ALTINOLUK- Bir de Resûlullah Efendimizin Cibril Hadisinde sözünü ettiği “İhsan” kavramı var. “Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etme-kulluk etme” diye tarif ediyor Allah Rasûlü ihsanı... Bu nasıl bir kişilik özelliğidir. Bir insan nasıl ulaşır böyle bir duyarlılığa? İslâm içinde bir fikir-duygu derinleşmesi mi söz konusu? Bunu nasıl yapar insan? Siz, bunu gerçekleştirip gerçekleştirememe noktasında bir kaygı hissediyor musunuz hayatınızda?
BAYINDIR- İhsan kelimesinin sözlükte iki anlamı vardır. Biri iyilikte bulunmaktır. Bu, Türkçe’de de kullanılır. Diğeri bir şeyi güzel bir şekilde bilmek veya bir işi güzelce yapmak anlamınadır[1]. İbadette ihsan, hem güzel bilgiyi, hem de güzel davranışı gerektirir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
Kimin dini, güzel bir bilgiyle kendini Allah’a vermiş ve İbrahim’in dosdoğru dinine uymuş olanın dininden güzel olabilir? Allah İbrahim’i bir dost edinmişti. (Nisa 4/125)
Güzel bilgi, Allah’ın Kitabı’ndan ve onun Elçisi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetinden alınan bilgidir. Büyüklerden gelen bilgiler de güzel olabilir, ama onların doğruluğunu test etmek gerekir. İşte mücadelemizin temel noktası budur. İnsan bir işi, Allah’ın istemediği bir şekilde yaparsa, ister Allah’ın kendini gördüğünü düşünsün, ister düşünmesin ondan sevap alamaz.
Allah Teâlâ bize, Hz. Ademin şeytana aldanarak yanlış bir iş yaptığını bildirmektedir. Kur’an’ın ifadesi ile öğretmeni bizzat Allah, kaldığı yer cennet olan ve kendini şeytandan başka aldatacak bir şey bulunmayan Hz. Adem aldandıysa herkes aldanabilir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin yaptığı hataları bildiren ayetler de vardır. Öyleyse değerli büyükler de hata etmiş olabilirler. Allah Peygamberlerin hatasını düzeltir. Çünkü onlar bize örnektir. Fakat büyüklerin hatasını düzeltmeyebilir. Onlarla ilgili uyarıda bulunmuş ve şöyle demiştir:
Onlara: «Allah ne indirmişse ona uyun» denince şöyle derler: «Hayır, biz atalarımızdan ne bulmuşsak ona uyarız.» Ya ataları bir şeyi anlayamamış ve doğruyu tutturamamışlarsa? (Bakara 2/170)
Büyüklerin hatasını din diye taklit etmemek için onlardan gelen bilgileri Kur’an ve sahih sünnete göre test etmek gerekir. Yoksa tıpkı ehl-i kitap gibi olunur.
Fatiha Suresini günde en az kırk kere tekrarlar ve şu manaları zihnimize nakşederiz:
Sen bizi o doğru yola sok.
Senin iyilik ettiğin kimselerin yoluna.
Gazaba uğramış olanların ve sapıkların yoluna değil. (Fatiha 1/5,6,7)
Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem gazaba uğramış olanların Yahudiler, sapıkların ise Hıristiyanlar olduğunu söylemiştir[2]. Bu anlamı pekiştirecek ayetler de vardır.
Hıristiyan keşişler mala, evlilik hayatına ve dünyaya karışmaz, manastıra kapanarak ömürlerini ibadetle geçirirler. Kimse onların samimi olmadıklarını, gösteriş için ibadet yaptıklarını iddia edemez. Herhalde onlar da Allah’ı görüyormuş gibi ibadet ediyorlardır. Ama Allah’ın İncil’de indirdiklerine değil, atalarından gelene uydukları için şirkten kurtulamamışlardır.
Kur’an dikkatle okunursa, müşrik veya kâfir, her kesin Allah’ın varlığına ve birliğine inandığı, müşriklerin asıl hedefinin de Allah rızası olduğu ama atalarından gelen bilgilere kandıkları için o duruma düştükleri açıkça görülür. O ayetlerden sadece bir tanesi şöyledir:
“Desen ki: Gökten ve yerden size rızık veren kim? Ya da işitmenin ve gözlerin sahibi kim? Kimdir o diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran? Ya her işi çekip çeviren kim?’ Onlar: “Allah’tır” diyeceklerdir. De ki; Öyleyse hiç sakınmaz mısınız?’
İşte sizin gerçek Rabbiniz Allah budur. Hakkın ötesi sapıklık değildir de ya nedir? Nasıl da çevriliyorsunuz?” (Yunus 10/31-32)
Onların şirki, ikinci bir Allah’ın varlığı iddiasından değil, Allah’a bir yakını aracılığı ile ulaşma iddiasından kaynaklanır. Bu husus aşağıda gelecektir. Kur’an adeta baştan sona bu konuyu işlemektedir.