Kaynak: Gerçek Şeyhler Ve Sahteleri - İmam-ı Şarani, Bedir yay., İst-1997
Tasavvufçulardan bir grup, halk tarafından benimsen-miş olan bu tür nitelikteki bir amelin dinî kitaplarda Allah Rasûlünün Sünnetinden bir delilim bulamadıklarında kalp-lerine yönelirlerdi. Peygamberin huzurunda bulunduklarında ise keyfiyeti bizzat kendisine sorar ve aldıkları cevap doğrultusunda amel ederlerdi. Ancak Peygamberle doğrudan irtibat temini, mutasavvıfların büyüklerine özgü bir olaydır.
Onların -radiyallahü anhüm- uymamız tavsiye edilen ahlâklarından biri de hayırlar konusunda sözleriyle özleri nin bir olması, amellerinde münafıklığa, iki yüzlülüğe sap-mamaları; yarın âhirette rezil olmalarına sebebiyet verecek davranışlar sergilememeleridir. Bu vesile ile Ebû'l-Abbâs künyesiyle anılan Hızır -aleyhisselâm-'ın bir tavsiyesini ak-taralım. Rivayete göre Hz. Hızır, Medine-i münevverede bir araya geldiği Halife Ömer b.Abdülaziz'in kendisinden öğüt istemesi üzerine ona şöyle tavsiyede bulunur: «Ömer, Al-lah'a görünürde dost, iç dünyanda düşman olmaktan sakın! Sözü özü ile örtüşmeyen münafıktır. Münafıkların yerleri ise cehennemin en alt tabakastdır.» Ömer bunları duyunca ağlar hatta göz yaşlarından sakalı ıslanır.
İlimleriyle amel eden âlimlerin bir diğer nişaneleri de sadece iyi tavırlar sergilemeleri, iyi ameller işlemeleridir. Süfyan b. Uyeyne -rahimehullah-'ye kulun tasarlayıp da gerçekleştirmediği bir düşünceyi meleklerin nasıl yazabildikleri sorulunca şu açıklamayı yapar: «Yazıcı iki melek -Allah'ın selâmı üzerlerine olsun gaybı bilmezler, ancak kul bir iyiliği tasarladığında kendisinden misk kokusu yayılır. O zaman melekler o kulun iyi bir iş yapmayı zihninden geçirdiğini bilirler. Kul bir kötülüğü tasarladığında ise kendisinden pis
bir koku çıkar. O zaman da onun kötü bir iş yapmayı plânladığını anlarlar.»
Mâlik b. Dinar'a ricada bulunurlar: «Bizlerle birlikte yağmur duasına çıkamaz mısın?» O da mazeret bildirir:
-Korkarım benim yüzümden üzerinize yağmur değil taş yağar!
Yine o şöyle diyordu: «Sizler yağmur yağmadı, gecikti diye endişe duyuyorsunuz; oysa ben hâlâ niye taş yağmıyor diye düşünüyorum!»
Vehb. Münebbih anlatıyor: «İsa Peygamber -aleyhisselâm- bir keresinde yağmur duasına çıkar, dua eder ama yağmur yağmaz. Ruhu daralır. Bunun üzerine halka: 'İçinizden kim bir günah işledi ise geri dönsün' der. Herkes geri döner, sadece bir kişi kalır. Hz. İsa ona: ı
-Senin günahın yok mu?
-Var, bir keresinde bir kadına bakmıştım. Kadın dönüp gidince ceza olarak parmağımı gözüme sokup çıkarmıştım.
Hz. İsa:
-Bu millet için sen Allah'a dua et, der.
O da dua eder. Anında gökte bulutlar belirip yağmura kavuşurlar.
Şeyh Ebû Yezîd el-Bistâmî -radiyallahü anh- şöyle der: «Bir keresinde nefsimi ibadete çağırdım; o buna yanaşmadı. Ben de tuttum bir yıl kendisine su içirmedim.»
Süfyan es-Sevrî'nin bir kaç tespiti: «Evlenen, dünyayı evine sokmuştur; dünyayı evine sokan ise Iblis'in kızıyla evlenmiş demektir; Iblis'in kızıyla evlenenin evine de pek tabii kızını görmek için iblis sık sık gidip gelecektir. Öyle ise siz evlenmemeye bakın!»
Bana göre: es-Sevrî'nin bu sözleri evlenirken iyi niyet taşımayanları hedef almaktadır. Çünkü Hadis-i şerifte: «Allah için evlenenin sıkıntıları üstlenilmiş ve korunmuştur» buyurulmuştur. Evlenip çoluk çocuk sahibi olmuş peygamberler ile evliyaları bu kategoride değerlendirmemek, onlanrı istisna tutmak için es-Sevrî'nin sözlerinin bu şekilde yorumlanası kaçınılmazdır.
İbrahim b. Edhem de bir gece Beyt-iMakdis'te uyuyunca sahra (meşhur kaya) yönünden: »Gece ibadeti cehenmem alevini söndürür, ayakları Sırat köprüsünde sabit tutar, gece ibadetinde gevşeklik gösterme!» diye bir ses duyar. Bu hadiseden sonra ölünceye değin bir daha gece ibadetini bırakmaz.
Bize ulaşan bilgilere göre İmam Şafiî, İmam Ahmed b.
Hanbel -radiyallahü anhümâ-'e bir adamını göndererek (Kur'ân yaratılmış mıdır yoksa yaratılmamış mıdır meselesini ima ederek) yakında büyük bir fitneye maruz kalacağını ama bu fitneden sağ salim kurtulacağını haber vermesini söyler. Gelen elçi keyfiyeti haber verince İmam Ahmed, hocasının elçi göndermesinden duyduğu memnuniyetle sırtındaki gömleğini çıkararak elçiye verir. Elçi, gömleği İmam Şafiî'ye götürür.
İmam Şafiî sorar:
-Bu gömlek onun çıplak vücudunda mı idi? -Evet.
Bunun üzerine İmam Şafiî gömleği öperek yüzüm gözüne sürer, ardından bir kaba koyarak üzerine bol su döküp yıkar, sonra gömleği sıkar ve biriken yıkantı sulan bir cam şişeye doldurur. Bilahare yakın dostlarından biri hasta andığında bu yıkantıdan bir miktar gönderirdi. Hasta bu yıkıntıyı vücuduna sürdüğünde anında iyileşirdi.
Abdullah b. Ömer -radiyallahü anh- anlatıyor: «Bir ke resinde bir kabristanlıktan geçerken başından tırnağına kadar alevler içinde yanan bir adamın kabrinden çıktığim
gördüm. Bana:
-Abdullah bana biraz su ver, dedi.
Abdullah derken beni tanıdığı içinmi ismimle seslendi yoksa herhangi bir şahsın tanımadığı bir adama «Abdullah Tanrı kulu» diye seslenmesi kabilindenmi bana seslendi »unu kestiremedim. Her ne ise, su vermeye yeltendiğimde peşindeki görevli melek:
-Hayır ona su verme, dedi ve kamçılaya kamçılaya anamı mezarına sokup üzerini kapadı.
Onların -radiyallahü anhüm- bir ahlâkı da fıkıh âlimlerinin uyarılarını dikkate almaları, bir fakih, dervişlerin, herhangi bir davranışını hoş karşılamadığında veya kendilerine herhangi bir şeyi emrettiğinde bu fikıh âlimine tepki göstermemeleri, kendisine karşı delil sunmağa kalkışmama-lan idi. Çünkü fıkıh âlimi başkalarının bilemeyeceği bir dairede, bir konumdadır. Sözgelimi fıkıh âlimi, «Kutup, ebdâl, veted'in hakikati yoktur, (bunlar mevhum kişilerdir)» dediğinde kendisine «Evet» de ve bu «evet» sözünle "Bu, senin düşüncen" anlamını kast et. Yine o, «Evliyalar tarih oldu, onlardan kimse kalmadı» dediğinde yine madem öyle inanıyorsun ben bir şey diyemem mealinde: «Doğru söylüyorsun» diye mukabelede bulun. Aynı şekilde o, «Hızır -aleyhisselâm- mevcut değildir» dediğinde yine «Peki» de. Özellikle karşındaki kişi, ibn-i Teymiyye gibi bu tür şeyleri kabul etmeyen birinin görüşlerine sığınıyorsa onunla hiç tartışma.
Emirü'l-Mü'minîn Ali -radiyallahü anh- şöyle diyordu: «Ebdâl denilen zatlar Şam'da, Nakîpler Irak'ta, Necipler de Mısır'dadır.»
İmam Ebû Abdullah b. Macid el-Cureymî -rahime-hullah-'ye sorulur:
-Kadınlardan ebdâl olur mu? -Evet.
Hasan-i Basrî -rahimehullah-'den vecizeler: «Ebdâllar olmasa idi, yeryüzü, üzerindekilerini içine geçirirdi; sadık kişiler olmasaydı, yeryüzü tamamen fesada uğrardı; âlimler olmasaydı, insanlar hayvanlar gibi olurdu; hükümdarlar olmasaydı, insanlar birbirlerini kırardı; ahmaklar olmasaydı, dünya harabeye dönüşürdü; rüzgâr olmasaydı, yerle gök arasındaki her şey kokuşurdu.»
Fudayl b. lyâz -rahimehullah-'ın bir sözü: «Her peygamberin ümmetinden (onun görevini sürdüren) bir benzeri vardır.»
Bize ulaşan bilgilere bakılırsa Ebû Ikal el-Mağribî -rahimehullah- altı ayda bir yemek yermiş.
Ben Efendim Ali el-Marsafî -rahimehullah-'tan şu olayı bizzat dinlemiştim: «el-Burlus denizi kıyısında medfun bulunan Efendim İsa b. Necm -rahimehullah- yiyip içmeden, uyumadan tek bir abdestle on yedi sene durmuştu!..»
Hızır'la Buluşmanın En Önemli Şartı
Şeyh Ali en-Nebtîtî el-Basir -rahimehullah-den din-emiştim şöyle diyordu: «Evliyanın Hızır -aleyhisse.lam- ile buluşabilmelerinin bir şartı da ertesi gün için azık saklamamalarıdır, ertesi günün azığını saklayan kişi isterse tüm insanların ve cinlerin ibadetlerine denk ibadet yapsın onunla buluşamaz.»
Hızır -aleyhisselâm- arif kişilere uyanık hallerinde müritlere de uykularında gelir, çünkü mürit uyanık iken Hızır' la sohbete güç yetiremez. Bu bakımdan Hz. Hızır ona bilmediği edepleri öğretmek için uykusunda gelir. er-Risaletu'l-Kuşeyriyye'ye hizmeti geçenlerden biri olan Ebû Abdullah el-Yüsrî -rahimehullah- Hızır -aleyhisselâm- ile uyanık halde buluşup kendisiyle uzun sohbetler yaparmış. Bir süre sonra Hızır -aleyhisselâm- yakaza halindeki bu görüşmeleri sona erdirerek ona uykusunda gelmeğe başlayınca Ebû Abdullah bu değişikliğin sebebini sorar. Hz. Hızır, «Biz, ertesi günün rızkını saklayan kişi ile sohbet etmeyiz; sen hanımına falan vakitte; bu parayı al, yarın için için rafta sakla dedin.» der.
Olayın kahramanı Ebû Abdullah ölümü ile neticelenen hastalığında şunları söylemişti: «Hadise doğrudur, ben ertesi gün için bir şey saklamamak için Allah'a tevbe ettim ama bu olaydan sonra Hz. Hızır, bir daha bana uyanık bulunduğum bir sırada gelmedi.»
Üveys el-Karanî -radiyallahü anh- de çöplüklerden paçavralar toplayıp yıkar ve birbirine ekleyerek dikip giyinirdi.İbrahim b. Edhem -rahimehullah-'in sırtında paramparça olmuş bir cübbe vardı. Bir keresinde:
-Bu cübbe kaç yıldır sırtında? diye sorduklannda şu
c-
vabı verir:
-Dokuz yıldır. Bu süre zarfında sırtımdan hiç çıkarmadım.
Hasan-i Basrî -rahimehullah- elbisesi iyice kirleninceye değin giyinirdi. Kendisine «Elbiseni yıkayamaz mısın?» de-nildiğinde şu karşılığı verirdi: «Bundan çok öncelikli bir işVar!»
Bir keresinde Ali b. Ebû Talib Hz. Ömer'e -Allah ikisinden de razı olsun-: «Arkadaşlarınla birlikte olmak istiyorsan gömleğini yama, tamir görmüş ayakkabı
giyin, emelini kısa tut, karnını tıka basa doyurma.»
Ebû Zerr -radiyallahü anh'ın evinde abdest suyunu sak-
ladığı matarası dışında bir eşyası yoktur. Bir gün kendisine:
-Evine bir eşya alamaz mısın?
denildiğinde şu cevabı
verir:
-Evin sahibi bizim burada sürekli kalmamıza izin vermiyor, bizim bir başka evimiz var, gayretlerimizi oraya yönelteceğiz.
Ebû İdris el-Havlânî -râhimehüllâh- arkadaşlarına, şöyle diyordu: “Himmetinizi elbiselerinizi yıkamaya vermeyiniz, kirli bir giysiye bürünmüş tertemiz bir kalp sa-hibi Allah katında, tertemiz bir giysiye bürünmüş kirli bir gönül sahibinden çok daha sevimlidir.”
Müellifin Eserinden Çıkardığını Belirttiği Bir Konu: Hz. Peygamberin Kabri Basında Kendisine Verilen Selâmları Aldığı Duyulabilir mi?
Ben aslında bu kitapta geçmiş büyüklerin bir ahlâkının Rasûlullahın mübarek kabirlerinin arkasında beş vakit namaz kıldıklarını, et-Tehhiyatü'yü okurlarken «es-selâmü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi ve berekatüh»
dediklerinde Rasûlullahın bu selâmlarını aldıklarını duyduklarının olduğunu da yazmıştım.
Ancak ilimle uğraşan bazı arkadaşlarımız bu noktada duraksadılar, bu hususu pek kabul edemediler ve: «Ortaya konulan her kerametin muhakkak daha önce bir örneği gösterilmiş olmalıdır, oysa Sahabe ve Tabiûndan bir tek kişiden böyle bir keramet aktarılmamış, Rasûlullahın mezarından böyle bir selâm aldığı duyulmamıştır." dediler.
Yüz Kırk Bin Dokuz Yüz Doksan Dokuz Makam
Efendim eş-Şeyh Ebû'l-Abbâs el-Mursî -rahimehullah-bağlılarına (ashap):
-İçinizde, Rasûlullaha -sallallahü aleyhi ve sellem-selâm verdiğinde selâmının Allah Rasûlü tarafından alındığını bizzat kulağıyla duyan var mı? diye soruyordu. Aramızda böyle biri yoktur, dediklerinde:
-Allah ve peygamberinden perdelenmiş gönüller için göz yaşı dökünüz, deyip ekliyordu:
-Yeminle söylüyorum gece veya gündüz bir an bile Allah Rasûlünden perdelenmiş olsam kendimi Müslümanlardan saymam!
Ben burada şu noktaya dikkat çekmek istiyorum: Tasavvuf yoluna girmiş bir dervişle Rasûlullahtan doğrudan alan (direkt irtibat kuran), onun selâmına mukabelede bulunduğunu bizzat duyan kişinin makamı arasında 140.999 (yüz kırk bin dokuz yüz doksan dokuz) makam vardır. Allah Rasûlü ile doğrudan bağlantı kurduğunu iddia eden kişiden bu makamları tek tek tavsif etmesini isteriz, bilmediğim tespit edersek davasında yalancı olduğunu söyleriz.
Efendim Ali el-Marsafî -rahimehullah- hayatta iken bir grup bu makamda bulunduklarını iddia etmişlerdi. Efendim onları huzuruna getirtir. Gelirler.
Kendilerine, «Amacım, sizlerden, Allah Teâlâ'nın sizlere tahsis kıldığını söylediğiniz bazı makamlarla ilgili düşüncelerinizi dinlemek» der.
Hiçbiri ağzını açıp bir tek lâf söyleyemez. Bunun üzerine Efendim kendilerini azarlayıp huzurundan kovar. Bu grup bundan sonra çok kötü bir şekilde öldüler. Böyle bir duruma düşmekten Allah'a sığınırız.
Aman kardeşim ulaşamadığın makamlardan dem vurma sonra onlardan mahrum bırakılmakla cezalandırılırsın.