Kaynak: İnsan-ı Kamil cilt 1 - Abdulkerim Ceyli, Üçdal Neşriyat, İst-1980
Bir kul, bu kevnî mertebeden yükselir; kudsi mertebeye geçip, ondan kendisine gelen bir keşif olursa, bilir ki: İşte, Allah'ın zatı kendi zatının ay nıdır.. Böylece, zatı idrâk etmiş olur.
Zat-ı ilâhiyi idrâk üzerinde duralım.. Bu da, bil-men gerekli bir konudur.. Özünde tam bir yüceliğe s ahip bulunan zat-ı ilâhiyi idrâk şu yoldan olur:
Bileceksin ki; sen o sun; o da sen
Ne var ki bu: Kuru bir bilgi ile değil: Hak kapından ihsan olunan ilâhî bir keşfe sahip olmakla olur
Anlatılan keşfe, ilâhî bir ihsanla nail olup senin o olduğunu; onun da sen olduğunu bildikten sonra anlarsın ki: Bu böyledir.. Bunun böyle olu-şundaysa.. ne bir ittihad ne bir hulul vardır..
O, şu varlığın aynıdır.. Bu varlık da onun aynıdır..
"Sebebine gelince: Onun evveli, aynen âhiridir; önü aynen sonudur..
İlâhî TEŞBlH cemal suretinden ibarettir.. Cemal-i ilâhî için manalar vardır.. Bu manalar, ilâhî isimler ve sıfatlardır..
Aynı şekilde, cemal-i ilâhî için suretler de vardır.. Bu suretler ise., üstte anlatılan manalann tecellilerinden ibarettir..
Bu tecelliler ise., dıştan görülüp tutulan şeylerle; akıl yolu ile anlaşılan şeyler üzerine gelenlerdir.. Dıştan gelenler için, Resulüllah S.A. efendimizin:
— «Rabbımı taze bir delikanlı suretinde gördüm..»
Hadis-i şerifini misal olarak gösterebiliriz..
Yüce ve sübhan olan Hak, kuluna: ALLAH ispitinden tecelli ettiği zaman o kul, kendi nefsinden yana-fena bulur..
Böyle olunca kendisinden gaye: ALLAH olur O’nda ve onun için..
Bundan sonra, o kulun varlığı; zaman hadiselerine bağlanma köleliğinden kurtulur.. Bu kâinat bağları ile bağlılık durumu, kalkar; çözülür..
İşbu durumlardan sonradır ki, o kul;
a) Tek zat olur..
b) Sıfatlarda tek olur..
c) Analar ne? babalar ne? hiç birini tanımaz o1ur..
Durum ki anlatıldığı gibi oldu.
a) ALLAH'ı zikreden kimse; okulu zikreder..
b) ALLAH'a bakan kimse, o kula bakmış olur..
İşte., bütün bu olanlardan sonradır ki: Hal dili garib ve acib yoldan terennüm etmeye başlar.
Anlatılan bu birlikten'sonradır ki; yüce zat o kula, İLMÎYE sıfatı ile tecelli eder..
İşte., bu ilim sıfatı tecellisini aldıktan sonradır ki o kul: Bütün âlemi, içinde bulundukları duruma göre bilir..
Anlatılan âlemlerin bütün dallan ve kollan, o kulun ilim çenberine girer..
Başlangıcından taa, sonuna kadar..
Böyle olunca: O kul herşeyi bilir. Nasıl oldu,
ne şekilde oluyor ve sonunda nasıl olacak?..
Bütün bunları bilir..
O bilir: Bu iş, olmamıştır..
O bilir: O olmayan şey, ne sebeple olmamıştır?
O bilir: Olmayan bir şey, olunca, nasıl olur?
Ve nasıl olacak?..
Bütün bu anlatılanlar; o kulda bir ilim olarak
mavcuttur"
Ama aslî bir ilim..
Ama hükmî bir ilim..
Ama keşfe, zevke dayanan bir ilim..
Öyle bir ilim ki., yani: Öyle bir bilgi ki, malum olup bilinenlere onun zatından sirayet edip geçmiştir..
Hem de, icmal yolundan..
Hem de, tafsil yolundan..
Hem de, küllî ve cüz'i yoldan..
Onun tafsili icmalinde gizlidir. Ama, gizliden de gizli bir gayb âleminde.. Ledünnî ve zatî olaraktan..
O, öyle bir gelişle gelmektedir ki; gaybın da gaybı âlemin, tafsilinden gelmektedir, bu şehadet âlemine çıkmaktadır..
Böyle olunca, onun icmal tafsili, gaybında müşahede olunur..
Toplu icmali ise., gaybın da gaybındadır..
Sıfat tecellisi içinde, olana; ilmin gelişi, zahirde olan bir şey değildir.. Gizlinin de gizlisi âlemde, o ilmin içine dalan bilir!
BASARİYET..
Yüce Allah, kullarından bazılarına da, bu BASAR sıfatı ile tecelli eder..
Bu tecellide, o kulun durumu şöyle olur:
Bu tecelli yüce Allah katından; ilme, ihataya, keşfe dayanan bir tecellisi ile geldiği zaman, onun için tam bir BASAR tecellisi yolu açılır..
Bu açılış, o kulun görüş açılışıdır.. İlminin u-zandığı yere kadar ne varsa, hepsini görür..
Bu makamda:
a) Hakka dönük ilmin sözü geçmez..
b) Halka dönük ilmin sözü de geçmez..
Bu makamda sadece: BASAR tecellisine nail olan kulun görüşü vardır...
Varlıkları tümden, içinde bulundukları halleri ile, o kul görür..
Ama, gizlinin gizlisi bir âlemde..
Burada pek hayret veren bir nokta vardır ki; şudur: O kul, gizlinin gizlisi âlemdeki herşeyi bildiği halde; bu şehadet âlemindekilere karşı bilemez ve göremez.
“SEMİ”
Yüce Allah kullarından bazılarına da, bu sıfa-tı ile tecelli eder..
Bu SEMİ' sıfatı tecellisine eren kul:
— Cemadat hükmünde bulunan (taş, toprak, vb.) şeylerin konuşmalarını dinler..
Bitkilerin sözlerini işitir..
Cümle canlı varlıkların dillerinden anlar..
Meleklerin sözlerini de anlar..
Bütün değişik dilde konuşanların lügatlerini bilir..
Hali anlatıldığı gibi olan bir kul için: Yakın ile uzağın hiç bir farkı yoktur.. Onun katında uzak, yakın gibidir..
Yukarıda anlatılan manaları biraz açalım..
Yüce Allah bu SEMİ' sıfatı ile, o kuluna tecelli ettiği zaman: Bitkilerin dillerim, cemadatın gizli sesini, bütün değişik dilleri; ondaki ahadiyet gü-cü ile, o kul işitir ve anlar..
Bu tecelli sayesinde ben: Rahmaniyet ilmimi rahmandan dinledim..
Kur'an okumayı öğrendim.. Bir ölçü birimi olan rıtıl oldum..
Bu hitab için, bir örnek verelim.. Mesela»: Ona şu nida gelir:
— Sen sevgilimsin.. Sen sevdiğimsin.. Arzulanan sensin..
Sen kullardaki yüzümsün..
Sen, en üstün gayesin.. En çok aranan sensin.
Sen, sırlar içinde sırrımsın..
Sen, nurlar içinde nurumsun..
Gözümsün; süsümsün..
Cemalim sensin; kemalim sensin..
İsimim sensin.. Zatım sensin.. Vasfım sensin.. Sıfatım sensin..
Ben, senin isminim.. Ben senin resminim..
Nişanın benim.. Alâmetin benim, sevdiğim..
Sen, bu kâinatın özüsün.. Bütün bu varlıklar, ve olanlardan maksa'd sensin..
Müşahedeme yaklaş; ben, sana varlığımla yak-laştım.. Uzak durma; çünkü ben:
— «Biz, ona şah damarından daha yakınız..» (50/16)
Sözünün sahibiyim..
Kulluk ismi ile bağlanıp kalma..
Rabb olmasaydı, kul da olmazdı..
Ben, seni nasıl izhar ettimse, sen de beni iz-har ettin..
Senin kulluğun olmasaydı; benim de, rübubi-yet vasfım olmazdı..
Ben, seni nasıl bulduysam, sen de beni öyle buldun..
Senin vücudun olmasaydı, benim vücudum da olmazdı..
Sevgilim, yaklaş yaklaş..
Sevgilim, yüksel., yüksel..
Sevgilim, seni vasfım için istedim; kendim için yaptım..
Kendin için başkasını isteme; senin için de benden başkasını arzulama..
Sevgilim, bütün kokularda beni kokla..
Sevgilim, bütün taamlarda beni ye.
Sevgilim, mevhum şeylerden beni çıkar..
Sevgilim, malum şeylerden bana akıl yolu bul..
Sevgilim, bu hissedilen şeylerde beni müşahede et..
Sevgilim, el değdirilen şeylerde bana dokun..
Sevgilim, giyilen şeylerde beni giy..
Sevgilim, benden murad sensin.. Benimle künye aldın.. Namıma künye alan sensin..
Yukarıda anlatılan kelâmlar o kadar güzeldir ki, o kadar tatlıdır ki., o yoldan yapılan ihsanlara ne doyulur, ne de o latifelerden bıkılır..
KELÂM sıfatı kendisinde olanlardan bazıları da: Hak'la konuşur.. Ama, halk dili ile..
Söylenen sözü bir yönden duyar.. Ama, o bilir ki: O söz, bir başka yönden gelmektedir..
Halktan biri ona seslenir; o da duyar..
Ama, Hak'tan duyar.. Halktan değil..
Bu manada şöyle söylerim:
Leylâ ile olurdum, gayrı yoktu görsem bile;
Cemadatla konuşurdum Leylâ'ya hitab ile..
Şaşılacak bir şey yoktur, onlarla konuşsam da;
Cemadattan cevab aldım, Leylâ'dan cevab ile..
KELAM tecellisine nail olan kullardan bazılarını; yüce Hak cisimler âleminden alır, ruhlar âlemine götürür..
Mertebe bakımından, bunlar en yüce mertebelerin sahibidir..
Bazı kullar, bu yüce hitabı kalbinde bulur.. Kalben, yüce Hak'la konuşur..
Bazıları, ruh ile, dünya semasına yükselir..
Bu sınıfa mensub olanlar arasında; ikinci ve üçüncü semaya yükselen zatlar da vardır..
Haliyle, bu yükseliş, kimin kısmetîndeyse.. kısmeti ne kadarsa, o kadar olur..
Sıdre-i müntehaya yükselen kimseler de vardır..
Yükselirler; konuşmalarını orada yaparlar..
Hâsılı: KELÂM teceilisine nail olanlar, hakikatler âlemine girdikleri kadar yüce Hakkın muhatabı olurlar..
Bu böyledir; başka türlü olamaz.. Zira, her şeyin bir yeri vardır..
Yüce ve sübhan Hakkın şanı ise., her şeyi, yerinde yerine getirmektir..
KELÂM sıfatının tecellisi, Hakkın kelâmına muhatab olacak kimselerden bazıları için bir şeref köşkü kurulur..
Hem de, nurlu ve parlak bir şekilde.. Pırıl pırıl yanan bir köşk gibi..
Bazı kullar da, iç âleminde parlayan bir nur görür.. Yüce Hakkın hitabına, o nurlu yönden nail olur..
Bu nurun şekli değişiktir..
Bazan, çokluğu kavranabilir ve:
— Şu kadardır..
Denebilir..
Bazan, o nurun çokluğunu anlamak mümkün değildir.. Çok çoktur.. Çoktan da çoktur..
Anlatılan nur, yuvarlak daire biçiminde olabilir..
Uzayıp giden bir şekilde de olabilir..
Kelâm tecellisine erip yüce Hakkın kelâmını duyanlar için:
— Sidre-i
müntehaya yükselen kimseler de
vardır..
Demiştik.. Bunların nail olacağı kelâmın bir şeklini burada anlatmamız yerinde olur..
Bunlar arasında şu hitaba nail olan vardır:
— Sevgilim,
senin benliğin işte benim kimli-
ğimdir..
Sen, aynen osun., o ise., ancak benim; sevgilim..
Senin bu yaygın halin, benim terkibimdir.. Çokluk yönün, benim birliğimdir..
Senin terkibin dahi, benim yaygın halimdir..
Senin cehaletin, benim bilginidir..
Senden murad, benim..
Ben, senin içinim, benim için değil.. Sen de, benim içinsin.. Senin için değil.
Sevgilim, sen üzerinde vucud küresinin dön-düğü bir noktasın..
O varlık küresinde, sen abd olmaktasın; aynı zamanda, mabud da olursun..
Nur sensin.. Zuhur sensin..
Sen bir güzelliksin; bir suretsin.
Tıpkı insana lâzım olan göz; bu göze de lâzım. olan insan gibisin..
İRADE..
SIFATLAR TECELLİSİ içinde ehliyet kazanan bazı kimselere yüce Allah, İRADE sıfatı ile tecelli "eder..
Bu tecelliye nail olunca, yaratılmışlar hep onun iradesi ve arzusuna, göre olur..
Bu tecellinin yolu, kelâm sıfatından geçer..
Yüce Allah, mütekelîim sıfatını o kulda tecelli ettirince; o kul, bu sıfatın ahadiyet yönü ile, mahlukatta iradesini yürütmeye başlar..
Artık her şey, onun arzusuna göre olur.
Burada, önemli bir noktaya işaret edeceğiz.. Özellikle dikkat edilmesi gerekir..
Çünkü, bu tecelliye erenlerden, bazısı gerisin geri dönmüş; yüce Hak'tan yana gördüğü şeyleri inkâr yoluna sapmıştır..
Bu, şöyle olmuştur:
Yüce Hak, o kimseye; ilâhî olan gayb âleminde, her şeyin kendi arzusu ile olduğunu göstermiştir..
Hem de, müşahede yolü ile., açık bir şekilde..
Kul, orada bu hale sahib olduğunu görünce; aynı şeyin bu şehadet âleminde de olmasını istemiştir..
Ne var ki, bu olamaz.. Çünkü o durum, zatî özellikler arasında sayılır. Bunu sezememiştir..
İşte., anlatılan talebi yerine gelmeyince, o ay-nen gördüğü müşahedeyi inkâr etmiştir..
Gerisin geri dönmüş ve kalb sırçası kırılmıştık..
Bu müşahededen sonra Hakkı da inkâr etti. Onu bulduktan sonra, yitirdi..
KUDRET..
SIFATLAR TECELLİSİ içinde bazıları bu' KUDRET sıfatı tecellisine geçer..
Bu geçiş sonunda, tümden eşya onun kudreti ile olmaya başlar..
Ama gaybî âlemde., gizlide..
Aynı âlemde bulunan, onun model varlığında olur..
Bu tecellide bir yükselme kaydedip ilerlerse.. ondan da öteye geçerse., gizli tuttuğu şeyler, kendisine görünmeye başlar..
ÜLÛHİYET..
Bazılarına da: yüce Allah, ÜLÛHİYET sıfatı ile tecelli eder..
Bu tecelliye nail olan kimse., zıdları özünde toplar..
Beyazı ve siyahı bir eder..
Yükseklikleri de, aşağıları da şümulüne alır..
Toprağı da, incileri de bir görür..
Bu tecellide, kulun aklı: İsme, vasfa erer.. Ama, açılıp kapanmayı kabul etmez.
Bunun katında o gibi işler, susuza su gibi gelen serap gibidir., git git bulunmaz., sonu yok..
Bir şey bulamaz; sonunda, Allah'tan başka..
Allah'ını bulur; Allah da onun hesabını görür..
Sağlı sollu kitabı alır; ve şu âyetin okunuşunu duyar:
— «Uzaklık, zalim topluluğa..» (23/41)
Yukarıda anlatılan LATİFE iki şekilde olur:
a) ZATÎ..
b) SIFATI..
Şimdi bunların manasını açalım.."
Anlatılan latife, ZATÎ olduğu zaman, insana ağlanan bu heykel:
O kâmil ferd olur.. Her şeyi özünde toplayan bir gavs olur..
Bu varlığın isleri onda çevrilir..
Yapılan secde ve rükûlar onun için olur..
Yüce Allah âlemi onunla korur..
— Mehdi ve hatem..
Tabirleri, onu anlatmak için kullanılır..
İşte.. HALİFE, odur..
Buraya kadar anlatılan âyet-i kerimedeki mana ise.. şu ayet-i kerimedeki sözü tefsir etti:
"İlah yoktur; ancak ben varım..» (20/14)
Bundan, şunu anlatmak istiyor:
— İbadet edilen ilâhlık durumunda ancak ben varım..
Bu putlarda zahir olan benim: Felekler, tabiatlar hep benim..
Cümle meznep ve din ehlinin kulluk ettiği her şey benim..
Şu putların tümü, BEN'den başka değildir..
Bundandır ki, onlara: .
--ilâhlar..
Lafzını tesbit ettim.: Bu. lafzı onlara da ad koydum..
Haliyle onlara verilen bu isim, hakikatte aldıkları durum icabıdır..
..Ve bu isim: Mecaz yolu ile değil, hakikat olarak verilmiştir.
Zahir ehlinin:
— İlâhlar, ismi, onlara tapanların verdiği isimdir.. Hak Taâlâ ise., verdiği isimle bunu murad etmiştir.. Yoksa, kendi özlerinde, bu ismi hak ettikj leri için vermemiştir..
Dedikleri gibi değildir.. Halbuki bu, yanlıştır.. Ve, Hakka iftiradır..
Çünkü bu eşyaya tümden; hatta bu vücudda bulunanların hemen her biri için, hakikatta Allah'ın zatı yönünden gelen bir isimdir. Hem de, hakikî
olarak..
Zira, sübhan olan Yüce Hak bu manaya göre, eşyanın aynıdır.
Şunu da bilesin ki..
— Mümkin..
Vasfını alanlardan her şey için bir EBED duru-mu vardır..
Meselâ:
Dünyanın EBED'i: Âhirete geçmesidir..
Âhiretin EBED'i: İşin Yüce Hakka geçmesidir..
Burada, önemli bir nokta var ki onu da açıklamak gerekir..
O nokta: Mümkinlerde bulunan:
— E B E D..
Vasıflarının kesilmesine hükm' olunmaktır..
Bunlar arasında: Cennet ehlinin EBED'lerini: cehennem ehlinin EBED'lerini saymak gerekir..
Bu EBED durumlarının elbette tükenmesi zarurîdir..
Eğer onlar devam eder; bekaları babında hû- ı küm uzarsa., olmaz.
Olmaz; zira: Hakkın EBED'lik durumu; kendi zatından başkası için, EBED'in bitiş hükmünü vermekten yana bizi bağlar..
Kaldı ki: Hiç bir mahluk için yüce Hakkın be kasında, aynı seyir hakkı yoktur.. Yani: Kendi başına.
Bu babdaki hüküm budur..
Biz, sözü makul bir ibare ile, bu şekilde ortaya çıkarmış olsak dahi esas manasında bir değişiklik olmâz.
Çünkü: Biz onu, açık bir keşif yolu ile elde ettik..
İsteyen inanır; isteyen inkâr eder.
Halbuki, efrad ve aktabdan her biri için, bu varlık ülkesinde tasarruf vardır..
Bunlardan her biri: Gecede ve gündüzde neler olur, onu dahi bilirler; kuş dillerini bilmek bunun yanında hiç kalır..
Bu manada Şiblî rh. der ki:
—
Kara karınca,
kara taş üstünde, karanlık
bir gecede yürür de,
ben onun ayak sesini duymaz
sam, kendim için:
— Ben, kandırılmışım; Rabbımın mekre uğramışıyım..
Derim..
Başka bir zat ise, şöyle demiştir:
— Ben o gibi
hareketleri anlamadığımı nasıl
söyleyebilirim?.. Onun hareket için hazırlanışı, benim
gücümle olmaktadır..
Onu. hareket ettiren benim.. Nasıl onu anlamadığımı, söyleyebilirim.. Hem de, onu hareket ettiren olarak..