8- Olağandışı Yollarla Yardım

 

MÜRİT- İnsanlar birbirinden yardım istemezler mi? Bu da Allah’tan başkasından yardım iste­mek olmaz mı?

BAYINDIR- Yardımlaşmayı emreden çok sa­yıda âyet ve hadis-i şerif vardır. Ama herkes bilir ki, ruhanîlerden beklenen yardım farklıdır. Onlardan insanların güç yetiremediği konularda ve  olağandışı yollarla yardım istenir. Bu, ya bir kor­kudan kurtulmak veya bir isteğe kavuşmak için olur.

Mesela İstanbul'da Tuzla'da bindikleri otomo­bille sele kapılıp sürüklenenlerden biri, "Ya Seyyidenâ Hamza!" diye Hz. Hamza'yı yar­dıma çağırıyor[1]. Eğer bu zat orada bulunan kişi­leri yardıma çağırsaydı yadırganmazdı. Ya da her şeyi her an görüp gözeten Allah Teâlâ'dan yardım is­teseydi güzel bir şey yapmış olurdu. Ama o, İstanbul'dan binlerce kilometre uzaktaki kabrinde yatan Hz. Hamza'yı yardıma çağırıyor. Demek ki Hz. Hamza'nın çağrıyı işittiğine ve derhal oraya gelip kendisini kurtaracak güç ve kuvvete sahip olduğuna inanıyor. Yoksa dar zamanında Hz. Hamza'yı hatırlar mıydı? Demek ki, bu zat, Hz. Hamza'da bazı insan üstü sıfatların var olduğunu hayal ediyor. Bunlar hayat, ilim, semi, basar, irade ve kudret sıfatlarıdır.

Hayat dirilik demektir. Bu zat Hz. Hamza'yı diri saymasaydı yardıma çağırmazdı.

MÜRİT- Ama şehitler ölmez.

BAYINDIR- Doğru, şehitler ölmez. Ayette şöyle buyuruluyor:"Allah yolunda öldürülen­lere ölüler deme­yin, zira onlar di­ridirler, ama siz bunu anlayamazsınız."  (Bakara 154)

Bu, bizim anlayabileceğimiz bir dirilik değil­dir. Eğer anlayabileceğimiz  gibi olsaydı, Hz. Hamza'nın şehit olmasına Hz. Muhammed sallal­lahu aleyhi ve sellem o kadar üzülür müydü? Çağırınca geliyorsa, zaman zaman onu çağırır ve ondan bazı şeyler is­terdi.

Abdullah b. Mes'ud diyor ki; Biz Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin Hz. Hamza'ya ağla­dığı kadar  bir şeye ağladığını görmedik. Onu kıbleye doğru koydu, cenazesinin ba­şında durdu ve sesli olarak hıçkıra hıçkıra ağ­ladı[2]."

Hz. Hamza'yı şehid eden Vahşî, yıllar sonra müslüman olunca Hz. Muhammed ondan kendi­sine görünmemesini istemişti[3].

Şehitler konusuna tekrar değineceğiz.

Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ölünce, Allah ondan razı olsun Hz. Ebubekr'in yaptığı önemli bir  konuşma vardır. Abdullah b. Abbas'ın bildirdiğine göre Hz. Ebubekr bu konuşmasında şöyle dedi:

"Bakın, sizden kim Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme kulluk ediyorsa işte Muhammed ölmüş­tür. Kim de Allah'a kulluk ediyorsa şüphesiz o di­ridir, ölmez. Allah Tealâ buyuruyor ki: "Muhammed sadece bir  elçidir. Ondan önce de nice  elçiler ge­lip geçmiştir. O ölür veya öldürü­lürse gerisin ge­riye mi döneceksiniz? Her kim geri­sin geriye dö­nerse, o Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah şükre­denlere mükafat verecektir." (Al-i İmrân 3/144) 

Abdullah b. Abbas diyor ki, " Ebubekr okuyuncaya kadar Allah Teâlâ'nın böyle bir âyet indirdiğini sanki hiç kimse bilmiyordu. Artık insanlar­dan kimi dinlesem bu âyeti okuyordu. Saîd b. el-Müseyyeb de bana, Ömer'in şöyle dediğini bil­dirdi: "Vallahi Ebubekr'in o âyeti okuduğunu işi­tince öyle oldum ki, kendimden geç­tim. Ayaklarım beni taşıyamaz oldu. Ayeti okuduğunu duyunca yere yığıldım. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem gerçekten öl­müştü[4]."

Şu iki âyet de Hz. Muhammed ile ilgilidir:

"Senden önce hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü olacaklardır?" (Enbiya 21/34)

"Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da öle­cek­lerdir. "(Zümer 39/30)

Buna göre Hz. Hamza'nın anlayabileceğimiz manada diri olduğunu kim söyleyebilir?

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

Allah neyi gizlediğinizi, neyi açığa vurduğu­nuzu bilir.

Allah'ın berisinden çağırdıkları ise bir şey ya­ratmazlar; esasen kendileri yaratılmıştır.

 Onlar ölüdürler, diri değil. Ne zaman dirile­ceklerini de bilemezler.  (Nahl 16/19-21)

Maalesef kendi kötü emellerine Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi alet edenler bile vardır. Bunlar, insanlar üzerinde kurdukları baskının devam etmesi için habire yalan ve iftira ile meşgul olurlar. Bunca âyete rağmen Hz Peygamberin sağ olduğunu ve onunla görüştüklerini ileri sürerek in­sanları saptırırlar. Hatta haşa onun, başmüfettiş gibi etrafındaki insanları teftiş ettiğini ve yaptığı hizmetleri denetlediğini iddia edenler dahi vardır. Evliya ölünce ruhu kınından çıkmış kılınç gibi olur, diyen veya bir kısım ruhanilerden yardım isteyen kişilerden başka ne beklenebilir?

Gözlerini hırs bürümüş bu insanların uslanması zor ama birazcık aklını kullananlar için Hz. Ömer'in şu sözünü naklet­mek isterim:

"İsterdim ki, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem yaşasın da bizden sonra ölsün. Her ne kadar Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ger­çekten ölmüş ise de Allah aranıza bir nur koymuş­tur, onunla hak yolu bulursunuz. Allah Muhammed'i de onunla hak yola sokmuştur[5]."

O nur Kur'an-ı Kerim'dir. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem de veda hutbesinde konuya değinerek şöyle buyur­muştur: 

"Aranızda, sıkı sarılırsanız artık sapıtmayaca­ğınız bir şey bıraktım, Allah'ın kitabını"[6].

İşte hak budur. "Hakkın  ötesi sapıklık de­ğildir de ya nedir?"  (Yunus 10/31-32)

Sözügeçen şahsın Hz. Hamza'da varsay­dığı sıfatların ikincisi ilim sıfatıdır. İlim, bilmek ve kav­ramak demektir. İnsanda da ilim sıfatı vardır ama bu, onun öğrenebildiği ve kavrayabildiği şeylerle sınırlıdır. Onları da zamanla unutur. Allah'ın ilmi sınırsızdır. O, her şeyi en ince ayrıntısına kadar en doğru biçimde bilir ve asla unutmaz.

Istanbul'a hiç gelme­miş olan Hz. Hamza'nın çağrıldığı yere gelmesi için, olayın geçtiği İstanbul Ankara yolunun Tuzla'daki bölümünü bilmesi gerekir. Bu şahıs Hz. Hamza'nın bilgisinin, şüphesiz Allah Teâlâ'nın bilgisi gibi sınırsız olduğunu kabul etmez. Ama onu böyle bir yere çağırdığına göre Hz. Hamza'yı Allah Teâlâ'ın sınırsız bilgi­sinin bir bölümüne ortak saymış olur.

Üçüncü sıfat semi'dir. Semi', işitme gücüdür. Allah insana işitme gücü vermiştir, ama bu, belli mesafeden ve belli titreşimdeki seslerin işitilme­siyle sınırlıdır. Hele Hz. Hamza gibi ka­birde bulu­nanlara bir şey işittirmeye bizim gü­cümüz yetmez. Her şeyi işiten Rabbimiz, elçisi Hz. Muhammed'e hitaben şöyle buyuruyor: “Şüphesiz Allah diledi­ğine işit­tirir. Ama sen kabirdekilere bir şey işitti­re­mezsin.” (Fatır 35/22) 

Allah her şeyi işitir. En gizli sesler, hareket­ler, içten yakarışlar ve her şey onun tarafından işitilir. Şimdi bu zat, İstanbul'dan, "Ya Seyyidena Hamza ! " dediği zaman Hz. Hamza'nın bu sesi işittiğini hayal ettiğine göre onu Allah'ın işitme sıfa­tına ortak etmiş olmaz mı? Çünkü bu şekilde bir işitme, Allah'tan başkası için sözkonusu değil­dir.

Dördüncü sıfat basar'dır. Basar, görme gücü demektir. İnsanlarda da görme gücü var­dır, ama bu çok sınırlıdır. Allah Teâlâ, en küçük şeyleri bile en ince ayrıntısına kadar görür.

Kilometrelerce uzakta, kabirde yatan birini yar­dıma çağıran kişi, onun kendini gördüğünü kabul etmiş olur. Yoksa onun durumunu nasıl kavrayıp yardım edebilir? Bu şekilde bir görme, yanlız Allah'a mahsus olduğun­dan bu şahıs Hz. Hamza'yı Allah'ın görme sı­fatına da or­tak saymış olur.

Beşincisi irade, altıncısı da kudret sıfatıdır. İrade, dilemek ve tercih etmektir.

Kudret de bir şeye güç yetirme anlamına gelir. İnsanın iradesi de kudreti de sınırlıdır. Ölünce bu konuda hiç bir şeyi kalmaz. Bu şa­hıs Hz. Hamzanın, kendi çağrısını kabul ettiğini ve gerekli yardımı yapabildiğini hayal ettiğine göre Hz. Hamza'ya bu iki sıfatı da vermektedir. Bu, olağan dışı bir irade ve kudret yakıştırma­sıdır. Bu an­lamda irade ve kudret sahibi tek varlık Allah Teâlâ'dır. Demek ki o şahıs Hz. Hamza'yı Allah'ın  bu iki sıfatına da ortak saymış olmaktadır.

"Hiç bir şey yaratamayan ama kendileri yara­tılmış olanı ortak mı sayıyorlar?

Oysa bunların onlara yardımda bulunmaya güçleri yetmez. Bunların kendilerine bile yar­dımı olmaz.

Onları doğru yola çağırırsanız, size uymaz­lar; çağırmanız da, susmanız da sizin için birdir.

Allah'ın yakınından çağırdıklarınız da, sizin gibi kullardır. Eğer haklıysanız onları çağırın da size cevap versinler bakalım.

Onların yürüyecek ayakları mı var, yoksa tutacak elleri mi var, ya da görecek gözleri mi var, veya işitecek kulakları mı var? De ki: "Ortaklarınızı çağırın sonra bana tuzak kurun, hiç göz açtırma­yın."

"Çünkü benim velim Kitabı indiren Allah'tır.  O, iyilere velilik eder."

"O'nun berisinden çağırdıklarınız kendilerine yardım edemezler ki size yardım etsinler."  (Araf 7/191-197)

“Belki kendilerine yardımları do­ku­nur diye Alla­h’ın berisinden tanrı­lar edindi­ler. Ama onların yar­dıma güçleri yetmez. Oysaki kendi­leri onlar için hazır as­kerdirler. “ (Yasin 36/74-75)

Kendilerine dayanak olsun diye, Allah'ın berisinden tanrılar edindiler.

Tam tersi; onlar bunların ibadetlerini tanıma­yacak ve bunlara düşman olacaklardır. (Meryem 19/81-82)

İşte şirk budur. Yani Allah'ın vermediği yetkileri, bir kısım varlıklarda veya ruhanîlerde var sayıp onlardan yardım istemek şirktir.  

 "De ki, Allah'ın berisinden çağırdıklarınıza ba­kın bakalım. Gösterin bana, yeryüzünde yaratmış oldukları ne vardır? Yoksa onların göklerde bir or­taklığı mı bulunuyor? Eğer doğru iseniz bu konuda  bana, bundan önce gelmiş bir kitap  veya bir bilgi kalıntısı getirin bakalım."

Allah’ın yakınından kendisine Kıyamete kadar cevap vere­miyecek olanı yardıma çağı­randan daha sa­pık kim olabilir? Oy­saki bunlar onla­rın çağrısından habersizdirler.“ (Ahqâf 46/4-5)

MÜRİT- Allah istese Hz. Hamza'ya bu özellik­leri veremez mi?

BAYINDIR-  Allah'ın gücü her şeye yeter ama Allah'ın gücü ile delil getirilmez. Bunca âyet varken Hz. Hamza'ya özel bir güç verildiğini kim iddia edebilir? Bakın, Allah'ın elçileri de dahil hepimiz Allah'ın kulu, yani kölesiyiz. Allah da bizim Rabbımız, yani Efendimizdir. Köle efendisi karşı­sında hiç bir yetkiye sahip değildir. Bu sebeple  elçiler de dahil hiç bir insanın Allah karşısında bir yetkisi olmaz. Allah'ın verdiği yetkiler olursa o başka. Hele yukarıdaki âyet­lerde olduğu gibi Allah'ın kimseye yetki verme­diğini açıkça belirttiği  bir konuda bazılarını yetkili saymak affedilemeye­cek bir suç olur.

MÜRİT- Ama bu zat, bir başka yerde Hz. Hamza'nın yardıma geldiğini bizzat görmüş. Diyor ki, "Cin diyebileceğim bir yaratık beni elimden tuttu ve götürmeye çalıştı. Çok bunal­dım. Birden istim­dad ile "Ya Hz. Hamza!" de­dim. O şanlı sa­habi benim davetime icabet etti ve adeta odanın içinde beliriverdi.. Cin   onu görünce korkudan geri geri gitti ve duvardan süzülerek gözden kay­boldu[7]."

BAYINDIR- Her dara düşene yardım eden Allah Teâlâ, demek ki, onun da sıkıntısını gide­rince, Hazreti Hamza'nın yardıma geldiğini sanı­yor. Yaşayan ya da ölmüş bir kişinin ru­haniyetin­den yardım iste­mek on­lara, Allah'ın vermediği bir yetkiyi vermeye kalkışmak olmaz mı?

"Şunu bilin ki, göklerde kim varsa ve yerde kim varsa hepsi Allah'ındır. Allah'ın yakının­dan[8] bir takım ortak­lar çağıranlar neyin pe­şin­dedirler? Bunların peşine takıl­dığı belli bir ku­runtudan başka bir şey değildir. Onlarınkisi sa­dece saçmalamadır."  (Yunus 10/66)


 

[1]-  Küçük Dünyam-2, Zaman Gazetesi 28 Kasım l996.

[2]- Safiyy'ur-Rahmân el-Mebar Kefûrî, er-Rahik'ul-mahtûm, Beyrut 1408/1988, s. 255-256.

[3]- Buhârî, Meğâzî, 23.

[4]- Buhârî, Meğâzî, 83.

[5]- Buharî, Ahkâm, 51.

[6]- Müslim, Hac, bab 19, Hadisi no 147-(1218).

[7]- Küçük Dünyam-2, Zaman Gazetesi 28 Kasım l996.

[8]- Ayette  kelimesi geçmektedir. 9 numaralı dip­notta bu kelimenin akreb (en yakın) manasına zarf ol­duğu açıklanmıştı.