1) Bir örnek olarak tasavvuf meşhurlarından birinin şu sözlerini göstermek yetiyor: "Arşın üstüne yükselmek çok oluyor. Bunlardan birinci çıkışda, uzun yolculuktan sonra arşın üstüne yükselince, cennet yukarıdan kuşbakışı göründü. Bildiklerimden birkaçının cennetteki makamlarını görmek istedim. Dikkat ettim. Göründüler. Makamların sahiplerini de o makamlarda gördüm. Dereceleri, yerleri, şevkleri ve zevkleri başka idi. Başka bir yükselişde büyüklerimizin ve ehlibeyt imamlarının ve hulefa-i raşidinin ve Rasûlullah hazretlerinin ve başka peygamberlerin makamları ayrı ayrı göründü. Meleklerin büyüklerinin makamları arşın üstünde göründü. Arşın üstünde o kadar yükselttiler ki, yer yüzünden arşa kadar veya biraz daha az, yani hâce Nakşibend hazretlerinin olan uzaklık kadar ilerlettiler..." İmam Rabbani, Mektubat Tercümesi, 1/6-7, Mektup 1, Tercüme, Hüseyin Hilmi Işık, Sönmez Neşriyat, İstanbul, 1968.
Bir de bu iddialara örnek olması için bazı keramet çeşitlerini nakletmekte yarar var:
1- Diriyi öldürmek, ölüyü diriltmek,
2- Kabir haline ve ölülerin durumuna vakıf olmak ve aynı zamanda ölülerle konuşabilmek,
3- Su üzerinde yürümek ve havada uçmak,
4- Gaybı bilmek, görmek ve herkesin kalbindeki sırlara vakıf olmak,
5- Melekut alemine nüfuz edip tasarruf etmek,
6- Rüzgâr estirip, esen rüzgarı dindirmek, soğuğu sıcak ve sıcağı soğuk yapmak,
7- Ateşte yanmamak ve öldürücü sebeplerden müteessir olmamak, ...." A. Faruk Meyan, Muhammed Behaeddin Buhari, 124-125, Çile Yayınları, İstanbul, 1970, Dr. Hasan Küçük, Tarikatlar, 130-131, İstanbul 1980, İkinci Baskı. Bu kitapta bu nevi kerametlerden yirmibeş kadarı sayılmaktadır. Şia'da imamlara tanınan makamların ve giydirilen olağanüstü sıfatların tasavvuf meşhurlarına giydirilenlerle benzediği için bakınız. Ali Şariatî, Ali Şiası Safevi Şiası, 141-155, Tercüme, Feyzullah Artinli, Yöneliş, İst. 1990. Ayrıca budistlerde ve İslâm'dan önceki WTürkler'de bu nevi olağanüstülük iddiaları ve bunların kaynakları için bakınız: Ahmed Yaşar Ocak, Türk Halk İnançlarında ve Edebiyatında Evliya Menkabeleri, 7-10, Ankara 1984.
1) Merak edenlere bir örnek olması bakımından tasavvufun terim ve isimlerinden bazılarını buraya alıyoruz. Görülecektir ki Arapça ve Farsça birer kelime olması dışında bu terim ve isimlerin Kur'ân ve sünnetle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Mesela;
Fena-ı murakabe, tecelli-i nur, tecelli-i ulahiyye, fena billah, beka billah, müşahade-i cemal, fena fi'r-rasûl, zülcenahayn, fena fişşeyh, letaif-i ahfa, fena fillah, nefiy, isbat, mukarabe, cezbe-i ilahi, letaif-i kalb, müşahade-i rasûlullah, tecelli-i esma, tecelli-i ef'al, tecelli-i sıfat, makam-ı hilafet, sırr-ı hilafet, müşahade-i zat, istiğrak, fena ender fena, beka ender beka, müstağrakîni fizzat, celaliyye, cemaliyye, müstağrakîn fi zatillah, makamı hayret, tecelli-i berk-i zat, cesedi ruhani, müşahade-i muhammedi, tecelli-i hak, sıfat-ı Muhammedî, melekût kapısı, hakikat kapısı, ceberut alemi, Muhammed kapısı, hakikat kapısı, alem-i lahut, mirac-ı ehlullah, makam-ı hayret, ruh-u sultanî, ruh-u hayvanî, akl-ı maaş, akl-ı mead, keşf-i melekût, keşf-i ceberut, ğına-ı ehlullah, gavsiyyet, kutbiyyet, kümmelîn, akl-ı kûl, mirac-ı aktab, beka bi zatillah, fena fi zatillah, müşahade bi zatillah, müstağrakîn fi zatillah, müşahidîn fi zatillah, tecelli-i berk, ifna-ı hayret, tecelli-i zamir, müşahade-i künhi hakikat, ehadiyyet, vahidiyyet, inniyet, ayniyyet, künhiyyet, akrabiyyet, basariyyet, ilmiyyet, failiyyet, mefuliyyet, melîkiyyet, hayatiyyet, mahbubiyyet, tevhid-i vucudî, tevhid-i şuhudî, vakit, makam, hal, sema, kabz, bast, heybet, üns, tevacüd, vecd, cem', fakr, sekr, cemulcem', gaybet, huzur, sahv, mahv, isbat, setr, tecelli, taayyun, muhadara, mukaşafe, müşahade, levaih, tevali', levami', bevadih, hücum, telvin, temkin, kurb, bu4d, hakikat, tarikat, marifet, nefes, havatır, varid, şahid, muvafakat, hak ve hakikat, tefrid, firaset, nefis, sır, yâd kerd, bâz geşt, vukuf-i adedi, hûş der dem, nigahdâşt, hevacis, vesavis, ilhamat, varidat, ma'kulat, suver-i kainat, vukuf-i kalbi, yâd dâşt, nazar ber kadem, halvet der encümen, sefer der vatan, vukuf-i zamanî, enbiyaiyye, hakikat-ı hamdiyye, Ahmediyye dairesi, la taayyun, kayyumiyet...." Bkz. Gümüşhanevi, Veliler ve Tarikatlar, 109-116, 304-315, Mehmed Nuri Şemsuddin en-Nakşibendi, Tam Miftahu'l-Kulub, Süleyman Ateş, İslâm Tasavvufu, kitapları.
1) Şia üzerinde bu konuda Hıristiyanlığın etkileri için bakınız. Ali .............??...........
1) Bu konuda geniş bilgi için bakınız. Ahmed Yaşar Ocak, Türk Halk İnançlarında ve Edebiyatında Evliya Menkabeleri, 7-13, Başbakanlık Basımevi, Ankara 1984.
2) Sened yolu ile tarikatların Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ali'ye ulaşmalarının mümkün olmadığına dair bakınız. Doç. Dr. Süleyman Ateş, İslâm Tasavvufu, 49, Pars Matbaası, Ankara, trs.
1) Merakı'l-Felah, 22, Hanefi Fıkıh kitaplarından.
1) Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan, Tasavvufa Giriş, 33, Gümüş Kitabevi, Konya 1990.
1) Bunu isterseniz kendi sözlerinden dinliyelim. Mesnevi için Kur'ân-ı Kerîm'den iktibas edilen âyetler kısmını şerhederken Tarihu'l-Mevlevi'nin şu sözlerine kulak verelim:
"Halbuki O, hakikaten bir kitabı azizdir. Onun evvelinden de, sonundan da batıl zuhur etmez. O, Hakim ve Hamid olan Cenab-ı Hakk tarafından gönderilmiştir. (Fussilet: 41-42)
Hz. Mevlana bu fıkra ile diyor ki: Canibi ilahiden vahy-i münzel olan Kur'ân-ı Kerîm, nasıl avn-i samedanide ise, onun evvelinden de, sonundan da batılın zuhuruna imkan ve ihtimal yoksa, Mesnevi de öyledir. İlham-ı Rabbani eseridir. Kendisinden sapıklık zuhuruna imkan yoktur. Hatta iptali ve tahrifi de kabil değildir." Tarihu'l-Mevlevi, Şerh-i Mesnevi, 1/38-39, Ahmed Said Matbaası, İstanbul 1971.
1) Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan, Tasavvufa Giriş, 33, Gerçi tasavvufçular kitaplarında şeyhine itiraz eden müridin kıyamete kadar felah bulamıyacağını, niçin böyledir? diye soramıyacağını söylerler.
2) Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan, Age. 29,
1) Günümüzde tarikat çevrelerinde birtakım insanların kılasik tutumdan farklı olarak artık kılasik tasavvuf kitapları dışında tefsir, İslâmî araştırma ve el kitaplarını okudukları gözlenmektedir. Bu sevindirici bir gelişmedir. Temennimiz bu gelişmenin bütün tasavvuf çevrelerini kapsaması ve okuma alanının alabildiğine genişlemesidir. Bununla beraber kılasik bidat ve batıl inançların tasfiye edilmesi yolunda da bir gelişmenin olduğunu söylemek için zaman henüz erken gibidir. Bütün temennimiz, bu gelişmenin meydana gelmesidir.
1) Niyazi Mısrî divanında şöyle diyor:
"Bu cihanın halkına bir yorum uğrar benim,
Cem edip bunca kumaşı bir bezistan olurum,
Geh Nasâra, geh Yahudi, Gahi Tersa, geh Mecusi,
Gahî Şia, gah olur sünnî Müselman olurum"
Niyazi Divanı, s. 109, İst. Maarif Kitaphanesi 1963
2) Bunun hikayesini elinizdeki kitapta okuyacaksınız.
1) Tasavvufçular her velinin kabri üzerinde gökte bir pencere bulunduğuna ve Allah'ın o kabri tavaf edenlere oradan bereketlerini indirdiğine inanırlar.
1) Beton kalıp içine alınmış gayet yüksek bir ağaç direği.
2) Köylüm bir sofu nakip kutb'u gördüğünü söyliyerek bana şunları anlatmıştı: Bir defasında el-Bedevi'nin mevlidinde sütunun yanındaydık. Uzaktan bir kaval sesi duydum. O anda şeyhimin çadırın kapısına koşup yeri öpecek kadar eğildiğini ve üstü başı pejmürde şeytan suratlı birini selamlayarak büyük bir tazimle ellerini göğe kaldırdığını gördüm. Gelen adamın elinde bir baston var, ona basarak yürüyor, önünde de başka bir adam kaval çalıyor. Adam derin derin içini çekerek kalktı ve anısını anlatmayı sürdürerek şöyle dedi: İşte bu şekilde kutb'u gördüm. Birinci adamın kutb'un kendisi, kaval çalanın da arkadaşı olup olmadığını şeyhime sordum. Evet, dedi ve ekledi: Sanı sırrı açma!
1) es-Sıratu'l-Mustakim cemaatinden değerli arkadaşımız Muhammed Nesib er-Rifaî'nin gözetiminde 1952 yılında Halep'te basıldı. er-Rifaî'nin ona yazdığı önsözde şöyle deniliyordu: Şeytan dostlarının sonunun geldiği ve hakkın batıla üstün geldiğinin alametleri ortaya çıkmıştır. Bu işaret ve müjdelerin açık ifadesi bu kitaptır. Batıl ehli sapıklar yayınevi sahibiyle bütün masraflarını ve gelirini karşılamak üzere kendilerine kitabın verilmesi ve yakmalarına müsaade etmesi için pazarlığa oturmuşlar. Yavaş olun vatandaşlar! Bu kitabın yakılması sizi kurtaramaz. Yakmak size ne sağlıyabilir ki? Söyledikleri sizin kitaplarınızdan ve risalelerinizden alınmamış mıdır? Kitapta size yöneltilen bütün suçlama ve eleştiriler kelimesi kelimesine sizin kitaplarınızdan alınmadır. Söylenenlerin sizin efendileriniz ve büyüklerinize ait olmadığını söylüyorsanız, hodri meydan!
1) Sudan'da bir yazar "el-Ciyadu's-Safinât fi'r-Reddi alâ Sûfiyât" başlığı altında ona bir reddiye yazmış, Suriye'den bir yazar da "Nesfu's-sûfiyât" başlığı altında tepkisini göstermiştir. İkisinin reddiyeleri de savundukları tasavvufun ne kadar kokuşmuş ve haktan uzak bir yol olduğunu gösteren açık birer belge teşkil etmektedir.
1) Mısır'da tarikatlar bir konfederasyon çatısı altında toplanmış ...........?.............
1) "Gayr-siva" (başkalık-gayrılık) tasavvufi iki terimdir. Tasavvuf dininde gerçek sofu, gayr ve sivanın olmadığına inanandır. Yani bütün varlıkları bir varlık gören, vahdeti vücuda inanandır.
2) Hac, 31
1) İbn Teymiyye, Mecmûatu'r-Resail ve'l-Mesail, 1/177
1) İbn Arabi'nin bu söylediklerini ileride bizzat kendi sözleriyle nakledeceğiz.
1) Tevbe, 129
1) Sâd, 5
2) Zümer, 3
3) Yunus, 18
4) Enbiya, 22
5) Zümer, 44
1) "Tasavvufun Dini" bölümüne kadar bu kısım Abdurrahman Abdulhalik'ın "el-Fikru's-Sûfî fi Dav'il-Kitab ve's-Sunne, 15-31, kitabından alınmıştır. (Çeviren)
1) Benzer lafızlarla Ahmed Müsnedinde rivayet etmiştir. 3/387, Beyhaki Şuabu'l-İman'da ve Darımî, 1/115-116'da rivayet etmişlerdir. el-Elbani hasen bir hadis olduğunu söyler.
1) Nevevi'nin Muslim Şerhi, 6/159, Ahmed İbn Hanbel, 4/256, 379
1) Buhari şerhi Fethulbari, 3/358, 6/223, 224,8/266, ahmed İbn Hanbel, 6/436,
2) Nisa, 49-50,
3) Nisa, 123,
1) Ahmed İbn Hanbel, 1/214, 224, 282, 347, Buhari, Edebu'l-Müfred, 783, el-Elbani sahih hadisler arasında saymıştır.
2) Ahmed İbn Hanbel, 5/218, Tirmizi, Sunen, 6/407, 408, Senedinin sahih olduğu kaydedilmektedir.
1) Müslim Sahihinde rivayet etmiştir. 14/225, Nevevi, şeytanların göğe yükselmeleri ve şimşeklerin onları yakmasını ifade eden hadisi ayrıca Buhari Sahihi'nde birkaç yerde zikretmiştir. Mesela Fethu'l-Bari, Kitabu't-Tefsir, 9/452, Muslim'de de buna benzer bir hadis vardır. 7/26, 27, Nevevi, Diğer hadis kitaplarında da varid olduğu belirtilmektedir. Hadisin tahrici ile ilgili diğer bilgileruraya alınmamıştır.
2) Buhari buna benzer lafızla uzun bir hadis olarak rivayet etmiştir. Fethulbari, 2/462, 6/512, 13/180, Müslim de rivayet etmiştir. 18/46, 58, Nevevi şerhi.
1) Buhari, 4/450, 451, Fethulbari, Müslim, 11/102, 13, başkaları da rivayet etmiştir.
2) Buhari, 12/401, 402, Ebu Davud, 3300, başkaları da rivayet etmiştir.
3) Meryem, 26
1) Bu hadis iki rivayetten oluşmaktadır. Müslim onları Sahih'inde rivayet etmiştir. 8/44-47, Nevevi, Buhari de benzerini rivayet etmiştir. 5/124, Fethulbari.
2) Buhari rivayet etmiştir. 5/114, Fethulbari. Selman ve Ebu'd-Derda kıssasında geçmektedir. İlk iki cümle Abdullah İbn Amr kıssasında yer almaktadır.
1) Müslim, 1/49-51, Ebu Katade el-Ensari'den rivayet etmiştir.
2) Müslim, 7/212, 215, Ebu Hureyre ve Aişe'den rivayet etmiştir.
3) Buhari ve Müslim Enes'den rivayet etmiştir. Birinde minbere çıkma ve halkı toplama kısmı bulunmamaktadır.
1) En'am, 162-163,
1) Bu iki cümle, Rasûlullah'ın ihtiyaç anında yaptığı konuşmalarında kendisiyle söze başladığı cümlelerdir. Birinci cümle Müslim ve Beyhaki, ikinci cümle de Nesai tarafından kaydedilmiştir. Hadisin isnadı sahihtir. Fazla bilgi için Elbani'nin "Hutbetu4l-Hâceti" risalesine bakınız.
2) Buhari ve Müslim,
3) Ebu Davud Şeddad İbn Evs'den rivayet etmiştir. Senedi sahihtir.
Elbani kitaplarında sahih olduğunu kaydetmiştir. Bkz. Sahihu'l-Cami', 3205, Tahricu'l-Mişkât, 765,
4) Bu konuda en derli toplu ve güzel kitaplardan biri İbn Teymiyye'nin "İktizau's-Sırati'l-Müstakim" kitabıdır. Şerî ölçülere bağlı kalma ve sapıklıklara uymama konusunda detaylı bilgiler vermektedir.
1) Biraz farklılıkla Darımi rivayet etmiştir. Senedi iyidir. er-Reddu ..............?..........
1) Benzeriyle Tirmizi rivayet etmiştir. Tuhfe, 8/9, Ancak bunda bir zayıflık bulunmaktadır. Tabarani ve Bezzar da rivayet etmişlerdir. Darımi de Sünen'de rivayet etmiştir. S, 68, Daru İhyai's-Sünneti'n-Nebeviyye baskısı.
1) Bu bölüm Abdurrahman Abdulhalik'in el-Fikru's-Sûfî fi Dav'i'l-Kitab ve's-Sunne, kitabının 15-31 sayfalarından alınmıştır. (Çeviren)
1) İbn Acîbe, İkâzu'l-Himem fi Şerhi'l-Hikem, 1/5, Basım 1913. Bu sözü tasavvuf ile imamlarını tanrılaştıran Şiilik arasında sıkı bağların olduğunu göstermektedir. Bu konuya ileride genişçe yer vereceğiz.
2) Ebu Davud, Tirmizi, İbn Hibban ve Hakim rivayet etti. Hakim Ebu Hureyre yolu ile sahih olduğunu söylemiş, Tirmizi de Hasen sahih delile ihtiyaç yoktur, diyorum. Çünkü tasavvufçuların kendileri buna inanarak itiraf etmektedir.
Tasavvufçulara sorunuz, tasavvufa bulaşmış kişileri neden İslâm'ın adlandırdığı gibi müslüman değil de sofu diye adlandırıyorlar?
1) İbn Teymiyye, Mecmuatu'r-Resail ve'l-Mesail, 1/145,
2) Fususu'l-Hikem Bâli Şerhi, 4, Hicri 1309 tarihli baskı.
1) Ruveym el-Bağdadi şöyle der: "Sofular boğuşup çatıştığı müddetçe iyilik içindedirler. Barışırlarsa, helak olurlar." es-Sulemi, Tabakatu's-Sûfiyye, 181, Ne âlâ, değil mi? Müslümanlar boğuşup çatışsınlar. Tasavvuf dini budur.
1) et-Tilimsani yolda ölmüş uyuz bir köpeğe uğrar.u Kendisine vahdeti vücudu anlatmakta olduğu bir arkadaşı, köpeğin kokuşmuş leşini göstererek, ona "Bu da mı Allah'ın zatının kendisidir?" der. et-Tilimsani, evet, herşey O'nun zatıdır. Bunun dışında kalan hiçbir şey yoktur, der. Bkz. İbn Teymiyye, Mecmuatu'r-Resail el-Kubra, 145.
1) Ömer İbn el-Farıd soyca Hama'lıdır. Hicri 632 yılında Mısır'da doğmuştur. Tasavvuf şairi olarak bilinir. Burada Hallac ve Bistami gibi daha önceki sofulardan sözetmedim. Çünkü selef ve halefiyle tasavvufçuların takdisinde ittifak ettikleri meşhurlarından misaller nakletmek istedim. Zira bunlar o kadar riyakârdır ki Hallac gündeme geldiği zaman riyakarlık yaparak onun tenkid edildiğini ve zaten tasvip edilmediğini söyleyerek meseleyi geçiştirmeye çalışırlar. Hepsinin üzerinde ittifak ettikleri kişilerden nakiller yapıyorum ki mazeretleri ve riyakarlıkları olmasın.
1) Muhatap tâ'sının kaldırılmasının anlamı şöyle olabilir: Bir "başka" bulunmadığı için kendi ile başkası arasında hitap kaldırılmıştır. Yahut Arapça'da muhatap müzekker kipinin sonundaki tâ harfinin fethası kaldırılmış ve zamme'ye dönüşmüş ve "ben yaptım" anlamındaki kipe dönüşmüştür. Yani muhatap tâ'sı ile mütekellim tâ'sı bir olmuştur. Kısaca sen ben ayrılığı kalmamıştır.
1) Yüce Allah Hz. Peygamber'e hitap ederek "Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğini hidayete erdirir" (Kasas, 56) buyururken, İbn el-Farıd kendini Hz. Muhammed'den üstün ve Allah'la bir tutuyor.
2) Hiçbir müslüman böyle söyler mi? Bu hususiyet sadece Allah'a mahsus iken, İbn el-Farıd onu kendine nisbet ediyor.
1) İbn el-Fârıd ve benzeri tasavvuf şairleri şiirlerinde yüce Allah'ı daima bir dişi olarak anmakta ve canlandırmaktadır. Şiirlerinde muha..........?.............
1) Burada geçen isimler Arap edebiyatında meşhur aşıkların isimleridir. İbn el-Farid'in mensuplarından biri âşıklar sultanının hayasızlığını bize şöyle anlatıyor: "Bana birkaç dirhem verdi ve yemek için birşeyler al, dedi.b Aldım, Sahile yürüdük. Bir sandala bindik ve Behnesa'ya vardık. Şeyh kapıyı çaldı. Bir adam çıktı, bismillah dedi. Şeyh çıktı, ben de beraber çıktım. Birde ne göreyim, bir sürü kadın, tef ve kavallar çalıyor, şarkı söylüyorlar. Konser bitene kadar şeyh dans etti. Sonra çıkıp ayrıldık ve Mısır'a geldik Bu durum tuhafıma gitti. O arada şeyh efendiye kapıyı açan adam geldi ve kendisine şöyle dedi: Efendim, falan kadın öldü. O kadınlardan birinin adını söyledi. Tellal çağırın ve yerinde şarkı söyliyecek bir kadın satın alın, dedi. Kulacağımdan tutup şöyle dedi: Fakirlere (yani sofulara) bunu yadırgama, Bkz. İbn Hacer el-Askalani, Lisanu'l-Mizan, 4/319, Hindistan baskısı, 1320 h.
İşte tasavvuf azizi İbn el-Farid budur. Dans ediyor, şarkı söylüyor, kadınlar da onunla beraber dans edip şarkı söylüyor ve tef çalıyor. Buna rağmen mensuplarına kendisini tenkid etmelerini de yasaklıyor. Şeyhler böyledir!
1) Nisa, 117
1) Müşrikler neden kadınlara tapar ve onlara dua ederler? Bunun cevabını biz Elmalılı tefsirinden nakledelim:
"allah'a ortak koşanlar Allah'ı bırakıp ancak kadınlara dua edenler. Kancıklara çağırır, kancıklara taparlar, onların en çok tapındıkları, gönül verip yalvardıkları veya namına çağırdıkları mabudları kancıklar olur. Bunların nazarında ilah mefhumu ve mabud tasavvuru her şeyden önce bir kadın hayalidir. Onun içindir ki putlarının çoğu kadın suretinde ve kadın ismindedir. Bunlar kendilerinden başka bir fail görmek istemediklerinden mabudlarını müessir, hâkim, faal olmak üzere değil, kendilerine itaat pozisyonunda bulunacak, heveslerine râm olacak dişi unsurlarda münfail (edilgen) mahiyetlerde ararlar. Bu ruh hallerinden dolayı kendilerine bir başka seçecek olsalar böyle yumuşakları ve âcizleri seçerler. Müfessirler buradaki "dişiler" kelimesini gerçek dişi manasından çıkararak mecazi manada putlar için kullanıldığını söylüyorlar. Bu mana da doğru olmakla beraber buna gerek yoktur. Çünkü her hayal bir hakikatin yansıması olduğundan bu durum kadınlara düşkünlüğün ve onlara kapılmanın bir neticesi olarak görülmesi gerekir. Nitekim "dişiler" kelimesini gerçek manasıyla anlamak hem asıldır hem de âyetin içeriğine daha uygundur.
Yani müşrik ruhunun nihai mabudu kadındır. Onun nazarında taabbudun en büyük misali kadınlara tapmaktır. O bütün zevkini, bütün ilhamını kadından almak ister. Kadın zevki onun için en büyük lezzet olur. Onun bütün hayallerinin başında bir kadın hayali vardır. Bundan dolayı her oturduğu yerde, her hürmet edeceği mevkide güzel bir kadın resmi arar. Putların çoğunun kadın isimleriyle adlandırılması da kadına tapınmanın ruha hakim olmasından kaynaklanmaktadır. Putların mevkisi buna bir sembol, bir timsal olmaktan ibarettir. Bu suretle olağanüstü veya muhayyel güzellerin resimleri genelleştirilir ve onların hayalleri karşısında diğer kadınlar tahkir edilir. En çirkin bir kadın en güzel bir puttan daha değerli olması gerekirken mabudunu kadın telakki eden müşriklerin elinde hakiki kadınlar öyle bir müptezel olurlar ki hürmet şöyle dursun, en basit insan haklarından bile mahrum edilirler. İddialara bakarsanız kadın her şeydir. Realite ve uygulamalara bakarsanız kadın oyuncakların en sefili olmuştur. Bu durum müşriklerin öyle bir sapıklığı ve şeytanların öyle bir oyunudur ki herhangi bir şeyi sevecek olsalar ona mutlaka bir kadın tasavvuru karıştırırlar. Güneşe, yıldıza, meleklere taparlar, kadın tasavvur ederler ve bu suretle bütün ibadet zevkini şehvetlerde toplayıp hakları hakikatleri hayallere feda ederler. Kadın hayalleri karşısında hakiki kadınları ayaklar altına alırlar. Putperest Eski Yunan ve diğer milletlerde böyle olduğu gibi müşrik Araplar'da da böyle olmuştur. (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, ................?..............
1) Görünümünden maksat Hz. Âdem'dir. İbn el-Farid'in dininde ilahi zatın cesede bürünmesinden başka bir şey değildir ve o da İbn el-Farid'dir.
2) Birden fazla varlığın varlığına ve varlıkların çokluğuna kail olmak ve "Madem ki secde eden ve edilen varlıklardan söz ediyorsun, o halde birden fazla varlıkları kabul etmiş olmuyor musun?" gibi bir itirazla karşılaşmamak için melekleri kendi sıfatı olarak kabul etmiştir. Böyle bir soru ile karşılaşmamak için melekleri zatının sıfatı saymıştır. Çünkü ona göre bunlar ilahi zatın sıfatlarıdır ve sıfatlar zatın aynısıdır. Onun için çokluk ve başkalık sözkonusu olmaz.
3) el-Kâşânî, Keşfu'l-Vücuhi'l-Gur, Divan şerhinin hamisinde, 2/89, Basım 1310 Hicri.
1) Muhyiddin İbn Arabi 1165 yılında Endülüs şehirlerinden Marsilya'da doğmuş ve 1240 yılında Şam'da ölmüştür. Otuz yıl İşbiliyye'de kalmış, sonra Şark'a gitmiştir. Tasavvufçular onu velilerin son halkası sayar. Hak ile batılın içiçe bulunduğu birçok eserleri vardır.
1) Fususu'l-Hikem kitabından İsevi ve Muhammedi fasları okuyunuz.
2) ..............?............
3) ............?.............
1) Arapça'da had, tanımların en mükemmelidir. Mesela putu herhangi bir şekilde tanımlayacak olursak bu tanım tasavvufi rab için de geçerlidir. Çünkü rab o putun kendisidir.
2) Fususu'l-Hikem, 111, el-Halebi baskısı.
3) ..............?...............
4) ..............?............
5) .............?............
6) ................?.............
1) Fususu'l-Hikem, 181
2) Fususu'l-Hikem, 80
1) Fususu'l-Hikem, 79
2) Abdulkerim el-Cîlî, el-İnsanu'l-Kâmil, 2/83
1) Fususu'l-Hikem, 1/195, İbn Arabi burada önceki kafirlerin taptığı tanrıları sıralamıştır. Onlar taşa, ağaca, hayvana, insana, yıldıza ve meleğe tapmışlardır. Bunlar sabiiler, yahudi, hıristiyan ve puta tapanlardır. Bütün bunların tapmalarını tasvip etmiştir. Çünkü onun dininde bunların bütün taptıkları, mabud suretinde tecelli eden tanrıdan başka bir şey değildir.
1) Yüce Allah'ın guslu (yıkanmayı) emretmesinin sebebi, vücudu ve günahıyla tasavvufi tanrıça ile beraber olduğu halde bir kadınla beraber olduğunu tevehhüm etmesidir. Böyle bir kuruntuya kapılmasaydı ona yıkanmayı emretmezdi, diyor İbn Arabi!
2) İbn Arabi, Hz. Peygamber'in kadınları sevmesinin sebebi Allah'ın onların zatında en mükemmel şekilde ortaya çıktığı ve tecelli ettiğine inanması ve Allah suretine girmiş bir vücutla eğlenme arzusu olduğunu iddia etmektedir. Rasûlullah bu iftiralardan münezzehtir.
3) Fususu'l-Hikem, 1/212, el-Halebi baskısı, Kâşâni Şerhi, 437, İstanbul baskısı, Bali Şerhi, 420, Basım 1309 Hicri.
1) Fususu'l-Hikem, 1/26, el-Halebi baskısı.
1) Meşhur tasavvufçuların çoğu Allah'ı kadın suretinde tasavvur eder ve zevklerini tatmin için seksi bir pozisyonda canlandırırlar. Bu gerçeği onlarla ilgili menkıbe kitaplarının hemen hepsinde görmek mümkündür. Hatta bazan işi Lut kavminin o çirkin alışkanlığına kadar götürdüklerini anlatan olaylar naklederler. Mesela, bu kitapların en meşhurlarından Menakibu'l-Ârifin'den bazı misaller verelim.
"Şemsi Tebrizi4nin Kimya adında bir karısı vardı. Birgün Şems hazretlerine kızıp Meram bağları tarafına gitti. Mevlana hazretleri medresenin kadınlarına işaretle: "Haydi gidin, Kimya hatunu buraya getirin. Şemseddin'in gönlü ona çok bağlıdır" buyurdu. Bunun üzerine kadınlardan bir grup onu aramaya hazırlandıkları sırada, Mevlana Şems'in yanına girdi. Şems şahane bir çadırda oturmuş, Kimya hatunla konuşup oynaşıyor ve Kimya hatun da giydiği elbiselerle orada oturuyordu. Mevlana bunu görünce hayrette kaldı. Onu aramaya hazırlanan dostların karıları da henüz gitmemişlerdi. Mevlana dışarı çıktı. BSu karıkocanın oynaşmalarına mani olmamak için medresede aşağı yukarı dolaştı. Sonra Şems "İçeri gel" diye bağırdı. Mevlana içeri girdiği vakit, Şems'den başkasını görmedi. Bunun sırrını sordu ve "Kimya nereye gitti?" dedi. Şems "Yüce tanrı beni o kadar sever ki istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da Kimya şeklinde geldi" buyurdu. Sayfa, 2/56-57.
Yine Sultan Veled hazretlerinden nakledilmiştir: Birgün Mevlana Şemseddin iyi ve namuslu kadınları övüyor ve onların iffet ve ismeti hakkında: "Bununla beraber bir kadına arşın üstünde bir yer verseler, onun nazarı birdenbire dünya üzerine düşse ve yer yüzünde intiaza (intizzaa olsa gerek) gelmiş bir tenasül aleti görse, deli gibi kendini oradan aşağı atar ve aletin üstüne düşer. Çünkü kadınların mezhebinde ondan daha yüksek bir mertebe yoktur" buyurdu. Sonra şu hikayeyi anlattı:
Şam'da bulunan şeyh Ali Harirî kademli, parlak kalpli, metanet sahibi bir kişiydi. Sema esnasında kime baksa derhal o, ona mürit olurdu. Giydiği hırka parça parça idi. (Bu yüzden) sema esnasında vücudun her tarafı görünürdü. Halifenin oğlu da bunun menkıbelerini işittiği için sema'ını görmek istedi. Sema edenleri seyretmek için makam kapısından içeri girdiği vakit şeyhin nazarı ona ilişti. O derhal mürit oldu ve elbise giydi. Oğlunun şeyhe mürid olduğu haberi Mısır'da halifenin kulağına ulaştı. Son derece de canı sıkıldı. Şeyhi öldürmek istedi. Fakat şeyhin yüzünü görür görmez o da tam bir samimiyetle şeyhe teveccüh gösterdi. Halifenin karısı da onu görmek istedi. Şeyhi eve davet ettiler. Hatun ilerleyip şeyhin ayaklarına kapandı ve elini öpmek istedi. Şeyh tenasül aletini kaldırarak kadının eline verdi ve "Senin istediğin o değil, budur" dedi ve sema başladı. Bunun üzerine halifenin itikadı bir iken bin oldu." Sayfa, 2/59-60.
"Birgün Şemseddin (Tebrizi), seyahati esnasında bir şeyhe rasladı. Bu şeyh, mahbuperestlik (genç çocuklar seyretmek) illetine tutulmuştu. Nerede genç bir çocuk görse onun yüzünü temaşa etmekten kendini alamazdı. Şems ona "Hey, bu ne haldir?" diye çıkıştı. Şeyh: "Güzellerin yüzü ayna gibidir. Ben Tanrıyı o aynada müşahade ediyorum" dedi...." Sayfa, 2/49-50.
"Mevlana hazretleri, Sultan Veled'i Şemsi Tebrizi'ye mürit yaptığı vakit: "Bahaddinim haşhaş yemez ve asla livata yapmaz. Çünkü bu iki şey, kerim olan tanrının yanında son derece yerilmiştir" buyurdu. Sayfa, 2/52. Herhalde rasgele bu iki çirkin fiile dikkati çekmiyor. Çünkü bunlar tekke çevrelerinde yaygın fiillerdir.
"Yine Sultan Veled'den nakledilmiştir: Birgün ileri gelen sofular babam Hüdavendigar'dan "Ebu Yezid (el-Bistami), "Ben Tanrımı daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde gördüm" buyuruyor. Bu nasıl olur? diye sordular. Babam; "Bunda iki hüküm vardır. Ya Bayezid, Tanrıyı sakalı bitmemiş genç şeklinde görmüş, yahut Bayezid'in meylinden ötürü Tanrı onun gözüne bir genç çocuk suretinde gözükmüştür" dedi. (Devamında Kimya Hatun olayını anlatır). Sayfa, 2/56. Bu misalleri daha da çoğaltmak mümkündür. Ancak bütün bunların arkasında yatan gerçek, tasavvuf çevrelerinin Allah hakkında taşıdıkları ve iman esaslarıyla bağdaşmıyan bozukluklar ve zındıklıkların çokluğudur. Üstelik bu sapıklık ve zındıklıkların dindarlık, ermişlik, velilik ve Allah'ın sıfatlarına sahip olmakla kamufle edilmesine çalışılmasıdır. Küçüğünden büyüğüne kadar hemen hepsinin eserlerinde ve sözlerinde bunu bulmak mümkündür. İsterseniz alimlerin gavsı, ariflerin kutbu, evliyanın önderi, müceddid-i elf-i sani İmam Rabbani4nin mektubatından örnek verelim: Birinci mektupta şöyle diyor: "Kıymetli emirlerinize uyarak bu mektubu yüzümün karasıyla yazıyorum. Dağınık, bozuk olan hallerimi titriyerek arzediyorum. Bu yolda ilerlerken, Allah'u Teâlâ'nın ismi zahirleri o kadar çok tecelli etti ki, her şeyde ayrı ayrı göründü. Hatta nisa (kadınlar) şeklinde, onların organları halinde ayrı ayrı zahir oldu..." Mektubat Tercemesi, 1/6, Birinci Mektup, Terceme: Hüseyin Hilmi Işık, Sönmez, İstanbul 1968. (Çeviren)
1) Yani senin isimlerin onun isimleri ve sıfatların onun sıfatları, fiillerin de onun fiilleridir. Sen olmasaydın o ne isimlendirilir, ne tavsif edilir, ne de hakkında bir hüküm verilirdi. Çünkü sen onun zatı ve kendisisin.
2) Fususu'l-Hikem, 1/83, el-Halabi baskısı.
3) Fususu'l-Hikem'in ilk sayfalarına bakınız.
1) Abdulkerim İbn İbrahim el-Cîlânî veya el-Cîlî olup hicri 830 yılında ölmüştür. İnsan-ı Kâmil en meşhur eseridir.
2) Gümüşhanevi şöyle diyor: "En büyük berzah hakikatiyle .................?.............
3) ..................?................
1) el-Cîlî, el-İnsanu'l-Kamil, 1/22 vd. Hicri 1293 baskısı.
1) Zariyat, 53
2) el-Cîlî ..................?..............
1) el-İnsanu'l-Kamil, 2/41. İblis'in Muhammed'in nefsinden yaratıldığı iddiasına bakınız. Gördüğünüz gibi tasavvufçular bizleri küfürle suçlamaktadır. Çünkü iblisin ateşten yaratıldığına inanıyoruz. Allah'ın bildirdiği şekilde Hz. Muhammed'e salat getirmelerini istediğimiz için bizi küfürle suçlayan tasavvufçular acaba iblisin Muhammed'in nesinden yaratıldığını söyliyen el-Cîlî için ne diyeceklerdir?!
2) Hak ve halk ilahi zatın iki yüzü yahut iki sıfatıdır. Birincisi, batını itibariyle, ikincisi de zahiri itibariyledir.
3) el-İnsanu'l-Kamil, 1/27,
4) el-İnsanu'l-Kamil, 1/69,
5) el-İnsanu'l-Kamil, 1/33. Herhalde tasavvufçulara bu inanç Mecusiliğin düalist inancından geçmiştir. Bilindiği gibi Mecusilik'te aydınlık ve karanlık, iyilik ve kötülük tanrıları olarak Hürmüz ve Ehrimen'in varlığına ve bunların tasarrufuna inanılmaktadır. Zaten tasavvuf İslâm alemine Mecusiliğin eski yurdu İran'dan geçmiştir.
1) Muhammed Ebu Hamid el-Gazali olup hicri 505 yılında ölmüştür. Çok sayıda kitabın müellifidir. Şark ve garp aleminde şöhreti büyüktür.
2) Umum müslümanların itikadda avam oldukları deyişine bakınız.
3) Bu mertebede failin birliğini söylüyor. Nitekim daha sonra bunu ifade edecektir. Şöyle ki: Bir tek failden başkası müşahade edilmez, buna göre suçlunun filini de o tek faile nisbet etmek gerekir.
4) Yukarıda failin birliğini söylerken başkasının varlığını nefyetmiyordu. Burada ise mevcudun birliğini, yani varlığın birliğini kararlaştırmaktadır. Çokluklarına rağmen nesneler gerçekte bir nesneden başka değildir, demektedir.
1) Tevhidin en yüce mertebelerini bilmeyi mükaşefe ilimlerine bırakıyor. Acaba nedir o ilimler? Şüphe yokki Kur'ân ve sünnetten başka şeylerdir. Tasavvufçuların vecd ve zevklerinden uydurdukları ve kitaplarına yazdıkları hurafelerdir. Sanki Kur'ân ve sünnette katıksız tevhide ve yüce Allah'ın sevgisine ulaştıracak şeyler yokmuş gibi! Bu nevi sözlerin müslümanları Allah'ın hidayetinden uzaklaştırıp tasavvufçuların sapıklık ve hurafelerine götüreceği acaba Gazali'nin hiç mi aklına gelmedi?!
2) Yüce Allah'ın "Kitaba almadığımız hiçbir şey bırakmadık" sözüne bakınız. En önemli şey de uluhiyet ve rububiyetinde Allah'ın tevhididir. Ama Gazali gerçek tevhid hakikatinin kitaplarda yazılmasının caiz olmadığını iddia ediyor. Bu demektir ki tevhid hakikati Allah'ın kitabında yoktur ve onu tasavvufçulardan başkası bilmiyor.
3) Bunun anlamı şudur: Gazali ve benzeri tasavvufçular rububiyetin ve müslümanlar tevhidin hakikatini bilmiyorlar. Kısaca Allah'ın kita ................?...............
1) Gazali bu basit mantıkla yaratan ile yaratılan arasındaki birliği delillendirmekte ve kendisine inanmamızı zorunlu kılmaktadır. Bunun yerine Allah'ın kitabından bir âyet yahut akli bir delil veya sahih bir düşünceyi delil getirmesini isterdik. Ne varki çirkin hayale başvurarak Allah ile yaratıkların birliğini insan ile organları birliğine benzetmiştir.
2) Hallac-ı Mansur şeriatın kesin ve sarih hükümlerine muhalifetinden ve zındıklığının sabit oluşundan dolayı Hicri 309 yılında idam edilmiştir.
3) el-Havvas, İbrahim ibn İsmail Ebu İshak olup Hicri 291 yılında öldü.
4) yukarıdaki bütün pasajlar Gazali4nin İhya Ulumi'd-Din, 4/222 vd.dan alınmıştır. Daru'l-Kütübi'l-Arabiyye baskısı,
Aşağıdaki beyitlerin sahibi olduğunu bile bile Gazali'nin Hallac'ı övmesi yahut en yüksek muvahhid olarak nitelemesi çok tuhaftır. Hallac şöyle diyor:
"Beşeriyetini, lahûtiliğinin delici ışığının sırrı tarafından açığa çıkarılan yüce olsun.
Sonra yaratıkları arasında yiyen ve içen suretinde açıkça göründü.
Hatta yaratıkları onu kapıcıların birbirini farketmeleri gibi farketti." Başka beyitlerinde de şöyle diyor:
"İçkiye berrak suyun katılması gibi ruhunu ruhuma kattın.
Sana bir şey olursa bana da olur, zira her durumda sen benim." Bakınız, el-Hallac, et-Tavasîn, 130, 132.
Gazali4nin Allah'ın yiyen ve içen, hayatı ve ölümü seven, hüzünle kahrolan, yokluktan mahovolan ve şehvetler elinde bocalayan bir varlık olduğunu ve yaratıkların aynısı bulunduğunu iddia eden bir zındıkı tebcil etmesi ne talihsizliktir! Tevhidin en üstün mertebelerine yükselme konusunda Gazali müminlerden örnek alacağı hiç mi mümin bulamadı? Ebu Bekir ve Ömer'in tevhidi hiç mi ilgisini çekmedi de gitti bir zındıkı en yüksek muvahhid olarak gösterdi?
1- Vahdeti vücut, bütün varlıkların Allah olması. ...............?...............
2) Nicholson, Fi't-Tasavvufi'l-İslami, 104, Terc. Dr. Arifi,
3) Nicholson4dan önce İmam İbn Teymiyye bunu kavramış, okuduğum yazılarında İhya'dan yaptığımız gibi nakiller yapmamasına rağmen Gazali4nin tasavvufunu kesin delillerle açık bir şekilde ortaya koymuştur.
1) İ. Goldziher, Mezahibu't-Tefsir, 259,
2) İ. Goldziher, el-Akide ve'ş-Şeria, 159,
3) İ. Goldziher, el-Akide ve'ş-Şeria, 161,
4) Carl Bockr, et-Tarasu'l-Yunani, 10, Terc. Dr. Bedevi,
1) es-Subki "Tabakatu'ş-Şafiiyye" kitabında Gazali'nin son günlerinde Kur'ân ve sünnetle uğraştığını söyliyerek onu temize çıkarmaya çalışıyor. Keşke söyledikleri doğru olsa! Bununla beraber Gazali'nin kültür mirası konusunda müslümanları uyarmak gerekir. Çünkü ellerindeki Gazali'nin kitaplarının çoğu tasavvufla ilgilidir. Son zamanında Kur'ân ve sünnetle ilgilendiğine dair bize bir kitap bırakmamıştır.
1) Bu kısım İmam Rabbani'nin mektubat tercümesinden alınmıştır. (Çeviren)
1) Yani ona delil ve burhan yolu ile ulaşmıştır.
2) Yani ona keşf ve ilham yolu ile ulaşmıştır.
3) Tayfur el-Bistami söylemiştir.
4) el-Bistami söylemiştir.
5) Hallacı Mansur söylemiştir.
6) Gazali bu Mecusiliği Allah'ın aşkıyla sarhoş olmuş ruhların yüksek sesleri olarak niteliyor. Baştan başa zındıklık demek olan bu ifadeleri Gazali -eleştiri sayılırsa- gûya eleştirmek için bütün söylediği "Aşıkların sözü gizlenir, anlatılmaz" ifadesinden ibaret olmuştur. Ama bu nevi zındıklıklar için Allah'ın hükmünün ne olduğunu söylemiyor. Gerçi bundan önce bunun tevhidin en üst mertebesi olduğuna kendisi hükmetmişti.
7) Bu söz Hallacı Mansur'undur. Bkz. et-Tevasîn, 34. Ondan sonraki beyit de şöyledir: "Beni gördüğün zaman onu görmüş olursun, onu gördüğün zaman bizi görmüş olursun.-"
Gazali yukardaki sözün Hallac'a ait olduğunu bildiği halde bile bile adını gizliyor ve arkasına sığınıyor. Hallac, bilindiği gibi, ..........?........ olup ilahi hakikatin ikiliğine inanır. Allah iki yüzü yahut iki tabiatı olduğunu, bunların lahut ve nasut, yani ilah ve insan tabiatı yahut yüzü olduğunu söylüyor. Lahut (Allah), nasut (insan) da hulul etmiştir. Onun için insanın ruhu ilahi hakikatin lahutisi (ilahisi)dir. Onsuz olduğu zaman da nasutisi (insanisi)dir. Gazali ittihadı red edip ittihada benziyen bir şeyi kabul etmekle ittihaddan daha kötü olan hulule (Allah'ın insan şekline bürünmesi) inanmış olur. Bunun açık delili de Gazali'nin naklettiği Hallac'ın beytidir. Hallac'ın hulul inancını açıkça ifade etmektedir.
Hangi şeye işaret ederseniz, gerçekte Allah'ı işaret etmiş olursunuz, çünkü Allah işaret edilen o şeyin aynı (kendisi)dir, diyor.
1) Gazali, Mişkâtu'l-Envâr, 122, basım 1934, Gazali sır dediği saçmalıkların deşifre edilmesini ve içyüzünün insanlara açıklanmasını da caiz görmiyerek sahiplerine bir nevi dokunulmazlık tanımaktadır.
2) Tasavvufta hüviyet, ilahi zatın gizli hakikati yahut herhangi bir maddede taayyun etmeden (ortaya çıkmadan) önceki zatıdır. Gerçekleşen bütün varlıkların gizli tarafıyla Allah'ın zatı olduğunu iddia ediyor.
3) Gazali, Mişkatu'l-Envar, 124, bu da Gazali4nin hazırladığı felakettir.............?........
1) Gazali, tevhid kelimesinin gerektirdiği şeylere imanın avamın tevhidi olduğunu iddia ediyor. Çünkü uluhiyet ve rububiyeti sadece Allah'a tahsis eder ve başkalarından nefyeder. Dolayısıyla yaratıkların ve yaratmanın varlığını ispat eder. Bu da iki mevcudun varlığını, yani biri diğerinden farklı iki mevcudun varlığını ispat eder. Vahdeti yok eden bir anlayışı kabul eder. Bu ise tasavvufçulara ve onların kahinlerine göre şirktir. Onun için "La ilahe illallah"ın avamın tevhidi olduğunu söyliyerek horlarlar. Halbuki bütün peygamberlerin tevhidi odur. Gazali'ye ve tasavvufçulara göre havassın tevhidi ise "Lâ huve illâ huve"dir. Çünkü bu söz birtek varlığı (mevcudu) ispat eder, gayriyeti, kesreti ve taaddudu (başkalığı, çokluğu ve birden fazla oluşu) nefyeder. Görünümleri değişik olan birtek mevcudu ispat eder, ki bu görünümler halk (yaratıklar) adını almıştır. Yaratılan ile yaratan arasındaki varlıklar arasındaki gayriliği ve başkalığı nefyederken, birincinin varlığının ikincinin varlığının aynı (kendisi) olduğunu ispat eder. Sanki onun varlığından başka bir varlık, onun zatından başka bir zat yok, demek olur. Zatlardaki bu vehmi çokluğa ise, kalbleri kör olanlar inanır! İşte Gazali'nin sizlere uygun gördüğü din!
2) Bu ifadenin aynısını "Tezkiratu'l-Evliya", 2/216 da tasavvufçu Feriduddin Attar kullanmıştır.
1) Gazali, Mişkâtu'l-Envar, 125. Yüce Allah arşına istiva ettiğini, meleklerin kendisine yükseldiğini (uruc ettiğini), salih ameli kendisine yükselttiğini bildirmiştir. Ama Gazali hakkın karşısına batılı dikmeden edemediğinden olacak ki yükselişin (urucun) müstahil olduğunu söylemiş ve kesinlikle red etmiştir. Çünkü inandığı vahdeti vücut'la ters düşmek istemiyordu. Herhangi bir kişinin Allah'a yükselişini kabullenmek kesreti, gayriyeti ve taaddüdü kabullenmek demektir. Çünkü yükselen ve kendisine yükselinen kişilerin varlığını gerektirir. Bu ise, Gazali'nin inandığı vahdete aykırı ve onunla çelişen bir ikiliktir. Onun için herhangi bir yükselişten söz edilirse, o sadece mecazi bir yükseliştir, zira yükseliş zatı ilahinin kendisinden, kendisiyle ve kendisine olmaktadır. Yükselişi yapan kendisine yükseliş yapılanın bizzat kendisidir, demektedir.
Yükselen ve inen denildiği zaman da aynıdır. Çünkü inen de, yükselen de bir zattır. İnmek de yükselmenin kendisidir. Çünkü gerçekte birbirinin aynısı iki vasıftır. Sadece itibari olarak farklıdırlar. Bir anda, bir durumda kendileriyle bir tek zat tavsif edilir ki o da ilahi zattır. "Melekler ve ruh ona yükselir." (Mearic, 4) âyetinde sözü edilen ve yükselen melekler, başka isimler taşıyan zatı ilahinin bizzat kendisidir. Allah'ın kendisine yükselttiği salih amel, başka bir vasıf içinde zati ilahinin bizzat kendisidir. Aksi halde kesreti ve taaddüdü sonra Allah'ın yaratıklardan ayrı oluşunu kabullenmek gerekecektir.
İşte Gazali'nin tevhid anlayışı budur. Artık siz değerlendirin. Bundan sonra aynı saçmalıklarla, ama yeni bir isim, büyüleyici bir kıyafet ve gözler kamaştıran aldatıcı büyük bir lakapla karşınıza İbn Arabi çıkar.
2) Gazali, Mişkatu'l-Envar, 125,
1) Gazali'nin bazı yazılarında Selefiliğe dahiyane meyletmesine şaşmamalısınız. Çünkü GAzali'nin yüzleri çoktur. Zamanında değişik insanların karşısına bu yüzlerle çıkmıştır. Bakarsınız Eşari'dir. Çünkü Nizamiyye Medresi'nin sahibi Nizamülmülk böyle olmasını istemiştir. Halbuki kendisi felsefenin düşmanıdır. Çünkü o zaman kitlelerde felsefe düşmanlığı vardı. Bakarsınız, kelamcıdır. Ama Hanbeliler'den çekindiği için kelamcılara düşman görünür. Örnek verdiğimiz yerlerde ve "el-Maznunu Biha ala Gayri Ehliha" kitaplarında tepeden tırnağa kadar işraki ve tasavvufçudur. Diğer kitaplarında da bazan Eşari, bazan da Eşari Selefi karışımı olarak karşımıza çıkar. Bu şekilde her kesime hoşlandıklarını bildiği yüzle görünür. Bu yüzün hak yüzü veya batıl yüzü olması önemli değil.
1) Bu kısım Abdurrahman Abdulhalik'in el-Fikru's-Sufi fi Dav'i'l-Kitab ve's-Sünne. 121-122'den alınmıştır. ........?..........
1) Gazali, İhyau Ulumiddin, 3/19-20
1) Abdulvahhab eş-Şa'rani, el-Yevakît ve'l-Cevahir, 2/24, 25,
2) Abdulvahhab eş-Şa'rani, Age. 2/84. Bunun detaylı eleştirisi ve keşfe dayandırılan saçmalıklar hakkında geniş bilgi için bakınız, Abdurrahman Abdulhalik, el-Fikru's-Sûfi fi Davi'l-Kitab ve's-Sunne, 175-199, Kuveyt, 1986, üçüncü baskı. (Çeviren)
1) Amir İbn Amir Ebu'l-Fadl İzzeddin olup yaklaşık olarak hicri sekizinci asrın sonlarında ölmüştür.
2) Müslüman "Allah ortaktan münezzehtir" derken, tasavvufçular "Allah ağyardan münezzehtir" derler. Yani ondan başkası (gayrı) yoktur, çünkü o her şeyin aynı (kendisi)dir.
3) Rabbine "Sen benim ve ben sensin" diyor. Halbuki bütün küfür ve inkarına rağmen İblis "Onların dirileceği güne kadar bana mühlet ver" (Hicr, 36) diyordu. Kafir ve melun, tasavvufçular kadar küfürde ileri .....................?..................
1) Sadreddin el-Konevi Muhammed İbn Ishak olup hicri 673, miladi 1274 yılında ölmüştür. Nasıruddin et-Tûsi ile içli dışlı olmuştur.
2) Tasavvufçular hak kelimesiyle Allah'ı yahut yaratılmış suretlerde tecelli etmeden önce ilahi hakikati kastederler.
3) Sadreddin el-Konevi, Meratibu'l-Vücud, Şam Zahiriyye Kütüphanesi, 5895 de kayıtlı el yazmasından naklen el-İnsanu'l-Kamil, 115, Dr. Bedevi,
4- Abdulğani İbn İsmail en-Nablusi hicri 1143, miladi 1731 yılında ölmüştür. Meşhur tasavvufçulardan olup "İzahu'd-Delalat fi Cevazi Semai'l-Âlât" yanında başka eserleri vardır.
5) Abdulğani en-Nablusi, Hukmu Şathi'l-Veliyyi, Şam Zahiriyye Kütüphanesi, 4008 no'da kayıtlı el yazması kitabından naklen Dr. Bedevi, Satahatu's-Sufiyye, 153.
1) Şatahatu's-Sufiyye, aynı yer. Tasavvufçular bu iki yüzlülükle müslümanları dinlerinde aldatırlar. Çünkü canına okumak için batıla hak elbisesi giydirirler. Onun için Goldziher'in şu sözlerine hak vermemek mümkün değildir. "Tasavvuf özellikle yeni Eflatuncu ve Agnostik fiziklerin İslâmî bir biçimde tasvir edilmesine özen gösteren şeyler olmuştur. Nitekim tasavvufun kurallarını meşrulaştırmak için birçok mevzu hadis tasavvuf çevreleri tarafından uydurulmuştur."
1) Şazeliyye tarikatının ileri gelenlerinden Abdusselam İbn Seşiş'tir. Şazeliyye tarikatının vird olarak okuduğu es-Selat'ı tarikat çevrelerinde el-Vazife olarak anılır. Sabah akşam okunur. Hz. Muhammed'in her varlığın aslı olduğunu anlatır. Hakikatı Muhammediyye felsefesini işler. Çok defa basılmıştır. Yukarıdaki iktibaslar için el-Bekri'nin virdleri ile beraber basılan nüshaya bakınız. Sayfa 74 vd. Nitekim Virdu's-Seher kitabında da Mustafa el-Bekri aynı felsefeyi işlemekte ve Hz. Muhammed'in bütün yaratıkların aslı olduğunu belirtmektedir. Bkz. Virdu's-Seher, 63. Fazla bilgi için bkz. Muhammed Fahr Şakfe, et-Tasavvuf Beyne'l-Hakki ve'l-Halk, 82-83. (Çeviren)
1) Muhammed ed-Demirtaş el-Muhammedî olup, hicri 929 yılında ölmüştür.
2) ed-Demirtaş, el-Kavlu'l-Ferid, 16, hicri 1348 baskı.
3) ed-Demirtaş, age 14.
4) ed-Demirtaş, age. 14. Tasavvufçuların "Kainatta ne varsa hepsi vehim veya hayaldir, yahut aynalardaki yansımalar veya gölgelerdir" sözü meşhurdur. Böylece kainattaki bütün varlıkların gerçekliğini inkâr etmektedirler.
1) Ahmed İbn Acibe el-İdrisi el-Fasi, hicri onüçüncü asrın ortalarında ölmüştür.
2) İbn Acibe, İkazu'l-Himem fi Şerhi'l-Hikem, 209 vd.
1) Goldziher şöyle der: "Tasavvufçular düşüncelerini bilerek Kur'ân ve sünnete katmaya çabalamışlardır. Böylece Philo'nun mirasını İslâm'a aktarmışlardır." Bkz. el-Akide ve'ş-Şerîa, 140,
2) Hasan Rıdvan, hicri 1310 yılında ölmüştür. Çağdaş tasavvufçu sayılır.
3) Hasan Rıdvan, Ravdu'l-Kulub el-Mustetab, 269, hicri 1322 baskı.
1) Hasan Rıdvan, age. 115,
2) Horasan'ın Bistam şehrinde doğmuş ve hicri 874 yılında orada ölmüştür. Zamanının meşhur tasavvufçularındandır.
3- Feriduddin Attar, Tezkiratu'l-Evliya, 1/610,
4- Feriduddin Attar, age. aynı yer. Ebu Yezid el-Bistami'nin İslâm inançlarıyla bağdaşmıyan sözlerini tasavvufçular red ve inkâr edecekleri yerde, onları temize çıkarma, haklı gösterme ve savunma yoluna gitmişlerdir. Mesela, Celaleddin er-Rumi bu yolu izlemiş ve Bistami'nin sözlerini hep temize çıkarmağa çalışmıştır. Bkz. Ahmed Eflâki, Menakibu'l-Ârifîn, 2/39-40, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1966. (Çeviren)
1) Bu bölüm Abdurrahman Abdulhalik'in el-Fikru's-Sufi fi Dav'i'l-Kitab ve's-Sunne, 413-432, kitabından alınmıştır. (Çeviren)
1) Bu bölüm Abdurrahman Abdulhalik'in el-Fikru's-Sufi fi Dav'i'l-Kitab ve's-Sunne, 413-432, kitabından alınmıştır. (Çeviren)
1) Kamil Mustafa eş-Şeybî, es-Sılatu Beyne't-Tasavvuf ve't-Teseyyu', 272, kitabından naklen, Kâmil Mustafa eş-Şeybi'nin kendisi Şii'dir. (Çeviren)
2) Bu kısım Abdurrahman Abdulhalık'ın el-Fikru.............?............
1) el-Hâc Mirza el-Hâirî el-Ahkâfî, ed-Din Beyne'ş-Sâil ve'l-Mucîb, 89,
2) Birtakım müslümanların cifir hesabı dedikleri ve ona dayanarak bazı hesaplar yaptıkları bu cefr'dir. Şia'nın saçma bir anlayışı olduğu görülmektedir.
3) en-Kevbahtî, Firaku'ş-Şia, 38,
1) Bakınız, et-Tasavvufu'l-İslâmî, 77,
2) Günümüzde de birtakım tarikat mensuplarının yaptıkları rabıta bundan başka bir şey değildir.
1) Bakınız, Ayetullah el-Humeynî, el-Hukumetu'l-İslamiyye, 54. Humeyni'den önce Kazımeyni-i Burucerdi'nin yazdığı Cevahiru'l-Velaye, kitabında bu ifadelerin yeraldığı görülmektedir. İrşad-ı Deylemî kitabı bunları nakletmektedir. Şu sözlere bakalım:
"Hz. Rıza semaya buyurdu: Kıyamet günü âhir zaman peygamberinin ve masum imamlar olan onun çocuklarının şefaatine muhtaç olmıyacak melek-i mukarrab ya da peygamber-i mürsel veya mümin kalmıyacak. Dünyada nebilerin çoğu, güçlük ve sıkıntıda peygambere ve onun ehli beytine tevessül arayıp onları şefaatçı olarak benimsiyorlar, sıkıntılardan kurtuluyor, hacetlerine nail oluyorlardı. "Bkz. Ali Şeriati, Ali Şia'sı Safevi Şia'sı, 150, terc. Feyzullah Artinli, Yöneliş, 1990, İst. "Bu delil, imamların enbiya-ı ululazmdan daha üstün olduğunu açıkça gösterir." Age. 148. (Çeviren)
2) Ahmed Dede, et-Tuhfetu'l-Behiyye fi't-Tarikati'l-Mevleviyye, kitabından Celaleddin er-Rûmi'ye dair bazı örnekler verelim:
"Bugün cennete gitmek onun rızasına ve cehenneme girmek de onun gazabına bağlıdır." S. 29. Yine üzerine türbe yapılmasını ve kubbesinin yükseltilmesini tavsiye ederek şöyle demiştir: "Kubbemi uzaktan görüp bana fatiha okuyana kıyamet günü şefaat ederim ve onu cennete koyarım." S. 56. Yine şöyle der: "Yedi yaşında sabah namazı kılıyor ve Kevser Sûresi'ni okuyup ağlıyordum. O anda Allah bana tecelli etti ve aklım başımdan gitti. Aklım başıma geldiğinde gaybtan bir ses bana: "Ey Celaleddin! Seni müşahade makamında kıldım, bugünden sonra senden mücahede istemiyorum" dedi. S. 37. Yine, "Şüphesiz Tur dağı Allah'ın bir bakışıyla yerinden oynayıp param parça oldu. Üç gün içinde celal güneşiyle on yedi defa bana tecelli edince zayıf vücudum nasıl sarsılmasın!" S. 41. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, A.Y.No. 3905. (Çeviren)
1) İbn Haldun, Rafıziler'in imamet konusundaki inançlarına işaret etmektedir. Onlara göre mutlaka masum bir imamın bulunması ve onu da masum bir imamın izlemesi gerekir. Rasûlullah'tan sonra din ve dünya idaresi bu şekilde ancak masum imamlarla olur. Böylece insanlar ihtilafa düşmekten kurtulur ve işleri mutlaka yanılma ihtimali bulunan içtihada kalmamış olur. Bu görüşün yanlışlığı açıktır. Çünkü Rasûlullah'tan sonra masum bir kimse yoktur. Şia'nın masum olduklarını iddia ettikleri imamlarının da birçok yanlışları olmuştur ki Şia da bunu kabul eder veya takiyye olarak yahut korkudan işlediklerini söyler.
2) İbn Haldun, Mukaddime 875-877.
1) Hutatu'l-Makrizi, 489,
2) Futuhatı Mekkiyye, 2/9,
3) Dr. Mustafa Kamil eş-Şeybî, Age. 209. Tasavvufun Şia'dan alındığını İbn Arabi'nin şu sözleri de açıkça göstermektedir: "Ali Allah'ın verdiği ve başkaların bilemediği ilim sahiplerindendir." Futuhatı Mekkiyye, 1/260. İbn Acibe de İkazu'l-Himem fi Şerhi'l-Hikem kitabında şöyle der: "Tasavvuf ilmi vahiy ve ilham ile Allah'ın rasûlü tarafından kurulmuştur. Cebrail önce şeriatı getirdi, şeriat yerleşince arkasında hakikatı getirdi. Onu da sadece bazılarına verdi. Tasavvuf konusunda ilk defa söz eden ve ortaya çıkaran Hz. Ali'dir. Hasan el-Basri ondan almıştır." S., 1/5,
1) el-Havansari, Ravdâtu'l-Cennât, 731,
2) Hutatu'l-Makrizi, 2/231, 233,
3) Ebu Yakub es-Sicistani, Keşfu'l-Mahcub fi Şerhi Kasideti'l-Curcani, 65,
1) Hutatu'l-Makrizi, 2/233,
2) Keşfu'l-Mahcub fi Şerhi Kasideti'l-Curcani, 92,
3) Goldziher, el-Akide ve'ş-Şaria fi'l-İslâm, 216,
1) Dr. Ebu'l-Ala' el-Afifi, et-Tasavvuf ve's-Sevratu'r-Ruhiyye fi'l-İslâm, kitabına bakınız.
2) Batınıyye-İsmailiyye'de aklı evvel, ilahi akıl, insanda hulul ve ittihad konusunda bilgi için bakınız. Abdurrahman Abdulhalik, el-Bikru's-Sufi fi ..............?..........
1) Resailu İhvani's-Safa, 4/119,
2) el-Bidaye ve'n-Nihaye, 1/315,
1) Suriye'nin dağlık bölgesinde bir köy. Geçmişte ve bugün Batınıyye fırkasının önemli merkezlerindendir. Günümüzde İsmailiyye fırkasının karargâhı sayılır.
2) el-İber, 3/361,
1) es-Sılatu Beyne't-Tasavvuf ve't-Teşeyyu', 368,
1) Kadı et-Tenuhi, Meşvâru'l-Muhadara, 86,
2) Kadı et-Tenuhi, Age. 73,
el-Bağdadi, tasavvufçuların çoğunun Hallac'ı tasavvufa nisbet etmeyi red ettiğini ve zındıklığa nisbet ettiğini kaydeder. S. 8/112-141. Dedesinin mecusi olduğu ve Hindistan'a gidip sihirbazlık öğrendiğini, Kur'ân gibi söyleyip yazabileceğini ve Kur'ân'a nazire yazmaya çalıştığını da söyler. Bütün bunlar ve diğer mel'anetleri hakkında geniş bilgi için bakınız. Hatib el-Bağdadi, Tarihu Bağdad, 8/112-141. Daru'l-Kitabi'l-Arabi, Beyrut, İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 11/132-144, Mektebetu'l-Maarif, Beyrut, 1966, İbn el-Esîfr, el-Kâmil fi't-Tarih, 8/126-128, Beyrut, 1966,
Hallac'ın hulul ve ittihad anlamlarıyla dolu şiirlerinden aldığımız bazı örneklerin tercümesini veriyoruz:
"Nadide miske anber karıştığı gibi ruhun ruhumla yoğrulmuştur,
Sana bir şey dokunursa bana dokunmuş olur, zira sen benim ve hiç ayrılmıyoruz,
Duru suya içkinin karıştığı gibi ruhun ruhuma karışmıştır,
Sana birşey dokunursa bana dokunmuş olur, zira her halukârda sen benim." Adı geçen yerlere bakınız. (Çeviren)
3) Feriduddin Attar, Tezkiratu'l-Evliya, 2/109,
4) İbn en-Nedim, el-Fihrist, 269,
1) Tabakatu's-Sufiyye, 307,
2) Tashihu'l-İtikad, 218,
3) Erbau Nususin Tetealluku bi'l-Hallac, 59,
4) İtikadatu Fıraki'l-Muslimin ve'l-Müşrikîn, 57,
1) Tarihi Bağdad, 8/121,
2) Abdurrahman Abdulhalik, el-Fikru's-Sufi fi Dav'i'l-Kitab ve's-Sunne, 413-432. Bundan sonrası Muhammed Fahr Şakfe'nin et-Tasavvuf Beyne'l-Hakkı ve'l-Halk, 185 kitabından alınmıştır. (Çeviren)
1) el-Bahru'l-Mevrud, 292'den naklen et-Tasavvufu'l-İslami fi'l-Edebi ve'l-Ahlak, 2/301,
2) 1979 yılında Mısır devlet başkanı Enver Sedat toplumun muhtelif kesimlerinin temsilcileriyle toplantılar yapıyordu. Bu toplantılar televizyonda halk gösteriliyordu. Din adamlarıyla yaptığı bir toplantıda alimler İslâm hükümlerinin gözetilmesini ve toplumda egemen kılınmasını isterken, aralarında bulunan tarikatlar konfederasyonu başkanı şeyh es-Sutuhî, Enver Sedat'a binlerce methu sena ve duada bulunduktan sonra Mısır'da tasavvufun ve tarikatların daha çok yayılabilmesi için devlet bütçesinden kendilerine daha çok yardımların yapılmasını istedi. Bütün Mısır halkı televizyonda buna şahit oldu. Enver Sedat'ın İslâm ve müslümanlar hakkında ne kadar hayır düşündüğıü müslümanların malumudur. (Çeviren)
3) el-Bahru'l-Beyrud, 293'den naklen et-Tasavvufu'l-İslami, fi'l-Edebi ve'l-Ahlak, 2/309,
1) el-İstimaru'l-Fransî fi Afrika es-Sevda', 52,
2) Tarihu'l-Arab el-Hadis ve'l-Muassır, 373,
1) .......................?..............
2) .........................?..........
1) Mehazi'l-Veliyyi'ş-Şeytani, 13,
2) Cevahiru'l-Maani, 221,
3) Cevahiru'l-Maani, 16,
4) Cevahiru'l-Maani, 104,
5) el-İfadetu'l-Ahmediyye, 63,
6) Cevahiru'l-Maani, 170,
7) Cevahiru'l-Maani, 163,
8) Fransızlar'ın Merakeş'i işgali sırasında Ticani tarikatı ve başka tarikat mensuplarının onlarla işbirliği içinde olmaları ve duyarsız kalmaları konusunda bakınız. Tantavi Cevheri, el-Cevahir fi Tefsiri'l-Kur'âni'l-Kerim, sayı 8, c. 30, Şaban 1385, sayfa 21,
1) Muhammed Fahr Şakfe, et-Tesavvuf Beyne'l-ve'l-Halki, 216, 25/3/1947 tarihli Mısır gazetelerinden naklen,
1) Memleketimizde her yıl yapılan Mevlana ve Hacı Bektaş törenleri bunun bildiğimiz çarpıcı örnekleridir. İslâm aleminin her tarafında durum budur. Mısır'da malum devlet başkanlarının halka bu gibi yerlerden siyasi mesajlar veya dini tebrikler yayınladıkları, kamera önünde değişik pozlar verdikleri malumdur. Aynı şekilde Suriye ve Irak devlet başkanlarının zaman zaman bu nevi ayinlere katılarak halka birtakım mesajlar verdikleri bilinmektedir. (Çeviren)
2) Suriye'de müslümanlardan bir kesime yönetimin Hama kentini mezar yaptığını bütün dünya biliyor. Buna mukabil yine Suriye'de ikamet eden ve geniş bir nüfuza sahip olan bir şeyh efendi etrafına binlerce mürid toplıyarak törenler ve ayinler yapar, canı istediği zaman Suriye sahasıyla yetinmiyerek ülkemizi de kolaçan eder, her kesimden binlerce insanı etrafına toplar, her türlü bidat ve hurafeleri yayarken, iki yönetimin de buna seyirci kaldığı bilinmektedir. Çünkü şeyh efendi iki yakaya da siyasetle işi olmadığı, Hama'da binlerce müslümanın öldürülmesinin yerinde bir uygulama olduğu, sadece nefis tezkiyesiyle uğraştığı mesajını vermiştir. Bunun örnekleri pek çoktur. Tasavvufi birer tarikattan ibaret olan Kadiyaniler'in, Bahailer'in ve benzeri kitlelerin İngiliz emperyalizmine hizmetten başka rolleri bulunmadığı herkesin malumudur. (Çeviren)
1) el-Luma', 9-12, Muhammed Fahr Şakfe, et-Tasavvuf Beyne'l-Hakki ve'l-Halk, 134-140,
2) et-Taarruf, 99,
3) ............?..............
1) Futuhatı Mekkiyye, 1/260,
2) Aynı şekilde Celaleddin er-Rûmi de Hallacı Mansur'un masum olduğunu söylemiştir. Çünkü ona göre sofunun kalbi Allah'ın emrinin yeridir ve Allah dilemedikçe sofu dileyemez. Bkz. Ahmed Eflaki, Menakibu'l-Arifîn, 302, Terc. Tahsin Yazıcı, Hürriyet Yayınları, İst. 1973.
Celaleddin er-Rûmi, Hallac'ı büyük tazimle ve saygıyla anar. Onun için şöyle der: "Ben Hakkım, sözü Mansur'un dudağında nurdu." Ben Allah'ım, sözü Firavn'ın dudağında ise yalandı." Bkz. Mesnevi, c. 2, beyit 1264 ................?................
Yunus Emre de Hallac'ı aynı şekilde övmektedir. Bkz. Ord. Prof. M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 268. Geniş bilgi için bkz. Hasan Küçük, Tarikatlar, s. 220, İst. 1980, TÜRDAV yayınları. (Çeviren)
1) eş-Şa'rani, et-Tabakatu'l-Kubra, 1/10,
2) eş-Şa'rani, Age. 1/10,
3) eş-Şa'rani, Age. 1/10,
4) Erbau Rususin Teteallaku bi'l-Hallac, 19, Tarihu Bağdad, 8/12,
5-6) İbn Haldun, Mukaddime, 233,
1) el-Esraru'l-İlahiyye, 48,
2) Ahmed Emin, Duha'l-İslâm, 3/245. Tasavvufun özellikle bu alanda Şia ile bütünlüğü konusunda hemen bütün kaynaklar ittifak etmektedir. Rifai ve Bektaşi tarikatlarının Şia ile bağlantısı hakkında bakınız. Abdurrahman Abdulhalik, el-Fikru's-Sufi fi Davi'l-Kitab ve's-Sunne, 370-388, 433-446,
1) Ahmed İbn Harazim (Ticani şeyhinin vird, zikir ve biyografisini yazan bir ticani müridi), Cevahiru'l-Maani, 1/184-185,
2) Ahmed İbn ..............?.............
1) Bu kısım Muhammed Fahr Şakfe'nin et-Tasavvuf Beyne'l-Hakki ve'l-Halk, 185-192, kitabından alınmıştır. (Çeviren)
1) en-Nefahâtu'l-Akdesiyye Şerhu's-Salavâti'l-İdrisiyye, hicri 1314 basım.
el-Mevahibu's-Sermediyye fi Merakibi's-Sâdeti'n-Nakşibendiyye, kitabının yazarı Muhammed Emin el-Kurdi Şahı Nakşibend'in kerametlerinden biri olarak şunu nakleder: "Derviş Halil'in yanında kaldım. Hayvanlara hizmet etmemi emretti. Öyle oldum ki yolda bana bir köpek raslasa, önüne geçmemek için durur ve önce onun geçmesini beklerdim. Yedi sene böyle devam ettim. Sonra bu çevrenin köpeklerine ihlas ve samimiyetle, tazim ve hürmetle hizmet etmemi ve onlardan medet istememi emrederek bana şöyle dedi: Onlardan öyle bir köpeğe ulaşacaksın ki ona hizmet etmekle büyük bir saadete ereceksin. Bu hizmet nimetini ganimet bildim, verdiği müjdeye heves ederek bana gösterdiği şekilde bu hizmette hiç kusur etmedim. Nihayet bir defasında bir köpeğe kavuştum. Onunla karşılaşmaktan en üstün hâle ulaştım. Önünde durdum. Kendimi tutamıyarak çok çok ağladım. O anda köpek sırt üstü yattı ve dört ayağını göğe dikti. Ondan hazin bir ses ve şefkatli bir inilti işittim. Ben de ellerimi tevazu ve eziklik içinde kaldırıp âmip dedim. Nihayet sustu ve doğruldu." el-Mevahibu's-Sermediyye, 118-119. Yine el-Envaru'l-Kudsiyye fi Menakibi'n-Nakşibendiyye, 130, kitaplarından naklen Abdurrahman Dımaşkıyye, en-Nakşibendiyye Arz ve Tahlil, 25-26, Daru Taybe, Riyad, 1984, 1. baskı. (Çeviren)
1) Bahaullah lakabıyla anılan Mirza Hüseyin'in gömülü bulunduğu yerin adı.
2) Şeyh efendinin tasavvuf konusunda bundan sonra belirteceği kanaati beklemeden biz bazı oryantalistlerin İslâm'ın tevhidi konusunda görüşlerini nakledelim. İşte Gustave Lebonn tevhidden sözederek şöyle diyor:
"İslâm, bilhassa esas temel olan mutlak tevhid konusunda Hıristiyanlık'tan ayrılır. İslâm'ın inanmaya çağırdığı tek ilah her şeye egemendir. Ne melekler, ne kıddisler, ne de başkaları onu ihata etmez. Katıksız tevhidi ortaya koyduğu için iftihar etme şerefi sadece İslâm'dır.
İslâm ve onun düşüncesi kolay, sadedir. Diğer dinlerde gördüklerimiz ve salim bir zevkin red ettiği çelişki ve kapalılıklardan uzaktır. Birtek ilahın varlığı ve bütün insanların onun karşısında eşitliğini söyliyen İslâm'ın esaslarından daha açık ve net hiçbir inanç yoktur." Bkz. Hadaratu'l-Arab, ter. Adil Zuaytır, 158.
Oryantalist J.J. Sedillot da şöyle der: "Putperest bir toplulukta yayılan yüce tevhid esası hamasetli üstün nefislerde hakim olmuş ve Kur'ân ona davet etmiştir. Bidatlar sebebiyle sayıları gittikçe çoğalan hıristiyan fırkaların içinde gömülü ilahiyatın aksine, İslâm'ın mutlak tevhidi kesin ve açıktır." Bkz. Tarihu'l-Arab el-Âmr, ter. Adil Zuaytır, 88.
Aynı kitabın 89. sayfasında şöyle demektedir: "Yaratıcının rasûlü olduğu için Muhammed, Allah'ın oğlunun olmadığını, kâinatın ilahının bir olduğunu, Allah'ın her türlü kuvvetin kaynağı bulunduğunu ve Allah'a inanmıyanların da yine Allah'a döneceklerini söylemiştir. Muhammed, insanların her şeyin yaratıcısı olan Allah'a vasıtasız ibadet etmelerini istemektedir."
1) Meryem, 92-94,
2) ................?............
1) Tasavvufçular Allah'la beraber onları dost edindiklerini söylüyorlar. Acaba şirk bundan başka nedir ki?
2) Tasavvufçular onlara dua ettiklerini (çağırıp kendilerinden isteklerde bulunduklarını) söylüyorlar. Acaba dua ibadet, hatta ibadetin özü değil midir? (Örnek olarak bkz. et-Tuhfetu'l-Behiyye fi't-Tarikati'l-Mevleviyye, 52). (Çeviren)
3) Tasavvufçular yalancı ve inkarcının en büyük rab olduğunu iddia ediyorlar. Zira yalancı ve inkarcının Allah'ın görünen suretinden başka birşey olmadığını söylüyorlar.
4) Tasavvufçular rablerinin bu üç karanlık içinde evrimleşen yaratık olduğunu söylüyorlar. Bunlar körlük, ehadiyet, vahdaniyet aşamalarıdır.
5) Abdulkerim el-Cîlî dünyada da ahirette de mülkün kendisine ait olduğunu iddia ediyor. Onun yolundan giden meşhurlar da aynı şekilde iddia ediyorlar.
6) Zumer, 1-6,
7) Tasavvufçular bu hükmün İbn Arabi, İbn el-Farid, Gazali ve benzerlerinin kitaplarına mahsus olduğunu söylerken, yobaz ve bağnaz bir takım müslüman çevreler de şu veya bu alimin kitabına mahsus olduğunu söylemektedir.
1) Tasavvufçular Allah'ın kendini eşler yaptığı, halk suretinde hak yahut kul suretinde ilah olarak gördüğünü iddia ediyor.
2) Tasavvufçular Allah'ın bizzat her şeyin kendisi olduğunu söylüyor.
3) Şura, 10-11,
4) Tasavvufçular İbn Arabi, Gazali ve benzerlerinin diliyle Allah'ın her şeyin kendisi ve gören herkesin aynısı olduğunu iddia ediyor.
5) Tasavvufçular her şeyin Allah'a denk ve eş olduğunu, çünkü alemde ne varsa hepsinin Allah'ın zatı olduğunu söylüyorlar.
1) Şa'rani, Tabakat kitabında üstadı ve efendisi şeyh Ali Vahiş'in kerametlerini anlatırken şöyle diyor: "Şeyh (Ali Vahiş) (r.a.) bizimle beraber randevu kızları hanında ikamet ediyordu. Randevu kızlarının yanında biri çıktığı zaman ona "Dur, çıkmadan önce sana şefaat edeyim" der ve ona şefaat ederdi. Bir yöreden dişi eşeğe binmiş birini veya başkasını gördüğü zaman ona "Şu eşeğin başını tut onunla zina edeyim" derdi. Yörenin adamı bunu kabul etmiyecek olursa, bir adım atmıyacak şekilde derhal çivi gibi yerinde çakılır. Kabul edecek olursa, gelip geçenler karşısında son derece utanırdı." Bkz. et-Tabakatu'l-Kübra, 2/135, Kahire baskı, Tercümenin dördüncü cildinde Ali Vahiş maddesine bakınız. (Çeviren)
Gördüğünüz gibi, ahlaksız bir cinayet yine ahlaksız bir üslup ve lafızlarla rivayet edilmektedir. Hayvanın sahibi Ali Vahiş'in isteğini kabul etmiyecek olursa, Vahiş onu çarpar ve çivi gibi yerinde çakılıp kalmasını sağlar. Bütün bu cinayetlere rağmen Şa'rani edepsiz şeyhi için "radiyallahu anhu" diyerek ona dua da etmektedir!
1) Prof. Dr. Philip Hitti şöyle der: "Muhammed'in dini pratik ve açıktır. Ulaşılması güç çok yüksek bir hedefi göstermesi nadirdir. Lahuti (hıristiyan ilahiyatı) giriftliklerinden hemen hemen uzaktır. Kutsal sembolik sırlara, teokratik mertebelere ve hıristiyan din hiyerarşisine yahut rasullere hilafete yer yoktur." Tarihu'l-Arab el-Âm, 1/178,
1) Bakara, 166,
1) Buhari, Ahmed ve İbn Mace Enes'ten rivayet etmiştir.
2) Tasavvuf meşhurlarından Hamdun el-Kassar'ın hak adına söylediği şu söz ne büyüktür! Kendisine "Selefin sözü neden sözlerimizden daha etkili olmaktadır?" diye sorulduğunda şöyle demiştir: "Çünkü onlar İslâm'ın üstün olması, nefislerin kurtulması ve Allah'ın razı olması için konuştular. Biz ise nefsin üstünlüğü, dünya çıkarı ve insanların rızası için konuşuyoruz.-" Hicri üçüncü asırda tasavvuf meşhurlarından birinin söylediği söz budur. Acaba ondan sonrakileri görseydi ne diyecekti? Bkz. es-Sulemi, Tabakatu's-Sufiyye, 125.
1) Gümüşhanevi, Camiu'l-Usul, 93,
2) Bu görüş de çelişkilidir. Çünkü selbilik (mutlak olmamak)la tavsif etmek, icap (mutlak olmak)la tavsif etmek gibi varlık için bir kayıttır. Yani mutlak olmadığını söylemek onun için nasıl bir niteleme ise, mutlak olduğunu söylemek de yine bir nitelemedir.
1) "Gizli bir hazine idim, bilinmek istedim ve yaratıkları yarattım, benimle beni tanıdılar" hadisini tasavvufçuların uydurmasının sebebi budur. Tasavvufçular "benimle" sözünü "Muhammed"le açıklarlar. Çünkü cümle hesabıyla sayıda ona müsavidir.
2) Gümüşhanevi4nin Camiu'l-Usul kitabında Hakikatı Muhammediyye maddesine bakınız. Yine Curcani'nin Tarifat kitabına bakınız.
3) Muhammed ed-Demirdaşi, Risale fi Marifeti'l-Hakayık, 7,
4) Gümüşhanevi, Camiu'l-Usul, 107,
5) Gümüşhanevi, Age. 92, Şia kültüründe Hakikatı Muhammediye yahut Nur'u Muhammedi inancı için şu sözlere bakmak yeterlidir; (Gûya) Hz. Ali söylemektedir: "Ben ve peygamber, onun buyurduğu şekilde, Allah'ın nurundan bir nurduk. O zaman Allah, bu nurun ayrılmasını emir buyurdu, sonra bir yarısına Muhammed ol, dedi. O da Muhammed oldu. Öteki yarısına da Ali ol, diye emretti. O da Ali oldu." Ali Şeriati, Ali Şiası Safevi Şiası, 153. (Çeviren)
1-2-3) Gümüşhanevi, Camiu'l-Usul, Ehadiyyet ve Vahidiyyet Maddeleri, Abdulkerim el-Cîlî el-İnsanu'l-Kâmil, 1/30,
"İbn el-Farid da Hakikatı Muhammediyye'yi şöyle dile getirir:
"O (Muhammed) olmasaydı Âdem'in sureti olmaz ve (yasak ağaçtan) yedikten sonra Allah onun tevbesini kabul etmezdi" Abdullah Develioğlu, Gülzarı Sofiyye, 385, Beyit 82,
Nitekim meşhur şair el-Busirî de kasidesinde hakikatı Muhammediyye'yi şöyle terennüm ediyor:
"Bütün peygamberlere gelen âyetler, O'nun (Muhammed'in) nurundan onlara gelmiştir." Gülzarı Sofiyye, 387. (Çeviren)
1-2-3) İbn Arabi, el-Futuhatu'l-Mekkiyye, 152-154, 155, Abdulkerim el-Cîlî'nin daha cesur ve açık ifadeleri için de bakınız. el-İnsanu'l-Kâmil, 3, 102, 104, "Bazan tam bir ilah, bazan yarım ilah, bazan bütün yaratıkların ilk hakikatı, bazan Ka'benin manevi şahsiyeti, bazan lahuti ve nasuti kimliği şeklinde anlatılan Hakikati Muhammediyye hakkında fazla bilgi için bakınız. İmam Rabbani, Mektubat, 251, 252, 260, 200, 121, 117, 209 nolu mektuplar. Tercüme, Hüseyin Hilmi Işık, Sönmez neşriyat, İstanbul, 1968. (Çeviren)
4- "Sen olmasaydın âlemi yaratmazdım" anlamındaki "levlake" hadisini tasavvufcular bir amaçla uydurmuşlardır. Bununla da hıristiyanlara üstünlük sağlamayı düşünmüşlerdir. (Çeviren)
1-2-3) Dr. Zeki Mübarek, et-Tasavvufu'l-İslâmî fi'l-Edebi ve'l-Ahlak, 1/210, 279, 201, Muhammed Fahr Şakfe, Age. 77'den naklen.
4) .............?..............
5) ..............?...........
6) ..............?..............
1) Cuma, 2,
2) Zumer, 30-31,
3) İsra, 91-94,
4) İsra, 1,
5) Cin, 19-22,
1) Muhammed Bahauddin el-Beytar, en-Nefehâtu'l-Akdesiyye, 9, 11, 13,
1) Tasavvufçuların terminolojisinde körlük (boşluk), ehadiyyet mertebesidir. Bu da ilk taayyun ile belirlenir. Çünkü serteni, hakikatlerin ve isimler nisbetinin mahallidir. Bkz. Gümüşhanevi, Camiu'l-Usul, ayn maddesi,
2) İbn Arabi cümlede kurnazlık yaparak "Medine'ye" anlamındaki kelimeyi bile bile sona bırakmış ve okuyucuyu oyuna getirmeğe çalışmıştır.
3) İbn Arabi'nin çömezlerinden el-Kâşânî bu alemlerin üç olduğunu söylüyor. Birincisi ferdiyettir. Bu da ilahi zatın mevcut olduğu ve beraberinde başka bir şeyin bulunmadığı cem' halindeki varlığıdır. Yani bütün varlıkların onda toplandığı ve henüz ondan ayrılmadığı halidir. İkincisi de vitriyyettir. Bu da her şeyin fena bulmasından sonra cem' makamında kalması halidir. Yani her şey yok olunca yine bütün varlıkların onda toplanacağı ve tek başına kalacağı halidir. Üçüncüsü ise, maiyyettir. Bu da ayrı oluş (tefrika) aleminde Allah'ın diğer her şeyle beraber bulunması halidir. Birinci mertebe sıfatların kendisinden doğduğu, ikinci mertebe sıfatların kendisine döndüğü, üçüncü mertebe ise sıfatların kendisinden doğduğu ve yine kendisine döndüğü mertebedir. Bkz. el-Kâşânî, Keşfu'l-Vucuh el-Ğur, 133,
4) İbn Arabi, Mecmuatu'l-Ahzab, s. 2, İstanbul, hicri 1298 basım,
1) Mecmuu'l-Ahzab, 557, İstanbul baskısı,
1) Ali İmran, 144,
2) Kehf, 110,
1) Furkan, 7,
2) Enbiya, 8,
3) Furkan, 25,
4) ..........?...........
1) Ömer İbn Said el-Fûnî, Rimahu Hizbi'r-Rahim, 1/219, hicri 1345 baskı,
2) İsra, 73-75,
1) ................?................
1) Bakara, 23,
2) Buhari, Enbiya 48,
3) Ahmed İbn Hanbel, 1/299, Nesai de rivayet etmiştir.
1) Bunların görüşlerini bir delil olması için değil, sadece bir mukayese yapmak ve gerçeğin bu şekilde olduğunu belirtmek için zikrediyoruz. Düşmanlıklarına rağmen oryantalistler bunu kavrıyor ve itiraf ediyor, ama tasavvufçular ....................?...........
2) ................?..............
1) Fi't-Tasavvufi'l-İslami, terc. Dr. Afifî, 160,
2) ...............?.................
3) .................?..............
1) ................?..................
2) ...............?..................
1) Ömer İbn Said, Rimahu Hizbi'r-Rahim, 14,
2) .............?...............
3) .............?.............
4) ..............?..............
1) Ali İmran, 128,
2) Ahkaf, 9,
3) Cin, 21-22,
1) Fusu'l-Hikem, 181,
2) Fusu'l-Hikem, 80,
1) Tâhâ, 114,
2) eş-Şa'rani, el-Kibritu'l-Ahmer, 6, el-Yevakît ve'l-Cevahir hamisinde, ...........?.............
1) Necm, 5-7,
2) Furkan, 32-33,
3) Şura, 52,
1) Yunus, 15-16,
1) Meryem, 64, Bilgi için bkz. İbn Kesir tefsirinde bu âyetin tefsiri.
1) Ali İmran, 61, 64,
1) Sebe', 24,
1) Abdurrahman el-Cami, Şerhu'l-Fusus, Hûd Fassının Şerhi,
2) İbn Arabi, Zehairu'l-Ahlak, Şerhu Tercümani'l-Evsak, 39,
1) Heyûla Yunanca bir kelimedir. Asıl ve madde anlamındadır. Felsefî terim olarak "Şeyin bilkuvve kendisiyle kaim olduğu"dur yahut cisim için meydana gelecek ittisal ve infisali kabul eden cisimde bir cevherdir. İbn Arabi burada "kabul eden" mamasında kullanmıştır. Yani bütün inançların suretlerinin (şekillerinin) yerleştiği, onunla kaynaştığı ve türlü inançlarına uygun olarak fiillerinin meydana geldiği kişi anlamındadır.
2) Fususu'l-Hikem Bâlî Şerhi, 191, hicri 1309 baskı,
3) Va'ddan maksadı ahiretteki nimettir. Vaidden maksadı da ahiretteki azaptır. Buradan hareketle müşrikler için bile ahirette azabın kesin olarak bulunmadığını söylemektedir.
1) Fususu'l-Hikem, Dr. Afifi tahkiki, 1/94,
2) Fususu'l-Hikem, .................?............
1) Fususu'l-Hikem, 212,
2) İbn Arabi Firavn'ın kurtulanlardan olduğunu söylerken, yüce Allah o ve yandaşları hakkında şöyle buyurmaktadır: "Firavn'a git, çünkü o azdı. De ki: Arınmaya gönlün var mı? Sana Rabbinin yolunu göstereyim de, O'ndan kork. O anda ona en büyük mucizeyi gösterdi. Hemen yalanladı ve isyan etti. Sonra tuzak kurmaya çalışarak geri gitti. Derhal adamlarını topladı ve onlara bağırdı: Ben sizin en yüce Rabbinizim. Allah onu herkese ibret olarak dünya ve ahiret azabıyla cezalandırdı. Elbette korkan kimseler için onlarda ibret vardır." Naziat, 17-26,
3- el-Cîlî'nin şeriatlarla alay edişine bakınız. Sebebi de, sadece ve sadece zat ve sıfat olarak Allah ile diğer varlıkların ayrı şeyler olduğuna hükmetmeleridir. el-Cîlî, Allah ile diğer varlıklar arasındaki birliği su ve kar arasındaki birliğe benzetmektedir. Her biri diğerinin aynıdır. Kar donmuş su olduğu gibi su da erimiş kardır. Aradaki farklılık hakikatta değil, isimdedir. Allah ve yaratıklar da böyledir. Çünkü aradaki farklılık sadece isimdedir. Tıpkı kar ile suyun sadecec isimlerinin farklı olması gibi.
4) Abdulkerim el-Cîlî, el-İnsanu'l-Kamil, 1/23, hicri 1293 baskı,
1) İbn Acibe, İkazu'l-Hikem, 1/143, hicri 1231 baskı,
2) Abdulkerim el-Cîlî, el-İnsanu'l-Kâmil, 1/69. Görüldüğü gibi putlara, gezegenlere ve tabiata tapmanın doğru olduğunu, çünkü tapılan bu şeylerin Allah'ın birer görünümü ve ortaya çıktığı suretlerden ibaret .............?.............
1) ................?..............
1) Goldziher şöyle diyor: "Tasavvufçular İslâm'a ne kadar bağlı ve hayran görünseler, çoğunda dinler ve inançlar arasındaki sınırları ortadan kaldırmaya çalışan ortak bir eğilim bulunmaktadır. Hepsinde bütün bu inançların, ulaşılması arzu edilen gaye konusunda hatırı sayılır değere sahiptir." el-Akide ve'ş-Şeria, 151,
"Tasavvufçularda dinlerin birliği inançı, felsefelerinde egemen olan her şeyi sevme anlayışından ileri gelmektedir. Mümin, kafir, helal, haram, meşru, gayri meşru ayırımı yapmadan bütün insanları ve varlıkları sevme hastalığının bir ürünü ve neticesidir. Zaten vahdeti vücut inancı da buna götürmektedir. Onun için meşhur tasavvufçuların mümin, kafir, ahlaklı, ahlaksız ayırımı yapmadan bütün insanlara aynı sevgi ve sempati ile yaklaştıklarını görüyoruz. Hatta günümüzde tasavvuf çevrelerinin İslâm'a doğru bir şekilde bağlı olanlara düşmanlık ve nefretlerine karşın, İslâm'dan sapmış veya İslâm dışı inançlara bağlı türlü din ve fırka mensuplarına daha fazla yakınlık göstermeleri, onlarla senli benli olmaları, izzet ve ikramlarda bulunmaları, kısaca gayri müslimleri temiz müslümanlara tercih etmeleri bu sebeptendir. Zaten "ne olursan ol, gel" felsefeleri, "yaratandan ötürü her şeyi sev", "bazan yahudi, bazan hıristiyan, bazan mecusi, bazan da müslüman" anlayışları hep bu sapıklığın ürünüdür. Mümin kafir, insan hayvan, temiz necis varlık ayırımı yapmadan Allah'ın bütün varlık ve eşyaya hulul ettiğini, onunla birlik olduğunu veya onların suretlerinde göründüğünü söyliyen felsefe, olsa olsa bu hak batıl ölçüsü ve sınırı tanımıyan küfür ve saçmalıkları doğurur. İslâm aleminde ...........................?.................
1) el-Futuhatu'l-İlahiyye fi Şerhi'l-Mebahisi'l-Asliyye, 147, Basım 1913,
2) Age. 146,
3) Muhammed Osman, el-Hibâtu'l-Muktebese, basım 1939,
"Hiçbir müslüman Allah'ın müminlere vadettiği dünya ve ahiret hayatındaki müjdeleri inkar etmez. Kur'ân-ı Kerîm Allah'ın ..............?.................
1) eş-Şarani, Kavaidu's-Sufiyye, 131,
2) eş-Şarani, Kavaidu's-Sufiyye, 154,
3) Letaifu'l-Minen, 2/103. Bu alanda İsmailiyye fırkasını taklid etmişlerdir. Çünkü bu fırka imamları yanında başka bir otoritenin varlığını kabul eden veya ona itaatin vacipliğinden şüphe eden kimsenin peygamberin yanında başka bir peygamberin varlığını kabul eden ve onun peygamberliğinden şüphe eden kişi gibi olduğunu söyler. Bununla Allah'a ortak koşmuş gibi olur. Bkz. Goldziher, el-Akide ve'ş-Şeria, 218,
Şeyhi tanrılaştıran ve müridi hayvanlaştıran anlayış tasavvufun bütün menkıbe ve âdâp kitaplarında mevcuttur. Mesela Ariflerin Menkıbeleri, I-II, et-Tuhfetu'l-Behiyye fi't-Tarikati'l-Mevleviyye, Camiu Kerameti'l-Evliya, et-Tabakatu'l-Kübra, Tezkiratu'l-Evliya, el-İbriz, Tenviru'l-Kulub fi Muameleti Allâmi'l-Guyub, Şifau'l-Alîl Tercemetu'l-Kavli'l-Cemil, el-Envaru'l-Kudsiyye fi Menakibi'n-Nakşibendiyye, Nefahatu'l-Uns min Hadarati'l-Kuds, Camiu'l-Usul fi'l-Evliya, gibi burada sayamıyacağımız menkıbe ve adab kitapları bu gibi saçmalıklarla kurtarılmadıkça İslâm aleminde hurafe ve saçmalıkların önü alınamıyacaktır. (Çeviren)
4- Mısır'da tarikatlar meşhur bir post için henüz altını pisleten bir çocuğu beş yıl şeyh olarak seçmiştir. İslâm aleminin hemen her tarafında bu nevi uygulamalar bulunmaktadır. Bkz. el-Mecmuatu'd-Demirtaşıyye, 154,
Küçük çocukların veli ve keramet sahibi yapıldığına dair bir örnek verelim. el-İmamu'l-Ekber ve Şeyhu'l-Ezher (Ezher şeyhi ve Mısır'ın en büyük alimi) olan Dr. Abdulhalim Mahmud, Silsiletu A'lami'l-Arab (Arap Meşhurları Serisi)nde çıkan Ebu'l-Hasan eş-Şazeli ile ilgili kitabında vahdeti vücut dininde olan İbn Beşiş'in büyüklüğünü anlatırken şu olayı nakleder:
"İbn Beşiş Ebu'l-Hasan eş-Şazeli'nin gözünü kamaştırmıştır. Kur'ân ve sünnete dayanan ilmiyle, velayet ve kerametiyle gözünü kamaştırmıştır. Durretu'l-Esrar kitabının sahibi şunu rivayet ediyor:
Onun birçok harikuladeliklerini gördüm. Birgün yanında oturuyordum. Kucağında oynaştığı küçük bir oğlu vardı. Aklıma ondan ismi azamı sormak geldi. Çocuk kalktı ve yakama sarılarak şiddetle salladı ve şöyle dedi:
Ey Ebu'l-Hasan! Şeyhten ismi azamı sormak istedin.Doğrusu, Allah'ın ismi azamını sormak yerine, senin kendin ismi azam olman gerekir." Şeyh gülümsedi ve "Falan benim yerime sana cevap verdi" dedi. Dr. Abdulhalim Mahmud, Ebu'l-Hasan eş-Şazeli, 25,
Görüldüğü gibi tasavvuf büyüsüyle büyülenmiş olanlar imamı ekber ve şeyhi ezher de olsa, gözündeki tasavvuf perdesini atıp hakkı görememekte ve bu büyünün etkisinden kurtulamamaktadır. (Çeviren)
1) er-Risaletu'l-Kuşeyriyye, 151. Allah'ın hakları için tevbe geçerli olurken, üstadların hakları için tevbenin geçerli olmaması anlayışı, acaba bu tağutların Allah'tan çok Allah'lık tasladıklarını göstermiyor mu?
Müridin şeyhe karşı takınması gereken âdâbı isterseniz biraz da Muhammed Emin el-Kurdi'nin Tenviru'l-Kulub kitabından dinliyelim:
"Mürid şeyhine tazim göstermeli, açık ve gizli bütün durumlarda onu büyük tanımalıdır. Maksudunun ancak onun elinde gerçekleşebileceğine inanmalıdır. Gözü başka bir şeyhe meyledecek olursa, şeyhinden mahrum olur ve feyiz ona kapanır. Şeyhin bütün tasarruflarına razı olması, ona itaat etmesi ve boyun eğmesi gerekir. Mal ve beden ile ona hizmet etmelidir. Çünkü irade ve muhabbetin cevheri ancak bu yolla belli olur. Doğruluk ve samimiyet ölçüsü ancak bu ölçü ile bilinir. İşlediğinin zahiri haram da olsa, şeyhinin yaptığına itiraz etmemelidir. Ona "Niçin böyle yaptın?" dememelidir. Çünkü şeyhine "niçin?" diyen kişi asla felah bulamaz. Zahirde şeyhten kötü bir durum sadır olabilir. Fakat batını itibariyle o durum güzeldir. (Çünkü o bilir ama siz bilemezsiniz). Külli ve cüzî, ibadet ve âdet olsun, bütün işlerde iradesini şeyhinin iradesine teslim etmelidir. Gerçek müridin alametlerinden biri de, şeyhi kendisine "Şu fırına gir" derse girmesidir. Şeyhin durumlarını hiçbir şekilde araştırmamalıdır. Zira böyle bir şey, çok kişi için meydana geldiği gibi, helakine sebep olabilir. Bütün durumlarda şeyhi hakkında hüsnüzanda bulunmalıdır... Bereketini kazanması için ikamette ve yolculukta, bütün işlerinde şeyhini kalbinden çıkarmamalıdır. Dünya ve ahiretle ilgili elde ettiği bütün hareketlerin kendisine şeyhinden geldiğine inanmalıdır... Testerelerle bile kesilse, şeyhinin bir sırrını açmamalıdır. (Çünkü tekkelerde İslâm dışı ve İslâm devleti aleyhine her türlü cinayeti işlemekten geri kalmamışlardır). Şeyhinin gönlünün meylettiğini sezdiği bir kadınla evlenmemeli ve şeyhinin boşadığı yahut ondan dul kalan bir kadınla asla evlenmemelidir. (Çünkü şeyh Hz. Peygamber'in yerine oturtuluyor). Şeyhin sevdiği kişilerle oturmalı, sevmediği kişilerle oturup kalkmamalıdır. Kendisine iltifat etmemesine ve kendisinden yüz çevirmesine sabretmeli, falan için şöyle böyle yaptığı halde bana niçin böyle yapmıyor, dememelidir. Şeyh için hazırlanmış olan yere oturmamalı, izni olmadan herhangi bir konuda ona ısrar etmemeli, yolculuğa çıkmamalı, evlenmemeli ve önemli bir iş yapmamalıdır." Tenviru'l-Kulub fi Muameleti Allami'l-Ğuyub, 528-531. Kitabın ismindeki Allamu'l-Ğuyub'dan maksat, yazarın sözünü ettiği şeyhin kendisi olsa gerek. Çünkü böyle bir tavır olsa olsa ancak Allah'a karşı takınılabilir.
İsterseniz şeyhin özelliklerini aşıkların sultanı İbn el-Farid'den dinliyelim:
"Olaylar meydana gelmeden önce Levh-i Mahfuz'dan basiret gözüyle okuyarak onları haber vermektedir." Bkz. Gülzarı Sofiyye, 270, beyit 25,
Beytin açıklamalı tercümesini gelin bir de Gülzarı Sofiyye'nin yazarı Abdullah Develioğlu'nun ağzından dinliyelim:
"Ve mürşid kuvve-i kudsiyye ile Levh-i Mahfuz'dan okuyarak batın-ı ğaybde kendisine malum ve başkalarına meçhul olanları alem-i şahadette vukuundan evvel haber verir olmalıdır." Gülzarı Sofiyye, 270, Ahmed Said Matbaası, İstanbul, tarih yeri yırtılmıştır.
Develioğlu devam ediyor:
"Birgün şeyhine "niçin?" diye sorarsa, tasavvuf ehline göre, bu mürid kıyamete kadar felah bulamaz." Age. 298, beyit, 38. Allah'a karşı yapılan isyandan tevbe edilir ve Allah bağışlayacağını bildirdiği halde, şeyhine itiraz eden mürid kıyamete kadar felah bulamaz! Ne dersiniz, böyle bir din İslâm olur mu?
Develioğlu devam ediyor: "Hazır ve gaip, uzak ve yakın iken, iki halde de onu müşahade eder." Age. 331, beyit 48. Bilgisi ve görmesi hiçbir şeyin bulunmadığı yüce Allah'a -hâşâ- sanki denk! Halbuki İhlas Sûresi'nde Allah, hiçbir kimsenin kendisine denk ve benzer olmıyacağını bildirmiştir.
"Hiçbir gün şeyhinden başkasına iltifat etmez. Çünkü böyle bir şey, ondan her şeyin kesilmesine sebep olur." Age. 326, beyit 55. Allah kendisine iman etmiyen her türlü kafir ve günakharın rızık ve diğer hayat kaynaklarını kesmezken, şeyh müridin her türlü fuyuzatını ve ihsanlarını kesebiliyor!
Şeyhin bir nevi tanrılaştırıldığı, ehli kitabın din adamlarını tanrılaştırdığı gibi şeyhin bir nevi şari" sayıldığı, emir ve yasaklarının Allah'ın hükümleri gibi görüldüğü, karşısında müridin yaşıyan bir insandan çok, ölü bir cenaze durumunda olduğu bilgileri hemen bütün tasavvuf kitaplarında mevcuttur. Yaşıyan şeyhler de müridlere hep bunları telkin eder ve onları bu terbiye ile eğitirler.
Şeyhin elinde müridin ğassalın elindeki cenaze gibi olması gerektiği, her nimeti ve feyzi ondan bilmesi, ona itiraz etmemesi ve kul kölesi olması gerektiği inancı âdâb kitaplarının hemen hepsinde mevcuttur. Mesela bugün tasavvufçuların âdâb olarak okuttukları ve din kitabı olarak belledikleri Muhammed İbn Abdullah Hâni'nin Ali Hüsrevoğlu tarafından tercüme edilen ve İstanbul'da 1980 tarihinde basılan ÂDÂB kitabında 152-156 sayfalarına bakınız.
Şeyhlerin elinde mürid dedikleri insanların ne duruma geldiğini şu örnekten de rahatlıkla anlamak mümkündür; Ahmed Eflaki naklediyor:
"Sultan Veled buyurdu ki: Birgün babam medresede bilgiler saçıyordu. (Bu arada): Gerçek mürid, kendi şeyhinin herkesten üstün olduğuna inanan kimsedir (dedi). Öyle ki bir adam Beyazid'in müridlerinden birine: Şeyhin mi büyük Ebu Hanife mi? diye sordu. Mürid: Şeyhim, dedi. Sonra Ebu Bekir mi büyük senin şeyhin mi? diye tekrar sordu. O yine, şeyhim, diye cevap verdi. (Nihayet) o, birer birerütün sahabeyi saydıktan sonra "Muhammed mi büyük, senin şeyhin mi?" dedi. Yine şeyhim büyüktür, dedi. En sonunda "Tanrı mı büyük senin şeyhin mi?" diye sordu. Mürid: Ben Tanrıyı şeyhimde gördüm. Şeyhimden başka bir şey tanımam, hep onu tanırım" dedi.
Başka bir müridden de "Tanrı mı büyük, yoksa senin şeyhin mi?" diye sordular. O da: Bu iki büyük arasında hiç fark yoktur, dedi. Ariflerden biri de "Bu iki büyükten daha büyük bir ilazımdır ki bu farkı ortaya koysun" demiştir.
ŞİİR
"Tanrı görünmediği için peygamberler onun naibi olmuşlardır. Hayır, hayır. Böyle de değil, bu naiple naibin naipliğinde cbulunduğu kimseyi birbirinden ayırmak çirkin şeydir. Burada ikilik yoktur." Bkz. Ahmed Eflaki, Menakibu'l-Arifin, 1/310-311. Çeviren Prof. Tahsin Yazıcı, Hürriyet Yayınları, İstanbul 1973, Tasavvufun karanlıklarına aşık olan ve insanlara kurtuluş yolu olarak sunanlara ithaf olunur! (Çeviren)
1) Cüneyd el-Bağdadi, Maruf el-Kerhi'nin kabri hakkında şöyle diyor: "Marufun kabri denenmiş bir panzehirdir. Ondan şifa istenir ve onunla teberruk edilir." Bkz. er-Risaletu'l-Kuşeyriyye ve Sulemi'nin et-Tabakatu's-Sufiyye, kitaplarında Marf el-Kerhi bölümü.
1) Bu pasajlar için bkz. el-Akide ve'ş-Şeria, 222, 234,
1) el-Akide ve'ş-Şeria, 266,
1) eş-Şa'rani, et-Tabakatu'l-Kubra, 2/129, (Tercümesi kitapçılarda satılır, ...........?.................
1) ...........?..............
2) ............?..............
1) Abdulaziz ed-Debbağ, el-İbriz, 2/43, hicri 1292 baskı,
2) Gümüşhanevi, Camiu'l-Usul fi'l-Evliya, 133,
1) eş-Şarani, et-Tabakatu'l-Kübra, 2/80, 81,
2) eş-Şarani, Age. 80,
3) eş-Şarani, Age. 2/122, 132, Subayh baskısı, Ebu Havde için de eş-Şarani şöyle demektedir: "Allah ondan razı olsun, bir kadın veya bıyıkları henüz terlemiş bir genç gördüğü zaman onunla cinsi münasebete kalkışır ve dübürünü yoklardı. Bu kişi ister emirin, ister vezirin oğlu olsun, isterse babasının veya başkaların huzurunda olsun, arkasını yoklar ve onunla livata yapmaya kalkışırdı." et-Tabakatu'l-Kübra, Age. Ebu Havde bölümü.
1) es-Sulemi, Tabakatu's-Sufiyye, 190,
2) es-Sulemi, Age. 189,
3) es-Sulemi, Age. 191,
4) es-Sulemi, Age. 232,
5) Şuara, 165,
1) Olayın tamamı için bkz. eş-Şarani, et-Tabakatu'l-Kübra, 2/135, Subayh baskısı,
2) ed-Derdîr'in Şerhu'l-Haride'sine yazdığı haşiyede es-Savi er-Rifai'nin Rasûlullah'ın kabri karşısında durup ona şu iki beyitle münacatta bulunduğunu zikreder:
"Uzaklık halinde ruhumu gönderiyordum. O benim yerime vekil olarak toprağı öpüyordu.
İşte hortlaklar devleti gelmiş, sağ elini uzat ki dudaklarım onu öpme şerefine kavuşsun." Elin kabirden çıktığını söylerler. Gördüğünüz gibi eş-Şarani ve efendisi ne olursa olsun bu kerameti gösterme şerefine ulaşma çabasındadırlar.
3- es-Seyyid el-Bedevi'nin hayat hikayesini eş-Şarani4nin Tabakatı'ndan okuyabilirsiniz.
"Ölülerin hayat işlerinde tasarruf ettiklerini isterseniz tasavvuf meşhurlarından Gümüşhanevi'nin dilinden dinliyelim: "Ali el-Karşi (Hz.) diyor ki: Bütün velilerden dört kimseyi, kabirlerinde bile, hayatlarındaki gibi tasarruf yaparlarken gördüm. Bunlar Abdulkadir Geylani, Şeyh Maruf el-Kerhi, Şeyh Ukayl el-Menci (Münci), şeyh Hayyad Bin Kays el-Harrani hazaratıdır." Veliler ve tarikatlarda Usul (Camiu'l-Usul tercümesi), 50, tercüme Rahmi Serin, Pamuk Yayınları, İstanbul 1977. (Çeviren)
Bu zincirin çağdaş halkalarından biri olan M. Esad Coşan da aynı inancı sürdürmektedir. Şöyle diyor: "Evliyaullah Allah'ın sevgili kulları, Allah'ın rızasını kazanmış kullar, vefatlarından sonra da insanlara müessirdirler. Yani tasarruf sahibidirler. Yani sizinle münasebetleri vardır, alakaları vardır. Rüyamıza girerler, nasihat ederler, ikaz ederler." Tasavvufa Giriş, 13, Gümüş Yayınevi, Konya 1990. "Onun için o büyüklerimize bir fatiha üç ihlas okuyun, gönderin ruhaniyetlerine. İstimdad edin. Şirk olmaz mı? Olmaz. Çünkü Allah'ın sevgili kullarını Allah için sevmek sevaptır." M. Esad Coşan, Tasavvufa Giriş, 14, Gümüş Yayınevi, Konya 1990,
İsterseniz bunu diğer bir çağdaş tasavvuf meşhururundan dinliyelim: "Şu bir gerçek ki ölü diyerek dikkate almadığımız varlıkların kainattaki rolleri, diri dediklerimizden daha fazladır... Hatta böyleleri tasarruflarını daha çok ölüm sonrasında icra etmek üzere bu alemden çekilirler." Yaşar Nuri Öztürk, Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnete Göre Tasavvuf.
1) eş-Şarani, et-Tabakatu'l-Kübra, 2/154. Bir adamın tasavvufçulardan birinin kabrine gittiği ve şikayetini ona bildirdiğini, kabirdekinin de henüz mürekkebi kurumamış bir beytin yazılı bulunduğu bir hitabı reyhan çubuğuyla uzattığını anlatırlar. Bkz. İbn Acibe, Şerhu'l-Hikem, 2/318,
2) el-Kayserî zevki şöyle tarif eder: "Alimin delil ve kesb yolu ile yahut iman ve taklid yolundan giderek elde ettiği değil, keşf ve vicdan yolu ile elde ettiğidir." Bkz. Matlau Hususi'l-Kelim, 193. Gümüşhanevi de zevki şöyle tarif eder: "En ufak bir şimşek tesellisi anında peşpeşe gelen şimşekler sırasında hakkın hak ile müşahade edilmesi derecelerinin ilkidir." Camiu'l-Usul, 101, İbn Arabi ise şöyle der: "Aynı kaynaktan kaynaklanmasına rağmen ehlullaha hasıl olan zevki ilimler, hasıl olan kuvvetlerin farklılığına göre farklı olmaktadır. "Fususu'l-Hikem, 107, el-Halebi baskısı; aynı kaynaktan maksat, ilahi zatın kendisidir.
1) Ahzab, 28. Âyeti sapık düşüncesine âlet ediyor. (Çeviren)
2) el-İbriz, kitabının sahibi Abdulaziz ed-Debbağ şöyle diyor: "Büyük veli insanlara görünürde şeriata muhalefet ediyor, ama gerçekte muhalefet etmiyor. Sadece, ruhu zatını örtmüş ve zatı suretinde görünmüştür. Bir masiyet işlediği zaman aslında o masiyet değildir." 2/43. Şöyle devam ediyor: "Valeyet aşamasında velinin içki içenlerle beraber oturup onlarla içmesi tasavvur edilir. Onun da içki içtiği sanılır. Halbuki ruhu suretlerden birinde görünmüş ve yapacağını yapmıştır. el-İbriz, 2/41 (veya 1/41),
3) .................?................
1) eş-Şarani ise şeyhinin kerametinden söz ederek şöyle diyor: "Nöbetçiler Ali el-Havvas'ı vurdukları zaman eş-Şerif (Hz. Peygamber ...............?...............
1) Abdulaziz ed-Debbağ, el-İbriz, 2/73, el-İbriz kitabı Abdullah Arığ tarafından Türkçe'ye çevrilmiş ve 1969 yılında Mehmed Zahid Kotku'nun öven ve okunmasını tavsiye eden mukaddimesiyle İzmir'de yayınlanmıştır. Ayrıca Celal Yıldırım tarafından da tercüme edilmiş ve iki büyük cilt halinde Demir Kitabevi tarafından İstanbul'da yayınlanmıştır. (Çeviren)
2) Ahmed İbn Muhammed Ebu'l-Abbas et-Ticani, hicri 1150 doğumlu.
3) Bunlar, Rasûlullah lakabıyla bilinen Mirza Gulam Hüseyin'in kendisi için iddia ettiklerini aynısıdır.
4-5-6-7-) Rimahu Hizbi'r-Rahim, 2/3-5 vd. Ali Harazim, Cevahiru'l-Maani, 1/46-47,
8-et-Tûsi, el-Luma, 383, Leiden maskısı,
9- Necm, 48,
10- Cin, 26-27,
1) eş-Şa'rani, et-Tabakatu'l-Kübra, 2/61, el-Acmi bölümü,
2) eş-Şarani, et-Tabakatu'l-Kübra, 2/61, el-Acmi bölümü,
eş-Şarani'nin ifadesine göre adam insanlar için çok tehlikelidir. İnsanların görmelerine engel olan bir kişi nasıl veli olabilir? Böyleleri toplum için bir felaket olmaz mı?
Tasavvuf tarihi boyunca köpek tasavvuf meşhurları arasında ideal bir örnek olup hepsinin hedefi onun gibi olmaktır. Gerekçeleri de Ashabı Kehf'in köpeği Kıtmîr'in adının Kur'ân'da geçmiş olması ve o köpeğin sözkonusu insanlarla beraber bulunmasıdır. Sanki Kur'ân'da adı geçen bütün varlıklar mukaddesmiş gibi Kıtmîr adı da orada geçti diye tasavvufçular tarafından kutsallaştırılmaktadır. Firavn, Karun, Ebu Leheb ve daha başka kafirlerin adları Kur'ân'da geçmesine rağmen İslâm nazarında hiçbiri kutsallaşmadığı gibi Kıtmîr de bundan dolayı kutsallaşmış ve ideal bir örnek olması sözkonusu değildir. Ama ne hikmetse, tasavvuf meşhurları kendilerine Kıtmîr adını takmak ve onun gibi bir köpek olmak kendileri için en büyük ideal bilirler. Bu da köpeği kutsallaştırmaları ve ideal bir örnek saymalarından ileri gelmektedir. Daha önce Nakşibendiler'in şeyhinin köpeği nasıl bir veli gördüğünüo ve dualarını nasıl aldığını kaydetmiştik. Bu nevi misaller menkıbe kitaplarının hemen çoğunda bulunmaktadır.
Tasavvufçuların eskileri böyle olduğu gibi yenileri de bu şekildedir. Günümüzden bir örnek verecek olursak, Ribat Dergisi'nin 1982 tarihli ikinci sayısında çıkan ve ideal bir mümini ve müridi köpeğe benzeten aşağıdaki yazısını gösterebilirz. Şöyle diyor: