Kaynak:        İbret Işıkları – Osman Nuri Topbaş – Erkam Yayınları 138, İst.1998,

 

 

1.Osmanlı’nın bir hurafesi.(S: 15)

 

Ayrıca Mescid-i Nebevî'nin ta'mîrinde her taşı, büyük ve küçük abdestli olarak ve besmele ile yerine koyan Osmanlılar'ın bu ta'mîr esnasında çekiçlerine keçe ağlayarak rûhâniyet-i Rasûlullâh'ı tedirgin kılmaktan teeddüb etmeleri, misli görülmemiş birer edeb ve ihtiram nümûnesidir.

 

2.Osmanlıların Medine’ye ziyaretleri ve bid’atları.(S: 15)

 

Yine Osmanlılar devrinde Medîne-i Münevvere'yemütevec-cihen gelen sürre alayı, şehre girmeden,yakın bir yerde konaklar,kendilerini Medîne'nin manevî havasına hazırlayıp istihare-de sonra mânevi işaretle huzûr-i Rasûlullâh'a yaklaşırlar, ziyâ-retlerini ifa ederlerdi. Dönüşlerinde de memleketlerine şifâ ve te--berrük olarak Medîne'nin mübârek toprağını götürürlerdi.

 

 

4.Muhyiddin-i Arabî’nin geleceği bildiği yalanı.(S: 51)

 

Bu arzu ve niyazların sebebi, daha evvel verilen birtakım

manevî işaretlerdi. Nitekim Ahmed Cevdet Paşa'nın naklettiği veçhile Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri, Osmanlı Devleti kurulmadan yetmiş sene önce onun müjdesini vermişti. O, bunu

ilm-i cifir ile Kur'ân-ı Kerîm'deki âyetlerden istinbât etmiş ve  üstelik eserinin ismini henüz Osmanlı beyliği bile ortada yok

iken "ed-Dâiratü'n-Nu'mâniyye fi'd-Devleti'l-Osmâniyye"  (Osmanlı Devleti'nde Soy Dâiresi) koymuştur. Ayrıca bu eserde Osmanoğulları'ndan birinci halîfenin Yavuz Sultan Selîm Han olacağı v.s, birtakım hâdiseler de yer almaktadir.

 

 

5.Murat Han’ın üç tekbirden sonra Ka’be’yi gördüğü yalanı.(S:90)

Kosova şehîdi, velî pâdişâh Murâd Han'ın îmân, vecd ve ittikâsını gösteren aşağıdaki şu hâli, bizler için ne muazzam bir ibret levhasıdır. Murâd Han, saray imamına gözyaşları içe-risinde şöyle demişti:

"-Namazlarda tekbîr aldığım zaman, üç tekbîr getirmeden Kabe'yi göremiyor ve huzur içinde namaz kılamıyorum..."

 

 

6.1.Emir Sultan’ın savaşta yaraları hemen iyileştirdiği yalanı.(S: 100)

Yıldırım Bâyezîd ile Emîr Sultan Hazretleri'nin karşılaşmaları çok ibretlidir: Rivayetlere nazaran Emîr Sultan, Bursa'ya geldiğinde Yıldırım Bâyezîd Han, Macaristan seferinde idi. Yapılan harbin çok şiddetli olması dolayısıyla asker arasında birçok yaralı vardı. Ancak nur yüzlü bir genç, onların yaralarını sarıyor kendilerine dua ediyordu. Yıldırım'ın kendisi de yaralanmış olduğundan bu nur yüzlü gence içinden akan bir muhabbe seslendi:

"-Ey yiğit! Benim de kolumda yara var; sarıver!.." dedi.

Emîr Sultan, cebinden çıkardığı bir mendille Pâdişâh yarasını sardı ve askerlerin arasında kayboldu.

Bütün askerler, kısa bir müddet içinde yaralarının tama-men iyileşmiş olduklarını görünce, büyük bir hayretle durumu Sultan'a ilettiler. Bunun üzerine Yıldırım Han, kolundaki yarayı merak ederek mendili açınca, kendisinin de sıhhate kavuş-tuğunu görüp şaşırdı. Ayrıca koluna sarılan o mendilin yarısı kesilmiş bir nişan mendili (gelinin damada hediye ettiği mendil) olduğunu farkederek hayreti bir kat daha arttı... O gece ne kadar arattıysa da bulduramadı.

 

 

 

6.2.Emir Sultan ve Bâyezıd Han uydurmaları.(101-2)

Aradan günler geçip Osmanlı ordusu muzaffer olarak Bursa'ya döndüğünde karşılayıcılar arasında o sırada Yıldırım'ın kızı ile evlenmiş bulunan Emîr Sultan Hazretleri de vardı. Bâ-yezîd Han, atından inip Emîr Sultan ile musâfahalaşırken O'nunla gözgöze geldi ve bu genç zâtın harp meydanında yara­ları saran kimse olduğunu anladı ve manidar bir şekilde:

"-O el çabukluğu ne idi?" dedi.

Emîr Sultan, tevazu ve mahviyet içinde:

"-Sultanım! Kur'ân-ı Kerîm'de buyurulan: «Allah'ın kud­ret eli, onların elleri üzerindedir!» (el Feth, 10) beyânı veçhile Allah için hiçbir güçlük yoktur!.." dedi.

Yıldırım tekrar sordu:

"-Ya o mendil?!."

Emîr Sultan Buhar? Hazretleri, tebessümle cevap verdi:

"-Devletlü babacığım! Yarısı cebimdedir. Ben de dama­dınız Şemşüddîn Buhârî'yim..."

Bundan büyük memnuniyet duyan Sultan Bâyezîd Han, Emîr Sultan'ın nurlu çehresine bir daha baktı ve:

     "-Kale kapısını açan o yiğit de sendin değil mi?" dedi.     Emîr Sultan, bu suâle tatlı bir sükût ile mukabele etti. Sonra biri dünyâ, diğeri âhiret sultanı olan bu iki büyük şahsiyet kucaklaşıp Cenâb-ı Hakk'a hamd ve şükürde bulundular.

 

 

7.Evliyalar Osmanlı’nın yıkılmasını önleyemedi.(S: 102-3)

ilgili yer  bulunamamıştır

 

 

8.Osmanlı’nın, Ubeydullah Ahrar ve Osman Nuri’nin batıl inançları.(S: 162-3)

Bu feth-i mübîne, Ortaasya'dan tayy-i mekân ederek Ubeydullâh Ahrâr Hazretleri'nin de iştirak etmiş olduğunu, to­runu Hâce Muhammed Kasım şöyle nakleder:

"Ubeydullâh Ahrâr Hazretleri, perşembe günü öğleden sonra aniden atının hazırlanmasını emretti. Atına binip sür'âtle Semerkant'tan dışarı çıktı. Talebelerine: «-Siz burada otu­runuz!.» buyurdu.

Mevlânâ Şeyh adı ile mâruf bir talebesi, kendisini bir müd­det takip etti. Ubeydullâh Ahrâr Hazretleri'nin, atının üzerinde bir sağa, bir sola meylinden sonra kaybolduğu haberini verdi. Ubeydullâh Ahrâr Hazretleri bir müddet sonra döndü. Talebe­leri, heyecanla bu ani yolculuğun hikmetini sordular. O da:

«-Türk sultanı Mehmed Han, benden istiâne etti. Yardım diledi. Ben de O'na yardım etmeye gittim. Allah'ın izni ile zafer kazanıldı..» buyurdular."

Horasan'dan gelip İstanbul fethine iştirak eden pîr Ubey­dullâh Ahrâr'ın oğlu Hâce Abdülhâdî şöyle anlatır:

"İstanbul'a gittiğimde Sultan II. Bâyezîd, babam Ubeydul­lâh Ahrâr'ın şekil ve şemailini şu şekilde tarif etti:

«-Babam Fâtih anlattı: Fethin en şiddetli zamanında Rabbime iltica ederek, zamanın kutbunun imdada yetişmesini istedim.. Şu şu vasıfta bir beyaz atın üzerinde karşıma geldi:

"-Korkma! Zafer senindir!.." buyurdu. O pîre:

"- Küffar askeri çok fazla!, "dedim. O da bana cübbesini açarak: "-İçine bak!" dedi. Hayretle cübbesinin yeninin içinden sel gibi akan bir ordu gördüm:

"-Bu ordu sana yardıma geldi.." dedi.

Devam etti:                                                             

"-Şimdi şu tepenin üzerinden üç defa kös'e tokmak vur!
Ve bütün askere hücum emrini ver!" buyurdu.               

Ben de aynen öyle yaptım. O pîr de, ordusu ile hücuma iştirak etti. Feth-i mübîn gerçekleşti.."

 

 

 

 

9.Aziz Mahmud Hüdayi’nin sapıklığı.(S: 284-5)

Sultan Ahmed Han, Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri'ne müstesna bir hürmet gösterir ve ikramda kusur etmezdi. Bir gün Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri ile sarayda sohbet edi­yordu. Bir ara abdest tazelemek isteyen Azîz Mahmûd Hüdâ­yî Hazretleri için ibrik ve leğen getirdiler. Pâdişâh, hocasına hürmeten ibriği eline aldı ve abdest suyunu kendisi döktü. Sultan Ahmed Han'ın annesi de kafes arkasında havluyu ha­zırlamıştı. Valide Sultan bir ara kalbinden:

"Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri'nin bir kerametini görseydim!"dİye geçirmişti.

ı

Bunun üzerine Mahmûd Hüdâyî, Valide Sultan'ın gönlün- \ den geçenlere vâkıf olarak:

"-Hayret! Bâzıları bizden keramet arzu ederler. Halbuki Halîfe-i rûy-i zemînin elimize su dökmesi ve muhterem valide­lerinin de bize havlu hazırlamasından daha büyük keramet mi olur?" buyurdu.

Sohbet esnasında Ahmed Han:

"-Efendim! Seyyid Abdülkâdir GeylânîHazretleri'nin, kı­yamet günü talebelerine ve günahkâr mü'minlere şefaat edeceği hakkında rivayetler var. Bu rivayetlerin doğruluğu hak-• kında ne buyurursunuz?"diye suâl eyledi.

Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri hemen cevap vermedi. Bir müddet murakabe hâlinde kaldıktan sonra:

"- Evet doğrudur!. Abdülkâdir Geylânî Hazretleri, münfe­sihlerinden pek çok günahkâra şefaat edecektir!" buyurdıî

Pâdişâh devam ederek:

"-Efendim! Acaba zât-ı âlînizin de bizlere bir va'd ve müj­desi yok mudur?"diye sorunca, Mahmûd Hüdâyî Hazretleri ellerini kaldırıp:

"Yâ Rabbî! Kıyamete kadar bizim yolumuzda bulu­nanlar, bizi sevenler ve ömründe bir kerre türbemize ge­lip ruhumuza Fatiha okuyanlar bizimdir... Bize mensûb olanlar, denizde boğulmasınlar; âhır ömürlerinde fakirlik görmesinler; îmânlarını kurtarmadıkça ölmesinler; öle­ceklerini bilsinler ve haber versinler ve de ölümleri deniz­de boğularak olmasın!.." diye dua eyledi.

(Bütün ulemâ ve evliya, bu duanın kabul olduğunu, bu yola mensûb olanların denizde boğulmadıklarını ve pek çok kimsenin de vefat günlerine yçkın, öleceklerini haber verdik­lerini bildirdiler.)

 

 

10.Dört halifenin Ahmed Han’ı ziyarete geldiği yalanı.(S: 285-6)

Ahmed Han, 1617 (h.1026) senesinde hastalandı. Sırtın­da bir yara çıkmıştı. Mabeyneci Mustafâ, Sultan'ın vefatından bir gün önce huzurunda iken, Ahmed Han'ın, odada görün­meyen bazı kimselerle dört defa:

"-Ve aleyküm selâm!" dediğini işitti. Sebebini sorduğunda Sultan Ahmed Han:

"-Şu anda yanıma Hazret-i Ebûbekr-i Sıddîk, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman ve Hazret-i Alî geldiler. Bana:

«-Sen dünyâ ve âhıret'in sultanlığını kendinde topla­mışsın. Yarın Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem Efendimiz'in yanında olacaksın!..» buyurdular.."cevabını verdi.

Hakîkaten ertesi gün bu dünyâ ve âhıret sultanının haya­tı, her fânî gibi nihayete erdi.

 

   

11.Osman Nuri’nin Aziz Mahmud Hüdayi’yi kutsallaştırması.(S: 287-288)

 

Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri ve I. Ahmed Han Hazretleri'ndeki rûhâniyetin füyûzâtı, aradan 400 küsur sene geçmiş olmasına rağmen devam etmektedir. Bu aşikâr bir surette müşahede olunan bir gerçektir. Onların temelini attığı, teselsül ederek Hazret-i Peygamber'e kadar ulaşan bu feyz mües­sesesi, zamanımıza kadar devam edegelmiştir. Zîrâ manevî makamlar da, zahirî ve dünyevî makamlar gibi boş bırakıl­maz.. İlâhî tâyinle dâima doldurulurlar. Çünkü insanların asıl yaradılış gayelerine ulaşmaları, ancak bu manevî olgunluğun elde edilmesi ile mümkündür. Aksi halde beşeriyet ham kal­maya mahkûm olur.

 

 

 

12.Ölmüş kişilerin savaşlarda yardım ettiği yalanı.(S: 352)

Çanakkale gazilerinden merhum Lâdikli Ahmed Ağa'nın  şâhid olduğu şu hâdise de, o sıkıntılı günlerdeki ilâhî yardımın bir tezahürüdür:

Cehennemî bir ateş altında askerlerin damarlarını kuruta­cak derecede bir susuzluk yaşanıyordu. Tam bu esnada nur yüzlü bir zât, elinde bir testi su olduğu halde siperlerin arasın­da peyda oluverdi. Bütün askere buz gibi su dağıttı; yine de testisindeki su bitmedi. Lâdikli Hacı Ahmed Ağa da, bu zâtın testisinden su almıştı. O zât, Ahmed Ağa'ya:

"-Evlâdım! Yaralanırsan, matarana aldığın sudan sürüver!" dedi.

Nitekim bir iki defa yaralanan Ahmed Ağa, yaralarına bu sudan sürdü ve kısa zamanda şifâ buldu.

İsminin Kaşıkçı Dede olduğunu söyleyen bu zât ise, Kilit-bahir'de medfûn, yıllar önce vefat etmiş bir Allah dostu idi.

Bu hâdise gösteriyor ki, Allah'ın izniyle evliyâullâhın Ça­nakkale harbinde büyük yardımının olduğu muhakkaktır.