Diğer taraftan füsûs sahibi Muhiddîn Arabî, büyük bir çığırtkanlıkla ve aşırı bir hamakatle, çirkin bir davranışla haddini aşmış, kendi adî varlığını, kararmış gönlüyle aşırı giderek, Hz. Adem (a.s.) ve ondan sonra gelip de o çizgide gidenlerden üstün kabul etmiştir. Çünkü kendi adî nefsini (varlığını), dini kemale erdirme ve bitirme bakımından, bir binayı tamamlayan altın kerpiç ya da tuğla mesabesinde tutarken, peygamberlerin sonuncusu olan bizim peygamberimiz (s.a.v.)'i de, binadaki gediği kapatan gümüş kerpiç ya da tuğla olarak değerlendirmiştir. Böylece bu sapık kişi, değil sadece peygamberleri aynı zamanda alemlerin Rabbi olan yüce Allah'ı da yalanlamış bulunmaktadır. Çünkü bu sapık adamın iddiasına göre, alimlerin ve beşerin efendisi olarak gönderilen Hz. Peygamber (s.a.v.)'le din kemale ermemiştir. Oysa Hz. Peygamber Arap ve Arap olmayan herkese peygamber olarak gönderilen bir peygamberdir. İşte bu peygamberin gönderilmesiyle birlikte kesin olarak -İbn Arabi'ye göre- tamamlanmamış ve bir eksiği, gediği kalmış olan dinin, kapatılması gereken ya da yerine konması icabeden iki tuğlası ya da kerpiçi bulunuyor. Bu açık gediği kapatacak olan iki tuğladan biri gümüş, diğeri de altundan olan tuğladır. Gümüş tuğla, kendisiyle peygamberlik kapısı kapanan peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'dir. Altun tuğla ise, yine bu adam kendisini işaretle, velayet yani evliyalık mertebesi kendisiyle sona eren, -kendi iddiasına göre- zatını göstermektedir. Oysa bu sinsi ve de sapık adamın kendisi, bu haliyle şüphe uyandıran, çirkin ve iğrenç davranışıyla yalancı peygamber olan Müseylemetü'l-Kezzab'ı da geçmiştir. Çünkü Muhiddîn Ardabî, yalnızca yalancı Müseyleme'nin çizgisinde kalmakla yetinmemiş, ben peygamber (s.a.v.) ile eşit bir peygamberim gibi bir şeyle yetinmemiş, daha da ileri giderek, mülhidlerin ve dinsizlerin, kalbi ve gönlü kararmış olanların önde gelenleriyle, kendisinin velilerin sonuncusu olarak isimlendirilmesine dek gitmiştir. Böylece adamları onu velilerin sonuncusu olarak değerlendirirlerken, İbni Arabî'yi herkesten ve peygamber (s.a.v.)'den de üstün kabul etmiştir. Peygamberlerin sonuncusuna karşı olanların bu durumlarından ötürü Allah'ın laneti onların üzerine olsun.
Ayrıca bu melankolik adam, bu kara sevdaya tutulmuş kişi, bu afyon yutmuş adamın durumunun, aşağılık zındıklarca revaç bulması da bir takım rüyalara dayanmaktadır ki, bu rüyaları da ancak geri zekalılar ve bunamış olanlar doğrularlar. İbn Arabî'nin "Füsûs" adlı paçavrasının dibacesinde (önsözünde ve takdiminde) yer aldığına göre, kendisi, Hz. Peygamber (s.a.v.)'i rüyada görmüş, Hz. Peygamber (s.a.v.), bu adama rüyasında, Füsûs adlı kitabı vermiş ve bunu her tarafa yaymayı kendisine söylemiştir.
Şimdi sen hiç duydun mu ki, herhangi akıl sahibi bir insan, böyle zındıklık içeren,. hem akla ve hem de şeriata aykırı olan, baştan sona dek batılla dolu olan böyle bir kitabı Hz. Peygamber vermiş olsun? Bu, hiç olacak bir şey mi ki? Bu kitap verilecek ve bununla, asıl olan Şeriat yani Kitap ve Sünnet baştan sona geçersiz kılınacak, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ölümünden altı yüzyıl sonra gelen sözüm ona bir kitap baş köşeye oturtulacak, hem de bu kitap rüya yoluyla verilmiş olacak öyle mi? Yani Hz. Peygamber (s.a.v.) "Füsûs" denen bu saçma kitapla, dinini, hem de 23 yıl gibi bir zaman süresince hayatının sonuna dek, her türlü sıkıntı ve güçlüğe, sui kastlara katlanarak yaydığı dinini yıkacak bir kitabı, rüyada tavsiye edecek ve yayılmasını, halk arasında yaygınlık kazanmasını isteyecek?
Yüce Allah tarafından indirilen tüm semavî kitapları geçersiz kılacak, mebde ve mead ile ilgili hususları, alemlere, peygamberlere karşı tavır sergileyen, ilahlık savında ileri gidenlerin "saçma kitabı", kabul edilecek öyle mi? İlahlık davasında bulunan bu iddiacılar, gerçekte yüce Allah'ı bilip tanıyanlara karşı savaş açarak onları sefih ve cahil kimseleriye tanıtmaya kalkışmışlar, Allah'a gerçek kullukta bulunanları da aptal ve müşrik olarak görmüşlerdir. Bunların mebde ve meadla ilgili durumlarıysa hayatları boyunca kulları şaşırtmak ve gerçeklerden uzaklaştırmak olmuştur. Kısaca peygamberlerin, yani nebi ve rasûllerin dönemlerinin bitiminden sonra, her şey birbirine karışınca, gerçek tersyüz gösterilince, hakikatleri bu afyoncular, bu eroinmanlar mı, bu apaçık aptallıkları ortada olanlar mı ortaya koyacaklar?
Hiç kuşkusuz akıl sahipleri, bu tür saçma rüyalar üzerinde kurdurulmaya ve oturtulmaya çalışılan sapkınlıkları bilirler. Hem de onların durumlarıyla ilgili olarak anlatılan hikayeler bunun doğruluğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.. Samimi ve dürüst insanların, İslâm âlimlerinin bildirdiklerine göre, bunlar oldukça yalancı, oldukça afyonkeş kimselerdir. Bu tipler adeta saçma sapan sözler sarfeden adi, düşük seviyeli, rezil ve bunak kimselerden farksızdırlar. Nitekim "el-Mevakıf" adlı eserin sahibi adudulmille veddîn diye tanınan Adududdin Abdurrahman b. Rükneddîn (1281-1355) -Allah derecesini illiyîn de yüceltsin-'e "Füsûsu'l-Hikem" adlı kitabın sahibi olan İbn Arabî'nin "Fütûhât" adlı kitabı hakkında sorulduğunda, şu cevabı vermiştir: "Siz Mekke sıcağında başı dönmüş kuru mizaçlı bir mağribînin peşine mi takılmak istiyorsunuz, ki durmadan yediği kuru ot yani afyondur, afyon yutup durmaktadır. Yediği şeyler küfürden başka bir şey mi ki?" Bu konuda İbni Fariz de ona uyarak, şu hezeyanı savurmuştur. Yazmış olduğu "Taiyyetü'l-Kübra" adlı kasidesine, rüyada Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından "Nazmu's-Sülûk" diye isim verilmesini emrettiğini ileri sürmüştür.
Doğrusu gerçek düşünenler ve akıl sahipleri de bilirler ki, bu tür şeyler birbiriyle çelişen tenakuzlarla dolu hayalden ibaret şeylerdir. Hepsi de dumanlı ve afyonkeş kafaların ürünüdür. Çünkü bunlara göre, tüm bu görünen kainat varlığı bizzat Allah'ın kendisidir. Bu durumda her şey Allah'tır. Allah'dan başka ortada bir varlık yoktur, ne bir nebi, ne bir Rasûl, ne gönderilen bir şey, ne de kendilerine bir şey gönderilmiş olanlar diye bir durum sözkonusu değildir. Kuşkusuz varlığı vacib ve zorunlu olan bir zat için uyku yani uyumak diye bir durum sözkonusu olamaz. Ayrıca varlığı vacip olan bir zatın yani Allah'ın, peygambere, bir başkasına uykuda emir buyurması konusunda bir emir vermesine de gerek yoktur. Çünkü kendisi Allah'tır -haşa-. Fakat bir kimse eğer yolunu düz yolda şaşırmışsa, dolayısıyla böyle düşük seviyeli kimselerin bir düşüklükleri, kayıpları olacaktır. Bu durumda görürsün ki bu türden adamlar, hepsi bir takım cahillerden oluşmuş kimselerlduklarından, bunlar da bu türden düşük seviyeli kimselere kanat gererler, onlara boyun eğerler. Oysa hepsi de bir avuç sapık kimselerden oluşmuşlardır. Böylece fasık kafirlerin tuzağına ve ağına takılırlar, imanlarından sonra bunların yoluna girerler. Hem de gruplar halinde bunu sürdürürler. Oysaki bunlar Allah'ın âyetlerini ve yine yüce Allah'ın uyarıda bulunduğu şeyleri alaya alırlar, oyun ve eğlence gibi değerlendirirler.
Sonunda mümkünattan olan her şeyi, hatta pislik ve murdarlıkları, kazuratı bile, eşi, benzeri ve dengi olmayan yüce Allah'a denk ve ortak koşarlar. Çünkü bu sapıklar, Füsûs kitabının içerdiği yıkıcı zındıkça ifadeleri, dinin perçinlenmiş temel esasları olarak değerlendiriyorlar, kitabın bu anlamda şeyleri içerdiğini ileri sürüyorlar. Ancak bu kitap felsefeci geçinen kafirlerle onlara uyan zındık sözde tasavvufcular, kendilerine keşif ve açık bir şekilde gösterilen şeylere uyduklarını söylüyorlar. Oysaki bunlar, şeriatça red olunan keşifle gerçeğe ulaşamazlar. Zira bunların keşif diye ortaya koydukları ve şeriatın da reddettiği şeyler, oyunbaz ve hayal perestlerin hayal ürünlerinden ibaret olan şeylerdir, bir de şeytanın bunlarla oynadığı oyunlardır.
Diğer taraftan eğer bunlara yüce Allah'ın apaçık âyetleri okunup, kendilerinin kesinlikle açık bir dalâlet ve sapıklık içinde oldukları okunca, belirtilince konudan yan çizerler. Dosdoğru olan yoldan saptıkları aktarılınca, bir de kendilerine, tıpkı yayın oktan çıkıp gittiği gibi, bunların da İslâm dininden çıktıkları anlatılınca ve tüm peygamberlerin, dayandıkları semavi kitapların ifade ettikleri gerçeklerden uzak düştükleri söylenince, hemen konuşmanın seyrini değiştirirler. İşi başka yönlere çekmeye, haktan sapmaya, doğruları tersyüz etmeye, tevile gitmeye kalkışırlar. Dine bu yalan yanlış ifadelerle ta'n etmeye, dil uzatmaya yönelirler. Yine ilahî ve semavî kitaplarda yer alan hükümlerin yorumunu kendi sapık ve dinsizlik içeren mezhepleri çerçevesinde yorum yaparlar. İslâmî kurallara, akideye, tefsir bilginlerinin icmaına aykırı görüşler sergilerler. Onlar Allah'ın âyetleriyle ilgili bu yanlış yorumlarıyla ilhada ve dinsizliğe sapmış oluyorlar. Yine onlar bu tür saçma tefsirleriyle yüce Allah'ı inkara saparak küfre giriyorlar. Oysa Hz. Peygamber (s.a.v.)'den sahih olarak rivayet olunan bir hadise göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Doğrusu kim, kendi görüşüne dayanarak Kur'ân'ı tefsir ederse, kesinlikle küfre girmiş olur."