Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed'in kim olduğunu yüce Allah bize bildirmekte ve şöyle buyurmaktadır: "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye mi döneceksiniz?" (1) "Kendisinden önce peygamberler gelip geçmiştir" sözü batılı yıkan kesin bir hüccettir.
Müminlerin Hz. Muhammed hakkında inançları da şudur: Bizim gibi bir insandır, sadece ona vahyedilir. Allah'ın kelamı, vahyi ve hidayeti olan Kur'ân onların bu şekilde inanmalarını farz kılmaktadır. Kalp, fikir ve şuur ile Allah'a yönelmek, ondan korkmak ve rahmetini ummak farzdır.
Kur'ân gerçeği bize anlatarak hakkı bulmamızı sağlamaktadır. Hz. Muhammed'in beşeriyetinin bizim beşeriyetimiz gibi olduğunu son derece beliğ ve fasih, veciz ve eşsiz bir üslupla kararlaştırmaktadır. Cahil ve okur yazar olmıyanlara bile kapalı kalmıyacak şekilde Kur'ân bunu açık seçik belirtmekte ve hiçbir şüpheye yer bırakmamaktadır. Şöyle buyuruyor: "De ki, ben ancak sizin gibi bir insanım, ilahınızın ancak tek ilah olduğu bana vahyolunuyor." (2)
Son derece açık seçik net ve sağlam, hikmet ve belagat dolu bir üslup içinde sunulan hak, hikmet ve hidayet! Müminin kesin inancına arız olacak en ufak bir şüpheye bile yer bırakmamakta, âyetin manasını bozabilecek en ufak bir gizlilik veya kapalılık bulunmamaktadır. "Sizin gibi bir insan" sözünü düşünen herkes, yüce Allah'ın hikmetinin etrafındaki herşeyi doldurduğunu ve iman edilmesi vacip olan hakka ilettiğini görür. Zira bizim insan oluşumuzu, Hz. Muhammed'in insan oluşunu ölçeceğimiz ölçü yapmakta ve "Sizin gibi bir insan" demektedir. Böylece bu tertemiz ve sevimli insanın sevgisinde aşırılığa kaymamız ve onu beşerüstü başka bir kimlikle tevehhüm etmemiz önlenmiş bulunmaktadır. Gerçeğinde bizim beşeriyetimizden farklı bir yaratılışı olduğu yahut onda herhangi bir şekilde uluhiyetin bir özelliğinin bulunduğunu tevehhüm etmemek için tedbir alınmış olmaktadır. Künhünü kavramadığımız ve ancak birtek kişide gerçekleştiğini tevehhüm edeceğimiz birtakım düşüncelerin zihnimize gelmesi önlenmektedir.
Bunu ifade etmek için belki "Deki, ben insanım" yahut "Siz benim gibi insansınız" denilebilirdi. Ama alim ve hakim, habir ve basir olan yüce Allah Hz. Muhammed'in kimliğini ve beşeriyetini bizim sahip olduğumuz ve bildiğimiz beşeriyetle bize tarif etmek istemiş, bu beşeriyetin taşıdığı bütün duygu ve güdüler, kıymet ve değerlere sahip bizim gibi bir insan olduğunu anlatmayı dilemiştir. Bu beşeriyetin başlangıcını ve sonunu, sevgi ve nefretini, kısaca bütün olumlu ve olumsuz yönlerini biliyoruz. Onun için yüce Allah Hz. Muhammed'in beşeriyetini bize benzeterek bizlere anlatmaktadır.
Beşer olarak bizim gibi bir insan olduğu için yemiş içmiş, evlenmiş ve çocuk sahibi olmuş, acıkmış, doymuş, hastalanmış, üzülmüş, gözlerinden yaşlar akmış, ağlamış ve Allah'ın bu hayatta insan oğlu için takdir ettiği bütün beşeri özellikler ondan sadır olmuştur. Nihayet insanların ruhunu kabzeden ölüm meleği onun da ruhunu almış ve böylece yüce Rabbine kavuşmuştur.
Ancak Hz. Muhammed'in beşeriyeti Allah'ın kendisine verdiği hidayetle ona kesin iman ile inanmış, üzerindeki hak ve şükür borcunu kamilen yerine getirmiş, en yüce insani üstünlüğün zirvesine çıkmış ve eşsiz en üstün parlıyan yıldız olmuştur insanlar arasında. Katıksız tevhidin en üstün ufkuna çıkmış, günah dürtüsü onu saptırmadığı gibi haram güdüsü de onu yoldan çıkarmamıştır. Çünkü Hz. Muhammed sadece Allah'ı kendine rab edinmiş, ona daveti ve hoşnutluğunu kazanmayı cihad ve mücadelesinin hedefi, dünya hayatının yüce gayesi ve şaşmaz ekseni yapmıştır.
Sonra "Bu ne biçim peygamber ki yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor" diyen müşrikler hakkında yüce Allah'ın şu hükmüne bakınız. Yüce Allah bunların sapıttıklarını ve doğruyu bulamadıklarını belirtiyor. Bundan da anlıyoruz ki müşriklerin yadırgadıkları bu olayın insanlar hakkında yüce Allah'ın hikmet ve adalet, alemde paylarına düşen bir paydır. Beşer (insan) olmanın da peygamberlik makamına hiç bir şekilde gölge teşkil etmemektedir. Çünkü herşeyden önce peygamber bir insandır. İnsanlar da yemek yer ve çarşılarda yürürler.
Yine yüce Allah'ın bütün peygamberlerini nitelediği şu hükmüne bakalım: "Biz onları yemek yemez birer ceset olarak yaratmadık, onlar ebedi de değillerdir." (2) "Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de istisnasız yemek yerler, çarşılarda yürürlerdi." (3) Bu âyetleri düşünelim ve Muhammed'in dünyada ebedi kalacak hayatın yıldızı olduğunu iddia eden ve pisliklerinin tertemiz ve kutsal, rabbani nurun parıltıları olduğunu iftira eden putperestliğin yalanlarını yüzlerine vuralım. Onların iddia ettiği yahut iftira ettiği gibi olsaydı, o zaman Hz. Muhammed neden abdes alır veya teyemmüm yapardı? Neden yıkanır ve temizlenirdi?
Sonra yüce Allah'ın peygamberine olan şu hitabını düşünelim: "Şüphesiz öleceksin ve onlar da öleceklerdir." (4) Hz. Peygamber'in ölümü belirtildikten sonra bizlerin de ölümü belirtilmiştir. Bundan da anlıyoruz ki hakkımızda kararlaştırılan ölüm Hz. Peygamber hakkında kararlaştırılan ölümün aynısıdır. Bütün bunlar apaçık ve seçik olduğu halde Muhammed'in ölümünün sonsuz hayat olduğunu, söyliyen, söze anlamının tam zıddı mana veren yahut işkembesinden mana giydirenler çıkmış ve hakla batılı teryüz etmiştir. İşin tuhaf yanı, bu gibilerin saf müslümanlara en büyük veli, yoüce kutup ve müslümanlık örneği olarak gösterilmesidir.
Tasavvufçular şöyle derler: "Muhammed ruhu ve cesediyle her yerde ve her meclisde hazır bulunur, yerde ve göklerde dilediği zaman tasarruf eder ve dolaşır. Şimdi de ölmeden önceki durumunda olup onda hiçbir değişiklik meydana gelmemiştir." (1)
Tasavvufçuların bu inancına karşılık yüce Allah'ın şu âyetlerine bakalım: "Müşrikler sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize isnad etmen için seni neredeyse sana vahyettiğimizden saptıracaklar ve o zaman seni candan dost kabul edeceklerdi. Şayet seni sabit kılmasaydık, gerçekten neredeyse onlara birazcık meyledecektin. Ama o zaman, hiç şüphesiz sana hayatın ve ölümün katmerlisini tattırırdık, sonra bize karşı kendin için bir yardımcı da bulamazdın." (2)
Kahhar ve Cabbâr olan yüce Allah'ın tehdidi! Bu tehdit bir tanrının kendisi veya benzeri bir tanrı için midir yoksa yerin ve göklerin hakimi, kahhar ve muktedir olan Allah'ın en şerefli kuluna bir tehdidi midir? Muhammed rububiyet ve uluhiyette tasavvufçuların iddia ettiği gibi -Allah'ın ortağı olsaydı, nefsi korku ve dehşetle dolduran, tüyleri ürperten böyle bir tehditle onu dener, sadece Allah'a boyun eğerek onun sevgisiyle dolmaya yönlendirir, çizdiği sınırları bir an ve bir kıl kadar aşmamasını ister miydi? Allah'ın bir mümini yardımcıyı kaybetmek ve hem dünyada hem ahirette katmerli azaba uğratmakla tehdit etmesinden daha açıklı ve çetin bir azap düşünülebilir mi?
Muhammed'in tanrılığına inanan tasavvuf dininin mensupları! Söyler misiniz, Allah'ın kendi kendini tehdit etmesi, dünya ve ahiret azabını katmerli bir şekilde tatdıracağını söylemsi, kendi kendini yardımcısız ve dostsuz bırakmakla cezalandırmasını aklınız kabul ediyor mu?