Kaynak: Devrimci Sufi Hareketler ve İmam-ı Rabbani, İbrahim Edhem Bilgin,
Kültür Basın Yay.Birliği 35, İstanbul 1989
MEHDEVİ HAREKETLERİ :
Hindistan'da bilinen ilk mehdî hareketi, XIV üncü asırda kendini mehdî ilan edip Firuz Tuğluk devrinde idam edilen, Rükn adlı şahısla görülür. Bu zatın hurûfîlikle alâkası vardır.
XV inci asırda Kuzey Hindistan'da Elfî (bine ait, binci) adlı sapık bir grup türemiştir. Elfî hareketinde şu önemli isimler dikkate değer:
a — Seyyid Muhammed'in Mehdîliği, Canpur'un 1477 de Doğu Şahları tarafından düşmesinin artık dünyanın sonuna (kıyamet) gelindiği zehabını uyandırmasıyla zuhur etmiştir. Kendisinin âhir zamanda gelecek mehdî olduğuna inanan Seyyid Muhammed benlik taslamayan, dünyevî güç ve iktidara merakı olmayan bir vaiz imajı vermiştir. Hind sünni ulemasının kendisini kabul etmemesi üzerine hicret esasına dayalı bir formül geliştirdi. Günümüz Afganistan topraklarında 1504 tarihinde vefatına kadar, gezisinin son durağı olan Ferah'ta ikamet etti. Bu gezgin mesih (?) Batı Hindistan'da Gücerat asilleri, Gücerat sultanları ve Ah-med Nagarı tarafından büyük ölçüde saygı gördü (16) Züh-dî yaşayışıyla, mehdîliğine inanan, inanmayan herkesin takdirini kazandı. Zikirle çok meşgul olur, fütûh denilen ihsanlarla elde ettiği geliri, biriktirip zengin olma yoluna sapmadan hayatını idame ettirirdi. Fikrî sapıklığının önejmli göstergesi, Hz. Muhammed (s.a.s.) ile kendisinin görevde eşit olduğunu ileri sürmesidir. Seyyid Muhammed ayrıca Mehdî ile Hz. Muhammed (s.a.s.fin aynı kişi olduğunu savunmaktaydı.
b — Seyyid Muhammed'in daha sonraki takipçileri Abdullah Niyazî ve Alâî olmuştur.
c — 1575'te ölen bu hareketin önemli isimlerinden, Meyâji Mustafa, hareketin uhrevi görüntü veren karakterini bozup siyasi faaliyetlere yöneldi. İsmail Nizam Şah'ın (1589-1591) Ahmed Nagar tahtına çıkmasında Meyan Mustafa'nın rolü büyük olmuştur.
Kurucusu Moğol İmparator Ekber Şah; (1556-1605) köklü bir eğitim almamıştı. Fakat diri ve merak dolu bir kafa yapısına sahipti. Başlangıçta Çişti sünni sufism disiplinine bağlı olması dolayısıyla, aşırı fikirleri olmayan, İyi bir müslümândır. Hükümdarlık hayatının ileri dönemlerinde İslam-Hindu uygunluğu üzerine incelemeler yaptı. Sarayında kısa akıllı dünyevî temayülleri ağır basan iki önemli dinî şahsiyet Şeyhu'l-İslâm Mahdûmu'l-Mülk ve Sadru's-Sudûr ,Abdu'n-Nebî aracılığı ile İslâm'a isyana yöneldi. Aynı zamanda sapık mehdevî hareketine mensup Şeyh Mübarek'le ma'rifetli oğlu Ebu'l-Fazl'ın etkisi altına girdi. Sünnî ulemanın saray üzerindeki etkisi iyice azaldı. 1579 da eski sapık mehdevî Şeyh Mübarek, ulemadan hiyle ile bir fetva aldı. Hiyle ile alınan bu fetva, herhangi bir problemde ulema arasında ihtilâf vuku bulunca veya kargaşa zuhura gelirse, İmparator Ekber Şah'a şeriata uygun olmak şartıyla kanun yapabilme gücü vermekteydi. Bunu takiben çok geçmeden dinî ibadet ve tasavvufi törenlerin yapılabilmesi maksadıyla ibadethane adı verilen bir salon inşâ edildi. Fakat bu salon önceleri çeşitli İslâm mezhepleri, sonraları İslâm dışı çeşitli din temsilcilerinin dinî tartışmalar yaptığı bir yer haline geldi. Bu münakaşalar sırasında Ekber Şah ve meh-dici hareketlerin lideri sapık Şeyh Mübarek'in oğlu Ebu'l-Fazl'ın İslâm'la Hinduizmi uzlaştırma fikri gitgide gelişme kaydetti. Ekber Şah, Hindular gibi et yemeklerini terkede-rek vejeteryan oldu. Daha sonra güneş monoteizmine bağlanarak ışık ve güneşe hürmet etmeye, dinler arası ortak bir ahlaka inanmaya başladı. Nihayet 1581 tarihinde kendi sapık batını ve mesihi karakterli Din-İ ilahî adlı eklektik mezhebini kurdu. Mezhep, işin aslında bir saray kulübü olup mübhem bir şekilde İmparator Ekber Şah'ın etrafında te şekkül ..etmişti . Kendisine Allah'ın gölgesi veya pey-gamberlik gibi bazı sıfatlar yakıştırıldı. Genelde islâm,ı kabul ediyordu.
Dînri İlâhî, şehvet, hırs, korku, gurur gibi oyunların sergileyicisi oldu. Yine bu sapık din, hayvan kesmeyi (özellikle inek) hoş karşılamamış, bekarlığı tasvib etmiştir. Emrettiği değerlerin onda dokuzu diğer dinlerin kutsal kitaplarından olduğu kadar, doğrudan Kur'ân'dan çıkarılmıştı. Bunlar hürriyet, sabır, perhiz, sert maddî işlerden ka-çınma, dindarlık, sıdk, ihtiyat, kibarlık ve nezaket idi. Bun-lara ilâveten, Allah rızası için ruhî tezkiye denilen tasavvufi bir hedef de eklenmişti. Dîn-i İlâhî vahiy ürünü bir metne sahip olduğunu iddia etmediği gibi, din adamlığı gibi bir meslek de ihdas etmemiştir. Bu yeni dinin 19 üyesinden biri hindû idi. ibadet, Zerdüşt tapınma uygulamaları-nın müslüman namazına adapte edilmesi şeklindeydi.
RUŞENİYYE:
XVI ncı asırda Bâyezid b. Abdullah el-Ensarî (1525-1572) aslen Patan'lı olup İsmailî olan Süleyman'ın etkisi altında kalmıştır. Bâyezid, genç yaşta Hindu yogilerle temasa geçmişti. Ruhun göçünü (reincarnation: tenasüh) bunlar dan öğrendi. Kendisini sonradan mehdî ilan etti. Bir çok kişi peşinden gitti. Takipçileri kendisine «pîr-i rûşen» (aydınlanmış pîr) lakabını verirken, muhalifleri "pir tarîk" (karanlık pîr) adını taktı. Bâyezid hücrelerde çile çekmekle, şeriat uygulamalarının (teklif) kalktığı ruhi bir seviyeye ulaşılabileceği fikrini yaymaya başladı.
Bâyezid, Cebrail'in aracılığı olmadan Allah'la doğrudan haberleştiğini iddia etti. İslâm inancına sapık fikirler soktu. İmam-ı Rabbani Hindistanda yaygın bir fi-kir ve inanç olarak bulunan tenasühü red mahiyetinde yaz-dığı mektuplar, Mektubat'da yer almaktadır.
HOCALAR:
Kaynaklar, Hocalar denilen grubun kurucusunun, XII nci asırda Alamut'tan misyoner (dâî) olarak gelen Nur Şatgur olduğunu söyler. Bu sapık bir İsmailî Batînî grup olup, kendilerine has Cinan adlı dinî bir kitapları vardır (21). Kaynaklar bu grubun bir Hind-Müslüman kastının adı olduğunu bildirir. Kendi an'anelerine göre aslen aşağı Sind'de Kachh ve Gucerat'ta bulunan Hindu Lohana kastına mensupturlar.
Hocalar XIV. asırda İranlı daî Pır Sadreddin tarafından İsmailiyye mezhebine sokuldular. Hoca adını kendilerine işte bu Pîr Sadreddin vermiştir. Farsça «Hoca» aslında Hindu tabiri olup «efendi», «üstâd» manasına gelen «tha-kar» veya «thakkar»a tekabül etmektedir.
Malum olduğu üzere İsmailiyye mezhebi umumiyetle takibata uğramıştır. Ve bu mezhebe yeni girenler, ya zahirde Hindu kalmaya, yahut da sıkı bir takıyye'ye riâyet ederek kendilerini sünnî veya İsnâ Aşeriyye mezhebinden-miş gibi tanıtmaya mecbur idiler. Düğün, cenaze vb. gibi işlerde vazife görmek üzere sünnî mollalar davet edilirdi. Hocaların büyük bir ekseriyeti evvelki dinlerine (Hinduizmi sadık kaldılar. Fakat başlangıçta emniyet temini için gir dikleri islâm mezhepleriyle, zamanla öyle kaynaştılar ki sünnî veya İsnâAşeriyye şiîleri oldular. Bu Hindu geçişi, beraberindeki sapık fikirleri de İslâm'a soktu. Rabbanilerin Hindistanında, bu grup da etkin ve yaygın sapık İslâm fırkaları arasında yerini almıştır. Hocalar sonradan üç büyük gruba ayrılmış olup en büyük çoğunluk, İsmailîlerin Ni-zarî koluna mensuptur. Hocaların yayılma alanı tüm Hind yarımadasını içine alacak seviyeyi bulmuştur: Bombay, Kachh, Kathyawar, Aşağı Sind, Gucerat, Zenglbar, Doğu Afrika, Kalküta, Madras, Rangun.
BOHRALAR :
Bunlar da Süleyman b. Hasan'ın takipçileridir. Bombay ve Dekkanda sayıları çoktur. Aynı ekolden 1589 da Davud ibni Aceb Şah'ın takipçilerinin teşekkül ettirdiği Davudileri görürüz. Bu grubun Yemen İsmailîleri ile bağlantısı vardır .