Kaynak: Hazret-i Rabiatü’l Adeviyye- Ömer Rıza Doğrul, Eser Matbaası, İstanbul-1976
«—Başkaları hacca ayakları ile giderler, bense kafamın üzerinde gidiyorum.»
İlâhî Bu yalnızlık yüzünden kalbim ızdırap içinde... Ben bir tuğlayım, Kabe ise taştır. Bütün dileğimse senin cemâlini müşahededir.»
Buna karşı Cenab-ı Hak tarafından bir ses geldi:
«— Ey Rabıa! Butun dünyanın kanma mal ola ak birşeyi tek başına mı görmek istiyorsun? Musa (A.S.) yüzümüzü görmek istediği zaman nurumuzun bir zerresini bir dağa çevirmiştik. Ve dağ erimişdi.»
«Rivayet olduğuna göre Râbia hac yolunda idi. Kabe'nin çölü aşarak kendisine doğru geldiğini görmüş:
- Kabe'yi istemiyorum, Kâbe'nin Rabb'ini istiyorum. Kabe ile ne yapacağım demiş ve Kabe’ye bakmak istememişti.
Hz. Râbia'nın (K.S.) tecrid ve tenzih yolunda attığı en ileri adım, İbn-i Teymiye'nin naklettiği rivayetten anlaşılıyor.
İbn-i Teymiye diyor ki: Aliyvul Hariri der ki:
<<— Râbia hacca gitmiş ve şöyle demişdi:
— Bu (yani Kabe) yer yüzünde tapılan bir sanemdir, (puttur) Halbuki Allah (C.C.) onun girmemiş ve burası ondan da boş kalmamıştır.
«— Yazıklar olsun... Gözlerim o kadar kararmış ki artık Kâ'be'yi göremiyorum...»
İbrahim bunun üzerine şöyle bir ses duymuş:
«— Hayır göreceksin Fakat Kabe Râbia'yı karşılamağa gitti...
İbrahim müteesir olmuş, sonra Kabe'nin yerine geldiğini, Râbia'nın da bir sopaya dayana dayana buraya vardığını görmüş ve Hz. Râbia'ya bakarak
«— Yaptığın işler ne büyük! Senin dünyaya verdiğin velvele ne? Herkes diyor ki, Kabe Râbia'yı karşılamağa gitti.»
Hz. Râbia da (K.S.) şu karşılığı vermişdi:
«— Ey İbrahim! Ya senin buraya gelmek için
yollarda kırk yıl geçirmekle verdiğin velvele ne?
Herkes diyor ki, İbrahim her adım başında duruyor
ve iki rek'at namaz kılıyordu! İbrahim:
- Evet dedi... Çölü aşmak için kırk yıl geçir-
dim.
Hz.Râbia (K.S.) cevap verdi: Ey İbrahim! sen buraya namaz kıla kıla geldin. Bense niyaaedfe ede geldim.» Sonra Rabia acı acı ağlamışdı.
Demek ki Hz. Râbia kendini Allah'a adamış ve ondan başka bir isteği, bir dileği kalmamışdı. Onun uğrunda herşeyi, serveti, refahı, bahtiyarlığı, elhasıl herşeyi feda etmiş, herşeyle alakayı kesmişdi. Onun biricik sevgilisi Allah'dı. Madem ki, sevgilinin sevgilisine kavuşması ve ona eş olması mukadderdi. O halde o da muradına erecek, birgün onun bezmine girecek ve o zaman kendini onunla birlikte ve mesud olmuş sayaeaktı.
a)Rebah bin Amr el Kays ile Kuleyb’in ilahi sevgi mezhebini kurmaları
b)Ruhanilerin içinde bir sınıfın Allah sevgisinin kendilerine hakim olduğu iddiası
c)”Neticede Haliliyet mertebesine ererler .Artık bütün haramları yaparlar ve işlerler” zındıklığı
d)Rabia şiirleriyle Tassavuf dinin bir mezhebi olan Haliliyeti dile getirmesi
(S.138-141)
«Ruhuma varan her yola girdin
Ve bu yüzden halile halil denildi.
Bütün derdim, bütün kaygım, bütün sözüm
Hattâ dinlenmek istedikçe bütün uykum
sen»
Sofî bu haliliyet mertebesine vardığı ve Allah (C.C.) ile arasında bu münâsebet hüküm sürdüğü zaman artık üzerinden bütün dinî teklifler düşer ve başkalarına mubah olmayan şeyler, ona mubah olur. Çünkü dünyada her ne varsa hepsi Aİlah'ın-'dır. Allah'a (C.C:) göre helâl ve haram diye bir mâna mutasavver olmadığı için herşey onun için helâldir. Haliliyyet mertebesine varan kül için de vaziyet aynıdır. Başkasına helâl olmayan, onun için helâl olur, Madem ki, dünyada her ne varsa Allah'ındır. Onun halili mertebesine varan bir kul da dilediğini helâl saymak mevkiindedir.
.Rebâh bin Amr el-Kays ile Küleyb bu mezhebin esaslarını koymuşlar ve ondan sonra bu mezheb al-mış yürümüşdü. Bu yüzden Ebü'l Hüseyin El-Mala tî «El-Tenbih-ü ve El-Reddu âlâ ehl-i-1 Ehvâ-i ve El-Bidâ» adlı eserinde bu mezhebi zındık mez-heblerinden tanır ve mezhebi, anlattığı manevî mez-heblerin biri olarak gösterek bunların beşini sayar. Onun maneviyâttan maksadı tasavvuftur. Çünkü bahis mevzuu ettiği tasavvufî mezheblerdir. Malatya'lı(Malati) der ki:.
«— Bu ruhanîlerin içinde bir sınıf Allah sevgisinin kalblerinede, ihtiraslarına ve iradelerine galebe çaldığını, Allah sevgisinin kendilerine hakim-olduğunu iddia ederler. Bu rütbeye vardıkları ve bu mertebeyi yaşadıkları zaman Allah tarafından ha-liliyet mertebesine ererler, Bu rütbeye erince artık hırsızlık etmek, zina, irtikab etmek, içki içmek, bu-tün kötülükleri işlemek bu haliliyet makamı dolayısıyla onların elindedir. İsterlerse helâl olduğu için değil, fakat haliliyet dolayısıyla yaparlar. .
Nitekim bir halil, halîlinin malını müsaadesi olmadan alabilir. Bunlardan olan Rebah ve Küleyb bu sözü söyleyen ve herkesi buna çağıranlar arasında idi. Allah'ın (C.C.) bu düşmanları yalan söylüyorlar! Nasıl böyle olabiliyor ki, Allah'ın halili olan İbrahim (A.S.) Kıyamet günü Allah (C.C.) nezdin-de şefaat için kendisine başvurulduğu zaman vakti ile söylemiş olduğu üç yalanı hatırlayarak benden bir şey beklemeyiniz, der.
Bu cihetRasûl-üEkrem(S.A.S.) Efendimiz'den rivayet olunmaktadır
Müellif dördüncü asra mensub olduğu için onun bu yazısının kıymeti aşikardır. Rebah bin Amr ise, hicretin 180 (796) senesinde vefat etmiş olduğu için nazariyesi müellifin devrine kadar bir hayli yaşamış bulunmaktadır. Rebah'ın bir takım taraftarları belki de bu sırada yaşamakta idi. Fakat muhakkak ki, mezhebi herkesi meşgul ediyordu. Rebah ise Hz. Râbia'nın dostu idi. Ve bu yüzden onun mezhebi ile alakalanıyoruz. Sonra Camiu'l Usul sahibi Gümüşhane'li Ziyauddîn Efendi tarafından zikrolunan ve haliliyeti izah için iktibas edilen beyitlerin Hz. Râbia'ya nisbet edildiğini göz önüne getirecek olursak, Hz. Râbia'nın nazarında aşk ve muhabbetten bahsettiğimiz sırada bu mezhebin ehemmiyeti kendini gösterir.
Kûtül Kulûb sahibi bu beyitlerin ona aid olduğunu anlatarak «Onun (yani Hz. Râbia'nın) halili-yet hakkında söylediği nâdir sözlerden biri bu beyitlerdir.» der Ve o iki beyti irad eder. Daha evvel de şöyle der:
Râbia vecd halinden, ünsiyetden bahseder. Ve ara sıra daha fazla yükselerek haliliyet mânasını şu şekilde ifâde ederdi:
“Gönlümün içinde bana söz söyleyen sensin.
Gövdem ise yanmak, bölünmek isteyenlerle
beraber
Gövdem beni ziyaret edenlere âşinalık ediyor
Gönlümün yârı ise, gönlüm içinde benim
yoldaşımdır ."
Gerçi bu beyitlerin Hz. Râbia'ya nisbet edilme si hususunda bir takım itirazlar vardır. Fakat Ebû Talib Mekkî'nin sözlerinden Hz. Râbia'nın haliliyet mevkiini ifâde edecek mertebeye varmış olduğunu anlıyoruz. Sonra aynı zât onun haliliyet makamı hakkında «nâdir» bir takım sözler söylediğini de anlatıyor ki «nâdir» demek son derece güzel ve son derece muvafık manasınadır.
O halde Hz. Râbia (K.S.) dostu olan Rebahu'l Kays ile beraber haliliyet makamını paylaşmışdı. Bu da bizi onun sevgi hakkındaki nazariyesi ile meşgul olmaya sevk eder. Hattâ onun bu hali, Hacc hakkındaki nazariyesinin döne dolaşa Haccı iskât etmek derecesine varmasının sebebini izah eder. Çünkü bütün bunların Allah (C.C.) ile arasındaki haliliyetden ileri geldiği anlaşılır. Gerçi elimizde onun «haliliyet» bakımından hangi derecelere vardığını anlatacak vesikalar yoktur. Fakat bu haliliyet mânası, onun mezhebine mübhem kalan bazı noktaları tefsir edecek mahiyettedir. Onun bu düşünüş ve telâkki tarzını icad etmek hususunda Rebah ile birlikte çalıştığını söylemek mümkündür. Yani haliliyet makamına ermek neticesinde onun bütün dinî tekliflerini iskât ettiğine yahut buna inandığına ve bir inanç gereğince hareket ettiğine hükmetmek mümkündür.
«Birkaç kişi Râbia'nın hasta olduğu bir sırada yanına girmiş ve sormuşlardı:
- Nasılsın?
O da cevap vermişdi:
- Hastalığıma hiçbir sebeb göremiyorum!. Fakat bana Cennet gösterilmişdi. Kalbim de ona meyl etti. Sandım ki Mevlâm kıskandı da bana sitem etti. Sitem onun hakkıdır.
Münâvî de «Tabakatü'l Evliyanda bu hikâyeyi şu şekilde anlatır:
«Râbia hastalanmışdı. Onu ziyarete gidenler sordular:
- Hastalığın sebebi ne?
Râbia şöyle dedi:
— Cennet'e kalbimle baktım. O da bana eziyet etti, tövbe ettim ve bir daha yapmayacağım.»
İki rivayetin de ifâdesi aşağı yukarı birdi.
Demek Hz. Râbia, Cennet'e kalbi ile yönelmeyi hatâ ve suç saymağa Allah'ın (C.C.) bu suç yüzünden de ona ceza verdiğine inanmağa başlamışdı. Onun için bu suçdan tevbe ediyor ve suçu tekrar işlememeğe karar veriyordu.
Attar'ın deminki rivayetinde Hz. Râbia, hâlâ cennete bakıyor ve ona kavuşmayı ümid ediyordu. Halbuki iş değişmiş ve Hz. Râbia Cennet'e yönelmeyi suç saymağa başlamışdı. Hattâ suç yüzünden cezaya çarpılıyor, hiç olmazsa Allah'ın (C.C.) sitemine uğruyordu.
Demek Hz. Râbia, büyük bir gelişme geçirmiş di. Ve artık Kâb-e Kevseyn makâmına eriyordu.
Hz. Râbia şu sözleri de söylemiş: "— İlâhi! Hesap günü Cehennem'e atılacak olursam öyle bir sırrı ifşa ederim ki, Cehennem'i benden 1000 yıl uzaklaşdırır." Yine şöyle söylermiş:
«— İlâhî! Bu dünyada ne kadar hayır mukad der etmişsen onu düşmanlarına ver. Cennet'de bana ne mukadder ettinse dostlarına ver Çünkü ben yalnız sana ve yalnız sana geliyorum.
Bütün bunlar bize Hz. Râbia'nın görüşünde Cennet ve Cehennem'in tüllene tüllene âdeta kayıp olduklarını anlatıyor. Çünkü bunları hakîkî ibâdetle birleştirmeğe imkân yoktu. Ve biraz önce naklettiğimiz sözlerinin sonuncusu onun âhiret hayatına ait mânaları iyiden iyiye tecrid etmiş olduğunu anlatıyor.