Kaynak: İmam-ı Rabbani, Ekrem Sağiroğlu, Seha Neşriyat, İstanbul, Tarihsiz
İmam-ı Rabbanî 971 H.(1563 M) Hindistan’ın Serhend şehrinde doğdu.(S:39)
Kaynak: Prof. Hamid Algar, Tasavvufta Müceddidiye Kolu ve İmam-ı Rabbani, İslam Mecmuası, Sayı 37, sayfa 57.
-
İmam-ı Rabbanî, vahdet-i
şuhuddan önce vahdet-i vücudu benimsemiştir.(S:44)
İmam-ı Rabbani önceleri Vahdet-i Vücud ve Vahdetiyye
doktrinine inanmış, hatta onu savunmuştur.
Fakat tasavvuf yolunda ilerledikçe bu doktrinin yanlışlığını
gittikçe artan bir şekilde anlamıştır.(Şerif Mücahid, Mucezu Tarih s.99)
İmam-ı Rabbanî, diğer mutasavvıfların küfür sözlerini tevil etmiştir.(S:93)
Tasavvufun bütün inceliklerine tam anlamıyla vâkıf olarak; Muhyiddini İbni Arabî, Seyyid Abdülkadiri Geylâni, Beyazidi Bestâmî ve Cüneydi Bağdadi -kaddesellâhü sirrahum- başta olmak üzere, kendisinden önce yaşamış velilerin «sekr» -mânevi sarhoşluk- halinde iken söyledikleri ve iyi anlamıyanları şaşırtan, derin anlamlı sözlerini, çok net bir şekilde anlattı ve açıkladı.
İmam-ı Rabbanî vahdet-i vücudu tam olarak inkar etmemiştir.(S:95)
Yalnız sunu da söylemek gerekir ki. îmâm-ı Rabbani Vahdet-i Vücud görüsünü kökünden reddedip, ona kesinlikle düşman olan bir tutum içinde değildir. Yanlış taraflarıyla beraber, doğrularını da tam anlaşılır bir şekle sokmuştur. Böylece bu görüşün sahibi olan Muhyiddini Arabî Hazretlerine hakları olmayarak düşmanlık edenlere de fırsat vermemeye çalışmıştır.
(Buna iki yüzlülük denir)
İmam-ı Rabbanî, Muhyiddin-i
Arabiyi daima korumuştur.(S:95)
İmâm-ı Rabbani, böylece, Muhyiddini Arabi ve
emsali büyük evliyanın sözlerinin yanlış anlaşılarak
bunlara düşmanlık yapılmasına, ya da çok aşın ve
İslâm Dininde bir kul için uygun olmayan bir şekilde
methedilerek çok fazla büyütülmelerine ve îmanlarını,
îtikatlannı tehlikeye düşürecek sıfatlarla anmalarına mâni oldu.
İmam-ı Rabbanî ne zaman
öleceğini müritlerine söylemiştir yalanı.(S:113)
Hicrî 1024 senesinde, elliüç yaşlarında iken, bir
gün, en iyi talebelerine, «Ömrünün 63 sene olacağına
dair Kendîsind bir his belirdiğini ve sanki ilham şeklinde
bunun içine doğduğunu..» çok sevinerek bildirdi.
Çünkü böylece, hem Peygamber (s.a.v.) 'e, hem de
Hz.-Ebu
Bekir, Hz.Ömer ve Hz.Ali'ye -radıyallûhü
anhüm - uymuş olacaktı.(Muhammed H.Kışmî, Berekat Zübdetül Makamat, s.272)
Abdülhakim Arvasi Mektubat’ı kutsallaştırıyor.(S:138)
Son asır mürşidlerinden Abdulhakim Arvasi rh.a.'in de şu sözü meşhurdur ve tam bir gerçeği ifade etmektedir:"Allah'ın ve Resulunun kitaplarından sonra, kitapların en büyüğü Mektubattır."
İmam-ı Rabbanî gaybtan haber veriyor.(S:144)
Anlatıldığına göre, Şeyh
Ahmet Faruki'nin şöhret ve kerametini işitenlerden birii onunla görüşmek ve
şereflenmek için memleketinden kalkıp Serhend şehrine gelir. Oraya geç vakit
vardığından ve o vakitte yanına gitmeyi uygun bulmadığından, o gece başka
birinin evinde misafir olur. Meğerse misafir kaldığı evin sahibi, şeyhin
aleyhindeymiş ve onun hallerini inkar edermiş. Gece olunca misafir, ev
sahibinden şeyhi sorar. Ev sahibi de aksi karşılıklar vererek, şeyh hakkında
yakışık almayan sözler söyler.
Sabahleyin misafir şeyhin huzuruna gittiğinde, şeyh onu yanına çağırıp, dün gece
evinde misafir kaldığın adam, bizim hakkımızda bir sürü yalan söyledi, der.