Tasavvufçuların, müslümanların kalbinde kalmış nûr parıltılarını da söndürmek için tarihte en büyük lakap olarak "Hüccetü'l-İslâm" lakabını verdikleri Gazali gibi bir insanın bu gibilerle bir arada anılması belki tuhafınıza gidecektir. Ama ne yazık ki onlarla aynı akıntıda kürek çektiği realitesini de gözardı etmek mümkün değildir. Belki de Hüccetü'l-İslâm yerine Hüccetü't-Tasavvuf demek daha uygun düşen Gazali'nin sözlerine bakalım. Tevhid ve mertebelerinden söz ederken şöyle diyor:
"Tevhidin dört mertebesi vardır....... İkincisi, lafzın manasını kalbinin tasdik etmesi, umum müslümanların tasdik ettiği gibi. Bu da avamın itikadıdır. (2) Üçüncüsü, bunu hakkın nuru vasıtasıyla keşf yolu ile müşahade etmesidir. Bu da mukarreb olanların makamıdır. Bu da birçok şeyler görmesi, ama hepsinin bir ve kahhar olandan sadır olduğunu görmesidir. (3) Dördüncüsü, âlemde sadece bir varlığı görmesidir. (4) Bu da sıddıkların müşahadesidir. Tasavvufçular buna "tevhidde fena" adını verir. Çünkü bir varlıktan başkasını görmediğinden kendini görmemektedir. Tevhidle kuşatıldığı için kendini göremediğinden tevhidinde kendi (nefsi)nden de fani olur. Yani kendini ve halkı (alemi) görmeme fenalığına ulaşır (artık kendini ve alemi görmez)".
Daha sonra Gazali her mertebede muvahhidlerin makamlarını anlatarak dördüncü mertebe sahibinin tevhid durumunu şöyle açıklamaktadır: "Dördüncüsü, muvahhiddir. Yani şuhudunda birden başkasını bulundurmaz. Çok olması açısından küllü "bütünü" görmez, sadece bir olması açısından görür. İşte tevhidde en yüksek nokta budur. Gök, yer, müşahade edilen diğer cisimler gibi varlıklar çok oldukları halde nasıl oluyor da sadece biri görür? diyeceksiniz. Çok varlıklar nasıl bir olur? Bilin ki bu mükaşafe ilimlerinin son noktasıdır (1), ve bu ilimlerin sırlarının, kitaplarda yazılması caiz değildir. (2) Nitekim arif olanlar "Rububiyetin sırlarını ifşa etmek küfürdür" demişlerdir." (3)
Sonra vahdette kesretin müşahadesine dair misal vererek şöyle demektedir: "Ruhu, cesedi, organları kasları, kemikleri ve iç organları itibariyle insan çok (çokluk) iken, başka açıdan ve başka müşahade ile o tektir. Aynı şekilde halik ve mahluk olarak alemde ne varsa, hepsinin çok itibarları ve farklı müşahadeleri vardır. İtibarlardan birine göre tek (bir)dir, başka itibarlara göre ise çoktur. İnsan misalinde olduğu gibi. Gerçi ikisi tıpatıp değildir. Ancak genelde, müşahade etibariyle çokluğun nasıl tek hükmünde olacağını gösterir. Ulaşamadığın bir makamı inkâr etmeyi bırakıp tam tasdik ile iman etmen gerektiği bu sözlerimizle anlaşılmıştır. (1) el-Hüseyin İbni Mansur el-Hallâc (2) buna işaret etmiştir. Havvâs'ın (3) Tevrat'ı karıştırdığını görünce, sormuş: Ne yapıyorsun? Tevrat'ı karıştırıyorum, tevekkülde durumumu düzeltmek istiyorum, demiş. Hallac ona şöyle demiştir: İçini imar etmek için ömrünü tükettin, hani tevhidde fena? Sanki Havvas üçüncü makamın tashihinde bulunuyordu da dördüncü makamda olmasını kendisinden istemiştir." (4)
Müslümanları Allah'ın hidayetinden saptırmak için tasavvufçuların büyük lakaplarla adlandırdığı kişiyi görüyor musunuz? Gazali'nin vahdet-i vücut veya vahdet-i şuhud, ne derseniz deyin, inancına nasıl sahip olduğunu müşahade ediyor musunuz?
İslâm'a aykırılıkta iki hurafe de birleşmektedir. Vahdet-i vücudun bir başlangıç ve vahdet-i şuhudun bir sonuç olduğunu söylemeyin. İsimleri ve renkleri farklı da olsa ikisi de tasavvufi bidattir ve tevhid inancına aykırıdır. Gerçekleri gören bir insan elbette zehire balın adının verilmesine aldanmaz.
İkisi de yırtıcı hayvanın avına çaldığı müziktir. Birisi billur kadeh içinde sunulurken diğeri altın tabak içinde sunulmaktadır. (1)
Gazali, Hallac'ın tevhidini örnek vererek sırrını açığa vurmuştur. Hallac'ın yolunu ve metodunu Gazali'nin tasvip ettiğine delil olarak bu yeter.