Nakşibendi tarikatı mensupları zikirde dil yerine kalple zikiri tercih ederler. Şeyh Muhammed Emin dille açık bir şekilde yapılan zikri tasvip etmemektedir.[1] Kur'ân'da veya sünnette buna dair hiçbir delil yoktur. Bilakis tam aksi vardır. Dolayısıyle bu bir bid'attır.
Peygamber (s.a.v.) bir hadisinde, "İslâm'ın emir ve kanunları çoğalmıştır. Bana yapabileceğim bir şey öğret" diyen birine, Peygamber (s.a.v.) "Dilin devamlı olarak Allah'ı zikretsin" der. Ebu Hureyre (r.a.) Peygamberin (s.a.v.) naklettiği bir rivayette Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Devamlı olarak beni zikredip iki dudağını benim için hareket ettiren kulumla beraberim."[2] Peygamber (s.a.v.) diğer bir hadiste şöyle buyuruyor: "Kul zikreden bir dil, şükreden bir kalp ve mümin bir hanım edinsin ki ona ahireti için yardımcı olsun."[3]
Hadis-i şeriflerden de anlaşılacağı gibi dil ile zikir yapmanın kerahiyeti yoktur. Veya kalbi dil dışında zikre tahsis etmek varid olmamıştır. O halde biz Allah ve Peygamberinin bize gösterdiği yol ve verdiği talimatlara uygun olanı alır, olmayanı red ederiz. "La ilahe illallahı" zikirlerine masdar kabul eden Nakşibendi tarikatının bu hususla ilgili kendi kitaplarında anlatılan bir hikaye vardır. Hikayeyi aynen naklediyoruz.
Bir gün Şeyh Abdulkadir el-Ğucduveni, Şeyh Sadreddin'in yanında Kur'ân okuyordu. el-A'raf Sûresi'nin 55. âyeti olan ["Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin. Çünkü o aşırı gidenleri sevmez."] âyetine gelince şeyhe:
"Gizli zikrin hakikati nedir? ve nasıl yapılır?" Kul açık bir zikir yapıp zikir esnasında dilini ve dudaklarını hareket ettirirse yanındakiler bunu farkeder. Kalbi ile yaparsa şeytan bunu sezer. Çünkü Peygamber (s.a.v.) "Şeytan insanın içerisinde kanın damarlarda dolaştığı gibi dolaşır" diyor deyince, şeyh ona
"Bu ledunni bir ilimdir (Allah tarafından bahşedilmiş bir ilimdir.) İnşaallah Allah seni evliyalarından biriyle karşılaştırır da sana gizli zikri öğretir" der. Bu cevaptan sonra şeyh Ğucduveni verilen müjdeyi beklemeye başlar. Bir gün Hz. Hıdır (a.s.) gelip kendisine adedi vukufla gizli zikri öğretir. Kendisine öğretilen gizli zikri suya dalıp kalbi ile "La ilahe illallah Muhammed Resûlullah" diyerek tatbik eder ve o anda kendisine herşey zahir olur ve Kayyumluk cazibesine sahip olur.[4]
Naklettiğimiz hikaye gizli zikrin bid'at olmadığını ispatlamak için uydurulmuş bir hikayedir. Müslümanlarca edille'i şer’iyye masdarı olarak sadece Kur'ân ve sünnet kabul edilmiştir. Ayrıca Hz. Hıdır peygamber değildi ve bu ümmete peygamber olarakta gönderilmemişti. Ne varki tarikat mensupları kendisini devamlı istismar etmiş ve adına hurafeler uydurmuşlardır. Bununla beraber Hz. Muhammed'in (s.a.v.) dışında bir peygambere dahi uysak hak yolu kaybederiz. Zira Peygamber (s.a.v.) şöyle diyor: "Ruhum elinde olan Allah'a yemin ederim ki şu anda aranızda Musa olsa ve beni terkedip ona tabi olsaydınız sapıtırdınız. Çünkü ümmetler arasında sizler bana ümmet peygamberler arasında da ben sizlere peygamber olarak seçildim."[5] Bu hadisi şerife göre bizler Hz. Hıdır, Hz. İsa, Hz. Musa veya herhangi bir peygambere tabi olamayız. Zira dinimiz Hz. Muhammed'in (s.a.v.) getirdiği son din olup, Kur'ân ve sünnetle mukayyettir (bağlıdır). Bu bağı ne bir peygamber ve ne de bir veli çözemez. Suya dalıpta zikir yapmak hiç bir peygamberin dini olmayıp Hindistanlılar'ın yaptığı yoga sporudur. Dolayısiyle Hz. Hıdır'ı (a.s.) bu hurafe ve yalanlardan tenzih edip onu bu tür şeylerden beri tutmak gerekir.
"Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin. Çünkü o aşırı gidenleri sevmez." Âyette anlatılanlar gizli ve sessiz duada dudakları haraket ettirmeyip bunu sadece kalple yapmayı ifade etmez. Zira âyette geçen gizlilik kelimesi dili zikirden men etmek manasında değildir. Lakin âyet bağırarak ve seslice yapılan duaları men etmek için inmiştir. Duada bir insan tek başına bile olsa sesini yükseltemez ve bağırarak dua edemez. Çünkü aleni yapılan dua riyadan kabul edilmiştir. Ayrıca yüksek sesle yapılan dua sükunet ve huşuu önler. Dolayısıyle alçak sesle yapılan dua daha efdal sayılmıştır.
İbni Cureyc şöyle diyor: "Duada sesi yükseltmek, bağırıp çağırmak mekruh sayılmış, vakar ve sükunet içerisinde yapılan dua ise emredilmiştir."[6]
İbni Cerir Taberi'nin Ebu Musa'dan (r.a.) naklettiği bir rivayete göre: Peiygamber (s.a.v.) ["Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin"] âyetinin ardından savaş esnasında bir vadiyi aşarken yüksek sesle tekbir getiren ashabına "Ey insanlar! Nefislerinize merhamet ediniz. Zira siz sağır ve uzak olana dua etmiyorsunuz. Ancak siz sizinle beraber olan işitici ve yakın olan Allah'a dua ediyorsunuz."[7]
Yukarıda zikrettiğimiz hadisi Müslim "Sesi alçaltmanın efdaliyeti" bölümü adı altında zikretmiş ve kalb "zikrinin dil zikrinden efdaliyeti" adı altında zikretmemiştir. ["Sabah akşam yalvararak, yüksek olmayan bir sesle rabbini içinden zikret"] âyetinden de anlaşılacağı gibi zikir ve duada sesi alçaltmak gerekir. Zira sükûnet, huzur ve huşu ancak alçak sesle yapılan dua ile mümkün olabilir. Nitekim Taberi bu âyetin tefsirinde gizliliği dille gizli olarak yapılan dua ve zikir diye ifade etmiştir. Zira sessizce yapılan dua ihlaslı olup iyi düşünmeye sevkeder.[8]
Görüldüğü gibi hiç bir müfessir bu âyetten ağız dilini susturup iddia ettikleri gibi kalb diliyle zikir hükmünü çıkarmamıştır. Dolayısiyle bu bir bid'attır. Ayrıca bu bid'ate bazı rükun ve şartlar konmuş. Şartlar şöyle: İki rekat namaz, kıbleye yönelip, gözleri kapatarak yirmibeş defa istiğfar etmek, Fatiha'yı okuyup Peygambere (s.a.v.) ve şeyhlerin ruhuna hediye etmek, şeyhin suretini hayalde tutmak ve kalb yoluyla şeyhten bereket istemek. Bundan sonra mürid "Allah'ım maksudum sensin, isteğimde senin rızandır" der. Burada şaşılacak şey mürid şeyhinin suretini tamamen hatırlamak için tam bir gayret harcarken Rabbine duada bulunuyor. O anda dua şeyhe mi oluyor, yoksa Allah'a mı? İhlas bu duanın neresinde? Şeyhiyle rabıtada olan birinin Allah'a dua ettiği nerede görülmüştür?
Gizli zikir için konmuş şartları saymaya devam edelim: Bundan sonra mürid dişleri ve dudakları ayrı ayrı kenetler, dili de ağzın üst kısmına yapıştırarak "İlahi ente maksudi ve rıdake matlubi" ibaresini 21 defa bir solukta tekrar eder.[9]
Şeyh Muhammed Mustafa Ebu Elula der ki: Kalbi temizlemenin en güzel yolu Nakşibendi tarikatının yaptığı zikirle olur. Zikir yapacak kişi kalb dili ile Allah, Allah diye zikretsin. Çünkü kalbin her tarafı dil, işitme ve görme duyuları ile donatılmıştır.[10] Bu sözler birer safsatadan öteye geçemez. Zira kalp kalptir, işitme işitmedir, görme görmedir ve dil de dildir. "Kalbin her tarafı dildir" sözü çok enteresan bir sözdür. Söyleniş sebebi de yukarıda zikredilen bid'ati İslâm'a sokmak içindir. Dilin insanlar ve kavimler üzerinde büyük bir etkinliği vardır. İnsanlar cennete ve cehenneme dilleri vasıtasiyle girerler. Ayrıca dilin insanın günlük yaşamında büyük bir tesiri vardır. Ne varki sözünü ettiğimiz tarikat mensupları dili esas vazifesinden kovmaya çalışıyorlar. İki kelime vardır ki dil onları telaffuz ettiği zaman terazi ağırlaşır. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah'a sevgili, terazide ağır ve dile hafif iki kelime var ki onlar da "Sübhanallahi ve bihamdihi sübhanallahilazim."[11]
Ebi Said el-Hudri'nin rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle diyor: "Adem oğlu sabahladığı zaman (sabah vakti) vücudun bütün organları dile "Bizim için Allah'tan kork, zira biz sana bağlıyız. Sen doğru olursan biz de doğru oluruz. Yok eğer eğri olursan biz de eğri oluruz."[12]
Ayrıca Ahmed bin Hanbel'in naklettiği bir rivayette Peygamber (s.a.v.) şöyle demiş: "Kulun kalbi doğru olmadıkça imanı doğru olmaz, dili de doğru olmadıkça kalbi doğru olmaz."[13]
Dil kıyamet günü kafirler üzerine şahitlik edecek organlardan bir tanesidir. Dolayısiyle kıyamet günü mumine kendisi ile yaptığı zikirler üzerine şahitlik yapması gerekir. Görüldüğü gibi bir çok hadis zikrin dille yapılmasını emrederken "Kim böyle veya şöyle derse" diyor. Peygamberin (s.a.v.) bu sözlerini düşünen bir insan için büyük bir ibret vardır. Zira demek veya "söylemek" sadece dille mümkündür. Yoksa demogogların bahsettiği gibi "kalb dili" ile değil.
[1] Tenvir el-Kulub (44),
[2] Tirmizi, Ahmed, İbni Hibban, el-Zehebi İbni Mace,
[3] Buhari (208), İbni Mace, İbni Hibban,
[4] el-Mevehib el-Sermediyye (77), el-Envar el-Kudsiyye (111-112),
[5] Darimi (115/1), Ahmed (387),
[6] Tefsir İbn Kesir {221/2), Taberi (147/8),
[7] Taberi (147/9), Buhari (162/7), Müslim (1/92/2),
[8] Taberi (113/9),
[9] Tenvir el-Kulub (512-515), Şifa-u'l-Alil (83), el-Mevehib el-Sermediyye (216-217),
[10] el-Kusur el-Avali (182/4),
[11] Buhari (66), Müslim (2694),
[12] Tirmizi (2409), İbni Huzeyme,
[13] Ahmed fi'l-Musned (198/3),