Kaynak: Ariflerin Menkıbleri II - Ahmet Eflaki, M.E.B. Şark İslam Klasikleri, İstanbul 1989

 

 

  1. Sultan Veled, Mevlana, Şems ve Kimya Hatun şirki (S.56-57)

 

          (39) Yine Sultan Veled'den nakledilmiş tir ki: Bir gün ileri gelen sofiler babam Hudavendigâr'dan: "Abu Yezid (Tanrı rahmet etsin), Ben Tan-rı'mı daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde gördüm, buyuruyor. Bu nasıl olur?" diye sordular. Babam: "Bun­da iki hüküm vardır: ya Bayezit Tanrı'yi sakalı bitme­miş genç şeklinde görmüş, yahut Bayezid'in meylinden ötürü Tanrı onun gözüne bir genç çocuk suretinde gö­zükmüştür "dedi.

       Yine buyurdular ki: Mevlânâ Şems-i Tebrizî'nin Kimya adında bir karısı vardı. Bir gün Şems hazretle­rine kızıp Meram bağları tarafına gitti. Mevlânâ haz­retleri medresenin kadınlarına işaretle: "Haydi gidin Kimya Hatuna buraya getirin; Mevlana, Şemseddin'in gönlü ona çok bağlıdır" buyurdu. Bunun üzerine kadın­lardan bir grup onu aramaya hazırlandıkları sırada Mevlânâ, Şems'in yanına girdi. Şems, şahane bir ça­dırda oturmuş, Kimya Hatunla konuşup oynaşıyor ve Kimya Hatun da giydiği elbiselerle orada oturuyordu. .Mevlânâ bunu görünce hayrette kaldı. Onu aramağa hazırlanan dostların karılan da henüz gitmemişlerdi. Mevlânâ dışarı çıktı. Bu karı kocanın oynaşmalarına mâni olmamak için medresede aşağı yukarı dolaştı. Son­ra Şems "içeri gel" diye bağırdı. Mevlânâ içeri girdiği vakit, Şems'ten başkasını görmedi. Bunun sırrını sor­du ve: "Kimya nereye gitti" dedi. Mevlânâ Şems: "Yü­ce Tanrı beni o kadar sever ki istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da Kimya şeklinde geldi" buyurdu, işte Bayezid'in hali de böyle idi. Tanrı ona daha sakalı bit­memiş bir genç şeklinde göründü.

 

  1. Mevlana Şemsi Tebriz’in ve şeyh Hasisi’nin edepsizlikleri (S.59-60)

 

            (42) Yine Sultan Veled hazretlerinden nak­ledilmiştir ki: Bir gün Mevlânâ Şemseddin iyi ve namuslu kadınları övüyor ve onların iffet ve ismeti hakkında: "Bununla beraber bir kadına, Arşın üstün­de bir yer verseler, onun nazarı birdenbire dünya üze­rine düşse ve yeryüzünde intiaza gelmiş bir tenasül âleti görse deli gibi kendini ordan aşağı atar ve âletin üstüne düğer; çünkü kadınların mezhebinde ondan daha yük­sek bir mertebe yoktur" buyurdu ve sonra şu hikâyeyi anlattı: "Şam'da bulunan Şeyh Ali Hariri kademli, par­lak kalbli, metanet sahibi bir kişiydi. Semâ esnasında, kime baksa derhal o, ona mürit olurdu. Giydiği hırka parça parça idi. (Bu yüzden) Semâ esnasında vücudu­nun her tarafı görünürdü. Halifenin oğlu da bunun menkıbelerini işittiği için, semâ'ım görmek istedi. Sema edenleri seyretmek için makam kapısından içeri girdiği vakit şeyhih nazarı ona ilişti. O derhal mürit oldu ve elbise giydi. Oğlunun şeyhe mürit olduğu haberi Mı­sır'da halifenin kulağına ulaştı. Son derecede canı sı­kıldı. Şeyhi öldürmek istedi. Fakat şeyhin yüzünü gö­rür görmez o da tam bir samimiyetle şeyhe teveccüh gösterdi. Halifenin karısı da onu görmek istedi. Şeyhi eve davet ettiler. Hatun ilerleyip şeyhin ayaklarına ka­pandı ve elini öpmek istedi. Şeyh tenasül âletini kaldı­rarak kadının eline verdi ve: "Senin istediğin o değil; budur" dedi ve semâ'a başladı. Bunun üzerine halifenin itikadı bir iken bin oldu.  

 

  1. Mevlana’nın bedeninden ayrılıp  gezinti yapması yalanı (S.69)

 

            (54) Yine Veled hazretleri (Tanrı onun sırrı­mı kutlasın) rivayet etti ki: Bir gün babam haz­retlerine, halvetinde bedeninden sıyrılıp çıkmak vâki olmuş ve birkaç saat o istiğrak içinde kalmıştı. Hayret âleminden kendine geldikten sonra, niyaz yokıyle on­dan bu halini sordum. Babam: "Bahaeddin, Bağdad'da birçok yıllar riyazet ve mücahede ile meşgul olan zayıf bedenli, ince boyunlu ve sarı yüzlü bir şahıs gördüm. Ağlayıp sızlıyordu. Onun büyük bir dert sahibi olduğu­nu anladım, öyle bir dereceye gelmişti ki, Dicle nehri üzerine seccade serip namaz kılıyordu. Bütün bu Tan-rı'ya olan yakınlığına ve kudretine rağmen Tanrı'dan: "Ey Tanrım! Ey Sultanım! Bana, bu halimden ve hay­retimden daha iyi bir hal ve hayret ver; çünkü bunla­rın bana hiçbir faydası yoktur" diye ricada bulunuyor­du. Ben de hemen o anda onun kulağına: "Bizim Mevlânâ Şemseddin'imiz, Şam'da kalabalıkların etrafını do-Jaşıyor ve halkı seyrediyor. Şimdi oraya git de o aşk padişahı seni bu halde görsün ve senin bu ağlayıp sız­lamana gülsün de istediğine kavuşasın ve aradığın hal, bir anda ,senin içinde peyda olsun" dedim. O gönlü ya­ralı derviş benim nasihatimi kabul edip hemen yola ko­yuldu. Şam'da, Mevlânâ Şemseddin hazretlerine ulaş­tığı vakit, o zayıf dervişin şekli ve kıyafeti Şems'in mübarek gözüne hoş göründü ve derhal gülümsedi. He­men o anda dervişin içinde gayıb âleminden bir nur ve heyecan baş gösterip dönmeğe başladı; yüksek men­zillere kavuştu ve ancak olgun ariflerin himmetlerinin ve arzularının amacı olan bir olgunluğa ulaştı. "Tanrı dilediğini hesapsız rızklandırır" (K., II, 208; XXIV, 38; III, 32).