Kaynak: İnsan-ı Kamil cilt 1 - Abdulkerim Ceyli, Üçdal Neşriyat, İst-1980

 

  1. “İnsanın zatı Allah’ın aynıdır.” İftirası (S.131)

 

     Bir kul, bu kevnî mertebeden yükselir; kudsi mertebeye geçip, ondan kendisine gelen bir   keşif olursa, bilir ki: İşte, Allah'ın zatı kendi zatının ay nıdır.. Böylece, zatı idrâk etmiş olur.

 

  1. “Keşfe nail olunca senin o olduğunu, onunda sen olduğunu anlarsın.”iftirası (S.133)

 

             Zat-ı ilâhiyi idrâk üzerinde duralım.. Bu da, bil-men gerekli bir konudur.. Özünde tam bir                                                                  yüceliğe s ahip bulunan zat-ı ilâhiyi idrâk şu yoldan olur:                                                           

    Bileceksin ki; sen o sun; o da sen

         Ne var ki bu: Kuru bir bilgi ile değil: Hak ka­pından ihsan olunan ilâhî bir keşfe sahip olmakla olur

 Anlatılan keşfe, ilâhî bir ihsanla nail olup se­nin o olduğunu; onun da sen olduğunu bildikten sonra anlarsın ki: Bu böyledir.. Bunun böyle olu-şundaysa.. ne bir ittihad ne bir hulul vardır..

 

  1. “Allah varlığın aynısıdır.” Yalanı (S.189)

       O, şu varlığın aynıdır.. Bu varlık da onun aynıdır..

"Sebebine gelince: Onun evveli, aynen âhiridir; önü aynen sonudur..

 

  1. Peygamber’e “Rabbimi bir delikanlı suretinde gördüm.”İftirası  (S.195)

 

İlâhî TEŞBlH cemal suretinden ibarettir.. Cemal-i ilâhî için manalar vardır.. Bu manalar, ilâhî isimler ve sıfatlardır..

Aynı şekilde, cemal-i ilâhî için suretler de var­dır.. Bu suretler ise., üstte anlatılan manalann tecellilerinden ibarettir..

Bu tecelliler ise., dıştan görülüp tutulan şey­lerle; akıl yolu ile anlaşılan şeyler üzerine gelen­lerdir.. Dıştan gelenler için, Resulüllah S.A. efen­dimizin:

       — «Rabbımı taze bir delikanlı suretinde gördüm..»

Hadis-i şerifini misal olarak gösterebiliriz..

 

  1.  “Hak kuluna Allah isminde tecelli edince , kul da Allah olur.” İftirası (S.220)

      Yüce ve sübhan olan Hak, kuluna: ALLAH is­pitinden tecelli ettiği zaman o kul, kendi nefsinden yana-fena bulur..

Böyle olunca kendisinden gaye: ALLAH olur ­O’nda ve onun için..

Bundan sonra, o kulun varlığı; zaman hadiselerine bağlanma köleliğinden kurtulur.. Bu kâinat bağları ile bağlılık durumu, kalkar; çözülür..

İşbu durumlardan sonradır ki, o kul;

a)   Tek zat olur..

b)   Sıfatlarda tek olur..

c)   Analar ne? babalar ne? hiç birini   tanımaz o1ur..

Durum ki anlatıldığı gibi oldu.

a)   ALLAH'ı zikreden kimse; okulu zikreder..

b)   ALLAH'a bakan kimse, o kula bakmış olur..

İşte., bütün bu olanlardan sonradır ki: Hal di­li garib ve acib yoldan  terennüm etmeye baş­lar.

 

  1. “Allah ilmiyle tecelli ederse o kul olmuş ve olacak her şeyi  bilir.”yalanı (S.229-230)

Anlatılan bu birlikten'sonradır ki; yüce zat o kula, İLMÎYE sıfatı ile tecelli eder..

İşte., bu ilim sıfatı tecellisini aldıktan sonradır ki o kul: Bütün âlemi, içinde bulundukları duru­ma göre bilir..

      Anlatılan âlemlerin bütün dallan ve kollan, o kulun ilim çenberine girer..                                   

     Başlangıcından taa, sonuna kadar..

Böyle olunca: O kul herşeyi bilir. Nasıl oldu,

ne şekilde oluyor ve sonunda nasıl olacak?..      

Bütün bunları bilir..    

O bilir: Bu iş, olmamıştır..     

O bilir: O olmayan şey, ne sebeple olmamıştır?    

O bilir: Olmayan bir şey, olunca,   nasıl olur?

Ve nasıl olacak?..                          

Bütün bu anlatılanlar; o kulda bir ilim olarak

mavcuttur"

Ama aslî bir ilim..  

Ama hükmî bir ilim..   

Ama keşfe, zevke dayanan bir ilim..

Öyle bir ilim ki., yani: Öyle bir bilgi ki, malum olup bilinenlere onun zatından sirayet edip geçmiştir..

Hem de, icmal yolundan..

Hem de, tafsil yolundan..

Hem de, küllî ve cüz'i yoldan..

Onun tafsili icmalinde gizlidir. Ama, gizliden de gizli bir gayb âleminde.. Ledünnî ve zatî olarak­tan..

O, öyle bir gelişle gelmektedir ki; gaybın da gaybı âlemin, tafsilinden gelmektedir, bu şehadet âlemine çıkmaktadır..

Böyle olunca, onun icmal tafsili, gaybında mü­şahede olunur..

Toplu icmali ise., gaybın da gaybındadır..

Sıfat tecellisi içinde, olana; ilmin gelişi, zahir­de olan bir şey değildir.. Gizlinin de gizlisi âlemde, o ilmin içine dalan bilir!

 

 

  1. “Allah kula basariyet ismiyle tecelli edince bütün gabi alemleri görür.” Yalanı (S.230-231)

        BASARİYET..

Yüce Allah, kullarından bazılarına da, bu BA­SAR sıfatı ile tecelli eder..

Bu tecellide, o kulun durumu şöyle olur:

Bu tecelli yüce Allah katından; ilme, ihataya, keşfe dayanan bir tecellisi ile geldiği zaman, onun için tam bir BASAR tecellisi yolu açılır..

Bu açılış, o kulun görüş açılışıdır.. İlminin u-zandığı yere kadar ne varsa, hepsini görür..

Bu makamda:

a)     Hakka dönük ilmin sözü geçmez..

b)           Halka dönük ilmin sözü de geçmez..

Bu makamda sadece: BASAR tecellisine nail olan kulun görüşü vardır...

Varlıkları tümden, içinde bulundukları hal­leri ile, o kul görür..

Ama, gizlinin gizlisi bir âlemde..

Burada pek hayret veren bir nokta vardır ki; şudur: O kul, gizlinin gizlisi âlemdeki herşeyi bil­diği halde; bu şehadet âlemindekilere karşı bile­mez ve göremez.

 

 

  1. “Semi ismiyle tecelli edince bilir ve onun için uzak ve yakın birdir.”iftirası (S.232-233)

   “SEMİ”

Yüce Allah kullarından bazılarına da, bu sıfa-tı ile tecelli eder..

Bu SEMİ' sıfatı tecellisine eren kul:

— Cemadat hükmünde bulunan (taş, toprak,  vb.) şeylerin konuşmalarını dinler..

Bitkilerin sözlerini işitir..

Cümle canlı varlıkların dillerinden anlar..

Meleklerin sözlerini de anlar..

Bütün değişik dilde konuşanların lügatlerini bilir..

Hali anlatıldığı gibi olan bir kul için: Yakın ile uzağın hiç bir farkı yoktur.. Onun katında uzak, yakın gibidir..

Yukarıda anlatılan manaları biraz açalım..

Yüce Allah bu SEMİ' sıfatı ile, o kuluna tecel­li ettiği zaman: Bitkilerin dillerim, cemadatın giz­li sesini, bütün değişik dilleri; ondaki ahadiyet gü-cü ile, o kul işitir ve anlar..

Bu tecelli sayesinde ben: Rahmaniyet ilmimi rahmandan dinledim..

Kur'an okumayı öğrendim.. Bir ölçü birimi olan rıtıl oldum..

 

 

  1. Ceyli Allah ve Kur’an adına yalan söylüyor. (S.234-237)

      Bu hitab için, bir örnek verelim.. Mesela»: Ona şu nida gelir:

— Sen sevgilimsin.. Sen sevdiğimsin.. Arzula­nan sensin..

Sen kullardaki yüzümsün..

Sen, en üstün gayesin.. En çok aranan sensin.

Sen, sırlar içinde sırrımsın..

Sen, nurlar içinde nurumsun..

Gözümsün; süsümsün..

Cemalim sensin; kemalim sensin..

İsimim sensin.. Zatım sensin.. Vasfım sensin.. Sıfatım sensin..

Ben, senin isminim.. Ben senin resminim..

Nişanın benim.. Alâmetin benim, sevdiğim..

Sen, bu kâinatın özüsün.. Bütün bu varlıklar, ve olanlardan maksa'd sensin..

Müşahedeme yaklaş; ben, sana varlığımla yak-laştım.. Uzak durma; çünkü ben:

— «Biz, ona şah damarından daha yakınız..» (50/16)

Sözünün sahibiyim..

Kulluk ismi ile bağlanıp kalma..

Rabb olmasaydı, kul da olmazdı..

Ben, seni nasıl izhar ettimse, sen de beni iz-har ettin..

Senin kulluğun olmasaydı; benim de, rübubi-yet vasfım olmazdı..

Ben, seni nasıl bulduysam, sen de beni öyle buldun..

Senin vücudun olmasaydı, benim vücudum da olmazdı..

Sevgilim, yaklaş yaklaş..

Sevgilim, yüksel., yüksel..

Sevgilim, seni vasfım için istedim; kendim için yaptım..

Kendin için başkasını isteme; senin için de benden başkasını arzulama..

Sevgilim, bütün kokularda beni kokla..

Sevgilim, bütün taamlarda beni ye.

Sevgilim, mevhum şeylerden beni çıkar..

Sevgilim, malum şeylerden bana akıl yolu bul..

Sevgilim, bu hissedilen şeylerde beni müşahede et..

Sevgilim, el değdirilen şeylerde bana dokun..

Sevgilim, giyilen şeylerde beni giy..

Sevgilim, benden murad sensin.. Benimle kün­ye aldın.. Namıma künye alan sensin..

 

Yukarıda anlatılan kelâmlar o kadar güzeldir ki, o kadar tatlıdır ki., o yoldan yapılan ihsanlara ne doyulur, ne de o latifelerden bıkılır..

KELÂM sıfatı kendisinde olanlardan bazıları da: Hak'la konuşur.. Ama, halk dili ile..

Söylenen sözü bir yönden duyar.. Ama, o bilir ki: O söz, bir başka yönden gelmektedir..

Halktan biri ona seslenir; o da duyar..

Ama, Hak'tan duyar.. Halktan değil..

Bu manada şöyle söylerim:

Leylâ ile olurdum, gayrı yoktu görsem bile;

Cemadatla konuşurdum Leylâ'ya hitab ile..

Şaşılacak bir şey yoktur, onlarla konuşsam da; 

Cemadattan cevab aldım, Leylâ'dan cevab ile..

KELAM tecellisine nail olan kullardan bazılarını; yüce Hak cisimler âleminden alır, ruhlar âle­mine götürür..

Mertebe bakımından, bunlar en yüce mertebe­lerin sahibidir..

Bazı kullar, bu yüce hitabı kalbinde bulur.. Kalben, yüce Hak'la konuşur..

Bazıları, ruh ile, dünya semasına yükselir..

Bu sınıfa mensub olanlar arasında; ikinci ve üçüncü semaya yükselen zatlar da vardır..

Haliyle, bu yükseliş, kimin kısmetîndeyse.. kıs­meti ne kadarsa, o kadar olur..

Sıdre-i müntehaya yükselen kimseler de var­dır..

Yükselirler; konuşmalarını orada yaparlar..

Hâsılı: KELÂM teceilisine nail olanlar, hakikatler âlemine girdikleri kadar yüce Hakkın                                                                                                     muhatabı olurlar..

Bu böyledir; başka türlü olamaz.. Zira, her şeyin bir yeri vardır..

Yüce ve sübhan Hakkın şanı ise., her şeyi, ye­rinde yerine getirmektir..

KELÂM sıfatının tecellisi, Hakkın kelâmına muhatab olacak kimselerden bazıları için bir şeref köşkü kurulur..

Hem de, nurlu ve parlak bir şekilde.. Pırıl pı­rıl yanan bir köşk gibi..

Bazı kullar da, iç âleminde parlayan bir nur görür.. Yüce Hakkın hitabına, o nurlu yönden nail olur..

Bu nurun şekli değişiktir..

Bazan, çokluğu kavranabilir ve:

— Şu kadardır..

Denebilir..

Bazan, o nurun çokluğunu anlamak mümkün değildir.. Çok çoktur.. Çoktan da çoktur..

Anlatılan nur, yuvarlak daire biçiminde olabi­lir..

Uzayıp giden bir şekilde de olabilir..

 

  1. “Kelam tecellisine erişince Hakk’ın kelamını duyarsın ve sen de mabut olursun.”iftirası (S.238-239)

 Kelâm tecellisine erip yüce Hak­kın kelâmını duyanlar için:

—  Sidre-i   müntehaya yükselen   kimseler de
vardır..

Demiştik.. Bunların nail olacağı kelâmın bir şeklini burada anlatmamız yerinde olur..

Bunlar arasında şu hitaba nail olan vardır:

—  Sevgilim, senin benliğin işte benim kimli-
ğimdir..

Sen, aynen osun., o ise., ancak benim; sevgi­lim..

Senin bu yaygın halin, benim terkibimdir.. Çokluk yönün, benim birliğimdir..

Senin terkibin dahi, benim yaygın halimdir..

Senin cehaletin, benim bilginidir..

Senden murad, benim..

Ben, senin içinim, benim için değil.. Sen de, benim içinsin.. Senin için değil.

Sevgilim, sen üzerinde vucud küresinin dön-düğü bir noktasın..

O varlık küresinde, sen abd olmaktasın; aynı zamanda, mabud da olursun..

Nur sensin.. Zuhur sensin..

Sen bir güzelliksin; bir suretsin.

Tıpkı insana lâzım olan göz; bu göze de lâzım. olan insan gibisin..

 

  1. “Kula irade sıfatı tecelli edince her şey onun arzusuna göre olur.” Yalanı (S.240-241)

      İRADE..

SIFATLAR TECELLİSİ içinde ehliyet kazanan bazı kimselere yüce Allah, İRADE sıfatı ile tecelli "eder..

Bu tecelliye nail olunca, yaratılmışlar hep onun iradesi ve arzusuna, göre olur..

Bu tecellinin yolu, kelâm sıfatından geçer..

Yüce Allah, mütekelîim sıfatını o kulda tecel­li ettirince; o kul, bu sıfatın ahadiyet yönü ile, mahlukatta iradesini yürütmeye başlar..

Artık her şey, onun arzusuna göre olur.

Burada, önemli bir noktaya işaret edeceğiz.. Özellikle dikkat edilmesi gerekir..

Çünkü, bu tecelliye erenlerden, bazısı gerisin geri dönmüş; yüce Hak'tan yana gördüğü şeyleri in­kâr yoluna sapmıştır..

Bu, şöyle olmuştur:

Yüce Hak, o kimseye; ilâhî olan gayb âlemin­de, her şeyin kendi arzusu ile olduğunu göstermiş­tir..

Hem de, müşahede yolü ile., açık bir şekilde..

Kul, orada bu hale sahib olduğunu görünce; aynı şeyin bu şehadet âleminde de olmasını iste­miştir..

Ne var ki, bu olamaz.. Çünkü o durum, zatî özellikler arasında sayılır. Bunu sezememiştir..

İşte., anlatılan talebi yerine gelmeyince, o ay-nen gördüğü müşahedeyi inkâr etmiştir..

Gerisin geri dönmüş ve kalb sırçası kırılmıştık..

Bu müşahededen sonra Hakkı da inkâr etti. Onu bulduktan sonra, yitirdi..

 

  1. “Kulda kudret tecelli edince gizli şeyler görünmeye başlar.” Yalanı (S.241)

        KUDRET..

SIFATLAR TECELLİSİ içinde bazıları bu' KUDRET sıfatı tecellisine geçer..

Bu geçiş sonunda, tümden eşya onun kudreti ile olmaya başlar..

Ama gaybî âlemde., gizlide..

Aynı âlemde bulunan, onun model varlığında olur..

Bu tecellide bir yükselme kaydedip ilerlerse.. ondan da öteye geçerse., gizli tuttuğu şeyler, ken­disine görünmeye başlar..

 

  1. “Uluhiyet sıfatı tecelli edince zıdları özünde toplar.” Yalanı (S.246)

     ÜLÛHİYET..

Bazılarına da: yüce Allah, ÜLÛHİYET sıfatı ile tecelli eder..

Bu tecelliye nail olan kimse., zıdları özünde toplar..

Beyazı ve siyahı bir eder..

Yükseklikleri de, aşağıları da şümulüne alır..

Toprağı da, incileri de bir görür..

Bu tecellide, kulun aklı: İsme, vasfa erer.. Ama, açılıp kapanmayı kabul etmez.

Bunun katında o gibi işler, susuza su gibi ge­len serap gibidir., git git bulunmaz., sonu yok..

Bir şey bulamaz; sonunda, Allah'tan başka..

Allah'ını bulur; Allah da onun hesabını görür..

Sağlı sollu kitabı alır; ve şu âyetin okunuşunu duyar:

—  «Uzaklık, zalim topluluğa..» (23/41)

 

  1. Zat sıfatı tecelli ederse gavs olur, mehdi ,hatem ve halife odur.”Yalanı (S.263)

 

Yukarıda anlatılan LATİFE iki şekilde olur:   

a) ZATÎ..

b) SIFATI..

Şimdi bunların manasını açalım.."

Anlatılan latife, ZATÎ olduğu zaman,   insana ağlanan bu heykel:

O kâmil ferd olur..   Her şeyi özünde toplayan    bir gavs olur..

Bu varlığın isleri onda çevrilir..

Yapılan secde ve rükûlar onun için olur..

Yüce Allah âlemi onunla korur..

— Mehdi ve hatem..

Tabirleri, onu anlatmak için kullanılır..

İşte.. HALİFE, odur.. 

         

  1. “Putlarda zahir olan benim , şu putların tümü benden başkası değildir.” (S.357-358)

Buraya kadar anlatılan âyet-i kerimedeki mana ise.. şu ayet-i kerimedeki sözü tefsir etti:

"İlah yoktur; ancak ben varım..»  (20/14)

Bundan, şunu anlatmak istiyor:

—  İbadet edilen ilâhlık durumunda ancak ben varım..

Bu putlarda zahir olan benim: Felekler, tabiatlar hep benim..

Cümle meznep ve din ehlinin kulluk ettiği her şey benim..

Şu putların tümü, BEN'den başka değildir..

 Bundandır ki, onlara: .

--ilâhlar..

Lafzını tesbit ettim.: Bu. lafzı onlara da ad koy­dum..

Haliyle onlara verilen bu isim, hakikatte al­dıkları durum icabıdır..

..Ve bu isim: Mecaz yolu ile değil, hakikat ola­rak verilmiştir.

Zahir ehlinin:

— İlâhlar,   ismi,   onlara   tapanların   verdiği isimdir.. Hak Taâlâ ise., verdiği isimle bunu murad etmiştir.. Yoksa, kendi özlerinde, bu ismi hak ettikj leri için vermemiştir..

Dedikleri gibi değildir.. Halbuki bu, yanlıştır.. Ve, Hakka iftiradır..

Çünkü bu eşyaya tümden; hatta bu vücudda bulunanların hemen her biri için, hakikatta Allah'­ın zatı yönünden gelen bir isimdir. Hem de, hakikî

olarak..

 Zira, sübhan olan Yüce Hak bu manaya göre, eşyanın aynıdır.

 

  1. Cennet ve Cehennem ebediliği uzarsa olmaz,bu ebediliğin tükenmesi zaruridir.”iftirası (S.373-374)

     Şunu da bilesin ki..

— Mümkin..

Vasfını alanlardan her şey için bir EBED duru-mu vardır..

Meselâ:

Dünyanın EBED'i: Âhirete geçmesidir..

Âhiretin EBED'i: İşin Yüce Hakka geçmesidir..

Burada, önemli bir nokta var ki onu da açıkla­mak gerekir..

O nokta: Mümkinlerde bulunan:

— E B E D..

Vasıflarının kesilmesine hükm' olunmaktır..

Bunlar arasında: Cennet ehlinin EBED'lerini: cehennem ehlinin EBED'lerini saymak gerekir..

Bu EBED durumlarının elbette tükenmesi za­rurîdir..

Eğer onlar devam eder; bekaları babında   hû- ı küm uzarsa., olmaz.

Olmaz; zira: Hakkın EBED'lik durumu; kendi zatından başkası için, EBED'in bitiş hükmünü ver­mekten yana bizi bağlar..

Kaldı ki: Hiç bir mahluk için yüce Hakkın be kasında, aynı seyir hakkı yoktur.. Yani: Kendi ba­şına.

Bu babdaki hüküm budur..

Biz, sözü makul bir ibare ile, bu şekilde ortaya çıkarmış olsak dahi esas manasında bir değişiklik olmâz.

Çünkü: Biz onu, açık bir keşif yolu ile elde et­tik..

İsteyen inanır; isteyen inkâr eder.

 

  1. Cili’nin ve tasavvuf’un uydurulan ilahları (S.437)

 

        Halbuki, efrad ve aktabdan her biri için, bu varlık ülkesinde tasarruf vardır..

Bunlardan her biri: Gecede ve gündüzde neler olur, onu dahi bilirler; kuş dillerini bilmek bunun yanında hiç kalır..

Bu manada Şiblî rh. der ki:

   Kara karınca, kara taş üstünde,   karanlık
bir gecede yürür de, ben onun ayak sesini duymaz­
sam, kendim için:

   Ben, kandırılmışım; Rabbımın mekre uğramışıyım..

Derim..

Başka bir zat ise, şöyle demiştir:

—  Ben o gibi hareketleri anlamadığımı   nasıl
söyleyebilirim?.. Onun hareket için hazırlanışı, be­nim gücümle olmaktadır..

Onu. hareket ettiren benim.. Nasıl onu anlamadığımı, söyleyebilirim.. Hem de, onu hareket ettiren olarak..