Kaynak: Hazret-i Rabiatü’l Adeviyye- Ömer Rıza Doğrul, Eser Matbaası, İstanbul-1976

 

 

  1. Rabia kafası üzerine Hacca gitmesi yalanı (S.104)

      «—Başkaları hacca ayakları ile giderler, bense kafamın üzerinde gidiyorum.»

 

 

  1. Rabia’ya hak tarafından gelen ses yalanı (S.104-105)

            İlâhî  Bu yalnızlık yüzünden kalbim   ızdırap içinde... Ben bir tuğlayım, Kabe ise                    taştır. Bü­tün dileğimse senin cemâlini müşahededir.»

Buna karşı Cenab-ı Hak tarafından bir ses gel­di:

«— Ey Rabıa! Butun dünyanın kanma mal ola ak birşeyi tek başına mı görmek istiyorsun? Musa (A.S.) yüzümüzü görmek istediği zaman nurumuzun bir zerresini bir dağa çevirmiştik. Ve dağ erimişdi.»

 

 

  1. Çöllerde hacca giden Rabia’yı    Kabe’nin  çölü aşarak karşılaması yalanı (S.105)

       «Rivayet olduğuna göre Râbia hac yolunda idi. Kabe'nin çölü aşarak kendisine doğru geldiğini gör­müş:

-         Kabe'yi istemiyorum, Kâbe'nin Rabb'ini is­tiyorum. Kabe ile ne yapacağım demiş ve Kabe’ye bakmak istememişti.

 

 

  1. Rabia bu (yani kabe) yer yüzünde tapılan bir puttur (sanem) iddiası ve küfrü (S.106-107)

      Hz. Râbia'nın (K.S.) tecrid ve tenzih   yolunda attığı en ileri adım, İbn-i Teymiye'nin naklettiği rivayetten anlaşılıyor.

İbn-i Teymiye diyor ki: Aliyvul Hariri der ki:

<<— Râbia hacca gitmiş ve şöyle demişdi:

Bu (yani Kabe) yer yüzünde tapılan bir sanemdir, (puttur) Halbuki Allah (C.C.) onun girmemiş ve burası ondan da boş kalmamıştır.

 

  1. İbrahim Ethem’in sesli halisilasyonları  (S.108)

«— Yazıklar olsun... Gözlerim o kadar karar­mış ki artık Kâ'be'yi göremiyorum...»

İbrahim bunun üzerine şöyle bir ses duymuş:

«— Hayır göreceksin Fakat Kabe Râbia'yı kar­şılamağa gitti...

İbrahim müteesir olmuş, sonra Kabe'nin yerine geldiğini, Râbia'nın da bir sopaya dayana dayana buraya vardığını görmüş ve Hz. Râbia'ya bakarak

«— Yaptığın işler ne büyük! Senin dünyaya verdiğin velvele ne? Herkes diyor ki, Kabe Râbia'yı karşılamağa gitti.»

Hz. Râbia da (K.S.) şu karşılığı vermişdi:

«— Ey İbrahim! Ya senin buraya gelmek için

yollarda kırk yıl geçirmekle verdiğin velvele   ne?

Herkes diyor ki, İbrahim her adım başında duruyor

ve iki rek'at namaz kılıyordu! İbrahim:

- Evet dedi... Çölü aşmak için kırk yıl geçir-

dim.

 

Hz.Râbia (K.S.) cevap verdi: Ey İbrahim! sen buraya namaz kıla   kıla geldin. Bense niyaaedfe ede geldim.» Sonra Rabia acı acı ağlamışdı.

 

 

     

  1. “Rabia için biricik sevgilisi Allahdı. Madem ki , sevgili’nin sevgilisine kavuşması ve eş olması mukadderdir” iftirası (S.135)

 

Demek ki Hz. Râbia kendini Allah'a adamış ve ondan başka bir isteği, bir dileği kalmamışdı. Onun uğrunda herşeyi, serveti, refahı, bahtiyarlığı, elhasıl herşeyi feda etmiş, herşeyle alakayı kesmişdi. Onun biricik sevgilisi Allah'dı. Madem ki, sevgilinin sev­gilisine kavuşması ve ona eş olması mukadderdi. O halde o da muradına erecek, birgün onun bezmine girecek ve o zaman kendini onunla birlikte ve mesud olmuş sayaeaktı.

 

 

  1. “Sofi bu Haliliyet mertebesine vardığında bütün dini teklifler” düşer  küfrü

       a)Rebah bin Amr el Kays ile Kuleyb’in  ilahi  sevgi  mezhebini kurmaları

       b)Ruhanilerin içinde bir sınıfın Allah  sevgisinin kendilerine hakim olduğu iddiası

       c)”Neticede Haliliyet mertebesine ererler .Artık bütün haramları yaparlar ve işlerler”  zındıklığı

       d)Rabia şiirleriyle  Tassavuf dinin bir mezhebi olan Haliliyeti dile getirmesi

          (S.138-141)

             

 «Ruhuma varan her yola girdin

Ve bu yüzden halile halil denildi.

Bütün derdim, bütün kaygım, bütün sözüm

Hattâ dinlenmek istedikçe bütün uykum

sen»

Sofî bu haliliyet mertebesine vardığı ve Allah (C.C.) ile arasında bu münâsebet hüküm sürdüğü zaman artık üzerinden bütün dinî teklifler düşer ve başkalarına mubah olmayan şeyler, ona mubah olur. Çünkü dünyada her ne varsa hepsi Aİlah'ın-'dır. Allah'a (C.C:) göre helâl ve haram diye bir mâna mutasavver olmadığı için herşey onun için he­lâldir. Haliliyyet mertebesine varan kül için de vaziyet aynıdır. Başkasına helâl olmayan, onun için he­lâl olur, Madem ki, dünyada her ne varsa Allah'ın­dır. Onun halili mertebesine varan bir kul da diledi­ğini helâl saymak mevkiindedir.

.Rebâh bin Amr el-Kays ile Küleyb bu mezhebin esaslarını koymuşlar ve ondan sonra bu mezheb al-mış yürümüşdü. Bu yüzden Ebü'l Hüseyin El-Mala tî «El-Tenbih-ü ve El-Reddu âlâ ehl-i-1 Ehvâ-i ve El-Bidâ»  adlı eserinde bu mezhebi zındık mez-heblerinden tanır ve mezhebi, anlattığı manevî mez-heblerin biri olarak gösterek bunların beşini sayar. Onun maneviyâttan maksadı tasavvuftur. Çünkü bahis mevzuu ettiği tasavvufî mezheblerdir. Malatya'lı(Malati) der ki:.

«— Bu ruhanîlerin içinde bir sınıf Allah sev­gisinin kalblerinede, ihtiraslarına ve iradelerine ga­lebe çaldığını, Allah sevgisinin kendilerine hakim-olduğunu iddia ederler. Bu rütbeye vardıkları ve bu mertebeyi yaşadıkları zaman Allah tarafından ha-liliyet mertebesine ererler, Bu rütbeye erince artık hırsızlık etmek, zina, irtikab etmek, içki içmek, bu-tün kötülükleri işlemek bu haliliyet makamı dola­yısıyla onların elindedir. İsterlerse helâl olduğu için değil, fakat haliliyet dolayısıyla yaparlar. .

Nitekim bir halil, halîlinin malını müsaadesi ol­madan alabilir. Bunlardan olan Rebah ve Küleyb bu sözü söyleyen ve herkesi buna çağıranlar arasın­da idi. Allah'ın (C.C.) bu düşmanları yalan söylü­yorlar! Nasıl böyle olabiliyor ki, Allah'ın halili olan İbrahim (A.S.) Kıyamet günü Allah (C.C.) nezdin-de şefaat için kendisine başvurulduğu zaman vakti ile söylemiş olduğu üç yalanı hatırlayarak  benden bir şey beklemeyiniz, der.

Bu cihetRasûl-üEkrem(S.A.S.) Efendimiz'den rivayet olunmaktadır

Müellif dördüncü asra mensub olduğu için onun bu yazısının kıymeti aşikardır. Rebah bin Amr ise, hicretin 180 (796) senesinde vefat etmiş oldu­ğu için nazariyesi müellifin devrine kadar bir hay­li yaşamış bulunmaktadır. Rebah'ın bir takım ta­raftarları belki de bu sırada yaşamakta idi. Fakat muhakkak ki, mezhebi herkesi meşgul ediyordu. Rebah ise Hz. Râbia'nın dostu idi. Ve bu yüzden onun mezhebi ile alakalanıyoruz. Sonra Camiu'l Usul sahibi Gümüşhane'li Ziyauddîn Efendi tara­fından zikrolunan ve haliliyeti izah için iktibas edi­len beyitlerin Hz. Râbia'ya nisbet edildiğini göz önüne getirecek olursak, Hz. Râbia'nın nazarında aşk ve muhabbetten bahsettiğimiz sırada bu mez­hebin ehemmiyeti kendini gösterir.

Kûtül Kulûb sahibi bu beyitlerin ona aid oldu­ğunu anlatarak «Onun (yani Hz. Râbia'nın) halili-yet hakkında söylediği nâdir sözlerden biri bu be­yitlerdir.» der Ve o iki beyti irad eder. Daha evvel de şöyle der:

Râbia vecd halinden, ünsiyetden bahseder. Ve ara sıra daha fazla yükselerek haliliyet mânasını şu şekilde ifâde ederdi:

“Gönlümün içinde bana söz söyleyen sensin.

Gövdem ise yanmak, bölünmek isteyenlerle

                                                              beraber

 Gövdem beni ziyaret edenlere âşinalık ediyor

     Gönlümün yârı ise, gönlüm içinde benim

yoldaşımdır ."

Gerçi bu beyitlerin Hz. Râbia'ya nisbet edilme si hususunda bir takım itirazlar vardır. Fakat Ebû Talib Mekkî'nin sözlerinden Hz. Râbia'nın haliliyet mevkiini ifâde edecek mertebeye varmış olduğunu anlıyoruz. Sonra aynı zât onun haliliyet makamı hakkında «nâdir» bir takım sözler söylediğini de anlatıyor ki «nâdir» demek son derece güzel ve son derece muvafık manasınadır.

O halde Hz. Râbia (K.S.) dostu olan Rebahu'l Kays ile beraber haliliyet makamını paylaşmışdı. Bu da bizi onun sevgi hakkındaki nazariyesi ile meşgul olmaya sevk eder. Hattâ onun bu hali, Hacc hakkındaki nazariyesinin döne dolaşa Haccı iskât etmek derecesine varmasının sebebini izah eder. Çünkü bütün bunların Allah (C.C.) ile arasındaki haliliyetden ileri geldiği anlaşılır. Gerçi elimizde onun «haliliyet» bakımından hangi derecelere vardığını anlatacak vesikalar yoktur. Fakat bu haliliyet mânası, onun mezhebine mübhem kalan bazı nokta­ları tefsir edecek mahiyettedir. Onun bu düşünüş ve telâkki tarzını icad etmek hususunda Rebah ile birlikte çalıştığını söylemek mümkündür. Yani ha­liliyet makamına ermek neticesinde onun bütün di­nî tekliflerini iskât ettiğine yahut buna inandığına ve bir inanç gereğince hareket ettiğine hükmetmek mümkündür.          

 

       

 

  1. Rabia’nın Allah’a karşı zıvanadan çıkması ve edebsizliği (S.163-164)

 

      «Birkaç kişi Râbia'nın hasta olduğu bir sırada yanına girmiş ve sormuşlardı:

-  Nasılsın?

O da cevap vermişdi:

-  Hastalığıma hiçbir sebeb göremiyorum!. Fa­kat bana Cennet gösterilmişdi. Kalbim de ona meyl etti. Sandım ki Mevlâm kıskandı da bana sitem etti. Sitem onun hakkıdır.

Münâvî de «Tabakatü'l Evliyanda bu  hikâyeyi şu şekilde anlatır:

«Râbia hastalanmışdı.   Onu ziyarete gidenler sordular:

-  Hastalığın sebebi ne?

Râbia şöyle dedi:

       — Cennet'e kalbimle baktım. O da bana eziyet    etti, tövbe ettim ve bir daha yapmayacağım.»

İki rivayetin de ifâdesi aşağı yukarı birdi.

Demek Hz. Râbia, Cennet'e kalbi ile yönelmeyi hatâ ve suç saymağa Allah'ın (C.C.) bu suç yü­zünden de ona ceza verdiğine inanmağa başlamışdı. Onun için bu suçdan tevbe ediyor ve suçu tekrar işlememeğe karar veriyordu.

Attar'ın deminki rivayetinde Hz. Râbia, hâlâ cennete bakıyor ve ona kavuşmayı ümid ediyordu. Halbuki iş değişmiş ve Hz. Râbia Cennet'e yönelme­yi suç saymağa başlamışdı. Hattâ suç yüzünden ce­zaya çarpılıyor, hiç olmazsa Allah'ın (C.C.) sitemi­ne uğruyordu.

Demek Hz. Râbia, büyük bir gelişme geçirmiş di. Ve artık Kâb-e Kevseyn  makâmına eriyordu.  

 

  1. Beni Cehenneme korsan aramızdaki sırrı ifşa ederim ,tehdidi ve sorgulaması edebsizliği ve Hayrı ve Cenneti istemeyen bir meczub (S.190-191) 

   

          Hz. Râbia şu sözleri de söylemiş: "— İlâhi! Hesap günü Cehennem'e   atılacak olursam öyle bir sırrı ifşa ederim ki, Cehennem'i benden 1000 yıl uzaklaşdırır." Yine şöyle söylermiş:

«— İlâhî! Bu dünyada ne kadar hayır mukad der etmişsen onu düşmanlarına ver. Cennet'de bana ne mukadder ettinse dostlarına ver Çünkü ben yalnız sana ve yalnız sana geliyorum.

Bütün bunlar bize Hz. Râbia'nın görüşünde Cennet ve Cehennem'in tüllene tüllene âdeta kayıp olduklarını anlatıyor. Çünkü bunları hakîkî ibâdet­le birleştirmeğe imkân yoktu. Ve biraz önce naklet­tiğimiz sözlerinin sonuncusu onun âhiret hayatına ait mânaları iyiden iyiye tecrid etmiş olduğunu an­latıyor.