14-  Gaybı Bilme

 

Gayb, duyulardan uzak olan ve kişinin hak­kında bilgisi olmayan şeye denir[1].

Toplam yıldız sayısının ne olduğu gibi Allah'tan başkasının bilemeye­ceği şeylere gayb-ı mutlak denir.

Bir başka kişinin bildiği şey gayb-ı mutlak ol­maz. Mesela içinizden ne geçtiğini ben bil­mem ama siz bilirsiniz. O, bana göre gayb olur, size göre olmaz.

Şeyhler gaybı bildiklerini iddia ederler. Hatta daha ileri giderek kıyametin ne zaman kopaca­ğını, yarın ne olacağını ve nerede ölece­ğini bildi­ğini söyleyenler bile vardır. Şimdi bu konuda Kur'an'ın nasıl hiçe sayıldığına bir ör­nek verelim:

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Kıyamet saatinin bilgisi kuşkusuz Allah'ın kendisindedir. Yağmuru o indirir, dölyatakların­dakini o bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haber­dardır." (Lokman 31/34)

Konuyla ilgili olarak Ahmed b. el-Mübârek şeyhi Abdülaziz ed-Debbağ'a soruyor:

"-Efendim zahir alimlerinden hadisçiler ve başkaları Kur'an'da Lokman suresinde geçen gaybla ilgili beş şeyi Allah'ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin bilip bilemediği konusunda ihti­laf etmişlerdir.

Şöyle cevap veriyor:

- Gaybla ilgili bu beş şey nasıl Allah'ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize meçhul kalır? Onun ümmetinden tasarrufa yet­kili[2] birinin ta­sarrufta bulunabilmesi için mutlaka bu beş şeyi bilmesi gerekir[3]."

Demek ki, bunlar yarın ne olacağını, nerede öleceklerini ve kıyametin ne zaman kopacağını bi­liyorlar. O zaman yukarıdaki ayeti, haşa hüküm­süz sayıyorlar. Şimdi bir de şu ayetlere bakalım:

"Sana, kıyametten soruyorlar, "Ne zaman demir atacak?" diye. De ki; onun bilgisi yalnız Rabbimin kendisindedir. Onu vaktinde ortaya çı­karacak olan da ondan başkası değildir. Göklerin ve yerin, ağırlığını kaldıramıyacağı o saat, sizlere ansızın gelecektir. Sanki haberin varmış gibi tutup sana soruyorlar, de ki: "Onun bilgisi sadece Allah'ın kendisindedir, ama insan­ların çoğu bunu bilmezler." (Araf 7/187)

"Sana, kıyametten soruyorlar, "Ne zaman demir atacak?" diye.

Sen nerede, onu bilmek  nerede?

Onun bilgisi Rabbine aittir.

Sen sadece ondan korkanı uyaran kişisin."  (Naziat 79/42-45)

Abdülaziz ed-Debbâğ gibi Kur'an'ı hiçe sa­yan ve kendini Kur'an'ın üstünde gören burnu ­büyükle­rin sözlerini buraya almak istemezdim ama ne ya­zık ki müslümanların inançları bu gibi sözlerle hala  kirletilmektedir.

Öğrenci iken Hasan Basri ÇANTAY'ın hazır­ladığı "Kur'an-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm" adlı Kur'an me­alini çok okurdum. O meâlde Abdülaziz ed-Debbâğ'a kutsallık verilmekte onun sözlerini içeren el-İbrîz adlı kitaptan alıntı yapılarak bazı ayetler açıklanmaktadır. Bu se­beple el-İbrîz, çok merak et­tiğim ve okumak istediğim kitaplar arasına girmişti.

 Kitabı, kendisine saygı duyduğum Celal YILDIRIM'ın yaptığı tercümeden okudum. Celal YILDIRIM da önsözünde el-İbrîz'i kutsallaştır­mak­tadır. Ona göre, ".. aynı konudaki diğer eserler arasında el-İbrîz, katıksız ve karışıksız altın niteliğindedir. Çünkü Abdülaziz ed-Debbâğ, kemâl derecesinde büyük bir velidir. İlim adamlarını şaşırtan, akıllara durgunluk veren, tasavvuf erbabını hayrete düşüren ledünnî[4] bir ilme ve irfana sahiptir. O, bu kitapta Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin yüce ruhuyla yaptığı görüşmeleri, Misal ve Melekût alemindeki gözlemlerini perde perde sergilemektedir...[5]"

 Misal alemi, rüyalar alemi anlamına gelir. Melekût alemi ise meleklerin ve ruhların bulunduğu ve duyularla algılanabilen bütün varlık türlerinin ötesinde olan alem anlamına gelir. Her ikisine birden gayb alemi denebilir.  Bu, Platon'un ideler alemi anlayışının tasavvufa yansımasıdır. Bir kişinin misal ve melekut aleminde gözlemlerde bulunması ile Allah'ın elçisinin ruhuyla konuştuğu iddiası kabul edilemez. Rüya görme olayı bunun dışındadır. Doğru rüyayı herkes görebilir.

el-İbrîz, Kur'an-ı Kerim'e taban tabana zıt iddialarla doludur. Bu iddiaları bir kısım felsefi izahlara sığınarak ve sır perdeleri arkasına saklanarak doğru gösterme çabası kime ne kazandırır? Bu çabayı Kur'an-ı Kerim'i tefsir etmiş kişilerin göstermesi ne kötüdür.

Şimdi siz varın, Kitabı okuduğumda ne hale geldiğimi düşünün. Okumayı çok istediğim ki­tabın, Kur'an'a açıkca aykırı sözleri bir marifet sayma­sına mı yanayım, yoksa Kur'an-ı Kerim'i tefsir eden kişilerin, Kur'an'ı gö­zardı eden çirkin sözlerle dolu bir kitabı kutsal­laştırmasına mı?

Müslümanlar bugünki hale durup dururken gel­mediler elbet.

Şimdi gaybla ilgili görüşmeye geçelim.

ŞEYH EFENDİ- Evliyaullahın insanın kal­bin­den geçeni bilmesi haktır ve vakidir; buna keşfi-i zamâir, keşf ma fil-kulûb" derler. Bir çok ta­savvuf kitabında, evliya terceme-i halinde misalleri bol bol vardır. Batılı âlimler dahi buna benzer olağa­nüstü olayları bilimsel olarak tespit etmişlerdir.

"İçini okumak", "telepati", "malum olmak" gibi isimlerle halkımız da bilir. Bendeniz hocamdan bu­nun pekçok misalini gördüm, yaşadım.

Bize Sure-i En'am'ın 50. âyetini delil getirmeye kalkışıyorsun. Sen hem de fetva komis­yonunda vazifelisin[6]. Hayret ettim, hem acıdım, hem de ayıpladım doğrusu! İslâmî ilimler artık bu kadar da geriledi mi diye teessüf ettim.

Bu şeriate aykırı değildir. Meşhur Kurb-ı nevâfil hadisinde Yüce Peygamberimiz Allahu Tealânın  " ...  O abid ve zahid ku­lumu sevdi­ğim zaman onun gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili, tutan eli, yürüyen ayağı olurum; be­nimle görür, benimle işi­tir, benimle söyler, benimle tutar, benimle yürür" buyurduğunu bildiriyor ya işte o haldir![7]

BAYINDIR- İslâmî ilimler bu kadar da geri­ledi mi diye teessüf ediyorsunuz ya, işte onda haklısı­nız. İslâmî ilimlerin kaybolup yerine hura­fele­rin geçtiğini bana siz öğretmiş oldunuz.

Rahmetli  Mehmed Zahid KOTKU,  Ehl-i Sünnet Akaidi adlı kitabında, bir kimseyi kâfir eden sözleri ve halleri belirtirken şunları yazı­yor:

"Gaybı biliyorum" iddiasında bulunanı tas­dik eyleyen.

Ben çalınan malları bilirim, diyen.

Bana cinler haber verir diyen ve onun bu sö­zünü tasdik eyleyenler (kâfir olurlar). Zira gaybı ne ins (insan) bilir, ne cin bilir. Bilâkis yalnız Cenab-ı Hakk bilir"[8].

Şimdi siz varın "Evliyaullahın insanın kal­bin­den geçeni bilmesi haktır ve vakidir." diyen kişinin yerini tayin edin. Sizin derhal tevbe et­meniz ge­rekir[9].

Keşif konusu aşağıda gelecektir.

ŞEYH EFENDİ- Sen gayb kelimesinin anlamını ve gaybın çe­şitlerini bilmeden konu­şuyorsun. Mutlak gaybı ancak Allah celle celalühu Hazretleri bilir, bildirmezse peygamberler de, evli­yaullah da bile­mez; ama Rabb'ül-âle­mîn bildirirse herşey bi­linir söy­lenir. Bir kimsenin kalbindeki, zih­nindeki, niyetinde, içinde sakladığı şey "gayb-ı mutlak" değildir, biline­bi­lir, adetâ okunabilir[10].

BAYINDIR- Allah'tan başkasının bilemeyeceği şeyler gayb-ı mutlaktır. Bir şeyi Allah'ın dışında bir başkası da biliyorsa o gayb-ı mut­lak olmaz. Mesela karşımdakinin içini ben bil­mem ama kendisi bilir.

Münafıkların kalplerinde olanlar gayb-ı mut­lak değildir. Çünkü onlar kendi içlerini iyi bilirler. Ama âyet-i kerime Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin onların kalplerinde olanı bil­mediğini açıkca ifade ediyor. Şöyle buyurulu­yor:

"Çevrenizdeki kimi çöl Arapları münafıktır. Medine halkından da münafıklığa iyice alışmış olanlar vardır. Sen onları bilmezsin, onları biz bili­riz."  (Tevbe 9/101)

ŞEYH EFENDİ- Bir konuda araştırma yapılır­ken konu ile ilgili bütün detaylar toplan­mazsa doğru sonuca ve hakikate ulaşıla­maz. Bir âyet-i kerimeyi delil olarak ileri sürüp o konudaki başka âyetleri nazar-ı dikkate almamak nâkıslıktır, kusur­dur, suçtur, manevi bakımdan da büyük tehlikedir. Evet En'am Suresi'nin 50. âyet-i kerimesinde:

"De ki: "Ben size, Allah'ın ha­zine­leri yanımdadır, demiyo­rum. Gaybı da bilmem. Size, "İşte ben bir meleğim." de demiyorum. Ben bana vah­yolu­nandan başkasına uymam..."  buyuruluyor ama;

Yusuf Suresinin 96. âyetinde Hz. Yakub aleyhisselam'ın;

"... ve ben sizin bilmeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (bana bildirildiği için) biliyorum." de­diği anlatılıyor[11].                            

BAYINDIR- Kendi sözlerinizi kendiniz çürütüyorsunuz. "Bir kimsenin kalbinde, zih­ninde, niyetinde, içinde sakladığı şey biline­bilir, adetâ oku­nabilir", ise Yakub aleyhisselam Hz. Yusuf'u ku­yuya atmaya karar verdikten sonra[12] götürmek için izin isteyen oğullarına onu neden teslim etti?

Hadi o zaman gafletine geldi diyelim. Peki ya Yusuf'u kuyuya attıktan sonra ağlayarak yanına gelen oğullarının kalplerinde olanı oku­yup da bur­nunun dibindeki oğlunu neden kurtaramadı?

Biraz düşünseniz Yusuf Suresi'nin 96. âye­tinin de size delil ol­madığını anlarsınız.

Sure'nin başında Hz. Yusuf, gördüğü bir rüyayı babası Hz. Yakub'a anlatıyor. O da onun  Allah'ın elçisi olacağını anlıyor. Elçilik he­nüz gerçekleşmediği için onun bir gün ortaya çıkacağına inanıyordu. Ayetler şöyledir:

Yusuf babasına: "Babacığım! Rüyamda on bir yıldızı, güneşi ve ayı bana secde ederken gör­düm" demişti.

 Babası dedi ki; "Yavrucuğum! Rüyanı kar­deş­lerine anlatma, yoksa sana tuzak kurarlar; zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır".

"Rabbin seni rüyan­daki gibi (elçi) seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek; daha önce, ataların İbrahim ve İshak'a nimetlerini ta­mamla­dığı gibi, sana ve Yakup soyuna da ta­mamlayacaktır. Doğrusu Rabbin bilir, hakimdir."  (Yusuf 12/4-6)

Rüyadaki 11 yıldız Hz. Yusuf'un 11 kardeşi, güneş ve ay da anne-babası olarak  yorumlanmıştı[13]. Gün gelecek, bunlar onun karşısında saygıyla eğileceklerdi. Hz. Yakub rüya­nın gerçek­leşmesini bekliyordu.

"Müjdeci gelip, gömleği Yakup'un yüzüne bırakınca, hemen gözleri açıldı. Bunun üzerine Yakup "Ben size, Allah katından sizin bilmedi­ğinizi biliyorum dememiş miydim?" dedi."  (Yusuf 12/96)

Gaybı bilmeye delil getirdiğiniz âyet işte bu durumu ortaya koyuyor.

Sizin sözleriniz müritleri iyice şaşırtıyor[14]. Mesela Medine-i Münevvere’de hacılarla soh­bet eder­ken gaybı Allah’tan başka kim­senin bilemeyeceğinden bahsettim. Müridelerinizden bir hanım dedi ki, “ Siz öyle söylüyorsunuz ama ben biliyorum ki, benim Şeyhim gece ya­takta kaç kere sağa sola döndü­ğümü bile bilir.”

ŞEYH EFENDİ - (Birden ileri atılarak) Allah bildirirse bi­lemez mi? Allah’ın buna gücü yet­mez mi?

BAYINDIR - Allah'ın gücünün yetmediği ne var ki? Ama Allah’ın gücüyle delil getirilmez. Al­lah dilerse Hz. Muhammedi Cehen­neme, Şeytanı da Cennete koyamaz mı? Onun buna gücü yetmez mi?

ŞEYH EFENDİ - Elbette yeter.

BAYINDIR - Ama bunu yapma­ya­cak. Çünkü bize, Şeytanı Cehenneme koyacağını Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi de Cennette Makâm-ı Mahmud de­nen en üst ma­kama getirece­ğini bildirmiştir[15].

Bütün gaybı bilen Rabbımız şöyle buyuruyor: "Allah size gaybı bildire­cek değildir." (Al-i İmran 3/179)  O böyle dedikten sonra  artık kim bunun aksini iddia edebi­lir?

ŞEYH EFENDİ - Ama Allah Teâlâ bir de şöyle buyuruyor: “O bütün gaybı bi­lir, gaybını kimseye açıkla­maz. Ancak dilediği elçi bunun dışında­dır.” (Cin 72/26-27)

Evliya Allah'ın Elçisinin varisi olduğu için Allah'ın Elçisine açıklanan onlara da açıklanır.

BAYINDIR - O âyetler, Allah'ın elçilerine vahyin geliş şekliyle ilgi­lidir. Doğru anlaşılması için âyetlerin tamamının okunması gerekir.

Allah bütün gaybı bilir, gaybını kimseye açıklamaz.

Dile­diği elçi bunun dışın­dadır. Onun  da önüne ve arkasına gözcüler diker.

Böylece o (elçi) bilsin ki, onlar Allah’ın gönderdiklerini tastamam ulaştırmış, (kendisi de) onların yanında olanı kav­ramış ve her şeyi bir bir say­mıştır. “ (Cin 72/26-28)

Allah'ın elçisine şeytan da gelebilir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Senden önce gönderdiğimiz bir tek nebi ve elçi yoktur ki, bir şeyi arzula­dığı za­man, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmış olmasın. Allah şey­tanın karıştırdığını giderir, sonra Allah kendi âyetlerini pekiştirir. Allah bilendir, hakîm­dir.” (Hacc 22/52)

Bazı tefsir kitaplarında En'am Suresi'nin inişi ile ilgili olarak Enes b. Malik'ten gelen şöyle bir rivayetten bahsedilir: "Allah'ın elçisi şöyle buyurmuştur: Kur'an'dan En'am Suresinin dışında bir sure bana toptan in­medi. Şeytanlar bu sure için toplandıkları ka­dar hiç bir sure için toplanmamışlardı. Bu sure bana, Cebrail ile beraberinde ellibin melek ol­duğu halde gönderildi. Bunu kuşatmışlar, bir düğün debdebesiyle getirdiler[16]."

Elçinin, ken­dine gelenin me­lek olduğuna ve söylediği söze şeytan vesvesesi karış­madı­ğına güvenmesi gerekir. Cenab-ı Hakkın va­hiy esna­sında  elçinin etrafına melekler di­zmesi bundandır.

Vahyin gelişi ile ilgili bir âyeti alıp gaybın bi­li­nebileceğine delil getirmeye imkan var mıdır?


 

[1]- Rağıb el-Isfahânî, el- Müfredât, s.616.

[2]- Tasarruf yetkisi iddiası Kur'an'a temelden karşıdır ve Allah'a ortak koşmadan başka bir şey değildir. Bu konu Gaib Erenleri başlığı altında incelenmiştir.

[3]- Abdülaziz Debbâğ, el-İbrîz, (Tercüme Celal YILDIRIM) İstanbul 1979, c. I, s.521-522.

[4]- Ledünnî ilim, yani ilm-i ledün konusu 19 numaralı başlıkta incelenecektir.

[5]-  Celâl YILDIRIM'ın el-İbrîz tercemesine yazdığı önsözün kısa bir özeti.

[6]- Bu tartışmanın olduğu tarihlerde İstanbul Müftülüğü Fetva Komisyonu Başkanıydım. Cenab-ı Hak Ağustos l976'dan 17 Şubat l997'ye kadar Müftülüğün fetva işlerini yürütme nimetini bana lutfetmiştir. Ona sonsuz hamd ve senalar ederim (Bayındır).

[7]- Esat COŞAN (Halil NECATİOĞLU takma adı ile), Evliyanın Kerameti Haktır, Başyazı, İslam Dergisi, Ağustos l992, Sayı 108.

Bu yazı, Süleymaniye Camiin'de yaptığım bir vaaza ce­vap olarak kaleme alınmıştır. Sayın COŞAN İslam ede­biyatı profesörüdür ve Nakşi tarikatının Halidi kolu şeyhlerindendir.  Bu tarikat, İstanbul'da İskenderpaşa Camii imamı merhum M. Zahit KOTKU'nun devamı ol­duğu için İskender Paşa Cemaati diye de anılır.

O gün Prof. COŞAN ve cemaatinden ileri gelenler, ben­den önce Camiye gelerek mihrabın önüne yerleşmiş ve yaptığım vaazdan fazlasıyla rahatsız olmuştu. O güne kadar tasavvuf ve tarikatlar hakkında yeterli bil­giye sahip değildim. Sayın COŞAN'ın bu yazısı benim tasavvuf ve tarikatlarla yakından ilgilenmeme sebep oldu. Elinizdeki kitapçık o zaman başlayan, sonra ge­nişleyen tartışmaların ürünüdür. Diğer tartışmalar daha sonra olmuştur.

[8]- Mehmed Zahid KOTKU, Ehl-i Sünnet Akaidi, Küfrü Mucip Sözler ve Haller, Seha Neşriyat, İst. 1992, s. 134.

Bu kitabı yayınlayan Sayın COŞAN'dır. Demek ki, böyle önemli bir konuda kendi hocasının yazdığını bile okumamış. 

[9]- Esat COŞAN, Ehl-i Sünnet Akaidi adlı kitabın ba­şına, rahmetli  KOTKU ile ilgili olarak şunları yazmış: "...İnsanın kalbinden geçirdiğini bilir, gelenin sorma­dan cevabını verir, istemeden ihtiyaç sahibinin muh­taç olduğu şeyi bağışlardı..." Bunlar  aynı kitabın 134. sayfasından yaptığımız alıntıya göre inanarak söyle­yeni kâfir eder.

[10]- Esat COŞAN (Halil NECATİOĞLU takma adı ile),  İslam Dergisi, Ağustos l992, Sayı 108.

[11]-  Esat COŞAN, yukarıdaki yazının devamı.

[12]- Kardeşlerinin babalarından izin koparıp Yusuf'u götürmeleri ve kuyuya atmaları Yusuf Suresinde şöyle anlatılır: Kardeşleri: "Biz birbirimize bağlı bir topluluk olduğumuz halde, babamız, Yusuf'u ve kardeşini daha çok seviyor. Babamız gerçekten apaçık bir yanlışlık içindedir.

Yusuf'u öldürün veya onu bir yere bırakıverin ki ba­banız size kalsın; ondan sonra da iyi kimseler olursu­nuz" dediler.

İçlerinden biri: Yusuf'u öldürmeyin, onu bir kuyunun derinliklerine bırakın. Böyle yaparsanız yolculardan onu bulup alan olur" dedi.

 Bunun üzerine "Ey babamız! Yusuf'un iyiliğini istedi­ğimiz halde, onu niçin bize güvenmiyorsun? Yarın onu bizimle beraber gönder de gezsin oynasın, biz onu iyi koruruz" dediler.

Babaları, "Onu götürmeniz beni üzüyor; siz farkına varmadan onu kurdun yemesinden korkarım" dedi.

Dediler ki, "Biz bu kadar kişi olduğumuz halde yine de kurt onu yerse artık yazıklar olsun bize." (Yusuf 12/8-13)

 

[13]- Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Tefsîr'üt-Taberî, Beyrut 1412/1992, c. VII, s.149.

[14]- Bundan sonraki iddialar Mahmut USTAOSMANOĞLU (Mahmut Efendi) ve ekibi ile yaptığımız görüşmede ortaya atılmıştır.

[15]- Geceleyin uyanıp, yalnız sana mahsus olarak faz­ladan namaz kıl. Bakarsın Rabbin seni makam-ı mah­mûda yükseltir. (İsra 17/79)

[16]- Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur'an Dili, İst. 1936, c. II, s. 1861-1862.