Doğu Büyüsü - İdris Şah, Çev.Osman Yener, Say yayınları, 2.Basım, İstanbul-2000

 

  1. Fakirler ve öğretileri (S.70-73)

     Kâmil insan, bedeninde gizlenen mistik gücü geliştirerek güç kazanır. Bu güç, Beş Giz­li Organ'da, letayif te saklıdır. Bunlar, Kalp Merkezi, Ruh Merkezi, Gizli Merkez, Saklı Merkez, En Esrarengiz Merkez'dir...

Şeyh Ahmet El-Abbasi: Sufi Gücünün Sırları, Nakşibendi Şeyhi Muhammed Gwath'ın Mistik Yolun Sırlan.

Doğu kültür ve düşün dünyasını, kimi zaman mazur da görüle­bilecek bir böbürlenmeyle yok olmaktan kurtardığım öne süren Batı, Fakirlerin59 öğretisi olan tasavvuftan büyük ölçüde etkilenmiştir. Ne var ki, bir avuç doğubilimciden başka bu öğreti hakkında tutarlı bir bilgi sahibine de rastlanmaz.

Yoga, Şintoculuk, Budizm, Taoculuk ve Konfüçyüs öğretisi Avrupa ve Amerika'da oldukça yaygındır -Arapların, iranlıların, Türklerin ve tüm Müslüman dünyasının mistik dünya görüşü olan- sufizm belki de gizemli Doğunun son kapalı sayfasıdır.

Sufizm bir din mi? Bir kült mü? Yoksa bir yaşam biçimi midir? Bir balama bunların tümü, bir bakıma da hiçbiridir. Dörtyüz milyon Müs­lüman için tasavvuf hiçbir siyasal, toplumsal ve ekonomik gücün eri­şemeyeceği bir yetkeyi ifade eder.

Yan monarşist, yan askerî bir örgüt yapısını banndıran bu felsefe, eski Arap simyacılan, Mehdi'nin savaşçıları, büyük Iran şairleri gibi çok farklı gruplan etkilemiştir. Osmanlı împaratorluğu'nun dervişleri, 'Fakîr' namıyla Viyana kapılarına dayandılar. Afgan sufiler gizemli şi­irleriyle (kinlilerine göre doğaüstü güçleriyle) Hindistan'ı işgal ettiler.

Öte yandan sufi ed«»biyatı ve düşüncesinin etkileri Asya'nın eıı gör­kemli ve kusursuz mimari yapıtlarında yankı bulur.

Çağdaş araştırmacıların, Ortadoğu'nun en güçlü düşünce akımı olarak nitelendirdikleri bu ilginç kültün kökenleri nereye dayanıyor? Doğu dillerinde bu konuda birçok araştırma bulunmasına karşın, bu kültün başlangıç evrelerine ilişkin kesin bilgilerden yoksunuz. Sufi ta­rihçileri, kurucularının Muhammed Peygamber olduğunu öne sürer­lerse de, ezoterik kültün, insanın maddi dünyanın boyunduruğundan kurtulma uğraşıyla başladığını öne sürenler de vardır.60 Sufizm, erke­ğin ve kadının yasamdaki rolünü belirleyen özgün ve eksiksiz bir yaşa­ma tarzıdır.

Sufi bilgeleri her şeyin, bu arada insanın da Ebedi bir Bütün'ün par­çası olduğuna ve sonunda her şeyin O'na döneceğine inanırlar, insanın görevi kendini bu dönüşe hazırlamaktır. Bu da ancak ruhsal arınmayla mümkündür. Ruhla beden uyum içinde olursa, ruh beden üzerinde mutlak egemenliğini kurarsa, o zaman, insan mükemmel biçimini alır. Batı ve Doğu okültizminde örnekleri çok görülen Kâmil însan tipinin "süpermen" gibi, olağanüstü yeteneklere sahip olduğu kabul edilir.

Sufi, amacına ulaşmak için belirli aşamalardan geçmelidir. Orta-çağ'ın kilise tarikatlarına benzer bir tarzda örgütlenen (bu tarikatların sufi modelinden yararlanılarak kurulduğunu öne sürenler vardır). Su­fi tarikatlarına katılmak için ilk koşul, adayın 'dünyada olması, ama dünyadan olmaması'dır. Bu kültü diğerlerinden ayıran en önemli özellik budur. Sufi, yaşamını yararlı bir işe adamahdır. Topluma ya­rarlı olması, onun 'bu dünyada' kalmasını gerektirir. Bir otoritenin sözcükleriyle bu durum şöyledir:

insan toplumsal bir yaşam için yaratılmıştır. Diğer insanlarla birlikte yaşamalıdır. Sufilige hizmet ederken sonsuzluğa, kendine ve topluma hizmet etmektedir. Bu yüküm­lülüklerden kendini soyutlarsa sufi olamaz. En değerli disiplin, tutkulara karşı uygula­nandır. Bir çileci gibi arzulardan ve dünya nimetlerinden uzaklaşırsa güçsüz düşer. Za­yıflık ve belirsizlikten kendini çekip kurtardıkça güç kazanır. Bütünüyle inzivaya çekilen çilekeş, kendini aldatmaktan başka bir şey yapmamaktadır.

'Fakîr' sözcüğü, Batı'da bir tür gezgin hokkabaz ya da sihirbaz gi­bi çağrışımlar yapar; gerçekte yalnızca 'kalender insan' demektir. Su-finin başlıca özelliklerinden biri de alçakgönüllülüktür. Yaşam amacı­nı doğrulukla saptayana dek dünya işleriyle uğraşmaz. Bu bir çelişki gibi görünse de, aslında değildir, tıısan, alçakgönüllü olmayı öğrendik­ten sonra dünya nimetlerinden yararlanmaya hak kazanır.

Sufılerin -Fakirlerin ve Dervişlerin- yenilmez, yanılmaz üstün ni­telikli kimseler olarak tanınmalarını sağlayan bu öğretidir. Doğaüstü edimlerinin sırrının, zihni yoğunlaştırma yetenekleri olduğu söylenir. Sufilerin olağanüstü becerileri hakkında birçok kayıt vardır. Bunların çoğu, iyi niyetli ve saf halk yığınlarını kandıran gözbağcılar olabilir: Öte yandan, önyargılı olmayan on binlerce kişi tasavvufun, uygulayıcı­larına olağanüstü güç sağlayan bir yol olduğunu kabul etmektedir.

Burada, daha önce de değindiğimiz gibi, bu uygulamalardan çoğu­nun, eğer düş ürünü değilse, bilimin henüz çözemediği doğal olaylar­dan başka bir şey olmadığı yolundaki kanımızı yineleyelim.

Sufi bilgilerine atfedilen güç ve mucizeler nelerdir? .Dervişlerin he­men hemen her türlü mucizeyi gerçekleştirebilecekleri söylenirse de62, bunların bir bölümü kültün karakteristik özelliklerini göstermesi bakı­mından önemlidir. En önemli mucize, zamanın gerçek-dışılığı inancı­nın bir uzantısı olan, zamanı durdurma olayıdır. Bu konuda, kimi za­man, son derece titiz ve nesnel tarihçiler tarafından aktarılan yüzlerce öykü bulunmaktadır.

Bu öykülerin belki de en ünlüsü, Şeyh Şahabeddın'ın başından ge­çenleri anlatır. Bu kişinin meyve, insan ve eşya görüntülen yaratabil­diği söylenir. Bir zamanlar Mısır Sultanı'ndan başını bir su kabına daldırmasını istemiş. Sultan bir anda kendini batan bir gemide bul­muş, dalgalar onu bilinmeyen kıyılara sürüklemiş.

Oduncuların yardımıyla en yakın köye götürülen Sultan, Şeyh'ten intikam almaya yemin etmiş. Birkaç yıl köyde tutsak olarak çalıştıktan sonra özgürlüğünü kazanmış, iş sahibi olmuş ve evlenmiş. Zamanla yeniden yoksul düşmüş ve karısıyla yedi çocuğuna bakmak için ha­mallık yapmaya başlamış.

Günün birinde, deniz kıyısında dolaşırken, suya girip yıkanmak istemiş. O anda, kendini Kahıre'deki sarayında, çevresinde maiyeti, Şeyhin şa­kacı bakışlarıyla karşı karşıya bulmuş. Ona yıllarca sürmüş gibi gelen deneyim, gerçekte birkaç saniyede olup bitmiş.

'Sufiye zamanın hükmü yoktur' anlayışının bir örneği de, Muhammed Peygamber'ın yaşamından bir kesitle ilgilidir. Cebrail'in eşliğin­de peygamber, cennet, cehennem ve Kudüs'ü ziyaret eder. Tanrı ile on kez buluştuktan sonra dünyaya döndüğünde, yola çıkarken devril­mekte olan bir küpü kaldırır; bir damla bile dökülmemiştir.

Zamanı durduran sufi, istediği anda mekân da değiştirebilir. Ünlü sul'i erenlerinin istedikleri anda istedikleri yerde göründükleri söylen­miştir. Bunlardan bazıları aytn anda bulundukları yerden binlerce ki­lometre ötede görünebilirlermiş. Tanınmış sufilerden Abdülkadir Gey-lani'nin, bir dostunun cenazesine katılmak için 'yıldırım hızıyla' bir anda binlerce kilometrelik yolu aştığı söylenir.

Su üzerinde yürümek, yerdekilerin gözü önünde binlerce kilomet­re yolu havadan gitmenin de bir sufi için sıradan bir iş olduğu söyle­nir.

Mucizelerin peygamberlere özgü olduğu söylenir. Ancak, sufi eren­leri keramet gösterebilirler. Büyücülük -saf insanları kandırmak için yapılan gözbağcılık- yalan ve aşağılık iş anlamına gelen "istidrac" söz­cüğüyle açıklanır. Ruhların yardımıyla mucize yaratmak için yapılan gerçek büyücülük ise okült bilimlerin farklı bir dalıdır.

 

 

  1. Tarikatların örgütlenmesi (S.73-74)

 

    Tarikata katılmak isteyen sufi adayını katı kurallarla düzenlenmiş bir süreç beklemektedir. Tüm adaylar bir Pîr ya da 'öğretmen' tarafın­dan sorgulanır, kimi zaman deneyden geçirilir. Oğullar genellikle ba­balarının tarikatına katılır ve ancak yüksek yöneticilerin onayladığı adaylar ilk mertebe olan 'salik'liğe (arayan) kabul edilir.

Kurucularının adıyla anılan tarikatlar (Nakşibendi, Kadiri, Çişti gi­bi), gruplar halinde örgütlenip bir üstadın yönetimi altında çalışırlar. Bir üst mertebeye geçmek, öğretmenin takdirine ve yetkisine bağlıdır. Belirli bir konuda kendini geliştirmek isteyen öğrenci, önemli bir öğ retmenin "halka"sına katılmak için Fas'tan Cava'ya, Çin'den Lib­ya'ya gitmek zorunda kalabilir. Öğretmen, adayı bir süre deneyden ge­çirir. Bu süre içinde yoksul bir yaşam süren, bir bez parçasına sarına­rak ayak işleri yapan aday, en katı askerî disiplinlere özgü bir bağlılık­la üstadın sözünden çıkmayacaktır.

Aday, kutsal metinleri okuma ritüellerıne katılır, beş vakit namazı­nı kaçırmaz, abdest alır, oruç tutar ve din büyüklerinin kitaplarım okur.

 

  1. Tarikatlar (S.74-75)

Sufizmde belli başlı birkaç tarikat vardır. Tümü de, kurucularının Muhammed Peygamber ya da onun çevresindekiler olduğunu öne sü­rerler. Sufizmi, Peygamber'in yakın çevresinde Eshâb-üs-Safâ adıyla bilinen mistik bir topluluğun kurduğu da söylenmiştir. Hakkında, pek az şey bildiğimiz bu topluluk, kendilerini yararlı uğraşlara, ibadete, oruç tutmaya ve derin düşünceye adayan bireylerden oluşmuştur. Ad­larının kökeni bile bir sırdır.64 Bu konuda en çok kabul.edilen görüş, adlarını Arapça "yün" (süf) ya da "sala" (saflık) sözcüklerinden aldık­ları yolundadır.

Günümüzde başlıca sufi tarikatları Nakşibendi, Çişti, Kadiri ve Suhreverdîliktir. Bunlar dışarıya kapalı topluluklardır; ancak araların­da bir hasımlık sözkonusu değildir. Bazı din büyükleri ve tapınç bi­çimleri ortak olabilir; tüm insanlığın, özellikle de sufilerin ereklerinin aynı olduğu kabul edilir.

Fas'tan Cava'ya, Hindistan'da, Afganistan'da daha birçok tarika­ta rastlanır, İslam dininin girdiği her yerde tarikatlar da bulunur.

Tarikata girmek için önce aday gösterilmek, sonra inisiyasyon töre­nine katılmak gerekir.

Sufilerin tarihsel ve toplumsal rolü, kesin çizgilerle belirtilmiş ol­mamakla birlikte çok önemlidir. Sudanlı Dervişler, eskilerde militan, bugünse hayırsever bir sufi tarikatıdır. Osmanlı Imparatorluğu'nda Yeniçeriler,65 Nakşibendi tarikatıyla bağlantısı olan askerî bir sufi top­luluğuydu. Libya eski kralı Seyit Idris, bir sufi şeyhi idi. Ipi'li Fakîr, ku­zeybatı Hindistan'ın başbelası bir sufi lideriydi. Bu örnekler, sufizme militarist bir görünüm kazandırıyor; ancak bu kültün Batı'da daha az bilinen başka özellikleri de vardır.

SUFÎZMÎN EREKLERİ

 

     Sufizmde sıradan insan, yarı hayvan-yan ruh, eksik bir varlıktır. Tüm sufi öğretilerinde ve ritüellerinde arınmak, insan-ı kâmil, 'mü­kemmel insan' ya da yetkin insan' olmak başlıca erektir. Bu bütünlük haline başka yöntemlerde de erişilebileceği; ancak sufizmın en güveni­lir ve denenmiş yol olduğu kabul edilir.

Sufi, kültün ereği olan bütünlük haline kavuşunca sonsuzlukla uyum içinde olur ve sıradan, ölümlü bir bireyken yakasını bırakma­yan tutkular ve belirsizlikler sona erer. Bu son mertebe, vasd olma, 'birlik' halidir.

Sufi düşünürleri, dünya işlerinden elini eteğini çekmeye ve inziva­ya çekilmeye karşı çıkarlar. Topluma hizmet etmeyen, çalışmayan kim olursa olsun, toplumdışı kalır. Toplumdışı olmak ilâhı tasarıma ayla­ndır. Sufinin başlıca ilkesi, 'dünyada olmak, ancak dünyadan olmamak'tır. ("Der Dünya Baş, Ez Dünya Nabaş!")

Müslüman sufi erenleri, bu yüzden, adları kadar yaptıkları işlerle de bilinirler. Örneğin, Ferideddün Attar kimyacı, Bahauddin Nakşibend ressamdı. Hindistan ve iran'da sufiliğe kabul edilen krallar, sa­raydaki işlerinin yanında başka bir uğraş da edinmişler ve kendi ge­reksinimlerini hazine yerine bu uğraştan karşılamaya çalışmışlardır.

 

 

  1. Sufizmin görünmeyen öğreticileri (S.75-76)

 

Bütün sufi sisteminin lideri, "Kutub" adıyla anılır; tüm sufiler ara­sında en büyük ermiş odur; 'Vuslat'a ermiştir ve kimilerine göre bü­tün Sufi örgütünün başıdır. Çok büyük politik gücü olduğu öne sürü­lür. Kimliği pek az kişi tarafından bilinir. Yalnızca tarikatlann liderle­riyle görüşür. 'Zaman ve mekân dışında' telepatik konferanslar yöne­tir. 'Vuslata Eren' sufi liderlerinin, diledikleri zaman hücrelerine ka­panarak kilometrelerce ötede ortaya çıktıkları söylenir.

Kutub'un dört yardımcısına "Evtad" (sütunlar) denir. Bunların gö­revi, dünyanın dört bir yanında bilgi toplayıp duruma egemen olmak ve her ülkede olup bitenleri zaman yitirmeden Kutb'a bildirmektir Ev-tâd'ın her biri kırk "abdalla (ruhça olgunlaşmış olan) çalışır. Hor Ab­dal'a yetmiş Ebrâr, her Ebrâr'a da üçyüz Ahyâr yardım eder. Bu hıyerarşık yapıda yeri olmayan suli erenlerine yalnızca 'azız' anlamına ge­len "Velî" sıfatıyla hitap edilir.

 

 

  1. Giriş ve inisiyasyon (Kabul edilme süreci) (S.76-77)

      Tarikatlara giriş, tüm Doğu dünyasına yayılmış bulunan halkalar'-dan birinin yardımıyla gerçekleşir. Tarikatın daha gizli etkinliklerine ilişkin bilgiler dışarı sızdırılmaz; ancak tarikat üyeleri genellikle kimlik­lerini saklamazlar.

Kimi yörelerde babalar, tarikat ritüellerine oğullarını da götürür­ler; böylece pek çok kişi küçük yaşta sufi göreneklerini tanır ve benim­ser. Sufilerin oğulları da çoğunlukla babalarının tarikatına katılır.

En alt basamak olan salikliğe kabul edilen aday, kabul töreninden önce bir süre toplantılara katılır. Pîr'in, adayın başvurusunu kabul et­mesiyle, aday bir üst mertebeye yükselmiş sayılmaz; sufıliğın diğer ta­rikat ve kültlerde rastlanmayan, kendine özgü kurallarından biri de budur. Mertebeler ve gizli bilgiler adaya, ancak hazır olduğu zaman verilir.

Aday 'olgun'laşmadan hiçbir konuda ilerleyemez, înısıye olduktan [kabul edildikten] sonra tarikatın ritüellerini uygular, yükümlülükleri­ni layıkıyla yerine getirirse olgunlaşma şansı da artacaktır. Başka bir deyişle sufi olmayan bin, bir sufi halkası'na katılabilir, tüm toplantı­ları izleyebilir, kutsal sözcükleri söyleyebilir, hatta kutsal törenlere ka­tılabilir; ancak tarikattan olmadığı için tüm bu eylemlerden bir yarar sağlayamayacak, hiçbir mertebeye hak kazanmayacaktır.

Türkiye'de Mevlevi tarikatının sema ayinlerine Müslüman olan ve olmayan herkes katılabilir. Ancak, bu törenlerden, zikirlerden yalnız­ca tarikata kabul edilenlerin yararlanacağına inanılır.

ilahiler, dualar, danslar her tarikatta farklı yorumlanır. Yeni katı­lanlar tarikatın göreneklerine uyarak bir süre bu etkinliklerde rol alır­lar. Kimi tarikatlarda ilahiler ve şarkılar söylemek önemli bir etkinlik sayılırken başkalarında dua bile, mırıldanarak söylenir.

Törenin uygun bir anında su fi adayı, halka'nın liderine, (akdini edilir. Adayı sınamak için bazı sorular sorulur. Kabul edilirse, lider ona "el verir" ve kulağına kabul edildiğini fısıldar. Aday arlık bir sa-lik'tir, bundan sonra yapacağı tek iş, tarikata bağlılık yeminini etmek­tir. Salık bu yeminle, Pîr'ine kayıtsız şartsız uymaya söz verir.

Sufılığin bir kolu dışında tüm tarikatlarda salıkler, kendi tarikatla­rına bağlı kalacaklarına yemin ederler. Yemin töreni olmayan bu tari­kat, Peygamber'le aynı çağda yaşayan ve hiç karşılaşmadığı halde onunla ruhsal iletişim kurduğu söylenen Veysel Karanfilin kurucusu olduğu Üveysîlik'tir.

Uveysî öğretisinde sufızmin iki öğesi öne çıkar. Bunlardan ilki, ruh­sal ve telepatik iletişimdir. Sufı için alışılmış zaman kavramının hiçbir anlamı olmadığı gibi, çok uzaklarda bulunan, hatta hayatta olmayan biriyle de iletişim kurulabilir. Kimi sufi erenleri hiç karşılaşmadıkları ya da çok önceleri ölmüş biriyle konuştuklarım ve onlardan talimat al­dıklarını öne sürmüşlerdir.

ikinci olarak, sufilikte bir Pîr ya da üstadın yardımı olmadan da çe­şitli mertebelere ulaşılacağı kabul edilir. Ancak genel kanı, böyle bir aşamayı başarabilen güçlü kişilerin çok az olduğu yolundadır.

 

  1. Sufi Yolu (S.77-78)

 

       Halka'nın lideri tarafından kabul edilen Yolcu, mürid ('öğrenci') sıfatını alır. Bundan sonra ikinci mertebeye erişmek, tarikat ehli ol­mak için zorlu bir hazırlık dönemi başlar. Bu ikinci aşama, sufiliğin ilk gerçek mertebesıdir ve ruhsal gelişmenin kanıtıdır.

Birinci ve ikinci aşamalar sırasında öğrenci, ritüelleri kaçırmamalı, îslanı dininin tüm gereklerini yerme getirmeli, gösterilen kitapları oku­malı ve zikirler(66) için yeterince zaman ayırmalıdır. Bu uygulama, Pîr'ııı gözünden kaçarı eksiklerini tamamlamak ve inancını güçlendirmek için gereklidir. 'Dünyada olmak, ama dünyadan olmamak' kuralı ancak böy­le bir eğilimle yerleşir. Her yolcu bu süreçte Pîr'irı düşüncelerini ve kişi­liğini özümsemeye çalışır. Buna karşılık Pîr de dikkatini öğrenciye çevi­rerek onun manevi gücünün artmasını, 'Ben'e karşı savaşta güçlü olma­sını sağlar. 'Ben', ruhsal gelişmeyi önleyen bedensel düşkünlüklerdir.

Mürid'lik aşamasında Yolcu, Dervişlerin (Sufileriıı) Halka'larmda düzenledikleri gece toplantılarına katılır. Bu toplantılarda birlikte zikir yapan sufiler farklı aşamalarda olabilir. Bu durum zikr'in ve toplantı-

 

ya katılanların gücünü etkilemez; zikr'in her aşamadaki sufi için ya­rarlı olduğuna inanılır. Zikr, Pîr'ın gözetimi altında söylenir.

Öğrenci, mürid olmaya hak kazandığında -Pîr'in kararıyla ya da kendisi gerekli aşamayı gösterdiği için- düşüncelerini Pîr'den tarikatın kurucusuna çevirir. Pîr bu aşamada da dikkatini öğrenciye vererek oııun ruhsal yapısını güçlendirmeye çalışır.

Sufi artık sefer-ullah (bilgiye yolculuk) aşamasındadır. Artık üstadı yerine tarikatın kurucusuyla özdeşleşmeye çalışır. Bu aşamadan sonra lidere Şeyh ya da Mürşicl diye hitap eder. Öğrenciler, Mürşıd'in isteği­ne bağlı olarak, çok uzak ülkelere gidebilirler. Kendilerinden ıstenme-mişse, tarikatlarını yaymazlar. Mekke, Medine, Kudüs gibi kutsal yer­leri ziyaret ederler. Bu aşama, öncekinden daha uzundur.

Mürşidin katkısı olmadan birinci aşamadan sonuncu aşamaya dek yükselenlere de rastlanır.

Tarikat Ehli'nden sonra üçüncü mertebe Arifliktir. Bu aşamada yolcu, tarikatın kurucusuyla birlikteliğini tamamlamış, artık düşünce­sini Muhammed Peygamber'in düşünceleri üzerinde yoğunlaştırmaya başlamıştır. Yolun bu bölümüne Sefer-li-Allah (Unutulmuşluktan Öte­ye Yolculuk) denir.

Ariflik mertebesinde okült ve doğaüstü güçler belirginleşir. Ruh, eksikliklerden ve tutkulardan arınmıştır. 'Ben' denetim altındadır. Ge­riye en yüksek aşama olan Fena (yok olma) kalmıştır. Bu aşamada yol­cu, kendisini mutlak bilgiden uzaklaştıran tüm düşünceleri yok eder. Artık başkalarına yol göstermek için ilgisini günlük yaşama çevirebile­ceği Beşinci Aşama dışında, bundan yüksek bir aşama yoktur.

 

  1. Sufilerin mucizeleri (S.78-79)

 

       Tanınmış sufi tarihçilerinden Kemaleddin, Nakşibendi tarikatına özgü bir 'ölü canlandırma' olayını nakleder:

Nakşibendi liderlerinden Kayyum, üç gün önce öldüğü bildirilen torununu yaşama döndürdü. Kayyum, küçük kızın canlı olduğunu öne sürüyordu. Kızcağızın bedeninde çürüme belirtilerine rastlayınca
(sıcak Hint ikliminin etkisiyle), Kayyum, ona adıyla seslendi... Küçük kız derhal ayağa kalktı.  

Sufı kadın evliyalarının en tanınmışı olan ve 8. yüzyılda yaşayan Rabia-ül-Advıye'nın mucizeleri de pek çok öyküye konu olmuştur. Ya­kın çevresinin bildirdiğine göre bu kadın evliyanın öğretisi, çeşitli du­alara ve bazı kutsal formüllere dayanıyordu. Bu duaları okuyanlara Bilgi'nin (dolayısıyla Gücün) kapıları açılıyordu. Bu evliya, bağışlan­mak ve selamete çıkmak için dua okunmasına karşıydı.

La ilahe illallah (Allah'tan başka tanrı yoktur) formülü ile ödün­süz ateş yaktığı, evinden dışarı adımını atmadan yiyecek ve gereksin­melerine yetecek kadar altın bulduğu anlatılır.

Rabıa küçük yaşta esir pazarına düşmüştü. Bir gün başının üstün­de aydınlık bir hâle gören efendisi o kadar şaşırdı ki, kimseye söyleme­den Rabia'yı azad etti.

Sufi erenleri dua ve ibadetten başka çeşidi zikir'lerle düşünceleri­ni yoğunlaştırarak, hemen her türlü okült olayı gerçekleştirebilirler. Bu mucizelerden en yaygın olanları hastalıkların sağaltılnıası, ağrıların dindırılmesi, göz açıp kapayana dek yapılan yolculuklar, geleceği gör­me, düşünceyi, hatta başka yerde bulunan kimselerin düşüncesini okumaktır.

 

 

  1. Sufi zikirler (S.79-82)

 

Tüm ilahi ve dualardan sonra abdest alınır. Yolcu son zikrinden sonra uyumuşsa tüm bedenini yıkamalı, üstünde başında hiçbir pislik olmamalıdır.

Zikir genellikle gece geç saatlerde çekilir. Doğaüstü bir amaç güdü­lüyorsa, ilâhi gücün sıfatlarından biri zikirde kullanılır. Bir hastalığın iyileşmesini isteyen sufı, Tanrı'nın iyileştirici yönüne seslenen bir sıfat­la zikir eder. Sufı bu yolla, sağaltıma yönelik muazzam bir enerjiyi dü­şüncesinde yoğuıılaştırır. Sonra bu enerjiyi, iyileşmesi arzulanan kişi­ye yöneltir.

Herhangi bir işte başarı kazanmak için yardımına başvurulan su-fi, perşembe akşamına kadar üç gece, Tanrı'nın sıfatlarından biri olan 'Ya Fatih' zikrini yineler. Perşembe gecesi (Haftanın en 'güçlü' gecesi), düşüncesinde büyük bir güç birikmiş olacaktır. Sufı kendisine başvu­ran kişiye, üzerinde zikrin yazılı olduğu bir tılsım, muska ya da benze­ri bir şey verip üzerinde taşımasını isteyebilir.

Bugün de tüm Müslüman dünyasında her sınıftan insan bu mus­kalardan taşır. Kimi zaman, tarikatın büyükleri gençleri ziyaret ede­rek, belirsizliğe düştükleri konularda onlara nasihat ederler.

Eğitimin ilk aşamalarında Yolcu, sufizmin gizemli yönleriyle pek il­gilenmez; kültün kendine özgü formülleriyle kendini geliştirmeye çalı­şır. Bu formüllerin en önemlisi zikır'dır. Bir şeyhin gözetimi altınday­sa, onun verdiği zikir'leri; ereğine yalnız başına ulaşmaya çalışan bir Uveysî ise kendi seçtiği bir zikri büyük bir dikkatle ve sabırla yineler.

Zikir sessizce, fısıldayarak söylenecekse (zikr-i hafi), her tanesine bir zikrin söylendiği doksandokuzluk bir teşbih kullanılır; sesli söyle­necekse (zikr-i cali) genellikle teşbih kullanılmaz. Bir halka toplantısın­da bulunmuyorsa, yolcu, bulunduğu odanın sessiz bir köşesine, ya da yalnızca bu amaçla kullanılan bir odaya çekilip zikrini tamamlar.

Zikirle birlikte yürütülen bir uygulamada da, bir tür meditasyoıı olan fikirdir. Fikir'le evrenin sonsuzluğu ya da arzulanan bir güç üze­rinde düşünce yoğunlaştırılır. Zikir ve fikir düşünceye işleyip günlük yaşamın bir parçası olunca, sıra Zikir'itı bir üst aşamasına, nefesin de­netimine gelmiştir. Tüm dikkat bir düşünce üzerinde yoğunlaştırılır; zikir bu kez nefesle birlikte, belirli bir ritimle yinelenir.

Zikir düşünceyle bütünleşip, güç harcamaksızın, otomatik olarak ağızdan çıkmaya başlayınca, 'Yüksek Zikir' aşamasına gelinmiş de­mektir. Sufi öğretisine göre düşünce ve beden ikilemi aşılmıştır.

Zikir, sufiyi bir sonraki aşama olan coşku haline hazırlar. Su (izin­de özel bir yeri olan bu aşamaya zikir olmadan da erişilebileceği ka­bul edilmekle birlikte, en kestirme yolun zikir olduğuna inanılır. Coş­ku ve kimi zaman bunu izleyen bilinçsizlik halinde ruh, sözle açıkla­namayan bir değişime uğrar. Gerçek coşkunluk olan Vecd hali, Hatrat (aydınlanma) yolunu açar. Ruh ve düşünce, bedenin sınırlamaların­dan kurtulur; bilgi ve güç, aklı meşgul eden gereksiz düşüncelerin ye­rini alır. Çişti tarikatında coşku halini yaratmak için müzikten yarar lanılır. Kimi tarikatlarda Şeyh'in gözüne bakanların ırana haline geç­tikleri öne sürülür. Türkiye'nin en popüler tarikatı Mevlevilik'le sema yapan dervişler tekdüze dönüşlerle coşku ve trans haline ulaşmaya ça­lışırlar. Coşku halindeki sufilerin zaman, mekân ve düşünce sınırları­nı aştıklanna inanılır. Sıradan insanların karşılaştıkları engelleri aşa­bildikleri için, olanaksız görünen işleri başarabilirler. Sufilerin, açıkla­ması çok zor ya da olanaksız doğaüstü eylemlerine ilişkin kayıtlar var­dır. Tüm dinsel ve okült uygulamalar ana hatlarıyla birbirine çok ben­zer. Liderlik makamı, çömezlik süreci, disiplin, tefekkür ve tekçilik, dünyanın her yanında rastlanan gizli tarikatların, pek o kadar gizli ol­mayan kurumlarıdır.

Sufilerin, Hindu Guruların, Afrikalı ve Amazoıılu büyücü-hekimle-rın mucizeleri gerçekten bilimsel bir anlayışla incelenirse maıınıak-ınannıamak ikileminden kurtulabiliriz. Bu rıtüellerın, doğa karşısında aciz kalan insanın üstünlük arayışının simgesi olduğu gibi kestirmeci açıklamalar yetersiz kalmakladır. Gizli, ezolerik bir kültürün varlığım yadsıyamayız. Öte yandan, bu tür inanışları, sembolik olarak bireyin büyüklük kompleksine dayandırarak açıklayan psikolojik yaklaşımlar­la da açıklayanlayız.

Ben'im

(Ensari Mirza Han'dan Sufi Şiiri)

Ne olduğumu nasıl anlatayım?

 Onun irıayetıyle varım, hem yokum.

Varlıktan hiçlik doğar,

 Bu hiçliğin anlamı benim.

Kimi zaman güneş üzerinde bir zerre

 Su üzerinde bir kıpırtıyım.

Kimi zaman ilişkiler rüzgarında uçan

Cisimsizlik dünyasının bir kuşuyum.

 

Kendimi dört element ile kuşattım.

 Göğün yüzündeki bulut benim.

 

Birlikten sonsuzluğa ulaştım,

Gerçekten, varolan herşeyde ben varım.

Canlılığım yaşamın kaynağından güç alır;

Ben, içimdekinin ağzı, diliyim.

Her şeyin içindeki güç benim,

Herkesin içindeki gören göz benim.

İradem ve eğilimlerim herkesledir.

Kendi davranışlarından kıvanç duyan da benim.

Günahkâr ve harislere karşı acımasızım;

İiyileri ise korur ve kollarım.

 

 

  1. Sufi yolunun şeması (Tarikat-ı sufiye) (83-84)

    SUFI YOLUNUN ŞEMASI (TARİKAT-I SUFİYYE)

 

Sufi yolunun çeşitli aşaınalardaki okült olaylar:

1.                                                        Mucize.            5. Aşama   / - Beka
Yalnızca                    'Sefer-BiIIah' aşaması:  / Velilik mertebesi
peygamberlere         Sufi, dünya yaşamına  / Müsaviyel-Tarafeyn,
özgüdür.                   dönerek insanlara   / ya da 'iki Güç arasında

yol gösterir.   / eşit durumda olma'

2.Keramet             4. Aşama   / - Fena hali: Yok oluş. Doruk.
('Harikalar')       'Sefer-li-Allah'  / Gerçeğe ve Fenaya inziva ve
Örn.: Su üzerinde              aşaması:  / tefekkürle ulaşılır. SaJik,
yürümek,              Unutulmuşluktan  / peygamberle gönül birliği
geleceği bilmek.                     uzağa yolculuk / kurmaya çalışır.

3.Mu 'avenet             3. Asama / - Arif ('Bilgi') hali:
'Doğaüstü işler'.         Sefer-ullah: / Ruhsal ve okült güçlere ulaşma.
Örn.: Uçmak,            'Bilgiye  / Yolcu ile Pîr'in gönül birliği,
uzun mesafeleri          Yolculuk'  / Şeyh (tarikatın kurucusu).

bir anda aşmak.        Aşaması  / Yolcu'nun zihnine Şeyhi

/ tarafından ruhsal güç yansıtılır.

2. Aşama / - Tarikat (Yol). Sufizmin ilk gerçek aşaması.

/ Şeyh ve Mürşidin gönül birliği. Bu aşamada Salık,

4 gfar                                 l Şeyhinin tüm isteklerini ve ruhsal deneyimleri

(yasal 'ak' büyü          / SOTSI1SU2 yerine getirir. 'Dünyada olmak, dünyadan

şeyhin izniyle            / yana olmamak ' kuralı iyice yerleşir,

yapılabilir.)              /

1. Aşama / - Müridlik (Öğı-encilik).

/     Üstad tarafından sufi yoluna kabul edilme aşaırıası.

/ - Salik. Sufizm yolunda sufi yolcu.

 

HATRAT (Aydınlanma - Güç, Bilgelik)

\                             /

VECD (İlâhi Coşku)

ZİKR-İ  DEM

(Nefes ve konsantrasyon çalışmaları)

ZlKR-1 HAFΠ               ZlKR-İ CALÎ

(Sessiz Zikir)                   (Sesli Zikir)

(Sufi geleneğine göre üç tür Zikir ve Aydınlanmaya ulaşma aşaması)

Çişti Tarikatının Örgütlenmesi Büyük Üstad

Pîr ('Tapınağın Lideri')

Gezgin sufiler           Tapmaktaki sufiler:  (1) işçiler

(Hacılar, yerel Halka'ların-                            (II) Yardımcılar

örgütleyicileri ve                                     (III) Münzevîler

yöneticileri)

Hacı sufileritı denetimindeki beş Halka, kent, kasaba ve köylerdeki merkezlerinden tarikatın yayılmasına çalışır.

Dünya Sufi Hiyerarşisinin Kuramsal Şeması

Ezoterik Ermişlik

*

KUTB - Eksen Tüm Sufilerin Lideri

Birinci İmam                         İkinci imam

('lider')                        (Kutb'un yardımcıları)

*         *         *         *

Pusuladaki dört yönü simgeleyen dört Evtâd ('Sütunlar')

*      *       *        *        *        *       *

Yedi Abdal Evtâdın yardımcıları ve yedi kıtanın sorumluları

*       *       *       *       *

Abdalların yardımcısı olan beş Amd (Yardımcı)

Bütün bölgeleri temsil eden Yetmiş Ebrâr

         Ülkelerin içindeki bölgelerden sorumlu olan Üç yüz Ahyâr

Belirli bir bölgeye bağlı bulunmayan Erenler

Erenlerle birlikte çalışan Yolcular

Çıraklar ve Sempatizanlar

  

Sufızmde ıııısıye kişinin uyması gereken onbır Gizli Kural

Tüm suf'i tarikatlarında kurucunun -kimi kez kendinden sonra ge­lenlerin- koyduğu ve Yolcu'nun büyük bir titizlikle uyması istenen ku­rallar vardır. Nakşibendi tarikatının kuralları şunlardır:

1.    Nefes Bilinci. Yolcu her şeyi, hatta her nefesini dikkatle izleme­lidir. Aynı zamanda düşüne», Sonsuzluk üzerinde yoğunlaşmalıdır.

2.    Ülkenin her yanını dolaşmak. Sufi, bir "yolcu' -Sufi, yolcunun yolcusu- olduğunu unutmamalıdır.

3.    Ayaklara bakmak. Yolcu yürürken bakışlarını ayaklarından ayırmamalıdır. Bu, yolcunun nereye gittiğim anımsatan, simgesel bir kuraldır.

4.    Kalabalıkta yalnız kalabilmek. Dikkat ve düşünce yoğunlaştır­ma yöntemleri sürekli olarak uygulandığı için, yolcu kalabalık ve hare­ketli ortamlarda bile asıl görevini unutmaz.

5.    Anımsamak. Sufi, yola gönüllü olarak girdiğini hiçbir zaman unutmamalıdır.

 

6.    Kendini Tutmak. Zikir yinelemelerini güçlendirmek için kısa dualar da okunmalıdır.

7.    Farkındalık. Zihin, önündeki engellerin farkında olmalı, bunla­rı aşmaya çalışmalıdır.

8.    Geçmişi hatırlayabilme - Yolcu konsantrasyonu sürekli kılmak için dikkati dağıtıcı düşüncelere kapılmamalıdır.

9.    Zamanı durdurma. Düşüncedeki duraklamalar sırasında Sufi davranışlarını gözden geçirmeli, yanlışları varsa düzeltmelidir.

10. Sayıları durdurma. Zikir, gerekli sayıdan eksik ya da fazla çekilmemelidır.

11.  Kalbi durdurma.  Kalbin atmadığı anlarda yolcu, kalbindeTanrı'nın adının yazılı olduğunu gözünün önüne getirir.

 

  1.  Ruhları Çağırmak (S.105-115)

   Ebced, Havvas, Hurri, Gel Ey Ruh: Çünkü ben, Davud'un oğlu, insanların ve Cin­lerin yöneticisi Süleyman'ım! Gel, yoksa seni metal bir şişeye hapsederim!

Ehıı Hicab, Cinlerin Takvimi

Ruhları ve diğer doğaüstü güçleri çağırmak, bağlamak ve amaç­ları doğrultusunda kullanmak isteyen büyücü öncelikle onların varlığı­na inanmalıdır. Eski kaynaklarda ruhlar belirli sınıflara ayrılır. Bu kaynakların bir bölümü iyi-kötü, bir kısmı da insan-insanüstü ayrımı­nı kabul eder. Kimi ruhlar insan görüntüsünde, kimileri de hayvan ya da doğaüstü varlıkların biçimindedir.

Hıristiyan, Budist, Arap, Mısır, Kaide, tüm sistemlerde ruh çağır­ma inancı ve yöntemleri benzerlik gösterir. Seansı yönetecek olan kişi, (varsa) araçları ve 'majik daire'yi önce kutsamalıdır. Ruh çağrılır ve daveti kabul ederse, seansın amacı olan sorular sorulur ve dilekler ile­tilir. Seans yöneticisi, ruhlardan korkmayan ehil bir kişi olmalıdır. Yö­neticinin, 'kutsal sözcükler'i bilmesi ve ölülerle, ölüm olayıyla yakınlık kurmuş olması arzu edilir.

Lanet okumak için olsun, hayır islemek için ya da başka bir büyü­ye üstün gelmek için olsun, neredeyse her büyücülük uğrasında ruhla­rın yardımına başvurulduğu düşünülürse, ruh çağırma işlemiyle bu denli ilgilenmemizin nedeni anlaşılacaktır. Büyücülük, doğaüstü (ruh lar dünyasına ait) güçlerin yardımıyla güç kazanma uğraşı olarak ta­nımlanabilir. Böylece, ruhlar -ya da bugüne dek niteliği anlaşılamadı-ğı için bu sözcükle adlandırılan güçler- her türden büyücülük etkinli-

 

ginin önemli bir öğesini oluşturur.

Avrupa ve günümüz Amerikası'nda spiritüalizm olarak bilinen, ölülerin ruhlarının çağrılması işlemi, Afrika'nın büyücü-hekimleriııiıı, Kızılderililerin, Çin'de ve Japonya'da samanların ve birçok ülkede başka büyücülerin, yüzyıllardır uyguladıkları bir büyücülük türüdür.73

Ruhların, özellikle, ölmüş akrabaların ruhlarının çağırılması, uzun ve yorucu bir ön çalışmayı gerektirir. Bazı kimselerin ruh çağırma yeti­lerinin başkalarından güçlü olduğu -günümüz medyumları gibi- öne sürülmüşse de, büyücülük kitaplarında, yapılacak işlem hakkında, sıra­dan kimselerin de uygulayabileceği ayrıntılı bilgiler verildiği görülüyor.

Kaldeliler'e maledilen kimi uygulamalarda, çağırılacak ruhun do-ğumgününün bilinmesi gerekiyordu. Yıldız falının bilinmesi de büyük kolaylık sağlıyordu. Bu yolla, doğum saatinde etkin olan gezegenlere başvurularak istenen ruh çağrılabiliyordu.

Başka bir yöntem de, seans yöneticisinin kırksekiz saat yalnız kalıp derin düşünceye dalmasıydı. Güneşli günler yalnız kalmak için daha uygundu. Daha sonra büyücü, büyü uygulaması için ayrılmış bir yer­de (bu yer, büyücünün kendi odası, bir mağara ya da yıkık bir tapınak olabilirdi) majik daireyi çizerdi. Yaklaşık üç metre çapındaki bu daire, büyücüyü kötü ruhlardan koruyan bir tabu-mekâııdı. Dairenin içine çizilen başka bir daireye tebeşirle Tanrı'nın adı yazılırdı.

îbrani törenlerinde Tann'nın sıfatları oldukça uzun bir adlar zin­ciri oluştururdu; Ağla - Elohim - Adonay ya da Alpha - Omega - Tet-ragrammaton gibi...

Dairenin içinde büyücünün gereçleri bulunurdu. Bunlar, biraz yağ, yukandakıne benzer adların yazılı olduğu bir kılıç, tütsü yakılması için bir mangal olabilirdi. Çağırılan ruhun etkisi altında olduğu gezegenin koru­yucu meleğine uygun bir tütsü seçilirdi. Büyücülerin, ruh çağırmada kul­lanılan kutsal sözcükleri bilmeleri gerekirdi, (tbraniler'in abracadabrciya benzeyen Scıbaoth; Gnostikler'in abrazas'ı ya da kadim bir Mısır papirü­sünden, Anreha.katha-sata.iu, Senentuta-batetsataiu gibi sözcükler.)

  Meleklerin yönettiği saatleri gösteren tablo

Kötü ruhlardan korunmak için Süleyman'ın Mührü ya da beş kö­şeli yıldızı da yanma alan büyücü, dairenin içindeki yerini alıp tütsü­yü ateşe attıktan sonra, aşağıdakine benzer bir çağrıya başlardı. Bu çağrı bir Yunan-Mısır büyü kitabından alınmıştır:

Toprağı ve kemikleri, tüm bedenleri ve ruhları yaratan, denizi yaratan ve gökleri tit­reten, ışığı karanlıktan ayıran, tüm kuralları koyan, her şeyin düzenleyicisi, dünyanın gözü, ruhların ruhu, tanrıların tanrısı, ruhların efendisi, sarsılmaz Aeon, laoouei, sesi­mi duy.

Sana sesleniyorum, Tanrıların yöneticisi, göklerin şiddetli gürültüsü Zeus, Kral, Adonai, Efendi, laoouei. Seni Suriye dilinde çağıranım ben. Büyük Tanrı Zaalaer, Iphp-hou. Ibranice adlanın da unutmadım, Ablanthaııab, Abrasiola.

Çünkü ben Silthakhookh, Lailam, Blasaloth, lao, leo, Nebouth, Sabiothar, Both, Arbathiao, laoth, Sabaoth, Patoure, Zagoure, Baroukh Adonai, Eloai, labraam, Barba-rauo, Nau, Siph'im.

       Bu duanın, ruhu. yöneticinin sözlerini dinlemeye ve isteklerini ye­rine getirmeye yönelttiği belirtiyor. Bundan başka, 'Zincire vurmaya, gözleri kör etmeye, rüya gördürmeye' de yunyor. 'Genel olarak tüm is­teklerinizin gerçekleşmesini' sağlıyor.

Bu duaıun bir özelliği de, îbranice, Yunanca, Süryamcc ve başka dillerden sözcüklerin birarada kullanılmış olması.

Başka bir uygulamada, yönetici, dairesinin içinde ayakta durmalı, uygun sözcüklerle töreni kutsamalı ve gelmesini istediği îyi Ruh'u ça-ğırmalıdır. Düşüncesini yeterince yoğunlaştırdığına ve kafasından baş­ka bir şey geçmediğine enim olunca alçak sesle ruha seslenınelidir. Ruhun adını üç kez çağırarak ona hiçbir zarar vermeyeceğine söz ve­rir. Daha sonra 'Ruh ona görünür'.

Bir dakika belde ve ruh görününce çağrını yinele. Beklerken inançla ve açık kalple dua et. Ruh, beş dakika içinde göriinmezse, onu dahıı güçlü seslen.

Ruh görünürse, unu saygıyla karşıttı, onunla karşılaşmaktan onur duyduğunu söy­le ve sorunlarının çözümünde yardıma olmasnıı iste.

Ruh, yöneticiye, kendisini çağırmak için uygun olan saatleri söyler ve kolayca çağırması için 'adını' verir. Bazı kaynaklar, Ruhlar Kıla-bt'na adım yazması ve iınza atması gerektiğim öne sürer. 'Şans esen kötü bir ruhla karşılaşırsan, "Bast" sözcüğü, onun yok olmasını sağla­yacaktır. Eski Mısır kökenli bu sözcük, onun hiçbir zarar vermeden çe­kip gitmesini sağlar.'

Ruhtan, koruyucu melek olması da istenebilir:

Ruh gittikten sonra, iki dakika kadar dairenin içinde bekle. Sonra, gelip sana yar­dım etmeyi kabul ettiği için ona bir şükran duası oku. Daireyi ve üzerindeki şekilleri sil, yoksa, bir şeytan ya do şeytani bir ruh, kolaylıkla bunları sana karşı kullanabilir. Daire bozulmaz ve ilkel bir ruh tarafından ele geçirilirse, daireyi yapan bir daha iyi ruhlarla ilişki kuramaz.

Bir dairenin kutsanmasına ilişkin belki de en eski formül, Asurca yazılmış Surpu tabletlerinden alman aşağıdaki örnektir:

Yasak! Yasak! Kimse bu engelden geçemez,

Tanrıların engeli bu, kurutu yıkamaz.

Gökle yerin engeli, kimse değiştiremez,

Hiçbir tanrı yok edemez.

Ne Tanrı ne de insan onu bozamaz.

Kimse bu tuzaktan kurtulamaz, kötülere, karşı bir tuzak bu,

Kötülük bu daireden içeri sızmaz.

Kötü Ruh, Kötü Melek. Hayalet,

Kötü Şeytan, Kötü Tanrı, Zebani,

Gulyabani, acuze, Haydutlar perisi.

Hayalet, Gece Görünen Ruh, Hayaletin Uşağı,

Kötü Veba, Ateşli Hastalık pislikten kaynaklanan Hastalık,

Ki, Ea 'nın berrak sularını kirletmişti,

Ea 'nın tuzağı tutsun onu;

Nisaba 'nın yemeğine sızmıştı;

Nisaba 'nın ağı tutsun onu.

Engelleri yıkmıştı;

Tanrıların engeli, yerin ve. göğün engeli,

Bırakın onu gitsin.

Yüce. tanrılara hürmet etmemişti;

Yüce tanrılar tutsun onu.

Yüce Tanrılar lanet okusun ona.

Tapınağına saldırdı;

Kapalı bir yere. girmek zorunda bıraksınlar onu.

Tapınağın çevresinde dolandı;

Kaçamayacağı bir yere tıksınlar onu,

Çıkışı olmayan bir eve soksunlar.

Kapıdan, kapının sürmelerinden sızmıştı;

Sürmeli kapıyla, sürgüyle kapatsınlar onu.

Kapı eşiğinden, menteşelerden içeri esmişti;

Anahtar deliğinden sızmıştı;

Su gibi dışarı akıtsınlar onu.

İçki kadehine koyup kadehi kırsınlar;

Kiremit kırar gibi...

Duvarların üzerinden aşmıştı.

Kanatlarını kırsınlar onun.

Bir odada yatakalmıştı;

Boğazını kessinler.

Evin bir odasından bakmıştı;

Suratını dağıtsınlar.

Odada kem sözler söylemişti;

Ağzını kapasınlar,

Evin üst odalarından birinde dolaşmıştı;

Bir keçeyle örtsünler üzerini.

Gün doğarken kararır o;

Gecenin bitiminde gün doğuşunu görebileceği bir yere götürsünler.

Uzun süre bekledikten, derin düşünceye daldıktan sonra ruh görün-mezse ne olacak? Çoğu kaynak, bu olasılığı gözönüne almaz. Ancak, bir kaynakta, formülün eksik ya da yanlış uygulamasının başarısızlığa ne­den olacağı yazılıdır, İşlem, başarıya ulaşılana dek yinelenmelidir.

Sülaleler Dönemi'nde (belki de daha önce) Mısırlılar, Babilliler ve Asurlular ruh göçüne inanıyorlardı. Belirli koşullar sağlandığında ru­hun eski bedenine dönebileceği inancı da çok güçlüydü. Ruhun öte-âlemdeıı memnun kalıp geri dönmemesi için özenle hazırlanan büyü törenleri yapılırdı. Öteâlemde rahat etmeyen ruhlar, ruh çağırma yo­luyla insanlara görünür ve yardım ederlerdi.

Afrika'nın birçok bölgesinde, özellikle de Orta Afrika'da, bunalım­lı dönemlerde kabileler, sevilen ve sayılan büyücü-hekimlerin ruhları­nı çağırarak sorunlarına çare bulmasını isterler. Bu kimseler öldükten sonra, kemikleri kanlarıyla ıslatılmış, bal, süt ve kokulu otlardan olu­şan bir karışımın içinde saklanmıştır. Bu yolla ruhun yeniden dünya­ya döneceğine inanılır. Mısır'da piramit-mezarlarda uygulanan ruh kutsama törenlerinin benzerleri, bugün, kilise mezarlıklarında ve di­ğer mezarlıklarda yapılmaktadır.

Ruh çağırma törenlen yalnızca ölülerin ruhları için yapılmaz. Aşa­ğıdaki Hıristiyan kutsama töreni Kalde-Sami Kutsal Daire törenleri­nin bir uzantısıdır:

Kutsal, hayırlı ve şanlı Üçlü adına görevimizi yerine getiriyoruz; arzu etliğimiz güce kavuşmak için, adı geçen Adlar adına bu toprak parçasını kutsuyoruz; bu sınırlardan içeri hiçbir ruh girmesin, burada toplananlara hiçbir kötülükte bulunmasın.

 

(Tören sırasında büyücülere bir ya da daha çok sayıda yardımcı re­fakat ederdi.)

Ancak, dairenin önünde durmaya razı edilmeleri ve isteklerimizi yerine getirmeleri için, sonsuza dek yaşayan ve yaşayacak olan, ben Alfa ve Omega'yım, Başlangıç ve So­num, olmuş olan ve olacak olanım diyen Yüce Efendi, bize yardım et. Ben ilk ve Son'um; yaşayan ve ölü olanım; sonsuza dek yasarım; ölümün ve cehennemin Anahtar­ları bendedir diyen ey Tanrım! Yeryüzünün Evladının önünde eğiliyoruz...

(Yeryüzü, diğer öğeler gibi, bir ruha sahipti ve bu ruh, Yeryüzünün Evladı adıyla anılırdı.)

Bana güç ver, ey Tanrım, gücün bende olsun, böylece karşıtlarımız, ya da kötü şey­ler bizi isa'nın ihsanından yoksun kılmasın. Amin.

Büyücü, 'kutsal sözcükler'den başka, saatlerin adları gibi bazı bil­gilere de sahip olmalıdır. Batıdaki büyü metinlerinden birinde Arap­ça, Samice, Mısırca ve Yunanca saat adlarına rastladım. Aşağıdaki lis­tede görülen bu adlar, saatlerin ruhlarının da adlarıdır.

Saatlerin Adları

Gün                    Saat                   Gece

Yain                           l                   Beron

Janor                        2                   Barol

Nasina                     3                   Thami

Salla                         4                   Athar

Sadedali                   5                   Methon

Thamur                    6                   Rana

Ourer                       7                   Netos

Thamie                     8                   Tafrae

   Neron                   9                     Sassur

  Jayon                   10                   Agle

  Abai                     11                    Calorva

   Natalon                 12                   Salanı

Bu adlar ezberlenir ve uygun olanı dairenin iç çeperine yakın bir yere 'kutsal sözcükler', Mevsim'in ve Saatin Meleği'nin adlarıyla bir­likte yazılır. Bahar Melekleri Core, Amatiel ve Commissorros, yaz me­lekleri Gargatet, Tariel ve CarieCdır. Sonbaharın iki meleği vardır: Tarquam ve Guatxırel. Kış melekleri Anabael ve Cctarari ile daire ta­mamlanır.

Ruh çağırma işlemi baharda yapılırsa Buhar simgesi de daireye ek­lenmeli; yeryüzü, Güneş ve Ay'ın bu mevsimdeki adları yazılmalıdır.

Simgenin Bahar adı     : Spugliguel
Yeryüzünün Bahar adı: Amadai
Güneşin Bahar adı       : Abraym
Ayın Bahar adı         : Agusita

Yazın          Güzün            Kışın

Yeryüzünün adı         :    Festativi     Rabinnana      Geremiah

Güneşin adı              :    Athenay     Abragmi        Commutoff

Ayın adı                   :    Armatus     Mastasignais  Affaterin

Yazın simgesi: Tubıel                       Güzün Simgesi: Torquaret

Kışın simgesi: Attarıb

Bu adları daireye yazarı büyücü, aşağıdaki duayla ruhunu arındırır: Hyssop, Tunrım, beni temizle, yıka   beni ve kardan daha beyaz olayını.

Daha sonra daireye uygun bir koku (bu konuya kokular bahsinde değineceğiz) serpilir ve yönetici önceden ve arkadan bağlanan beyaz kumaştan bir harmaniyi; giydikten sonra şu sözleri söyler:

Ansar, Amaconı, Theodonias, Aııılon: Meleklerin inayeti ile, ey Taınrrıın, selametı hır­kasını giyeceğim; bu arzumu senin ytmluumli) yerine getireyim, kutsall Adonai, knıllığın sonsuza dek sürsün; Amin.

 

Bu alıntıları aktardığımız Hıristiyanlaştırılmış metinde, Sami ve di­ğer Eskiçağ rıtüellerinin izlerine rastlıyoruz. Yine bu metindi;, güç ve kazanç arayanların, ruhları çağıramayacağı anlatılıyor. 'Önce, kalp ve zihin isteklerden arındırılmalıdır. Elde edilen güç bencil amaçlar için kullanılırsa, tüm etkisi kaybolur. Ancak, yüksek (epelere ulaşanlar bu sözlerin anlamını bilir.'

Nekrornansi'de de mujik daire ve 'kutsal sözcükler'in kullanıldı­ğını görüyoruz. Her iki işlemde de uygulama aynıdır. Asyalı büyücü Chıancungi ile kız kardeşi cadı Napala, kötü ruhları çağırırken, Bo-kinı'den ve onun cehennemi gücünden yararlanmaya karar verdiler. Büyük bir mağarayı siyaha boyadıktan sonra majık daireyi, yedi bur­cu ve yedi gezegeni çizdiler. Çok ünlü ve çok kötü ruhlu olmalarına karşın, Bokim'm görünmesini sağlamak aylar sürdü. Sonunda, Bokun göründü ve ömürlerini 155 yıl uzattıktan başka, onlara çeşitli ödüller verdi. Doğu'da 'şeytana ruhunu satma' motifi pek bilinmez; bu yüz­den, şeytan, iki kardeşten, bahşettiği yaşam sürecince kendisine hiz­met etmelerinden başka bir şey istemedi, iki kardeş, ruh çağırırken ko­kulardan ve tütsülerden de yararlanırlardı.

Uygulama, Satürn gezegeninin etkili olduğu gün ve saatte yapılır­sa, mangala birer tutam, misk ve günlük otları atılırdı. Bu ollar yanar­ken, kedi ya da kurt kılığına girmiş ruhlar görünürdü. Jüpiter'e; tavus tüyleri, bir kırlangıç ve bir parça lacivert taşı sunulur, sonra, bunların külleriyle leylek karımdan bulamaç yapılırdı. Jüpiter'in ruhu, borazan­cıları eşliğinde dolaşan bir kral görünümündeydi. Mars'ın etkili oldu­ğu günler ateşe kokulu sakız, sandalağacı, günlükağacı mür parçalan atılır ve kara bir kedinin kanı akıtılırdı. Güneş etkisini göstermeye baş­ladığında mür, safran, karanfil, defne ve tarçın, kartal beyni ve beyaz bir horozun kanıyla bulamaç yapılarak küçük toplar halinde ateşe

atılırdı. Venüs'ün himayesindeki ruhlar çağrılırken, ispermeçet, gül, mercan, ödağacı parçalan beyaz bir güvercinin kanı ve beyniyle karış­tırılmalıydı. Bütün bu maddelere Doğu'da ve Batı'da yapılan majik tö­renlerde çok sık rastlanır.

Merkür'ün etkin olduğu gün ve geceler, günlükağacı parçalanın bir tilkinin beyniyle kanştınp yakmak gerekirdi. Ateşler, 'insanların oturduğu yerlerden uzakta' yakılmalıydı. Ay ruhları uçuk ve aydınlık yüzlen, saydam, tül giysileriyle hortlak tanımına çok yaklaşırlardı. Bu ruhlan çağırmak için haşhaş tohumu, kurutulmuş kurbağa, kâfur, günlükağacı, boğa kanı ve gözü karıştırılarak yakılmalıydı.

LURÎDAN'IN ÇAĞRILMASI YÖNTEMi

Luridan'ın (Kuzeyin Kralı) ruhunun çağrılması bir Kelt geleneği olmakla birlikte, eski Sami törenlerini pek andınr.

Issız bir vadide, ayışığında, yere tebeşirle içice iki daire çizilir. Dış dairenin çapı en az beş buçuk metre, iç dairenin çapı da ondan otuz santimetre daha az olmalıdır. Büyücü, iki yılan derisini kuşak gibi be­line, ikisini de başına bağlar; bunların uçlan arkasından sarkmalıdır. Dairenin bir yanına ateşler içinde bir dağ çizilmeli, 'dağın çevresine şu adlar yazılmalıdır; Galuron + Opotok + Balkın + Opotok + Arthin + Opotok + Snakhan + Nalah + Opotok.

Sonra dağ, Olfron Aııepheraton, Baron Barathon, Nah Halge To-iur Heela + + + sözcükleriyle kutsanır. Sondaki üç haç, olasılıkla haç çıkarma işlemini simgelemektedir.

Bu işlemden sonra, büyücü kılıç şakırtılan, borazan sesleri gibi korkunç sesler duyar. Sonra, Erse dilinde konuşan; ancak 'sorulursa konuştuklanm büyücünün diline çeviren' dört cüce belirir.

Bu cücelere Luridan'ı tanıyıp tanımadıkları sorulmalıdır; yanıt olumlu olacak, Lurıdan77 bir cüce kılığında görünecektir.

Sıra, Luridan'ı 'bağlamaya' (büyücünün isteklerini yapmaya hazır duruma getirmeye) gelmiştir. Bu iş için, onun 'Yüksek Adları' kullanılır. Büyücü, cüceye üzerine gizemli işaretler bulunan bir kağıt verir. Bu kağıt parçası, büyücüyle Luridan arasında bir yıl bir günlük bir sözleşmedir.

Sonra büyücü, cüce-ruh'a ünlü 'Ayrılma îzni'ni vererek onu gön derir. Bu izin verilmezse, ruh herkesi özellikle de büyücüyü rahatsız eder. Tüm büyü kitaplarında bu konuya özellikle dikkat çekilir.

Bu uygulamayla Rahuniel, Seraphiel, Myniel ve Franciel gibi ruh-ların da çağrılabilecegi söylenmiştir. Bu ruhların türnü de Kuzeyin Kralları'dır. Derisi teniyle temas edecek şekilde içe dönük bir ayı pos­tu giyen büyücü, yeryüzünün iki gizli mührünü taşıyan bir kağıtla bu ruhları çağırabilir.