Sırr-I Hilafet Nedir?

 

Sırr-ı hilafet, her asırda bir zatı şerife Allah'u Teâlâ'nın ihsanı olan bir husustur ki, Hz. Seyyidi'l-Enbiya ve senedi'l-evliya ve'l-etkiya (...) efendimizin izin ve icazetleriyle bütün ümmeti Muhammed'in terbiyesi hususu kendisine Allah'u Tâlâ'nın ihsanı olur. Bu vech ile memurdurlar.

Böyle bir zatı şerife sırr-ı hilafet ihsan olunacağı zaman, Cenab-ı Vacibu'l-Vücud Teâlâ ve Tekaddes tarafından Hızır aleyhisselama işaretle:

- Cenabı Kadiri kayyum tarafı ilahisinden sana sırrı hilafeti ihsan buyurdular. Bizim dahi halifemizsin. Bütün ümmetimin terbiyesi, uhdene verilmiş ve havale edilmiştir.

Daha sonra eline terbiye aletlerinden bir cendere, bir kamçı, ayaktan ve boyundan bağlamak için birer kemend ihsan buyurur. Bunlar birer tabirdirler. Bunları dünya aletleriyle kıyaslamamalıdır. Bu aletlerle terbiye edilmeleri gerekenler, batıda olsalar doğudan yetişip aynı anda icra buyurabilirler.

O zatı vâlâ -kadir için o büyük meclisde hazırlanmış bulunan makam sırrı hilafet olan irşad postudur ki ona oturması emrolunur ve sonra serveri enbiya ve sertacı evliya (...) hazretleri el kaldırarak bir yüce dua ederler ve hazır bulunanlar âmin diyerek ellerini yüzlerine sürüp fatiha buyururlar.

Duadan sonra o zatı şerifin hilafet müddetince irşad edeceği zevattan, zamanında ne kadarı geçecekse ehlullah, inabe alacak dervişleri bu yüce mecliste Rasûlullah'ın huzuruna çağrılarak emir ve icazetleriyle o zatın ellerini öperler ve kendisine biat ederler.

Bu da tamamlandıktan sonra o zatı şerife:

- Var ümmetimi dilediğin gibi terbiye ederek hakka ulaştır, diye izin ve ruhsat verilir. Bu suretle Rasûlullah'ın icazetiyle hücrelerine gelir ve otururlar. Kendilerine ısmarlanan memuriyetlerinin icrasıyla meşgul olurlar.

Kendisine ihsan olunan terbiye aletlerinden cendere tabir edileni o zatı şerifin batınında bir alet olup zahir cenderesi gibi değildir. Belki Allah'ın ihsanı olan sırrı hilafetin gerektirdiği bir keyfiyettir. Terbiye edilmesi gereken kimse doğuda veya batıda olsa, sırrı hilafet nuru ile kendisinden ziyade haline vakıf olur ve o anda o kimsenin bâtınan el ve ayaklarını bağlayıp bir yere götürür. Yani tesbih böceği gibi tortop edip cenderenin içine koyar. Ağzını sıkıca bağlar ve bu hal ile sıkar. Bunu, zahirde görmek mümkün değildir. İçerisinin yağı erir. Bazısına kamçı ile, bazılarının el ve ayaklarına kemend ile bağ vurur gibi, bazıları da yular gibi boyunlarından ve ağızlarından bağlanırlar. Terbiyeleri neyi gerektiriyorsa öyle yaparlar.

O zatı şerif, zerreye varıncaya kadar her şeyi görür. Kendisi için örtülü, kapalı birşey yoktur. Bir müridi batıda, bir müridi de doğuda bulunsa ve kendileri de ortada bir yerde bulunsalar, müridlerinin ikisine birden emri hak vaki olup son demlerinde İblis bunlara musallat olsa, hilafet nuru ile bu hali görürler ve bunları İblis'in şerrinden kurtarırlar. O zata göre kendisinden gizli birşey yoktur. İster yakın, ister uzak, ister gece ister gündüz olsun, onun için birdir. Her kişinin haline vakıftır. Kişinin kendi halini kendisinden iyi bilirler. Nereye uzansa yetişir, nereye dilerse yakın ve uzak ayak basarlar. Göz açıp kapayıncaya kadar nereye dilerse ve neyi görmek isterse görürler. Onun için gizli ve saklı birşey olmaz. Her yerde bulur ve bilirler. Herhangi bir yerde olursa, hazır bulunur ve kusur ve tecellisine göre terbiyesini ederler. Dilerse bir müridini bir bakışta vâsıl-ı ilallah eder. Etmediğinin mutlaka bir illeti ve hikmeti vardır. Bazıları tez vakitte vasılı ilallah olurlar. Bazıları uzun zamanda vuslat bulurlar. ..........İşte bu hallerle hallenmiş ve sıfatlanmış olan zatı şerif, bulunabildiği taktirde bütün cisimleri altın haline getiren ve Kibriti Ahmer adı verilen olağanüstü kuvveti haiz cisim nevindendir. .........İşte bu vasıfları nefsinde toplayan zatı şerifi salik ve talip bulduğu ve bildiği zaman hiç düşünmeden mübarek ellerinden öpmeli, hizmetlerinde bulunmak için can ve başla gönüllü olmalı, malen ve bedenen güçleri yettiği kadar hizmetinde bulunmayı ganimet ve emirlerini yerine getirebilmeyi nimet saymalı ve her hususta kendisine itaatkar olarak teslimi külli ile teslim olmalıdırlar. el-Hâc Mehmed Nuri Şemsuddin en-Nakşibendi, Tam Miftahu'l-............?...........

1) Yüce Allah "Yarın hiçbir nefis ne kazanacağını bilmez" diyor. (Lokman, 34)

2) Yüce Allah kendini kalplerden geçenleri biliyor, diye nitelerken, tasavvufçular kutuplarını bununla ve daha fazlasıyla tavsif etmişlerdir. Haklarında hükmünüzü artık siz veriniz.

3) Abdulaziz ed-Debbağ, el-İbriz, 2/2-9, özet olarak kendi ifadesiyle, hicri 1292 baskı.

4) Hıristiyan bir oryantalist tasavvufçuları bu bunaklık ve ahmaklıkla niteliyerek şöyle diyor: "Velilerin gizli bir hükümeti vardır. Alemin düzeninin bu hükümete bağlı olduğunu söylüyorlar. Bu hükümetin en büyük başına kutup derler. O da zamanının en büyük tasavvufçusudur. Yüksek şura meclisinin yaptığı toplantılarda başkanlığı bu kutup yapıyor. Bu meclis (divan) üyelerini zaman ve mekan engelleri toplantıya katılmaktan alıkoyamıyor. Bir anda dünyanın dört bucağından gelir. Dağlar, ovalar, denizler ve sahraları göz açıp kapayıncaya kadar aşar gelirler. Kutbun altında değişik evliya dereceleri vardır. el-Hucvîrî yukarıdan aşağıya doğru şöyle sıralamıştır: Ahyar: 300, Ebdal: 40, Ebrar: 7, Evtad: 4, Nukeba: 3. Bütün bunlar birbirlerini tanırlar. Hepsinin rızası olmadan biri bir iş yapmaz. Evtad'ın işi her gece yer yüzünün etrafını dolaşmak, gözlerinden kaçan bir taraf olursa, ertesi gün orada bir eksiklik alameti belirir, durumu kutba bildirirler, o da o şüpheli yere bakar ve kutup sayesinde orası kurtulur." Nicholson, es-Sufiyye fi'l-İslâm, 119, tercüme, Nureddin Şerîbe,

"İsterseniz bu masalı ve tasavvuf ülkesinin hiyerarşisini Miftahu'l-Kulûb kitabının müellifi el-Hâc Mehmed Nuri Şemseddin en-Nakşibendi'den dinlemeğe devam edelim: