Bu sofu ittihada yahut vahdete inanır. Kulun rab, mahlûkun yaratıcı ve vücutça fani olan varlığın vacibu'l-vücut olduğunu söyler. Kısa ve açık bir şekilde ifade edersek, bu adamın ittihad bid'atına inandığını söylememiz gerekir. Tasavvuf kahinlerinin inandığı bu hurafeye göre tasavvufi rab (Allah bundan münezzehtir) zatı, sıfatları, isimleri ve fiilleriyle maddi yahut soyut suretlerde ortaya çıkmıştır. Mesela insan, hayvan, cansız, cin, put, vehim, hayal ve zan olmuştur. İsimleri, fiilleri ve sıfatları da o varlıkların isim, fiil ve sıfatlarının aynısı olmuştur. Çünkü mutlak veya mukayyet varlık odur ve mahiyet itibariyle bu varlıklar tasavvufi rabbın kendisi ve aynısıdır. Azgın ve canilerin işlediği bütün günahlar, yırtıcıların avlarını parçalaması veya kemiklerini kırması tasavvufi rabbin işi, günahı ve işlediği suçudur.
Ey tasavvufçular, biliyorum, İbn el-Farid'i zındık olarak nitelediğim veya hakkın dilinde zındık olarak anıldığı için benim yerin dibine geçmemi yahut ansızın bir kasırgada mahvolmamı temenni edeceksiniz. İbn el-Farid'in zındıklıkla nitelenmesine hayret edeceksiniz. Benim için Allah bilir, ne beddualarda bulunacaksınız.
Ama Allah'ın izniyle bana hiçbir şey olmaz. İbn el-Farid'in kendisine seçtiği din ile hakkında hüküm vermekten, sizlerin bu hayreti veya bedduaları beni alıkoyamıyacaktır. Öfkenizin biraz olsun dinmesi ve hiddetinizin bitmesi için şimdi size Tâiyye'sinden yapacağım nakilleri iyice düşünün ve anlamaya çalışın.
"Bana bakanlara tecelli ederek varlığını gösterdi. Görünen her varlıkta onu bir surette görürüm."
İlahi zatın kendisinden bütün gayrilik ve farklılık perdelerini kaldırdığını, gizli hakkı ona açığa çıkardığını, böylece bizzat Allah'ın hakikatinin alemdeki bütün varlıklarda ortaya çıktığını iddia etmektedir. Kısaca, artık alemdeki bütün varlıkların bizzat Allah'ın zatı olduğunu gördüğünü ifade etmektedir. Bu madde alemindeki bütün varlıklar, gece karanlığında can alan veya cinayet işliyen bütün caniler, tenha köşelerde her türlü ahlaksızlığı işliyenler v.b. bütün maddi varlıkların Allah'ın aynısı ve hüviyeti olduğunu, kendi varlığının da O'nun varlığının kendisi olduğunu gördüğünü söyler.
İbn el-Farid'a göre Allah olmıyan hiçbir şey yoktur. Hatta Allah'ın -İbn el-Farid'in tanrısının- bu maddi suretlerden, yahut varlığı kesin veya vehim yahut hayali varlıkların zihindeki suretlerinden başka bir varlığı yoktur.
Bu iftirada bulunan bir kimse, elbette inancının sonuçlarına katlanacaktır. Bu inancı gereği zatının tanrısının zatıyla ittihad ettiğini (bütünleştiğini) ve ikiliğin isimden başka birşey olmadığını iddia edecektir. Birliğin varlıkta ve hakikatte olduğunu, bu birliğin açığa çıktığı anda zatında, sıfatlarında ve fiillerinde Allah'ın zatının, sıfatlarının ve fiillerinin kendisini müşahade ettiğini söyliyecektir. İşte sözleri:
"İlahi zat açığa çıkıp göründüğü anda gaybim bana gösterildi ve kendimin ondan başka olmadığımı gördüm."
İlahi varlığın hüviyetini veya gizli hakikatini, kendi varlığının da zahirini veya türlü varlıklarda tezahürünü müşahade etmiş, kendi varlığından başka rabbin varlığını ve kendi yapısından başka onun ayrı bir yapısını görememiş, müjde sevinci içinde "Ben Allah'ım" diye haykırmış!
Ne var ki görünen bu varlığın birden ortaya çıkan bir vehim (kuruntu) veya geçici bir durum yahut gözüne görünen ve zihinde şekillenen bir hayal olduğunu birilerinin sanmasından korkmuş ve arkasında şöyle demiştir:
"Yokluk (mahv)dan sonra ayıldığım (sahv)da ondan başkası değildim. Zatım zatıma büründüğü zaman tecelli eden yine zatımdı."
Sahv (ayılma) tasavvuf dininde, kuvvetli bir varidle sarhoş olduktan sonra arifin kendine gelmesi ve duyarlılık kazanmasıdır. Bu durumda arif, ilahi zat ile sıfatları yahut tezahürleri arasındaki farklılığı müşahade eder. Kainatın, ilahi zatın kendisi olmadığını, sadece isim, sıfat ve fiillerinin tecellileri olduğunu müşahade eder.
Tasavvuf dininde mahv (yokluk) da çokluk ve başkalığın yok olması, birden fazla olan değişik yaratığın ortadan kalkmasıdır. Başkalığın kaybolması ve mutlak birliğin tecelli etmesidir. Bu durumda sofu, yaratıkları hakkın kendisi ve kulu rabbin aynısı olarak görür.
O halde tasavvufta sahv ile mahv arasında fark vardır. Ama İbn el-Farid sonradan ortaya çıkarılan bu ayırımı kabullenmemiş ve tasavvufçuların inançlarının gerçeğini bütün çıplaklığıyla ortaya koymak için maskeyi yırtmış ve örtüyü kaldırmıştır. Sahv ile mahv arasındaki bu farkı başkaları kavramasın diye telaşlı bir şekilde arayı kapatmaya çalışmıştır. Tasavvuf dininin baştan beri ve temelde yüce Allah'ın, alemin bizzat kendisi olduğuna iman esasına dayandığını, yaratan ile yaratılan arasında mutlak veya mukayyed, relatif veya sübjektif hiçbir gayriliğin bulunmadığına, mahivde de, sahivde de sofunun halinin aynı olduğuna inanmaya dayandığını vurgulamaya çalışmıştır. Hakkın deliliyle yüzyüze geldikleri zaman başka tasavvufçuların münafıklık yaparak üstü kapalı ve kinaye yolu ile söylerken, İbn el-Farid çılgın bir cesaretle bunların ne demek istediklerini açıkça ifade etmiş ve şöyle demiştir:
"Ne zamana kadar örtülü kalacağım! İşte perdeyi yırttım. Zaten perdenin düğümlerini çözmek, yaptığım biat antlaşmasında vardır."
Yani Allah'a yaptığı biat akdinde, Allah'ın her zaman yaratıkların suretinde ortaya çıktığını ve zatının onların zatıyla belirlediğini herkesin görmesi için bütün perdeleri yırtacağı ve bütün düğümleri çözeceğine dair söz vermiştir.
İbn el-Farid'in "Zatım zatıma büründüğü zaman tecelli etti" sözündeki sarahati ve cüretkârlığı düşünün. Zındık herifin Allah için bir zat kabul etmeği reddetmesini ve zatının onun zatının bir eseri olduğunu kabullenmeyi reddedişini görün. "Zatım onun zatına" yahut "Onun zatı zatıma" demiyor. Onun yerine, âlemin gerçek Rabbini tasavvuf dininde yok saymak için "Zatım zatıma" diyor. Her iki durumda da onun (İbn el-Farid'in) zatından başkası yoktur. Azgın ve zalim inkârı görüyor musunuz?!
İbn el-Farid'in yanında ne rab var, ne yaratık var. Yaratan da o, yaratılan da o, var olan ve varı var eden de odur. Yüce rab ancak onun kudretinin eserinden bir eser yahut bütününden kopan başıboş bir cüzden başkası değildir. İbn el-Farid'in dini işte budur. Hakkında ne ile hükmedersiniz?!
"İkilik olmadığından, sıfatım onun sıfatı ve şekli benim şeklimdir. Çünkü biz biriz."
Yüce Allah'ın kendisini tavsif ettiği bütün sıfatlarla gerçekte tavsif edilen İbn el-Farid'in kendisidir. Çünkü ezeli, ebedi, kalıcı ve kuşatıcı özellikleriyle gerçek ilahi varlık odur. Şöyle devam ediyor:
"O çağrılınca cevap veren benim, ben çağırılırsam, beni çağırana o cevap ve karşılık verir.
Allah çağrılırsa, İbn el-Farid cevap verir. Çünkü Allah -hâşâ- kendisidir. İbn el-Farid çağrılırsa, Allah cevap verir. Çünkü onun isim ve müsemmasıdır.
İbn el-Farid'in ifadesindeki Allah'a karşı küstahlık ve edepsizliği görüyor musunuz? Allah çağrıldığı zaman, İbn el-Farid'in bütün yaptığı cevap vermekten ibarettir. Ama İbn el-Farid çağrıldığı zaman, Allah'ın cevap vermesi yetmiyor, derhal karşılık vermesi de gerekiyor.
Kendisinin Allah olduğunu iddia etmesi yetmiyor, yüce Rabbin kendisinin ancak sönük bir sureti ve şaşkın bir gölgesinden ibaret olduğunu da vurguluyor. Şöyle devam ediyor:
"Aramızda muhatap tâ'sı kaldırılmıştır. (1) Yüceliğim, fark ayrılığının kaldırılmasındandır."
Muhataplık ikiliği gerektiriyor. Çünkü hitap eden ve muhatap olan iki tarafın varlığı şarttır. Onun için İbn el-Fârid, Allah'ın âyetlerinde yahut dua edenin duasında muhataplar arasındaki farkı ifade eden şeyleri inkar ediyor. Kendisinden ayrı herhangi bir ğayrıya veya başkaya hitabın yahut duanın olmasını reddediyor. Çünkü ona göre kendisinden ayrı bir "başka" yoktur ki ona hitab etsin veya duada bulunsun.
İbn el-Fârid'dan Allah'a bir hitap yahut bir dua meydana gelecek olursa, sanmayın ki başkasına hitap ediyor veya dua ediyor. Çünkü hitap kendisinden kendisine oluyor ve dua da kendisinden yine kendisine yönelik bulunuyor.
Perdesi kalkmadan önce "sen sen" diyordu. Ama perde kalktıktan sonra artık "ben ben" demiştir. Gerçek şu ki o "sen" zat ve vücut olarak, bu "ben"den başka bir şey değildir.
İbn el-Fârid, kendisi için sadece yaratıcı rububiyeti ispat etmenin, yüce makamı için yeterli olmadığını görür ve vahdaniyetiyle, sıfat, isim ve fiilleriyle, mülk ve melekûtuyla, rahmet ve ceberutuyla, her şeyi kuşatan ilim ve kudretiyle, varlıkları yaratıp hayatı bağışlamasıyla, kısaca bütün hususiyetleriyle rububiyetin kendisinde olduğunu söyler. Şöyle der:
"Hiçbir felek yoktur ki irademle hidayete eriştiren (1) ve batınımın nurundan olan bir melek ihtiva etmesin.
Bulutlardan dökülen hiçbir yağmur damlası yoktur ki zâhirimin feyzinden bir damla içermesin.
Ben olmasaydım ne varlık olur, ne şâhit olur, ne de bir kimse söz ve ahit üstlenmiş olurdu.
Hayatı hayatımdan olmıyan hiçbir canlı yoktur. Her nefis benim isteğimi ister." (2)
Her şeyin melekûtunun elinde olduğunu, bütün alemin kendi mertlik ve varlığından meydana geldiğini ve insanlığın bütün iradesinin isteğine uymak zorunda bulunduğunu ifade eden bir zındık hakkında mümin bir kişi nasıl bir hüküm vermelidir? İbn el-Farid şöyle devam ediyor: "O arada şeyh efendiye kapıyı açan adam geldi ve kendisine şöyle dedi: Efendim, falan kadın öldü. O kadınlardan birinin adını söyledi. Tellal çağırın ve yerinde şarkı söyliyecek bir kadın satın alın, dedi. Kulağımdan tutup şöyle dedi: Fakirlere (yani sofulara) bunu yadırgama." (Bkz. İbn Hacer el-Askalani, Lisanu'l-Mizan, 4/319, Hindistan baskısı, 1320 h.)
İşte tasavvuf azizi İbn el-Farid budur. Dans ediyor, şarkı söylüyor, kadınlar da onunla beraber dans edip şarkı söylüyor ve tef çalıyor. Buna rağmen mensuplarına kendisini tenkit etmelerini de yasaklıyor. Şeyhler böyledir!
...............?...............?
"İkimiz" kelimesi ister istemez biri diğerinden ayrı iki varlığın mevcudiyetine delalet etmektedir. Onun için İbn el-Farid, "İkimiz" kelimesinin vehmettireceği manayı neshetmek için hemen harekete geçmekte ve büyük bir telaş içinde şöyle demektedir:
"Başkası bana namaz kılmış değildir. Her secde edişimde başkasına da namaz kılmış değilim."