Kaynak: Hayat Nedir, Hace Yusuf Hemedani, İnsan Yayınları, 2.Baskı, İst-2000, Çev.Necdet Tosun
Hicri 5 ve 6. asrın önde gelen mutasavvıflarından Hâce Yusuf Hemedânî hem şahsiyeti, hem de Ahmed Yesevî ve Abdül-hâlik Gucdüvânî gibi iki tarîkat kurucusunun şeyhi olması itibarıyla karizmatik bir şahsiyettir. Bu yüzden Hacegân, Yeseviyye ve Yeseviyye'nin bir kolu olan Bektâşiyye tarikatlarının târihî köklerini ve fikriyatını tedkîk etmek isteyenler, öncelikle bunların birleştiği noktada bulunan Yusuf Hemedânî'yi ve eserlerini tanımalıdırlar.
Bektaşîliğin bugünkü durumunu dikkate alan bazı araştırmacılar, Hacı Bektâş-ı Velî ve onun geriye doğru şeyhleri olan Ahmed Yesevî ile Yusuf Hemedânî'nin de birer heterodoks sûfî olabileceğini düşünmektedirler. Ancak bu düşünce ve tahmin herhangi bir belgeye dayanmadığı gibi, yeni araştırmalarda ortaya çıkan belgeler peyder pey bunun aksini ortaya koymaktadırlar.
işte bunlardan birisi, tercümesini sunduğumuz eserdir. Esasen bu tercüme Yusuf Hemedânî'nin üç risalesinden oluşmaktadır, ilki ve tercümenin büyük kısmını teşkîl eden risale Rütbetü'l-hayât'tır. Sûfî gözüyle hayâtın yorumunu yapan bu eser, M. Emîn Riyâhî tarafından Tahran'da neşredilmiştir. Diğer iki risale ise, henüz el yazması hâlinde olup isimsizdirler. Bulardan birisi tasavvuf âdâbıyla, diğeri de kâinatın insanın hizmetinde oluşuyla ilgilidir. Tercümesinin sunduğumuz bu üç esere, Yusuf Hemedânî'nin ahlâk ve ahvâlini konu alan Makâmât-ı Yûsuf Hemedânî adlı Farsça risalenin tercümesini de ekledik. Böylece Hemedânî'nin şahsiyetini yansıtacak bir mecmua Türk okuyucusuna sunulmuş oldu.
Eserin ilim ve irfan dünyamızda yeni bir ışık olması umuduyla... Başarı Allah'tandır.
Necdet Tosun
Yusuf Hemedânî, konumu ve şahsiyeti itibariyle kendi çağdaşları arasında daha ziyâde Muhammed Gazâlî'ye benziyordu. Gazâlî, Nişabur Nizamiye Medresesi'nin önde gelenlerinden, Hemedânî de Bağdat Nizamiye Medresesi'nde yetişenlerden biri idi. Her ikisi de şeriattan başladı-lar, tarikata ulaştılar. Her ikisi de şeriatla tarikatı uzlaştırmaya çalıştılar. Şu farkla ki Gazâlî daha çok eser sahibi idi ve bu sayede adını ebedîleş-tirdi. Ama Hâce Hemedânî medreseden tekkeye giden ve ömrünü daha ziyâde mürid yetiştirmekle geçiren gönül ehli bir insandı. Onun yazılı eserlerinin fazla olmayışı bu yüzdendir. Öte yandan onun tekkesine "Horasan'ın Ka'besi" lakabı verilmişti. Kuzeydoğu iran'daki Nakşbendî tarikatı ile (Orta Asya ve) Anadolu'daki Ahmed Yesevî'nin tarikatına bağlı pirlerin yetişmesi, onun tesirini açıkça göstermektedir
O, 440 ya da 441 senesinde Hemedân'ın Bûzenecird köyünde doğduk Bûzenecird ya da Bûzînecird, Sefîdkûh sınırında, Hemedân'a bir menzil uzaklıkta ve Sâve ile Rey yolu üzerinde idi. Bugün orada bu adda bir köyün olmadığı söylenir. Ancak Moğol istilâsının başlarına kadar mevcud idi. Gazan Han orada büyük bir tekke ve imaretler kurmuş, birçok araziyi buraya vakfetmiş ve 702 senesinde birkaç gün burada kalmıştı. 458 veya 459 senesinde 18 yaşında olan Bûzenecirdli delikanlı (Yusuf Hemedânî) tahsîl için hilâfetin ve islâm kültürünün merkezi olan Bağdat'a gitti4. Meşhur Şafiî fakîhi ve Bağdat Nizamiye Medresesi'nin müderris ve reisi olan Ebû İshâk Şîrâzî'nin (ö. 476/1083) ders halkasına katıldı.
Yıllar sonra, olgunluk ve kemâl çağında, 506 senesinde, ki takriben 65 yaşlarında idi, büyük bir vaiz ve sûfî unvanıyla tekrar Bağdat'a gitti. Bir zamanlar ders okuduğu Nizamiye Medresesi'nde vaaz meclisi kurdu ve umûmî bir ilgiyle karşılaştı. Bu seyahatında bir olay vuku buldu ki, o asrın mu'teber târih kitaplarında, o senelerin mühim târihî hâdiseleri arasında sayılır.
Etkileyici ilk hikayenin uydurulması (S.12)
Birgün onun vaazlarından birinde İbn-i Sekkâ isminde bir fakiri ayağa kalklı, bir mesele sordu, şeyhi incitti ve edebe sığmayacak sözler sarfetti. Hâce Yusuf dedi ki: "Otur! Senin sözlerinden küfür kokusu alıyorum. Muhtemel ki müslüman olarak ölmeyeceksin".
Bir süre sonra Rum Kostantıniyye'sinden bir elçi Bağdat'a geldi. İbn-i Sekkâ ona katıldı, hristiyan olup Kostantıniyye'ye gitti ve orada hristiyan olarak öldü.
Bu olay o gün islâm dünyasında dillere düştü ve bu sûfî vaizin meşhur olmasına sebep oldu. Hâkânî de buna işaret etmiştir:
Papaz kemeri ve cübbesini değiştiririm
Palto ve ceket ile, İbn-i Sekkâ gibi.
Hatta tezkire müellifleri, Ibn-i Sekkâ'nın, Attâr'ın Mantıku't-tayr'ın-daki Şeyh-i San'ân ile aynı kişi olduğunu zannetmişlerdir".
Sonunda Hâce Hemedânî şeriat yolundan tarikata ulaştı, Merv'de ikâmeti tercih etti, riyâzat ve mücâhedeyi meslek edindi. Merv'de, tbn-i Hallikân'ın ifâdesine göre "benzeri olmayan" bir tekke kurdu. Devlet-şâh'ın kaydına göre, onun tekkesine hürmet ve ta'zîm için Horasan'ın Ka'besi diyorlardı.
Bu rivayetlerin tümüne ve onun Rütbetü'l-hayât'laki kendi fikirlerine bakınca benim kanâatim şudur ki, Yusuf Hemedânî'yi, meşhur sûfî Ebû Ali Fârmedî'nin (ö. 477/1084) öğretim çeşmesinden beslenmiş saymak gerekir. Fârmedî, nazarî tasavvufu, irfanı ve şeriata daya-lı tarikatı başlatanlardandır. Muhammed Gazâlî de ona intisâb etmiştir. Her sûfînirin birkâç şeyhin sohbetinden istifâde edebileceği gibi Hemedânî'nin de adları unutulmuş iki sûfî olan Abdullah Cüveynî ve Hasan Simnânî ile sohbet etmiş olması gayet tabiîdir.
İlâhî! Sıfatlarının en seçkini, celâlinin yüceliği, peygamberleri-nin azameti, şehidlerin kanı ve mümtaz kullarının nefesi (ya da canı) hürmetine senden ilimde artış, rızıkta bereket, ölmeden önce tev-be, ölürken bağışlanma, öldükten sonra rahat, Cehennem'den kurtulma, Cennet'e girme ve dünya ve âhirette afiyet diliyoruz.
Ahadiyyet sarayı kullarının en zayıfı, Samediyyet mertebesi âcizlerinin en güçsüzü Abdülhâlik b. Abdülcemîl (Allah onu sâliklerin gayelerine ve ariflerin makamlarına ulaştırsın, âmîn) diyor ki: Aldanış, neşelenme, nefsânî duyguların ve şeytanî vesveselerin galip gelme zamanı olan gençlik yıllarında bu fakirin gönlüne ansızın "Lütuf Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir"1 âyetinin cezbesi ve hakikati arama (müridlik) isteği doğdu. "Allah şerefli işleri sever" cümlesinin gereği ve "Allah ile sohbet et (eğer Allah ile sohbet edemiyorsan Onunla sohbet edenlerle sohbet et)" sözünü idrâk etmenin azmi beni kararlı hâle getirdi. Gaybın ilham vericisi, bu çaresizin düşünce sayfasına hidâyet kalemiyle şunu nakşediyordu: Bu (ilâhî) ikramlara ve nasibe kavuşmak, bu saadete ulaşmak, gerçek bir sûfîye tâbi olmadan ve şefkatli bir efendinin peşine düşmeden mümkün değildir. "Kim birşeyi ister ve ciddiyetle azmederse onu elde eder" sözünün doğru hükmü ve "Allah dilediği insanı nuruna ulaştırır" nişanı üzere, müridlik basımı o velîlik kubbesi, hidâyet ka'besinin su! kulu, ıııürşid-i saınadâııî Şeyh Yusul Hemedâni'nin ayağına koydum. Müridlik dergâhında i'likâf edenlerle ve o hakikat hanedanında sevgi dergânın yüksek eşiğine yapışanlarla birlikte bu yola girdim. Bir süre bu doğru yolda, o tarikat seyyahı ve hakikat denizinin dalgıcı, peygamberlerin efendisi (a.s)'ın şeriatına uyan,_gayb sırlarını keşfeden (Ebû) Yûsuf b. Ya'kûb b. Abdülvâhid b. Abdülbâsıt b. Zam-zam (Tamtam) b. Bakır b. Muhammed b. Ismâîl b. Ebû Hanîfe Nu'mân b. Sabit... efendimize uyma yoluna, niyet, tâbi olma ve muhtaçlık ayağımı bastım. Hızır (a.s)'ın havale ve tavsiyesiyle o evliyalar sultânı, bu âciz zayıfı ve güçsüz fakîri kalp zikrinin telkîni ile şereflendirdi.
Aynı şekilde tüm insanların, padişah, vezir, âlim, zâhid, derviş, avam ve havas herkesin bu büyük efendi ve âlim-i rabbânî Şeyh Yusuf Hemedânî've tâbi olmaları gerekir. Çünkü bu azîz şeyh kesinlikle Hz. Peygamber (a.s)'ın dînine muhalefet etmemişlerdir. Sahabe, tâbiûn, te-be-i tâbiûn ve selef-i salibine uyarak yaşamışlardır. Hemedân şehrinde ve bulundukları diğer yerlerde dâima şu mübarek sözü söylüyorlardı: "Doğru yol, Allah rasûlü Hz. Muhammed'in yoludur. Çünkü âlemin efendisi şöyle buyurmuşlardır: Ey Ebû Hüreyre! insanlara benim yolumu (sünnetimi) öğret ve sen de amel et ki kıyamet gününde ışık verecek bir nura havuşasın".
Hz. Peygamber (a.s)'ın işareti bu olduğu için, yolu pak olan bu büyük şeyh de dostlarını ve kendisine uyanları yani Hâce Hasan Endakî, Hâce Abdullah Barakî, Hâce Ahmed Yesevî, Hâce Alyâne (?), bu fakır Abdülhâlik b. Abdülcemîl ve hizmette bulunan diğer dervişleri nebevi şeriat caddesine çağırıyorlardı. Nefsânî arzulara uymaktan, bid'attan, şeriata muhalefetten, bâtıl ve fitne ehli insanların yolundan ve mukal-lidlerin taklidinden sakındırıyor, îkâz ediyorlardı. Bu azizlerin yolu tüm âfetlerden arınmıştır. Onda ne ta'tîl rengi, ne de teşbih kokusu vardır (Allah'ın sıfatlarını inkâr etmezler ve Onu başka şeye benzetmezler) . Aksine sırf hidâyet ve ma'rifet nurudur.
Şeyhimiz mübarek sözleriyle şöyle buyurdular: Bu yol, Hz. Ebû Bekir Sıddîk (r.a)'ın yoludur. Asır be-asır bize ulaşmıştır ve tâ kıyamete dek devam edecektir. Bu yüzden tüm mü'minler ve sâlikler bu seçkin yola tâbi olmalı, bu hanedan ile sohbet etmeli, onların yoluna sülük edip onlarla bulunmaktan ve ünsiyetten uzak kalmamalıdırlar.
Kalp zikrinde sınırsız bir çaba ve azim gerekir ki, kalp Hak Teâlâ'yı zikreder hâle gelsin. Bu zikir telkini önce Hz. Ebû Bekir (r.a)'ın kalbine, ondan Selmân Fârsî'yc, ondan Ca'fer-i Sâdık'a, ondan Sultân Bâyezid'c, ondan Şeyh Ebu'l-Hasan Harakânî'ye, ondan büyük şeyh Ebû Ali Farmedi Tusiye ve ondan da bize ulaşmıştır.
Onu Çâkerdîze'de defnetmişlerdi. Sonra şöyle buyurdular: "Beni Hâce Abdullah Barakî gasletsin, kabre de Hâce Hasan Endakî indirsin". O bunları söylerken Hızır, İlyâs, Abdal, Gavs ve Kutub içeri girdiler. Bu erenlerin herbiri hazret-i şeyhe veda et-tiler. Sonra Hâce Hızır (a.s) elini uzatıp şeyhe beyaz bir elma verdiler. Şeyhimiz elmayı koklayıp Gavs'a verdiler. Gavs da koklayınca şeyhi-miz: "Ey dostlar! Namaza hazırlanın, Allah'ın kullarına şefkatli olun ve Gavs'ı benim yanıma defnedin" buyurdular. Vasiyeti bitince şeyhimizin ruh kuşu yüce aleme kanat çırptı. Gavs da şeyhimize muvafakat ederek bedenini boşalttı, can verdi. Önde gelen büyükler (Tibyân nüshası: Se-merkand büyükleri) orada idiler, şeyhin vasiyetini yerine getirdiler.