İstanbul’da, Oruç Baba adıyla anılan bir türbe vardır. Ramazan’da ilk iftarı orada yapmak isteyen yüzlerce kişi, büyük bir kalabalık oluşturur, sokaklar kapanır.
9.12.2000 tarihine rastlayan Cumartesi gecesi, Kanal 7 Televizyonunda, İskele-Sancak programına bir kısım ilim adamıyla birlikte ben de katıldım[1]. Programda, Oruç Baba hatırlatılarak kabirde yatan bir veliyi, vesile ve aracı olması için yardıma çağırma konusu tartışıldı. Ben orada sadece Ahkaf Suresi’nin 4 ve 5. Ayetlerini okudum. Ayetlere verdiğim anlam, hem o tartışmaya katılan bazı ilim adamlarını, hem de halkın bir kesimini rahatsız etti. Hatta Prof. Dr. Hasan Kâmil YILMAZ ayetlerin putlarla ilgili olduğunu, anlamı yanlış verdiğimi söyledi. Prof. Dr. Hayrettin KARAMAN; “Yorum yapıyorsun, meâlden oku!” diyerek tepki gösterdi. Prof. Dr. Süleyman ULUDAĞ da ayetlere böyle anlam verilirse şimdiye kadar gelmiş bütün tarikat mensuplarını ve İran’daki Şiileri müşrik saymak gerekeceğini, dolayısıyla o anlamı vermenin uygun olmayacağını söyledi. Konuşmamı, Prof. Dr. Süleyman ATEŞ dışında destekleyen olmadı.
Ayetlere şu meâli vermiştim. (Bütünlük açısından 6. Ayeti de katıyorum.)
“De ki, baksanıza, Allah’ın yakınından neyi çağırıyorsunuz? Gösterin bana, onların yeryüzünde yaratmış oldukları ne vardır? Yoksa onların göklerde bir payı mı bulunuyor? Bu konuda bana, bundan önce gelmiş bir kitap veya bir bilgi kalıntısı getirin bakalım. Eğer doğru sözlü kimseler iseniz.
Allah’ın yakınından kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek kimseleri çağırandan daha sapık kimdir? Oysaki bunlar onların çağrısının farkında değillerdir.
O insanlar bir araya getirildiği gün, bunlar onlara düşman olacak, onlara kulluk ettiklerini kabul etmeyeceklerdir.”(Ahkaf 46/4,5,6)
Bundan üç gün sonra, Hayrettin KARAMAN, Yeni Şafak Gazetesi’nde, “Ramazanda Türbe Ziyaretleri” başlığı ile bir yazı yayınladı. Yazıdaki şu cümleler dikkatimi çekmişti:
“... Evet halkın, hem bu türbelerde yatan kimselerin özellikleri, hem onlarla kurdukları ilişki, hem de onlardan veya onlar vasıtasıyla bir şeyler istemeleri konularında önemli yanlışlar oluyor, ancak bunların büyük çoğunluğu şöyle inanarak bunları yapıyor: Allah bu sevgili kullarına bazı yetkiler, imkanlar, özellikler bahşetmiştir, bunlar şefaatçilerimizdir, bizler günahkar olduğumuz için doğrudan Allah’tan istemeye yüzümüz yok, belki bunlar sayesinde Allah dileklerimizi kabul eder... [2]”
Oruç Baba’nın kabri gibi kabirleri ziyaret edenlerin çoğu, isteklerinin Allah’a ulaştırılması için onları aracı ve şefaatçi olmaya çağırdıklarından bizim verdiğimiz anlama göre yukarıdaki ayetler, bunu yapanların en sapık durumda olduğunu göstermiş olur.
Daha sonra, bir kısım meâllerde ayetlere farklı anlamlar verildiğini gördüm. Hayrettin KARAMAN’ın da aralarında bulunduğu altı kişilik heyet tarafından hazırlanmış Kur’an meâlini ele alarak konuyu değerlendirmek istedim. Böylece hem KARAMAN Hocanın canlı yayında; “Yorum yapıyorsun, meâlden oku!” diyerek bana gösterdiği tepkinin sebebi anlaşılmış, hem de programı seyredenlerin zihinlerinde oluşan sorulara cevap verilmiş olur.
O meâlde ayetlere, şu şekilde anlam verilmiştir:
“De ki: Söylesenize, Allah’ı bırakıp taptığınız şeyler yeryüzünde ne yaratmışlar, göstersenize bana. Yoksa onların göklere ortaklıkları mı vardır? Eğer doğru söyleyenlerden iseniz, bundan evvel (size indirilmiş) bir kitap yahut bir bilgi kalıntısı varsa onu bana getirin.
Allah’ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapık kim olabilir? (Oysa) onlar, bunların tapmalarından habersizdirler.
İnsanlar bir araya toplandıkları zaman (müşrikler) onlara (tapındıklarına) düşman kesilirler ve onlara kulluk ettiklerini inkar ederler. (Ahkaf 46/4,5,6)[3]”
Bu meâl oldukça önemlidir. Çünkü bunu hazırlayanlar, saygın ilim adamlarıdır. Türkçe meâller içinde en yaygın olanıdır. Suudiarabistan bundan, yüz binlerce nüsha basmış ve Türk hacılarına, yıllarca hediye etmiştir. Mekke’de Harem-i Şerif’te, Medine’de Mescid-i Nebevî’de yalnızca bu meâller bulunmaktadır. Bunu, Türkiye’de de Türkiye Diyanet Vakfı basmıştır. Diyanetin kabul ettiği meâl olması açısından halkın güvenini kazanmıştır.
Bu meâlde iki temel fark vardır: Biri, “çağırma” diye Türkçe’ye çevirdiğimiz dua kelimesine “ibadet” anlamı verilmesidir. Büyüklerin kabrini ziyaret eden hiç kimse, onlara ibadet etmediği için, onları, aracı ve şefaatçi olmaya çağırmak ayetin kapsamı dışına çıkmaktadır.
İkincisi, “kimseler” diye çevirdiğimiz “men” kelimesine “şeyler” anlamı verilmesidir. Bu da ayeti, putlara has hale getirmekte ve büyüklerin ruhunun aracı kılınması ile ilgisini kesmektedir.
Bize göre yukarıdaki meâl, bir çok yönden uygun değildir.
[1] - Ahmet Hakan COŞKUN tarafından yönetilen programa Süleyman ATEŞ, Hayrettin KARAMAN, Süleyman ULUDAĞ, Hasan Kâmil YILMAZ ve Abdulaziz BAYINDIR katılmışlardı.
[2] - Hayrettin KARAMAN, “Ramazanda Türbe Ziyaretleri” 12. 12. 2000 tarihli Yeni Şafak Gazetesi, Fıkıh Köşesi.
[3] - Hayrettin KARAMAN, Ali ÖZEK, İbrahim Kâfi DÖNMEZ, Mustafa ÇAĞIRICI, Sadrettin GÜMÜŞ, Ali TURGUT, Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meâli, TDV yayınları, Ankara 1997. (Bu meâlin Suudiarabistan baskısında öze dokunmayan farklılıklar vardır.)