Kaynak: Mektubat-ı Rabbani, Cilt 3-4, Çile Yay.Türdav Ofset, İst.1980, 3. Baskı, Çev.Abdülkadir Akçiçek

 

 

 

  1. Tasavvuf dinine bağlı iki batıl mezhep, biri diğerine karışmasın tavsiyesi (S.924)

 

     Sofiyenin pek  çoğu,  oilhassa  son   gelenler itikad  ederler  ki: Mümkin Vacib Taâlâ'nın aynıdır. Mümkinin sıfatını ve fiillerini dahi Yüce Zat'ın fiillerinin ve sıfatının ayni sanırlar. Onların bu gö-rüşü, bir şiirle şöyle dile gelir:

Komşu, arkadaş, yolcular hepten o;

Fakir kisvesinde sultan tamam o..

Celvet farkında, halvet ceminde o;

Vallah hepsi o, billah hepsi de o..

Bu büyükler, vücudda her nekadar şirkten çekinip halâs yolu­nu bulmuşlar; .ikilikten dahi kaçmışlar ise de, lâkin vücud olmayanı vücud olarak bulmuşlardır. Noksanları dahi, kemalât olarak itikat etmişlerdir. Bunun için de şöyle demişlerdir:^

    Zatî olarak, ne noksan vardır ne de şer olan bir şey.. Eğer var ise., o da nisbî ve izafîdir. Meselâ: öldürücü zehir insana nisbetle serdir ve kötüdür; zira onu hayattan eder. Ama bu, içinde zehir bulunan hayvana göre hayat suyu ve faydalı tiryaktır.

Bu işte, onların uyduğu şey, dayandıkları yol keşif ve müşahe-/ dedir. Kaldı ki bunlar, gayb âleminden kendilerine ne zahir olduysa../ onu buldular..

—Allahım, eşyanın hakikatlarını bize olduğu gibi göster.

Biz, burada önce Şeyh Muhyiddin b. Arabi'nin tuttuğu yolu öncelikle beyan edeceğiz. Allah sırrının kudsiyetini artırsın.

O, sofiyenin mütaahhirin sınıfına dahil olanların (son gelenle­rin) imamı olup bu meselede onların iktida ettikleridir.

Bundan sonra, bize zahir olup inkişaf eden bu babdaki husus­ları yazacağız. Ta ki, iki mezhep arasındaki fark, tam bir şekilde ha­sıl olsun, İnceliğinden ötürü  biri diğerine karışmasın..

Şeyh Muhyiddin b. Arabî ve ona tabi olanlar şöyle dediler:        

 — Vacib Taâlâ'nın isimleri ve sıfatı, o Vacib Sübhan'ın aynen zatıdır. Bu isimlerin ve sıfatların dahi bazısı bazısının aynıdır. Mese-la: İlim ve kudreti ele alalım. Bunların her ikisi de, Yüce Hakkın ay­nen zatı olduğu gibi, her biri dahi diğerinin aynıdır. Bu makamda  taaddüd ve tekessürün ismi ve resmi asla olmayacağı gibi, araların  da bir ayırd etme ve açıklık dâhi (temayüz ve tebayün) kesin olarak olmaz.

 

  1. Muhyiddin-i Arabi’nin batıl inancı (S.926-927)

 

   İşte.. anlatılan durumlar dolayısı ile, zaruri olarak ittihat hükmü verip:    

Hemen hepsi o.

Dediler..       

— Yine tasavvur etmişlerdir ki, ayan-ı sabite suretleri dahi,

o  ayanın aynı olarak vücudun zahir aynasında aksetmektedir ki; bu -dahi onun benzeri gibi değildir.

İşte.. anlatılan durumlar dolayısı ile zarurî olarak ittihad hükmü verip: Hemen hepsi o.. Dediler..      

İşte..  vahdet-i vücud  mertebesinde;   icmal yollu Muhyiddin b. Arabi'nin yolu budur.

    Bu ilim ve benzerlerini Muhyiddin b. Arabî sanır ki: Hatem-i ve­layete mahsustur. Bunun için der ki:

    Hatem'ün-nübüvvet, bu ilimleri hatem'ül-velâyetten alır.

Füsus'un sarihleri dahi, bu cümlenin tevilini (yorumunu) yapar-ken, birçok zorlamalara girmişlerdir.                                                                                   —   _____-—-o-ytı-L-r.---r------~~-.~—-——-1

Hülâsa.. Şeyh Muhyiddin b. Arabi'den evvel, bu gibi ilim ve sır­ları, bu taifeden hiç kimse dile getirmemiştir. Bu sözü, bu şekilde hiç

biri beyan etmemiştir

    Her nekadar onlardan, sekrin galebesi halinde, tevhidi ve itti­hadı anlatan kelimeler zuhur edip: 

--Enel Hak..(Hak ben)

- Sübhanî ma a'zame şanî.. (Sübhanım şanım nekadar yüce..) Demişler ise de, lâkin ittihad yüzünü açıp tevhid menşeini bu­lamamışlardır. Böylece Şeyh Muhyiddin b. Arabî bu taifenin müta-kaddimlerinin burhanı, müteahhirlerinin ise hücceti oldu.

   

  1. İmam-ı Rabbani’nin müceddid anlayışı ve sapıklığı (S.942)

        Bir mısra:

Gül bahçeme bak, kıyasla baharımı..

 

Aynel-yakin ve Hakkal-yakin babında ne diyebilirim ki?. Onu söylesem bile, kim anlar ve kim idrâk eder?. Zira bu türlü marifetler, velayet kapsamı dışındadır. Zira velayet erbabı, bunları idrâkten aciz durumdadırlar; tıpkı zahir uleması gibi.. Onu kavramaktan yana ku­surludurlar.

Bu ilimler, nübüvvet nurlarının kandilinden alınmıştır. Onun sahibine saiât, selâm ve tahiyyet.. îkinci binin yenilenmesi ile buna tazelik ve canlılık hâsıl olmuştur; bütün güzelliği ile, zuhura gelmiş­tir. Bu ilimlerin ve maarifin sahibi, bu binin müceddididir. Ki bu, ona bakanlara gizli bir mana değildir. Bilhassa, zata, sıfata ve ef'ale dair ilim ve maarifinde..

O ilim ve maarif; haller, vecidler, tecelliyat ve zuhurat libasına girmiştir. Bu dikkat sonunda, elbette bileceklerdir ki: Bu maarif ve ilimler; ulemanın ilimleri, evliyanın da maarifi ötesindedir. Hatta, onların ilimleri, bu ilimlere nisbetle kabuk kalır. Bu maarif dahi, o kabuğun özüdür.

Hidayet eden Sübhan Allah'tır.

Bilesin ki,

Her yüz başında bir müceddid gelip geçti. Ne var ki, yüz senele rin başında gelen müceddid ile, bin senenin başında gelen müceddk değildir. Bunların arasındaki fark, bin ile yüz arasındaki fark gibi dir. Hatta daha da fazla..

  Müceddid o zattır ki: O müddet içinde ümmete her ne gibi feyz varidatı gelirse onun vasıtası ile gelir, İsterse o vaktin kutuplan, ev tadı, ebdali ve nücebası bulunsun.                           

 

  1. Beyazıd-ı Bestami’ni ‘Sübhan Hak, Adem’in çamurunu ezelde yoğurduğu zaman, o çamura su kattım yalanı (S.1002)

      Ayrıca  Reşahat'ta anlatılan, Bayezid-i Bistami'nin şu cümlesin-den soruyorsun:                                                                            

— Sübhan Hak, Âdem'in çamurunu ezelde yoğurduğu zaman, o çamura su kattım.                                                                           

Ve., bunun tevilini soruyorsun..                                               

Bilesinki,                                                                   

Melâike-i kiramın, Âdem a.s. peygâmberin çamuru hizmetinde dahli vardır. Aynı şekilde, caiz olur ki, anlatılan ruhun dahi bu hiz-mette dahli ola ve su atılma hizmeti ona bırakıla.. Bu manaya dahi bu unsura bağlı hayatından veya kemale erdikten sonra da, ken-disi muttali kılınmış ola.. (Yani: Bavezid...)  

 

  1. Peygamberimizden, Hz. Hatice’ye gelen hitap iddiası (S.1003)

 

          Reşehat'ta anlatılan şu cümleyi de sormuşsun:

- Hace Alaâeddin Attar'm  (Ks.)  Mevlâna Nizameddin Hamuştan   (Ks.) tarafa gönlü incinmiş. Bunun üzerine istemiş ki: Ondaki bağlılığı ala.. Böyle olunca, o vakitte, Mevlâna, Resulüllah S.A. efen-\

Resulüllah S.A. efendimizden, Hazret-i Hace'ye şu hitap gelmiş:

—  Nizameddin bizdendir; hiç kimsenin onda tasarrufa gücü yet­mez.

Bu Bitabın bir başka yerinde ise, şöyle anlatılmaktadır:

—  Mevlâna yaşlandıktan sonra; Hace Ahrar, ondaki intisabı al­mıştır. Bunun üzerine Mevlâna demiş ki:

—  Hace, bizi yaşlı bulunca, her neki toplayıp cem ettim, nail oldum; onların hepsini aldı. işin sonulda beni müflis bıraktı.

Durum anlatıldığı gibi olunca, Resulüllah S.A. efendimizin:

- O bizdendir; hiç kimsenin onda tasarrufa gücü yetmez. Buyurduğu bir kimse üzerinde Hace Ahrar nasıl tasarruf edebiliyor?. dinimizin ruhaniyetine iltica etmiş.

 

  1. Muhyiddin-i Arabi Kabe’yi tavafı sırasında ruhları cisimlenmiş bir topluluk gördüm ve konuştum yalanı (S.1127)

 

      O mektupta yazdığına göre, Muhyiddin b. Arabî Fütuhat-ı Mek-kiyesinde, Resulüllah S.A. efendimizden rivayet edilen şöyle bir ha---'

dis-i şerif yazmıştır:

— «Allah-ü Taalâ, yüz bin Adem yaratmıştır.»

Bundan sonra, misal âleminden bazı müşahedelerinden şöyle an-

latmaktadır:

— Kâbe-i Muazzama'nın tavafı sırasında bir topluluk zuhur et­ti. Onlar da Beyti tavaf ediyorlardı; ama ben onları tanıyamadım.  Tavaf esnasında iki beyt söylediler ki, onların biri şudur:

Tavaf ettik tavafınız gibi yıllarca;

Bu mukaddes Beyti ki, hep birden topluca..

Bu beyti dinledikten sonra, hatırıma şöyle geldi: Bunlar misal âlemîndendir. Bunun üzerine, onlardan biri benim tarafıma yakla­şıp baktı ve şöyle dedi:

—  Ben, senine ecdadın cümlesindenim.. Bunun üzerine şöyle sordum:

-~ Vefatın üzerinden kaç sene geçti?. Şu cevabı verdi:

—  Kırk bin seneden daha fazla..

Onun bu cevabına hayret ederek şöyle dedim:

—  Eb'ül-beşer Âdem'in yaratılmasından bu yana, henüz yedi bin sene bile tamam olmadı; nasıl olur?.

Muhyiddin b. Arabî Hz. bundan sonra şöyle devam ediyor:

    O vakit, hatıra geldi ki; anlatılan hadis-i şerif bu kavli teyid etmektedir..

                                    

  1. Ebu Hanife adına uydurulan ve şeytanca bir fetva (S.1159)

 

İmam-ı Azam, ulemadan bir topluluk ile oturuyordu. Bir şahıs geldi ve şöyle dedi:

— Haksız yere babasını öldürüp başını koparan, onun kafa tasında şarab içtikten sonra anası ile de zina eden f asık bir mümin için ne dersiniz?. Bu kimse, mümin midir? yoksa kâfir mi?.

Ulemadan her biri tek tek konuştu.   Amma doğru olmayan bir şekilde.. Hepsi de yanıldılar.. Bu arada İmam-ı Azam şöyle dedi:

- O kimse mümindir. Bu büyük günahları işlemek, onu iman­dan çıkarmaz.

 İmam-ı Azam'ın bu sözü, ulemâya ağır geldi. Kendisine dil uzatıp sataştılar. Ne var ki, İmam-ı Azam'ın sözü doğru olduğundan sonunda hepsi de kabul edip o sözün gerçek olduğunu itiraf ettiler.

       

  1. Abdulkadir Geylani mirac ile ilgili Allah’a , Resulüne , kitabına, dört halifeye iftirası (S.1160-1161)

 

      .Şeyh Abdülkadir Geylânî Allah sırrının kudsiyetini artırsın., da-hi GUNYE adlı kitabında,  Resulüllah S.A. efendimizden naklederek şöyle dedi:

  «Semaya çıkarıldığım zaman, Sübhan   Allah'tan   diledim ki: Benden sonra, Ali b. Ebi Talib'i halife kıla.. Bunun üzerine, melekler şöyle dedi:

  Allah'ın dilediği olur; senden sonra halife Ebu Bekir'dir..»

         Hazret-i Ali'nin r.a. dahi şöyle dediğini Hazret-i Şeyh anlattı:

      — Resulüllah   S.A. efendimiz, dünyadan ayrılmadan evvel, , benden şu yolda söz aldı

— «Benden sonra Ebu Bekir halife olur; sonra Ömer, sonra Osman, ondan sonra da sen olacaksın..»                                              .