Kaynak: Bayezid-i Bistami - Prof.Dr. Süleyman Uludağ, Diyanet Vakfı Yay., Ankara-1994

 

 

  1. “Allah insanların sırlarını boş ve benimkini dolu olrak gördü.” Yalanı (S.141)

 

Beyazid diyor ki: "Allah bütün insanların sırları­na ve ruhlarına baktı, baktığı her sırn boş gördü. Bâyezıd'ın sırrını işe kendisinden dolu olarak gördü. "(Attâr, 201)

 

  1. Beyazıd Allah’a iftira ediyor. (S.144)

 

            Bâyezîd der ki: Yüce Allah'ın bir şarabı var, gece olunca evliyanın kalbine bu şarap'tan sunar. Ondan içenler ilâhî sevgi ve özlem sebebîyle Melekût'a uçar­lar. (Refi', 210)

 

 

  1. “… Gördüm ki Ben O …” iftirası (S.155)

Yılan gömleğinden çıkar gibi benliğimden çık­tım, sonra benliğime  baktım gördüm ki: "Ben O"
Sehlegî, 141)

Aynu'1-Cem adı verilen bir makam vardır, bu makamda bulunan velî, tam anlamıyla Hak'ta fâni olduğundan O'nun diliyle konuşan Hak olur. Serrâc: "Bâyezîd'den nakl edilen sözler onun Aynu'1-Cem

mertebesine ulaştığını gösterir. Aynu'1-Cem tevhidin isimlerinden olup onun ancak ehlince bilinen bir~ özelliği ve bir niteliği vardır" diyor. (Serrâc, 450, 459)

 

 

  1. Beyazıd Mirac diyerek Allah’la alay ediyor. (S.155-157)

 

   Bâyezîd'in Miracı

 

Miraç olayı Hz. Peygamber'in en önemli mucize­lerinden kabul edilir. İsrâ ve Necm surelerinin başın­da bu olaya işaret edilir. Hz. Peyyamber'le, Pey­gamber gönderme hususu sona erdiğinden miraç ve benzeri hususIar da son bulmuştur .İlk sûfîler Allah'ı tasavvufun ana hedefi haline getirmeye başladıkları zaman O'na doğru yürümekten ve yolculuk yapmak­tan bahs etmeye başladılar. Bu düşüncelerini sefer, seyr, suluk (seyru-sulûk) gibi terimlerle ifade edip O'na ermeyi ve kavuşmayı (vuslat) gaye edindiler. Hakk'â doğru yapılan bu manevi yolculuk (seyr ilallâh) sûfilikte bir miraç meselesinin ortaya çıkması­na yol açtı. Tasavvuf tarihinde ilk defa miraç edip semalara çıktığını, Allah'ı görüp onunla konuştuğu­nu söyleyen Bâyezîd Bistamî olmuştur. O, daha evvel var olan Hakk'a doğru yapılan manevî yolculu­ğu bir miraç olayı gibi tasvir etmiş, bunu yaparken

de   Hz.   Peygamberin   miracını örnek   almıştır.

Bâyezîd'le başlayan tasavvufî anlamdaki miraç ondan sonra da devam etmiş ve büyük sûfilerin ger­çekleştirmeyi başardıktan en yüksek seviyede ruhun Hakk'a yücelmesi şeklinde anlaşılmıştır.

Bâyezîd'in yaptığı miraç birden çoktur. Bunların bir çoğu başta Sehlegî olmak üzere bir çok mutasav­vıf tarafından kaydedilmiştir. Bu miraçlar arasında bir tanesi diğerlerine göre çok daha geniş olup Allah'la olan konuşmalar burada oldukça ayrıntılı bir şekilde verilmiştir. Diğer miraçlar ise 5-10 satırlık tasvirler şeklindedir. Şimdi burada önce kısalarını aktardıktan sonra en ayrıntılı olanını, Sehlegî'nin anlattığı şekliyle aynen vereceğiz:

 

 l- Ruhumla miraç yaptım, melekûtu delip geç-tim. Cenneti ve cehennemi gösterdiler ama bunlarla hiç ilgilenmedim. Hz. Peygamber (a.s.) müstesna, uğradığım (ve semada gördüğüm) her Peygambere selâm verdim. Hz. Peygamberin ruhuna ulaşamayışımın sebebi ruhunun çevresinde nurdan bin perde­nin bulunması, bundan gelen ışıltının bile neredeyse ilk bakışta her şeyi yakması idi.  (Sehlegî,   111, Attar206)

Bâyezîd bu ifadesinde ruhu ile miraç yaptığını açıkça ifade etmiştir:

2- Ceberût'da gâib oldum.melekût deryalarına dâldım, Lâhut'un perdelerini aştım, Arş'a ulaştım.. "Burasını bomboş görünce kendimi onun üzerine attım ve:

"Ey benim  Efendim!  Seni  nerede  arayayım?

Bunun üzerine perde açıldı ve gördüm ki: Ben benim, ben yine benim, aradığım hususa yöneltiliyo-

rum, yürüyen de başkası değil, ben oluyorum. (Sehlegî, 164)

 

 

  1. Beyazıd Allah’a iftira ederek şirk içinde bocalıyor. (S.158)

Başka bir rivayette şöyle: "Bana kendimi tama-miyle unutturdu.Halkı ve melekûtlan da unutturdu.  Bende kaygılar kalmadı. Kaygısız kaldım, sürekli olarak memleket memleket aştım ve halka ulaşıp onlara: Kalkın ki size destur vereyim, dedirn Kaldır dım ve destur verdim, nihayet onlara erdim. Bu yüz-den beni kendisine yaklaştırdı, bana kendisine giden yolu açtı. Ruhun bedene olan yakınlığından daha çok O'na yakın oldum o vakit bana hitâb ettî: "Bâyezîd! Sen müstesna onlann tümü benim halkı mdır. Ben de evet  Senim,sen de ben (Sehlegî, 153)

 Bir kere yükseklere çıkarıldım, nihayet huzu­runa varıp durdum. Bana şöyle hitab etti:

_ "Ey   Bâyezîd!   Halkım   seni   görmek   istiyor".

"Ama Azizim!   Ben  onları görmek istemiyorum eğer sen onların beni görmelerini arzu ediyorsan ben sana muhalefet etme gücüne sahip değilim, Bu

takdirde beni  birliğinle o kadar süsle ki halkın beni gördüklerinde seni gördük desinler ve bu durumda o sen olasın ve ben orada olmayayım "(Sehlegî, 1397" Serrâc,4bb)

Bâyezîd diyor ki: Allah bu dileğimi kabul etti ve öyle yaptı. Beni huzurunda-durdurdu, süsledi ve yü-

.celtti. Sonra da halkına çıkardı.Huzurunda bir adım atıp halka vardım, ikinci adımı atınca kendim-

 den geçtim. Bunun üzerine

"Dostumu bana iade edin. Zira o bensiz olmaya sabr edemez" buyurdu. (Sehlegî, 149)

 

  1. Beyazıd’ın Allah’ın sıfatları ile sıfatlanması küfrü (S.161-162)

 

Hakk’a erip Hak’la Hak ikamet edince bana izzet ve azamet kanadı verdi. Kanatlarımla uçtum, ama O’nun izzet ve azametinin (şeref ve ululuğunun) sonuna eremedim.İmdad diye O’ndan  O’nunla meded istedim, zira O’nunla olmak için O’nunla olmak için O’nunla olmaktan başka gücüm yok. Bunun üzerine bana lutuf gözüyle nazar etti,gücünden güç verdi, beni süsledi, kereminin tacı ile başımı taçlandırdı. Beni tekliğiyle tek, birliğiyle bjr  kılıp sıfatlarıyla vasıflandırdı, hiç bir kimsenin ortak olmadığı olmadığı sıfatlarla. Sonra dedi ki

Birliğimde bir, tekliğimde tek (vâhid. ferd) ol.

Kerem tacımı koyduğurn başını kaldır ve şerefimle şereflendir, zorumla zorlu ol. Sıfatlarımla Halka çık ki benliğimi benliğinde göreyim Artık. seni gören

"beni görmüş, seni murad edinen beni murâd edin­miş olur, Ey yeryüzündeki nurum gökyüzümdeki

'süsüm!             

 

 

 

  1. Beyazıd’ın kafasında şirk ve küfürden başkası yoktur. (S.162-164)

 

     Böylece Allah'ın bana karşı kendisiyle ileri sürdüğü delillerin arkası geldi. Artık bundan sonra O beni

kendi isimlerinden hangisiyle bana hitab ettiyse ben de' ona o isimle hitap ettim, O kendi sıfatlarından hangisiyle beni vasıflandırdıysa ben de O'nu o sıfatla nitelendim .Böylece O'nunla iken benden olan her şeyin sonu geldi. Bir süre ölü gibi kaldım, ne ruh var, ne beden! Sonra öldürmüş iken canımla beni canlandırdı ve:

Mülk-kimin?" buyurdu.Beni ihya etmiş olunca  "Bir ve kahhar olan Allah in  dedim.

"İsim kimin?" buyurdu. "Bir ve kahhâr olan Allah'ın" dedim "Hakimiyet kimin buyurdu "Bir ve kahhâr olan Allah'ın" dedim.

"irade kimin?" buyurdu.

"Zorla olan Rabbın" dedim. Buyurdu ki:

"Sana hayatımdan hayat verdim, seni ülkeme sultan yaptım, adımla da adlandırdım, hakimiyetimle seni hâkim kıldım? irademi sana anlattım. Rablık -isimlerini ve ezeliyet sıfatlarını (alman ve kullanman  için) bana muvafakat ettim.

"Ne istediğini biliyorum: Kendime ait oldum razı olmadın,senin için san ait oldum. buna da razı olmadın" dedim,buyurdu ki-

"Ne kendine ait ol, ne de bana, kuşkusuz sen yokken ben senindim? Sen de sen yok iken (benklik sız) benim ol. Olduğun gibi kendin ol, olduğum gibi benim ol."

"Bu, benim için nasıl mümkün olur meğer ki Seninle ola" dedim. Bunun üzerine kudret gözüyle bana"şöyle bir taktı ve kendi varlığıyla beni yok etti ve benden zatıyla tecelli etti. Böylece ben O'nunla var oldum ve fısıldaşmalar sona erdi. Söz bir oldu, her şey her şeyle bir oldu."

"Ben benim, O'nun benliğini dile getirişim vahdet halinde hüviyetini dile getirişim gibi.Böylece de sıfatlarım Râblık sıfatlarına dönüştü. Dilim de tevhid dili oldu. "O dur, ondan başka Tanrı yoktur" sıfatlarım oldu. Ne olduysa O'nun varlığıyla ve olan dan oldu. O'nun varlığıyla olan da "olan olur.   Artık sıfatlarım Rablık  sıfatları, işaretlerim ezeliyet işaretleri, dilim tevhid dilidir." (Sehlegî, 175-178)