Allah (c.c.) en-Neml Sûresi'nin 62. âyetinde; [Yoksa darda kalana niyaz edip yalvardığı zaman icabet eden, kötülüğü gideren, sizleri yeryüzü halifeleri yapan mı? Allah'la başka bir ilah mı? Ne kadar az düşünüyorsunuz.] Ne kadar çarpıcı ve anlamlı bir âyet. Acaba bir mümine bundan daha çok tesir edecek başka bir şey olabilir mi? Müminin yardımı sadece Allah'tan istemesine delil olarak bu âyet yeter de artar bile. Daha sonra Allah (c.c.) bize bir âyetinde korkunç ve dehşetli bir sahneyi canlandırıp, kendisinden başka bir şeyden yardım dilenemeyeceğini şöyle anlatıyor: [Sizi karada ve denizde yürüten Allah'tır. Bulunduğunuz gemi içindekileri tatlı bir rüzgârla muntazam götürürken ve yolcular da neşeli iken bir fırtına çıkarak onlara her taraftan dalgalar gelip çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca dini sadece Allah'a tahsis ederek ona şöyle dua ederler: "Bizi bu durumdan kurtarırsan şükredenlerden oluruz."]
Bu âyette tasvir edilen sahnede insan için büyük bir ibret vardır. O korkunç anda insan duayı sadece Allah'a eder. Onda ne bir puttan, ne bir mezardan, ne bir veliden veya başka bir şeyden yardım dilemez. Âyetteki "Dini sadece Allah'a tahsis ederek" ibaresinden yukarıda izah ettiğimiz mana çıkıyor. Ancak onları o korkunç durumdan kurtardıktan sonra tekrar Allah'a ortak koşarlar. Allah (c.c.) Ankebut Sûresi'nin 65. âyetinde şöyle diyor: [Onları kurtarıp karaya çıkardıktan sonra Allah'a ortak koştular.]
Nakşibendiler'de bulunan ayıplardan bir tanesi de çok zor ve tehlikeli durumlarda dahi olsa şeyhlerden yardım dilemektir. Tarikat hakkında kitap yazan Nakşi yazarlar şeyhlerin özelliklerini uzun uzun anlatırlar ve derler ki; "Şeyhlerimiz gaybı bilir, kainatta tasarruf yetkisine sahiptirler, zor durumdaki kişilerin imdadına yetişirler, belâları def eder ve hastaları iyileştirirler." Kendilerine göre bu kadar özelliği olan kişilerden yardım dilemekte bir mani görmezler. İşte o anda dini onlara tahsis ederler. Zira duada direk olarak Allah'a yönelmemiş, tam aksine şeyhe yönelip ondan yardım istemişlerdir.
Şimdi de konuyu Nakşibendi şeyhlerinin söz ve davranışlarını da naklederek daha geniş bir şekilde açıklayalım:
Bir rivayete göre Şeyh Muhammed el-Masum'un müridlerinden biri, atının üzerinde yol alırken, at birden ürküp hızla koşmaya başladı. O anda mürid yere düştü ve bir ayağı da üzengiye takıldı kaldı. Ayağı üzengiye takılı olduğu halde at koşmaya ve müridi peşinden sürüklemeye başladı. O anda mürid "kayyum" olan Şeyh Muhammed el-Masum'dan yardım istiyor. Yardımı ister istemez şeyh imdadına yetişip atı durdurarak onu kurtarıyor. Aynı mürid bir gün denize düşüyor. Yüzme bilmediği için Şeyh Muhammed el-Masum'dan yardım istiyor. Tam boğulmak üzereyken şeyh onu kurtarıyor. Dikkat edilirse yazar burada şeyhe "kayyumluk" sıfatını veriyor.
Batmak üzere olan bir gemide bulunan Şeyh el-Masum'un müridlerinden biri beni kurtar diye yardım istiyor. Şeyh Muhammed el-Masum o anda müridleriyle beraber kendi evinde bulunuyordu. Şeyh müridleri arasında olduğu halde elini uzatıp gemiyi batmaktan kurtarıyor. Ve sarığıyla cübbesinin bir kısmı suyla ıslanıyor. Müridleri şeyhin elini havaya uzatıp sarıkla cübbesinin ıslanmasına hayret ettiler.[1]
Bir gün Mevlâna Arif'in köyüne büyük bir sel baskını olur. Köylüler selden korkarak Şeyh Mevlâna Arif'e seli haber verirler. Şeyh Mevlâna Arif selin en hızlı aktığı yere oturup sele: "Beni taşıyacak gücün varsa taşı" der. Bu sözden sonra sel geri akmaya başlar.[2]
Bu tehlikeler esnasında halk ellerini açıp Allah'a dua etmiyor da direk olarak şeyhlerine yönelip ondan yardım istiyor ve kendilerini başlarına gelen felâketlerden kurtarmalarını istiyor. Anlayamıyorum. Nerede bunların kalblerindeki Allah, nerede tevhid, nerede İslâm? Bu kitapların yazarları ne istiyor? Nakşibendi tarikatı şeyhlerine halkın Allah'ı bırakıp tapmalarını mı, yoksa onları Allah dışında ilah mı kılmak istiyorlar? İş bununla da bitmiyor. İnançlarına göre ölü veya diri olan bir şeyhten yardım dilemekte beis yoktur. Şeyh Muhammed Emin şöyle diyor: "Şah-ı Nakşibend müridlerine hayattayken yaptığı yardımı öldükten sonra da yapabilir. Buna delil olarak ta Allah'ın [O ölür veya öldürülürse (Hz. Muhammed (s.a.v.)) ökçelerinin üzerine geri mi döneceksiniz] (Âl-i İmran: 3/144)[3] âyetini gösteriyor.
Âyet Peygamber (s.a.v.) hakkında indiği halde onu şeyhine atfetmiştir. Ama Allah'ın sıfat ve harikalarını kendilerine mal eden insanlar için Peygamber (s.a.v.) için inmiş bir âyeti şeyhleri için inmiş gibi kabul etmeleri garib bir şey değildir. Tefsir kitaplarını okuyup araştıran birisi hiçbir tefsir kitabında bu şekilde saptırılmış bir tefsire rastlayamaz.
Bunun yanısıra hayatta olan Nakşibendi şeyhleri, ölmüş nakşi şeyhlerle devamlı buluşur ve diriler onlara biat edip onlardan teklif ve velayet alırlar. Şah-ı Nakşibend teklifiyet ve velayeti ölü şeyhlerle mezarlıkta buluştuktan ve onların onayını aldıktan sonra kazanmıştır.[4]
Gizli zikir (zikrihafi) usulünü de Şeyh Abdulkadir el-Ğucdeve'nin ruhani eliyle görüştükten sonra almıştır. el-Envar el-Kudsiyye'nin yazarı bu hususu şöyle açıklıyor: Ruhaniyetler bu konuda hayatta iken toplandıkları gibi, ölümden sonra da vücud, ruh ve mahluklar aleminin dışında olan metafizik aleminde toplanırlar.
Diri insanların ölülerin ruhlarıyla buluşup onlarla toplantı yaptıklarını ve onların ruhlarıyla konuştuklarını iddia edenleri alimler tekfir etmişlerdir. el-Feteve el-Bezzaziye'de: "Ölülerin ruhları, olup biteni bilir diyenler kafir olmuşlardır" denmektedir. Şeyh Fahreddin Ebu Said el-Cuveyni diyor ki: "Kim ölü istediği şeyi Allah'ın iradesi olmadan yapar derse ve buna da inanırsa kafir olur." el-Raik (94/3).
Şeyh Hamideddin "el-Nekuri el-Tevşih" adlı kitabında şöyle diyor: "Onlardan bazıları peygamberlerin ve evliyaların ihtiyaç ve musibet anında onları duyar ve imdatlarına yetişir, inancı ve düşüncesiyle ruhlarından imdat ve yardım taleb ederler. Bu haraket kabih bir şirk ve açık bir cahilliktir."
Ruhlar alemiyle bu kadar kuvvetli bir bağlantıyı nasıl kurabiliyorlar? Ruhların dilediği diri kişilere gelip onlarla konuştuğunu nereden çıkarıyorlar? Ruh üzerinde sorular çoğaldığı zaman Allah (c.c.) Kur'ân-ı Kerîm'de belirttiği bir âyet, soruları sahiplerine iade etmek ve onlara cevap vermek için şöyle diyor: ["Sana ruhtan soruyorlar. De ki: Ruh Rabbimin bileceği bir iştir. Size az bir bilgi verilmiştir."] (el-İsra: 17/85) Bu tarikat mensuplarından hayale yakın ve gerçeğe uzak başka bir grup düşünmek mümkün mü?