidirler, insanları feryat ettirir, dehşette bırakır. Bu hususu ancak keşfi açık olan velîler bilirler.Resulullah Efendimizin ruhu şerifi ise bu meleklerin, cinnilerin suretlerinden korkmaz, çünkü ruhu şerifi her şeyi bilir. Ben sordum:
- O halde ruhu
şerifi hiç bir şeyden korkmuyor da,
niçin toprak olan vücuduna ünsiyet
vermeğe yetişmiyor?
Cebrail (a.s.) araya giriyor?
, A. Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
- Çünkü
zat, ruhtan ayrı olarak müşahede edemez.
Vahdaniyet ancak Allahü Teâlâ'ya
mahsustur, insanlar ise hem vücut, hem de ruhturlar. Böylece Allah'tan başka her
şey çifttir. Cebrail (a.s.),
Resulullah (s.a.s.) Efendimize Sidre-i
müntehanın altına, vücudunun takat getirebildiği
yere kadar vasıta olup gidebilir. Fakat
sidre-i müntehanın üst tarafına ki,
orada, 70 perdenin olduğu yerde beraber
gidemiyordu. Çünkü Cebrail (a.s.) Sidre-i
müntehanın üsttarafına takat
getiremezdi. Peygamberimiz tek başına geçiyordu.Bu
hadis münasebetiyle A. Debbağ Hz.leriyle vahiy
hususunda da konuştuk. Şeyh Hz.leri öyle
şeyler söyledi ki, akıllar ona takat
getiremez ve kitaplara yazmak caiz
olmaz. Vallahü âlem.
79. Bayram namazlarının her tekbirinde yer ve semada olanları ve Allah’ın işlerini ve nurunu görür yalanı. (S.520-521)
Yine Abdülaziz Debbağ Hz.lerine, (Bayram namaz-larındaki birinci rek'atta 7, ikinci rek'atta 6 tekbirin se-bepleri)nden sordum. Şeyh Hz.leri cevaben buyurdu ki:
- Bayram tekbirlerinin sebepleri, tekbir alan kul, bilhassa Resulullah Efendimiz, birinci tekbirde birinci kat arzda yaratılmışları görür. Aynı zamanda birinci kat semadaki mükevvenatı görür. Keza onlan vücuda getiren Cenab-ı Hak Sübhanehuyu müşahede eder. ikinci tekbirde, ikinci kat arzda ve ikinci kat göktekileri ve bunları yaratının da envannı, ef al nurunu görür. Üçüncü tekbirde, üçüncü kat arzda ve semada olanları ve yaradanın ef alini görür. Dördüncü tekbirde de, dördüncü kat arz ve semadaki mükevvenatı ve onlan yaratan Hak Sübhanehunun ef alini görür. Beşinci tekbir, altıncı tekbir, yedinci tekbirde, yine beşinci, altıncı, yedinci kat arz ve semadaki mükevvenatı ve yaradanın ef'alini görür. Bunlar birinci rekattır. İkinci rek'atte ise, birinci tekbirde birinci gün (pazar) yaratılmışları ve onların haliki Cenab-ı Hakk'ın ef alini görür, ikinci tekbirde 2. günü yaratılan mahlûkatı müşahede eder ve onu tekvin eden Sübhanehu ve Teâlâ'nın nurunu görür. 3. tekbirde, 4 tekbirde, 5 tekbirde, 6. tekbirde yine o günlerde yaratılanları ve yaratanın nurunu müşahede eder.
80. Ebu Yezid-i Bistami,”Biz denizlere daldık diğer Peygamberler o denizlerin sahilinde kaldılar.” İftirası. (S.523-524)
Yine Abdülaziz Debbağ Hz.lerine, Bayezıd-i Bistami Hz.lerinin şu sözünden sordum:
- Ebu Yezid-i Bistami Hazretleri buyuruyor ki, "Biz denizlere daldık, diğer peygamberler o denizlerin sahilinde kaldılar."
Abdülaziz Debbağ Hz.leri buyurdu ki:
-
Peygamberliğin mertebesi, onların Cenab-ı Hak
indinde kadri çok büyüktür. Öyle ki,
peygamber olmayan hiçbir kimse o
makama çıkamaz. Onun tozuna bile erişe
mez. Nerde kaldı ki, velî o mertebeye
erişsin! Peygamberlik makamı
nerede, velilik makamı nerede? Lâkin Bayezid-î
Bistami Hz.leri bilir ki, Resulullah Efendimiz bütün
peygamberlerin seyyididir ve bütün
mürselinin imamıdır.Bütün mahlûkatına
en hayırlısıdır. Bunun için Resulullah Efendimiz bazı elbiselerini (Mânevi),
ümmeti şerifinden
bazı kalimlere emaneten verir. O velî, Resulullah Efendimizin
bu emanet elbisesini giydiği vakit, o zaman Bayezıd-i
Bistami Hz.lerinin bu söylediği söz hasıl olur. Hakikatte
bu Resulullah Efendimize mensubiyeti sebebiyle
ona nisbettir. Çünkü o denizlere dalan
hakikatte Resulullah Efendimizdir.
Yine buyurdu ki:
- Fetih ehli
olan bazı velîler, marifeti ilahiyede peygamberlik makamına erişilir
zannederek hata ettiler.Her ne kadar
derecede «işemezse bile marifette peygamberlik
derecesine bazı velîler erişir
demekle hata ettiler. Bu, galattır.
Doğrusu şudur ki; bir velî marifet hususunda
velayetin son mertesesine erişse bile, yine
peygamberlik
mertebesinin tozuna bile erişemez.
Peygamberlik Cenab-ı Hak'tan ihtisas
mertebesidir. Ona asla yaklaşamaz. Vallahü
âlem.
81. a) Birinci derece keşfe nail olan 7 kat yerleri , gökleri ve orada olanları görür iddiası. (S.548-549)
b) Allah’ın mahlukatının evlerinde oturduklarını da görürler yalanı.
c) Mü’minlerin ruhlarını kabirleri üzerinde görür yalanı.
d) Allah arifleri olan velileri görür, onlarla konuşur, yüzyüze konuşmak gibi uzak mesafelerden dahi konuşur yalanı.
e) Berzahdaki ölülerin ruhlarını , ve kiramen katibin meleklerini görür yalanı.
f) Resulullah’ın kabrini ve oradan berzaha yükselen nur sütununu görür yalanı.
g) Uyanık olarak Resulullah’ın zatı şerifini görürse artık ona şeytanın oyuncağı olma tehlikesi kalmaz yalanı.
h) Cenab-ı Hakk’ın zatı ezelisini müşahede nasib olur yalanı.
Sabaha çıkan bir kimse baktı ki, yağmur yağmış "Eh Allah fazlı rahmetiyle bize rahmet göndermiş" diyen mü'mindir. Fakat bunu yıldızdan, burçtan bilen ise kâfirdir. Yıldızlara inanıyor demektir.
Ehli Hakk'a gelince: Onların 2 derece' fethi vardır. Birinci derecedeki fetihleri, onlarda ehli zulmetin anladığı gibi birinci derecedeki yer ve gökleri, ehli zulmetin gördüklerini görürler. Bu birinci derece keşfe nail olan 7 kat yerleri gökleri ve orada olanları da görür. Allah'ın mahlûkatınım evlerinde oturduklarını da görürler. Bunlara bir perde ve duvar mani olamaz. Keza gelecekteki işleri de görürler. Bu fetihte ehli zulmet ile ehli nur müsavidir. Bunun için (Keşif, velayet derecelerinin en zayıfıdır) denilir. Bu birinci derecede keşfe nail olan velî, ta ki, bunu atlatıp ikinci fethe gelince, ehli zulmetin perdelendiği hakikatler buna açılır. O zaman Arifi billah olan velîleri görür, onlarla konuşur. Keza mü'milerin ruhlarını kabirlerin üstünde görür. Kiramen katibin ve sair melekleri görür. Berzahı, oradaki mevtaların ruhlarını, Resulullah Efendimizin kabrini ve oradan Berzaha yükselen muazzam nur sütununu görür. Böyle uyanıkken Resulullah Efendimizin zatı şerifini de görürse artık ona şeytanın oyuncağı olmak tehlikesi kalmaz. Çünkü Allah'ın rahmetiyle içtima etmiştir. Resullullah Efendimizle böyle teşerrüf etmek Cenab-ı Hakk'ın marifetine sebeptir. Cenab-ı Hakk'ın zatı ezelesi ni müşahede nasip olur. Aradan Resulullah Efendimiz çıktı mı, Cenab-ı Hakk'a kavuşur. Onun için vasıtadır. İşte bu ikinci fetih, ehli .Hak ile ehli batıl arasındaki farktır. Nuranî keşif ile zulmani keşfi ayıran budur. Cenab-ı Hak nuru yarattı. Nurdan melekleri yarattı. Melekleri de ehli nura yardımcı kıldı. Cenab-ı Hak zulmeti yarattı. Zulmetten de şeytanı yarattı. Şeytanları da ehli batıla yardımcı etti. Onun hüsranını artırarak istidraç ile yardımcı etti.
85-İbrahim Havas bir yahudinin yalan hikayesi.(S.549-550)
. Bu anlatılanlara göre A. Debbağ (r.a.) misal olarak buyurdu
-İbrahim Havvas Hz.leriyle bir
Yahudi'nin hikâyesi buna
uygundur. Bir gemide ibrahim Havvas Hz.leriyle
bir Yahudi hahamı tanışıyorlar
ve dinleri hakkında konuşuyorlar.
Yahudi, İbrahim Havvas'a dedi ki: "O halde sen
dininin üstün olduğunu iddia
ediyorsun. İşte deniz, üstünde
yürü, ben yürürüm" demiş ve kendisini denize atarak yürümüş. İbrahim Havvas
Hz.leri diyor ki: "Vay başıma
gelenler. Yahudi'nin yanında bu benim için ne zillettir! Ya yürüyemezsem."
Fakat yine kaldırıp o da kendini
denize atıyor ve Cenab-ı
Hakk'ın yardımıyle o da deniz üstünde yürüyor.
Sonra karaya çıkıyor. Haham diyor ki:
"Hayır, hayır. Bu olmadı. İkimiz de yürüdük. Şimdi seninle
bir yolculuğa çıkacağız. Şu şartla ki, hiçbir sefire girmeyeceğiz.
Sahralarda dolaşacağız." İbrahim Havvas
Hz.leri "Peki" diyor, "İstediğin gibi
olsun" Kırlara çıktılar, 3 gün
dolaştılar, hiçbir şey yemediler. Bir yere oturdular.
O sırada bir köpek ağzında üç ekmekle gelip
hahamın önüne ekmekleri koydu ve
dönüp gitti, ibrahim HavvasHz.leri
diyor ki: "Haham bana, buyur beraber yiyelim diye
teklif dahi etmedi ve kendi yedi. Ben aç kaldım. Bunun
üzerine çok güzel yüzlü, kokulu bir
delikanlı elinde misli
görülmemiş bir ziyafet yemeği ile
çıka geldi. Onu benim önüme koydu ve
gitti. Bu defa ben Yahudi'ye teklif ettim,
"buyur beraber yiyelim" dedim. Fakat
yemedi, ben yedim. Bundan sonra
Yahudi dedi ki: "Ya ibrahim! Bizim de dinimiz,,
sizin de dininiz Hak üzerinedir. Her ikisi de meyva
veriyor. Fakat sizin dininiz daha ince,
daha lâtif. Müsaade eder misin, ben
de sizin dininize gireyim) dedi ve İslâm
oldu ve benim halifelerimden tasavvufta
gerçekleşmiş bi
ri oldu."
86-Deccal çıkacağı vakit gavs meczuplardan olur ve tasarruf yetkisi onlara verilir yalanı.(S.560-561)
Yine buyurdu ki:
-
Hak Sübhanehûyu müşahededen
sonra insanlar 2 kısma
ayrıldılar. Bir kısmı Cenab-ı Hakk'ı müşahede
edince masivayı unuttular.
Daha ekmel olan ikinci kısım
ise, bunlann ruhu
müşahedesinde Resulullah Efendimizin
müşahedesinden kesilmezler. Çünkü Cenab-ı Hakk'ı
müşahede mertebesine ermekte, Resulullah
Efendimizin
müşahedesi sebeptir. Her kimin
Resulullah Efendimizi müşahedesi
artar, netleşirse, Cenab-ı Hakk'ı müşahedesi
de öylece artar.
Yine Şeyh (r.a.) buyurdu ki:
- Kulun ihtiyarı
olsa ve 90 sene de ömrü olsa ve ihtiyar
etse ki, bu 90 sene ömründe yalnız Resulullah
(s.a.s.)'i görecek, ancak ölmezden bir gün
evvel Cenab-ı
Hakk'ı göreyim dese ve yapabilse,
bunun görüşü, her gün Resulullah
Efendimizle Cenab-ı Hakk'ı birlikte görenden daha üstündür. Çünkü bu
kimse Resulullah Efendimizin
müşahedesinde rüsuh peyda eder.
Memleketimizin bazı zahir hocaları, A. Debbağ Hazretlerine:
- Velîlerin namazı terk etmesi mümkün müdür? di ye sordular. Abdülaziz Debbağ (r.a.) buyurdu ki:
- Bir velînin
namazı terk etmesi asla mümkün olmaz.
Bir velî namazı nasıl terkt edebilir? Çünkü o velî daima
iki şerare ile dağlanır. Zatı daima Resulullah Efendi
mizin müşahedesi ile nurlanıyor. Birde
ruhu Cenab-ı Hakk'ın müşahedesi ile
nurlanıyor. Bir de ruhu Cenab-ı
Hakk'ın müşahedesiyle keyif oluyor. Şimdi bu her iki mü
şahede ona daima namazı emreder.
Binaenaleyh asla onu terk edemez.
Resulullah Efendimizin zatı şerifindeki esrar
ile suvarılan bir kimse nasıl olur da
Resulullah Efendimi
zin işlediğini işlemez! Bu asla
mümkün değildir.
87-Bir velinin 366 vücudu olur yalanı.(S.562-563)
Masivaya dalıp aklını kaybedenler.
- Velî olmayıp da, sair işler sebebiyle aklını kaybedenler hayvanat
hükmündedirler. Ancak, Allah onlara rahmet eder de cennetine sokarsa, o
müstesna! Çünkü,
bunlar insan suretindedirler. Binaenaleyh onların o suretleri onlara şefaat
eder. Çünkü, Allah Peygamberlerini, asfiyasını, velîlerini hep o suret üzere
yarattığı için onlara acır,
rahmet eder de cennetine sokar. Keşfi açılmakla aklını
kaybeden meczublar ise diğer velîler gibi tasarruf sahibi
olamazlar. Yine bunlardan Gavs ve Kutup da olamaz.
Ta ki, Deccal çıkana kadar. Cenab-ı Hak Deccal'in
çıkmasını murad ettiği vakitte bu meczublar
taifesine tasarruf yetkisi verir ve Gavs onlardan olur. O zaman hal ve nizam
bozulur. Bunlar tasarrufa başlayınca da Deccal çıkar.
Deccalin işi bitince bu meczubların da hükmü
kesilir. Bunlara bir daha asla
saltanat gelmez, (v.â.)
88-Fetih nasip olacak kişiyi Cebrail (as) üç gün önceden hazırlar yalanı.(S.575-576)
Abdülaziz Debbağ (r.a) dan "Bir velînin 366 vücudu olurmuş?" diye sordum da buyurdu ki:
-
Böyle olan zat,
varisi kâmil olan Gavs'tır.
Benî yine dedim ki:
Hz. Peygamberden miras kalan zat ise 124.000 dir. Gavs niçin bunun hepsine varis olmuyor da 366'sına varis oluyor?
-
Resuluüah Efendimizin takat getirdiğine hiç
kimse takat getiremez. Gavs'ın
Resulullah Efendimiz'e mirasçı
olmasının manası şudur ki, Gavs'tan başka hiçbir zat,
Resulullah Efendimizin bâtınından Gavs kadar feyiz içmiş
değildir, demektir.
Abdülaziz Debbağ (r.a.) buyurdu ki:
-
Büyük fetih sahibi velilerin geçmiş ve
gelecek günahları marifet olunur.
Onların hasenatlan makbuldür.Keşfi
açılmazdan evvelki günahtan, keşfi açıldıktan sonra
hepsi sevap yazılır. Günah
mahcublardan sadır olabileceği için keşfi açıldıktan sonra artık ondan
günah sadır olmaz. Fethi kebir sahibi
velîler daima Hak Teâlâ'nın müşa-
hedesindedirler. Hakk'ı müşahede de
günah işlemeğe manidir. Ayet-i kerime
ile de sabittir ki, melekler müşahede ehli olmaları sebebiyle Allah'a
hiç isyan etmezler ve
Cenab-ı Hak ne emretti ise onu işlerler.
89-Veliler mü’minlerin başları üzerindeki nur ipliklerini görürler yalanı.(S.579-580)
Yine buyurdu ki:
- Bir şeyhin vücudunda fetih nuru olur ve şeyh müridini fetih nurunu taşımağa muktedir buldu mu, şeyh vefat edince fetih nuru o müridine intikal eder. Fakat, o şeyh ölürken, yerine bırakacak muktedir bir müridi yoksa sun Cebrail (a.s.)'a emanet bırakır, îleride müridi bu sırra takat getirene kadar onda emanet kalır. Mürid takat getirmediği ihraz ettiği zaman, evvela onun zulmet derisini soyarlar, sonra sırrı Cebrail (a.s.) ona giydirir. Cebrail (a.s.) fetih nasib olacak kimseyi daha 3 gün evvelden hazırlar. Resulullah Efendimizin sevgisini ona ünsiyet verir. Fethin vasfından olan esrara tahammülü için ona yollarını açar. Cebrail (a.s.)ın ona gelip gitmesiyle onda bir ürkeklik ve vahşet olmaz. O melekleri görür de ürker diyenleri red eden fukaha, Seyyid İmran İbni Hüzai Hz.lerinin başına geleni zikrederler: (Eshabı kiramdan İmran îbni Hü-seyn-il Huzai (r.a.) melekleri görür. Melekler gelir ona selam verirlerdi. Bir gün îmran(r.a.) vücudunun bir yerine key yaptı. O zaman melekler gelmediler.) Şeyh Şarani rahimellah da Minen-i Kübra'sında Cenab-ı Hakk'ın Cebrail (a.s.)ı gösterdiği kullarından bahsetmiştir. Halk, böyle mahiyetini anlamadıktan şeylerde sussalar daha iyi olur. Diğer ümmetlerde de bunlar geçmiştir. Sahibi Buhari ve sair kitaplarda Benî İsrail haberlerine bakınız. Oralarda da böyle melekleri görenler, meleklerle konuşanlar çok vardır. O halde nerede kaldı ki, ümmeti Muhammed'e olmasın!
Şimdi bu bahisler bittikten sonra diğer baki nuranî emirleri zikretmek anı geldi. Bunlara geçeceğiz, inşallah.
90-Debbağ’ın “Resulullah’ın kabrine bakıyordum. Nur amudunu gördüm. O nur bana yaklaştı. Nur içinden Rasulullah Efendimizin kendisi çıktı”, yalanı.(S.591-2)
Yine buyurdu ki:
- Berzah ile dünyadaki mü'minler arasında da böyle irtibat vardır ki, bu da iman nurlarıdır. Keşfi açık olan bir velî baktığı zaman görür ki, bu iman nuru beyaz, safi, güneş ışığı gibi pırıl pınldır. Adeta dar bir menfezden içeri giren güneş ışığı gibidir. İşte velîler her mü'minin vücu dundan ve başından bir kanş yukardan başlayan bu nur ipliklerini görür ki, bu berzaha kadar uzar. Âlemi ezelde herkesin kısmet ve istidadı ne ise ona göre bu iplerin ka-
imliği değişir. Bazı mü'minlerinki ince bir iplik, bazılarının şeker kamışı gibi, bir kısmının da hurma ağacı gibidir. Bunlar büyük evliyalardır. Keza dünyadaki kâfirlerin vücutlarından berzahta yerleşeceği yere uzanan iplikler çekilmiştir. Fakat bunların rengi karaya çalan gök rengindedir. Tıpkı kibrit alevi gibi.
91- Öyle bir cennet var ki o cennette hiçbir nimet yoktur ve oranın ehli Allah’ı müşahede ederler yalanı.(s. 596-7)
Abdülaziz Debbağ (r.a.) bir kerre de bana buyurdu
ki
- Cenab-ı Hak vakta ki, benim keşfimi açmak murad ettive beni rahmetine gark etmek istedi. O zaman Fas'ta idim. Oradan Resulullah Efendimizin kabri şerifine bakıyordum. Sonra nuru şerif amudunu gördüm. O nur yavaş yavaş bana yaklaştı. Nurun içinden Rusullah Efendimizin kendisi çıktı. O, zaman Şeyhim Abdullahi Bernavi Hz.leri bana dedi ki: "Evladım Abdülaziz, Cenab-ı Hak seni rahmeti olan seyyidi vücud Resulullah (s.a.s.) Efendimizle cem etti; birleştirdi. Artık bundan sonra senin, şeytanın oyuncağı olmandan korkmam."