Kutbu'l-Aktab'lık hizmeti celilesi, her asırda bir zatı vâlâkadirin uhdesine verilir ve o zat Allah'ın lutfu ile halifetullah olup iki cihanın tasarrufu bizzat kendisine ihsan buyurulur ve dilediği gibi tasarruf eder.
Gavsu'l-A'zam tabir olunan zatı vala-kadir ise, Kutbu'l-Aktaba mülazimdir, onun da tasarrufa kudreti varsa da el ve dil uzatmaz ve hiçbir şeye destursuz karışmaz.
Kutbu'l-Ûlâ tabir olunan zatı şerif de diğer kutapların evveli demektir.
Kutbu'l-Aktab, Gavzu'l-A'zam ve Kutbu'l-Ula tabir olunan bu üç zat, halk arasında ÜÇLER olarak anılan ve tanınan zatlardır.
Bunlardan başka YEDİLER ve KIRKLAR tabir olunan zatlar da her biri birer kutup olmakla beraber Allah'ın ihsanıyla Kutbu'l-Aktab'a hizmetçi düşmüşlerdir.
Bunların her birisi hallerine göre birer yere memurdurlar. Yani Kutbu'l-Ula Bağdad, Haleb, Şam gibi beldelere mutasarrıf olurlar. Diğer kutaplar da hali halince birer ve ikişer yere mutasarrıftırlar. Hatta aralarında küffar beldelerine mutasarrıf olanlar da vardır. Ancak bunların tasarrufları Kutbu'l-Aktab'ın emriyledir. Zira Kutbu'l-Aktab'ın iki cihanda tasarruf edemiyeceği hiçbir şey olmaz. Bütün eşyayı ve bütün ehlullahı nefsinde toplamıştır. İki cihanda iyi veya kötü, her neki olursa, onun bilmesi ve dilemesi ve kalbinin oynamasıyla olur ve memuriyetinin icrasıyla vücud bulur.
Kutupların tasarrufları, memur bulundukları yerde bizzat bulunmaları demek değildir. Kendisi İstanbul'da bulunur ve memuriyeti Hindistan'da olur ama bir anda icrasına muktedirler. Onlara göre uzak veya yakın müsavîdir.
Bunlardan başka YÜZLER, ÜÇYÜZLER, YEDİYÜZLER ve BİNLER de vardır. Allah tarafından bunlar da Kutbu'l-Aktab'ın ve diğer kutupların hizmetlerine memurdurlar.
Ayrıca ÜÇBİNLER, YEDİBİNLER, ONBİNLER de vardır. Bunların kamil ve mükemmeli olsa bile, tasarruf işlerine karışmazlar ve bunlarla birlikte her asırda rivayete göre 124.000 (yüzyirmi dört bin) veliyyullah mevcut bulunur. Kıyamet gününe kadar da bu mevcut hiç eksilmez. .............(Ve tasavvuf ülkesinin bu meçhul ve esrarengiz hiyerarşisi böyle devam eder). Bkz. el-Hac Mehmed Nuri Şemsuddin en-Nakşibendi, Tam Miftahu'l-Kulub, 47-48, Salah Bilici Kitabevi, İstanbul 1976. Tasavvuf ülkesinin bu esrarengiz kurmaylarının rütbeleri, özellikleri ve sayıları hakkında fazla bilgi için ayrıca bakınız. Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevi, Veliler ve Tarikatlarda Usul (Camiu'l-Usul), 41-51, tercüme Rahmi Serin, Pamuk Yayınları, İstanbul 1977, Hâce Muhammed Pârsâ, Tevhide Giriş (Faslu'l-Hitab li Vasli'l-Ahbab tercümesi), 409-417, 568-594, Tercüme; Ali Hüsrevoğlu, Erkam Yayınları, İstanbul, No. 45. (Çeviren)
1) Müminun, 44, 89,
1) İşin tuhaf yanı, şeyhlerin en çirkin şeyler üzerinde bile üşüşürken başkalarını zühde çağırmaları veya öğütlemeleridir. Amaçları da her şeyin sadece ve sadece kendilerinin olmasını sağlamaktır. Acaba .............?............
2) .............?...........
1) Geniş bilgi için bakınız. Muhammed Fahr Şakfe, et-Tasavvuf Beyne'l-Hakki ve'l-Halk, 108-123. Bugün de müslüman gençliği tarikat kapılarında ......?....... etmekle acaba emperyalizme hizmet etmiyorlar mı? (Çeviren)
1) Enfal, 1,
2) Talak, 2-5,
1) Araf, 35,
2) Araf, 96,
3) Ali İmran, 76,
4) ........?..........
5) .........?.........
1) Ağnostizm, keşf vasıtasıyla rabbani sırları idrak etmek demektir. Miladi dördüncü asırda yaşamış bir grup düşünür ona bu manayı vermişlerdir. Bunların kimi yahudi, kimi hıristiyan, kimi de putperesttir. İnançlarının en önemli ilkesi, ilahi zat ile madde arasındaki ikiliği aşma ve bir dizi aracılar vasıtasıyla bu ikisi arasındaki mesafeyi geçme çabalarıdır. Onlara göre madde asıldır ve insan tabiatının kendisi sebebiyle alçaldığı sebeptir. Bununla beraber insan kurtuluş (zühd) yolu ile ilahi zata ve ilk kaynağa dönebilir. Bkz. Dr. Bedevi, et-Turasu'l-Yunani, 7,
2) Goldziher, müslümanların üstün değerlere bakışlarının değişmesinde tasavvufi zühdün etkisinden söz ederek şöyle der: "İslâmî hayatın üstün değerine bakış değişti. Artık sünni mezheplerin kararlaştırdığıyla çelişen bir bakış açısından ona bakıldı. Bu şekilde tasavvufçular nüfuzları etkisinde kalan kitleleri etkilemişlerdir. Müslüman kahramanların askeri karakterine halkın sempatisi ve takdiri azaldı. Halbuki ilk müslüman şehitler ancak o askeri karakter taşıyan zümrenin fertleriydiler. Ama tasavvufçuların etkisiyle insanlar bu karakterden yüz çevirdiler ve yüzlerini solgun zahidlerin resimlerine, bir deri bir kemik olmuş abidlerin cisimlerine ve manastırlara kapanan rahiplere çevirdiler. İslâm'ın ilk dönemlerinde örnek alınan kahramanlar artık ister istemez yeni kahramanlık kimliğine bürünmeleri gerekiyor. Yani bunlar kılıçlarından soyutlanmış ve yün cübbe giydirilmişlerdir. Bkz. Golzhire, el-Akide ve'ş-Şeria, 154.
1) Ebu Hamza el-Bağdadi şöyle diyor: "Tasavvufun gerçeği hakkında riya yapılan ve aldanan şeylerden biri şu ifadeleridir: Gerçek sofunun alameti zenginlikten sonra fakirleşmesi, izzatten sonra zelil olması ve şöhretten sonra gizlenmesidir. Yalancı sofunun alameti de fakirlikten sonra zenginleşmesi, zilletten sonra izzetli olması ve gizlilikten sonra meşhur olmasıdır. Bkz. İbn Acibe, Şerhu'l-Hikem, 4. Bu çevrenizdeki tasavvuf meşhurları için de uygulayabilirsiniz.
2) Üstad et-Tabiî şöyle diyor: "Bir tarikat şeyhi tanıyorum. Şerif Caddesi'ndeki barlardan birini kendisine karargâh olarak seçmiş, herhangi bir konuda kendisiyle görüşmek istedikleri zaman müridleri ve mensupları bara gelerek görüşürler. Onları barda karşılar, ağzından içki kokuları yayıldığı ve ellerinden içkiler damladığı bir halde elini uzatır, onlar da öperler. Meze artıkları sakalı, kolları ve göğsü üzerinde kendini gösterir. Şeyh barda oturan arkadaşlarına döner ve bir fıkra çatlatır. Müridler ve mensuplar da bu gülmeye katılırlar." Bakınız. el-Ahram Gazatesi, 2/11/1955. Bu anlatılanlar belki bazılarına tuhaf gelebilir veya kendilerinin böyle olmadıklarını düşünebilirler. Ama yakın veya uzak muhitimizde bu nitelikte tarikat çevrelerinin veya şeyhlerinin bulunmadığını da herhalde söyleyemeyiz. (Çeviren)
1) "Tasavvufçuların Zikri"ne kadar olan bu kısım Muhammed Fahr Şakfe'nin et-Tasavvuf Beyne'l-Hakkı ve'l-Halk, 108-134 kitabından alınmıştır. (Çeviren)
2) Suyuti el-Ehadisu'l-Mevzûa zeylinde zikretmiştir. Senedinde muhaddislerin uydurmacı dedikleri kişiler vardır.
3) el-Heysemi el-Mecma'da zikretmiştir. Senedinde Süleyman eş-Şazkûlî bulunmaktadır ki metruk kişilerdendir.
4) Bu hadisleri el-Iraki İhya tahrikinde zayıfa çıkarmıştır. Zikrettiğimiz diğer hadislerin de aynı şekilde olduğunu belirtmiştir.
1) Dr. Zeki Mübarek, et-Tasavvufu'l-İslâmî, 135-140, özet olarak.
1-2-3-4) el-İhya kitabı hamisinde Avarifu'l-Maarif, 2/144, 136, 154, 151,
1) İhya kitabının hamisinde Avarifu'l-Maarif, 2/153, buna benzer nakille için yine bkz. 2/140, 136, 138, 156, İbn elCevzi, Telbisu İblis, 198-201,
1) Şezeratu'z-Zeheb, 4/13,
2) Ali İmran, 200,
3) İhya kitabının hamisinde Avarifu'l-Maarif, 2/55,
1) Hac, 78,
2) İhya kitabı hamişinde Avarifu'l-Maarif, 2/56. Hafız İbn Hacer Tesdidu'l-Kavs kitabında şöyle der: Dillerde dolaşan bir hadis olarak geçen bu söz, gerçekte İbrahim İbn Able'nin sözüdür." el-Iraki de el-Beyhaki Cabir'den zayıf bir senedle rivayet etmiştir, demektedir.
3) Nisa, 95,
4) Tevbe, 19-22. Cihadın farziyetini ve ameller arasındaki üstünlüğünü anlatan sayısız âyet ve hadisler bulunmaktadır. Bkz. İbn Teymiyye, el-Furkan Beyne Evliyai'r-Rahman ve Evliyai'ş-Şeytan, kitabı,
1) İhya kitabı hamişinde Avarifu'l-Maarif, 1/268,
1) Dr. Ömer Ferruh, et-Tasavvuf fi'l-İslâm, kitabı,
1) Dr. Zeki Mübarek, Age.
2) İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 14-15, Muhammed Ebu Zehra, İbn Teymiyye .........?.........
1) İhyau Ulumi'd-Din, 3/21,
2) İhya kitabının hamişinde Avarifu'l- ..........?..........
3) ..........?...........
4) ...........?.........
1) Ğaşiye, 17-20,
2) Taha, 10,
1) Bakara, 18,
1) İbn el-Cevzi, Saydu'l-Hâtır, 1/144-146, Tahkik, Ali Tantavi-Naci Tantavi, Daru'l-Fikr baskısı,
1) Muhammed el-Fadıl İbn Âşûr, et-Tefsir ve Ricaluh, 142,
2) İhya kitabının hamişinde Avarifu'l-Maarif, 2/196,
3) İhyau Ulumi'd-Din, 3/87,
4) Ebu Talib el-Mekki, Kûtu'l-Kulûb, 3/130,
5) İhya kitabı hamişinde Avarifu'l-Maarif, 2/167,
6) Age. aynı yer,
1) es-Suhreverdi, Avarifu'l-Maarif, 2/167'de zikretmiştir ki meyhanecinin şahidi bozacıdır, gibi bir şey! Esna'l-Metalib sahibi bunun senedinde Davud İbn el-Cerrah'ın bulunduğunu ve bütün hafızların onu zayıf ve tutarsız saydıklarını kaydeder.
2) eş-Şevkani senedinde yalancı el-Belvi'nin bulunduğunu ez-Zeyl'de kaydedildiğini söyler.
3) el-Makasıd sahibi bunun İhyau Ulumi'd-Din kitabında yer aldığını yahut birinci kısmın el-Kuzaî ve ed-Deylemi tarafından zayıf bir isnadla zikredildiğini belirtir.
4) İbn el-Cevzi, Telbisu İblis, 332-333. Hayatında yaşlısından gencine kadar on'dan fazla kadınla evlenen bir peygamberin bu gibi şeyleri söylemesini akıldan geçirmek bile akılsızlıktır. Ama aklı zaten çöplüğe atan tasavvufçular için bu gibi iftiralar çok görülmez. (Çeviren)
1) et-Tasavvufu'l-İslâmî fi'l-Edeb ve'l-Ahlak, 2/241, es-Saulibi'nin Kitâbât, 20'den naklen,
2) et-Tasavvufu'l-İslâmî fi'l-Edeb ve'l-Ahlak, 229, Nefhu't-Tîb, 2/322'den naklen, Ebu Ali "İnsanlar kabul edip girdikten sonra Allah'ın dini hakkında tartışanların hüccetleri Rableri katında boştur. Onların aleyhine bir gazap ve çetin bir azap vardır." (Şura, 16) âyetine işaret etmektedir.
3) Esna'l-Metalib'de bu rivayetin senedinde Abdullah el-Havarezmi'nin bulunduğu ve hadislerinin münker olduğu, başka bir varyantında ise hadis uydurmakla bilinen Ebu'l-Buhturi el-Kazi'nin bulunduğu kaydedilir.
1) et-Tasavvufu'l-İslâmî fi'l-Edeb ve'l-Ahlak, 2/207-211, özet olarak.
2) Nisa, 1,
3) Nisa, 24,
4) Nur, 32,
5) Rum, 21,
1) Buhari, Nikah, 1, Nesai, Nikah, 4, 10, 16, 38, 39,
2) Bütün varyantlarında hasen bir hadistir.
3) Müslim,
4) Ebu Davud, Nesai,
5) Tasavvufçuların Dünyadan Nefret Etmeleri"nden itibaren buraya kadar (208-226) olan kısım Muhammed Fahr Şakfe'nin et-Tasavvuf Beyne'l-Hakki ve'l-Halk, 108-134, kitabından kısaltılarak alınmıştır. (Çeviren)
1) Bu iki isim Mısır'da sözkonusu çevrelerin kutsallaştırdığı iki yatırdır. Guya Hz. Ali'nin torunlarından olup Mısır'a gömülmüşlerdir. Mısır'da bunlar var da bizde yok mu? Yılın belirli dönemlerinde düzenlenen anma törenleri ve diğer zamanlarda yapılanlar bundan çok mu farklıdır? Yatırların ruhaniyetinden medet istiyenler, onlardan istiğasede bulunanlar ve mezar taşları karşısında dururken Allah'ın huzurunda duyduğu huşu ve heybetten daha fazla heybet ve korku duyarak titriyenler az mıdır? Falan velinin anma törenlerinde halk oyunları veya halk dansları adı altında yapılanlar bundan çok mu ayrıdır? Guya anılan kişiler o mahut zikirlerini Allah'a bir ibadet ve yakınlık için değil de, insanlara tören düzenlemek ve gösteri yapmak için yapmışlar gibi ibadet ve Allah'a itaat atmosferinden tümüyle uzak bir ortamda düzenlenen anmalar bundan çok mu farklıdır? (Çeviren)
2) Zikir (dans) salonlarında saatlerce debelenen bu insanlar beş vakit namaza sıra geldiği zaman her birini beş dakika içinde apar topar kılar ve Allah'ın huzurundan ayrılırlar. Çünkü tasavvufun dansı günah ve şehvet, namaz ise temizlik ve ibadettir. Bunların dini iyice anlaşılıyor değil mi?
1) Enfal, 35,
2) Ahdi Kadim, Mezmurlar, 641,
3) ed-Dabbağ, el-İbriz, 2/72. Karanlık üstüne karanlıklar gibi tasavvufçular bidat üstüne bidat işlerler. Kutupların melekleri görmesini iddia etme bidatı gibi.
1) Ahmed Abdulmuim el-Hulvanî, Risale, 28 vd., Ahmed İbn Abdurrahman er-Ratbî, Risaletu Minhati'l-Ashab, 86,
2) Age. Aynı yer. Zikir şekilleri değişik olmakla beraber tarikatlarda bu esaslar ortak bir özellik arzetmektedir. Büyük çoğunluğun zikri bu şekildedir.
1) İsra, 110,
2) Araf, 55,
3) Araf, 205,
4) el-Hulvani, Risale, 30,
1) İbn Ataullah el-İskenderi, Miftahu'l-Felah, 23 vd., hicri 1332 baskı,
2) İsra, 110,
3) Araf, 180,
1) Muttefekun aleyh,
2) Müslim,
3) Buhari,
4) Buhari ve Müslim,
Ebu Musa el-Eş'ari'den rivayet edildi: "Bir yolculukta Rasûlullah ile beraberdik. İnsanlar yüksek sesle tekbir getirmeğe başladılar. Rasûlullah onlara şöyle buyurdu: Ey insanlar, yavaş olun, siz sağır veya uzakta olan birine seslenmiyorsunuz. Sizler işiten ve yakında olana sesleniyorsunuz. O sizinle beraberdir." (Müslim).
1) Senedi sahih olup sika olan Ammar'a dışında senedindeki bütün kişiler Buhari'nin Sahih'indeki kişilerdir. (Bu olay Muhammed Fahr Şakfe'nin adı geçen eseri, 163-164'den alınmıştır. (Çeviren)
1) Her tarikatın özel bir virdi vardır. Onu diğer bütün virdlere tercih eder. Hatta Kur'ân-ı Kerîm'e de tercih eder ve Kur'ân yerine onu okur.
Bu sözler size tuhaf geliyorsa, Ticaniler'in tağutunu dinleyiniz: "Hazreti Peygamber'e selatulfatihi sordum. Selatulfatihi bir defa söylemenin altı defa Kur'ân'a denk olduğunu söyledi. Sonra her defasının kainatta meydana gelen bütün tesbihlere, bütün zikirlere, büyük küçük bütün dualara ve Kur'ân'ın altı bin defasına denk olduğunu bildirdi." İbn Harazim et-Ticani, Cevahiru'l-Maani, 1/103. Artık söylediklerimizde bir abartmanın olmadığını her halde gördünüz. Tasavvufçuların insanları Kur'ân-ı Kerîm'den nasıl uzaklaştırmak ve alıkoymak için çabaladıklarını görüyorsunuz değil mi?
Selatulfatih, sözleri ve anlamı son derece bozuk kısa bir duadır. Lafızlarını buraya alıyoruz: "Allahumme salli ala seyyidine Muhammed'in elfatih lima uğlika ve'l-hatim lima sebeka, nâsiru'l-hakki bilhak, el-hadi ila sıratike'l-mustakim, ve ala âlihi hakka kadrihi ve mikdarihi'l-azim." Bkz. Ahzab ve Evradu't-Ticani, tah. Muhammed el-Hafız, kitabından naklen, Abdurrahman Abdulhalik, el-Fikru's-Sufi, 353,
Manası: "Allah'ım, Hz. Muhammed'e selat olsun. O kapalı olanı açmış, geçmişi sona erdirmiş, hakkı hakla desteklemiş, sıratı müstakime iletmiştir. Kadri ve büyük miktadır kadar âline de salat olsun." Gördüğünüz gibi ne dediği belirsiz ve doğru dürüst bir anlam taşımıyan birtakım tekerlemelerden başka birşey değildir.
Kapatılıp da Rasûlullah'ın açtığı nedir? Önce geçen nedir? Hepsi anlamsız şeyler. Sonra bu iki satırlık tekerleme nasıl Kur'ân'dan üstün olabilir? Bu yalanı çok görmeyiniz. Çünkü bu satırlık tekerlemenin gökten indiğini daha önce iftira etmişlerdir. Rimahu Hizbi'r-Rahim kitabının yazarı el-Futi "Zikreden kişi bunun Allah'ın kelamı olduğuna inanması gerekir" demiştir. (Rimahu Hizbi'r-Rahim, 2/139). ed-Durretu'l-Haride müellifi de bunun Allah'ın kelamı olduğunu iftira etmektedir. Bkz. ed-Durretu'l-Haride, 4/128. Bu şekilde tasavvufçular Allah'a iftira etmekte, Allah'ın kitabını tahrif etmekte ve kendi küfürlerini onun yerine ikame etmeye çalışmaktadır. Diğer tarikatlarda da durum bundan pek iç acıcı değildir. Geniş bilgi için bkz. Abdurrahman Abdulhalik, Age. 352-354. (Çeviren)
1) Mesela Gümüşhanevi'nin şu sözlerine bakınız: "Şeriata muhalif olan tarikat, dalalettir, felakettir ve hatta küfürdür. Herhangi bir hakikat ki kitap ve sünnete uymazsa sapıklık ve zındıklıktan başka bir şey değildir." Veliler ve Tarikatlarda Usul (Camiu'l-Usul), 267, Tercüme; Rahmi Serin, Pamuk Yayınları, İst. 1977,
Bu ifadenin hemen üstünde marifeti anlatırken söylediği şu sözlerle şeriattan nasıl ayrıldığı ve onun belirlediği hükümlerden başka nasıl şerî hükümler koyduğunu görünüz: "Ramazan'da oruç tutan bir kimsenin orucu, şeriata göre yemek ve içmekle hükümsüz olur. Tarikata göre gıybet orucu bozar. Hakikatta ise oruçlunun kalbine Allah'tan başka birşeyin gelmesi ile orucu bozulmuş olur" Age. Aynı sayfa. Herşeyden önce tarikata ve hakikata göre oruç olmaz. Nasıl, ne zaman tutulacağını ve nerede bozulacağını şeriat belirlenmiştir. Sofulara ayrı, sofu olmayanlara ayrı bir oruç da İslâm'dan mevcut değildir. Aslına bakılırsa bu sözler dinde teşri yapmak, şeriatın hükümleri dışında hüküm belirlemek değil midir? Şeriatın helal ve haramıyla yetinmeyip kendinden hükümler koymaktan başka nedir? Bunun misallerini bütün tasavvuf kitaplarında görmek mümkündür. Onun için şeriata bağlılık ve onun sınırları yanında durmak gerekir, şeklindeki sözlerine itibar etmek mümkün değildir. Çünkü adamların iki anı ve iki sözü birbirine uymuyor.
Bir sonraki sayfada yeralan şu sözlerin şeriatla bağdaştığını kim söyliyebilir? "Şeriat sözler, tarikat fiiller, hakikat haller, marifet de servetin başıdır." Utanmadan bir de bunu Rasûlullah'a nisbet etmektedir. Şeriatı söz, fiil, hal ve servet olarak hangi din ayırmıştır?
Yine şu sözlerine bakınız: "Şeriatın temizliği su ve toprak ile, tarikatın temizliği heva ve hevesi gönülden çıkarmak ile, hakikatin temizliği de kalbte Allah'tan başkasına yer vermemekle yapılır."
Düşünün, müslümanlar su ile abdest almakta ve gusletmektedir. Şeriata göre bu insanlar temiz olmakta ve yüce Allah'ın huzuruna ibadet için çıkmaktadır. Heva ve hevesi gönüllerinden çıkarmadığı ve kalplerinden Allah'tan başka her şeyi atmadığı için İslâm nazarında bunlar temiz değil midirler? Bu hükümlerin dışında hükümler koyan şeriata muhalefet etmiş olmuyor mu? Bu adamların söylediklerine katılmak mümkün müdür? (Çeviren)
1) İnsan iradesinin hayır alanında önünde geniş bir alan vardır. Evlenme isteği, geçimi kazanma, yer yüzünde Allah'ın yarattığı güzel bağlar, bahçeler ve manzaraları doya doya seyretme gibi. Bunları istiyenler için Allah bir yasak koymamış ve suç saymamıştır. Rasûlullah "Dünyadan bana kadınlar ve koku sevdirilmiş, gözünün nuru namazda kılınmıştır" buyurmuyor mu? Sevmek, itici ve zorlayıcı kararlı bir iradeden başka nedir? Bunları istediği için Hz. Muhammed (hâşâ7 müşrik mi olmuştur?
1) Rabiatu'l-Adeviyye miladi 714-801 yılları arasında yaşamış bir kadındır. Basralıdır. Önceleri çalgıcı iken sonra tasavvufçu olmuştur. Allah sevgisine dair şiirler söylemiştir. Onun bu görüşünü veya bidatını daha sonra tasavvuf şairi Yunus Emre şöyle tekrarlıyacaktır:
"Cennet cennet dedikleri - Birkaç köşkle birkaç huri - İstiyene ver onları - Bana seni gerek seni!" Gördüğünüz gibi Yunus Emre Allah'ın müminlere salih amelleri karşılığında vadettiği cenneti ve nimetlerini beğenmiyor veya onları kendisi için yeterli görmüyor. Onun yerine İsrail oğullarının Hz. Musa'ya "Biz Allah'ı açıkça görmedikçe sana inanmayız" (Bakara, 55) dedikleri gibi Allah'ın zatını görmek istiyor. Halbuki Allah'ı ençok seven ve inanan insanlar arasında ondan en çok korkan peygamberlerin hiçbiri böyle bir istekte veya iddiada bulunmamıştır. İnsanlara örnek ve rehber olarak gönderilen peygamberlerin yolundan sapan veya ondan yüz çeviren insanların Allah'ın gerçek dininden nasıl uzaklaştıklarını görüyoruz. Peygamberlerin hidayetinden yüz çeviren veya sapan kişilerin ne ölçüde Allah yolunda olabileceklerini takdirlerinize bırakıyoruz.
Nitekim Yunus Emre'nin cenneti ve nimetlerini küçümseyen Yunus Emre'nin bu görüşüne karşı karşı küfür olduğunu söylediğini görüyoruz. Şüphesiz bu hüküm, daha önce Rabia'nın söylemiş olduğu sözler için de geçerlidir. Bkz. Ebussud Efendi, Fetvalar, s. 87, mesele 353, İstanbul 1972. Aynı hükmü tasavvuf meşhurlarından M. Zahid Kotku'nun kitabında da görüyoruz. Bkz. Ehli Sünnet Akaidi, S. 137, madde 23, İstanbul 1984.
2) Enbiya, 95,
3) A'raf, 56,
1) Secde, 15-16,
2) Allah'ın rızasının ahirette mükafatı cennet, gazabının cezası da cehennemdir. Cennetini istemiyen bir kişi O'nun rızasını da aramıyor ve istemiyor demektir. Cehenneminden de korkmuyorsa, gazabından korkmuyor demektir. Rızasını arzu etmiyen ve gazabından korkmıyan bir insan sevgi iddiasında ancak yalancı olur.
1) Dr. Bedevi, Şehidetu'l-Işki'l-İlahi (İlahi Aşkın Şehidi), 38. Kitabın adı bile tüyleri ürpertiyor.
2) Tahrim, 11,
1) Tevbe, 111,
2) Maruf el-Kerhi hicri 200 yılında ölmüştür. Şöyle diyordu: "Allah'tan bir isteğin olursa, benimle ona yemin et (Yani Marufel-Kerhi hakkı için şu isteğimi vermezsen.......de)" er-Risaletu'l-Kuşeyriyye, 9, Tekaddüm Matbaası. Tasavvufçuların daha ne zamandan küfre gittiklerini düşünün!
3) es-Sulemi, Tabakatu's-Sufiyye, 83, Ebu Talip el-Mekki bu olayı guya Rasûlullah'a nisbet etmiştir. Bkz. Kutu'l-Kulub, 3/39, hicri 1351 baskı, Rasûlullah ise bu saçmalıklardan münezzehtir.
1) Abdulaziz ed-Debbağ şöyle diyor: Veli batının sözünü işittiini gibi zahirin sözünü de işitir. "Onun için sofu veli, şeriat nazarında isyankâr olabilir, hakikat nazarında ise Allah'a itaat etmektedir. Büyük veli insanların gözünde isyankar görünebilir, ama o isyan etmemektedir. Sadece ruhu zatını perdelemiş ve onun suretinde görünmüştür. Bir günah işlediği zaman, aslında o günah değildir." el-İbriz, 2/42. Bu şekilde tasavvufçular isyan ve günahlarının da birer itaat ve ibadet olmasını tasdik etmemizi istiyorlar.
1) Bişr İbn el-Hars Ebu Nasr el-Hafi olup hicri 227 yılında ölmüştür.
2) Hinduların eski kutsal kitabı Vedalar'da adlandırıldığı gibi tek kişi olan Brahma'ya nisbettir. Bu din üç tanrılı bir dine inanır. En üstünü Brahman diğeri Vişnu olup hayat tanrısıdır. Üçüncüsü de Şiva olup felaket tanrısıdır. Bu din mensupları din kahinlerinin kutsallığına inanırlar. Çünkü onlara göre bunlar tanrıların yanında kendilerine şefaat etme ve tanrıları etkileme gücüne sahiptirler. Şeyhlerini ve kahinlerini kutsallaştırmayı tasavvufçular bunlardan almışlardır.
3) Buda'ya nisbettir. Peygamber olduğunu iddia eden bir Hindistanlıdır. Millattan önce altıncı asırda doğmuştur. Daha sonra Budizm, Buda'nın insanların günahlarını yüklenmek üzere onları kurtarmak için vücut kazanmış bir ilah olduğuna inanacak kadar değişikliğe uğramıştır. (Hıristiyanların teslis inancını ve Hz. İsa'nın insanların doğuştan getirdikleri günaha kefaret olmak üzere çarmıha gerildiği inancını Budizm'in bu şeklinden aldıklarına inanılmaktadır. Ancak, birisi bu amaçla vücut bulurken, diğeri (güya) canını vermektedir. Bazı araştırmacılar Buda'nın efsanevi bir kişi olup gerçekte mevcut olmadığını ileri sürmektedir. Tasavvufçular İbrahim İbn Edhem'i işte bu Buda şekliyle tasvir etmişlerdir.
4) Zerdüşt'e nisbettir. Farisilerin yalancı peygamberidir. Milattan önce doğmuştur. Avesta isminde onlara bir kitap bırakmıştır. Daha sonra yapılan şerhlerle beraber Zendavesta adını almıştır. Bu din dualist bir insanca sahiptir. Tanrılardan biri hayır tanrısı olup adı Hürmüz, diğeri şer tanrısı olup adı Ehrimen'dir. Zerdüşt hayrın şerre galip geleceğine inanır. Optimist bir düşünce sahibidir. Mani dininde olduğu gibi pesimist (kötümser) değildir.
5) Baha lakabıyla anılan Mirza Hüseyin Ali'ye nisbettir. Dini inançlarına göre Allah zaman zaman peygamberler suretinde görünür ve Mirza Hüseyin Ali ilahi tecessüdün en mükemmel suretidir. Nuh peygamberden Hz. Muhammed'e kadar peygamberlerin vahiylerini aldığı ve kaynaklandığı kaynaktır. Vahdeti vücut ve Hakikati Muhammediyye inancının değişikliğe uğramış bir şekli!
6) Mirza Gulam Ahmed el-Kadiyani'ye nisbettir. Mirza Gulam Ahmed 1908 yılında ölmüştür. Kıyamete yakın geleceği söylenen Hz. İsa veya beklenen Mehdi olduğunu iddia etmiş ve Allah'ın kendisine vahiy indirdiğini söylemiştir. Taraftarları daha sonra ikiye ayrılmışlardır. Bir kolu Ahmediyye, diğer kolu Kadıyaniyye adıyla anılır. Ahmediler Kadıyaniler'den daha az aşırıdır. İkisi de Gulam Ahmed'in Mesih'in kendisi olduğuna inanmıyanları kafir sayar.
1) el-Fikru'l-Yahudi, 246, Derleme Dr. Hermes, Tercüme; Alfred Yoluz,
2) İbn el-Farid'in "Her nefis ancak benim murad ettiğimi istiyebilir" sözleriyle karşılaştırınız.
3) Bakara, 61,
1) Bu sözleri İbn Arabi'nin "Ahirette vaad ile vaid, cennetle cehennem aynıdır" sözleriyle karşılaştırınız.
2) Halâsu'n-Nüfûs fi's-Salavâti ve't-Tukûs, 241, 267,
3) Maide, 73,
1) Adolf Erman, Mısır, 341, Tercüme, Dr. Abdulmunim Bekr,
1) Mekâtîbu Abdilbaha (Abbas İbn Mirza Hüseyin), 220, 265,
1) Hüviyet tasavvufçulara göre ilahî zatın batınıdır. Batın ve zahir vücudunu inniyet ve hüviyetinde kendi vücudunun aynısı yapmasını Allah'tan istemektedir.
2) İbn Arabi, Mecmuatu'l-Ahzab, 15, İstanbul, hicri 1298,
3) Yani zatında insanlık ile uluhiyet arasında olan insan demektir. Batını lahut (ilah), zahiri ise nasut (insan) demektir.
4) Yani Allah'ın hakikati. Çünkü İbn Arabi'ye göre Allah kadim bir insandır.
5) Yani insan suretinde zuhur eden kadim ilahtır. Bütün yaratık türleri bu insandan yayılmıştır. Hala gayb aleminde gelecek olan bütün varlıklar ondan meydana gelmeketdir.
6) İbn Arabi, Age. 14,
Gerçeğin bizzat müşahade edilmesi için İbn Arabi'nin duasını kendi lafızlarıyla aşağıya alıyoruz. "İlahi istehlik külliyeti fi külliyetike ve emidde evveliyyeti bi evveliyyetike hatta eşhede evveliyyeteke fi evveliyyeti ve âhiriyyeteke fi âhiriyyeti ve kabiliyyeteke fi kabiliyyeti ve inniyeteke fi inniyyeti ve hüviyyeteke fi hüviyyeti ve maiyyeteke fi maiyyeti hatta ekûne unvane zalike's-sırrî küllihi bel şeklehu ve suretehu."
Bir de selatının kelimelerini alıyoruz: "Allahumme salli ve sellim ve barik ala't-Tal'ati'z-Zâti'l-mutalsami ve'l-Gaysi'l-mutamtami, lahuti'l-cemali ve nâsuti'l-visali ve tal'ati'l-hakki, hüviyeti insani'l-ezel fi neşri men lem yezel, men ekamte bihi nevâsîte'l-farki ila tarîki'l-hakki. Fe salli Allahumme bihi minhu fihi."
1) Enam, 116,
2) Casiye, 22,
1) Maide, 18,
2) Muhammed, 28,
3) Ali imran, 31,
1) el-Cıbırtî, bugünün mevlidlerini anlatırcasına el-Afifi'nin mevlidinde meydana gelenleri şöyle anlatır: Birçok çadırlar kurulur, halılar serilir ve sandalyelerle dizilir, mutfak ve kahveler düzenlenir. Halkın avamından havassına kadar büyük kalabalıklar toplanır. Köylerden çiftçiler, bar ve pavyon, gazino ve park sahipleri, hokkabazlar, cambazlar, dansözler ve aktörler gelir. Çöl ve bahçeleri doldurur, kabirler ayaklar altında çiğnenir, büyük küçük abdest bozar,livata ve zina yapar, oynayıp dans eder, gece gündüz davul zurna çalarlar. Fakihler ve alimler bunun için gelirler. Emirler, tacirler, ileri gelenler ve halktan insanlar yadırgamadan onlarla beraber bulunur. Hatta bunun Allah'a yakınlık ve ibadet olduğuna inanırlar. Böyle inanmasalardı alimler onlara karşı çıkar, katılmak bir yana, tepki gösterirlerdi. Allah hepimizi hidayete erdirsin. Amin. "Tarihu'l-Cıbırtî, 1/225, hicri 1322 baskı, (Böyle bir yıldönümde Mescidu'l-Hüseyin civarında aynı olayların meydana geldiğine kendim şahit oldum. Mısır'da bulunanlar da şahit olmuştur.) (Çeviren)
1) Bakara, 206,
1) Bu kısım M. Lutfi el-Menfaluti, en-Nezarât, 2/44-45, baskı yeri ve tarihi yok.
1) Yazarın yukarıda verdiği örneğin misalleri pek çoktur. Bir benzerini görmek istiyenler Yusuf en-Nebhani'nin "Şevahidu'l-Hak fi'l-İztiğaseti bi Seyyidi'l-Halk" kitabına bakabilirler. en-Nebhani'nin bu kitabına red ve cevap için Bkz. Mahmud Şukri el-Âlûsî, Gayetu'l-Emânî fi4r-Reddi ala'n-Nebbânî, 1-11. Müellifin iradesine göre yayınevi ve yayıncı ismi tasavvufçuların şerrinden endişe edildiği için belirtilmemiştir.
Türkiye'de yapılanlar bu anlatılanlardan hiç de farklı şeyler değildir. Mesela Mevlana, Şems Tebrizi, Eyüp Sultan, Hacı Bayram, Hacı Bektaş, Veysel Karani ve benzeri yerlere uzak diyarlardan gelen ve ziyaret edenler acaba yukarıda anlatılanlardan farklı şeyler mi yapıyorlar? Hatta Mevlana'ya veya Hacı Bayram'a uğramadan hac ibadetlerinin eksik kalacağına inananlar az mıdır? (Çeviren)
1) Mesela Bahailik Kur'ân, İncil ve Tevrat dahil semavi bütün kitaplara inandığını iddia etmekte ve bunu kitaplarına yazmaktadır. Evrensel İslâm'a ve insani kardeşliğe çağırdığını iddia etmektedir. Buna bakarak Bahailiğin müslüman bir din veya inanç olduğuna mı hükmedelim? Küfür bir akım olduğunu bütün müslümanlar bilmektedir. Yukarıdan beri ............?..............
1) Zümer, 65,
1) Kehf, 110, Bkz. İbn el-Kayyim Tefsiri, 74,
1) el-Fikru'l-Yahudi, 24, 200, 202 vd. Tercüme, Alfred Yeluz.
1) Zümer, 65,
1) Bütün bu pasajlar için bkz. İbn Arabi, Fususu'l-Hikem, 88, 107 vd. İsterseniz şu ifadelere de bakınız: "Allah latiftir. Lütuf ve letafetinden dolayıdır ki isimlendirilen şeydedir. Aynı şekilde şu şekilde tarif edilen de o şeyin aynısıdır. Ta ki benzerlik ve ıstılah yolu ile isminin kendisine delalet ettiğinden başkası hakkında söylenmesin. Yani gök, yer, kaya, ağaç, hayvan, melek, rızık, yiyecek gibi isimlerle isimlendirilmesin. Çünkü pınar her şeyden biridir ve ondadır. Fususu'l-Hikem, 188, el-Halebi baskısı. Yani Allah'ın bütün bu şeylerin aynısı ve gayrısı olduğunu, bunlardan birini tarif ile bilecek olursan, bu tarifin Allah için de geçerli olduğunu, yani cins ve tür olarak Allah'ın tarifinin aynısı olduğunu söylüyor. İbret alınız!
1) İslâm'ın ahlak çağrısı en yüce ve en mükemmel pozitif ahlaka çağırmakla temayüz eder. insandan sadece kötülüğü işlememeyi istemekle kalmıyor, belki hayrı işlemeyi de istiyor. Mesela bütün haramlardan uzak durmayı emrederken, diğer tarafta geçimi kazanmayı ve cihadı emretmektedir. Üstün olmayı ve çalışıp kazanmayı isterken ruhbanlığı ve hırsızlığı yasaklamaktadır. Bu iki yönünü âyet-i kerîmeler açık bir şekilde ifade etmektedir: "insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülüğü yasaklarsınız." (Ali İmran, 110) Yine "İyiliği işleyin ki kurtuluşa eresiniz" (Hac, 77) buyurmaktadır. "O halde pislikten, putlardan sakının, yalan sözden sakının. Kendisine ortak koşmaksızın Allah'ın hanifleri olun." (Hac, 30-31) İslâm'ın ahlak çağrısında denge ve hayır, tevhid inancında çok daha açık bir şekildedir. Yüce Allah buyuruyor: "Allah'a ibadet ediniz ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayınız." (Nisa, 36) Bir yanı ile Allah'a ibadeti emrederken, diğer yanı ile de ona ortak koşmayı yasaklamaktadır. Görüldüğü gibi İslâm'ın ahlak anlayışında emir ve yasak beraberdir. Bu ahlakta denge esastır.
1) Daha önce de üzerinde durduğumuz bir olay vardır. Bilindiği gibi hicri 492 yılında Kudüs ve Mescid-i Aksa haçlıların eline düşmüş, ama meşhur ve büyük tasavvufçu Gazali4nin belki bundan haberi bile olmamıştır. Kitaplarında bir kelime ile de olsa buna hiç değinmemiştir. Bu işgalden sonra Gazali yaklaşık onüç sene yaşamış ve hicri 505 yılında ölmüştür. Haçlıların çizmeleri altında kirletilen Mescid-i Aksa için birtek gözyaşı döktüğü ve kurtulması için kalemi ve kelamıyla birtek müslümanı teşvik ettiği görülmemiştir. Halbuki bu zor dönemde şairler bu korkunç musibeti şiirlerinde bile dile getirmişlerdir. Bir şair şöyle demiştir:
"Küfür İslâm yurdunda bir put dikti, İslâm bunun için uzun uzun ağladı.
Nice camileri manastır yaptılar ve mihrabına haç diktiler.
Orada domuz kanını koku ve Kur'ân-ı Kerîm'i yakarak buhur yaptılar."
Acaba bu acı mersiyeler ve feryatlar Gazali'nin huzurunu kaçırdı mı? Doğrusu söylenemez. Çünkü o sıralarda kitaplarına kapanmış ve cansızların evliya ile nasıl konuştuklarının felsefesini yapmakla meşguldü. Haçlılara karşı savaşmadan veya başkalarını savaşa teşvik etmeden sahi ve mahiv ile meşguldü.
Aynı şekilde İbn Arabi ve İbn el-Farid de haçlı seferleri zamanında yaşamış iki tasavvuf meşhurudur. Hiçbirinin savaştığı yahut savaşa teşvik ettiği veya müslümanların başına gelen musibetlerden yükselen feryatlara şiirlerinde veya yazılarında yer verdiği vaki değildir. Çünkü bütün mesailerini Allah'ın her şeyin aynısı ve kendisi olduğunu kararlaştırmaya ayırmışlardı. Onun için müslümanlar haçlılarla niçin savaşacaktı? Zira onlar da Allah'ın tecessüd eden zatı ve suretleri değil miydi? Allah'ın düşmanlarına ve emperyalizme karşı tasavvuf meşhurlarının tavrı budur. Acaba bunların uydusu ve çömezi olan diğerleri zalimlere ve emperyalistlere karşı farklı bir şey mi yaptılar.
1) Hz. Peygamber'den cesaret, hamiyet ve cesaret gösterisi için savaşan kişinin durumu sorulduğunda şöyle buyurmuştur: "Allah'ın sözü üstün olması için savaşan Allah yolunda savaşmış olur." (Buhari, Müslim, Tirmizi)
2) Daha önce olayı nakletmiştik.
3) eş-Şa'rani, et-Tabakat, 1/11, Subayh baskısı,
4) Dr. Ömer Ferruh'un et-Tasavvufu'l-İslâmî kitabına bakınız.
5) Şiirler tabakat kitaplarında ehli sünnet imamlarından çok kişiyi zikretmekte ve beri oldukları birtakım görüşleri onlara nisbet ...................?..............
1) Hümanist ve zengin İngiliz tasavvufçunun yaptığı gibi. Mısır'da fakirlerin tedavi görmeleri için büyük bir bina yapmıştı. İngiliz yüksek komiseri her sene elçilik görevlileriyle beraber kutsal tirit'ten yemek için gidiyordu.
1) Nisa, 48,
2) Tevbe, 102,
1) İbn Arabi, Futuhatı Mekkiyye, 129,
2) Bu kısım Muhammed Fahr Şakfi'nin el-Tasavvuf Beyne'l-Hakkı ve'l-Halk, 217-219 kitabından .............?............
1) Enam, 153,
2) İbn Mace ve İmam Ahmed iyi bir senedle rivayet etmiştir.
3) Şura, 30,
1) Muhammed Fahr Şakfe, et-Tasavvuf Beyne'l-Hakki ve'l-Halk, 217-219,
1) İbn Arabi, Fususu'l-Hikem, 1/92,
1) Mısır'da kabirleri tavaf etmek için hacdan önce ve sonra nasıl akın ettiklerini bir görseniz! Sanki kalubela'da verdikleri söze bağlı olduklarını putlarına bildirmek için geliyorlar. Bir de her türbenin muhafız ve kahinlerinin uydurduğu masalları düşünün. Şu veya bu türbeyi (putu) yedi defa ziyaret edenlerin bir hac sevabı kazanacaklarını iftira ediyorlar. Bunu Tanta'daki el-Bedevi, Desuk'daki ed-Desuki, eş,Şuheda'daki eş,Şibl için iddia ediyorlar. (Konya'da Mevlana, İstanbul'da Eyüp Sultan, Siirt'te Veysel Karani, Hacı Bayram, Hacı Bektaş ve başka makamlar için aynı inançları taşıyan ve bunlar karşısında dilsiz sağır kesilenler az mıdır? (Çeviren)
2) Bunlar dervişlerden bir zümredir. Z ikirden sonra oturur ve o anda kendilerine ilham edilen şeyler olduğunu iddia ederek birtakım şiirlir ve gazeller okurlar. Kutuplarla ilgili olarak şu sözler isöyliyen köyümdeki o yaşlı adamı hâlâ unutamıyorum:
"Bazan bize Arap olarak, bazan Acem olarak gelirler,
Bazan hıristiyan ve zünnar giymiş olarak gelirler,
Bazan da meyhanecinin içkisiyle sarloş olarak gelirler."
3) "Mecmuatu Resail İbn Arabi", içinde Risaletu'l-Fena, 3, 8, Hint baskısı, İbn Acîbe, İkazu'l-Himem Şerhu'l-Hikem, 8,
1-2) Adı geçen eserler, aynı yerler.
3) el-İbriz kitabı şeyh diye adlandırılan kişinin eleştiriden nasıl kaçtığını ve işi nasıl kurnazlığa vurduğunu şöyle anlatır: "Abdulaziz ed-Debbağ'ın meclisine onun veli olduğuna inanmıyan bir adam geliyordu. O adam geldiği zaman kendisini müridleri karşısında rezil etmesinden korkarak ed-Debbağ tasavvufi masallarını anlatmayıp susuyordu. Nihayet "Bu adam gelince bana hiçbir şey sormayın" dedi müridlerine. Öğrencilerinden biri naklederek o adam hazır iken ed-Debbağ'a bir şey sorduklarında, ed-Debbağ'ın birbirlerini tanımıyan yabancılar gibi davrandığını ve sergilediği bilgilerin sanki kendisiyle bir ilgisi yokmuş gibi bir hal aldığını söylüyor. Bakınız, el-İbriz, 2/42. Eleştirenlerin karşısında tasavvufçuların dillerini yutmuş bülbül gibi susmalarının sebebini anladınız mı? Susuyorlar, çünkü dervişlerinin huzurunda hakkın önünde tuş olmaktan korkuyorlar.
1) es-Sulemi, Tabakatu's-Sufiyye, 158,
2) İbn Acibe, İkazu'l-Himem Şerhu'l-Hikem, 7, 8. Bu temelsiz iddiaların çağdaş bir örneği için İslâm dergisinin Nisan 1990 sayısında çıkan "Tasavvuf Hakkında Birkaç Söz" başlıklı yazıdan bazı alıntılar yapalım.
"Ne kusursuz, ne tam, ne harika, ne şahane nizamdır İslâm! İslâm her çağın ve özellikle şu hasta asrın şifası; tüm maddi ve manevi, ferdi ve ictimai dertlerin devası, akılların gıdası, gönüllerin sefası, karanlık gecelerin nurlu sabahı, ölümlü dünyanın âbı hayatıdır." (s.4)
İslâm'ı bu şekilde güzelce sunduktan sonra buna alternatif olarak bir de tasavvufu nasıl sunduğunu görelim: "Fakat, bir de tasavvuf denilen çok sevimli ve çok önemli bir şer'î ilim vardır ki, o olmadan imanın tadını duyarak yaşamak; İslâm'ın özünü, iç yapısını, ruhunu, mahiyetini, inceliklerini, esrarını kavramak, bugünün ve belki her devrin insanı için, hemen hemen imkânsız gibidir." (s.4)
İslâm'ın ötesinde ve ona alternatif olarak tasavvufu sunduktan sonra tasavvufun marifetlerini de sunmayı ihmal etmemektedir: "Tasavvuf deliyi veli yapar, taşkını uslu kılar, taş bağrı ısıtır, yumuşatır, merhametsizi rikkatli, katı kalpliyi gözü yaşlı eder... Tasavvuflu samanlık seyran,daracık yerler âdeta meydan olur, tasavvufla gaflet ve körlük izale edilir, müminin basiret gözü açılır, dünya sevgisiyle harebe haline gelen kalpler Allah aşkıyla mamur olur, manevi zulmetler dağılır, insanın içi dışı pürnûr olur, mümine bir zindan olan şu köhne cihan, gerçek bir gülistan haline gelir. Tasavvuf dinimizin özü (şeriatın diğerütün hükümleri kabuk ve boş -Çeviren-) ve gerçek anlamı, asıl gaye olan insan-ı kâmil (iki kelimenin ilk harflerini büyük yazarak meşhur tasavvuf tağutlarından Abdulkerim el-Cîlî'nin İnsan-ı Kamil kitabına işaret etmektedir. Gerçekte tasvir ettikleri insan-ı kâmil değil, insanı kafirdir -Çeviren-) olmanın yolu ve yöntemidir..."
"O halde sen de bu önemli ve hayati konuya ciddiyetle eğil, bu nurlu ilahi yola gir, iki cihan saadetini bul" (Bu yola girmiyen başta ashap olmak üzere diğer bütün müminler iki cihan saadetinden mahrum kalacakları için kaderlerine ağlasınlar! -Çeviren-). Halil Necatioğlu, İslâm, Nisan 1990, Sayı 80, Sayfa 4-5. (Tasavvuf böyle ise neden şeyhler post kavgasında siyasilerin koltuk kavgalarını aratacak kadar hırslı ve gözü dönmüş oluyorlar?)
1) Yüce Allah bir defasında muhterem bir adamın evinde tasavvufçuların meşhurlarından biriyle beni karşı karşıya getirdi. Bu adam birçok dilleri ve felsefeleri biliyordu. Hererde kolları olan büyük bir zümrenin liderliğini yapıyordu. Çok geçmeden Allah'ın hak âyetleri karşısında teslim olmak ve selef akidesinin en doğru akide olduğunu teslim etmekten başka çıkar yol bulamadı. Ama çok geçmeden gerçekler örtbas edildi. Zaten âdetleri budur. Korkakça kaçı, ya da korkakça yalan!
2) Mümin, 41-44,
1) Zümer, 53,
2) Furkan, 70-71,
3) Nisa, 48,
1) Nûr, 55,
1) Hasan el-Benna'yı şehid ettiren Kral Faruk'a tasavvufçuların nasıl methusena yağdırdıklarını ve Allah'tan istiyecekleri şeyleri ondan nasıl istediklerini daha önce nakletmiştik.
2) .................?.............
1) Muhammed el-Gazali, Rekaizu'l-İman, 120-123, özet,
2) Muhammed el-Gazali, Age. Aynı yer.
1) Nisa, 59,
2) Nisa, 56,
3) el-Hakim benzerini İbni Abbas'tan hasen bir senedle rivayet etmiştir.
4) Ebu Davud ve el-Hakim rivayet etmiş, ez-Zehebi de sahih olduğunu söylemiştir.
1) Bu kısım Muhammed Fahr Şakfe'nin et-Tasavvuf Beyne'l-Hakki ve'l-Halk, 203-206 kitabından alınmıştır. Buradan "Son Söz"e kadar olan kısım da çevirenin notudur.