Kaynak: İhyau'ulumi'd-din Cilt 1 - İmam Gazali, Bedir Yay., Tercüme: Ahmed Serdaroğlu, İstanbul 1985
Gazâlî'nin mânevi cephesine babanlar da Onun pek büyük bir mutasavvıf, pek kıymetli bir ehli hâl olduğunu teslim etmekte, maddî varlıklara kıymet vermeyen ruhundaki ulvî tecellilere meftun olmaktadırlar. (Rûhü'l Beyân) tefsirinden naklettiğim şu rüya cidden ibretâmizdir: «Râgıb İsfahanî'nin (El-Muhadarât) adlı eserinde kaydettiğine göre, imâm Şâzeli şunları söylemiş: Mescid-i Aksu'da istirahat için biraz yaslanmış idim. Uyumuşum; rüyamda gördüm ki mescidin dışında haremin ortasına bir taht kurulmuş. Derken takım lakım birçok insanlar geldiler. Ben:
— Bu kalabalık nedir? diye sordum.
—
Bütün nebi ve
resuller (aleyhimüsselâm) toplandı. Muham-
med aleyhisselâmın
huzurunda Hüseyn Hallaç için şefaate gel
mişler. Bu zât onun
hakkında terbiyesizlikte bulunmuş da., dediler.
Bir de tahta baktım,
üzerinde yâlnız başına Peygamberimiz (S.A.V.)
oturuyor. İbrahim, Musa,
İsa ve Nuh (aleyhimüsselâm) dâhil diğer
bütün Peygamberler yere
oturmuşlar... Ben onların ne konuşacakla
rını işiteyim ve
göreyim diye ayağa kalkdım. Derken Hz. Musa, Pey
gamberimizle (A.S.)
konuşmağa başladı. Dedi ki:
—
Sen: «Benim
ümmetimin ulemâsı Benî îsrâilin Peygamber
leri gibidir» buyurdun. Onlardan birini bize göster bakalım.. Pey
gamberimiz:
—
Şudur! dedi: ve
Gazâlî'ye işaret buyurdu. Hazret-i Musa-
ona bir suâl sordu.
Fakat O, on tane cevâb verdi. Bunun üzerine
Musa aleyhisselâm: «Cevâb
suâle uygun olmalıdır. Suâl bir, cevâb
ise on!...» diyerek
itiraz etti. imâm Gazali:
—
Bu itiraz sana da
vâridtir. Hanı sana, bu elindeki nedir? di
ye sorulmuştu! Bunun
cevâbı: «Sopamdır» demekti. Ama sen bir
çok sıfatlar zikrettin!
diye cevâb verdi:
Ben Mııhammed aleyhisselâmın büyüklüğünü; İbrahim, Musa ve İsa (aleyhimüsselâm) gibi peygamberler yerde otururken, onun yalnız başına taht üzerinde bulunuşunu düşünüyordum. Birden bir şahıs beni müz'ic bir şekilde dürttü, yâni bana vurdu. Uyandım baktım ki, bir kayyım Mescid-i Aksâ'nın kandillerini yakıyor. Bana:
— Şaşına! Zira bütün peygamberler O'nun nurundan yaratılmışlardır, dedi. Ben bayılarak düşmüşüm. Cemâat namazı kıldıktan sonra ayıldım. Ve o kayyimi aradım. Fakat bugüne kadar bulamadım.»
İmâm Gazali'nin en mühim eseri olan bu kitâb, zahirî ve manevî ilimlerin bir memzûcudur. Kâtib Çelebi (Keşfü'z - Zünûn) adlı meşhur eserinde onun hakkında şunları söylemektedir:
“Bu kitâb mev'ize kitâblarının en büyüklerindendir. Hatta onun hakkında: Bütün İslâm kitâbları yok olsa da yalnız İhya kalsa, giden, bütün kitâbların yerini tutardı, denilmiştir.”
Vaktiyle Mağrib'de Ebû'l-Hasen b. Harzehem nâmında herkesin sevib saydığı büyük bir âlim varmış. Bu zât (İhyâu Uhîmi'd-Dîn) i okuyunca: «Sünnete muhaliftir; bid'attir bu!» diyerek memlekette ne kadar İhya nüshası varsa, hepsinin toplanıp yakılmasını emretmiş. Halk derhal emre imtisâlen bulabildikleri bütün nüshaları getirmişler, Ve Cum'a günü yakmağa karar vermişler. Cum'a gecesi Ebû'l-Hasen bir rüya görmüş. Rüyasında camiye girmiş ve caminin bir kösesinde bir nur parladığını müşâhade etmiş. Bir de, bakmış ki, o nur Uz. Peygamber (S.A.V.) dir. Yanında da Hz. Ebû Bekirle Hz. Ömer fR.A.) oturuyorlar. Bu arada imâm Gazali, elinde İhyâu Ulûmi'd-Dîn olduğu hâlde huzura gelerek: «Yâ Resûlallah! Şu adam benim has-rnımdır» demiş ve kitabı takdim ettikten sonra ilâve etmiş: «Yâ Resûlallah! Bu kitaba bir bak! Eğer şu adamın dediği gibi bunda senin/ sünnetine muhalefet ve bid'at eseri varsa, ben Hak Teâlâ'ya tevbA ediyorum. Sence makbul ve şerîatine muvafık bir şey ise adalet] iktizâsı hasmımdan hakkımı alarak beni şad eyle!»
Resûl-i Ekrem (S.A.V.) kitabı alarak baştan sona bir göz gezdirdikten sonra: «Vallahi bu güzel bir şey!» diyerek Hz. Ebû Bekir'e uzatmış. O da aynı şekilde kitabı kanşdırdıktan sonra: «Ya Resûlallah! Seni Hak Peygamber olarak gönderen Allaha yemin ederim ki, bu kitâb hakîkaten güzeldir» demiş ve kitabı Hz. Ömer'e vermiş. Ömer (R.A.) da kitaba bakarak aynı şeyi söylemiş. Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V.) Ebıi'l - Hasen'in soyulmasını ve müfteri haddi (cezası) olmak üzere şiddetle dövülmesini emir buyurmuş. Emri derhal yerine getirilmiş ve Ebu'l-Haseni dövmeye başlamışlar. Sırtına beş kırbaç vurulduktan sonra Hz. Ebûbekir rikkate gelerek şefaat etmiş ve: «Yâ Resûlallah! Bu zâtın böyle yapması senin sünnetini iâzîm maksadiyle bir ictihadda bulunmasından ileri gelmiştir. Bunu af buyur!» demiş. Ebû'l-Hasen yaptığına pişman ve hatâsına tevbe etmiş, imâm Gazâlî de onu afv eylemiş. Ebû'l-Hasen bir daha ömrü boyunca Ihyâ'yı elinden bırakmamış ona tazimde bulunmuş, imâm Ebû'l-Hasen uykusundan uyandığı zaman rüyasını arkadaşlarına anlatmış. Bundan sonra tam bir ay, vurulan yerleri sızlamış. Vefatında dahî o kırbaç yerleri sırtında müşahede olunmuş. Ibn Subki (Tabakat) nam eserinde bu hikaye’nin sahih olduğunu söylemiştir.Anlayana bu kadarı kafidir sanırım.
«Hazret-i İmâm (kuddise sırruh)Bazı kitâblarında demiştir ki: Ben önceki hâlimde sâlihlerin hâllerini ve ariflerin makamlarını inkâr ederdim. Nihayet Hak Teâlânın yardımı imdadıma yetişti ve rüyada Allahü zülcelâl hazretlerini gördüm. Bana "— Yâ Ebâ Hâmid!.." dedi. Ben, acaba bana şeytan mı söylüyor, diye düşünürken, Hak Teâlâ buyurdu: "Hayır, ben seni altı tarafından kuşatmış [ilmim, iradem ve kudretim seni sarmış] olan Allah'ım... Ey Ebû Hâmid!.. O yazdığın kitâbları terk eyle. Öyle bir topluluğun sohbetlerine devama başla ki, Ben onları arzımda kendime nazargâh eylemişimdir. Onlar, öyle bir cemaattir ki, dünyâyı ve âhireti benim muhabbetime karşılık satmışlardır." Ben sordum: Yâ Rab! İzzetin hakkıçün Senden yalvarırım ki, onlara hüsn-i zan çeşnisini bana tattır. Hak Teâlâ, da hî buyurdu ki: Maksadını hâsıl eyledim. Dileğini kabul ettim. Onlar ile senin aranda perde olan ve gayeye erişmeğe engel teşkil eden dünya sevgisiyle uğraşmandır. O hâlde, dünyâdan ihtiyarın ile [dilemenle,] çıkıp git. Mecburî olarak çıkmazdan evvel... Muhakkak ki, Ben senin üstüne envâr-ı kuds'ümden [mukaddes nurlarımdan] bir nur imza eyledim. Artık doğrul ve lisânına gelen kelimât-ı kud-siyeyi söyle!... dedi.» İmâm Gazâlî der ki: «Ben bu lâtif rüyadan sevinç ve ferahlık duygularıyla uyandım. Şeyhim Yûsuf en-Nessac hazretlerine koştum ve gördüğümü kendisine anlattım. Şeyh tebessüm etti ve dedi ki: Ey Ebû Hâmid! Bu hâl bizim bidayette olan elvâhımızdır ki, biz onu mahv etmişizdir. Lâkin eğer benimle sohbet ve tam ülfet edersen senin basiret gözüne esmed-i te'yid ile cila veririm. Tâ ki 'Arş, Kürsî ve havâlisinde olan Mukafrebîn meleklerini göresin. Sonra o mertebeye dahî razı olmazsan, ta ki ebsâr-i idrâkinden âciz olduğunu sen idrâk ve müşahede edib ondan sonra güzer-i tabiatinden safi ve Tûr-ı akl üzere raakıy olup hazret-i Musa'ya olan hitâb gibi Hak Tela'dan «Ene Allahü Rabbü'l-Alemin» hitabını istimâ edersin...»
Büyük Şeyh Ebû'l - Abbâs Ahmed bin Ebi'l-Hayr es-Sayyad. el-Yemenî Kuddise sirruh hazretleri, İmâm'ın tercürne-i hâlinden bahs ederken buyuruyorlar ki: «Birgün Yemen'de otururken maneviyât âleminde bana bir keşf oldu, gök kapıları açıldı, meleklerden bir bölük belirdi ve cümlesi yeryüzüne indiler. Yanlarında yeşil hil'atler [güzel elbiseler] ve gayet lâtif bir binek vardı. Kabirlerden bir kabrin yanma vardılar, başucunda toplandılar. O kabirden bir şahsı çıkardılar, hil'atleri ona giydirdiler, ol dabbeye [bineğe] bindirdiler ve semâya alıp gittiler. Bir semâdan ötekine yükseldiler yedisini de geçip, sonra yetmiş perdeyi aralayıp hep yükseldiler. Ben bu hâlden dolayı hayretler içindeydim. Acaba bu zât kimdir, diyordum. Bana denildi ki: Bu, Gazali'dir... Fakat, yüksele yüksele hangi mertebelere çıktı bilemedim...» Sonradan anlaşıldı ki, Yemen'de bu keşfin olduğu gün, Hüccetü'l-İslâm Zeynü'd-Dîn İmâm Gazâlî hazretlerinin vefatı günü idi. Rahmetullahi teâlâ...
Şeyh Şemsüddin Ebû Abdullah Muhammed el-Celâlî en-Nesâî der ki: «İmâm Gazâlî hazretten, kendisini mezarın içine şeyh Ebû JBekr en-Ncssâc koysun diye vasiyet etmişti. Bu vasiyet mucebince şeyh vakta ki, bu hizmeti görüp lâhdden çıktılar, hâli değişmiş, yüzü kül gibi olmuş görüldü. Size ne oldu, niçin böyle değişip sarardınız soldunuz efendim dediler. Bir şey demedi. Sonunda israf edip yemin verdiler, muhakkak bildiriniz dediler. Ö da mecbur kalıp anlattı: Ne zaman ki, İmâmın nâşını lahd [mezarın dibi] içine koydum, kıble tarafından bir sağ elin çıktığını gördüm. Hatiften (gizlilerden) bir ses bana şöyle seslendi: Muhammed Gazâlî'nin elini Seyyidü'l-Mürselîn-Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellemin eline koy!.. Ben de denileni yaptım. İşte mezardan çıktığımda benzimin solup sararmış olmasının sebebi budur... Kaddesallahu Teâlâ ruhahü'l-aziz.» (Mevzûâtü'l - Ulûm. C. 2, S. 822.)
Şeyh Arifi Billah Ebi'l-Hasen eş-Şâzelî kuddise sirruh — ki asrının seyyidi, dünyânın bereketi idi —buyururlar ki: Resûlullah aleyhissalâtü vesselam Efendimizi rüyada gördüm. Hz. Musa ve Hz. İsâ aleyhisselâmlara, İmâm Gazali ile mübâhat eylediler [övündüler] ve buyurdular ki: Sizin ümmetinizde böyle hayırlı var mıdır? Onlar, yoktur dediler. (Mevzûâtü'l- Ulûm. C, 2, S. 823.)
Rivayet olunur ki, Mağrib ülkesinde Ebû'l-Hasen adında bir İmâm [önder, devlet reisi] vardı. Sofuydu, halk tarafından sevilirdi, İhya kitabının aleyhinde bulunanlara kandı, içinde sünnete muhalif bid'atler var sandı ve yakılmasını emr etti. Şehir ve kasabalardaki İhya nüshalarının toplanıp getirilmesini istedi. Herkes, İhyâ'lan getirdiler ve cuma günü yakılması kararlaştırıldı. Vakta ki cuma gecesi [perşembeyi cumaya bağlıyan gece] oldu. Ebû'l-Hasen rüyasında şöyle gördü: Camiye girmiş, köşede bir nur parlıyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri, yanlarında Ebû Bekir ve Ömer radiyallahu teâlâ anhümâ olduğu hâlde oturmuşlar. İmâm Gazali de önlerinde oturmuştu. Elinde İhya kitabını tutup «Ya Resûlallah!.. Şu kimse benim hasmımdır» dedi. Sonra İhyâ'yı Efendimizin eline verdi. Ya Resûlallah! Şu kitaba nazar buyurunuz. Eğer şu kimsenin zumu [zannı] gibi bunda senin sünnetine muhalefet ve bid'at eseri varsa ben Hak Teâlâ'ya tevbe ve rücû edeyim. Eğer senin katında makbul ve müstahsen [beğenilen] ve senin yoluna; Şerîate, Sünnete uygun ise, doğru yolu bulmağa yararlı ise, adalet eyle, bana düşmanlık eden bu zâttan hakkımı alıver, beni sevindir, dedi. Resûlullah Efendimiz (S.A.) İhyâ'ya, evvelinden âhirine kadar sahîfe besahîfe nazar buyurdular ve sonra: Vallahi, bu kitâb muhakkak ki, güzel bir şeydir, dediler. Sonra Ebû Bekr'e sundular. O da aynı şekilde tedkîk etti ve sonra Yâ Resûlallah ! Hudâ-yı Zülcelâl hakkıçün — ki seni Hak Dîn ile peygamber kılıp gönderdi — elbette bu kitâb güzeldir, iyidir, de- di. Daha sonra İhyâ'yı Hz. -Ömer'e sundular. O da baktı ve Hz. Ebn Bekir gibi söyledi. Bunun üzerine Cenâb-ı Risâletmeâb sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz emr eyledi, Ebû'l-Hasen'in gömleğini çıkarıp sırtını açsınlar, hadd-i müfteri [iftira .ezası] ile şiddetle darb etsinler. Beş kırbaç [veya sopadan] sonra Hz. Ebû Bekir şefaat edip, «Yâ Resûlallah! Onun böyle etmesi yine senin sünnetinin uğrundadır. Niyeti oydu. Ama içtihadında [düşüncesinde] hatâ etti», dedi. İmâm Gazali de hakkından vaz geçip, afv etti.
Vakta ki, İmâm Ebu'l-Hasen uykusundan uyandı, sırtında kırbaç izleri apaçık duruyordu. Yakınlarına ve etrafına olup bitenleri haber verdi ve bir ay kadar, o darbeler sebebi ile ıztırab çekti, hasta yattı. Sonra bunların acısı geçti. Vefat ettiği zaman baktılar ki, o darbelerin izleri hâlâ sırtında duruyor. Bu hâdiseden sonra, İmâm Ebu'l-Hasen îhyâ'yı her zaman okurdu. O kitabı, tazim ve tebcil ey-
ler, kendisine rehber edinirdi.
Tasavvuf ulularından ve şâfiî fakihlerinden Şihabüddin Ebu Hafs Ömer bin Muhammed Sühreverdî hazretleri «Avarifü'l - Me'â-rif» adlı kitabında, İmâm Gazali ve İhyâ'sı ile ilgili şu keşfini nakleder:
«Âlem-i mânâda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi görmüştüm. Mefhâr-i mevcudat Şems-i dü-cihân hazretleri ihya kitabına nazar buyurmaktadır. Kitâbu Kavaaidi'l-'Akaaid kısmındaki "Allahü Teâlâ Nebiyyi'l - ummiyyi'l - Kureyşî Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellemi Araba ve Aceme; cin ve insin kâffesine peygamber olarak göndermiştir" cümlesini okuyunca, Resûlıdlah Efendimiz-memnun ve mahzuz oldular. Etrafına bakıp, "Gazali nerededir?" buyurdular... Gördüm ki, İmâm Gazali birden Efendimizin önünde görüldü, kemâl-i edeb ile selâm verdi. Fahr-ı Kâinat Efendimiz selâmını aldılar. Gazali, onun mübârek ellerini hürmetle öptü
Hızır aleyhisselam'ın, İbrahim Teymi'ye öğrettiği ve âkşam sabah okunmasını tavsiye ettiği «Müsebbiat-i asere» yi okursa bütün bu duaların faziletlerini bir araya toplamış olur. Kerz b. Vebere'den — Allah rahmet etsin— (1074) diyor ki:
Şam'da bulunan bir kardeşliğim beni ziyarete gelerek, getirmiş (olduğu hediyeyi kabul etmemi benden rica etmişti. Ben de kendisine:
— Bu hediyeyi sana kim verdi? Diye sordum. O da :
— İbrahim Teymî verdi, dedi. Ben :
— Bunu sana kim verdi diye sormadın mı? Dedim. Kerz: — Evet sordum ve o da bana şöyle dedi: Bir gün Kabe'nin bir köşesinde zikir ve teşbih ile meşgul iken bir zât yanıma gelerek bana selâm verdi ve sağ tarafıma oturdu. Ömrümde böyle güzel yüzlü, temiz giyinmiş, beyaz tenli ve güzel kokulu bir inşân görmemiştim. Kendisinden, kim olduğunu ve nereden geldiğini sorduğumda, Hızır olduğunu söyledi. Bunun üzerine yanıma niçin geldiğini sorduğumda, beni Allah için sevdiğini ve selâm vermek için bana verilmek üzere bir hediyesi olduğunu söyledi. Hediyenin ne olduğunu kendisinden
sorduğumda, şöyle dedi:
— Her sabah güneş doğup yeryüzüne yayılmadan ve akşam güneş batmadan önce, Fatiha, Muavvezeteyn, İhlâs, Kâfirûn sûreleri ile Âyetü'l - Kürsî'yi yedişer kere oku, sonra yedi kere :
de ve Resûl-i Ekrem üzerine yedi salâvat getir. Yedi kere de kendin, ebeveynin ve bütün mü'minler için Allah'tan mağfiret dile, sonunda da yine yedi kere «Allahım! Bana, anne ve babama ve bütün mü'minlere peşin, veresiye, dünya ve âhirette Senin lûtfuna lâyık şekilde muamele et. Bize, bizim lâyık olduğumuz muameleyi yapma. Sen bağışlayıcısın, cömertsin, ilim sahibisin, kerîm, raûf ve rahimsin.» de. îşte akşam sabah, bunlara devam et, dedi.
Ben merak ettim ve :
— Bu hediyeyi kimden aldığını öğrenmek isterim, dedim. O:
— Hazret-i Muhammed aleyhisselâm'dan aldım, dedi. Ben:
— Bunları okuyanın sevabı nedir? Dedim. O:
—
Hz. Muhammed'i (S.A.V.) gördüğün zaman sevabını ondan
sor, dedi.
İbrahim Teymî bunun devamını şöyle anlatıyor: Bir gün rüyasında melekler kendisini alıp Cennet'e götürdüler. Oradaki nimetleri gördü ve gördüğü şeyleri anlattı. Sonra diyor ki: Bu büyük nimetlerin kimlere ait olduğunu meleklerden sordum. Onlar da: «Senin amelin gibi amel edenlere aittir.» dediler. Meyvelerinden yedirip, şerbetlerinden içirdiklerini anlattı. Sonra devamla diyor ki: Resûl-i Ekrem, yanında şarkı garbı dolduracak genişlikte yetmiş saf melâike ve yetmiş Peygamber olduğu hâlde yanımıza gelerek bana selâm verdi ve elimden tuttu. Ben :
— Ya Resulallah! Hızır bana bunları öğretti ve sizden duyduğu-
nu söyledi, ne buyurursunuz, dedim, Resûl-i Ekrem Efendimiz: — Hızır, doğru söyledi, onun söyledikleri hakikattir. O, yeryüzünün en âlimi ve ebdallerinden birisi olup, yeryüzünde Allahu Teâ-la'nın askerlerinden birisidir, buyurdu. Bunun üzerine ben :
— Yâ Resulallah!
Bunlara benim gibi devam
ettiği hâlde rüyâm-
da olduğu gibi sizi
göremiyenlere de bu nimetler var mı? Dedim. Re-
sul-i Ekrem :
— Beni hak
Peygamber olarak gönderen Allaha yemîn ederim ki,
bunları okuyan kimse böyle bir rüya ister
görsün ister görmesin, Allah ona bu
mükâfatlan verir. Bütün günâhlarım bağışlar. Gadab ve kin hastalıklarını ondan
kaldırır. Günâh meleklerine bir sene kadar
günâhlarını yazmamalarını emreder. Beni hak
Peygamber gönderen
Allaha yemîn ederim ki, bunlan ancak saîd olanlar yapar, şâkî olanlar
terkeder, buyurdu. İbrahim Teymî, bir ara dört ay yemedi ve içmedi.
Belki de bu hâli, bu rüyayı gördükten sonra idi.
Fakat Arifler, Allahü Tealâ'nın Celâl ve Cemâlîni, basiret gözü ve marifet nuru ile müşahede ederler ki, bu baş gözünden çok daha kuvvetlidir. Gerçi O (Allah C.C.)'nun Celâl ve Cemâlini bütün künhü ile idrâk etmek beşer kudretinin fevkindedir. Ona kimsenin gücü yetmez. Ancak herkes, gözünden kaldırılan perdeler nisbetinde müşâhede-i ilâhiye mazhar olur. Allahü Teâlâ'nın Celâl" ve Cemâlinin nihayeti olmadığı gibi, bu perdelerin de sonu yoktur. Yalnız «Nur» diye anılan ve bu perdelere ulaşmakla aslına vâsıl oldum zannedilen perdsler yetmistir.
Biz bu ince mânâları burada bırakalım. Çünkü bunlar muamele ilmi'nin haricindedir. Bu mânâlara, ancak temiz tefekküre sâhib olan kimse keşf yolu ile erebilir.
İbrahim bin Ethem, bir ebdaldan şöyle hikâye ediyor: Ebdâl gecenin birinde denizin kenarında namaz kılıyordu. Bu sırada tesbîh eden bir es duydu. Etrafına baktı kimseyi göremedi:
- Kimsin, sesini duyuyor, kendini göremiyorum? Deyince :
— Ben bu deryaya müvekkel bir meleğim, yaratılalıdanberi AH ahi bu şekilde tesbîh ederim, dedi. Kendisine:
— Adın nedir? Diye sorduğumda :
- Mehyehaîl, dedi. Kendisine:
— Bu teşbihin sevabı nedir? Diye sorduğumda.
— «Yüz kere bu teşbihi okuyan kimse, Cennetteki yerini görmeden ölmez» dedi. Tesbîh şudur :
Âhiret yolcusu bu ve benzeri duaları okuyup kendisinde bir heves uyandığı zaman, devam etsin; kalbi nereden zevk alıyor ve gönlüne hayır ilham oluyorsa ondan ayrılmasın.
Hz. Ömer (R.A.), gece virdinden bir âyet okuyamadığı vakit, gündüzleri bayılırdı, hattâ bu yüzden bir hasta ziyareti gibi, günlerce ziyaret edildiği rivayet edilmiştir
Yusuf b. Mihran da şöyle demiştir: Arş-ı A'zâm'ın altında horoz sûretiride bir melek var. Tırnakları içindeki mahmuzlan yeşil zeberceddendir. Gecenin üçte biri geçtiği vakit, kanatlarını çırparak: «Kalkacak olanlar kalksın.» diye bağırır. Gecenin üçde ikisi geçince : «Kalkacak olanlar kalksın.» diye seslenir. Sabah olduğu vakit, yine
kanat çırparak: «Gafiller kalksın.», diye seslenir.
Rivayete göre, Vehb (1138),otuz sene başını yere koymamıştır ve: «Evimde serili döşek görmektense, şeytân'ı görmek daha hoşuma gider. Zîra yatak, inşânı uyumağa davet eder.» demiştir. Bu zâtın deriden bir minderi vardı, uykusu geldiği vakit, göğsünü ona dayar, üzerinde bir iki süründükten sonra, tekrar namaza kalkardı.
Zatın biri de şöyle anlatıyor: Allahu Teâlâ'yı rüyamda gördüm ve şöyle buyurduğunu işittim: «İzzet ve Celâlim hakkı için, elbette Süleyman-ı Teymî'ye ikram edeceğim. Çünkü o, kırk sene yatsı abdesti ile sabah namazını kılmıştır.» Denildi ki: Onun kanaatine göre inşânın hatırına uyku geldiği zaman abdesti bozulur.
Eski alimlerden birisi de şöyle anlatıyor: Allahu Teâlâ bâzı sıddıklara şöyle ilham etmiştir:
— Benim birtakım
kullarım var, ben onları severim onlar beni
sever; ben onları, onlar da beni arzular. Onlar beni, ben de onları
anarım. Onlar bana bakar, ben de onlara bakarım. Onların yolunagirersen
seni.de severim, girmezsen sana küserim. Sıddık:
— Yâ Rab! Onlann alâmeti nedir? Dedi. Allahu Teâlâ :
— Çoban, koyununa gölge aradığı gibi, bunlar da gölgeye riâyet eder. Yâni güneş doğuşundan zevale kadar ibâdet ederler. Kuş yuvasına döndüğü gibi, öğleden akşama kadar yine ibâdete dönerler.Akşam olup herkes yataklarına yatıp uzandıkları sırada da onlar, ayaklarını toplar ve yüzlerini benim karşımda yerlere sererler. Benim sözümle bana yalvanr, benim in'am ve ihsanım karşısında eğilir, bâzan ağlar, bâzan inler ve bâzan kendilerinden geçer ve bâzan da hayretler içinde kalırlar. Benden dolayı çektikleri vehmini gördüğüm ve ana olan sevgilerinden ötürü yaptıkları şikâyetleri duyduğum için,onlara ilk ikramım, benim nurumdan onların kalbini nûrlandırmaktır. Bu sayede ben onlardan haber verdiğim gibi, onlar da benden haber verirler. Sonra, yer ve gökler ve bunlarda bulunan herşey onlar için terazinin bir gözüne konsa, bunu onlar için azımsarım yâni onlara daha çoğunu veririm ve nihayet rahmetimle onlara yönelirim ne sanırsın? Rahmetimle yöneldiğim kimseye istediğini vermez miyim? Elbette veririm buyurmuştur.