Kaynak: Sözler ve Notlar 2 - Ömer Öngüt, Flaş Ofset, 2.Baskı, Tarihsiz
Tevhid'in iki manası vardır:
1 — Zahirî Tevhid: Lâilâhe illallah = Allah'tan başka ilâh yok
2 — Bâtınî Tevhid :Lâmevcûde illallah = O'ndan başka mevcut yok.
Hakk Celle ve"Alâ Hazretleri Hadîs-i Kudsî'de::
«Seni yaratmayacak olsaydım,
mükevvenâtı yaratmazdım.» bu
yuruyor.
Habîb'nin nuru kendi nurundan olduğu için, bütün mükevvenâtı o nurla donattı. Nereye bakarsan hep o nur.
Cenâb-ı Hakk cümlemize kavratsın bu noktayı.
Hazret i Allah'ın indinde her insanın bir hakikati yani özü var- dır. Dünyaya gönderilmeden evvel şekil almamışlardı. Daha doğrusu çekirdek hâlinde idiler. Bunlara tasavvuf dilinde (Ayân-ı sabite) denir. Her âyân-ı sabitenin kendine göre bir istidat ve kabiliyeti vardır.
Bu âyân-ı sabiteler, Hazret-i Allah'tan kendi istidat ve kabiliyetlerine göre meydana çıkmayı istediler. «Yâ Rabbi, sen bizi meydana çıkar, icraatlarımızı görelim.» Cenâb-ı Hakk da bu isteklerini kabul etti, onları zaman ve mekâna göre bu âleme şevketti. Âyân-ı sabiteler . bunu kendileri istemişlerdi.
Vecd, ruhanî ve cismânî olmak üzere iki kısımdır:
Cismânî vecd nefsanîdir. Kişi
görsünler diye, cezbeye kapılmış de
sinler diye, kendi
ihtiyarı ile vecde gelir. Bunun
hiç bir kıymeti
olmadığı gibi, mânevi hazzı da yoktur. Riya kokusu olduğu için;
çok tehlikelidir.
Ruhanî vecd ise Rahmanidir ve çok kıymetlidir. Külfetsiz olarak kalbe gelir.
Kur'an-ı Kerîm okurken veya
okunurken, zikir yapılırken, kasi
de söylenirken, manevî
bir sohbet esnasında ruh galip gelerek Mev
lâ'ya akar ve Hazret-i
Allah'ın tecelliyatı ile karşılaşınca irâde elden
gider. Ruhani vecd
husule gelir.
Marifetullah ancak tasavvuf yoluyla, ruhî zevk ile husule gelir. Diğer bilgilerle hasıl olmaz. Daha doğrusu Allah vergisidir, bir lütf-u ihsandır.
Zahir ulemasındaki muttaki olanları kâlb erbabım ve bâtın ulemasının üstünlük ve faziletini daima tasdik ederlerdi.
. Velâyet de «Bâtınî» ve «Zahirî» olmak üzere ikiye ayrılır.
Bâtınî velâyet,Seyyid-i Kâinat (aleyhisselâm) Efendimizin- velâ yetidir. Buna «Velâyet-i Muhammediye-i külliye-i bâtına» denir.
Zahiri velayet ise, beşeriyetin mazhariyetine göredir. İnsanlığın tekâmülü ile vücut bulmuştur. Bir kısmı umumî bir kısmı hususîdir. Umumî olan bütün Enbiyânın, evliyanın ve Tevhid ehlinin velayetidir. Hususi olan ise Cenâb-ı Fahr-i Kâinat (aleyhisselâm) Efen-dimize ve onda fanî olan kutuplara mahsustur.
Akıl ve aklın ötesindeki keşf, Hak teala ve tekaddes Hazretlerinin esrar perdesini aralamakla husule gelir. Bu da aynasını temizleyenleri aittir.
Batıni göz (Fuad) dır. Fuad’ın özü (Sır) dır, sırrın özü ise bizzat (Sultani Ruh) tur.Enbiya’ya verilen bu hassanın insanda da zerresi vardır, tekamül ettikçe artar. Bu da tassavuf yoluyla , imanın tekamül ile bilinir ve fazlalaşır.
Sıfât-i hayvaniye kesafetinden kurtulamayan ruhlar ise asıl makama ulaşamaz, azap içinde kalırlar.
Hayvânî ruh merkep, insanî ruh süvari mesabesindedir. Süvarinin merkebe ihtiyacı vardır, onsuz hareket edemez.
Hayvani ruh icabederse tıp ile tedavi görür, insanî ruh için ise ilim, ahlâk ve mücâhede gereklidir.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz Bedir "de Cebrail (aleyhisselâm) m tavsiyesi üzerine yerden bir avuç kum alarak müşriklerin üzerine attı. Bu atış onların hezimetine vesile oldu.
Âyet-i Kerîme'de ise:
«Habîbim! Sen atmadın Allah attı.» buyruluyor. (Enfal: 17 ) Görünüşte Cenâb-ı Fahr-i Kâinat (sallallahu aleyhi ve sellem) attı, fakat Hazret-i Allah «Ben attım!..» buyuruyor.
Ancak bu hâle gelen Vahdet-i Vücud'dan bahsedebilir. Bu hâle gelen ise hiç bahsetmez, hiç konuşmaz. Bir de bu var. Bilen bu sim açmadı, bilmeyen konuştukça konuştu. Dikkat ederseniz Efendilerimiz de bu sırrı açmış değiller. Çünkü onlar dolu teneke idi. Her geleni içeriye almışlar. Biz ise boş teneke olduğumuz için her geleni atıveriyoruz. Onlar gibi dolu olmadığımızdan bu sırlan açıyoruz. Siz de kıy-metini bilin, bir daha böyle boş teneke bulamazsınız.
Tarikat kelime mânâsı itibârı ile YOL demektir. Tasavvuf di-linde ise Hazret-i Allah'ı bilmek, bulmak ve yaklaşmak için takip edi-lecek ibâdet yolu mânâsına gelir. Her müslüman için zaruri bir yoldur
İsm-i Azam O'ndan başka bir mevcud olmadığını gözünle gördüğün zaman tecelli eder.
Zaten aslında O var, O'ndan başka mevcud yok. Diyeceksiniz ki bu dış âlemde gördüğümüz şeyler nedir?
Bu sözlerimiz Cenâb-ı Hakk'ın gayrını görmeyenler içindir. Sö zumuz ancak onlaradır. Yoksa yaratılmışları Allah'tan gayn gören-ler için söylenen sözler değildir. Yâni umuma şâmil bir söz de- ğildir. Kalbi nurlanmayan, sırrı da esrar hazinesi olmayan bunları bilemez ve anlayamaz. Nefsini bilmeyen O'nu nasıl anlar ve nasıl görebilir?.
Tasavvuf bir ilim-irfan mektebidir. Esrar odasının ilâhî sırlarına mazharolabilmek ve hakikati anlamak için kurulmuş bir mektep. Bu tahsil sayesinde bütün ilimlerin özüne inilir. Altı mektep var, her mektebin de sınıfları var.
Hallac-ı Mansur, Cüneyd-i Bağdadi … ve onlara mümasil zevat-ı kiram –kuddise sirruh- bilinemedilir. “Ben Hakk’ım.” “Cübbemin içinde Allah’tan gayrisi yoktur.” Gibi sözlerinden dolayı bir çok halata maruz kalmışlar, bir çok itirazlara hedef olmuşlardır. İç alemleri bilinmediği için yanlış hükümler verildi.
HALİL FEVZİ -Kuddise Sırruh- HAZRETLERi
"Efendi Hazretlerinin bir sırrını otuzüç sene sonra anlayabildim Şöyle ki: huzur-u saadetlerinde bulunurken bazan «Oku hafızım!..» buyururlardı. Veyahut ders almak için birisi geldiğinde Hafız Bayram'ı katıp bize gönderirler «Hafıza götür ders versin!» buyururlardı. Halbuki biz o zaman çocuktuk, dersten bile haberimiz yektu. Hafız Bayram ise senelerdir huzur-u hizmetinde bulunmuştu. Her bakımdan tekâmül etmişti, yaşlı idi, hafızdı. Buna rağmen «Hafıza götür/ders versin» buyururlardı. Biz de o zaman kendi kendimize «Hafızlık bizde ne gezer?» derdik.
Vaktaki otuzüç sene sonra Vahdet-i vücud mevzuatı üzerinde dururken bu sır açıldı. O zaman anladık ki, Hakk Celle ve Âlâ Hazretlerinin neler durduğunu, neler söyleneceğini biliyorlarmış ve söylememizi de emrediyorlarmış.
Bir gece de âlem-i mânada ileriye ait hadiseleri haber vermişlerdi ve «Oğlum Levh-i mahfuz'da gördüm bir gün olacak bu millete şöyle şöyle olacaksın.» buyurmuşlardı.
Evliyâullah iki nokta üzerinde bulunur. Birisi nazdadır diğeri niyazdadır.
Naz ile hareket etmek Cenâb-ı Hakk'ın Sevgililerine mahsustur. Naz makamına çıkmıştır, naz ile hareket eder. Tıpkı çok sevilen biı
çocuğun nazı gibi Hazret-i Allah'a naz yapar. Gönül hoşnudluğu ile Mevlânın her takdirine razı olmuştur. Bütün arzusunu maksadını, nazını, niyazını herşeyini yalnız O'na döker ve yalnız O'na dökmek ister. Kimseye müracaat etmez. Bu noktaya Hazret-i Allah dilediğini alır. başka kimse çıkamaz.
Kelime-i tevhid'in üç merhalesi vardır: La mabude illallah, La maksûde illallah, La mevcûde illallah.