Nakşibendi tarikatı inançlarının en tehlikelilerinden biri de "Fena ve vahdeti vücud" akidesidir. Buna göre kendilerine hasıl olan bir durumla Allah'ı bütün yaratıklarında görürler ki, o zaman aynı anda Allah, hem abid ve hem de mabud duruma girer. (Yani hem ibadet eden ve hem de ibadet edilen.) Hıristiyanlar "Allah Hz. İsa'nın şahsına hulul etti" deyince kâfir oldular. Peki ya "Allah gördüğümüz bütün yaratıklara hulul etmiştir" diyen Nakşibendiler'e ne diyelim. Kainat onlar için Allah'ın isim ve sıfatlarından ibaret olan bir aynadır. Nakşiler bu hususta konuştukları zaman Eba Yezid el-Bestami'nin "Sübhani ma a’zamu şani" ve Hallac'ın "Enel hak" sözlerini delil olarak alırlar.
Şeyh Ahmed el-Faruki şöyle diyor: "Bazı şeyhlerin de dediği gibi Allah'ı tıpkı eşyalar gibi gördüm. Ve daha sonra Beka'da terakki ettim. Beka velayetin ikinci kademesidir. Burada da Allah'ı aynı şekilde gördüm. Daha sonra Allah'ı tıpkı kendim gibi gördüm. Bütün bunlardan sonra da Allah'ı cisimlerle beraber kendimde gördüm.[1]
Şeyh Muhammed Parsa şöyle der: "Zikrin hakikatı Allah'ın kendi zatına tecelli edip kulun gözünde kendi zatı olarak görünmesinden ibarettir. Yani zikreden zikredilenle aynı anda bir şahıs olur.[2]
Şeyh Abdullah Ahrar; [Zikrimizden yüz çevirenlerden, sen de yüz çevir.][3] âyeti için şöyl ediyor: "Zikirde eksiklik gösterenlere zikri teklif etmeye." Yani Allah'ı görmede kendisine noksanlık hasıl olmuştur. Kendisine zikri teklif etme. Buna Hatemil-evliya el-Şeyh el-Ekber Muhyiddin de bir şiirinde şöyle işaret etmiştir:
"İyi bilinmelidir ki günahlar Allah'ın zikriyle artar.
Kalbler ve gözler de zikirle yok olur.
Zikri terk etmek daha efdaldir.
Zira güneşin batışı yoktur."[4]
Allah (c.c.) Rad Sûresi'nin 28. âyetinde; [İyi bilinmelidir ki kalbler Allah'ın zikriyle huzur bulur.] Derken Muhiddin de "Allah'ın zikriyle günahlar artar" diyor. Kimi yalanlayıp, kimi doğrulayalım?
Ezher Üniversitesi İlk Eğitim Özel Bölümü Genel Müdürü Şeyh Muhammed Mustafa Ebu Ula şöyle der: "Mürid murakabeye devam ederse görme mertebesine yükselir. O anda kendisine Allah'ın isim ve sıfatlarıyla yaratıklarına tecelli ettiğini gözleriyle görür.[5] Tenvir el-Kulub adlı kitapta Said el-Harraz şöylediyor: "Allah kullarından birini veli yapmak istediği zaman ona zikir kapısını açar. Kul zikirden lezzet alırsa ona yakınlık (kurb) kapısını açar. Ondan sonra onu insanlar meclisine yükseltir. Sonra tevhid sandalyesine oturtur. Bundan sonra da onu vahdaniyet evine alır ve aradaki perdeyi kaldırır. Kulun gözü onu görünce "huvesiz kalır" ve o zaman kul "fena bir zaman" halini alır."[6]
Allah'la kul arasındaki hicab (perde) Allah'ın şu âyetiyle hiç bir zaman kalkmaz. Şûre Sûresi'nin 51. âyetinde Allah (c.c.) şöyle der: [Allah bir insanla ancak vahiyle veya perde arkasından konuşur.] Şeyh Ubeydullah Ahrar: "Hamdin kemali kulun ona hamdetmesi ve Allah'tan başka hamdedenin olmadığını bilmesidir" der.
Nakşiler'in fenafillah akidesinde şeyhleri, imamları ve örnek şahsiyetleri olan Eba Yezid el-Bestami şöyle der: "Allah'ı altmış yıl aradım. Sonra baktım ki o da benim."[7]
Yukarıda okunan sözlerin hepsi Nakşiler'in kendi kitaplarından alınmıştır. Bu sözlerin hangisi Hz. Muhammed Mustafa'nın (s.a.v.) getirdiği şeriata muvafıktır? İşte vahdet-i vücut akidesinin savunucularına alimlerin icma ederek kâfir dedikleri vahdet-i vücut akidesi budur. Geçmiş sayfalarda da anlattığımız gibi, buna benzer bir akideye sahip hıristiyanlara Allah kâfir demiştir. Maide Sûresi'nin 72. âyetinde Allah (c.c.); [Mesih bin Meryem Allah'ın kendisidir diyenler kâfir olmuştur.] Bu âyetten sonra bunlar nasıl olurda zikredenin kendisi Allah olup kendi kendisini zikreder diyebilir?
Nakşibendiler'in kitaplarından naklettiğimiz söz ve davranışlar "Kendilerinden geçtiği zaman meydana geliyor" diyorlarsa, buna cevap vermek pek güç değil. Peygamber (s.a.v.) insanlar arasında en büyük takva sahibi, Allah'tan en çok korkan ve Allah'a en çok ibadet eden kişiydi. Namaz kıldığı zaman kendisine yaklaşan sahabi onun huşu içerisinde namaz kıldığını ve huşu içerisinde dua ettiğini duyardı. Ayrıca Peygamberin (s.a.v.) ibadetteyken kendisine bazı haller hasıl olmuştur. Meselâ Kur'ân'ı dinlediği zaman ağlaması, vahyin inişinde takındığı tavır... Buna rağmen kendinden geçip, tarikat mensuplarının ve büyüklerinin yaptığı ve söylediği gibi zahiri küfür olan bir söz söylememiş ve harakette yapmamıştır.
Bununla beraber eğer bunlar Allah'la olan ilişkilerinden dolayı kendilerini kaybedip, hayatı ve hayatta olan şeyleri unutup kendilerinden geçiyorlar iddiasındaysalar: Allah (c.c.) içkiyi haram kılan âyeti indirmeden önce [Sorhoşken namaza yaklaşmayınız] diyordu. Sebebi [Tâki ne söylediğinizi bilesiniz.] (Nisa: 4/43)
O zaman bir insan yaptığı ibadette ne söylediğini bilmiyorsa o ibadetin kendisine bir faydası yoktur. Aynı zamanda yaptığı ibadet kendisine zahiri küfür olan sözleri söyletiyorsa içkiden de haram duruma düşer ki bu halde de kesinlikle namaza yaklaşılmaz.
Ayrıca bu din ifratla tefrit arasında vasat olan bir dindir. İslâm prensiplerinden olmayan çok fazla aşırılıkları iyi niyetle bile olsa uygun bulmaz. Daha evvelde anlattığımız gibi Peygambere (s.a.v.) gelip yaptığı ibadetleri öğrenen üç kişi Peygamberin (s.a.v.) ibadetini azımsar bir tavır takınınca, kendi ibadetlerini sayarak şöyle derler: Birisi: "Ben sürekli olarak geceleri ibadetle ihya ederim." İkincisi: "Bütün günlerimi oruçlu geçiririm." Üçüncüsü de: "Ben de kadınlardan ayrı yaşarım ve evlenmem" dediklerini duyunca, Peygamber (s.a.v.) onlara şöyle der: "Allah'a yemin ederim ki sizlerden takvaca daha üstünüm. Allah'tan sizin korktuğunuzdan daha fazla korkarım. Ama bütün günlerimi oruçlu geçirmem. Geceleri namaz kılarım, ama zaman zaman da uyurum. Ve kadınlarla da evlenirim. Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir."[8]
Nafile oruç tutmak ve geceleyin herkesin uyuduğu bir saatte namaz kılmak şüphesiz ki hayırlı bir iştir. Ayrıca Allah yolunda cihad edebilmek için evlenmeyi terketmek hayırlı görünüyorsa da insanı kötülüğe sürükleyebilir. Sürekli olarak oruç tutan bir insanın vücudu zayıf düşebilir. Dolayısıyle Allah yolunda yapmakla emrolunduğu cihadı yapamaz. O zaman nafile bir ibadetten dolayı bir farzı terk etmiş olur. "Kuvvetli mümin zayıf müminden daha hayırlıdır" diyen hadisi de hepimiz biliyorsunuz. Ayrıca devamlı olarak bütün gecelerini namaz kılmakla geçiren birisi ailesinin geçimini sağlamakta güçlük çeker. Zira geceyi ibadetle geçirmiş ve yorulmuştur. Yorgunluğundan dolayı da çalışıp rızkını kazanamaz. Bununla beraber sürekli olarak gece namazı kılan birisi yorgun düştüğü için sabah namazını kılmadan yatabilir. Dolayısıyla nafile namaz kılayım derken farzı kaybetmiş olur. Ayrıca insanın kadınlara karşı olan mukavemeti kırılıp harama dönerek kebairden olan zinayı işleyebilir. Evlenmeyi terk eden bir insan ne kadar çabalarsa çabalasın sahabe-i kiram (r.a.) gibi olamaz. Sahabe-i kiram (r.a.) bütün takvalarına ve Allah'tan korkularına rağmen harama düşmemek için vakit geçirmeden evleniyorlardı.
O halde zikir çokluğu zikredeni açık bir küfre götürüyorsa zikri terketmek gerekir. Ayrıca yapılan zikir sahibini hıristiyanlar gibi konuşmaya itiyor ve götürüyorsa onu terketmek daha iyi olmaz mı? Bununla birlikte Kur'ân ve sünnetten kaynaklanmış herhangi bir ibadetin veya herhangi bir zikrin sahibini hıristiyanların bile söylemeye cesaret edemedikleri şeyleri söyleteceğini kesinlikle kabul etmiyor ve inanmıyorum. Sahibine zahiri küfür olan sözler söyleten bir ibadet kesinlikle ibadet değildir. Peygamber (s.a.v.) devamlı oruç tutmaktan ve evlenmemekten müslümanları nehyetmiş ve bunu Hıristiyanlığın ruhbanlığına benzetmiştir. Ama bununla birlikte insanı çok büyük bir günah olan zinaya itiyor. Peygamber (s.a.v.) şöyle diyor: "Evleniniz ki kıyamet günü diğer ümmetlere karşı çokluğunuzla övüneyim. Hıristiyanların ruhbanları gibi de olmayın."[9]
Bu kadar açık delilden sonra devamlı zikir yaparak kendisini kaybedip ağızlarından küfür sözü çıkanlara ne demeli? "Cennette Allah'tan başka kimse yoktur." "Enel hak" ve "Kendimi tenzih ederim" diyenler hepsi bu tarikatın büyük şeyhleridir.
Bu sözlerin sahibi tarikat şeyhleri şöyle diyorlar: "Zahiri küfür gibi görünen bu sözler aslında çok büyük ve geniş bir manayı ihtiva eder. Bu sözlerin manasını ancak marifet sahibi kişiler anlar."
Ama bizler müslüman olarak her şeyimizi bize ışık tutan şeriat terazisinde tartarız. Şeriata aykırı ve muhalifse onu terkederiz. Zira Allah'a muhalefet edilmiş ve kanunları hiçe sayılmıştır. Bütün müslümanlar da bu kanunlara tabi olup onları kabul etmek zorundadırlar. Kanun önünde de müslümanlar eşit ve aralarında ayrıcalık yoktur. Peygambere (s.a.v.) hırsızlık yapan biri getirilir. Ve elinin kesilmesine karar verilir. Bazı sahabeler Peygamberi (s.a.v.) bu kararından vazgeçirmeye çalıştıklarında onlara şu meşhur sözünü söylemişti: "Allah'a yemin ederim ki Muhammed'in kızı Fatıma hırsızlık yapmış olsaydı Muhammed onun elini mutlaka keserdi." Bu söz insanların en hayırlısı ve efendisi olan bir insanın sözüdür. Buna rağmen dinde kendisine özel bir hak tanımadı. Ayrıca dışı küfür, içi İslâm ve itaat olacak hiç bir söz söylemedi. Tam aksine söylediği bütün sözler sözlerin en güzeli ve en berrak olanıdır. Ancak şunu söylemekten kendimi alamıyorum. Ya Peygamber (s.a.v.) bu tarikatın şeyhlerinin mertebesine ulaşamamış veyahutta bu tarikat şeyhleri mağrur olup şeytanın oyununa geldiler. Şeytan da kendilerinin yaptıkları işleri, kendilerine iyiymiş gibi göstererek onları saptırmıştır. Doğrusu da budur.
[1] el-Mevehib el-Sermediyye (182), el-Envar el-Kudsiyye (181),
[2] el-Envar el-Kudsiyye (136),
[3] el-Necm âyet (29),
[4] el-Mevehib el-Sermediyye (161-162),
[5] Riseil el-Kusur el-Aliye (cild 4, shf. 183),
[6] Tenvir el-Kulub (510), el-Riseletül Kuşeyriyye (118-119),
[7] el-Bed-i ve el-Tarih li'l-Mukaddesi (91/5),
[8] Müslim (1401), Buhari, Kitabe'l-Nikah (116/6), Beyhaki (77/7), Ahmed (285/3),
[9] Beyhaki (78/7), Hatibu'l-Bağdadi tarihinde (296/4),