Kaynak: Dinler Tarihi, Prof.Dr.Günay Tümer ve Prof.Dr.Abdurrahman Küçük, Ocak Yay., 4.Baskı, Ankara 2002
Günümüzde yaşayan dinler arasında, inançla ilgili bazı noktalarda kısa bir karşılaş-tırma. (s.457-502)
Günümüzde dünyada çeşitli dinlerin yaşamakta olduğunu görmekteyiz. Bu dinlerden bazısı sadece bir ada ahalisine ait olabilirken, bazısı bir milletin, bazısı da birçok milletin dinidir.
Yüzyılımızda hâlâ ilkel kabileler bulunmaktadır ve bunlar dünya nüfusunun % 5'ini oluşturmaktadır. İlkel kabileler, Okyanus adalarında, Güney ve Orta Afrika'da, Avustralya'da, Hindistan içerisinde, kutuplarda bulunmaktadır. İlkel Kabîle Dinleri adlarını kabile adlarından almaktadır: Nuer, Ga, Maori, Ainu, Dinka, Pigme dinleri gibi.
Günümüzde yaşayan millî dinler; Konfüçyüsçülük, Taoizm, Hinduizm, Caynizm, Sihizm, Şintoizm ve Yahudiliktir. Yahudi dini, önce evrensel iken sonra Babil sürgününü müteakiben millîleştirilmiştir. Hindistan'daki Parsîlik, aslında bir İran dinidir. O, Mecusîliğin kalıntısıdır; bir "deplasman" dinidir.
Asrımızda da evrenselliğini sürdüren üç büyük din; Buddizm, Hıristiyanlık ve İslâm'dır. Buddizm; Asya ülkelerinde, çıkış yeri olan Hindistan'da (çok az sayıda), Tibet, Çin, Kore, Japonya, Hindi Çinî'de (Laos, Kamboçya, Vietnam) ve Hint adalarında nüfus yoğunluğuna sahiptir. Hıristiyanlık; Avrupa'da, Amerika'da, Avustralya'da yaygın ve dünyanın diğer yerlerinde de mensupları bulunan bir dindir. İslâm; Bal-kanlar'da, Anadolu'da, Asya ülkelerinde, Kuzey ve Orta Afrika'da yaygın ve dünyanın her tarafında mensupları bulunan bir dindir.
Üç büyük evrensel din, dünya nüfusunun yarısını oluşturmaktadır. İlkel Kabîle Dinleri çıkarılırsa, geriye kalan miktar millî dinlere mensup olanların sayısıdır.
Günümüzde bu sayılanlara ilâveten ayrıca "din"leştirilmiş, mez-hebimsi, tarikatımsı, taklit, sun'i, türedi, din görüntüsü altında siyasî, ticarî, iktisadî, kültürel gayelerle yürütülen hareketler, cereyanlar da vardır. Bunları konu dışında tutulmuştur.
Bunun yanında, dinleri bir bir ele alıp uzun boylu anlatma yerine günümüzdeki dinlerde yer alan inanç sistemi (amentü-kredo), tanrı kavramı, ahiret, kurucu-peygamber, kutsal metin, dinin adı, ibadet-âyin sistemi, mezhepleri, aktüel değeri gibi hususlar üzerinde durulmuştur.
a. Din Adları
Önce dinlerin adlarından başlayalım. İlkel kabîle dinleri, o kabîlenin adına göre adlandırılır.
Millî dinlerden Konfüçyüsçülük'e bu ad, Batılılar tarafından verilmiştir. Çinliler, Konfüçyüs'ü takip edenlere "Ju-çiya" (edipler) derler.
Hinduizm, Batılılarca verilmiş bir addır. Hindular, dinlerine "Sana-tana dharma" (ezelî, ebedî din) derler.
Buddizm de batılılarca kullanılan bir addır. Buddistler, Asya'da bu din için "Budda Sâsana" (Budda disiplini) adını kullanırlar. Kelime, Budda'dan kalan ahlâkî-manevî prensipleri, ibadet diye yapılan şeyleri, meditasyonu (tefekkür-mürakabe) ve sosyal ilişkileri ifade eder.
Taoizm, "tao" deyiminden kaynaklanır. Tao; yol nizam; bir ferdin, bir hükümdarın, bir devletin tutması gereken yol, gök nizamı'nın insan davranışına verdiği örnektir.
Şintoizm, Japonların Buddizm ile karşılaştıklarında daha önceki inançlarını ifade etmek üzere kullanılmıştır. Kelime, Çince "Shen-tao"dan (tanrıların yolu) gelmektedir.
Caynizm, bu adı, reformcusu Mahavira'ya verilen "cina" (Muzaffer) lakabından gelen "cayn, cayna" kelimelerinden almıştır.
Sihizm ve Sin Dinî Hareketi ise "Şakirtler" anlamına gelmektedir.
Parsîlik, İranlılığı ifade eden Fars (Pers) kelimesinden kaynaklanmıştır.
Yahudilik, Hz. Yakup'un 12 oğlundan olan Yehuda'ya mensubiyetten bu adı almıştır. Tarihî gelişmesi içinde ikiye ayrılan devletin güneydeki bölümüne de bu ad verilmiştir (Ayrıca İsrail ve İbranî kelimeleri de aynı gaye için kullanılır).
Hıristiyan kelimesi, l. Yüzyıl içinde ilkin Antakya'da kullanılmıştır. Bu dine bağlı olanlara Antakya'da Hıristiyan denilmiştir. Kelime Yunan-ca'da "yağlanmış" anlamına gelen ve İbranî Dili'nde "Maşiah" tarzında yazılan Hıristos, Mesîh kelimesinden kaynaklanmış olup "Mesîh'e bağlı" anlamına gelmektedir.
İslâm, her hangi bir kimse veya grup tarafından değil, doğrudan doğruya dinin kutsal kitabından gelen bir addır. Kelimenin geldiği kök İslâm'dan önce Arap toplumunda kullanılmış olmakla beraber, "İslâm" tarzı Kur'ân'la başlamıştır. Kelime; teslim olmak, boyun eğmek, itaat-inkiyat anlamlarına gelmektedir.
b. Din Kurucusu/Peygamber
Burada dinlerin kurucusu veya peygamberleri konu edilecektir. İlkel Kabîle Dinlerinde bir kurucu söz konusu değildir. Hinduizm ve Şintoizm için de durum aynıdır.
Konfüçyüsçülüğün kurucusu, Kung Fu-tzu'dur (M.Ö. 551-479). Ona "Büyük Mürşid" denilirdi. Çin'de Lu eyaletinde dünyaya geldi. Babasını 3 yaşında kaybedince yetim büyüdü, yoksulluk çekti. Bununla beraber büyük bir şevkle tahsilini tamamladı ve bir muallim oldu. O öğrencilerine tarih, edebiyat ve hikmet öğretiyordu. Sosyal düzen ve idare ile ilgili çalışmalar yaptı. Sistemini uygulayacak bir idareci arayarak bütün Çin'i dolaştı. Ömrünün son 5 yılını eski Çin klasiklerine hasretti. Öğrencileri, onun ve öncekilerin telkin ve talimlerini birleştirdi.
"Lao-tzu" (ihtiyar bilgin anlamında) diye lakaplandırılan Li Poh-Yang da (Doğumu M.Ö. 600 veya M.Ö. 571?) büyük bir Çin hakîmi idi. Lao-tzu, sarayda arşiv memuru idi. Emekliye ayrıldığından ondan bir kitap yazması istendi, "Tao te-king"i (Tao fazilet kitabı) yazdı.
Buddizm'in kurucusu, "Budda" (aydınlanmış, uyanmış) diye la-kaplandırılan Siddhattha Gotama'dır (M.Ö. 563-M.Ö. 483). Budda, Hi-malaya eteklerinde Sakya kabîlesinin hükümdarının oğlu olarak şimdiki Nepal'de Lumbini koruluğunda doğdu. Sarayda yaşadı, 29 yaşında, oğlunu, karısını ve saray hayatını terketti. Altı sene çile hayatı sürdürdü. İki hayat tarzı da onu tatmin etmemişti. O, gerçeği arıyordu. Otuzbeş yaşında Neranjara nehri kıyısında bağdaş kurup tefekküre dalmış iken, bir Temmuz gecesi dolunayında zihni aydınlandı, gerçeği, orta yolu ve hayattaki ızdırapları gidermenin yolunu buldu ve ömrünün geri kalan kısmını bunları öğretmekle geçirdi.
Caynizmin kurucusu olan Parsva da (M.Ö. VIII. Yüzyıl), reformcusu olan "Mahavira" (Büyük kahraman) lakaplı Vardhamana da (diğer lâkabı Cina: muzaffer anlamında) aristokrat zümreden, Hint Kast yapısında Kşatriya sınıfından idi. Mahavira'nın (M.Ö. 599-527) çilesi 13 sene sürdü. O da sarayını, çoluk çocuğunu terketmişti.
Parsîlik, İran'dan Hindistan'a gelmiş ve bölgeden etkilenmiş olmasına rağmen, Zerdüşt'ü unutmuş değildir. Zerdüşt'ün ne zaman yaşadığı kesin olarak bilinmemektedir. Bununla beraber M.Ö. 7'nci veya M.Ö.6'ıncı Yüzyılda yaşamış olması kuvvetli bir ihtimal dahilindedir. Zerdüşt, tek tanrılı bir inancın İran'daki en kuvvetli temsilcisidir.
Nanak, Sihizm'in kurucusu ve ilk "gürü" su (mürşit, rehber) olarak kabul edilmektedir (1469-1538). Bir müslüman ailenin yanında yetişmiş olan Nanak, Hinduizm ile İslâm Dini'ni birleştirmek istemiştir.
İlâhî kaynaklı dinlerden Yahudiliğin en büyük Peygamberi Hz. Musa'dır. Yahudiler, ona Moşe (Sudan çekilmiş anlamında) demektedir. M.Ö. XVI-XIII. Yüzyıllar arasındaki bir zaman diliminde yaşadığı düşünülmektedir. M.Ö. XIII. Yüzyılda yaşamış olması ihtimali daha kuvvetlidir. Yahudileri Mısır'daki esaretten kurtarmış ve Sina dağında vahiy almıştır. Tora (Tevrat) ve On Emri, Yahudilere, o getirmiştir.
Hz. İsa'nın Milad diye bilinen tarihten 6 veya 10 sene önce doğduğu kabul edilmektedir. Bu konudaki hatanın Ortaçağda yaşamış bir Hıristiyan keşişin düzenlediği takvimden kaynaklandığı bilinmektedir.
İsa, Mesîh olduğunu açıklamış; fakat Yahudiler kabul etmemiş ve böylece çarmıh olayı vukubulmuştur.
Hz. Muhammed, MS. 571 yılında, Mekke'de doğdu. Doğumundan önce babasını, 6 yaşında annesini kaybetti. Yetim büyüdü. Kırk yaşında ona vahiy gelmeye başladı. Altmışüç yaşında vafat etti.
İslâm, hem Hz. Musa'yı ve hem de Hz. İsa'yı Peygamber olarak kabul etmektedir. Hıristiyanlık ise Hz. Musa'yı kabul etmekte; fakat Hz. Muhammed'i kabul etmemektedir. Yahudilik ikisini de kabul etmemektedir. Zerdüşt, Konfüçyüs, Lao-tzu, Budda, Mahavira gibi din kurucuları da birer Peygamber olarak değerlendirilebilir. Hinduizmde Vişnu, insan suretinde dünyaya gelip insanlara bir örnek önder (Rama, Krişna) gibi kabul edilmiştir. Onlara göre bu bir çeşit peygamber anlayışıdır. Onlar, ayrıca diğer dinlerin önemli şahsiyetlerini Vişnu'nun bir "avata-ra"sı (hulul) olarak görürler.
c. Dinlerin İnanç Sistemleri
Dinlerin inanç sistemlerine gelince, bu konuda Hıristiyanların "kredo", Müslümanların "âmentu" deyimlerini kullandıkları belirtilmelidir. Hinduizm, Şintoizm, Konfüçyüsçülük gibi dinlerde bir âmentü-kredo söz konusu değildir. Buddizm'de bu konuda "tri-ratna" (üç cevher) vardır: "Budda'ya sığındım Dhammaya sığındım, Sangha'ya sığındım". Bu cümledeki "Dhamma", doktrin; "Sangha" ise bekâr rahipler topluluğu, cemaatıdır.
Yahudi Dini'nde Moşe ben Meymun'un (İbni Meymun, Maimoni-des: 1133-1204) düzenlediği 13 maddelik inanç sistemi XIII. Yüzyıldan bu yana, Yahudilerin âmentüsü olmuştur (daha önce yoktu). Bu âmentu şöyledir: "Tam bir imanla inanırım ki; 1) Allah, var olan her şeyi yarattı ve onlara O hükmeder, 2) Allah birdir ve ondan başka tanrı yoktur, 3) Allah'ın bedeni yoktur ve hiçbir şekilde tasvir edilemez, 4) Allah'ın başlangıcı yoktur ve nihayeti olmayacaktır, 5) Yalnız Allah'a dua etmeliyiz, 6) Peygamberlerin bütün sözleri doğrudur, 7) Musa, bütün Peygamberlerin en büyüğüdür, 8) Elimizde olan Tora, Allah
tarafından Musa'ya verildiğinin aynıdır ve değiştirilmemiştir, 9) Dinimiz, ilâhî bir dindir ve değiştirilemez, 10) Allah, insanların bütün hareket ve düşüncelerini bilir, 11) Allah, emirlerini yerine getirenleri mükafatlandırır, getirmeyenleri cezalandırır, 12) Allah, Mesîh'i (Meşiah) gönderecektir ve geciktiği halde yine beklerim, 13) Ruhum ölümsüzdür ve Allah, dilediği zaman ölüleri hayata kavuşturacaktır.
Hıristiyanların IV. Yüzyıla ait, üç bölümlü ve oniki maddeli Havariler Kredosu şöyledir: " 1) Ben, Tanrı'ya, Kudretli Baba'ya, 2) ve O'nun biricik oğlu Rab İsa'ya, 3) Bakire Meryem ve Kutsal Ruh'tan doğmuş olduğuna, 4) Pilatus zamanında Çarmıh'a gerilmiş ve gömülmüş olduğuna, 5) Üçüncü gün ölüler arasından dirilmiş olduğuna, 6) Göklere yükselmiş olduğuna, 7) Baba'nın sağında oturmuş olduğuna, 8) Oradan ölüleri ve dirileri yargılamak üzere ineceğine, 9) ve Kutsal Ruh'a, 10) Kutsal Kilise'ye, 11) Günahların bağışlanacağına, 12) Ölülerin dirileceğine inanırım. Bu maddeler üç gruba ayrılabilir. Bu gruplardan ilki Tanrı, ikincisi Hz. İsa ve üçüncüsü de Kutsal Ruh'la ilgilidir. Dolayısıyla bütün Hıristiyan kredoları teslisin (üçleme) üç maddesi etrafından kümelenmektedir.
İslâm'da imanın altı esasının beşi Kur'an'da, tamamı hadislerde arka arkaya sıralanmaktadır. Bildiğimiz "Amentü", İmam-ı A'zam Nu'man b Sâbit'in (80-150) "el-Fıkhu'l-Ekber" (En Büyük Bilgi) başlıklı eserinden yaygınlaşmıştır: Allah'a, peygamberlere, meleklere, kitaplara, Ahiret Gününe ve Kadere inanırım.
d. Dinlerde Tanrı
Dinlerde Tanrı kavramına girmeden önce belirtilmelidir ki bazı dinlerde farklı isimlerle, farklı şekillerde nitelendirilse de bütün dinlerde bir yüce Tanrı inanışı bulunduğu araştırmalar sonucu belirlenmiştir.
İlkel kabîle dinlerinde totemist, animist inançlar, büyü, atalar kültü yanında bir de Yüce Varlık, Yüce Tanrı, Yüce Ruh inancı vardır.
Hinduizm'de politeizm, panteizm, monizm yanında monoteizm de vardır. Brahma, Vişnu ve Şiva'dan oluşan teslisde (üçleme) Brahma yaratıcı; Vişnu, yapıcı, koruyucu; Şiva ise yıkıcı, yokedici güçtür. Bütün
bunlarla beraber en önemli Hint Kutsal Kitabı Vedaların Rigveda bölümünde şöyle bir cümle vardır: "Tanrı tektir, fakat hakîmler onu değişik şekillerde nitelendiriyorlar".
Buddizm ve Caynizm, ateist dinler olarak nitelendirilir. Ancak bu ateizm; Tanrı'yı inkâr anlamında değil, şahsî kurtuluşu, Nirvana'da (Nib-bana) ferdî davranışı, kasıtlı kişi seçimini ön plana alma şeklindedir.
Sihizm'de monoteizm esastır. Tanrı, "Allah" ve "Rama" olarak adlandırılır.
Parsîlik, Zerdüşt Dini'nin ve Mecusîliğin bakiyesidir. Zerdüşt, İran'a monoteist, tevhitçi bir inanış getirmişti. Bu dinde Yüce Tanrı "Ahura Mazdah" diye adlandırılmaktadır. Şimdi Parsîlik, Mecûsilik'teki ateş kültünü devam ettirmekte ve bu inanışın nefsinde bir monoteizm sürdürmektedir.
Konfüçyüsçülük'ten de önce Çin'de uzun devrelerde Yüce Tanrı "Şang-ti" diye adlandırılmıştı. Konfüçyüs zamanında ise "Tien" kelimesi kullanılmakta idi.
Taoizm, Çin'deki "Tao" deyimini, uluhiyeti ifade sadedinde, kendine mahsus bir anlatım tarzı içine çekmişti. Aslında çok anlamları bulunan "Tao", âlemin anası idi. Her şey ondan gelmişti. Başı sonu yoktu. Hiçbir şeye muhtaç değildi.
Japonya'da politeist, animist bir inanış şekli uzun devreler devam etmişti. Tanrı ve ruh gibi varlıklar "karni" kelimesiyle ifade ediliyordu. Onlar, tabiatta bir çok şeyleri tanrılaştırmalardı. Sekiz milyon, sekizyüz bin rakamlarıyla ifade edilen tanrıları vardı. İmparatorları da tanrı kabul ediliyordu. O, kültün başı idi. Bununla beraber en büyük tanrı "Amate-rasu" (Güneş Tanrıçası) idi. Onlara göre imparator onun neslinden gelmişti.
Yahudilik, en eski monoteist dinlerdendir. Bu dinde Tanrı, Yahve (Yehova), Elohim kelimeleriyle adlandırılır. Onun adı boş yere ağza alınmaz (On Emre göre). Ayrıca Hâ-şem ve Rab anlamında "Adonay" kelimeleri kullanılır. Yahve yalnız İsrail'in Rabbıdır ve Yahudilerle Moşe (Hz. Musa) vasıtasıyla ahitleşmiştir. Yahve, tek Rab'dır, yaratıcıdır. Tanrı'nın baş ve sonu yoktur. Âlemi yaratırken, altı günde bu işi yapmış, yorulmuş, yedinci gün (Cumartesi, sebt: "Şabat") dinlenmiştir. Yahudilerdeki Cumartesi günü hiçbir şey yapmamak, bu hükme bağlanmaktadır. Yakup, Yahve ile güreşmiş ve O'nu yenmiş, bu sebeple Yakub'a "İsrail" (Yahve'yi yenen) denilmiştir.
Hıristiyanlık da, özde monoteist olmakla beraber, üçlemeye (teslis) gitmiş bir dindir. Üçleme, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh'dan oluşur. Bu üçü aynı cevherdendir. Bununla beraber üçü de ayrı ayrı şahıslara sahiptir. Baba, yaratır; Oğul, kurtarır; Kutsal Ruh da takdis eder. İsa Mesîh'de hem ilâhî hem de beşerî, iki tabiat vardır.
İslâm'da Allah vardır, birdir; ezelîdir, ebedîdir. O, hiçbir şeye benzemez. Varlığı kendisindendir. O'nun da, peygamberinin de resim ve heykeli yapılmaz. Peygamber, O'nun sadece kulu ve elçisidir.
Görüldüğü gibi, bütün dinlerde bir yüce Varlık inancı, şu veya bu adla, şu veya bu ifadenin içinde, vardır. Ancak bazı dinlerde bu yüce varlığın nitelikleri farklılaştırılmış; o, bazen bir panteon, bazen de teslisin içine oturtulmuştur. İslâm'da tevhid, en açık-seçik ve sade bünyeye kavuşmuş, Allah'la Peygamberin, insanların, yaratıkların arasındaki çizgi belirginleşmiştir.
e. Dinlerde Kutsal Kitap/Metin
Dinlerde kutsal kitap, kutsal metin, daha geniş bir karşılaştırmayı gerektirir. Ancak, bu karşılaştırmaya, burada kısaca temas edilecektir.
İlkel kabîlelerde yazı olmadığından bir kutsal metin de söz konusu değildir.
Hinduizm'de çok sayıda ve hacimli, dili Sanskritçe olan kutsal metinler vardır. Bunlar genelde ikiye ayrılır: 1) Şruti, yani vahye-ilhama dayananlar, 2) Smriti, yani destânî olanlar. İlk grubun en önemli metinleri, Vedalar'dır. Bunların "rişi" denilen hakîm kimselere vahyolun-duğuna inanılır. Bununla beraber Rig-veda, Yajur-veda, Atharva-veda ve Sâma-veda diye adlandırılan bu metinlerin kime ait olduğu bilinmez, belirli bir yazarı yoktur. Vedaları, aynı gruptaki Brahmanalar, Upanişadlar ve Aranyakalar takip eder. İkinci gruptaki destan? metinlerin en önemlisi, Mahabharata Destanı ve onun bir bölümü olan Gita'dır. Bu destan, dünyanın en uzun destanıdır. Onu, Ramayanalar, Purana-lar ve Manu Kanunnamesi takip eder.
Buddizm'in kutsal metinleri Pali dilinde yazılmış Ti-pitaka'dır (Üç sepet). Üç bölüme ayrılır. 1) Vinaya-Pitaka), 2) Sutta-Pitaka, 3) Abhid-hamma-Pitaka. Bu metinler, Budda'dan çok sonra, M.Ö. l. Yüzyılda Seylan'da yazıya geçirilmiştir. Hinduizmin metinleri gibi bunlar da asırlarca şifahî olarak nakledilmiştir.
Caynizm'in kutsal metinleri, "Ağama" veya "Siddhanta" diye adlandırılmaktadır. Onbir bölümden oluşmaktadır. Mahavira'dan çok sonra yazıya geçirilmiştir.
Sihizm'in kutsal kitabı "Adi-Grant"tır. Metin içinde sadece Nanak'ın değil, Ferit ve Kabir'in şiirleri ile ilâhîler de yer almaktadır.
Parsîliğin kutsal kitabı, "Avesta"dır. Üç bölümdür: 1) Yesna, 2) Yeşt, 3) Videvdat. Zerdüşt'e nisbet edilen "Gatha'lar", bunlardan ilki içindedir.
Konfüçyüsçülüğün kutsal metinleri, beş kitap ve dört klasiktir. Beş kitap; 1) Şiir kitabı, 2) Tarih kitabı, 3) Ayin kitabı, 4) Değişiklikler kitabı, 5) İlkbahar ve Sonbahar vekayinâmesi'dir. Dört klasik ise; 1) Konfüçyüs'den Seçmeler, 2) Orta Yol Doktrini, 3) Mensiyus'den Seçmeler, 4) Büyük Bilgi'dir. Bu metinler, Konfüçyüs'den sonra talebeleri tarafından toplanmış, bazıları ona, bazıları daha öncekilere ait bilgileri ihtiva eden metinlerdir.
Taoizm'in kutsal metni, "Tao te-king" dir (Tao'nun fazilet kitabı); anlaşılması güç, mistik bir metindir.
Şintoizm'de bildiğimiz anlamda olmasa da, "Kojiki" ve "Nihongi" (açıklamaları Engişiki) kutsal vekayınâmeler olarak saygı görür. Bu metinler, bütün Japonya'nın imparatorluk hanedanının belirli tarihlere kadar tarihçesini ihtiva eder.
Yahudiliğin kutsal kitabı "Tanah"dır. Üç bölümdür: 1) Tora, 2) Ne-viim, 3) Ketuvim. Tora beş kitaptan oluşur ("esfâr-ı hamse": Pentatök). Tora, Sina'da Moşe'ye (Hz. Musa) Yahve tarafından vahyedilmiştir. İçinde "On Emir" iki yerde geçer. Neviim, Peygamberler; Ketuvim, kitaplar demektir. Şifahî gelenek olan ve Hz. Musa'ya vahyedildiği kabul edilen diğer kutsal kitap Talmud'tur. O da, kutsal kitap olarak saygı görmektedir.
Hıristiyanlar, Yahudilerle ilgili bu kutsal kitabı kendi Kitab-ı Mukaddeslerinin (Bible) ilk bölümüne alıp ona "Eski Ahid" derler, ikinci bölüm "Yeni Ahid"dir. Yeni Ahid'de İnciller (Markos, Matta, Luka ve Yu-hanna), 21 Mektup, Resullerin İşleri ve Vahiy yer alır. Hıristiyanların tasnifine göre Yeni Ahid 27, Eski Ahid ise 39 kitaptan oluşur. Eski Ahid'de bir kısım apokrif (sahte, sahîh olmayan, kanonik sayılmayan) metinler konusunda Hıristiyan mezhepleri arasında ihtilaf vardır. Protestanlar, Yahudiler'e uyarak, bu konuda, Katolik ve Ortadokslar'dan farklı görüşe sahiptirler. İnciller Hz. İsa'dan sonra yazılmıştır. Yüzlerce metin arasından birbiriyle alâkalı dört tanesi seçilmiş ve Kilise onları muteber saymıştır. Bunların ilk üçüne"Sinoptik İnciller" (birbirine benzeyen) denilir. Döndüncüsü, Yuhanna ise tasavvuf? bir metindir. Bu indilerin arasında da hayli farklı ifadeler vardır. Bazen birisinde bulunan ötekinde bulunmaz. Bunlar, Hz. İsa'dan sonra yazılmış metinlerdir. Matta'nın, 86; Markos'un, 66-75; Luka'nm, 80-90; Yuhanna'nın, 100-200 yıllarında yazıldığı tahmin edilmektedir. Bu metinlerin ne dereceye kadar Hz. İsa'ya nisbet edilebileceğine, İnciller'de onun çarmıh olayının da anlatılması misal olarak verilebilir (Tora'da Hz. Musa'nın ölümünün de yer aldığı gibi).
İslâm'ın kutsal kitabı Kur'ân-ı Kerîm'dir. Kur'ân, Hz. Muhammed'e 20-23 sene içinde âyet âyet, sûre sûre nazil olmuştur. Peygamber, gelen vahiyleri, kendine ait sözlerle karıştırtmamış, kendisinden Kur'ân'dan başka bir şey yazılmamasmı emretmiştir. O, âyet ve sûreleri vahiy kâtiplerine hem yazdırtmış hem ezberletmiş hem de yazılanları kontrol etmiştir. Böylece Kur'ân, Hz. Ebubekir zamanında bir araya getirilmiş, Hz. Osman zamanında ise çoğaltılmıştır. Günümüze tek nüsha olarak intikal etmiştir. Günümüzde yaşayan dinlerin kutsal kitaplarının hiçbiri, Kur'ân hariç, peygamberi veya din kurucusunun zamanında yazılmamıştır. Bu sebeple çok sayıda nüshalar, bu nüshalar arasında tutmazlıklar, ihtilaflar, çelişkiler ortaya çıkmış, bu da dinlere intikal etmiştir. Kur'ân'ın böyle zaaf noktaları bulunmaması İslâm Dini'nde de kendini belli etmiştir.
f. Dinlerde Âhiret Anlayışı
Yine bir karşılaştırma konusu dinlerin âhiret inançlarıdır. İnsan ve âlemin sonu, bir yerde dinlerin en önemli mesajlarını oluşturur. Meselâ Kur'ân, "Allah'a ve ahirete inanma"yı sık sık bir arada zikreder.
İlkel Kabîle Dinlerinde bu konuda fazla bir şeyle karşılaşmıyoruz.
Hint dinlerinde âlem kadîm olarak kabul edilir. Onlarda ölüm ötesinde tenasüh, ruh göçü inancı vardır.
Buddizm'de ruh kavramı yoksa da tenasüh vardır. Tanrı kavramında olduğu gibi, yine bu konunun ayrı bir anlatımı bulunmaktadır. Buddizmde insan, bir beden-zihin birliği içinde düşünülür. Bununla beraber yine de bir "Pudgala vadin" kavramı oluşmuştur ki bu da aşağı yukarı ruhun yerine kullanılan bir deyimdir.
Hinduizm'de insan Brahma'ya, Buddizm'de "nirvana"ya (nibba-na) ulaşınca tenasuhtan kurtulur. Caynizm'de de tenasüh ve kurtuluş vardır. Sihizm ne kadar monoteist bir karaktere bürünmüşse de tenasuhtan kopamamıştır. Buddizm'de cennet-cehennem inançları vardır. Ancak orada devamlı kalınacağına inanmazlar. Onların kozmolojik inançlarına göre uzun zaman dilimleri ve devreleri vardır. Bunlara "kalpa" derler. Dört devre vardır: Âlemin sona ermesi devresi, karışıklık devresi, âlemin teşkili devresi, âlemin devamı devresi. B"ir kalpa, yüzbinlerce yıl sürebilir. Kalpalarm sonu da gelmez. Her Kalpa'nın Bud-dası sonunda da cenneti ve cehennemi vardır. Kalpa'larm sonu yoktur. İnsan için son, Nirvana'ya ulaşmaktır. Âlem için bir sona inanmazlar. Hinduizm'in eski şekli olan Vedizm'de, Veda ilâhîlerinde de görüleceği gibi, ölen kimsenin ya ateşte yakılmak-suretiyle temizlenip Ateş Tanrısı Agni tarafından göklerdeki kutsal varlıkların arasına gönderildiği veya toprak dünyasında kaldığına inanılırdı. Upanişadlar devresinde (M.Ö. 8-4. yüzyıllar arası) bu inanç değişti ve tenasuha inanılmaya başlandı. Sonraki hayat, bir "karma" tüzahürü olarak görülüyordu. Ruhlar, ya dünyevî zeminde veya bir cennet-cehennemde yeniden doğmaya mahkumdu. Ancak bu durumlar sürekli değildi. Bir ruh, zaman olur bir cehennemde (naraka) azap çeker, zaman olur bir cennette saadeti yaşayabilirdi. Bhakti kültünde cennet, Tanrı'nın ikâmetgâhı ve bir hürriyet yeri olarak kabul edildi. Bütün bunlara rağmen bir üst sınıftan Hindu'nun cenaze töreninde ölüye ve atalarına sunulan hediyeler, onları yatıştırmak gayesini, onlardan korkulduğunu, bu Vedik inançların hâlâ yaşadığını gösterir.
Parsîliğin dayandığı Zerdüştî inanca göre, ölüyü bekleyen, altında erimiş madenler bulunan, Çinvat Köprüsü'nü geçme imtihanı vardır. Ruh, eğer bu köprüyü geçebilirse, ameline göre iyi veya güzel sonuca ulaşır. Alemde Ohrmazd (Hürmüz) ve Ehrimen arasındaki mücadele, ölülerin dirilişi, muhakemesi ve kötülerin erimiş madenlere atılmasıyla sona erecektir. Sonunda kötülük yokedilecek ve günahlarından arınmış olan günahkârlar da dahil bütün geri kalanlar, ebedîlik için, yeniden diriltilmiş olacaktır.
Konfüçyüsçülüğün bir eskatolojisi yoktur. Bir hüküm günü, kıyamet ve yeniden diriliş inancına Çin'de pek rastlanmazken, Bud-dizm'in Çin'e girmesi sonucu bu dindeki tenasüh, özellikle zaman kategorileri gibi inançlar Taoizm'e geçmiştir. Bu konuda Buddist ve Taoist telkinat şöyledir: Ölür ölmez ruh, ölülerden seçilmiş 10 hâkimden oluşan bir mahkeme önüne getirilir. Onlar büyük bir tarafsızlıkla o kimsenin akıbeti konusunda karar verirler. Buddist ve Taoist mitolojiye göre ruh, bu karara göre, cennet veya cehennemlerden birinde bir müddet kalır. Böylece nirvanaya (nibbana) ulaşıncaya kadar ruh, sayısız tenasuhlar geçirir. Çin Buddizm'inde Budda'dan 3000 yıl sonra Buddizm'in çökeceğine, bu sırada Maitreya (Mi Lo Fo) denilen kurtarıcının gelerek, bin yıllık bir kurtuluş devresini başlatacağına, böylece bütün canlıların kurtulacağı bir hayat devresi yaşan Nacağına inanılır. Maitreya, Tuşita Cenneti'nden inecektir.
Japonların da eskatolojileri yoktur. Onlar öldükten sonra kişinin ruhunun yaşadığına inanırlardı. Buddizm'in gelişiyle Çin'deki gibi inançlar ortaya çıktı.
Yahudi geleceğine göre ölüm hayatın sonu idi. Kalan şey, "Şeol" denilen yerde, kederli varlıklardan ibaretti. Öldükten sonra bir muhakeme olduğuna dair eldeki kaynaklardaki îmalar kapalıdır. Metin tarihlerindeki ihtilâf bu konuda kesin bir şey söylemeyi mümkün kılmamaktadır. Ölümden sonra hayat, mezarda ve ölüler âleminde (Şeol) geçecektir. Ölenler, ölüler âleminde, bir gölge gibi varlığını sürdürecektir. Ölmüş kimselerin ne Yahve ile, ne de diğer insanlarla bir münasebeti vardır. Eski Mısırlılar'da, Ken'anîler'de hayata dönüş inançları bulunmaktadır. Zerdüştîler'de ahiret inancı kuvvetlidir. Kaynaklar, Yahudiliğe ve onların kutsal kitabına yeniden dirilme inancının İran'dan geçtiğini, Daniel Kitabı'nın 12:2. cümlesine dayanarak ileri sürmektedirler. Yahudiler, İran'da, M.Ö. 6. Yüzyılda esir olarak 50 yıl bulunmuşlardır. Daniel Kitabı ise M.Ö. 2. yüzyıla aittir. Bu konudaki belirsizlik, kutsal metin yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Yahudilikle yeniden dirilme ve ölülerin muhakeme edilmesi inancı M.Ö. 2. yüzyılın sonlarında, bazı çevrelerde, ortaya çıkmış ve M.S. 70'lerde artık yerleşmiştir. Bu eskatoloji, münferit kaderden daha çok, İsrail'in kurtuluşu ve Yahudi olmayanların cezalandırılmasını konu edinen Apokaliptik (gelecekten haber veren) literatüre bağlıydı ve gelişi, mevcut dünya düzenine son verecek Mesih fikrini içine almaktaydı. Eski Yahudi mezhebi olan Saddukîler, bu inancı, Tevrat'ta bulunmadığı için, kabul etmediler. Diğerlerinin bu konudaki inançları ise ayrı bir âlemde değil, dünyada bu işleri kabul etmek tarzında idi. Yahudi dinî ve siyasî inançlarının en önemlisi Mesîh inancı oldu. Mesîh, Kral David (Hz. Davud) soyundan gelecek ve yeryüzünü kaplamış dinsizlik, ahlâksızlık, bereketsizlik, onun gelişiyle son bulacak; bereket avdet edecek, çöller cennetleşecek, insanlar düzelecek, vahşi hayvanlar evcilleşecektir. Mesîh, Mabed'i yeniden kuracak, bütün dünyaya, Yahudi olsun-olmasın herkese hükmedecektir. Tevrat'ı bütün milletlere öğretecektir. O, Kudüs'ü kuşatacak; Ye'cüc ve Me'cüc'ü Yahve imha edecektir.
Mesih'in hakimiyeti dünyanın 6 bininci yılında sona erecektir. Bin yıllık bir devreden sonra insanlar diriltilecek, ceza-mükâfat göreceklerdir. Maymonides'in hazırladığı 13 maddeli inanç esaslarında (dünyanın sonunda umûmî muhakeme) ceza-mükafat, mesih, ölülerin dirilmesi de Yahudilerin mutlaka inanması gerekli hususlar arasında sayılmaktadır.
Hıristiyanlar, beklenen Mesih'in İsa olduğuna inandıklarından dolayı eskatolojilerini buna göre belirlemişlerdir. Onlara göre, öldükten sonra dirilen ve göğe yükselen İsa Mesîh, kıyamete yakın geri dönecektir. Âlemin sonu yakındır. Filistin'de ilâhî mesih devleti kurulacaktır. Bu ilâhî devlet, kıyametin başlangıcı olacaktır. Mesih'in gelişini insanların kalplerinden kötülük, istek ve arzularının çıkarılışı, peygamberlerin va'dettikleri yeni kalplerin takılması gibi olaylar takip edecektir. İlâhî hâkimiyet, ansızın gerçekleşiverecektir. Ancak havarilerden itibaren bu beklenti bir türlü gerçekleşmedi. Bu, hayal kırıklığı doğurdu. Bununla beraber haftanın ilk günü, Pazar, haşir günü olarak kabul edildi. İsa'nın bir pazar günü dünyaya geri döneceği, ahiret hayatını başlatacağına inanılıyordu. İlk yüzyıllar, hep bu beklenti ile geçti. Ahire-tin yakın olduğu inancı bir zühd hayatı doğurmuştu. Bütün ahiret hallerinin gerçekleşmesi İsa Mesîh'in ikinci gelişine bağlanmıştı. O, zelzeleler, harpler, kıtlıklar akabinde gökten, bulutların arasından şimşek çakar gibi ansızın geliverecekti. Onun gelmesiyle bir devre geçecek, bu devrede Mesîh hükmedecekti. Bu devre iyilerin dirilmesinden itibaren başlayacak, bitiminde de kötüler yeniden dirilecek ve genel muhakeme bunu takip edecekti. (Milenyum: bin yıllık devre inancı 5. yüzyıldan itibaren pek gözükmese de Protestanlar onu diriltmişlerdir). Hıristiyanlık'ta iki muhakeme vardır: İlki, ölür ölmez kişi yaptıklarından muhakeme edilir ve A'rafa gönderilir (A'raf'ı kabul etmeyen Hıristiyan grupları da vardır). O, orada ikinci muhakemeye kadar kalır. A'raf'da beşerî günahlarını itiraf etmemiş olmaktan suçlu bulunmayan ölü ruhları, affedilebilir; küçük günahlarının kefaretini çekerler. Burada beden-siz bir durumda olmalarına rağmen bedenî azap çektikleri şeklinde kuvvetli bir kanaat hakimdir. Ancak a'rafdaki azap muvakkat, cehennemdeki farklı ve ebedîdir. Orta çağdaki "Papalık Endülüjans zayıf ruhları" affetme gayesiyle düzenlenmişse de bu tavır, reformcuların A'rafı inkârlarına yol açmıştır. Hıristiyan inanışına göre ölen kimse ilk muhakemesi sonunda A'rafda kalacak, burada onun ruhu beşerî günahlarının kefaretini ödeyecek, İsa'nın ikinci gelişinden sonra başlayacak olan bin yıllık devrenin başında iyiler, sonunda ise kötüler yeniden dirilecektir. Daha sonra Hz. İsa'nın başkanlığında büyük genel muhakeme kurulacak ve sonunda iyiler cennete, kötüler cehenneme gidip orada ebedî kalacaklardır.
İslâm Dini'nde kıyametin küçük ve büyük alâmetleri vardır. Bu alâmetlerden sonra ansızın kıyamet kopacaktır. En sonunda Yüce Allah, "mülk kimin" diye soracak ve yine bu sorunun cevabını kendi verecektir. İnsanların tek tek ölümüyle ilgili melek Azrail, kıyametle ilgili olanı İsrafil'dir. Her ölenin, kabir sorgulamasiyle karşılaşacağı, iyi ise başında yapılan telkini işitip sorulara cevap vereceği, kötü ise veremeyeceği inancı yaygındır. Kıyamet sonunda yeniden dirilme, mahşer, hesap-kitap vardır. Herkes, yaptığı zerre kadar hayrın ve şerrin karşılığını görecektir. İlâhî adalet tecelli edecek, suçlar, suçlular ortaya çıkacak, organlar insanların yaptıklarına şehâdet edecektir (İki melek her insanın yaptıklarını bilip şehâdet edecektir. Bunlara, "Kirâmen Kâtibîn", yazıcı melekler denir); kimsenin kimseye faydası dokunmayacaktır. Hesap-kitap sonucu bazılarının amel defteri sağından, bazılarının da solundan verilecektir. Mîzan ve kul haklarının ödenmesi sonucu kişi, eğer mü'min ise, Sırat Köprüsü'nü geçip Cennet'e gider; mü'min değilse veya günahları ağır geldiyse Cehennem'e düşer. Günahkâr olan mü'min, günahı kadar Cehennem'de kalır, cezasını çeker, sonra Cennet'e gider (A'raf inancı farklıdır.) Cennet 8, Cehennem 7 tabakadır. Herkes ameline göre yerleştirilir. Cennet, ne sıcak, ne de soğuk, altından ırmaklar akan, bahçeli-köşklü bir mekândır. Orada ihtiyarlık, hastalık, çalışma ve ibadet yoktur. Hem bedenî hem de manevî zevkler ve bu arada en önemlisi rü'yet (Yüce Allah'ı görme) cennetin nimetlerindendir. Cehennem'de ateş azabı (soğuk olanı da vardır) ve en kötüsü Cennet'tekileri görüp "keşke toprak olsaydık da..." diye hayıflanmak vardır. Cennet ve Cehennem, ebedîdir.
Dinlerde âhiretle ilgili inançlarda Hint dinleri arasında âlemi sonsuz görüp tenasuha inanmak; Çin-Japon dinlerinde ölümden sonra sadece ruhun yaşadığını kabul etmek; Zerdüşt Dini, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm'da öldükten sonra ceza-mükâfat, Cennet-Cehenneme yer vermek bakımından benzerlikler vardır.
Hint dinlerindeki, tenasüh anlayışı bu son sıralanan dinlerde yoktur. Bu dinlerde ruh, bir bedenle sorumluluk altına girmiştir.' İslâm, ahi-rete bakış bakımından diğer iki ilâhî dinden ayrılmaktadır. Yahudilikte ayrı bir âlem, öte dünya pek net değildir. Her şey bu dünyada gibidir. Gözler, dünyaya çevrilmiştir. Hıristiyanlık'ta her şey âhirete göredir, âhiret yakındır; bu, aşırı bir züht hayatına, ruhbanlığa, dünya nimetlerini terke yol açmıştır. İslâm'da dünya-âhiret dengesi vardır. Gaybı kimse bilemez, Kıyamet de bilinmeyen beş şey arasındadır (Mugayyebât-ı Hamse). Kişi için çalışmak esastır. Dünyadan nasip de unutulmayacaktır. Dünya âhiretin tarlasıdır. İslâm'da ruhbanlık yoktur. İslâm'da âhiret muhakemesini Yüce Allah yürütür. Zira "Din gününün sahibi" O'dur. Hıristiyanlık'ta, bu görev Hz. İsa'ya verilmiştir.
ğ. Dinler Arasında İslâm ve Farkları
Dinlerin adları, dikkat edilecek olursa o din kurucusu ve peygamberi veya dayandığı uluhiyet tarafından verilmemiş, sonradan onlara atfedilmiştir. Bunun tek istisnası "İslâm"dır. İslâm, Kur'ân-ı Kerîm'de hem yeni din hem de dinin dayandığı "tevhid caddesi"nin genel adı olarak kullanılmıştır. Batılı müsteşrikler (Oryentalistler), önce bu din için "Muhammedanizm" kelimesini kullanırken, sonra hatalarını anlamış, "İslâm" adına alışmışlardır. Tekrarlarsak, dinlerin adları İslâm dışında dinin ana otoritesinin ötesindeki bir kaynakdan geldiği, genel olarak bir kabîle, millet veya kişiye bağlılığı ifade ettiği görülmektedir.
Yaşayan dinlerin kurucu veya peygamberleri ya Önasya ya Çin veya Hindistan'da yaşamışlardır. Bunlardan bazılarının getirdiği nizam sadece kendi ülkesinin sınırları içinde kalmış, bazılarınınki de bu sınırlardan taşmış, diğer ülkelere, hatta bütün dünyaya yayılmıştır. Bu dinlerden bazıları ihtida kabul eder, bazıları da etmez. Bu şahsiyetler, sadece bir sosyal sınıftan değil, çeşitli tabakalardan çıkmışlardır. Sadece bir devirde değil, çeşitli devirlerde yaşamışlardır. Getirdikleri nizamın devlet sistemi haline geldiğini hayatlarında pek görmemişlerdir. Bunun tek istisnası Hz. Muhammed'dir. O, aynı zamanda Yüce Allah'ın kulu ve elçisi olarak kalmış, tanrılaştırılmamıştır. İslâm'da, peygamberler için ismet (masumluk, günah işlememek), sıdk (doğruluk), tebliğ (kendisine vahyolunanı, tevhidi bildirmek), emanet (emin, güvenilir olmak) ve feta-net (zeki, uyanık olmak) gibi ortak nitelikler kabul edilir. Peygamberler arasında bir ayrım yapılmaz; ancak bazılarının bazılarından daha faziletli olduğuna inanılır. Peygamber ve din kurucuları, genel olarak ya yetim-babasız veya baba ocağını terketmiş kimselerdir. Hepsinde ahlâk, fazîlet, nefse hâkimiyet, takva, tebliğ, maddeden feragat esastır. Aşağı yukarı hepsinin tahsili vardır. Hz. Muhammed ümmî olmakla müstesnadır. İslâm'da Allah'ın sıfatlarının Peygamberinkiyle karıştırılmamış olması dikkatten kaçmamaktadır.
Dinlerden inanç sistemi bulunanlarında bu sistem (kredo), dinin özünde, kutsal metninde bulunmayıp sonradan belirlenmiştir. Yine İslam bu konuda istisna teşkil etmektedir. İslâm'da "âmentü", Kur'ân ve Hadîslere dayanır. Hadiste altı maddesiyle aynen geçer (İmâm-ı Â'zamın yaptığı; sadece mevcut ibareyi birkaç kelime ilâve ederek ferdî ikrar haline getirmekten ibarettir).
Dinlerde tanrı kavramı çok karmaşık bir görüntü arzeder. Bir dini din yapan bu çok önemli kavramın bazı dinlerde pek belirgin olmadığı, bazı dinlerde ise politeist, panteist, monist bir karakter gösterdiği görülmektedir. Monoteist olan dinlerde bile tanrı kavramının bir üçlem içinde açıklanmaya çalışılması, peygamberle tanrının birbirine karıştırılması, sıfatlar konusunda hataya düşülmesi yanında; İslâm'da melek, peygamber ve Tanrı'nın sıfatlarının birbirine karıştırılmamış olması dikkat çekmektedir. İslâm'da Tanrı kavramı sade, açık ve herkesin anlayabileceği makul bir anlatıma kavuşmuştur.
Kutsal metin, bir dinin geleceğinin ve değerinin garantisidir. Belirtilen dinlerin kutsal kitapları (Japonlarınkine kutsal vekayiname denilebilir), hem çok hacimli veya nüshalı hem de sayıca çoktur. Ancak kutsal metinlerle ilgili'vahiy* inancı, hemen hemen bütün yaşayan dinlerde yaygındır. Bununla beraber bu husus biraz da vahiyden ne anlaşıldığına, diğer bir anlatımla vahyin nasıl anlaşıldığına bağlıdır. Meselâ İslâm'da vahiy sadece Peygamberle ilgili bir konu iken, Hıristiyanlar İncil yazarlarına da, hattâ Katolikler Papa'ya da vahiy geldiğine inanırlar. Günümüzde mevcut kutsal metinler arasında çok nüshası bulunmayan, yani elimizde tek nüshası olan kitap, Kur'ân'dır. Kur'ân'ın hacmi, dikkat çekecek kadar matluba uygundur. Kur'ân en iyi korunmuş; aslı üzere günümüze intikal etmiş tek kutsal kitaptır. Kur'ân'ın muhtevasiyle diğer kutsal kitaplarmki karşılaştırılırca, bazı benzer noktalar yanında, farklı noktalar da açıkça görülür. Kur'ân, akla ve bilime daha çok yer verir.
Dinlerde âhiret inançları Uzakdoğuya, Hindistan'a ve Önasya'ya göre farklı görüntüler arzeder. Çin'de ve Japonya'da öldükten sonra ruhun varlığını sürdürmesiyle sınırlı inancı, Buddizm'in getirdiği tenasüh ve kozmoloji genişletti ve böylece bir mahallî eskatoloji oluştu. Diğer evrensel dinler de, kendi âhiret inançlarını gittikleri yerlere taşıdılar. Bu durumda iki önemli eskatolojik odak göze çarpmaktadır: 1) Hint "âlem kadîm, ruh dâim" inancı ki karma ve tenasüh bu inancın iki önemli karakteristiğidir. 2) Önasya ilâhî dinlerinin eskatolojisi: Önasya dinlerinde dünya-ahiret dengesi, Yahudiliğin ilkine, Hıristiyanlığın da ikincisine talip olmasıyle tek standartlı kalmıştır. İslâm bu iki kefeyi dengede tutmakla kalmamış , suç ve bedeni ferdî kılarak, diğer iki evrensel din, Hıristiyanlık ve Buddizm'den ayrılmıştır.
B. DİNLERDE İBADET VE MABED KONUSUNDA BİR KARŞILAŞTIRMA
Her dinde, inançtan sonra ibâdet gelmekte ve o dinin inanç esaslarına uygun olarak yerine getirilmektedir. İbadetlerin yerine getirilme arzusu, ibadetlerin yapılabileceği bir yeri ortaya çıkarmıştır. Yaşayan dinlerin bazısında ibadet yeri bulunmamakta, bazısında bazı ibadetler mabede bağlı kılınmakta, bazısında bir mabedde yapılan ibadet ferdî yapılandan üstün görülmekte ve cemaatle yapılması teşvik edilmektedir.
Dinin temel unsurlarından olan ibadet; Hıristiyan ilâhiyatçı Saint -Augustin'e göre, "Tann'ya doğru sevgi dolu bir gayret"; Saint Jean Da-mascen'e göre "Ruhun Tann'ya doğru yükselmesi" veya "Tanrı'dan uygun olan şeylerin istenmesi"dir (1).
Kur'ân-ı Kerîm'de, insanın Allah'a karşı kulluk görevini yerine getirmesi de (2), müşriklerin putlara tapınması ve dua etmesi de ibadet olarak belirtilmektedir (3). Zâriyât Suresinin 56'ıncı Ayeti'nde Allah; "Ben, Cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler (kulluk etsinler) diye yarattım"; Hac Suresinin 67'inci Ayetinde de, "Her millete takip edebilecekleri bir ibadet yolu kıldık" buyurmaktadır. İbadette iki husus vardır: 1- Allah'a tapınma, ibadet, itaat ve saygı arzusu, 2- Allah'ın iyilik, lütuf ve nimetlerini isteme ve bu nimetlere şükretme arzusu. Zaten A.H. Akseki de, ibadeti, "Allah'a saygı ve ta'zim göstermektir" (4) şeklinde tarif etmektedir.
Genel olarak ibadet konusunda çeşitli tarifler yapılmaktadır. Bunlardan birkaçı şöyledir: İbadet; Kulun inandığı ve bağlandığı Yüce Varlık'a, Allah'a karşı kulluk borcunu yerine getirmesi; samimî olarak O'ndan yardım talep etmek için kurmaya çalıştığı manevî bir irtibat halidir. İbadet; insanın Tanrı'nın teveccühünü kazanmak için yaptığı fiildir, eylemdir. İbadet; Yaratıcı ile diyalog, Yaratıcı'ya ulaştıran bir köprüdür.
Tarihî eserler ve arkeolojik kazılar, her dönemde kulun kul olduğunu idrak edip Allah'a karşı "kulluk borcu"nu yerine getirmeye çalıştığını ortaya koymaktadır. Geçmişte olduğu gibi bu gün de insan, aynı görevleri yerine getirme gayreti içinde bulunmaktadır. İnsanoğlu, varolduğundan bu tarafa, bazı dinlere ve bunlara bağlı olarak da Tanrı veya Tanrılara, Yüce Varlığa inanagelmiştir. İnanmakla da kalmamış, yaratılışının bir gereği olarak, inandıklarına uygun olarak bazı davranışları ile bunu göstermeye ve kul olduğunu isbatlamaya çalışmıştır. Çünkü insan her ne kadar yeryüzünün halifesi kılınmışsa da, ihtiyaç, sığınma ve yardım dileme duygusu içinde yaratılmıştır. Bu eksikliğini, zayıflığını farkeden insan; eksikliğini tamamlamak, hamlıktan tamlığa ulaşmak istemiştir. Bundan dolayı insan, daha kuvvetliye, daha mükemmele, Yüce Varlığa, yani Allah'a bağlanmak ve teslim olmak ihtiyacını kavramıştır.
Bütün dinlerde dikkati çeken husus; inanılan, bağlanılan "Yüce Varlık" ile insanlar arasında manevî yakınlaşmayı sağlayan çeşitli ibadet şekillerinin bulunmasıdır. İbadeti olmayan din yoktur.
Dünyadaki insanların büyük çoğunluğu, her hangi bir dinin mensubudur ve mensubu bulundukları dinin hükümlerini yerine getirme gayretindedir. Bu dinlerdeki ibadetler; şekil, kemiyet ve keyfiyet bakımından farklı olsa da gaye ve anlam bakımından birbirine yakındır. Dinler Tarihi alanında yapılan son araştırmalardan elde edilen benzer bulgular, ilkel kabîlesinden gelişmişine kadar bütün toplumlardaki ve dinlerdeki " ilk dinin", tevhid dininin kalıntıları olarak değerlendirilmekte; yaşayan dinlerin inanç ve ibadetlerdeki anlam yakınlıkları buna bağlanmaktadır. Tektanrılı dinlerde insan Tanrı karşısında korku, inanç, umut ve bağlılık içinde bulunmakta ve bunu da "ibadet" ile göstermektedir.
İlmî araştırmaların varmış olduğu bu netice, Kur'ân-ı Kerim'in, İslâm'ın, 1400 sene önce tebliğ ettiği hakîkatleri teyid etmektedir. Çünkü İslâm'a göre insanlığın ilk dini, "tevhid" dinidir. İlk insan ile din başlamıştır. Sonra insanlar çoğaldıkça, zaman zaman, yer yer doğru yoldan uzaklaşmış, Allah'tan başka şeylere de tapmaya başlamış; bunun üzerine Allah, elçiler göndererek onları uyarmış, "Hak Din"e, "Hak Yol"a davet etmiştir. Böylece Hak Din, Allah'ın gönderdiği peygamberler ve kitaplar ile akıl ve irade sahibi insanlara bildirilmiştir. Tev-hid'den ve Hak Yol'dan ayrılmalar, çok çeşitli tanrılara yönelmeler daha sonra olmuş ve çeşitli dinler ortaya çıkmıştır.
Allah; insanlara doğru ve eğri yolu gösterdiğini (5), şeytandan kaçınıp Allah'a kulluk etmelerini elçileri vasıtasıyla tebliğ ettiğini (6), elçi göndermedikçe azap etmeyeceğini (7); açıkça anlatabilmeleri için her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdiğini (8) bildirmektedir. Yine ilk dinin Tevhid dini olduğunu, Hz. Muhammed'e kadar bütün peygamberlerin aynı esasları tebliğ ve telkin-ettiklerini, bunların İslâm çizgisi üzerinde ceryan ettiğini; son din olan İslâm'ın, ilk "İslâm Dini" geleneğinin tekâmül etmiş şekli bulunduğunu (9); İslâm ile din müessesesinin ikmâl edildiğini, Allah'ın insanlara olan nimetinin tamamlandığını (10); Allah katında dinin İslâm olduğunu (11), fakat insanların çoğunun bunu bilmediklerini (12) Kur'an açıklamaktadır.
İbadeti ele alırken, İslâm'da ibadetle namaz, dua, oruç, zekât ve haccın kastedildiğini göz önünde bulundurarak, diğer dinlerde de bunları aramayı uygun bulduk. Bu çerçeveyi tesbit ettikten sonra bir nevi fenomenoloji yapmaya, fenomenolojik bir yaklaşımla meseleye bakmaya; yaşayan dinlerden bir kısmını ele alarak mevcut ibadet tarzları üzerinde kısaca durmaya çalıştık. Ancak, her dini kendi mantığı içinde değerlendirmek gerektiğini hatırlatarak, İslâm'daki ibadet şekillerini ve diğer dinlerde bunlara yakın olanları ortaya koymaya gayret ettik.
1. DİNLERDE İBADET a) Namaz Dua
Namaz, Kur'ân'da "Salât" kelimesi ile ifade edilmektedir. Arapça "salât", kelime olarak, namaz, dua, niyaz, rahmet, mağfiret, istiğfar gibi anlamlara gelmektedir. Bu kelime anlamı yanında "salât"; Hicretten iki yıl kadar önce, Hz. Muhammed'in Miraç Mucizesi ile Müslümanlara günde beş vakit farz kılınan, belli bir disiplin içinde, kıyam, kıraat, rüku ve secde ile yerine getirilen özel bir ibâdet tarzını ifade etmektedir.
Salât kelimesi dua anlamına da gemektedir. Mecburî olan namaz yanında duada serbestlik vardır. Dua, belirli bir şarta bağlı değildir. İslâm dışındaki dinlerde, dua, yakarma, tevbe şeklinde kulun inandığı tanrıya karşı görevlerini yerine getirdiği bazı davranışlar bulunmaktadır.
İslâm'daki Namaz; vaktin girmesiyle farz olur; ön hazırlık yapıldıktan sonra niyet ile başlar ve belirli bir disiplin içerisinde şartlarının yerine getirilmesiyle ifâ edilir.
İslâm'a mahsus olan namaz, aklın ve kalbin katıldığı bir ameldir. Bu namaz, beden için kıyam, rüku, secde; dil için dua ve teşbih; akıl için düşünme ve anlama; kalp için huşu' ve manevî bir lezzettir.
Allah, namazın şuurlu olarak ve huşu içinde kılınmasını emretmiş (13), böyle kılınan namazın "hayâsızlıktan ve fenalıktan alıkoyduğunu" (14) belirtmiştir. Kur'ân, bu özellikleriyle namazın önceki ümmetlere, Hz. İbrahim'e ve soyundan gelenlere (15), Hz. Meryem'e (16) ve Hz. İsa'ya zekâtla birlikte emredildiğini haber vermektedir (17). Beş vakit namaz farz kılınmadan önce Hz. Muhammed'in, sabah ve yatsı olmak üzere, günde iki vakit namaz kıldığı da bilinmektedir.
Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de, Hz. Muhammed'in risâletinden ve namazın farz kılınmasından önce, kendilerine namaz farz kılınan milletlerin sonraki nesillerinin namazı bıraktıklarını, şehvetlerine uyduklarını (18); mü'minleri Mescid-i Harâm'a girmekten alıkoyan müşriklerin "Kabe'deki namazlarının ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka birşey olmadığını" (19) ortaya koymakta ve Müslümanlara şu ihtarı yapmaktadır: "Allah'a dönüp itaat edin. O'ndan korkun. Namazı dosdoğru kılın ve sakın müşriklerden olmayın" (20).
Bugün mensubu olan dinlerde ibadet, belirli yerlerde konuşma, dua, yakarma şeklinde ferdî veya cemaat halinde sesli veya sessiz olarak yerine getirilmektedir. Aşağıda bu dinlerin bazılarında ibadet (namaz, dua, âyîn) ele alınacaktır:
aa. Yahudilikte İbâdet (Âyin, Dua):
Yahudilikte namazın emredilmesi, hükümleri ve durumunda bir açıklık yoktur. Bunun için bütün yüzyıllar boyunca kılmagelen namaz konusunda tek ve açık bir şekilden bahsetmek, tarih boyunca kıldıkları namaz şudur diyebilmek zordur. Yahudi Kutsal Kitabı'nda namazı emreden açık bir hüküm bulunmamakla beraber, namaz ve dua Allah'a yaklaşma vesilesi kabul edilmiştir. Dua ve ibâdet anlamına gelen İbranîce "Tephillah" kelimesi, Yahudilerdeki namaza ve ondan kasde-dilen anlama gelmektedir.
Yahudi Kutsal Kitabı'nda (Tanah) geleneksel ibadetler, hemen hemen kurbanlara hasredilmektedir. Kurbanlar ile ibadet arasında bir bağ bulunmaktadır. Kurban, ibâdetin esasını teşkil etmektedir. Mecburî ibadet, Tanah'ta, Mabed'de gerçekleştirilen âyinler çerçevesinde mez murlar şeklindedir. Mabed'e bağlı olmayan ibadet merasimi, Babil Sürgünü'nden sonra ortaya çıkmıştır.
Mabed döneminde dindar Yahudiler, ferdî ve cemaat halinde namazı sabah, öğle ve akşam olmak üzere üç vakitte yerine getirmişlerdir. Bugün de Yahudiler'de sabah, öğle ve akşam yapılmakta olan günlük; Cumartesi (Şabat) Sinagog'ta yapılmakta olan haftalık; yalnız Kipur gününde yapılmakta olan yıllık ibâdet, âyin, dua bulunmaktadır.
Sabah duası (tefillat sahrit), günlük işler başlamadan önce; öğleden sonraki dua (tefillat minhah), günün yarısı geçtikten sonra; akşam duası (tefillat arvit), resmî bir dua olarak, güneş battıktan sonra yapılmaktadır. Bu, günlük üç duaya, ilâve bir kurbanın sunulduğu "mussaf" duası da dahil edilmektedir. Sabah duasında, diğer vakitlerden farklı olarak, dua atkısı (tallit) örtülmekte; sol pazıya ve alına muska şeklinde "Dua Kayışı" takılmaktadır.
Yahudilikte ibadet ferdî ve cemaat halinde yapılır. Ferdî ibâdet evlerde; cemaatle ibâdet Sinagog'da (havra) 12 yaşını bir ay geçmiş en az on kişinin bulunması ile yerine getirilir. İbadette kadınlarla erkeklerin ayrı olması gerekir ve kadınlar sadece başları örtülü olarak dışarıdan ibadeti seyredebilir. Önemli an, Tevrat rulolarının bohçalar içerisinden çıkarılması ve haham tarafından okunmasıdır. Tevrat okunurken başın bir takke ile örtülmesi şarttır. Cemaat sesli bir şekilde, Tevrat parçalarını okur.
Yahudiler, Allah'ın huzuruna çıkmak için lüzumlu hazırlıkları yapmakla emrolunduklarından, dua ayininden önce hazırlık yapar, vücutlarının bazı kısımlarını yıkarlar. (Yahudilikte takdis edilmiş suya el daldırmak veya bileğe kadar el yıkamak abdest almak sayılır). Yom Kipur'da bütün vücut yıkanır. Toprağa el sürerek teyemmüm de vardır. Özel âyin elbiseleri giyilir. Dua sırasında Kudüs'e dönülür; buna "Mis-rah" (Doğu yönü) denilir. Bu dua şeklinde olan namaz, alçak bir yerde, ayaklar bitişik olarak ve ayakta olur.
Ayaklar bitişik, eller uzatılmış, baş öne eğilmiş, gönül Allah'a bağlanmış olarak dua edilir. Bundan dolayı buna "Amidah" (İbranîce, ayakta durma) denilir. Dua eden, şükür ve ta'zim esnasında rükû'a varır ve "besmele" çekerek kalkar. "Amidah" duasından sonra üç adım geri giderek sağa sola eğilir (Yahudiler'in coğrafî dağılımlarına göre farklı âyin ve törenleri olmuştur).
Duaları arasında bazı Aramîce eski dualar bulunmasına rağmen, Yahudi ibâdet dili İbranîce'dir. Mişna, diğer dillerde dua edilmesini kabul etmektedir. Hellenik diasporada dualar Grekçe yapılmıştır. XIX. yüzyıldan sonra, konuşma dilinde ve dualarda İbranîceye sadık kalınmıştır.
Yahudilik'te ibadet (âyin), İslâm'da camide huşu ve belirli bir disiplin içinde yapılan ibadete benzemez. Yahudi ibadetinde belirli bir düzen ve disiplin yoktur. Cemaat Sinagog'da dolaşır, birbiriyle konuşur. Okunanları dinleyenler azdır. Onlara göre sinagog, bir mabedden daha çok bir toplantı yeridir.
ab. Hıristiyanlıkta Âyin (Namaz, Dua):
Hıristiyanlıkta ibâdet iki esasa dayanmaktadır:
1. Hz. İsa'nın ibadet (âyin, dua) konusundaki telkini, 2- Hz. İsa'nın yaşayan ibâdeti (âyin, dua).
Hıristiyan Kutsal Kitab'ında İsa tarafından tavsiye edilmiş dinî bir uygulama bulunmaz. Ancak, orada, kalben dua edilmesi yer almaktadır.
Dua konusunda da Hz. İsa'nın telkinleri menfî ve müsbet olmak üzere iki şekildedir. Hz. İsa; Putperestler, Ferisîler gibi ibâdet etmemek (21); onu odaya kapanarak ve gizlilik içinde yapmak gerektiğini (22) telkin etmiştir. İsa'nın ibâdet ettiği, namaz kıldığı ve geceyi ibadetle geçirdikten sonra havarilerini seçtiği (23) tartışılan konulardır.
Hıristiyanlıkta dua, âyin, 325 İznik Konsili'nde kabul ve tesbit edilmiştir. Vatikan, İznik Konsili'nde kabul edilen dua (namaz) konusunda zaman zaman değişiklik yaparak Katolik Hıristiyanlara bildir mistir. İleri gelen kiliseler de , daha sonra ortaya çıkan protestanlar da kendilerine göre değişiklikler yapmışlardır.
Hıristiyanlıkta mevcut ibadet (âyin) şu özellikleri ihtiva etmektedir:
1-
Tanrı, İbadetin tek kaynağıdır (Tanrıya
yönelmek, vaftiz
olmak).
2-
İbadetin gayesi, Tanrı'da birleşmektir
(Ekmek-Şarap âyini,
kurban yolu ile).
3-
İbadet nitelik bakımından hayatı
değiştirici olacaktır (Ruh, yeni
dünyaya yönelmeli, gözler de o dünyaya çevrilmelidir).
4-
Tanrı'nm iradesinde birleşme, ancak
Kutsal Ruh'un
öncülüğünde
gerçekleştirilebilecektir (Kurtuluş, Kutsal Ruh'un
öncülüğünde olabilecektir).
Bu dört husus, Hıristiyanların kurtuluşlarının temel dört noktasıdır. İbadet; Tanrı'nm Hıristiyanlara bir sırrıdır. Bu sır, Tanrı'ya varmak ve onu tanımaktır. Tanrıya varmanın ve O'nu tanımanın yolu da duadır. Dua İsa merkez olmak üzere, Tanrı (Peder) ve Kutsal Ruh etrafında dönmektedir.
Bugün Hıristiyanlıkta, özel âyin vardır ve buna Katolik Kilisede "Messe" (Mass) denilmektedir. Âyin, kiliselerde cemaatle ve papaz nezaretinde yapılmaktadır. Bu âyinler; günlük, haftalık ve yıllıktır. Kiliseler arasında uygulamada bazı farklılıklar bulunsa da, genelde öz aynı sayılmaktadır.
Günlük ibadet (âyin): Sabah ve akşam olmak üzere günde iki defa yapılmaktadır. Kilise, toplu halde yapılan ibadeti ferdî yapılandan üstün görmüştür. Bunun için, mecburî olmasa da ibâdet, sabah ve akşam, kilisede, papaz nezaretinde yapılmaktadır. Zamanı, iklime ve hayat şartlarına göre ayarlanmaktadır.
Haftalık İbâdet (âyin): Pazar günleri sabah ve akşam olmak üzere günde iki vakittir ve kilisede yapılmaktadır. Pazar günü yapılan âyinin (Messe) özel bir yeri ve önemi vardır.
Yıllık İbâdet (âyin): Noel, Paskalya ve Haç Yortusu'dur.
Kiliselerde yapılan âyin; rahiple cemaat arasında konuşma; tevbe, günahların bağışlanması için dua ve Kitab-ı Mukaddes'ten parçalar okuma şeklindedir. Kutsal kitap okunurken ayağa kalkılır. Pazar ayininde (Messe), diğer günlerdekinden farklı olarak, duruma göre, bir vaaz ve inanç tazeleme vardır. Hz. İsa'nın sıfatları sayılırken, cemaat (isteyen) diz çökmektedir. Mess âyininde, ayrıca, oturma ve ayakta durma da bulunmaktadır. Fakat cemaatin buna uyma mecburiyeti yoktur. Âyin; "Ekmek-Şarap" dağıtılarak ve dua edilerek bitirilmektedir.
aç. Hinduizmde İbadet (dua):
Hinduizmde ibâdet, inandırıcı ve tutarlı sözler vasıtasıyle haberleşmedir. Bu haberleşme, büyülü sözler söyleme, dilekte bulunma, yakarma, tavassut, övgü ve bilhassa tapınma şeklinde icra edilmektedir.
Hinduizmde ibadet her yerde yapılabilmektedir. Mabed vardır, fakat cemaatle ibâdet yoktur. İbadet, ferdîdir ve belirli bir şekle bağlı değildir. Tann'nın her yerdeki ibadeti gördüğüne inanılmaktadır. Bundan dolayı, ibâdet, her yerde, her zaman ve her şekilde yapılabilmektedir. Bir Hintli, kendisi ile tapındığı tanrı arasında zihninin odaklaştıracağı bir vasıta aramaktadır. Bundan dolayı çok sayıda tanrı tasvirleri bulunmaktadır.
Hinduizm'e mensup olan biri, sabah şafaktan önce kalkar, evde veya nehir kıyısında, yapacağı sabah ibadetine hazırlanır; tanrısının adını zikreder ve yıkanır. Yüzünü doğuya dönerek oturur. Vücuduna su sepeler. Nefesini kontrol eder. Tanrısının putuna yakarır. Öğle ve akşam yaptıklarını tekrarlar. Evlerde, genellikle, tapınılan puta tahsis edilen bir oda veya köşe bulunur. Onun önünde tefekküre dalar. Hintli, tanrısını evindeki bir misafir olarak kabul eder, ona hoşgeldin der. Tanrısının putunun ayaklarını yıkar, güzel kokulu bir ağaç ve pirinç takdim eder. Puta ipten gerdanlıklar takılır, alnına koku sürülür, tütsü verilir, fener yakılarak etrafında dolandırılır. Önüne yemek, meyve konulur, çiçek sunulur. Sonunda veda edilir.
Mabedlerde yapılan ibadetler, evdekinin biraz gelişmiş şeklidir. Brahmanlar gecenin sekizinci saatinde kutsal kitap okuyarak putu uyandırırlar. Boru çalınarak dışarıdakilere ibadetin başladığı bildirilir. Put yıkanır, yağlanır, elbise giydirilir. Önünde ışıklar yakılır; çiçek ve yemek sunulur. Put, gündüz istirahate, gece uykuya bırakılır. Put, bayram ve özel günlerde bir kral gibi gezmeye çıkarılır; arabalarla çekilerek ırmaklara götürülür ve törenle yıkanır.
Hinduizmde ibadette kurban önemli yer tutar. Tanrılara sunulan her türlü takdime "kurban" olarak kabul edilir. Tanrının öfkesini gidermek için özel hediyeler de "kurban" olarak sunulur.
Hinduizmde ibadet eden kimse, özellikle dinine bağlı olan, tapınmaya başlamadan önce büyük bir hazırlık yapar: yıkanır, temizlenir, yiyeceklerini sınırlar, nefsini frenlemeye çalışır. Sükunet içinde kutsal sözleri durmadan tekrarlar. Kutsal kitapları okumak da ferdî ibadettendir. Yapılması gereken ibadetler, ferdin evinde yapılacak cinstendir. Kişi bunları sabah, kuşluk ve akşam olmak üzere günde üç vakitte yapar.
Ölüler yakılır, külleri Ganj nehrine dökülür. Yakılamayanlar Ganj'a bırakılır.
ad. Buddizm'de İbadet (dua) :
Buddizm'de "Yüce Varlığa" karşı belirli bir ibâdet ve dua söz konusu değildir. Budda tanrılaştırılmış ve ibâdet ona yöneltilmiştir. Budda'ya dua edilmekte ve ondan bazı şeyler istenmektedir. Bir Budist, tapınağa (Pagoda) girdiğinde, Buda'nın heykeline ta'zimde bulunmaktadır. Budda'nın putuna çiçek, tütsü, meyve, sebze sunulmakta ve tefekküre dalmakla ibadet yerine getirilmektedir. Buddist'in evinde Budda'nın heykeli bulunmaktadır.
Buddizm'de tek ibadet; rapihlerin ayda iki defa, aybaşı ve ayın ondördüncü günlerindeki "Oruç günü" bir araya gelip yaptıkları" alenî ve resmî itiraf "d ı r.
Budist için üç şey önemlidir: Budda'nın heykeli, Budda'nın' hatıraları ve Budda'nın altında ilhama kavuştuğu Bodhi Ağacı.
ae. Caynizm'de İbadet:
Caynistlerin idaresi rahip ve rahibelerin elindedir. Önceleri gezici zahitler olarak yaşayan rahipler, daha sonra manastırlara yerleşmişlerdir. Rahip ve rahibeler kutsal yazıları okuyarak, ruh ve bedenlerini terbiye ederek vakit geçirirler. Halk da, bunlar gibi günlük belirli ibadetleri yerine getirir; Tirtankaralar ile ilgili ilâhîler söyler, tefekküre dalar ve tövbede bulunur; belirli hareketleri uygular; hiç bir canlıyı incitmemeye gayret eder. Onlar, "Ahimsa Prensibi"ni sıkı bir şekilde yerine getirir, nebatî besinlerle beslenirler. Caynistler, mabetlerinde bulunan heykelleri takdis eder; önlerinde ilâhiler söyler, meyve ve sebze sunarlar. Putların önlerine lamba, tütsü koyar; yıkar, yağlar ve çiçeklerle süslerler.
af. Sihizm'de İbadet:
Tek tanrıya inanan Sinlerin ibadetleri basit ve sadedir. Dinî ve içtimaî faaliyetlerinin merkezi Amritsar Altın Mabedi'dir. Altın Mabedin havuzunda ibâdet kastiyle yıkanılır.
Âyin ve ibadetleri basit bir duadan, bir nevi abdest almaktan (yıkanmak) ve Amritsar'a "hac" için gitmekten ibarettir. Dindar bir sinin günlük ibadeti, üç dinî hüküm altında toplanır: 1-Adi Grant'tan ve Gru Nanak'a ait pasajlardan ezber okumak, 2- Ailevî bir vecibe olarak, her sabah toplanıp, Adi Grant'tan herhangi bir yer okumak, 3- Mabede (gurdvvara) ibadet için gitmek.
ağ. Şintoizm'de İbadet (dua):
Şintoizm'de ibadet, tapınak veya evde yapılmaktadır. İbadet, dua ve kurbanlardan (bilhassa yemek kurbanları) ibarettir.
Tanrılara ibadet; dua etmek, pirinç ve pirinç şarabı sunmakla yerine getirilir. İbadet için tapınağa girecek bir Şintoistin, ağzını su ile çalkalamış ve özel âyin temizliğini yapmış olması gerekir. Bazı özel durumlarda bir nevi "gusül" de yapılır. Özel tören temizliğini yaptıktan sonra tapınağa giren, dua salonu önüne gelip sunacağını sunduktan sonra, el çırparak tanrının dikkatini çeker ve dua etmeye başlar.
ah. İslâmdaki Namazın Diğer Dinlerdekilere Göre Değerlendirilmesi:
Namaz; ergenlik çağına gelmiş akıllı her kadın ve erkek üzerine farz olan bedenî bir ibâdettir. Tek başına da cemaatle de, kılınmaktadır. Günlük namaz dışında, haftada bir kılınan Cuma Namazı, yılda iki defa kılınan Bayram namazı ve vakte bağlı olmayan Cenaze Namazı vardır.
Namaz dinin direği, mü'min'in miracıdır. Namazın içinde İslâm'ın şartlarını teşkil eden diğer esaslar da bulunmaktadır. Namaz kılan, bir şey yiyip içmediği için, namazda bir çeşit "Oruç"; namazda, Tahiyyat-Duası'nda şehadet kelimesi yeraldığından "Kelime-i Şehadet"; namaz kılan Ka'be'ye yöneldiği için namaz içinde sembolik bir "Hac"; namaz kılan maddî gelirini bir tarafa bırakıp namaza vakit ayırdığı için namazda bir çeşit "Zekât" da vardır. Bunun için namaz; vakit vakit kılman ve kulun Yüce Allah'ın divanına durarak O'nun rızasını aradığını isbat ettiği bir ibadettir.
Hiçbir dindeki ibadette namazın 12 farzının tamamı bulunmaz. Ancak bunlardan biri veya birkaçı bulunabilir. Vakit kavramı, hiçbir dinde İslâm'daki kadar belirli ve disiplinli değildir. Çünkü Allah, vakitleri belli bir farz olarak namazı bildirmiştir (Bkz. Nisa, 103). Hiçbir dinde niyet, İslâm'daki kadar ibadetin ana rüknü olmamıştır. İslâm'da ibadet şuuru, niyetle başlar. Yine hiçbir dinde ibadetten önce İslâmdaki ha-desten ve necasetten temizlenme kadar titiz bir hazırlık göze çarpmaz.
Namazın dışındaki farzlar, namaz süresince devam eden farzlardır. Namazın içindeki farzlar ise, intikalî farzlardır; biri diğerini takip eder. Böylece namazda hem ayakta durma hem de oturma; hem rükû hem de secde bulunur. Bunun yanında namazda, okuma da, yer yer sessizlik de vardır. Bütün bunlar, niyeti takip eden başlangıç tekbiriyle başlar.
Namazda kul Rabbinin huzurunda olduğunun şuurundadır. Bu şuur, onun kalbini ve fillerini nurlandırır..
Bütün bu özellikleriyle, İslâmdaki namaz, diğer dinlerle mukayese edilemeyecek bir şekildedir ve İslâm'a has bir ibâdettir.
b. Oruç
Kur'ân'da, Allah, şöyle buyurmaktadır: "Ey İnananlar! Sizden öncekilere olduğu gibi Oruç size de farz kılındı. Olur ki sakınırsınız" (Bakara 183).
Aklı selim tarafından açık olarak görülen faydaları ile fıtrata uygun düştüğü için olacak ki Allah, kullarına rahmet, ihsan, siper ve kalkan olarak orucu her millete farz kılmıştır.
Tarihte bilinen hemen hemen bütün dinlerde oruç var olmuş ve mensuplarından da tutmaları istenmiştir. Bugün de mevcut dinlerin çoğunda oruç veya perhiz şeklinde bir ibâdet yer almaktadır.
ba. Yahudilikte Oruç:
Yahudilik, Hz. Musa tarafından emredilmiş "Keffaret" orucunu benimser. Yahudiler, belirli ve alışılmış birçok bayramdan, özellikle Yom Kippur'dan önce oruç tutar. "Keffaret" orucu tutulması mecburî olan oruçtur.
Bunun yanında Yahudi takviminde belirtilmiş oruç günleri de vardır. Meselâ, Babil esaretinde çekilen ızdırapları hatırlatan (Temmuz, Ağustos, Tishril, Tebet aylarına rastlayan) oruçlar bu çeşittendir. Bazı Talmud yorumcuları, Yahudiler başka devletlerin hâkimiyetleri altında yaşarken bu oruçların mecburî, bunun dışında mecburî olmadığı ka-naatindedirler. Yahudilerin maruz kaldıkları diğer felâketleri hatırlatmak için tutalan oruç günleri zamanla ötekilere ilâve edilmiş, fakat çoğunluk tarafından ilgi görmediği için mecburî sayılmamıştır. Bazı küçük değişikliklerle bu çeşit oruç sayısı 25 güne ulaşmıştır.
Yahudilerin ikâmet ettikleri çeşitli ülkelere göre değişen mahallî oruçları da vardır. Bu oruçlar, Yahudilerin o ülkelerde çektikleri ızdırapları sembolize etmektedir. Diğer taraftan aynı amaçla bazı Yahudi zümrelerince tutulan oruçlar da vardır. Bunlac sadece, matem için değil, bazı kişilerin yaşadıkları müstesna günler içindir. Bazı Yahudi zümreleri arasında sene başında oruç tutma geleneği yaygındır. Bunlardan başka halka ağır gelen kanun ve emirleri protesto etmek veya ülkede yağmur yağmayıp kıtlık başgösterdiğinde yalvarmak gayesiyle hahamlar tarafından konulan ve tutulması emredilen oruçlar da vardır.
Yahudi tarihinde öteden beri yaygın olan oruç çeşitlerinden biri de bazı şahısların tuttuğu oruçtur. Bu oruç ferdîdir; günahları affettirmek veya bir musibet anında Allah'ın rahmetini celbetmek gayesini taşımaktadır. Ancak bu oruçta, bu konuda, bilgili ve söz sahibi olma şartı vardır. Korkulu rüya gören kimsenin de arkasından hemen oruç tutması gerekmektedir.
Yahudilerde oruç, şafağın sökmesinden ilk yıldızın doğmasına kadar devam eder. Keffaret günü orucu ile Ağustosun 9'una rastlayan oruçlar bir akşamdan ötekine kadar devam eder. Mutad oruçlar için konulmuş ayrı bir hüküm ve gelenek yoktur. Yahudilerin Kutsal Kitaplarında oruç, nefislerin alçaltılması, ona azab edilmesi ve oruçlunun hiç bir iş yapmaması olarak belirtilir (Bkz. Levililer, XVI/29-31; XXIV/26-28; Sayılar, XXIX/7).
Ağustosun ilk 9 günü ile 17 Temmuz ve 10 Ağustos arasındaki bazı günler yalnız et yeme ve içki içme yasağını taşıyan kısmî oruç günleridir. Ayrıca, "Beyt ha-Kineset"te (Mabed'de Sinagog-Havra) Tevrat yere düşerse haham (Rav) alır. O kimse ve orada bulunanlar (bütün cemaat) 30 gün oruç tutmaya mecbur olur. Buna "Cumhur (cemaat) Orucu" (Taanit Tsibur) denir. Taanit, nefse eza etmek demektir. Yalnız cemaat reisi (rav), Taanit Orucu (topluluk orucu) koyabilir.
Yahudiler ve Hicazdaki Arapların birçoğunun tutageldikleri "Aşure Orucu" vardı. Hz. Muhammed Medine'ye geldiğinde Yahudilerin Aşure Orucunu tuttuklarını gördü. Bunun üzerine "Bu nedir?" diye sordu. "Bu hayırlı bir gündür; Allah'ın Benî İsrail'i (İsrailoğullarım) düşmanlarından kurtardığı gündür. Hz. Musa da bu günde oruç tutmuştur" dediler. Hz. Muhammed, "Ben, Musa'ya sizden daha yakın ve lâyığım" buyurdu; o günün orucunu tuttu ve tutulmasını da emretti.
Ramazan Orucu farz kılınınca bu orucun üç gün olarak (birgün önce ve bir gün sonra olmak üzere) tutulmasını tavsiye etti.
bb. Hıristiyanlıkta Oruç:
Hıristiyanlıkta oruç, tarihî gelişimi içinde çeşitli değişikliklere uğramıştır. Hz. İsa, peygamberliğinden önce 40 gün oruç tutmuş ve bunun dışında Yahudilikteki "Keffaret" orucunu da yerine getirmiştir. İsa döneminde ve Hıristiyanlığın ilk yıllarında oruç çok takdir edilen bir ibadet şeklidir.
Kur'ân, önceki milletlere de orucun farz kılındığını belirtmektedir. Ancak, bu orucun mahiyeti ve şartları hakkında kesin bilgiye sahip değiliz. Hz. İsa'nın oruç konusunda hükümler koymadığı, geride bazı prensipler bıraktığı ve bu konuda kiliseye serbestiyet tanıdığı belirtilmektedir. Bununla beraber Tertulliyen, "Oruç Üzerine" başlıklı eserinde havarilerden kalma mecburî bir oruçtan bahsetmektedir.
Bugün Hıristiyanlıkta iki çeşit oruç vardır: Ökaristik (Le Jeûne Eucharistique), Eklesiyastik oruç (Le Jeûne Ecclesiastique).
Ökaristik Oruç: Bu oruç, Kominyondan (Ekmek-Şarap âyini) önce belirli bir süre katı besinlerin yenilmesinin yasaklanmasıdır. Ökaristiya'yı (Ekmek-Şarap âyinini) karşılamaktan dolayı "Ökaristik Oruç" diye adlandırılmıştır. Bu oruç, eskiden gecenin saat 12'sinden Kominyon zamanına kadar hiçbir şey almamak (yememek-içmemek) şeklinde iken şimdi, II. Vatikan Konsilinden sonraki değişiklikle, Kominyondan 1 saat önce hiçbir şey yememek ve 3 saat öncesinden alkol almamak şeklinde icra edilmektedir.
Eklesiyastik Oruç (Le Jeûne Ecclesiastique) : Bu oruç, Katolik kilisesinde 40 günlük perhiz dönemidir. Kilise takvimine göre yılın belirli dönemlerinde yerine getirilen bir "Keffaret" (Tevbe) uygulamasıdır. Bu oruç, günümüzde, oldukça hafifletilmiş ve azalmıştır. Tutulması; gündüz tek bir yemek almak, sabah ve akşam da hafif yiyeceklerle yetinmek şeklindedir.
Ortodokslar oruçta eski geleneğe bağlıdır. Onlarda orucun daha sert ve uzun dönemleri vardır. Bazı cemaatler (gruplar) hariç, Protes- tanlar orucu reddederler. Bunlardan Anglikan Kilisesi oruç günlerini tayin ve tesbit etmiş; fakat takip ve tatbik edilecek hükümleri oruçlunun vicdanına ve sorumluluğuna bırakmıştır.
Hıristiyanlıkta orucun ülkelere göre değişen hüküm ve gelenekleri vardır. Bazıları yumurta ve meyve yemekten kaçınır; bazıları yalnız kuru ekmek yer; bazıları da bunların hiçbirini yemez. Bazıları hayvanî besinleri yemeyip nebatî besinleri yiyerek orucu gerçekleştirir.
be. Hinduizmde Oruç:
Hinduizm'de nefis temizliği için senenin belirli günlerinde ve bayramlarda oruç tutulur. Hinduizm mensuplarının dua ve ibadetle geçirdikleri özel günleri vardır. Bu günlerde çoğunluk yemek yemez, bütün gece kutsal kitaplarını okuyarak ve tanrıyı düşünerek vakit geçirirler. Oruç daha çok, çok sayıda besini yememe şeklindedir (bir nevi perhizdir). Bu hal, bütün Hinduist gruplarda yaygındır.
Bazı günlerde yalnız kadınlar oruç tutar ve "Tanrının kadınlık sıfatlarının tecelligâhı" olan tanrıçaya dua ederler. Bu günlere, özel bir önem verildiği için, "And" denilir. Bu günler nefsi temizlemeye ayrılmış günlerdir. Gayeleri de ruhanî (manevî), bir gıda ile ruhu gıdalandırmaktır.
Brahmanlarda oruç geniş bir yer tutmakta ve uygulanmaktadır.
Brahmanlar, hâlâ mahallî ayların 11 ve 12'inci gülerinde oruç tutarlar. Böylece tuttukları orucun sayısı, bu geleneği devam ettirenlere göre, 24 güne ulaşmaktadır.
bd. Caynizmde Oruç:
Caynistlerde oruç geniş bir yer tutar. Daha ağır şartlar ve hükümler taşır. Caynistler arka arkaya 40 gün oruç tutarlar. Bu oruç, çok sayıda besini yememe şeklindedir. Caynistler haklı bir sebep için oruçla intiharı kabul ederler. Ayrıca Caynistlerdeki "Ahimsa Prensibi" yaygındır. Bu prensibe göre hiçbir canlıya zarar vermeme bir ibadettir.
be. İslâm'da Oruç ve Diğer Dinlerdekilerle Bir Mukayese
Orucun en belirli ve en özel şekline İslâm'da rastlanmaktadır. İslâm'daki orucun şartları, zamanı ve hükümleri açıktır. İstisnalar bir tarafa, keyfî bir durum söz konusu değildir. Hiçkimsenin, hiçbir kurumun belirtilen hükümleri değiştirme yetki ve selâhiyeti yoktur. Kitap ve Sünnetle tesbit edilmiştir.
İslâm dışındaki dinler, oruç günlerini başlangıç ve sonuçlarıyla belirlememiş, bağlayıcı hükümler koyarak tam bir ibâdet disiplini haline sokamamış; işi tamamen oluruna bırakmıştır. Birçok dinde insanlar, oruç tutacakları günleri seçmekte, sayılarını tayin etmekte, tamamen veya kısmen yeme ve içmeden kesilme sekilerinden birini tercihte serbest bırakılmıştır. Bu din mensupları bazı yiyecekleri bırakmak ve bazılarını tercih etmekle emrolunmuşlardır. Hint dinlerinde bu şekildeki uygulamalara rastlanmaktadır. Bu din mensuplarının bazıları et, bazıları ateşte pişeni yememekte; bazıları da yalnız bir kaç çeşit yemekle veya tuzlu suyla yetinmektedir.
Bu keyfî durumlar orucun kıymet ve kuvvetini zayıflatmış; oruçtan bekleneni verememiştir. Orucun isteğe bırakılması insanların haddi aşmalarına, oruçtan beklenen ahlakî fayda ve fonksiyonların kaybolmasına sebep olmuştur.
İslâm, bütün ibadetlerde olduğu gibi, oruçta da köklü bir yenilik ve tamamlama getirmiştir. İslâm, orucu belirli bir disiplin ve kurala bağlamış; insanların keyfî tasarrufundan çıkarmış, fıtrata en uygun, en kolay, manevî faydaları en fazla içinde bulunduran, fert ve topluma en çok etkili bir hale sokmuştur.
İslâm'ın yaptığı yeniliklerden biri de; Yahudilikte matemin ve tarihî felâketlerin hatırası olan orucu, uğursuz ve karanlık bir çerçeveden kurtarıp iyimserliğin hakim olduğu aydınlık ve sevinç verici, sonu bayramlı bir devreye dönüştürmesi ve umûma şâmil kılmasıdır.
Yahudi Kutsal Kitabında oruç nefsi alçaltıma, ona eziyet etme olarak yeralmış; mukîm olsun, misafir olsun oruçlunun hiçbir şey yapmayacağı belirtilmiştir (24).
İslâm, bütün lüzumsuz kayıt ve hükümleri kaldırarak orucu nefse işkence etmekten ve ceza olmaktan çıkarmış; Allah'a yaklaşma vesilesi olan bir ibâdet kılmıştır. İslâm akıl baliğ olan her Müslüman için, istisnalar bir yana,orucu mecburî kılmış; insanın gücünün dışında kalan, nefse eza verecek şeylerle mükellef tutacak hükümler koymamış; sahurun geciktirilmesini müstahap saymış; sahura kalkmayı, iftarda acele etmeyi sünnet kılmış; gece ve gündüz uyumayı, istirahat etmeyi mubah addetmiş; san'atla, ticaretle ve faydalı işlerle uğraşmayı serbest bırakmıştır. İslâm dışındaki dinlerin çoğunda oruç, güneş aylarıyla hesap edildiği için, belirli bir mevsimde donup kalmasını gerektirmiş, matematik hesaplara, astronomik bilgilere ve bir takvimin yapılmasına ihtiyaç hissettirmiştir. İslâm'da oruç hilâle bağlanmış, kameri aylar esas alınmış ve bundan dolayı en az 45 yıl yaşayan insan, her mevsimde oruç tutmanın zevkini tadabilmiştir.
c. Zekât
İslâm'ın beş şartından biri olan zekât Kur'ân'da genel olarak, namazla birlikte zikredilir. Kelime olarak zekât; artma, çoğalma, temizleme anlamına gelir. Terim olarak, İslâm'da nisaba mâlik olan bir Müslümanın •malının belirli bir kısmını fakirlere veya ihtiyaç sahiplerine vermesidir.
İslâm'daki zekâtın bir benzerine hiçbir dinde rastlanmaz. Zekatın hem ibâdet olarak uhrevî yönü hem de sosyal ve iktisadî bir sistem olarak dünyevî bir yönü vardır. Yahudi ve Hıristiyan Kutsal Kitaplarında İslâm'daki zekât benzeri mecburî bir ibadet sistemi bulmak zordur. Ancak ahlâkî ve ruhî yönelmelerden öteye geçmeyen genel mahiyette bazı tavsiyeler serpiştirilmiş olarak bulunur. Kimlere, hangi maldan ve ne kadar olduğuna dair bir şey çıkarılamaz. Halbuki İslâm'da Kur'ân, Hadîs ve Fıkıh kitaplarında açık olarak belirtilmiştir. Hıristiyanlar tarafından hazırlanmış Fransızca bazı lügat ve ansiklopedilerde zekât karşılığı kelimeye ya rastlanmamakta veya "aumone legale: mecburî sadaka" kelimesi altında sadece İslâm'daki zekat ele alınmaktadır.
Bazı araştırıcılar; Yahudilerde zekât mallarının Beyt-i Mukaddes'in zekât sandığına verildiğini; 1/10'u veraset yoluyla haham olan Harun soyundan kabul edilen Levililere taksim edildiğini; 1/60'ı diğer dinî makam sahiplerine ayrıldığını ve çok az miktarı da Beyt-i Mukaddes'i (Beyt-Ha-Miktaş-Süleyman Mabedi) ziyarete gelenlerin ağırlanmalarına harcandığını belirtmektedirler.
Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de, Yahudiler'den Allah'tan başkasına ibadet etmeyeceklerine, ana babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyilikte bulunacaklarına; insanlara iyi söz söyleyeceklerine, namazı dosdoğru kılıp zekat vereceklerine dair söz aldığını, çok azı hariç, yüz çevirdiklerini beyan etmektedir (Bkz. Bakara, 83).
Yahudiler, kendilerine vazifelerini hatırlatanları, üzerlerine farz kılınmış olan zekât ve sadakaların verilmesini isteyenleri terslemiş; bazen de kovmuşlardır. Allah'a fakirlik isnad etmiş, Allah'a "Zorla almak" suçlamalarında bulunmuşlardır. "Gerçekten Allah fakirdir, biz zenginleriz" (Al-i İmrân 181); bazen de "Allah'ın eli bağlıdır" (Maide 64) demişlerdir. Kur'ân, Yahudi ve Hıristiyanlara bildirilen hükümlerin gerçeğini de ortaya koymakta ve Müslümanlara şu hususu hatırlatmaktadır: "Ey iman edenler! Hahamların ve Rahiplerin çoğu, insanların malları batıl sebeplerle yerler. (Onları) Allah yolundan men ederler. Altın ve gümüşü yığıp da Allah yolunda harcamayanları elem verici bir azab ile müjdele" (Tevbe 34).
Yukarıda belirtilen âyetlerden; Yahudilere ve Hıristiyanlara zekât ve sadakanın emredildiği, ancak onların buna uymadıkları yanaşılmaktadır.
Bugün Yahudilerde olduğu gibi Hıristiyanlarda da farz olan bir zekâta açık olarak rastlamak mümkün değildir. Hıristiyan Kilisesi, oruç günlerinde, yemediklerini başkalarıyla bölüşmeyi mensuplarına tavsiye etmekte ve bunu da herkesin vicdanına bırakmaktadır.
d. Hac
Hac, genel olarak, dinî mecburiyet veya mucize elde etmek gayesiyle kutsal bir yere doğru gerçekleştirilen yolculuktur.
Tarihin her döneminde, büyük saygı duyulan bu yerlere doğru yolculuk yapıldığının izine rastlanmaktadır. Hac olayı, dinî antropolojinin temel konularından biridir. Dinî akd olarak hac, övgülü bir karakter taşımaktadır. Hac, bir kurtuluş vasıtası, temizleme vesilesi ve bir ibadet törenidir. Haccın insan hayatında ayrı bir yeri ve önemi vardır.
Hemen hemen her dinden insanların gidip ziyaret ettiği "Mukaddes yerler" bulunmaktadır. Bu yerlerin ziyaret edilmesi teşvik edilmekte, bunun için de bir takım şartlar ve hükümler konulmaktadır.
İnsan, daima ta'zim edeceği ve yaklaşmak konusundaki isteğini tatmin edeceği, aşkını söndürebileceği, arzularını yönelteceği ve gözüyle görebileceği bir şey aramaktadır. Aynı şekilde günahlarını af-fettirebilmek, hatalarını bağışlattırabilmek için uzun ve yorucu bir işi, meşguliyeti de arzulamaktadır. Bunun yanında insan, her zaman, din kardeşleriyle ve manevî bağlarla bağlı bulunduğu kimselerle bir araya gelebileceği büyük toplantılara da ihtiyaç duymuştur. Bundan dolayı tarihin her döneminde insanlar, Allah'a ve inandıkları kutsal varlıklara ibadet etmek ve kurban kesmek için büyük toplantılar yapmışlardır. Zaten Allah, Hac Suresi 34. Âyette bunu şöyle belirtmektedir. "Biz, her ümmete, ibadet mahiyetinde kurban kesmeyi meşru kıldık".
Tarihî eserler ve arkeolojik kazılar, geçmiş topluluklarda da bu çeşit toplantı ve ibadetlerin bulunduğunu göstermektedir. Tarih de aynı hususta bilgi sunmaktadır. Eski dinlerin toplantı ve ibadetlerinin tam olarak, nasıl olduğunu, zamanını, hükmünü ve kurallarını ortaya koymak oldukça zordur. Bunun için ilâhî menşeli dinlerden başlayarak dünyada mevcut olan dinlerdeki "Hac" ibadetine göz atmak uygun olacaktır.
da. Yahudilikte Hac:
Yahudilikte hac, Beyt-i Mukaddes'e (Bet ha Mikdaş=Süleyman Mabedi) yapılmaktadır. Hac, Şavvat (Gül Bayramı), Pesah (Mayasız ekmek, Fısıh) ve Kipur (Kefaret, günah çıkarma) bayramlarında yapılmaktadır. Bu hac; küçükler, körler, kadınlar, akıl ve beden hastalıkları olanlar hariç, her Yahudiye farzdır. Yahudilik, ibadeti yerine getirecek herkesin beraberinde Tanrı'ya sunacağı bir takdime götürmesini gerekli kılmıştır.
Kadın ve çocuklar hariç tutulmuş olmasına rağmen, birçok kadın kocaları, çocuklar da ebeveynleri ile haccedebilmektedirler. Bu ziyarette büyük sayıda kurbanlar kesilmekte ve derileri de karşılıksız olarak hacıların hizmetinde bulunanlara verilmektedir.
Yahudi Kutsal Mabed'inin Romalılar tarafından yakılıp yıkıldıktan sonra (M.S. 70), bir müddet oraya bağlı ibadetler yapılamamış ve kurbanlar sunulamamıştır. Mabed'in yıkılmasından sonra geriye kalan Batı Duvarı, "Ağlama Duvarı" (Hakotel ha-Mavravi) olarak görülmüş ve ziyaret edilmiştir. Selahaddin Eyyûbî'nin Kudüs'ü fethetmesi ile Yahudiler hac etme serbestliğine kavuşmuş; 1492 yılında İspanya'dan Osmanlı İmparatorluğuna sığınan Yahudilerden hac için Kudüs'e gidenlerin sayısında artışlar olmuştur.
Yahudilerde meşhur olan kral peygamber ve veli kimselerin kabirlerinin ziyaret edilmesi de yaygındır: Sion Dağı'nda Hz. Davud'un mezarı, Karmel Dağı'nda İlyas Mağaraları, Meymonides'in mezarı, Haham Meir ve Talmudik önemi olan diğer yerler.
Yahudiler, Süleyman Ma'beti'nin "Batı Duvarı"nın karşısında, 17 Temmuz akşamından 19 Ağustos'a kadar, 23 gün devamlı toplanmakta ve bu ibadeti yerine getirmektedir.
Belirtilen bu yerlerin dışında Yahudilerin çeşitli ülkelerde ziyaret ettikleri kabirler ve mahallî ziyaret yerleri de bulunmaktadır.
db. Hıristiyanlıkta Hac:
Hıristiyanlıkta, Hz. İsa'nın yaşadığı ve hatıralarının bulunduğu yerler ile ilk Hıristiyan azizlerinin mezarları hac yerleridir. Hz. İsa'nın doğduğu Bethlehem (Beytlahim) en büyük saygı gören "hac" yerlerinden biridir. İsa'nın yaşadığı yerler ile Kudüs'ten sonra Roma en çok ziyaret edilen yerlerden olmuştur. Kudüs'ten sonra Roma'nın "hac" merkezi olması Petrus ve Pavlus'un mezarlarının orada bulunmasından kaynaklanmıştır. Bu gelenek yerleşip yaygınlaştıktan sonra Roma'ya ziyaret hiç eksik olmamıştır. Hac gayesiyle Roma'ya böylece akın edilmesi "Bütün yollar Romaya çıkar" atasözüne konu olmuştur.
Günümüzde Hıristiyan hac yerlerinde bazı değişiklikler olmuş, yeni yeni ve mahallî ziyaret yerleri ortaya çıkmıştır.
de. Hinduizm'de Hac:
Hindistanda ziyaret edilen yedi kutsal yer bulunmaktadır. Hima-laya'nın yüksek tepeleri, Ganj ve Jamna nehrinin kıyıları, Brindaban ve bilhassa iki bin tapmağın bulunduğu Benares bunlardandır. Bu kutsal yerlere yapılan ziyaretler, "hac" seferleri Hindularm hayatında önemli rol oynamaktadır.
dd. Buddizm'de Hac:
Sadık Budistler için Budda'nın hayatının geçtiği ve hatıralarını taşıyan yerler kutsal ziyaret yerleridir:
Budistlerin hac yerleri şunlardır: 1- Budda'nın Nepal'daki doğum yeri olan Lumbini.
2-
Budda'nın
altında ilhama kavuştuğu Bodhi ağacıyla Bodh
G
ay a.
3-
Budda'nın
"nirvana"ya ulaştıktan sonra ilk vaazını»verdiği Be
nares yakınındaki Sarnath Geyik Parkı.
4-
Budda'nın
öldüğü Uttar-pradeş şehri. Ganj da kutsal yerler
dendir.
Ayrıca Budda'nın kutsal eşyalarının bulunduğu stupalar ziyaret yerleridir (Rivayete göre 84.000 stupa vardır). Ancak bütün Budist gruplar "hacca" aynı önemi vermezler. Bunun yanında her Budist memlekette kutsal hac yerleri bulunmaktadır. Meselâ Tibette: Lhosa, Samye, Gaden, Tashilimpo, Sera. Bugün Hindistanda ise şu yerlerdir: Benares yakınında Sarnath, Modh-Gaya, Ajanla, Sanehi ve eski Stupalar. Bu yerler, Budda'ya ait tapınmada önemli bir yer tutar.
Bu kutsal yerlerde bayramlar yapılır, panayırlar kurulur.
de. Caynizm'de Hac:
Ziyaret edilen çok yer bulunmaktadır.
Hindistanda Buddizm, Caynizm ve Hinduizm'de mabetler ve mukaddes yerler çoktur. Oraların büyük şerefe ve özel kutsallığa sahip olduğuna inanılmaktadır. Dinî önderlerin oralarda hakîkata ulaştığı, bazı ilâhların oralarda özel olarak tecellî ettiği inancı bulunmaktadır.
Bu yerlerde dinî havaya bürünen bayramlar ve panayırlar yapılmaktadır. Kutsal yerlerin büyük çoğunluğu Ganj nehri kıyısında bulunduğundan, Ganj nehrinde yıkanmanın da büyük bir fazilet sayıidığıdan kalabalıklar halinde buralarda toplanılmaktadır. Bu toplantıların bazısı senede bir, bazısı birkaç defa ve bazısı da, Ganj'la Jamna nehrinin birleştiği yerde olduğu gibi, oniki yılda bir yapılmaktadır.
df. İslâm'da Hac ve Değerlendirme:
İslâm'da hac, Mekke'ye yapılmaktadır. Haccedilmeğe en lâyık yer de Beytullah'dır (Kâ'be). Orada açık âyetler vardır. Burası ilâhî menşeli üç dinde de kabul edilen Hz. İbrahim'in hatırasını taşımaktadır. Bunun dışında, Müslüman tarafından mukaddes kabul edilip ziyaret edilen Medîne, Kudüs gibi yerler de vardır; ancak bunlar haccın rükünlerinden değildir.
İslâm; hayalde mücerretliği, düşüncede yüceliği, irade ve niyette temizliği, amel ve tatbikatta ihlası, Allah'dan başkası ile alâkayı kesmeyi isteyen bir dindir.
Diğer din mensuplarında olduğu gibi, Yahudi ve Hıristiyanlar hac ve ziyarette aşırı gitmişlerdir. Ziyaret yerlerine verdikleri önem, oraları takdis etmeleri, bu yerlerin uğrunda katettikleri uzun ve meşakatli yolculuklar, onların duygu ve düşüncelerine hâkim olmuş, takdis ve ta'zimde haddi aşıp şirke düşmüş ve Allah'tan başkalarına tapmalarına yol açmıştır. Hz. Muhammed, bu gibi aşırı davranış ve âdetlere karşı tepki göstermiş, böyle âdetlerin ümmetine sirayet etmesinden endişe duymuş; kendi kabrinin her türlü şirk ve tapınmadan uzak kalması için gayret göstermiştir. Bu endişeler son hastalığında bile onu meşgul etmiştir. Buna sebep de; Yahudi- ve Hıristiyanlardaki mezar ve türbelere tapınma fitnesinden ümmetini korumak istemesidir.
Hz. Muhammed; Yahudi ve Hıristiyanların peygamberlerinin, azizlerinin mezarlarını secde yeri yaptıklarını belirterek, kendi kabirinin tapılan bir yer yapılmamasını istemiştir (Bkz. Buhari, Tecrid-i-Sarîh Tercümesi, Ank. 1972, 11/367-381).
2. DİNLERDE MABED
Kur'ân'ın temiz elbiselerle girilmesini istediği Mabed, genel olarak bir ulûhîyete, yüce bir varlığa saygı göstermek için yapılmış önemli yapıdır. Özel olarak, Mabed, Allah'a karşı kulluk görevini yerine getirmek için insanların biraraya geldikleri yerdir.
Din deyince, akla o dine inanan insanların yerine getireceği görevler ve bu görevlerin ifâ edileceği mabedler gelmektedir. Her din, insanların biraraya gelip ibadet edecekleri, kendi aralarında toplanabilecekleri yer mes'elesini ortaya çıkarmıştır. Hemen hemen bütün dinler, ilk ortaya çıkıp yayılmaya başladığı sıralarda, belirli bir toplantı yerine sahip olmamıştır. Biraraya gelmeler inananlardan birinin evinde veya müsait bir yerde olmuştur. Zamanla mensupların sayısında artış olunca, umûma şâmil yerler ortaya çıkmıştır.
Yeryüzünde ilk "mabed"in Hz. Adem ile başladığı ileri sürülmekte; Kur'ân, bu yerin "Allah'ın evi" Kabe olduğunu belirtmektedir (25). Dünyada meşhur olan, bütün peygamberlerce hürmet gören bu makam, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail ile yüceltilmiş (26); sonunda putlardan tamamen temizlenerek asıl gayesine hizmet etmesi Hz. Muhammed ile gerçekleşmiştir.
Yahudi Kutsal Kitabı'nda (Tanah), Allah'ın Hz. İbrahim'e, Hz. Ya'kub'a Allah için bir mezbah yapmayı emrettiği; onların da bu emri yerine getirdikleri (27); Hz. Yakub'un yaptığı yerin adını "el Beyte!" koyduğu (28); Tanrının evinin istenilen şekilde bir "Mabed" olarak Hz. Süleyman tarafından gerçekleştirildiği (29) görülmektedir.
Kur'ân'da, Ka'benin yüceliği, fazileti ve haccedilmesi dışında bir bilgiye rastlanmamaktadır. Fakat Tanah'ta, Süleyman Mabedi'nin (Bet ha-Mikdaş) yapılışı, eni, boyu, yüksekliği ve diğer teferruat yeralmak tadır. Kutsal iki kitapla belirtilen bu mabedler, sonrakilere model olmuştır. O dinin mensupları arttıkça mabedler de çoğalmıştır.
Yeryüzündeki mabedleri iki kısma ayırabiliriz: 1) Allah tarafından yapılması emredilen mabedler (Ka'be ve Yahudi Kutsal Kitabı'ndaki bilgilere göre Süleyman Mabedi). 2) Sonradan ortaya çıkan mabedler.
Her dinin veya her toplumun kendine mahsus ibâdet yerleri, mabedleri vardır. Her mabed; o dinin muhtevasına göre şekillenmekte; ya aslî görevini, yani "Allah'ın evi" vazifesini ifâ etmekte; ya bir toplanma yeri, "Tanrının bulunduğu yer" fonksiyonunu icra etmekte; ya da sadece dinî liderlerin heykellerinin bulunduğu yer, "putevi" hüviyetini taşımaktadır.
Aşağıda bugün yeryüzünde mevcut olan dinlerden bazılarındaki mabedler hakkında bilgi verilecektir.
a) İslâm'da Mabed (Mescit, Cami)
İslâm'da ibadet yeri cami veya mesciddir. Cami, "bir yere toplayıcı ve bir araya getirici" anlamındadır. İslâm'da cami ile eşanlamda olan mescid, "dik durmak, eğilmek, baş eğmek, alnı yere koymak" gibi anlamlara gelen bir mekân ismidir.
Mescit kelimesi, Kur'ân'da, "Mescidu'l Haram" (30), "Mescidu 'l Aksa" için kullanılmıştır (31). İslâm'dan önce mukaddes bir türbe de, Tanrı'ya adanmış ve içinde Tann'ya dua edilen ibadet yerleri de "mescid" ile ifade edilmiştir. Şu âyette umûmî anlamda kullanılmıştır: "Allah insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savmamış olsaydı herhalde manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah ismi çokça anılan mescidler yıkılıp yok olurdu..." (Hac, 40).
Mekke'de, ilk Müslüman cemaatin husûsî bir ibadet yeri yoktur. Peygamber, Ali ve en eski arkadaşlariyle birlikte, Mekke'nin dar sokaklarında, gizlice namaz kılmaktaydı. Hz. Muhammed, umumiyetle bazen Ka'be civarında, bazen kendi evinde, tek başına namaz kılmıştır.
İslâmî hükümler, esas olarak, bir ibâdetgâhın mevcudiyetini zarurî kılmıştır. Allah nazarında her yer birdir ve namaz vasıtası ile Allah'ın.huzurunda secdeye varmak her yerde mümkündür. Hz. Mu-hammed, bütün dünyayı bir mescid olarak tanıdığını belirtmiş; bunun yanında Namaz zamanı geldiğinde namazın kılınmasını ve bir mescidde kılınmasını istemiştir (32).
Mescid, daha başlangıçta, cemaat halinde ibadet için kullanılmıştır. Cemaat arttıkça mescid, cemaatin dinî ve siyasî merkezi haline gelmiştir. Cami, mü'minlerin, namaz kılmak için, peygamberlerin etrafında toplandıkları yer olmuştur. Peygamber orada, Mü'minleri Allah'a itaate davet etmiş, Müslümanların dinî ve siyasî meselelerini halletmiştir.
İslâm'da ibadet yeri mescid ile başlamış'tır (Mescid-i Nebevî, Küba Mescidi). Medîne Mescidi, İslâm'daki camilerin umûmî şekline örnek olmuş; ibadet yeri vasfı ağırlık kazanmıştır. Bu ilk mescidler, Müslümanların çoğaldığı, İslâm'ın yayıldığı yerlerde, yenileriyle takviye edilmiş ve büyük camiler ortaya çıkmıştır. Bu camiler, İslâm'ın işareti ve o bölgenin Müslüman olduğunun delili olmuştur. Müslüman olan toplum, İslâmi duygusunu camilere yansıtmış; istemeleriyle, yapı tarzlarıyla ona verdiği önemi göstermiş; fethettiği yerlerde camileri vücuda getirmiştir. Zamanla millet, mabedlerle bir ve aynı sayılır hale gelmiştir. Böyle mabedlerin inşası dinî sevap vesilesi olmuş ve hayırda yarış başlamıştır. Hatta Türk şairlerinin, düşünürlerinin şiirlerine, millî marşlarına konu olmuştur. Yahya Kemal, "Süleymâniye'de Bayram Sabahı" şiirinde;
"Ulu mâbed, seni ancak bu sabah anlıyorum; Ben de bir varisin olmakla bugün mağrurum"; Mehmet Akif Ersoy da,
"Değmesin ma'bedimin göğsüne nâmahrem eli Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli" diyerek mabede verilen önemi en iyi şekilde göstermişlerdir.
b) Yahudilerde Mabed
Yahudilerde mabed önemli bir yere sahiptir. Mabed, Yahudilerin dinî merkezi olmuştur. Yıllarca kendilerini mabedle bir ve aynı gören Yahudiler, Babil Sürgünü (M.Ö. 586) dönüşü "Mabedi" yeniden yapmış ve M.S. 70'de yakılıp yıkılıp yok edilmesinden sonra, hep onun hayaliyle, onu yeniden ihya etmenin ülküsü ile yaşamışlardır. Bu mabed Yahudilerin gönlünde taht kurmuştur. Yahudiler, Beyt-ha Mikdaş denilen Süleyman Mabedine bağlı olarak yaptıkları ibadetleri (Kurban gibi) bir müddet yapamamışlardır. Sonraları bu mabed örnek alınarak, gittikleri yerlerde, ibadet yeri olarak "Beyt-ha-Knesset" (Sinagog, havra) vücuda getirmişlerdir.
Sinagog, Yahudilerin toplanma yeridir. Kudüs Mabedi'nden uzakta kaldıkları sürece, ibadetlerini yerine getirecekleri, Ahit Sandığını muhafaza edecekleri yer olarak büyük mabed modeli sinagoglar inşa etmişlerdir. Buralarda, ibadetler, dualar yerine getirilmekte ve kutsal kitap okunmaktadır. Mabedler, Yahudilikte, Ahd-i Atik'in (Tanah) sembolü, "İsrail'in gerçek tanrısı", Tanrının görünmez varlığın bulunduğu yerdir, Tanrının evidir.
Yahudiler için Süleyman Mabedinde, bir Tanrı ile bir ma'bed aynı övgüde birleşmiştir. Her yıl çok sayıda Yahudi, Süleyman Mabedi'ni ziyaret etmekte; mecburî dualarını yerine getirmektedir. Batı Duvarı (Ağlama Duvarı) önünde geleneklerini sürdürmektedir.
Sinagog (Beyt-ha Knesset), ibadet yapılması, kutsal kitapların okunması ve dinî emirlerin öğrenilmesi için Yahudi cemaatinin toplandığı yapıyı ifade eder. Toplanmalar, Şabbat günü ve günde üç defa olur. Bu sinagoglarda yapılan ibadetlerde kurbanlar yer almaz. Kurbanlar ancak Kudüsteki Süleyman Mabedinde icra edilebilir.
Sinagogda, Tevrat özel bir dolapta saklanır, törende okunur ve dua edilir. Sinagogdaki tören son derece sadedir. 12 yaşını bir ay geçmiş 10 erkekle sinagogda ibadet yapılır. Kadınlar ibadete katılamaz ve erkeklerle bir arada olamazlar. Kadınların yeri ya arkada ya perde veya kafesle kapatılmış yan taraflardadır. Bugün din, Yahudilerin tek devleti olan İsrail'in temelidir. İsrail, bir bakıma dinî devlettir. Hastanelerde, her yapılan mahallede muhakkak bir mabed (Bet-Ha-Knesset) vardır. Her üniversitenin de bir mabedi bulunmaktadır.
İslâmdaki cami disiplini Yahudi mabedlerinde yoktur. Halk sohbet için de buraya gelmektedir.
c. Hıristiyanlıkta Mabed
Hıristiyanların ibadet yerlerine, mabedlere Kilise denilir. Kilise, Tanrı'nın evi kabul edilir. Kilise, meclis veya cemaat anlamına gelmektedir. Hıristiyanlıkta Kilise'nin fonksiyonu diğer ibadet yerlerinden farklıdır. Kilise'nin hem bina hem de teşkilat anlamı var. Bina olarak, Hıristiyanların ibadet ettiği yeri kasdettiği gibi, teşkilat olarak, "Ruhban sınıfını" da ifade etmektedir. Kilise, İsa'nın manevî vekili kabul edilmektedir. Katolik, Ortodoks, Anglikan gibi kiliseler vardır. Kiliseler arasında yapılan ibadetlerde bazı farklar bulunmaktadır. Sabah, akşam ve pazar günleri ibadet kiliselerde yapılmaktadır. Mabed, "Kominyon Âyini", tevbe ve benzeri ibadetlerin yapıldığı yerdir.
Hıristiyanlıkta da ilk zamanlar bir mabed yoktur. İbadet, evleri müsait olanların evlerinde veya katakomp denilen yeraltı mabedlerinde yapılırken, daha sonra muhteşem kiliseler ortaya çıkmıştır. Hıristiyanlar millî kültürlerinin temelinin kiliselerde atıldığını kabul ederler. Kilise, hem milletin hem de dinin odak noktasıdır.
d. Hinduizmde Mabed
Hinduizmde ibadet her yerde yapılabilir anlayışı olmakla beraber, mabed de vardır. Mabedlerde ibadet, evdekinin biraz gelişmiş şeklidir. Mabedlerin yıllık şenlikleri vardır. Bu şenliklerde putlar arabalarla çekilerek, ırmaklara götürülür, yıkanır.
Tapınaksız köy yoktur. Kasaba ve şehirlerde büyük mabedler vardır. Bu mabedlerin yanında, kutsal yıkanmaya elverişli, havuz bulunmaktadır.
e. Buddizmde Mabed
Buddizmde mabed, putevi anlamında "pagoda" kelimesiyle belir tilir. Pagodalarda Budda'nın heykelleri bulunur. Pagoda'ya giren bir Buddist, Budda'nın heykeline ta'zimde bulunur; ona çiçek ve tütsü sunar.
f. Caynizmde Mabed
Caynist Mabedlerinde heykeller bulunmaktadır (Tırtankaralar). Bu heykeller önünde ilâhiler söylenir, onlara meyve ve sebze sunulur; önlerine lamba ve tütsüler konulur. Bu heykeller yıkanır, yağlanır ve çiçeklerle süslenir. Mabedlerdeki ibadetler rahipler tarafından değil, halk tarafından idare edilir.
g. Sihizmde Mabed
Sihlerde dinî ve içtimaî faaliyetlerin merkezi Amritsar Altın Mabe-di'dir. Kutsal kitapları bu mabedde muhafaza edilir. Buraya "hacı*1 olmak için gidilir. Bunun yanında gurdvvara denilen mahallî mabedleri de vardır. Bunlar, sihlerin hayatında önemli rol oynar. Gurdvvara'da yapılan ibadet, Kutsal Kitaptan pasajların okunmasından ibarettir. Buraya giren bir Sih, hemen Kutsal Kitab'a kadar ilerler, alnını yere dayar ve bir takdimede bulunur. Cemaat,- sihlerin geçmiş sıkıntılarını dile getiren ve muzaffer olmasını isteyen duaları beraber okur….