Kaynak: Ahmed-i Yesevi - Prof.Dr.Memed Şeker ve Necdet Yılmaz, Seha Neşriyat, İst-1996
Bursalı Mehmed Tahir Efendi Osmanlı Mellifleri ki-tabının başına dört mısra almış. O kendisinin inancını gösteriyor, bir hakikati ifade ediyor. Ahmed-i Yesevî haz-retleri sadece tarihte değil, bugün de bize faydası, tesîr devam ediyor.
Diyor ki şâir:
iki cihanda tasarruf ehlidir rûh-u velî;
Deme kim bu mürdedir, bundan nice derman ola!
Beden toprak altına gömülüyor ama, ruh bakî. Velînin ruhu iki cihanda tasarruf sahibidir. Hem hâl-i ha-yatında, hayat-ı dünyada; hem de vefatından sonra, hayât-ı ahirette tasarruf ehlidir.
Deme ki, "Bu mürdedir, ölmüştür; bundan nice derman ola?" Böyle bir münkir tavır, inkarcı, materyalist tavır takınma!... Böyle düşünme!...
Bizim yaşayan müellif kardeşlerimizden birisi, cumhuriyet devrinden sonra Türkiye'de yaşayan evliyaullahın hayatını, bir kitap haline getirmek istemiş. Evliyaullah, tanınmış âlim, fâzıl, meşâyihten kimselerin bir listesini yapmış. Hocamızın da ismini almış. Hocamız Meh-med Zâhid Efendi'nin hayatını anlatmak için birkaç sayfa da Hocamız'a ayırmış.
Bir astsubay kardeşimiz, onun bu güzel fikrini anlayınca demiş ki:
"-Sen bu işi yapmaya niyet ettiysen, ben de senin daktilon olacağım. Kâtibin olacağım. Sen söylersin; ben yazarım. Sana yardım edeceğim, yıllık iznimi alırım," demiş.
"-Pekiyi..." demiş ötekesi de.
Yardım edeceğim diyen şahıs, atom başlıklı füzelerin bulunduğu taburda astsubay. Yıllık iznini alma zamanı gelince, komutan izinleri kaldırmış. Çünkü, füzelerin atış mekanizmasında bir arıza olmuş, çözemiyorlar. Uzman getirmişler, mütehassıs getirmişler, Amerikalılara sormuşlar. Bulamıyorlar arızayı. Birliğin komutanı asabî, sinirli, problemi çözememekten üzüntülü. İzinleri kaldırmış. Olağanüstü bir durum var, füze çalışmayacak; yani, atmak gerekse atamayacaklar, mekanizma bozuk.
O günlerde astsubay kardeşimiz bir rüya görüyor. Rüyasında mübarek bir zât; beyaz sakallı, gül yanaklı, nurlu bir zât:
"-Evlâdım! Sizin füzelerin mekanizmasındaki arıza filânca yerinin filânca kısmındadır, surdadır." diyor rüyada.
O da ertesi gün gidiyor, komutana diyor ki:
"- Komutanım! Ben füzenin arızasını bulursam, ba na izin verir misin?.."
"- Sen o arızayı bir bul, ben sana iki misli izin veririmi" diyor.
Gidiyor, eliyle koymuş gibi rüyada gördüğü yeri açıyor, arızayı buluyor ve gideriyor.
Mehterem kardeşlerim, bu önemli bir nokta! Sonradan, o yazar kardeşimizin yanına gittiği zaman, resmini görünce rüyasına giren zâtın Mehmet Zâhid Kotku Hocamız olduğunu anlıyor. Daha önceden tanımıyor.
İşte evliyaullahın, Allah'ın sevgili kullarının vefatlarından sonra, hayatta olanlarla ilişkilerinin bir misâli.
İnsan, rüyaları çeşitli şekillerde yorumlayabilir, insan psikolojisinin alt şuuruna itilmiş olayların, duyguların, rüyadaki rahatlık dolayasıyla uyku esnasında şuura aksetmesidir. İyi, güzel ama, ne kadar aksetse aksetsin, füzenin kusurunu gösteremez ki! Füzenin kusurunun ye- ' rini gösteriyor. Şurada diyor ve kusur düzeliyor. Burdan anlıyoruz ki, ruhlar alemi ile, bizim yaşadığımız alem arasında irtibat var. Allah'ın sevgili kullarının ruhlarıyla, buradaki insanların ilişkileri olabiliyor. Tasarrufat diyoruz buna; yâni, bir takım işleri çekip çevirmek, yapmak, etmek.
Evet böyledir. Allah'ın gerçekten sevgili bir kuluysa, hâl-i hayatında da kerametleri vardır, olağanüstü olayları vardır; vüzlerce binlerce teklifsiz, tekellüfsüz zuhur eder. Vefatından sonra da devam eder.
Muterern kardeşlerim! Tabii, en mühim olan nokta, böyle kerametleriyle, hem eserlerinden hem rivayetlerden, hem eskiden hem günümüzde kerametleriyle, Allah'ın sevgili kulu olduğunu gördüğümüz bir insan. En büyük mertebe o zaten.
Bir şey dikkatimi çekmişti. Yazıcıoğlu Muhammediyye'yi yazdığı zaman, mukaddimesinde söylüyor, "Rüyamda Rasulûllah'ı gördüm, o emretti, ondan yazdım." diyor. Onlar böyle durup dururken eser yazmıyorlar. Bir mânevî işaretle yazıyorlar. Muhammediyye 'yi, Peygamber (s.a.s.) Efendimiz'! rüyada görmüş, onun emri ile yazmış. Götürmüş şeyhi Hacı Bayram-ı Velî'ye. Hacı Bayram-ı Velî hazretleri'nin sözü önemli. Almış kitabı: "A evlâdım! Böyle yazı ile, çizi ile uğraşacağına, bir can ele alsaydın da onu yetiştirseydin ya!" demiş. Yâni, şunu anlatmak istiyorum: Bu mübarekler insan yetiştirmeyi çok önemli görüyorlar.
Böylece ilk tahsiline Yesi'de başlayan küçük Ahmed bir takım tecellilere mazhar olması dikkatlerin üzerine çekilmesine sebep oldu. Hazreti Hızır kendisine delil olup kalp gözü açılır ve Yesi'deki Arslan Baba'ya intisab eder. Kendisine manevî babalık yapan bu zatın himmetiyle yüksek feyizlere mazhar olur. Arslan Baba'ya intisabında
yedi yaşında olduğu kayıtlıdır. (8) Yine Hikmetlerde Ars-İan Baba'nın Ashabın büyüklerinden olduğu Hz. Peygamber (s.a.s.)'ın Ahmed'i irşad için Türkistan'da vazifelendirdiği gibi zaman ve mekan üstü bir takım motiflere hikmetlerde sıkça rastlanmaktadır. Keza bu zatın dikenden bir kulübede ömür sürüp ve Hz. Peygamber (s.a.v.) böyle ümmetinden kişiler olduğu için Allah'a şükrettiği kaydedilir. Böylece Arslan babanın irşad ve terbiyesiyle Ah-med-i Yesevî'nin kısa zamanda sayısız kutlu makam ve mertebeleri aşarak, ehlullahdan olduğu ve şöhretinin kısa sürede Türkistan'a yayıldığı nakledilir. Arslan Baba bu alemden göçtüğü cennete gitmesi de Hikmetlerde kayıtlıdır.
Bu sırada zuhur eden bir hâdise Ahmed'in şöhretinin bütün Türkistan'a yayılmasına sebep olur. Yine menkıbeye göre: Türkistan'da "Yesevî" diye biri hüküm sürmekte, kışı Semerkant'ta yazı Türkistan dağlarında avlanarak geçirirmiş. Bir yaz Karacuk Dağında ava çıkmış, fakat çok sarp olması sebebiyle avlanamamış. Hükümdar bu Sarp dağın ortadan kaldırılmasına karar vermiş. İdaresi altındaki şehirlerde ve kasabalarda hizmet üzere olan Şeyhlere haber gönderip, onları Yesiye toplamış. Onların yaptıkları dualar ve niyazları sonuçsuz kalmış. "Katılmayan veli var mı" diye araştırılınca Şeyh İbrahim oğlu Ah-med'in henüz çocuk yaşında olduğundan çağrılmadığı anlaşılması üzerine Sayram'a haber gönderilip davet edilmiş. Ablasının ve merhum babasının manevi işareti ile izin alıp gitmiş. Babasının hırkasına bürünüp dua edince yâğan seller gibi yağmurla Karacuk dağı eriyip yok olmuş, bu yüksek keramete şahit olan Sultan da adının kıyamete kadar baki kalmasını istemiş ve Ahmed'e "Âlemde her kim bizi severse, senin adınla bizi yâd eylesin" deyip, o yüzden iki isimle Ahmed-i Yesevî ismiyle meşhur olduğu rivayeten nakledilmektedir Menkıbe Ahmed'in nisbesini böyle yorumlamaktadır.
Bu manzum otobiyografide, Ahmed Yesevî doğumundan itibaren onbir yaşına kadar, şu tasavvufî hallere ulaşmıştır: 1. Göğe uçmak, 2. Arş ve kürsî payesini elde etmesi, 3. Ruhlardan hisse almak, 4. Peygamberlerin gelip kendisini görmeleri, 5. Kırklarla buluşması, 6. Hz. Peygamber (s.a.v.)'den hurma alması, 7. Sapmış kişilere doğru yolu göstermesi, 8. Hızır ile arkadaşlık yapması, 9. Tâate yönelmesi, 10. Oruca devam etmesi, l1 Gece gündüz Allah'ı zikretmesi 12. İnsanlardan kaçması, 13. Göğe çıkıp meleklerden ders alması, 14. Alâkalardan ve dünya ehlinden uzaklaşması, 15. Şeyhi Arslan Baba ile buluşması, 16. Maneviyattan sekiz yol açılması, 17. Pîr-i Muğân (Hz. Muhammed (s.a.v.) veya Şeyh'den)'dan maneviyat şarabı içmesi, 18. Oğul olması, 19. Haceliğe (ilim adamı olmaya) yönelmesi, 20. Kulaklarına zikret nidası gelmesi, 21. Şeytanın kendisinden kaçması, 22. Sen-ben fikri ve geçici heveslerin kaybolması.
Ancak, bu noktada, ikinci bir problemle yüzyüze geliyoruz. Bu tür, yüksek tasavvufi tecrübeler ve soyut düşünceler, acaba 0-12 yaşlar arasındaki çocuk tarafından yaşanabilir mi? İşte, bu soruya biz, olumsuz cevap veriyoruz. Zira modern psikoloji çalışmaları, bize, çocukluk merhalesindeki soyut düşüncenin onbir yaştan önce gerçekleşemeyeceğini gösteriyor. Çocuklukta Allah fikri bile somuttur. Kaldı ki , melekler , gökler , ruhlar gibi soyuta ait derinlikleri ifade eden kavramaların , çocuğun zihin ve ruh dünyasında yansıma bulması nereden mümkün olsun? Çocuklukta , soyut düşünce ve vicdanın gelişmesi mümkün değildir.Bir insanda bu tür soyut düşüncelerin ve vicdanın gelişimi , ancak onbir yaşından sonradır.