İSMİ-İ AZAM (Esma-ül Hünsa) 4

Ululuğu Yüce Ve Nimetleri Her Yere Yayılmış Olan Yüce Mevla Ya Yalvarış. 4

Peygamberlerin Ulusu Hazreti Muhammed Aleyhisselam La Dört Halifeyi Övme. 4

Kitabın Yazılış Gayesi Ve Metodu. 4

ALLAH.. 4

ER-RAHMAN.. 6

ER-RAHİM... 7

EL-MELİK.. 8

EL - KUDDÛS. 9

ES-SELAM... 10

EL-MÜMİN.. 11

EL-MÜHEYMİN.. 12

EL-AZİZ.. 13

EL-CEBBÂR.. 13

EL - MÜTEKEBBİR.. 14

EL-HÂLIK.. 15

EL-KÂBID.. 16

EL - BARİ 16

EL - MUSAVVİR.. 16

EL - GAFFAR.. 17

EL - KAHHAR.. 18

EL - VEHHÂB.. 18

ER - REZZAK.. 19

EL - FETTAH.. 19

EL - ALİM... 20

EL - BÂSIT.. 21

EL - HAFİD.. 21

ER - RAFİ 22

EL - MUİZ.. 22

EL - MÜZİL. 23

ES - SEMİ 23

EL - BASÎR.. 24

EL - HAKEM... 25

EL-ADL. 26

EL - LATİF. 26

EL - HABİR.. 27

EL HALİM... 27

EL - AZİM... 28

EL - GAFUR.. 28

EŞ - ŞEKUR.. 29

EL - ALİY.. 29

EL - KEBİR.. 30

EL - HAFIZ.. 31

EL - MUKİT.. 31

EL - HASİB.. 32

EL - CELİL. 32

ER- RAKİB.. 33

EL - KERİM... 33

EL - MÜCÎB.. 34

EL - VASİ 34

EL - HAKİM... 35

EL - VEDÛD.. 36

EL - MECİD.. 36

EL - BAİS. 37

EL - HAK.. 37

EL - VEKİL. 38

EL - KAVİ 38

EŞ - ŞEHİD.. 39

EL - VELİ 39

EL - HAMİD.. 40

EL - MUHSİ 40

ET - MÜBDÎ 41

EL - MUİD.. 41

EL - MUHYİ 42

EL - MÜMİT.. 42

EL - HAY.. 43

EL - KAYYUM... 44

EL - VACİD.. 44

EL - MACİD.. 45

EL - VAHİD.. 45

ES - SAMED.. 46

EL - KAADİR.. 47

EL - MUKTEDİR.. 47

EL - METİN.. 48

EL - MUAHHİR.. 48

EL - EVVEL. 48

EL - AHİR.. 49

EZ - ZAHİR.. 49

EL - MUKADDİM... 49

EL - BATIN.. 50

EL - VALİ 50

EL - BERR.. 51

ET - TEVVÂB.. 51

EL - MÜTEÂLİ 52

EL - MUNTEKİM... 52

EL - AFÜV.. 52

ER - RAUF. 53

EL - CAMİ 53

MALİKÜL MÜLK.. 54

ZÜL CELAL-İ VE-L İKRAM... 54

EL - MUKSİT.. 55

EL - GANİY.. 55

EL - MÂNİ 56

ED - DARR, EN - NAFİ 56

EN - NUR.. 57

EL - HADİ 57

EL - BEDİ 58

EL - BAKİ 58

EL - VARİS. 59

ES - SABUR.. 59

ER - REŞİD.. 59


 

 

İSMİ-İ AZAM (Esma-ül Hünsa)

 

Ululuğu Yüce Ve Nimetleri Her Yere Yayılmış Olan Yüce Mevla Ya Yalvarış

 

Sayısız hamd bütün varlıkları meydana getiren bir avuç toprağa iman ışığı veren eşsiz Allah'adır. Adem'in bedenin­deki ruhu üfleyen, Nuhu tufandan kurtaran O'dur. Ad kavmi­nin cezasını vermek için kahnyla fırtınaya emir veren O'dur. Lütfunu gösterince sevgilisine ateşi gül bahçesi yaptı. Biz, hep geçiciyiz. Ulu ve kutlu saltanat sana aittir. Senin adın gö­nüllerde yazılıdır. Sen hiç kimseye benzemezsin. Hiç kimse­de sana benzemez. Biz karanlıkta kaldık. Nurunla bizleri ay­dınlat. Yokluk bulaşmış varlığımızı maviliklere mühür yap.

Devran senindir. Fermanına boynumuz kıldan incedir. Biz senin eşiğinde bekleriz ve kapından vazgeçmeyiz. Gidecek yerimiz sensin. Ya Rab, sana sığınıyorum. Utandırma beni hiç bir zaman. Adaletinle kurtar beni. Ruhumu ellerine bırakı­yorum Ya Rabbim. Sığınağım sensin. Sevgin ne değerli ey Mevlam. Çünkü yaşam kaynağı sensin senin ışığınla'aydın­lanırım.

Ya Rab, sevgin sadakatin hep korusun beni, kulak ver yakarışıma, gözyaşlarıma kayıtsız kalma, çünkü ben bir gari­bim senin yanında, bir konuğum bütün atalarım gibi, hiç kalır hayatım senin önünde. Her insan bir nefestir sadece. Geyik akarsuları nasıl özlerse, canım da seni öyle özler.

Ey Mevlam, sensin benim Rabbim. Seni çok özlüyorum. Canım sana susamış kurak, yorucu, susuz bir diyarda, bütün varlığımla seni anıyorum. Senin sevgin hayatdan iyidir, bu yüzden dudaklarım seni yüceltir seni anar.

Ya Rab. merhametine gark et beni.[1]

 

Peygamberlerin Ulusu Hazreti Muhammed Aleyhisselam La Dört Halifeyi Övme

 

İki cihanında ulusu O'dur. Varlığı ile alemi aydınlattı. Vefa ve muhabbete Önder oldu. Dostlarına can feda etti. Bakışı ile çöl kumlarına ışıktan elbiseler giydirdi, gece onun ışığı ile sa­baha taşındı. Susması gönül aydınlattı, konuşması ile ezel­den ebed dersi okundu. Bir adı da Ahmet oldu.

Onun en büyük dostu Ebubekir idi. Gizlendiği mağrada O'na yoldaşlık etti. Ömer ise O'nun Furkanı idi. Osman haya hazinesi Ali ise ilim şehrinin kapısı oldu. O peygambere ve onun evlat ve ashabına her an yüzlerce dua ye selam olsun. [2]

 

Kitabın Yazılış Gayesi Ve Metodu

 

İsm-i Azam' kitabı sırların perdesini biraz aralayıp varlık neşesinden tatmak, Sevgili Peygamberimizin "Allah-u Teala-ya mahsus olarak doksan dokuz isim vardır. Her kim bu dok­san dokuz ismi sayarsa Cennete girer, sonsuz saadete ulaş­mış olur" müjdesine erişip, Cemalullah ı seyretmek arzusu ile kaleme alındı. Biliyorum ki, varlık O'nun emanetidir. Söz gi­der, yazı kalır bundan sonrası ise Rabbimiz bilgisindedir.

'İsm-i Azam' kitabında Allah'ın güzel isimlerinin sözlük manaları yanında irfan ehlinin verdiği anlamları verdim. Gön­lümüze doğan hikmetleri de yazıya dökmek imkanı oldu. 'İsm-i Azam' ı yazarken kelimelerin ne kadar yetersiz kaldığı­na bir daha şahit oldum. Yüzlerce yıllık Tasavvuf Edebiya-tı'nın seçilmiş yazıları ile de 'İsm-i Azam'ı bezedim. Allah (cc) 'ı anmanın büyüklüğü karşısında acziyetimi anlıyor kita­bımın eksikliğinin bana, mükemmelliğinin O'na ait olduğunu biliyorum. Gayret bizden başarı Allah'tandır. [3]                          

 

ALLAH

 

Allah özel isimdir. Bu ismin nereden ve ne şekilde türediği hakkında kitaplarda farklı bilgileri bulmamız mümkün iken biz sadece o ismin yaratıcının zat ve sıfatına işaret ettiğini belir­telim.

insan hayatında kendinden başlayarak uzun bir tanıma sürecine girer. Sorular, cevaplar ve merak duygusu insanı doğumdan ölüme kadar takip eder. Kültürle şekillenen insan doğduğu anda etrafında yer alan dünyayı hazır bulur. Aile­den alınan bilginin çok önemli yeri vardır. Çok küçük yaşlar­da başlayan bilgilenme sürecine kişinin doğuştan getirdiği özelliklerinin tesirleri bugün için sır olarak gerçekliğini koru­yor. İnsanın hayatında Allah kavramı ile karşılaşması o şah­sın ömür boyu sürecek dini duygusunun şekillenmesinde önemli yere sahiptir. Acaba bütün insanlarda kendilerini ya­ratan, besleyen, hayat imkanları sunan daha sonra da öldü­ren bir tanrı düşüncesi var mıdır? Genel insanlık tarihini ince­lediğimizde olumlu tavırlar yanında değişik, dikkatleri üzerin­de toplayan fikirleri görüyor ve onları incelemek sureti ile kendi gerçeklerimizin kıymetini daha iyi anlıyoruz.

Harfleri oluşturduğu kelimelerin 'var’ kelimesinde meyda­na getirdiği anlam yükü insanidir Biz buradan yola çıkarak Allah'ın var olduğuna sadece yol bulabiliriz. Allah'ın varlığı ancak kendisinin anlayabileceği hakikat iken insanın merak ve bilgilenme, sonuçta kendini sağlama alma beklentisi ona var kelimesinden daha fazla alanlara yönelme ihtiyacı doğur­muştur. Tanrı'nın varlığı için kelimelerin temeli ne kadar za­yıf. Şekillerle ya da bir takım simgelerle kendimizi de saran hakikatleri alanlara ayırmak bize mahsustur.

Düşünce tarihinin binlerce yıllık birikimi insanoğlunun ya­ratıcı üzerinde ne kadar hassas olduğunun izleri ile doludur. Yazılı kültürün ilk evrelerinden bu yana insan yaratanı anla­mak kendini esenliğe ulaştırmak adına nelerde söylemiş, et­rafını saran dünyanın düzen, intizamı, insanlar arasında yer alan temel duyguları, kelimelere yüklediği anlamı hep Tanrı'ya giden yolun işaretleri olarak kullanmıştır. Yalnız şurası da vardır ki insan için Yaratan her zaman inanç konusu ol­maya devam etmekte farklı dinlerin bu konuyu ele alış tarzla­rı değişmektedir.

Zaman boyutlarında bir anlık görüntü olan insanın cilvele­rinden en önemlisi kendi labirentlerinde her şeyi bulma arzu­suna sahip olmasıdır. Binlerce yıla göre insan hayatının sü­resi ne olabilir? Bu yük insan olmanın bedelidir. Dünya haya­tını güzelleştiren, anlam yükleyen, amaçlarla hedeflere taşı­yan Tanrı fikri kanunların da temelidir. İnsan olarak Allah'a ihtiyacımız kesin. Kendi varlığımızın temelini sorguladığımız­da bu büyük mucize karşısında söyleyecek neyimiz kalıyor?

Allah lafzı Tanrı'nın en büyük ismidir. Bu kelime insan ol­gunluğunun aynası, insanın kendini tanıma sürecindeki son merhalesidir. Allah lafzı duaların zirvesi, darda kalmışların sığnağı, gözü yaşlı insanların esenliğidir.

Allah'ı tanıma, bilme, büyüklüğü karşısında gerekli saygı­yı gösterebilmemizin kendi hayatımız için değeri tartışılmaz. Kuran-ı Kerim ve Hazreti Peygamberin hadisi şeriflerinden çıkarttığımız bilgilere göre Allah'u Tealanın tanınma alamet­leri zatına mahsus ve kemaline mahsus isim ve sıfatlarla ol­maktadır.

Allah-u Tealanın zamanla evveli ve sonu yoktur, birdir, yarattıklarından farklıdır ve kendi kendine yeterdir. Bunları klasik kelimelerle kıdem, beka, vahdaniyet, muhalefetünliihavadis, kıyam bi nefsihi biçiminde söyleyebiliriz. Yaşadığımız hayattan çıkarttığımıza göre hayat, ilim, işitme, görme, yapa­bilme kudreti ve arzusu, söyleme şeklinde mükümmelliğin göstergesidir. Bu özellikler ise hayat, ilim, semi, basar, irade, kudret, tekvin, kelam biçiminde Allah'ın sıfatları olmuştur. Değişik kelam ekolleri Allah'ın sıfatları konusunu kendilerine tartışma konusu yapmışlardır ama bu bizim ilgi alanımızın dı­şındadır.

Kuran-ı Kerim Allah'ı tanıtma, onu insanların bilgi alanına çekmede gösterdiği ayetlerle bezenmiş ve yüce yaratıcı ken­di varlığının anlaşılır olması için bu gün bizlerin kullandığı metodların dışında değişik özellikler zikretmiştir. "Hamd ol­sun Allah'a, selam olsun seçtiği peygamber kullarına. Allah mı hayırlı, yoksa ortak koştukları şeyler mi? Yoksa gökleri ve yeri yaratıp da gökten size su indiren mi? Biz onunla sizin bir ağacını dahi bitiremeyeceğiniz bahçeler bitirdik. Allah'la be­raber başka bir ilah mı var? Hayır, onlar hakdan sapan bir topluluktur. Onlar mı hayırlı, yoksa yeryüzünü yaşanacak bir yer yapan, aralarından ırmaklar akıtan, orada sabit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan Allah mı? Allah ile be­raber başka bir ilah mı var? Hayır, onların çoğu bilmiyorlar. Onlar mı hayırlı yoksa dara düşen kimse, dua ettiği zaman onun duasını kabul edip de sıkıntıyı gideren ve sizi yeryüzü­nün hakimleri yapan Allah mı hayırlıdır? Allah ile beraber başka bir ilah mı var? Ne de az düşünüyorsunuz? Onlar mı hayırlı yahut karaların ve denizlerin karanlıklarında size yol gösteren ve rahmetinin önünde rüzgarları müjdeci gönderen Allah mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı var?

Allah onların koştukları ortaklardan çok münezzeh, çok yücedir! Allah mı hayırlı yoksa ilk önce yaratan ve sonra da yaratmakta ve tekrar yaratacak olan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran Allah mı daha hayırlıdır. Allah ile beraber başka bir ilah mı var? Doğruysanız, haydi getirin delilinizi" [4]

Allah'ı tanıma ve bilmenin önemi büyüktür. İnsanla.Al­lah'ın bilinmesi gerekirken çeşitli sebepler insanı Rabbinden uzaklaştırmaktadır. Gaflet unutuluşun başında gelir. Her an bir yaratılışta olan Allah insanın gafletinin sonucu olarak on­dan uzaklaşır. İnsanın yapısı ve kendi aleminde yaşayıp git­mesi bazen bu konunun önemini değişik algılamasına sebe­biyet verir. Bu yüzyılda insanı, yaratıcının eseri olarak gör­menin kişilik özelliklerini engelleyici biçiminde algılayan bir düşüncenin egemen olması insanı Rabbinden ayırmıştır. Bu zihniyet yeni olmamakla beraber sosyal sistemlerle uyum göstermesi binlerce insanı ilgilendirmiş sonucu ise insanlık için yıkım olmuştur. Fikirler çıktıklarında inanan insanlar ya­nında inançsızlarda bulurlar. Hak fikrinin sahiplerinin sosyal statüleri değişik olabilir ve bu çok olağandır makam ve mevki sahiplerinin insanları kendi mevkilerine göre kategorilere ayırması doğru düşünceyi etkiler.

Niyazi Mısrinin şu dizelerine geldik;

Derman arardım derdime derdim bana derman imiş

Burhan arardım aslıma aslım bana burhan imiş

Sağu solu gözlendim dost yüzünü görsem deyu

Ben taşrada arar idim ol can içinde can imiş

Öyle sanırdım ayrıyam dost gayrıdır ben gayriyam

Benden görüp işiteni bildim ki ol canan imiş

Savm-u selatı hac ile sanma biter zahit işin

Insan-ı kamil olmaya lazım olan irfan imiş

Kande gelir yolun senin ya kande varır menzilin

Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvan imiş

Mürşid gerektir bildire Hakkı sana hakkel yakin

Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş

Her mürşide dil verme kim yolunu sarpa uğratır

Mürşidi kamil olanın gayet yolu asan imiş

Anla hemen bir sözdürür yokuş değildir düzdürür

Alem hemen bir yüzdürür gören anı hayran imiş

İşit Niyazinin sözün bir nesne örtmez Hak yüzün

Haktan ayan bir nesne yok gözsüzlere pinhan imiş

Sayfalar dolusu bilgiden anladığımızı bu beyitlerde buldu­ğumuzda yaşadığımız günün bilgiye olan ihtiyacını duyuyor ve hissediyoruz. Allah'a ait bilgileri muhakkak öğrenmeli ve bunun için zaman ayırmalıyız. Her bilgiden haberi olduğunu söyleyen ama Tanrı bilgisinden uzak kalan insanın eksiğini ne doldurabilir? İhtisas alanlarında sayfalarca kitap okuyan insana Tanrı hakkında ne bildiği sorulduğunda sessiz kalma­sını anlamak mümkünmüdür? Hayatın düzen ve İntizamı an­cak doğru, erdirici, kontrol edici yaratan bilgisi ile sağlanabi­lir. İbadete çağıran Aliahtır. Yapılan her ibadet O'nun azame­ti karşısında acziyetimizi hatırlatır. Bütün varlığımızla O'na aitiz. inanan ve salihamelle ömür emanetini tekrar O'na ulaştırabilen insanın yeri Cennet, sonsuz nimetler ve Cemalullahtır.

İnsan haklarına saygılı fertlerin sayısının çoğalması, ka­inatla barışık bütün mahlukata merhametle davranmanın özü ismi azamı vird edinmekten geçer. İnsan terbiyesinde seslerle yapılan kalp eğitiminin erdirci köprülerinden olan bu yüce kelimeyi insanın sınırlı alemine bir mühür olarak vuran Rab-bimizin şanı ne yücedir. Fani varlığımız O'nun eseridir, Hak­kıyla tanıyamadığımız yaratıcımızı tazimle anar saygı ile kul­luğumuzu O'na arz ederiz. Duam her zaman Şeyh Galip gibi "Şad olmayan, sevinip neşelenmeyen gönlümün ahi, ne za-manedek, arşa çıkıp duracak; hasretle ettiğim feryad ne vak-tedek gökleri ağlatacak? Ateşten doğan ağlayıp inleyişim, ni-ceyebir canı yakıp duracak.

Lütfuna nail olmaya istidadım yoksa, istidat sahibi et beni, ey kerem ve ihsan etmeyi adet edinmiş padişahım, sana güçlük mü var?

Karıncaysam, mumuna karşı pervane haline getir, kabul et, suysam değer biçilmez inci yap, al beni. Taşsam Ka'be yap, köşk haline sok, kabul et beni.

Lütfuna nail olmaya istidadım yoksa istidat sahibi et beni, ey kerem ve ihsan etmeyi adet edinmiş padişahım, sana güçlük mü var?

Seninle buluşmaya, sana kavuşmaya kaabiliyetim yoksa kaabiliyet ver. Elimde, avucumda bir şey kalmamışsa bana yeniden sermaye ver. Yalnızca, duyduğum sözleri nakledi­yorsam, sözlerimi hale döndür, beni naklettiğim güzel şeyler­le hallendir.

Lütfuna nail olmaya istidadım yoksa istidat sahibi et beni, ey kerem ve ihsan etmeyi adet edinmiş padişahım, sana güçlük mü var?

Kudretini inkar eden bir kafirsem müslüman et beni. Ni­metini inkar ediyorsam şükreder bir hale getir beni. Ben aşa­ğı ve acizsem rahmetini daha da artır.

Lütfuna nail olmaya istidadım yoksa İstidat sahibi et beni, ey kerem ve ihsan etmeyi adet edinmiş padişahım, sana güçlük mü var?

Maksadın alıp satmak, kar, ziyan etmek değil ya! Lütfün, keremin, bir sebebin ipine bağlanmamış ya. Lütfunu garez-siz, ivazsız, karşılıksız ummak suç değil ya.

Lütfuna nail olmaya istidadım yoksa istidat sahibi et beni, ey kerem ve ihsan etmeyi adet edinmiş padişahım, sana güçlük mü var?

İşi gücü akla sığmaz kötülük olan ve hiç de temiz olma­yan galibi bağışla da bari o da keremine, cömertliğine layık olsun, elinde, avucunda birşeycik yoksa bile bu çaresizi red­detme.

Lütfuna nail olmaya istidadım yoksa istidat sahibi et beni, ey kerem ve ihsan etmeyi adet edinmiş padişahım, sana güçlük mü var?" biçiminde olacaktır. [5]

 

ER-RAHMAN

 

Mahlukata sınırsız imkan sunan Yaratıcının en başta ge­len özelliklerinden birisidir. Kelime bilgisi olarak "rahmet edi­lene bağış ve lütfü gerektiren bir kalp yumuşaklığı ve acıma­dır' manasına gelmek te Kuran-ı Kerim de Allanın en önemli vasfı "Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetine gelince o, herşeyi topyekun sarıp çevrelemiştir." (Araf, 156) biçimin­de anlatılmaktadır.

İnsan düşüncesi sınırsız ve kavranamayanı kendi aklı ve hissi duyuları ile kavramaya çabalar, elde ettiği bilgilerinde ise bütün mahlukatı kuşatan, onları gözeten, ihtiyaçlarını ve­ren bir varlığın olması gerektiğine inanır. Bunun böyle oldu­ğunu söyleyen Kuran-ı Kerim ayetleri ise insanın yitiğini he­men gösterince Yüce Yaratan önünde eğilmekten başka ne yapılır. "İster Allah diye (ad verip) çağırın, isterse Rahman di­ye. Hangisi ile çağırırsanız, nihayet en güzel isimler O'nundur."(EI-isra-110)

Yaşadığımız her olayda nihayet kendi itiraflarımıza döne­riz. İnsanlardan uzaklaşıp nefsimizle başbaşa kaldığımız an­larda bütün yaratıkların iyi veyahut kötü özellikleri ile Allah-u Tealanm rahmeti içinde olmasını düşünüp içimizde uyanan ışığı daha da aydınlatmaya çabalarız. Allah'ın rahmeti her varlığı çepeçevre kuşatınca o varlıklarda yaratıcının rahmeti­nin işaretleri görülür. İyi, faydalı, yararlı özelliklerini bilerek örten bunun yerine kin, nefret, kötülük esasını benimseyen varlıklar ise bu seçimlerinin ağır bedelini bakalım nasıl öde­yeceklerdir? Kullarına rahmet tabloları çizen Alluh-u Teala bunu Furkan suesinde "Rahmanın kulları, öyle kimselerdir ki yeryüzünde mütevazi olarak yürürler, cahiller kendilerine laf atarsa 'selam' derler. Gecelerini Rab'lerine secde ederek, O'nun divanında durarak geçirirler. Rabbimiz cehennemin azabını bizden uzaklaştırır, doğrusu onun azabı sargındır derler. Harcadıkları zaman, ne israf ederler ne de cimrilik ederler, harcamaları, bu ikisinin arasında dengeli olur. Onlar Allah ile beraber başka tanrıya yalvarmazlar. Allah'ın haram ettiği canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler... Onlar yalan ve boş sözün yanında bulunmazlar, boş söze rastla­dıklarında vakar ile oradan geçip giderler. Kendilerine Rab'lerinin ayetleri hatırlatıldığında onlara karşı sağır ve kör davranmazlar. Rabbimiz bize gözler sevinci, gönüller açan eşler ve çocuklar lutfeyle ve bizi korunanlara önder yap der­ler" (Furkan, 63-74) biçiminde vererek dinin sadece temenni­lerle olamıyacağının ölçüsünü koymuştur. Konuşarak neyi is-batlar ve doğrularız. İnsanlık binlerce yıldır konuşma ve ta­vırların aynı paralelde gitmediğini görerek daha ziyade aksi-yoner yapının önemi üzerinde durmuştur, ideal örneklerin in­san hayatında Önemli rolü inkar edilemez. Yüce Tanrı'nın Rahman sıfatını öne çıkarması insan içinde çok önemli bir gerçek olmalıdır. İnsan etrafında meydana gelen olaylarda önce merhametten yana olmalı bağışlayıcı tavırları ile zor anların sıkıntılarını hafifletmeli. insanları Rahmete çağıralım, yaptığımız yanlışları gelin önce Rahmet ırmağında temizle­yelim. Yağmur gibi bereketli, toprak gibi aziz olalım. Mevla-naya kulak verecek olursak "Ey çölde yaşayan, sonsuz yan­gın için alev tohumu eken aşk çocukları. Cesaretinizi korkak­lara, gücünüzü zayıflara, deliliğinizi akıllılara borç verin. Ey aşk çocukları, gıdanız göklerden düşen ateş renkli şebnem­lerdir. Fakir görünüşlü esvablarınızın sırmaları, güneşin ışık­larıdır.

Gözleriniz, yakıp tutuşturan meş'alelerdir. Sözünüz han­çerler gibi vurucudur. Ey mutlu insanlar, cihan pazarına ce­saret götürüyor, ıstırap satın alıyorsunuz. İman götürüyor, doyumsuz bir aşk götürüyor işkence alıyorsunuz. Hayat gö­türüp, hor görülme, acı ve ölüm alıyorsunuz. Bu ölüm sizler için aziz olan ölümdür.

Vecd ve coşkunluğun açtığı ve kandan yakut gibi kızar­mış, şevk ve cezbe dolu gözlerle ve bir sevgi çığlığıyla açılan ve arasından kan sızan dudaklarla bu ölümü alıyorsunuz" di­yor. Hazreti Peygamberin şu ifadelerine geldiğimizde o yüce dostun dilinden bize tanıtılan Rahmanı daha iyi anlıyoruz. "Allah rahmeti yüz parçaya bölüp bunun doksan dokuzunu kendi katında tuttu ve yüzde birini yeryüzüne indirdi. İşte mahlukların tüm rahmet gösterileri bu yüzde birlik kısmın te­cellileridir. Ana atın yavrusuna zarar verir diye ayağını hep yukarıda tutması bile, bu yüzde birlik rahmetin eseridir." Bü­tün içinde esenliğin alanı bu kadar geniş tutularak insanın da evham, hurafe, batıl itikatlarla yaratılışında kötülük bulundu­ğu fikrinden uzaklaşması ne güzeldir. Ezeli günah fikri hala insanlığı tehdit edip gönüller yıkmaya devam ediyor. Rahmet yollarına koyduğu işaret levhalarıyla insanı uyaran yüce ya­ratıcı kitapları ve peygamberleri ile insanın doğumundan başlattığı dünya hayatının öncesi ve sonrasında karşısına çı­kacak olayları da anlatarak rahmetini esirgemediğini birdaha daha anlatmıştır. Bunca iyilik ve esenliği kendi eliyle değişti­ren ise yokluğa bile mahkum edilmeyecektir.

Şerefli kılındık kâl-û belâdan Bir zaman geçeriz dar-ı fenadan Vazgeçmez gönlümüz meth-u senadan Rahman adın söyler dudaklarımız (Semih Sergen) [6]

 

ER-RAHİM

 

Bu İsminde çok Özel anlam alanı vardır. Rahmet ismi ile aynı kökten türemiş olması Rahim ismini daha özel bir bölü­me taşımıştır.

İnsanın yaratılış hikmetlerini anlaması için ona bir süre verilmiş ve o zaman diliminde bir takım gerçeklerle hayat dü­zeni sağlanmıştır. Etrafımızı çerçeveleyen hayatın olduğu gi­bi kabul edilmesi mi yoksa insanın kendine verilen imkanlarla kendinden başlayarak düzen ve intizamı sağlaması mı

önemlidir?

Hayatta değişik imkanlar çalışana verilir. Taleb ederek buna ait hazırlıklarını tamamlayan insanların önünde kimse­nin hayal bile edemiyeceği yeni ufuklar açılır. Değişen tekno­loji ve zenginlik imkanları bunun en canlı şahidi değil mi? Ha­yal olmayan ve bir gerçek zemine yerleştirilmesi gereken ya­şamın ifade ettiği anlamın bu boyutta muhakkak çözülmesi yada çözmeye, anlamaya bir kapı açılması gerekir. Yaratılış gerçeğini anlamayan ve bunu kendine düşünme konusu yap­mayan insan kendisini yaratan varlık karşısında silinip gide­cektir.

Taç marifet tacıdır

Sanma gayrı tac ola

Taklit ile tok olan

Hakikatte aç ola

Düşe düşüp aldanma

Kendin hayrete salma

Haktan gayrı ne vardır

Tabire muhtaç ola

Sana alem görünen

Hakikatte Allah'tır

Allah birdir vallahi

 Sanma ki bir kaç ola

Bir ağaçtır bu alem

Meyvesi olmuş adem

Maksud olan meyvedir

Sanma ki ağaç ola

Bu adem meyvesinin

Çekirdeği sözündür

Sözsüz bu adem alem

Biranda taraf ola

(Sunullah gaybi)

Rahim isminden özel ilgiye layık kulların var olduğunu an­lıyoruz. Geniş rahmetin bir tecellisi bizim hayatımızda da gö­rülmüyor mu? Cemreler düştükten sonra tabiat tekrar uyanır. Ağaçlar tomurcuklanır, sonra da çiçek açar, geçen zamanla dallar meyveye durur ve ağaç taşıyabileceği kadar meyveyi yetiştirir. Bütün çiçeklerin meyve olduğunu söyleyebilir mi­yiz? Ev yaparken bile aynı malzemeleri kullanmakla birlikte odaları ayırıyor her mekana özel isimler veriyoruz. Dünyada kendisine verilen imkanları ilahi düzenle uyum içinde kulla­nanlara başka alemlerin kapıları açılacaktır. Hayatı düzenle­mede dinin ana kurallarını yok sayan bir zihniyetin yaptığı tahribatın altından kalkılamıyacak zararlarıyla karşılaştık, ekolojik denge, psikolojik uyum kayboldu, sosyal yapı ise ne­redeyse çökecek bunun sebeplerini araştırmaya ne zaman başlayacağız. Allah-u Teala insan hayatında uyması gere­ken ana esasları defalarca kullarına bildirerek evrensel uyumun ilkelerini hatırlatmıştır.

Akıl, bilgi, tecrübeler, sonunda insanın yol ayrımında han­gi doğrulara sahip olması gerektiğini söyler ama insan bunu yerine getirmedikten sonra ne manası vardır? Kuran-ı Kerim­de Rahim sıfatı tövbeleri kabul eden, bağışlayan, affeden terkibleriyle beraber kullanılarak insan uyarılmış şeriatın yü­ce emirlerinden ayrılmaması gerektiği bildirilmiştir. Buhari ki­tabında Abdullah b.Abbas (r.a.) Rasulüllah (s.a.) in Rabbin-den yaptığı rivayette şöyle dediğini nakleder:

"Allah Teala iyiliklerin ve kötülüklerin neler olduğunu birer birer tesbit edip yazdı, sonra (şunlar iyi, şunlar fenadır) diye beyan etti. Bu iyilik ve fenalıkların karşılığı, Hak Teala tara­fından şöyle tesbit edilmiştir.

Kim bir iyiliği yapmağa azmeder de muvaffak olamazsa Allah Teala onu kendi yanında tam bir iyilik olarak tesbit eder.

Bir iyiliği yapmağa azmeder ve yaparsa onu on sevabdan yediyüz katına hatta daha çok katlarına kadar sevab olarak yazar.

Kim bir kötülük yapmayı düşünür, azmeder sonra bunu yapmaktan vazgeçerse onu da tam bir iyilik olarak kulun def­terine geçirir. Eğer bir kötülüğü yapmayı azmeder ve yapar­sa onu bir günah olarak yazar."

Klasik kitaplarda Rahman ismi, dünyada genel rahmet ve merhamet gösteren, Rahim ismi, ahirette kendisine inananla­ra özel merhamet gösteren biçiminde geçer ve Taberiden şu mealde bir söz anlatılır 'Hazreti Peygamber buyurmuştur ki Meryemoğlu ise şöyle derdi; "Allah; dünya ve ahiretin Rah­manı, ahiretinse Rahimidir."

"Ol dedin cihana gülistan oldu Nurunla bezendi lütfunla doldu

İnanan kullara ikrarın kaldı Rahim adın söyler dudaklarımız" (Semih Sergen) [7]

 

EL-MELİK

 

Mülk hükümranlık manasına gelir. Melik, insanlar içerisin­de emir ve nehiy ile tasarruf eden kimse demektir. Akıl, şuur sahibi varlıkların idaresini yapanlara verilen bir unvandır. Kuvvet ve düzenle ayakta tutan manası da vardır.

Allah-u Teala'nın emir ve nehiylerine baktığımızda onların kainatın yapısı ile uyum içinde olduğunu görüyoruz. İnsan emir edilen şu hususları bir ömür uygulamakla çok şey kaza­nacaktır, Allah'a inan, temiz ol, işini iyi yap, helalinden ka­zan, adil ol, doğru ol, İffetli ol, sözünü tut, iyilik yap, zekat ver, namaz kıl, oruç tut, hac et. Yasaklanan esaslar ise, Al­lah'tan başkasına tapma, iki yüzlü olma, hainlik yapma, ha­ram yeme, zulüm yapma, yalan söyleme, zina yapma, sö­zünden dönme, söz taşıma, kimseyi hakir görme, içki içme, kumar oynama, adam öldürmedir. Binlerce insan bu ilkelerin doğruluğuna şahadet eder. Yüce Yaratıcı işte bu emir ve ya­sakları ile mülkünde tasarruf ediyor yaratıklarına idareciliği­nin mutluluğunu tattırıyor. Sosyal düzenlemelerde her idare­cinin ve yönetimin programı olur Allah-u Tealanın programı­nın ana ilkeleri bunlardır. Bu esasların uygulandığı dönem Saadet Asrı olmuş ve İslam Tarihi o döneme özlemle bak­mıştır.

Allahu Teala mülkünde idareciliğinin genel hatlarında şu hükümleri zikretmiştir.

a) İtikadi hükümler

b) Ameli hükümler

c) Ahlaki hükümler

İtikad esasları ile akıl ıslah ve irade takviye edilmiş, irade­yi zayıflatılacak ve aklı bozacak esassız şeylere inanmaktan insan alıkoyulmuştur. Ameli hükümler bir taraftan Allah'a İba­deti başka bir yönden de ferde ve topluma yönelik işlerde selamet ve düzeni, adalet ve emniyeti karşılıklı hak ve vazifele­re uymayı emretmekle ferdin işleri düzenlenmiştir. İlk anda sadece Allah için olduğu anlaşılan namaz ibadeti bile ne bü­yük manaları içermektedir. Ahlaki hükümler ise ferdin kalbini kötü huylardan temizlediği gibi onu kamil bir insan haline ge­tirir. Allah-u Tealanın koymuş olduğu kurallar kulluk vazifele­rini gösterdiği gibi maddi ve manevi hayatımız için ihtiyaç duyduğumuz şeylerin her türlü inceliklerini de bize gösterir.

Buhari'nin kitabında Ebu Abdullah b. Numan b. Beşir (r.a.) demiştir ki, Rasûlüllah (s.a.) i şöyle söylerken işittim: "Helal olan açıkça beyan edilmiştir, haram olan da açıkça beyan edilmiştir. İkisi arasında ise helala da harama da ben­zer durumu olan ve insanların çoğunun hükmünü bilmediği işler vardır. Kim bu şüpheli olanlardan sakınırsa dinini ve na­musunu muhafaza etmiş olur. Kim de şüpheli olanlara dalar­sa neticede harama dalar. Sürüsünü koruluğun etrafında ot­latan bir çoban gibi ki koruluğa dalması pek uzak değildir. Dikkat edin her sultanın bir koruluğu vardır. Allah'ın koruluğu ise haram kıldıklarıdır. Dikkat edin vücudda bir et parçası vardır ki o iyi olduğu zaman vücudun tamamı da iyidir. O bo­zulduğu zaman vücudun tamamı da bozulur. Dikkat edin o kalbdir!"

Kuranı Kerimde Melik ifadeleri bir takım terkibler içinde geçer onlardan biri "Din gününün Malik'i" ya da soru biçimin­de "Bu gün hükümdarlık kimindir" gibi. Gerçek idareci Al­lah'tır. O padişahlar padişahı, sultan sultanıdır. Mülk O'nun-dur tasarruf sadece O'nun yetkisi altındadır. Kullarına idare etme sanatının inceliklerini göstermesi lütfundadır. İnsanlar arasındaki ilişkileri düzenlemede Rabbin ilkeleri ne muhte­şem gelişmelere sebebiyet verir. Dar görüşlü insanların kısır çekişmelerle binlerce insanı kaprislerine kurban ettikleri her zaman görülmekte ve sonuçta kaybeden insanlık olmaktadır.

İdare etme sanatdır. Bunun mektebi insanlık tarihinin kültürel birikimi ve düşünceleridir.

Nitekim ben beni bildim, yakin bil kim Hakk'ı buldum

Hakkı buluncaydı korkum, şimdi korkudan kurtuldum

Ayruk düşünmez korkmazam, bir Zerrece kayurmazam

Ben şimdi kimden korkayım, korktuğum ile yar oldum

Azrail gelmez canıma, sorucu gelmez sinime

Bunlar beni ne sorsunlar, anı sorduran ben oldum

Ya ben onca kaçan olam, ol buyruğunu buyuram

Ol geldi gönlüme doldu, ben ana bir kan oldum

Aşktılar bizden alalar, aşksızlar not ne bileler

Kimler ala kimler vere, ben bir ulu dükkan oldum

Yunus'a Hak açtı kapu, Yunus Hakka kıldı tapu

Baki devlet benimkiymiş, ben kul iken sultan oldum.

(Yunus Emre)

Topluluk olarak yaşayan insanların idare etme ve edilme hususunda gösterdikleri çabaların sonuçlarına katlanmaları gerekir. Yüce Yaratıcı devamlı insanları selamete çağırmaya devam ediyor. [8]

 

EL - KUDDÛS

 

Faziletleri ve güzel sıfatları ile öğülen manasına gelir. Allah-u Teala hatadan, gafletten, acizden ve her türlü eksiklik­ten çok uzak, pek temizdir. Kuran-ı Kerimde el-Kuddus vasfı Haşr-23 ve Cuma-1 de geçmekte ve el-Melik isminin yanın­da zikredilmektedir.

İnsan düşüncesinde mükemmelliğin tuttuğu yerin önemi büyüktür. Esma'ül Hüsna da zikredilen özellikler devamlı bu hususiyetlerin en mükemmelinin Yaratıcı da olduğunu hatır­latmaya yöneliktir. Allah-u Teala insan zihninin kavramaya çalıştığı eksikliklerin çok ötesindedir. İşte bunun içindir ki böyle bir Tanrı ibadete layık, tazime, dua edilmeye uygun­dur. Eksik olan insanın devamlı bütün ile meşgul olması üze­rinde durulması gereken bir özelliktir. İnsan niye bütün olanı, hatadan uzak, kemali arzuluyor? içimize yerleştirilen bu duy­gu kendiliğinden ortaya çıkmıyor, yaşadığımız hayat, öğren­diğimiz bilgi bizleri böyle bir eşiğe getirip bırakıyor. İşte kapı­dayız, bakalım kapı bize açılacak mı? Belki de hayatın sun­duğu imkanların zamanında elimize geçmeyişi, eksiklikler, biyolojik sürecin ölüme doğru gitmesi, içimizde hüzün çağla­yanlarını akıtıp duruyor, işin bir tarafı devamlı bir sır. Bilgi arttıkça hayret artıyor, acizlik ve insan olmanın muştusu gö-nüle kazınıyor. Bu sır insan nefsini dağlıyor ve çıkmaz aşk işareti bırakıyor. Müslim kitabında Ebu Hureyre (r.a.) den ri­vayetle: Rasûlüllah (s.a.) buyurdu ki "Allah Teala temizdir, ancak temiz olanları kabul eder. Şüphesiz ki Allah Teala Peygamberlere neyi emretti ise, mü'minlere de onu emretmiş ve "Ey Peygamberler tertemiz helal olanlardan yeyin ve salih amel işleyin" buyurmuştur. Mü'mintere de "Ey iman edenler size verdiğimiz rızıkların tertemiz ve helal olanlarından yeyin" emrini vermiştir, şeklinde bir hadisi şerifi zikrediyor.

Allah-u Teala'nın bu isminin insan üzerinde yol açtığı tesirleri görmemezlikten gelemeyiz. Yeni medeniyetler ancak bu ismi şerifi kendisine bayrak yapan erler tarafından kurula­bilir. Dünyanın bu günkü içler acısı halinden tek tek bizler so­rumluyuz. Kötüye meydan verilmemeli, hayali düşmanlarla uğraşmaktansa güzel dostlarla esenlik yoldaşlığı yapılmalı­dır. Kendi elimizle yokluğa mahkum edilmek zorunluluğumuz yok ama bu imtihanı kim nasıl geçecek. Dünya sevgisi, arzu­lar, kötülükte bulunan binlerce insan, konuştuklarında hakkı diline dolayıp insanları aldatmayı meslek edinenler ve yalnız­lık. Temiz olan Rabbe ulaşmak içinde itikat temizliği, ibadet temizliği, kalb temizliği ve çevre temizliği gerekir. İslamiyet insanı hurafe ve batıl itikatlerden uzaklaştırır, namaz, oruç, sadaka, cihad vücudu aksiyoner yapıya hazırlar, kalp ise de­vamlı Allah'ı görüyor murakebesi ile yaşarsa, insan yeryüzü temizliğinin izlerini üzerinde taşır.

Sabreyle gönül derdine derman gelir elbet

Sen hastaya bil şöyle ki, Lokman gelir elbet

Zühd ile kişi sanma ki, Hakkı bulur ancak

Aşk olmasa yoldaş, ana, hüsran gelir elbet

Nalan olur âşık olan üftâde bu yolda

Bülbül, gül için gülşene giryan gelir elbet

Aşkı ede gör başına tâç, deme mecazi

Aşık olanın gönlüne irfan gelir elbet

Her gece temellük ederek, yârine yalvar

Nâlân ola gör ki, sana ihsan gelir elbet

Kuddusi-i biçare, koma gayriyi dilde

Sol hane ki, âbâd ana sultan gelir elbet (Kuddusi) [9]

 

ES-SELAM

 

Ne güzel bir kelime! Duyana esenlik veriyor söyleyene iti­mat telkin ediyor. Allah-u Teala'nın güzel isimlerinden birisi­nin de es-Selam olması O'na karşı tazimimizi arttırıyor.

Kelime manası, dertten, beladan, ayıptan, kusurdan uzak olmak, her türlü noksandan ötede bulunmaktır. Kuran-ı Ke-rim'de "O, Selamdır, Mümin'dir, Müheymindir"[10] biçi­minde geçiyor. Zamanı tanıyan insan ileriki vakitlerde sahip olduğu şeylerin elinden, zihninden çıktığını görünce ister is­temez aynı şeyi bütün içinde düşünme ihtiyacı duyuyor ama Allah-u Teala kulunun bu fikrinin doğru olmadığını bu ismi şerifinin hikmeti olarak belirtip kendisinin ebedde bile kusur­lardan uzak olduğunu söylüyor.

İnsan olmak ne garip bir cilvedir. Hem var, hem yok, hem herşeyin sahibi hem de hiçbirşeyin. İnsan her şeyi kendisi gi­bi düşünmekte ve bunun sonucu olarak fikrinin ileriki safhala­rında metafizik aleme geçebilmektedir. Mal, mülk, saltanat, ilim, gençlik hayatın imkanları içinde bizden alınıp başkaları­na verilmedi mi? Bu gün onlara yarın bize.

Es-Selam ismi kullarını dünyada da ahirette de selamete, esenliğe çıkarandır manasına gelir. Ailah-u Teala kullarını dünyada barışa, güvene huzura çağırır, bunu da seçtiği pey­gamberler vasıtası ile yapar. Akıl rabbini bulmak zorunda mı değil mi? Akıl, yaratan meselesini kendisine problem yapabi­lecek kapasitededir ama düşünce tarihi bunun engellerini bi­ze gösterip Tanrı hakkında düşünmenin hiçte kolay olmadı­ğını söylemektedir. Allah kullarının selametini niye istemek­tedir? Yarattığı varlıklara kendi çevrelerinde özellikler veren Allah-u Teala insana farklı bir durum bahşetmiş onu akıl, ira­de sahibi kılarak özgür bir alana taşımıştır. Allah iyilik ister, onu teşvik eder ve bunun yollarını belirtir. İlk peygamberden son peygambere kadar Tevhid çizgisi sürüp gelmiş bu görev daha sonra âlim insanların elinde şekillenmiştir. İnsan yaşa­dığı sürece başına gelen iyilik ve kötülüklerde sığınacak bir yer arar sevgisini paylaşmada, acılarını azaltmada bir sıcak dostluk ister. Kuran-ı Kerim bizimle konuşuyor dertler ve sev­gilerimize ortak oluyor. Aslında Kuranda konuşan yüce yara­tıcıdır. Sığınılacak yer islâmdır. Çünkü İslâm itikad, ahlak, sosyal hükümleri ile beşeriyetle uyuşmakta onları muhafaza edip geliştirmektedir. İslam hükümleri incelendiğinde onların harikalar üzerine değil akıl, adalet, ihsan esasları üzerinde yükseldiği görülür. Islamda aklın, ilim ve hikmetin çok yüksek bir mevki vardır. Hürriyet ve hukukta eşitlik esaslarını en sağlam bir şekilde tesbit eden yüce şeriat insanların umut ışığını canlı tutar ve insanları eskilerin masallarına hurafe ve batıl itikatlara, zanna inanmaktan alıkor. Hayata intizam, fikre yükseklik verir. İslâm'ın bütün hükümlerinin temelinde kolay­lık vardır ve dinin en büyük düşmanı cehalet, zulüm, haksız­lık, baskı ve hurafelerdir.

Ne zaman anarsam seni

Kararım kalmaz Allahım

Senden gayrı gözüm yaşım

Kimseler silmez Allahım

Sensin ismi baki olan

Sensin dillerde okunan

Senin aşkına dokunan

Kendini bilmez Allahım

Sen yarattın cismi canı

Sensin düzen bu cihanı

Mülk senindir kerem kanı

Kimsenin olmaz Allahım

Okunur dilde destanın

Açılır bağu bostanın

Sen baktığın gülistanın

Gülleri solmaz Allahım

Aşkın bahrine dalmayan

Canını feda kılmayan

Senin cemalin görmeyen

Meydana gelmez Allah'ım

Aşık Yunus seni ister

Lutfeyle cemalin göster

Cemalin gören aşıklar

Ebedi ölmez Allah'ım (Yunus Emre) [11]

 

EL-MÜMİN

 

İman eden manası esas kabul edilir ama içeriği o kadar geniştir ki başkalarına güven vermek, güven içinde olmak gi­bi iki özelliği vardır.

İnsan güven arar, bağlandığı ilkelerin kendisine sağlaya­cağı esenliği arzu eder. İlk öğrendiğimiz bilgiler bizlere ha­yatta bir takım esasların ana ilkelerin olduğunu söylemiştir. Kainatta kurallar, her gün devam edip giden süreç öncelikle güven duygusunu oluşturur. Tabiat varlıklarının, intizamı, ka­rarlılığı, bastığımız yerin bizi taşıması dahası kendi varlığı­mız bizlere itimat telkin eder ve hayatı yaşanılır kılar.

imanın psikolojisi araştırılmalı buradan çıkartılacak ders­lere göre insanlar değerlendirilmelidir. İnanç insanidir ve be­şeriyetin özellikleri içinde sayılır. İman olgusunu incelediği­mizde ikili bir yapı ortaya çıkar bir tarafa inanan diğer tarafta ise inanılan vardır bunlardan inanılanı inanandan ayrı düşün­mek mümkün değildir.

İmanın mahiyetini araştırırken değişik aşamalar da şu alanlarda karşılaşıyoruz. Bunlardan ilki ilgi dir. İlgi; dikkati ön­celikle belirli bir şey üzerinde toplama eğilimi, belirli bir şeye yakınlık duyma, ondan hoşlanma, ona öncelik tanıma ve önem vermedir. İnsan dine ve onun getirdikleri esaslara ön­ce ilgi duymalı ve bunu yerine getirecek tavırlar göstermeli­dir, hayat boyu değişik zamanlarda insanın ilgi alanına giren dini bilgiler ihmal edilmemeli. Dine ilgisiz kalmak insanın en büyük gafletidir. İkinci basamak şüphe dîr. Şüphe; iki alterna­tif arasında gidip gelme, olumlu ya da olumsuz bir hükme ulaşamama halidir. Şüphe iman sürecinde önemli bir işlevi yerine getirir. Sahibini araştırmaya, yolda olmaya çalıştırır. Üçüncü basamak ise zandır. Zan, tereddütlü ve ihtimalli de olsa bir hüküm aşamasına ulaşan zihinsel süreçtir, doğru ve­ya yanlış olabilen zihni durumdur. İnanç ise dördüncü basamaktır buna itikad da diyebiliriz. İnanç fikri olarak bir şeye inanmadır. İç ve dış faktörler inançta önemli rol alır. Zihin, irade, duygu üç faktörlerden başkalarının sözleri, kişinin ken­di tecrübe ve tanıklığı dış faktörlerdendir. Değerli Üstad Ga­zali kendi geçirdiği evreleri de göz önüne alarak inanç için şu sıralamayı yapıyor.

a) Her aşamada tam olan, sağlam bir delile dayanan inanç,

b) Tam olarak isbat edilemeyen, fakat genellikle alimler tarafından kabul edilen öncülleri esas alan delile dayanan inanç

c) Güzel söz söyleme sanatıyla ortaya konulan delillere dayanan inanç

d) Güvenilen bir kimsenin ifadesine inanç

e) Genellikle tatminkar olarak kabul edilen şartlarda orta­ya konulan bir ifadeye inanç,

f) Haber verenin güvenilir olup olmadığını düşünmeksizin, insanın, onun sözlerine inanmayı istediği için, onları kabul et­mesine dayanan inanç.

İnanç ile bilgi arasında var olan bir ilişkiden de söz etmeli­yiz. Bilgi bazen kesin olma durumunu olarak karşımıza çıkar ama bu kesinlik dini değildir.

İmana gelince o fiile ve teslimiyete dayanmakta ve tasdik edilmektedir. Tasdik hem söyleyenin hem de söylenilen şey­lerin doğruluğunu kabul etme anlamına gelir. İnanç teolojik ve felsefi iken iman dini dir. Pascal'ın "Filozofların Tanrısı" yerine İshak'ın, Yakup'un, İbrahim'in Tanrısı'na inanıyorum demesi ne kadar anlamlıdır. İslamiyet önce bilgiyi, sonra imanı insanlardan bekler. İman; Allah tarafından tebliğ eyle­diği kesin olarak belli olan şeylerin hepsinde Hazreti Muhammed'in doğru olduğunu tasdik etmektir. İmanın hakikati gü­ven duymak ölümle kararan hayat ışığını söndürmemektir.

İslamiyetin çağırdığı iman insanı özgürleştirir kişilik haklarını korur. İmanın artıp, eksileceği yönündeki tartışmaları insan­ların tecrübelerine bırakıyorum. Aşık olun ve Mecnunun hali­ni anlayın yoksa ne sözüm olabilir ki? Kuran-ı Kerimde iman esasları olarak Allah'a iman, ahirete iman, resullere, melek­lere, kitaplara iman [12]geçerken hadisi şerifte iman; Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberle­rine, ahiret gününe ve kadere, hayır ve şer ne ise Allah'ın takdiri ve yaratması ile olduğuna inanmak." biçiminde geç­mektedir.

Yüzyıllar boyunca iman ve hayatın zorlukları arasında bağ kuranlar olmuş, yaşadıkları basit, anlamsızlıkların so­nuçlarını dine çıkartanlar hayli fazla sayıya ulaşmışlardır.

Kalmadı inkârımız ikrara gelmişler deniz

Terkedip ağyarı biz dildare ermişlerdeniz

Nefsimiz esnamını kırıp Halilullah gibi

Nar-ı Nemrut içre biz, güizare ermişlerdeniz

Boynumuz bendedip aşk habl'ini Mansur ve 

Şol enelhak darında berdare ermişlerdeniz

Bende-i sultan-ı aşkız emrü ferman bir olup

Kulluğa bel bağlayıp Hünkara gelmişlerdeniz

Seyredip mir'at-i insanda cemal-i Hakkı biz

Dide-i irfan açıp didare ermişlerdeniz.

Küntü Kenzin sırrına mahrem oluptur canımız

Askeri vahdet elinde yare ermişlerdeniz. (Askeri) [13]

 

EL-MÜHEYMİN

 

Kelime manası başkasını korkudan emin kılan eşya ve varlıklar üzerinde emin olan, gözetici ve koruyucudur.

Düzen ve devamlılığı sağlayan Rabbül Alemin korkuları esenliğe ulaştırır. Korkunun aslı nedir? İliklerimize kadar işle­yen korkudan kurtulmanın dünya varlık boyutunda devam edeceğine inanıyorum Çünkü vücud içinde bulunan Ruh un uyumsuzluğu böyle bir sonuca götürmektedir. Zıtları birleşti­ren, harikalar yapan Allah-u Teala insanı bu çelişmeler için­de yaratarak farklı özellikleri tanıma imkanını sunmuştur. Psikolojik yapının uyumu ne kadar önemli ve büyük, insan onunla kendini, etrafında meydana gelen olayları anlar. Yok­luk korkusu, herşeyin yokluk potasında eriyip yitip gitmesi ve unutulup gitmek ne hazin. Daha yüzyıl önce yaşayanlardan geriye kalanlara baktığımızda hayretimizi gizleyemiyor kara kara düşünüyoruz. Ne oluyor, bu gidiş nereye, İnsan ve onun kaygıları sevinçleri, göz aydınlığı, bunca emek boş ise, der­ken gökler açılıp yüreğimizin kuytularından bir ses yükseli­yor, hayır bunlar boş şeyler değildir. Alemleri gözeten've ko­ruyan vardır. Çırpınan, kanatları ıslanan, öteleri göremeyen­lerin önünde yeni bir dünya açılıyor.

Kuran-ı Kerimde iki yerde geçen müheymin kelimesinde bir defa Cenab-ı Hak, diğerinde ise Kuran-ı Kerim anlatılarak yüce kitabın değeri gözleri önüne serilmiştir. Kitap peygam­berimizin bıraktığı en büyük emanet, içindeki bilgilere nüfuz ettiğimizde sahibimiz, yaratıcımızı daha iyi anlıyor ve O'na inanıyoruz.

"Ey gönül, ey gönül, neden bu kadar gamla dolusun? Yı­kıksın, kırık döküksün ama tılsımlı bir definesin sen.

Meleklerin secde etmeleri emredilen kadri yüceltmiş bir varlıksın, bildiğin gibi değil, her varlıktan daha olgun, daha ilerisin sen.

Ruhsun, Cebrailin üfürmesiyle ikizsin, Tanrının sırrısın, Meryemin oğlu İsa gibisin sen.

Kendine bir hoşça bak, alemin özüsün sen, varlıkların gözbebeği olan insansın sen.

Mertebeni adlarla sanma; adların sahibindedir. Dönüp va­racağın yer, herşeyi yaratandır, eşyaya gideceğini zannet­me.

Gördüğün gerçekleri rüya sanma, sen başka bir varlıksın; kendini, her sureti kabul eden Heyula, yahut Heyula'nın büründüğü suret zannetme.

Keşifle gerçekliği meydana çıkan manayı dava sanma, hakkında söylenen vasıflan gözüne girmek için söylenmiş sözler zannetme.

Kendine bir hoşça bak; alemin özüsün sen; varlıkların gözbebeği olan insansın sen.

Sırrını inleyip de sakın ağyara açma; bilmezlikle inkar çu­kuruna düşmekten sakın.

Ahların, sakın, sevgilinin kakülüne değmesin, sonra Man-sur gibi dara çıkarsın.

Sakın yaradan incinip de sevgiliye aczini bildirmeye kal­kışma; a çaresiz kişi bulduğun kadri yüce incileri sakın.

Kendine bir hoşça bak, alemin özüsün, sen varlıkların gözbebeği olan insansın sen.

Sevgi sırlarının mahzeni, o sırlar hazinelerinin konduğu yer sendedir, sende. Erlik, yiğitlik nurlarının madeni sende­dir, sende.

Gizli gizli daha nice ruh halleri var sende. Tanıyıp anlayış sende, hüner sende hakikat sende.

Baksan görürsün ki yerde, gökde, cehennem de, cennetde sende, arşda sende, kürsi de sende, melekde elbet sen­dedir sende.

Kendine bir hoşça bak, alemin özüsün sen, varlıkların gözbebeği olan insansın sen.

Yazıktır, padişahken alemde yoksul oimayasın, ümit ve yalvarışla bozbulanık bir hale gelmeyesin.

Yeis vadisine düşüp bir hiç olarak yok olmayasın, yolunu yitirip bela sahrasının yolunu tutmayasın.

Âdeme yapış ki gerçekten ayrılmayasın, secdeler etki Tanrı reddetmesin seni.

Kendine bir hoşça bak, alemin özüsün sen, varlıkların gözbebeği olan insansın sen.

Tanrıdan gayrı bütün varlıklardan, çakıp sönen, gelip gi­den şimşek gibi geç git. Üstüne takılan, konan çerçöpe karşı aşk ateşini siper et (onları yak yandır)

Gönül bağlanacak şeylerin eserleri, sakın, eteğini tutma­sın. Şems gibi, Mevlanayı isteyerek yola koyul, yol almaya bak.

Aynanı (gönlünü) arıt, bütün suretler ona vursun, görün­sün. Galip, hele bir duygularını derle, topla da bak.

Kendine bir hoşça bak, alemin özüsün sen, varlıkların gözbebeği olan insansın sen." (Şeyh Galip) [14]

 

EL-AZİZ

 

Allah'ın güzel isimlerinden anladığımız bilgi ve hikmet hep O'nun büyüklüğüne işaret ediyor. Bu kelime kuvvet ve güç sahibi manasına gelir. Alemde meydana gelen olaylarda bize gösteriyor ki kainatın düzen ve sürekliliği ancak Allah'la mümkündür.

Zerreler ve onları çerçeveleyen diğer varlık alanlarında karşılıklı etkileşim olur. İnsanlar düşünce aşamalarında gör­dükleri bu büyük kuvvet karşısında şaşkınlıklarını gizleme­mişler evrendeki bu muazzam kaynağı araştırma yoluna git­mişlerdir.

İnsanda yücelik yolunun işaretlerinin bulunması şarttır. Çok farklı duygulara sahib olan insanoğlunun bu duygularını tanıyarak onları hayat enerjisi olarak kullanmaya çalışması gerekir. Kişinin sahip olduğu sınırlı güç kaynaklarının ilahi sistemle uyumlu kullanılması yenilikleri oluşturur. Yapılması hayal edilen nice şey bu sayede gerçekleşmiştir. İnsan için­de Kemal sahibi olmak bunlardan biridir. İnsan-ı Kamil olmak bu gün için hayat ölçülerimiz arasından çıkmış olabilir ama buraya tekrar dönmek zorundayız. Dünya milletlerinin gerçek güçlerini insanlığın saadeti için kullanmaları gerekirken şer, kötülük, yıkım işleri ne büyük suçtur.

Aziz ismi Kuran-ı Kerimde "Rahim, Kavi, Zuntikam, Alim, Muktedir, Gafur, Vehhab, Hamid, Gaffar" isimleri ile beraber geçmektedir. Bu isimlerin anlamları Aziz ismini tamamlamak­ta yüce Tanrı'nın sınırsız gücünü göstermektedir.

Hak kulundan intikamın yine kul ile alır Bilmeyen ilmi Ledûn, onu kul yaptı sanır Cümle eşya Halikindir, kul eliyle işlenir Emri bari olmadıkça, sanma bir çöp deprenir (Bahri)

Allah-u Teala'nın işlerinde kulunun hikmetiyle anlayabile­ceği bazı incelikler vardır. Acele, anında değişiklik bir karar­da duramamak insana mahsustur halbuki Allah'ın işlerinde düzen, intizam, süreklilik bulunur. İçimizde bizimle beraber yaşayan nice insanlarda gördüğümüz izzete hayran kalırken bunları var kılan Allah'a hayran kalmamak mümkün mü?

Hak şerleri hayr eyler

Zannetme ki gayr eyler

Arif anı seyr eyler

Mevla görelim neyler

Neylerse güzel eyler

(Erzurumlu İbrahim Hakkı) [15]

 

EL-CEBBÂR

 

Kelime manası olarak kırılanları onaran, eksiklikleri tamam­layan, dilediğini zorla yaptırmağa muktedir olandır.

Allah Teala Kainatta emirlerini dilediği gibi yaptırır ve buna karşı gelebilecek hiç birşey yoktur. Güneş, ay, mevsimler, bitki ve hayvanlar insanların biyolojik işleri Allah-u Tealanın koyduğu kurallar çerçevesinde devam eder. İnsan yaratılışı gereği işlerini düzenlemekte, iyiyi ya da kötüyü seçmekte serbest bırakılmıştır. Bu ayrıcalığın sebebi hala bir sır olmaya devam ediyor bütün bilgiler söylenilen sözler hakikatle tam olarak örtüşmüyor.

Yaratılan insan doğuştan getirdiği özellikler yanında bir sos­yal çevre içinde doğar, büyür ve hayatı öylece tanır. İnsanın ha­yatında çok önemli bir yere sahip olan cinsel farklılık, kadın ya da erkek olma, sağlık, ailenin maddi, kültürel, sosyal itibarı gibi gerçeklerin önemini görmemezlikten gelebilir miyiz? Bütün bir hayat neredeyse bu saydığımız gerçekliklere göre şekilleniyor. İnsanın bu faktörlerden ayrı olarak dinle tanışmasını düşünme­miz imkansız. İnsanların çoğunluğunun dini aileden getirdikleri bir kurum olarak anlamaları da bu sebepten değil mi? İnsana hayatta hangi alanda serbest olma imkanı verilmiştir. Serbestlik dediğimiz olgunun içerdiği mana ile hayat aynı bilgileri kapsamı­yor. Serbestlik daha farklı bir deyişle özgürlük, hürriyet dediği­miz şeyin insanın parçalı yapısında değişik işlevleri vardır diye düşünüyorum. Kitleleri değiştirmek, insanı kamili ortaya çıkar­mak için elde olan bilgilerin yanısıra dar alanlarda yaşanması gereken tecrübelerin genele yaygınlaştırılmaması icab eder.

Kuran-ı Kerimde (Haşr Suresi: 23) Cebbar ismi geçer. Sure­nin ismi ve genel yapısı düşünüldüğünde söylenilen bu sıfatın geniş manası daha iyi anlaşılır. Allah'ın işlerine, kainattaki dü­zen, intizam, devamlılığına akıllar hayran kalır. Bütün güç ve­himlerine sahip olanlar bilsinler ki gerçek kudret dilediğini aracı­sız yapan o yüce Tanrıya aittir.

Gönlün Ana berk eyle

akdirini derk eyle

Tedbirini terk eyle

Mevla görelim neyler

Neylerse güzel eyle

(Erzurumlu İbrahim Hakkı) [16]

 

EL - MÜTEKEBBİR

 

Kelime olarak her şeyde ve hadisede büyüklüğünü göste­ren manasına gelir.

Yüce Tanrının büyüklüğüne dilimizle şöyle şahadet ede­riz, Allah-u Ekber. İnsanın kendisini tanıması için verilen sü­rede yapması gereken vazifeler hayli fazladır. Kişiliği oluştu­ran duygusal özelliklerden biri vardır ki olumlu kullandığında saygınlığı, diğer hallerde nefreti doğurur. Bunların birincisi vakar diğeri ise kibirdir. Bilgi, makam, servet, güzellik, soy gi­bi insanlar arasında oluşan değer ölçüleri insanlık tarihi bo­yunca başka insanları hor ve hakir görmek için vesile edil­miştir, islam dini insanların oluşturduğu bu gibi gerçek dışı ölçüleri ahlak dairesinde terbiye etmeye çalışarak bunda ba­şarıyı yakalamaya uğraştı. İnsanda kendini büyük görme özelliği durup durduğu yerde ortaya çıkmamıştır. Sosyal olaylar ve değişen ekonomik faktörler bazı insanları diğerleri üzerinde söz sahibi yaparak onların kendilerini farklı görme­lerine yol açtı. İnsanın kendini her varlığın üzerinde görmesi bu güne mahsus bir durum değildir. Öğüt alan insan ne ka­dar da az. Her an nerden geldiğini ve sonunun ne olacağını binlerce örnekte gören insanın çeşitli vehimlerle kendini ulu­laması iyi değildir. Zengin, fakir, sağlıklı, sağlıksız, bilen, ca­hil, iyi, kötü örnekler etrafımızda bunlardan çıkarmamız gere­ken dersler olmalı. İyiliğe bütün insanların ihtiyacı varken doğruluğu görmezlikten gelmek hayli düşündürücü. Ne olu­yor? Bunca hakikat iyiliği överken buna yabancı kalmak nasıl bir çelişki. Çocuklar İyilikle terbiye edilir, kötüler doğruluğa çağrılır iyilik dersleri verilir ama gelin görün ki sanki bütün bunlar yapılmamış gibi olaylarla karşılarız. Bu bir imtihan ol­masın?

Kuran-ı Kerimde el-mütekebbir bir ayette Allah'ı tavsif eder, "Yaratıkların sıfatlarından yüce olandır" [17]

Sana ibret gerek ise

Gel göresin bu sinleri

Ger taş isen eriyesin

Bakıp görecek bunları

Şunlar ki çoktur malları

Gör nice oldu halleri

Sonucu bir gömlek imiş

Anında yoktur yenleri

Kani mülke benim diyen

Köşkü saray beğenmeyen

Şimdi bir evde yatarlar

Taşlar omuş üstünleri

Kani ol şirin sözlüler

Kani ol güneş yüzlüler

Şöyle kayıp olmuş bunlar

Hiç belirmez nişanları

Onlar bir vakt beyler idi

Kapıcılar korlar idi

Gel şimdi gör bilmeyesin

Bey kangıdırya kulları

Ne kapı vardır giresi

Ne ekmek vardır yiyesi

Ne ışık vardır göresi

Dün olmuştur gündüzleri

Bir gün senin dahi Yunus

Benim dediklerin kala

Seni dahi böyle ede

Nitekim etti bunları (Yunus Emre) [18]

 

EL-HÂLIK

 

Doğru düzgün takdir etmek, bir aslı ve benzeri olmadan modelsiz, benzersiz yaratmak, bir şeyden başka bir şey meydana getirmek manaları vardır.

Her şeyin varlığını ve varoluş süresince görüp olabileceği durumları, tesbit eden ve ona göre yaratan ve yoktan var eden Yüce Allahtır. Kuran-ı Kerimde "Hamdolsun o Allah'a ki gökleri ve yeri yarattı, karanlığı ve aydınlığı var etti."[19] ayetinde bu kelimenin "yoktan var etmek" manasında kul­lanıldığı "O gökleri ve yeri yoktan yaratandır"[20] bi­çiminde verilerek islam düşüncesinde yoktan yaratma fikrine zemin oluşturulmuştur. Kuran-ı Kerim ve Hadisi şeriflerde ka­inatın hangi şeyden yaratıldığına dair herhangi bir ifade ve işaret yoktur, islam düşünürleri heleke fiilinin kelime yapısın­dan hareketle "yoktan yaratma" düşüncesine ulaşmışlardır. Kuran-ı Kerimde Allah'ın fiilleri olarak kullanılan "halk", "ib­da", "inşa", "ihdas", "fatr", "icad" gibi kelimelerle bu anlam da­ha da kuvvetlendirilmiştir.

Yaratılış konusu bilimin çalışma sahası içinde bulunur. Düşünce tarihi boyunca kainatın, varlığın esası hakkında çok değişik görüşler ortaya atılarak bilimsel çalışmalara yol gös­terilmiştir.

Kainat niçin yaratıldı? İnsanın bu yaratılışta yeri nedir? Bu ve benzeri sorular hayatın güzelliklerine kapı aralar. Ku­ran-ı Kerim insanın yaratılışının farklı boyutlarını anlatır. Bu-hari kitabında Ebu Abdurrahman Abdullah İbni Mesud (r.a.) den demiştir ki: "Doğru olan ve doğruluğu Allah tarafından tasdik edilen Rasulüllah (s.a.) bize şöyle anlattı: Sizden herbirinizin yaradılışı anasının karnında iken teşekkül eder. Şöy­le ki: Kırk gün nutfe olarak kalır. Sonra ikinci bir kırk günde kan pıhtısı halini alır, üçüncü kırk günde et parçası haline ge­lir. Bu üç değişimin sonunda, vazifeli melek gönderilir ve bu et parçasına ruhu üfler, daha sonra dört kelimeyi; rızkını, ecelini, amelini ve şaki yahud said olacağını yazması emre­dilir. Kendinden başka hiç bir mabud bulunmayan Allah'a ye­min ederim ki sizden biri cennet ehline aid amelleri işler, o kadar ki cennetle kendi arasında nihayet bir arşın mesafe kalır. Ama hakkında yazı üstün gelir, cehennem ehlinin amellerini işlemeye başlar ve neticede cehenneme girer. Yi­ne sizden biri cehennem ehlinin amelini yapa yapa, cehen­nem ile kendi arasında bir arşın mesafe kalacak hale gelir. Fakat hakkındaki yazı ona galip gelir, cennet ehlinin amelle­rini işlemeğe başlar ve neticede cennete girer."

ibadet yaratanla kurulan bağdır. Sevgi, tazim, teşekür, başka gidebilecek kapı olmadığının ifadesidir. Allahın yarat­ması anlamak için cangözünün açık tutulması lazım. Kainat ve onun içinde bulunan bütün yaratıkların bütün ihtiyaçları yerli yerince ve zamanı geldiğinde onlara verilmektedir. Ya­ratılışta eksik bırakılan var mı? Tamamlanmayan, nihayete ulaştırılmayan yok iken insan kamil olmayı hedef olarak orta­ya koymalı bunu gerçekleştirmek için Hazreti Peygamberi ör­nek almalıdır.

Bilmek istersen seni

Can içre ara canı

Geç canından bul anı

Sen seni bil sen seni

Kim bildi ef'alini

O bildi sıfatını

Anda gördü zatını

Sen seni bil sen seni

Kim ki hayrete vardı

Nura müstağrak oldu

Tevhid-i zâtı buldu

Sen seni bil sen seni

Bayram özünü bildi

Bileni anda buldu

Bulan ol kendi oldu

Sen seni bil sen seni (Hacı Bayram-ı Veli) [21]

 

EL-KÂBID

 

Kelime sıkan, daraltan, hesap soran manasınadır. Esma-ül Hüsnanın bütünü içinde çok önemli bir yeri olan El-Kâbıd ismi şerifinin izleri bütün mahlukattn üzerinde görülür.

Mükemmelliği ölçü yapan yüce Tanrı'nın varlıkları, koy­muş olduğu şekiller içinde eşyanın mahiyeti gereği bir takım gerginliklerin olması çok olağandır. İnsan bazen durup durur­ken içine çöken hüzüne anlam veremez. Kaygı, tasa, herşeyden ümitsiz halini yaşayan insanın bu durumu Allah'a giz­li olamaz. Ruhi özelliklerin bu vücudda yapabileceği çok şey varken insanın kendi duruhun terbiye etmeyerek ruhi özellik­lerini gün yüzüne çıkarmaması insanın sıkıntılarının biricik sebebidir.

Maddi imkanlar sınırlı, arzular ise sınır tanımıyor. Doğan her günün getirdiği tabi istekler bile karşılanamazken insanın sıkılmaması düşünülemez. İnsan yaşarken başına ne gele­ceğini bilse ona göre bazı tedbirler düşünür ama bu hiç te böyle olmuyor.

Dertlerimizi, bizi sıkıntıya veren şeyleri tanıyarak hayatı kolaylaştırmak elimizde. Dertlerimize çözüm yine kendimiz­den olacak. Çok şeyler istemeyelim ama yaptığımız her işi en iyi biçimde yaparak o işe kendimizden bir parça katalım. Sıkıp, daraltan yüce Mevla insanı çeşitli olaylarla imtihan eder. Kuran-ı Kerimde "kullarına taşıyamayacağı yükü yüklemeyeceğini." söyleyen yüce Allahtır. Yaşadığımız her günü lütuf olarak görmenin ışığını içimizde ne zaman yakacağız?

Hakk'ın olacak işler

Hoştur gam u teşvişler

Ol hikmetini işler

Mevla görelim neyler

Neylerse güzel eyler.   (Erzurumlu İbrahim Hakkı) [22]

 

EL - BARİ

 

Kelime "bir örneği olmaksızın varlıkları icad eden" mana­sına sahiptir. Varlıkları uyum içinde var eden aralarına mü­nasebet koyan diye de anlaşılabilir.

Allah-u Teala'nın yarattığı bütün mahluklar incelendiğinde O'nun büyüklüğü bir daha anlaşılır. Vücudda yer alan ahenk, intizam, süreklilik göz önüne alındığında şaşırmamamız mümkün mü? Yıldızlar gökyüzü, bulutlar, yağan yağmur, ta­biat arasında yer alan ilişkiler biri diğerini tamamlar.

Allah'ın sosyal hayata koymuş olduğu kurallara bakıldı­ğında insanlığın esenliğinin neden geçtiği ortaya çıkar.

Kuran-ı Kerimde "O öyle Allahtır ki vücuda getireceği her şeyi hikmeti muktezasınca takdir edendir. Onları var edendir. Varlıklara suret verendir. En güzel isimler O'nundur." [23] Yine "Ey insan! O keremi bol Rabbine karşı seni aldatan ne? Ki seni yaratan, sana şu salim uzuvları veren, onları bir­birine denk yapmak suretiyle sana şu nizam ve itidali bahşe­dendir O. Seni dilediği herhangi bir surette terkib edendir." [24] buyurulur.

Allah'ın işlerindeki uyumluluk insan içinde ölçü olmalı, bu şekilde muazzam kainatın işleyişindeki sırlarla aralanmalıdır. İnsan kendine verilen imkanları mal, can, sıhhat, akıl, dini öyle bir düzene sokmalı ki bunun neticesinde insanlara ve kendisine faydalı olarak esenlik saçmalı. Örneğin adalet; bu öyle bir önemli ilkedir ki toplumların huzur ve refahı onunla sağlanır. Yüzyıllar boyunca hak sahibleri hep mazlum duru­munda olmuşlar haklıya da haksıza da ne şekilde davrana­cakları hususunda kesin kurallar oluşturamamışlardır, bunun sonucu çok farklı hikmetler ortaya çıkmış insanoğlu arzuları­na esir olmuştur.

Hep işleri fâyıktır

Birbirine iayıkdır

Neylerse muvâfıkdır

Mevla görelim neyler

Neylerse güzel eyler.

(Erzurumlu İbrahim Hakkı) [25]

 

EL - MUSAVVİR

 

Kelime şekil veren manasınadır. Allah-u Tealaya nisbet edildiğinde tasvir eden, herşeye şekil ve hususiyet veren di­ye anlaşılabilir.

Varlıkları en mükemmel dizayna sahip olarak yaratan O'dur. Güzellik, uyum, intizam örneklerini bütün mahlukata dağıtan Rabbin bu sıfatı ne yüce hikmetlerle dolu. İnsan ken­dini yok iken var kılan Tanrısını bilmeli O'nun işlerinden ders­ler çıkarmalıdır.

İnsan çocukluk dönemini geride bıraktıktan sonra kendisi­ne verilen bilgiler ışığında varlığını aydınlatır. Varlık gençlikte büyük bir sırdır. Yaş ilerleyip insan bilgi ve hikmet sahibi olursa kendine yol bulur. Huylar, karakter, tavır ve mizaç dur­duğu yerde oluşmaz. Kamii insanların örnek yaşayışları ne yazık ki günümüzde efsane formatları içinde verildiğinden yaşayan değerler olarak hayatta yer bulamıyor. Dinden anla­şılan bilgi mi, hikmet mi, hayatın her anına damgasını vuran kültür mü? Değişen sosyal şartlar bugün klasik kitapların çevreleyemeyeceği bir yaşam standardı oluşturmuştur. Dü­nün bir karıncayı bile İncitmeyen insan kimliği gitmiş onun yerine farklı insanlar gelmiştir.

Kendini olumlu örnekler ışığında değiştirmesi gereken in­san bunu nasıl yapacak? Tarih süreci içinde hayatı bize inti­kal eden insanların yanı sıra bizlerin büyükleri olarak yaşa­yan toplum ferdlerinin hayatları önümüzde. Kötü, yanlış ör­nek alınmaz diye bir düşüncemiz varsa bunun doğru olmadı­ğını tecrübelerimize soralım.

Kuran-ı Kerimde

"döl yataklarında size nasıl dilerse, öyle kılık veren O'dur. O'ndan başka hiçbir Tanrı yoktur. O mutlak galibdir. Yegane hüküm ve hikmet sahibidir." [26] ve "Size suret verip de suretlerinizi güzel yapan, sizi temiz şeylerle rızıklandıran Allah'tır." [27]

"O Hâlık, Bari, Musavvir Allahtır." [28]biçiminde geçmektedir.

İnsan güzel iş yapanları nasıl takdir ediyorsa bütün mahlukatı en güzel şekilde yaratan Rabbini tanımaya çalışmalı­dır. İşini güzel yapmak aynı zamanda insanın hayat boyunca vazgeçmeyeceği ilkelerden biri olmalı.

Müslim kitabında yer alan şu hadisi şerifte Ebû Ya'la Şeddad b. Evs (r.a.) Rasüluhhah (s.a.) Efendimizin şöyle bu­yurduğunu rivayet ediyor:

"Allah Teala herşeyde ihsanı, iyi ve güzel yapmayı emret­miştir. O derecedeki öldürürken bile güzel öldürün. Hayvan keserken güzel kesin. Herbiriniz bıçağını iyice bilesin de kes­tiği hayvanı az çok rahatlatsın. Fazla eziyyet vermesin." [29]

 

EL - GAFFAR

 

Kelime örtmek manasına gelir. Al!ah-u Teala için kullanıl­dığında mağfireti pek çok diye anlaşılır.

Kuranı Kerimin en çok kullanılan kelimelerinden biridir. Bunun böyle olması insan fıtratı ile alakalı, insanı ömür boyu ilgilendiren konuların başında günah kavramının çok geniş alanda kullanılması gelir. İnsanlık tarihi günahı, toplumların ve insanın terbiye edilmesinde kullanarak bu günkü anlayışın oluşmasına sebebiyet vermiştir. Dini hususlarda suçun adı günah, hukuk alanında kural dışının adı suçtur. Suç bir de günah niteliği kazanmış ise bu fiili işleyen insan çok geniş bir mağfireti arzulamak zorunda kalır. Günah, dinin koyduğu sı­nırlardan dışarı çıkmaktır. Bunlardan Kuran-ı Kerim de dikkat çekilen şu maddeleri bilmemiz gerekir, Allah'tan başkasına tapma, iki yüzlü olma, hainlik yapma, haram yeme, zulüm yapma, yalan söyleme, zina yapma, sözünden dönme, söz taşıma, kimseyi hakir görme, içki içme, kumar oynama, adam öldürme. Saydığımız bu ana günahların çok farklı yan­larından öyle ya da böyle etkilenir ve sonuçta ne yapacağı­mızı şaşırırız. Yüce Rabbimizin gönüllere ferahlık veren söz­lerine kulaklarımızı açarız. "Gözlerimi dağlara kaldırıyorum, nereden yardım gelecek bana? Yeri göğü yaratan Rab'den gelecek yardımım. O ayaklarımın kaymasına izin vermez. Seni koruyan uyuklamaz."

Günahın ilk temsilcisi İblistir. O, Allah'ın "secde et" emrine karşı çıkarak ilk günahkar olmuştur. Günaha dadanan insan­lar her zaman servet ve refahla şımaran insanlar olmuşlar, iyiliklere karşı çıkmışlardır. Kuran-ı Kerimin belirttiği günah sadece ölüm sonrası sıkıntılara yol açmaz bilakis o dünya hayatında da felaketlere yol açar. Dinin dünya ile içice olma­sı bundandır. Gazzalinin kelimenin manasından hareketle vardığı şu sonuç ne kadar önemli "El-Gaffar, günahları tekrar tekrar, çokça bağışlayan demektir. Öyle ki bütün günahları bir tek defada mağfiret eden ve fakat defalarca günaha dö­nen insanı bağışlamayan, Gaffar ismine müstehak olmaz." Gafur ismi Kuran-ı Kerimde Vedud, Aziz, Şekur, Afuv ve Ha­lim isimleriyle kullanılmıştır. "Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü o çok bağışlayan, çok esirgeyen'dir." [30]

Günahla beraber insanları yüzyıllar boyunca ilgilendiren en önemli problem günahın bizzat kime ait olduğu meselesi­dir. Her şeyi yaratan Tanrı olduğuna göre insanın işlediği gü­nahta ne suçu vardır? Bu düşünce karşısında yüzyıllar önce çok şeyler söylendiği gibi şimdilerde de konuşulmakta mü­kemmel olan Tanrı'dan bunun beklenilmeyeceği üzerinde durulmakta. Heyhat ne garib bir durum ve insan için içinden çıkılmaz vaziyet! Dünya'nın cilvelerini anlamayan, aklın ilk bakışta kendine problem yaptığı şu konu yaratılışla direkt alakalı. Kötülük sadece insanın algı dünyasına göre ve de­ğişkendir. Rabbimizin kainatın işleyişinde koyduğu kurallar dairesinde her işin kendi olumlu anlayışı olur.

Enes (r.a.) demiştir ki, Rasulüllah (s.a.) i şöyle söylerken işittim: "Allah Teala buyurdu ki: Ey Ademoğlu sen bana dua ettiğin, rahmetimi ümit ettiğin müddetçe seni bağışlar, geçen günahlarını mağfiret ederim. Günahlarının çokluğuna da al­dırış etmem. Ey Ademoğlu! Günahların dağlar gibi yığılsa gökyüzüne ulaşsa sonra bana istiğfar ederek bağışlamamı dilesen seni bağışlarım. Ey Ademoğlu, şayet bana yeryüzü doluşunca hatalar getirsen ve bana hiçbirşeyi ortak tutmaya­rak huzuruma gelsen ben de yeryüzünü dolduran bir mağfi­retle seni karşılarım." [31]

 

EL - KAHHAR

 

Kelime manası gâlib gelen, hükmeden, adaletle hüküm sürendir. Kuran-ı Kerimde geçen ilimlerin çevresinden baktı­ğımızda herşeye, her istediğini yapacak biçimde gâlib olan diye anlaşılmaktadır.

Allah-u Teala bütün yaratıklarına bir düzen çizip onları yaşam alanına gönderir. O'nun işlerinde insan aklının kavrayamayacağı incelikler yanında temel özelliklerde vardır. Var­lık her an yeni oluşumlarla değişir, düzenlenir, insana son di­ye görünen nice olay vardır ki bu başka varlıklara başlangıç­tır. Kanun ve nizamı tanımayan, binlerce insanı kendi heva, heveslerine mahkum edip onların yollarını zorluklara götüren insanlar karşısında yapayalnız kaldığımız çok anlar olur. İn­sanlık tarihi mazlumların ahi. ile inler. Yalnız başına, yerin­den, yurdundan, ayrılmak zorunda bırakılan dahası öldürülen binlerce insanın sesi boşlukta mı kalacak, onların hesapların zalimlerden kim soracak? Tabi ki Kahhar olan Allah zalimden intikam alıcı olacak.

Kendini büyük gören, büyüklenip şımaran insan bu arzu­larını tatmin etmede çok çabuk taraftar bulur. Sonsuz ihtiyaç­larla kuşatılmış olan insanların kul köle edilmeleri çok basit­tir. Zalimi zulme teşvik eden zayıfların acziyetleri değil midir. İnsanın kötünün yanında yer alması onun bilinçli tercihinin sonucudur. Sevk ve idaresi kolay olan mazlumların basit he­sapları kurnaz idareciler tarafından çok çabuk görülür. Düze­ni oluşturmakta maharetli olan zalimlerin ilk unutturacakları gerçekte kutsal kitabın doğruları olur.

Peygamberler tarihi "Yenildim Ya Rab. intikamımı bunlar­dan al" diyen aziz insanların yakarışlarıyla dolu. Dünyanın her tarafından yükselen feryadları duyan kimse kalmamışsa bunların hesabı Kahhar olan Allah-u Tealaya kalacaktır.

"Ben Rabbe sığınırım, nasıl dersiniz bana kuş gibi kaç dağlara

Bak kötüler yaylarını geriyor, temiz yürekli insanları

karanlıkta vurmak için, oklarını kirişine koyuyor.

Temeller yıkılırsa, ne yapabilir doğru insan

Rab kutsal tapınağındadır, O'nun tahtı göklerdedir.

Bütün insanları görür, herkesi sınar

Rab doğru insanı sınar

Kötüden, zorbalığı sevenden tiksinir

Çünkü Rab doğrudur, doğruları sever

Dürüst insanlar O'nun yüzünü görecek" (Mezmur) [32]

 

EL - VEHHÂB

 

Herhangi bir karşılık ve çıkar gözetmeden birine ihtiyaç duyduğu herşeyi bağışlamak manasına gelir.

Allah-u Teala çeşitli nimetleri daima bağışlar ve buna da bir nihayet bulunmaz. Varlık en büyük nimettir. Var olan şe­yin ihtiyaç duyabileceği şeyleri sadece yüce Tanrı karşılıksız verir. Bütün mahlukatın birbiriyle olan münasebetlerinde kar­şılıklı menfaat vardır ve bu da çok olağandır. İnsanların ara­sında elindeki nimetleri herkesin yararına dağıtan insanların bu özellikleri ne kadar takdire şayan iken yüce Tanrı'nın sı­nırsız hesapsız vermesine ne demeli. Allah ilim, mal, hayat, akıl, din gibi istekleri insanlara verir ve bunları çeşitli yollarla vesilelere sebep kılar.

Allah'ın verdiği nimetlere.kimsenin diyeceği yoktur. Mal vermesinin kendisine göre hikmetleri vardır. İlim, hayat, esenliğe gelince bunlar gerçekten önemli şeylerdir. Devamlı vermeyi öğütleyen yüce Tanrıdır, insan elindeki mallardan verdiğinde çok az verir. Canından verdiğinde gerçekten ver­miş olur. Yarından emin olmayan insan onca mala mülke bekçilik yapmıyor mu? Muhtaç duruma düşerim korkusu ger­çekte muhtaç durumun ta kendisidir. Su kaynaklarınız doluy­ken susuz kalırsan diye korkulara kapılmak en giderilemeye­cek susuzluk değil midir? Bilgi de insanlara verilmeli akıl, fe­raset gözetilerek bilgi yolunun taşlan sonsuza iletilmeli. Ve­rirken ızdıraptan uzak, övünçten yana olmalı, ağaçların mev­simi gelince açtığı çiçekler gibi etrafı huzura gark etmelidir. Yaşamak için verenlerde vardır, onlar eğer vermezlerse ölür, yiterler, örneğin meyve bahçesindeki ağaçlar ve hayvanlar.

Nimetlerin en büyüğü İslâmdır. Yüce Tanrı dini ile insan­lara muazzam hakikatleri karşılıksız vermiştir. İslâmın yayılış dönemi ve sonrasına bakıldığında bu değerli armağanın in­sanlığa faydaları anlaşılır. Bu gün dert ve kederler İslâm'ın dairesinden dışarı çıkıldığından başa gelmekte akıl, mal, sağlık boş yere heder edilmektedir.

Malım Mülküm servetim

Hepisi evde kaldı

Eşim dostum akrabam

Geçtiğim yolda kaldı

Dostlarımdan birisi

Benden hiç ayrılmadı

Allah için yaptığım

İyilikler bende kaldı (Hacı Bektaş-ı Veli) [33]

 

ER - REZZAK

 

Kendisinden yararlanılan, canlının varlıkta kalması ve ge­lişmesi için Allah Tealanm canlıya sevk ettiği şeylere rızık denir. Rezzak, rızkı yaratan, onu veren, sebeblere bağlaya­na verilen bir isimdir.

Canlı varlığın çok değişik ihtiyaçları olur bunların en ba­şında varlık, beslenme, sevgi, seçme, irade gelir. Kuran-ı Kerim rızık meselesini yaratıcının farklı bir özelliğine dikkat çekerek kullanır. Sadece Allah yaratıklarından farklıdır yara­tılan varlıklar yemeye, içmeye muhtaç iken Allah'ın buna ihti­yacı yoktur. "O doyurur, kendisi doyurulmaz!" [34]

Allah'ın rızkı tükenmez, eksilmez ve o verdiğinden dolayı da kimseyi yada varlığı töhmet altında bırakmaz. Kudsi bir hadiste şöyle buyurulur.

"Ey kullarım, önce ve sonra geleniyle, bütün insan ve cin­ler bir meydanda toplansa da her biri benden gönlünün mu­radını dilese, bende her birinin isteğini versem, benim hazi­nemden bir şey eksilmiş olmaz. Bu denize batırılan bir iğne­nin deniz suyundan eksiltmesi gibidir."

Rızık hususu düşünce tarihinde kullanımı gözönüne alı­narak büyük tartışmaları da peşi sıra getirmiştir. Eşyada asıl olan iyilik iken insanlar çeşitli değişikliklerle bu özelliği yaratı­lış kanunlarının dışına çıkartmışlardır. Bu durum dinler tara­fından bazı yasakların konulmasını gerektirerek haram helal sınırı oluşturmuştur. Rızıkı veren Allah bu rızık için çeşitli ve­sileler yaratarak insan hayatını güzelleştirdi. Çalışma, uğraş, yorulma ve bunların sonucunda rızkı elde etme yolu fıtratın­da inceliklerini insana tanıtır. Bu gün toplum olarak çalışma aşkını kaybetmiş isek bunda kendi vehimlerimizi yüce Tanrı­ya maletmemiz etken olmuştur. Kuran-ı Kerim rızık yolu ola­rak çalışmayı, gayreti, vesileleri göz önüne sererken toplu­mumuzun rızık Allah'a aittir çalışmamıza gerek yoktur düşüncesini ne kadar abestir.

Rızıkların en güzeli ilim ve çalışma aşkıdır. Yoğun çalış­malarla yeni medeniyetler oluşturulur. İlim temennilerle ol­maz. Gece - gündüz okumayı dünya genelinde gelişmeleri takibi gerekli kılar.

Hakkın olıcak işler

Hoşdurgamu teşvişler

Ol hikmetini işler

Mevla görelim neyler

Neylerse güzel eyler

(Erzurumlu İbrahim Hakkı) [35]

 

EL - FETTAH

 

Kelime kapalı ve zor birşeyi gidermek manasınadır. Kuran-ı Kerimdeki kullanışı göz önüne aldığımızda her türlü müşkülleri açıp kolaylaştıran diye anlayabiliriz.

Bu dünyanın kapalı zor anlaşılmaz şeyleri vardır bir de in­san fıtratının tanınmasından doğan bazı zorlukları bulunur. İnsanı meçhul olarak tanımlayan insanların yanında insanı 'insanı kamil' diye tanımlayan hikmet ehlinin varlığı ne kadar sevindirici. İnsan Kamil olmalı ve bunu da hayat memat me­selesi yapmalıdır.

Dünya hayatında maddi çevremizi kuşatan varlıkların ka­palı, anlaşılmaz bugün için çözülemez sırları vardır bunlar bu işin ehil insanlarını bekler. Bilim alanında yapılan gayretler etrafımızın daha iyi tanınmasına yöneliktir. Kapalı olan şeyle­rin açılması o kadar değişik ele alınabilir ki onlardan bazıları şunlardır. Maddi bir fetih, kapı kilidi açmak gibi. Manevi açış yürekten gam, tasa, hüzün ve kederi giderip onun yerine sevgiyi yerleştirmek gibi. Bütün iyilik ve bereketin anahtarı yüce Tanrının emrindedir bütün zorluklar O'nun bir kelime­siyle giderilir. Ol dediğinde bütün varlıklar hayat bulur.

Kuran-ı Kerimde

"De ki: Rabbimiz, sonunda hepimizi top­lar, sonra aramızda adaletle hükmeder. O 'dur Fettah, Alim" [36]

"Rabbimiz! Bizimle milletimiz arasında adaletle sen hüküm ver. Sen hükmedenlerin en hayırlısısın." [37] biçiminde geçer.

Gönlümüzü sevgiye açmalıyız. Katılaşan yaşam şartlarını sevgi nefesiyle ışıltmalı, hergün sevgi dünyasının insanları olmalı. Aşksız bir insan neye benzer?

İşitin ey yârenler

Kıymetli nesnedir aşk

Değmelere sunulmaz

Hürmetli nesnedir aşk

Hem cefadır hem safa

Hamzayı attı kafa

Aşk iledir Mustafa

Devletli nesnedir aşk

Dağa düşer kül eyler

Gönüllere yol eyler

Sultanları kul eyler

Cür'etli nesnedir aşk (Yunus Emre) [38]

 

EL - ALİM

 

Bilen demektir. Allah-u Teala'nın ilim sıfatı ile ilgilidir. Al­lah bilir O'nun bilgisine sınır ve nihayet yoktur İnsanla bilginin arasında ayrılmaz bağ vardır. Varlık bilgi ile mümkündür da­hası varoluş bilgi formatları ile ifade olur.

Bilginin uzun ve sırlı dolu dünyası vardır. Dünya hayatı­nın en tatlı meşguliyetinden biri de bilgidir. Bilgi dağlara vu­ran gün ışığı, kentlere esen diriliş soluğudur. Eski zamanlar­dan bize bilgiden başka ne kalır. İnsan olmanın erdemi bilgi sayesinde sağlanır. Kuran-ı Kerim'in bilgi hususunda yer ver­diği özellikleri belirttiğimizde bilgi biraz daha aydınlanmış ola­bilir. "Gaybın anahtarları O'nun yanındadır, onları O'ndan başkası bilmez. O karada ve denizde olan her şeyi bilir. O'nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yeryüzünün ka­ranlıkları içine gömülen tane, yaş ve kuru hiç bir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta olmasın." [39] Bu ayetlerin kar­şısında Rabbimizin önünde secdelere kapanır O'nu ulularız.

"Allah'tan korkun, çünkü Allah göğüslerin özünü bilir." [40]

"Ey Rabbimiz, ne gizler, ne açıklarsak, şüphe yok ki sen bilirsin. Zaten yerde ve gökte hiçbir şey Allah'a gizli kal­maz." [41]

"Hiç yarattığını bilmez olur mu? O'dur gizlilikleri bilen Latif, Habir" [42]

"Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz." [43]

"Al­lah gözlerin hain bakışlarını ve göğüslerin gizlediği düşünce­leri bilir." [44]

"Yere gireni, yerden çıkanı, gökten ineni, oraya çıkanı bilir. Nerede olsanız, o sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir." [45]"Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey, O'ndan gizli kalmaz. Ne bundan küçük, ne de bundan büyük bir şey yoktur ki apaçık bir kitap­ta olmasın." [46]"Göklerde ve yerde ve her ikisinin arasında ve toprağın altında bulunanlar hep O'nundur. Söz açık söylesen de gizli söylesen de muhakkak o, gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir." [47]"Allah her dişinin neye ge­be olacağını, rahimlerin neyi eksik neyi artık yapacağını bilir. O'nun nezdinde her şey ölçü iledir. O görünmeyeni de görü­neni de bilendir. Çok büyüktür, çok yücedir. Aranızda sözü gizleyen de onu açık söyleyen de, geceleyin gizlenen de, gündüzün görünen de onca birdir." [48]"Allah onla­rın yanında bulunan her şeyi bilgisiyle kuşatmıştır. Her şeyi bir bir sayıp kaydetmiştir." [49]"Kıyametin saatini bil­mek Allah'a havale edilir. O'nun bilgisi olmadan ne meyveler tomurcuklarından çıkar, ne bir dişi gebe kalır ve ne de doğu­rur." [50]"Rabbin şaşırmaz ve unutmaz." [51] Bu şekilde genel özelliklerini verdiğimiz yüce Tanrı'nın ilim sıfatı ilk anda insanları değişik bir kaderciliğe sürüklemiş yeryüzünde imtihan olunan insan kendi yerine başka bir var­lığı koymuş, çoğu bilinen gerçeklerden uzaklaşarak tembelli­ği huy edinmiş bunun sonucunu ise Allah'a çıkarmıştır. Allah bizleri bunlardan korusun.

İnsan dünyada bilgi sahibi olabilir bu bilginin çok farklı bo­yutları vardır. Allah yolunun başı bilgi, ortası hikmet'sonu sır'dır.

Bilgiye teşvik eden yüce Peygamber olmuş bizlere Kuran ve sünneti emanet bıraktığını bildirirken çağlar üstü hakikati özetlemiştir. İlimden gaye insan olmak ve gereğince mutlulu­ğu yaşamak iken bu gün bilgi insanları ruhlarından kelepçeli­yor. Bilgiçlik taslayan insanlar hikmet ikliminden o kadar uzak ki insan yetiştiremiyor ve bunun bedelini de ağır ödüyo­ruz.

İlim, ilim bilmektir

İlim, kendin bilmektir

Sen kendini bilmezsen

Ya nice okumaktır.

Okumaktan mâni ne

Kişi hakkın bilmektir

Çün okudun bilmezsin

Ha bir kuru emektir

Okudum bildim deme

Çok taat kıldım deme

Er hakkı bilmez isen

Abes yere gelmektir.

Dön Kitabın manisi

Bellidir bir Elifte

Sen elifi bilmezsin

Bu nice okumaktır

Yirmidokuz hece

Okursun uçtan uca

Sen elif dersin hoca

Manisi ne demektir

Yunus Emre der hoca

Gerekse var bin Hacca

Hepsinden iyice

Bir gönüie girmektir (Yunus Emre) [52]

 

EL - BÂSIT

 

Genişleten, açan, huzura, esenliğe çıkaran manalarına gelir.

Alemler yok iken yaratan, kainata şekil veren, insanı önce cennetine daha sonra hikmetine göre dünyaya gönderen, kulla­rına bir ömür tayin edip, yüce şeriatını indirip esenliği, huzuru var kılan yüce Tanrı değil mi? Kim darda kaldı da merhametin ipi ona uzanmadı? Rabbim, diyen hangi dil sözünün karşılığını almadı!

Varlıkları kendi şartlarında mükemmel olarak yaratan Allah-u Teala onlara kanunlar, prensibler koyarak düzen ve intizamı sağlamıştır. Allah'ın kuralları bütün kainatta ilahi düzeni sağlar­ken insanlara da tavsiye niteliğinde yüce Tanrı'nın emir ve ne-hiylerine uymaları söylenmiş insanlar İslam'a davet edilerek ha­yatlarında genişlik oluşturulmuştur. Allah'ın sınırlarında insanlar Özgürdür! Maddi yapı O'nun emirlerini yerine getirmenin mutlu­luğu ile binlerce seneden beri dönüp duruyor. İnsan da Allah'ın farz kıldığı hususları öğrenmeli bu mutluluğu hayatına bir mühür gibi vurmalıdır.

Kâbız ismi ile Bâsıt ismi hayatı, sonsuzluğu yüce Mevlânın sırlarını işaret eder. Bu iki isim birlikte kullanılmalı etrafımızdaki tabi olaylardan dersler çıkarılmalı. Mevsimler bile insanları sıkar, daraltıp esenliğe çıkarmaz mı? Kış ile yaz aynı mı? Gençlik ile ihtiyarlık bile birbirinden çok farklı iken hayatın imkanları denge­lenmek sureti ile orta bir yolun yolcuları olunmalıdır. Dengesiz insanları çoğaltan günümüz kültürüne verilebilecek en iyi örnek orta yolu tutan insanların hayatlarına taşıdıkları esenlik ve neşe­nin kendilerine sunduğu güzellikleri tanıtmaktır. Darda ve bolluk­ta Allah ile beraber olan insanların yolu kolay olur.

Hak bir gönül verdi bana

Ha demeden hayran olur

Bir dem gelir şâdi kılar

Bir dem gelir giryan olur (Yunus Emre) [53]

 

EL - HAFİD

 

Koruyan, muhafaza edip belgeleyen manasına gelir. Ge­nel kullanımı düşünüldüğünde alçaltan, yukarıdan aşağıya indiren insanların amellerini muhafaza eden, sözlerini kay­dettiren, niyetlerini ve gönüllerinden geçeni bilen, herşeyi gizli açık bilip, has kullarını helak ve şer yerlerde muhafaza eden diye de anlaşılır.

Yaşayan insanlar olarak korkularımızın başında herşeyin kaybolacağı endişesi önemli yer tutar. Bir dönem her türlü eşyayı biriktirerek onları muhafaza edebileceğimizi düşündü­ğümüz olmuştur. İnsanın aslının ne olduğunu şimdi söyleme­nin vakti geldi insan; endişeden başka nedir Allah aşkına. İn­sani yapımızı böylesine iyi bilen Yüce Tanrı insanın bu en sırlı alanına girerek "korkma, endişeye gerek yok, senin her anını kaydediyor ve sana değer veriyorum." diyor.

Peygamberlerin yüce kitapta geçen kıssalarında geçen mucize türü olayları bu ismi şerifin manasınca daha iyi anla­şılır. Yunus peygamberi balığın karnında muhafaza eden, İb­rahim Peygamberi ateşlerde yakmayan Tanrının bu ismi bu­ralarda tecelli etmiştir.

"İnsanın, önünde, arkasında, kendisini Allah'ın emriyle gözetleyecek takipçiler vardır." [54] Kuran-ı Kerimde Hud: 57, Sebe,:21, Şûra: 6'da hafız ismi geç­mektedir. Buralarda geçen bu ismin vekil, muhafız, murakıb manaları düşündürücü değil mi?

"Yukarıdan aşağıya indiren" manası düşünüldüğünde Ku­ranın emirlerine uymayan insanların sonunun ne olacağı da­ha iyi anlaşılıyor. Peygamberimiz İslâm'ı tebliğ etmeye baş­ladığında kendisine uymayan toplum önderlerinin sonu rezil­lik, perişanlık oldu. O'na tabi olan köleler cihan sultanı oldu­lar. İslâm böyle bir nimet iken ondan gafil kalmak anlaşılır gi­bi değil. Gözümüzü açalım koruyan O'dur, değer O'nunla be­raberdir.

Uyan be hey gafil hâb-i gafletten

Ömrün geldi geçti haberin varmı

Bir haber aldın mı sırrı vahdetten

Murg-i canın uçtu haberin varmı (Kul himmet) [55]

 

ER - RAFİ

 

Ululuğuna hiç bir kemalin yükselemediği yüksek kemal sahibi manasına gelir. Allah-u Tealanın sonsuz kudretine ni­hayet yoktur.

Kuran -ı Kerimin manaları düşünüldüğünde bu kelimenin yükselten, yukarı kaldıran diye kullanıldığı anlaşılır. "Arşın sahibi, mertebesi yüce olan yahut dereceleri yükselten, ka­vuşma gününü ihtar etmek için kullarından dilediğine vahyi indirir." [56]Allah'ın kullarını yukarı kaldırması onları şeriatla muhatap kılmasıdır. Dünyada şeref ve itibar ahlaka, soy temizliğine, helalinden kazanıp Allah'ın emirlerine uyma­ya bağlı. Yüce Şeriatın emir ve nehiylerine uyanların yüksek­liklerine tarih şahit değil mi? Köle olan insanlar. İslamla şeref­lenince insanca yaşamanın onuruyla izzetli kişiler olmuşlar­dır. İnsanında yüceliği arzu etmesi lazım. Bedende yaşayan ruhun ait olduğu yer bu ten mezbelesi değil yüceler yücesi­dir. Vücud emanetini alan ruhlar bu vücudla ne yapacaklarını hem kendiler görecek hem de yüce Mevla'ya gösterecekler.

Yüceliğin yolu ruhu terbiye etmekten geçer. Ruh ve terbi­ye arasında ilişki nedir? Özü saf olan bir varlığın terbiyesi derken acaba ne kastediyoruz. Varlıkla münasebetinde akı­lın sadece bir takım düşünceler sunabileceği ruh ve terbiye İşinde neler yapmalıyız. Burası gerçekten sırlı bir alan, bilgi­nin alanında değerlendirmeler yapılmalı bu hususta islam kültürünün sunduğu imkanlar göz önüne alınarak yola koyul­malı.

"Şüphe yok ki arınan kimse korktuğundan ein, umduğuna erişti."[57] Ruhun terbiyesinde iman, ibadet ve haram­ları terk çok önemli konulardandır. Yücelik önce imandan başlar. Varlık hayal, gerçek dışı değildir. İnsan yaşarken herşeyin vehimlerden oluştuğunu düşüncesiyle boşvermişlik yaptığı olur. iman güvence ve esenliktir. İbadet imanın zemininde kendine yer bulur. Hayatın bütün fonksiyonlarını iba­det formatı içinde ele alan yüce dinimizin yüzlerce yıldır gö­nüllere şifa dağıtmasının incelikleri daha iyi anlaşılır. Günah­lardan kaçınma insanın kendini tanıması ile direkt alakalıdır. Günah alanı helal alanı ile karşılaştırıldığı zaman Rabbimizin yarattığı varlıklara şefkati daha iyi anlaşılır.

Çözülmez bilmeceyim nerdem baksam ben bana

Nur'la çamur içice, akıl beden yan yana

Bir yanım göğe ağar, biri gayya kuyusu

Bu ne yaman savaştır hepsi susamış cana (Semih Sergen) [58]

 

EL - MUİZ

 

Kelime manası izzet veren, ağırlayan, lütuf ve ikramı ile gönülleri şad edendir.

Şeref Allahla beraber olmaktır. Varlık bu dünyada görüle­bilen bir anlık zaman süreci. İnsanın imkanları düşünüldü­ğünde karşısına çıkan fırsatların bilmecelerle dolu olduğu görülür. Kainatın büyüklüğü hesap edildiğinde dünyanın bü­yüklüğü bir toplu iğnenin başı kadar bile kalmıyor insan tutupta kendini kibir içinde herşeyin sahibi olarak görürse ne kötü bir durum. Allah'ın şerefli kılmasının yolu şeriatden ge­çer onun emir ve nehiylerine uymakla insan ikramlara ulaşır. İslâm dininin beş temel esası ele alındığında insanın bunlar­la kazanacağı ne çok şey vardır. Oruç ibadetini düşündü­ğümüzde karşımıza ne çok hikmetler çıkıyor. Varlık ve ruh ikisi bir arada hayatı oluşturuyor bedenin gıdaya ihtiyacı var ama bu gıdalanma zaman içinde insanın her vaktini işgal edecek bir duruma gelebiliyor. Dünya hayatının sunduğu im­kanlardan ötelere yol bulmak şart. Tan yeri ağarmaya başla­dığı andan güneş batıncaya kadar yeme, içme, cinsel arzu­lardan bedeni alıkoyma göründüğü gibi kolay değildir. Bu orucun görünen yanı bir de vücudun alışkanlık sonucu yaptı­ğı işlere bir son verme durumu karşımıza çıkıyor ki işte bu an oruçla insanın buluştuğu nokta oluyor.

Kuran-ı Kerimde

"Kim şeref istiyorsa bilsin ki şeref tama­men Allah'ındır. Güzel söz O'na çıkar iyi amel onu yükseltir. Kötü şeyleri kuranlara gelince, onlar için çetin bir azab var­dır. Ve onların tuzağı bozulacaktır." [59]

"Onlar mü'minleri bırakıp kafirleri dost tutuyorlar. Onlar yanında şe­ref mi arıyorlar? Bütün şeref, tamamen Allah'a aittir." [60]

 "Onların sözü seni üzmesin. Üstünlük tamamen Al­lah'ındır. İşiten ve bilen O'dur." [61] şeklinde izzetle il­gili ayetleri buluyoruz.

Alemin bal şerbetinden bana ne?

İşte önümde benim ayran tasım

Ne malım mülküm var, ne azığım

Ben gene de senin azığın olsun diye çalışırım

Senin başını sokacak bir yerin olsun diye

Senin bir dikili ağacın

Ama hürriyeti kulluğa taş çatlasa satmam (Hz. Mevlana) [62]

 

EL - MÜZİL

 

Kelime manası zillete düşüren, hor ve hakir edendir. Yü­ce Allah şerefli yolu Kuran ve Peygamberin getirdiği şeriat olarak gösterip insanları bunlara uymadıkları zaman başları­na neler gelebileceğini belirtiyor.

İslâm prensibleri kötülük yollarını daha baştan kapatıp in­sanı hor ve hakir duruma düşmekten alıkor. Yalan mevzunu ele alalım. Yalan insanı alçaltır, şahsiyetini zedeler. Yalan­dan kaçınmalı kendince doğruluğuna Allah'ı, peygamberi şa­hit tutabilmeli. Şu ayetlere bakalım.

"Allah'a karşı yalan söyleyenlerin, kıyamet günü yüzleri­nin simsiyah olduğunu görürsün." [63]

"Allah'ın ayetlerini yalanlayanlardan asla olma, yoksa kaybedenlerden olursun." [64]

"Kendilerinin doğru söylediklerini canları çıkarcasına iddia ettikleri halde, Allah elbette onların yalancı olduklarını bilir [65]

"İyilikten başka bir şey düşünmediklerine yemin ederlerse de, Allah onların yalancı olduklarına şahadet eder." [66]

"Allah münafıkların yalan söyleyeceklerini kesin olarak bilir." [67]

Kendini tanımak zorunda olan insandır. Huy ve karakteri ile sonsuz yaşamın arzularını içinde geliştiren insanın kendi kendisiyle uğraşması dünya hayatının bir gerekliliği. Bazen insan kendi mükemmel yaratılışını özlemiyor değil. Bir an gö­rünüp daha sonra gayb alemine dönmek ve bunu da sadece bilgilerle yapmak zorunda olmak yaşamın cilvesi olsa gerek. Lailahe illallah Muhammedün Resulüllah.

Zilletten kurtulmanın ilk basamağında nefsin makamını tanımak bulunur. İnsan nefsinin çeşitli günahları işlemeğe uygun olduğunu biliyoruz. Günahlardan kurtulmanın başlan­gıcında la mabude illallah (Allahtan başka ibadet edilecek yoktur) un manası bütün ibadetlerde düşünülmeli günlük la ilahe illallah zikrine devamla bu makamın sırları ortaya çıka­rılmalıdır. Olgunluğun başlangıcına ilk adım buradan atılır horluktan şerefe bu makamdan geçilir. Kolay kıl Rabbim.

"Ey vefa bağının gülü, şunu bil ki çevir, cefa dikeni yüzün­den gömleğini elden bırakmam. Ölmek var, ayrılmak yok; eteğini öyle tuttum senin, Gizlesem de, açıklasam da benim canımsın sen," (Şeyh Galip) [68]

 

ES - SEMİ

 

Kelime işitici, işiten demektir. Allah-u Teala için kullanıldı­ğında O'nun gizli ve fısıltılı biçimde de söyleneni işittiği anla­şılır. Allah'a göre açık söylemek ve içte saklamak müsavidir.

Bu mübarek isim Kuran-ı Kerimde Karib, Basir, Alim isim­lerine bitişik olarak gelmekle bizlere hikmeti bir daha hatırla­tıyor. İnsan için işitmenin önemi ne kadar büyük. Hayatın zevklerinden biri de işitme zevki ve hazzıdır. İşitmeyen eksik olarak tanınır. İşitmenin kemali O'na attır. "Yeryüzüne düşen yaprağın hışırtısını bile O işitir." Mazlum insanlar, seslerinin Rabba ulaşmadığını zannedenler yazık size hem de çok ya­zık. Allah-u Azim Şan kendini duaları işiten olarak tavsif edi­yor. Öyleyse ne duruyoruz dualarımızı O'na yönetelim.

"Yüksek sesle yakarıyorum Rabbe

Yüksek sesle Rabbe yalvarıyorum.

Önüne döküyorum yakınmalarımı,

Önünde anlatıyorum yakınmalarımı,

Bunalıma düştüğümde

Gideceğim yolu sen bilirsin

Tuzak kurdular yürüdüğüm yola

Sağıma bak da gör

Kimse saymıyor beni,

Sığınacak yerim kalmadı,

Kimse aramıyor beni.

Sana haykırtyorum ya Rab!

"sığınağım,

Yaşadığımız bu dünyada nasibim sensin!" diyorum.

Haykırışıma kulak ver

Çünkü çok çaresizim

Kurtar beni ardıma düşenlerden

Çünkü benden güçlüler.

Çıkar beni zindandan

Adına şükredeyim.

O zaman doğrular çevremi saracak

Bana iyilik ettiğin için" (Mezmur)

İşitmekten mana anlamak gereğince amel etmektir. Hak­kın sesleri amele çağırıyor, hayatı ibadet neşesinde yaşama­yı öğütlüyor. Kalu bela gününde işittiğimiz sözü hatırlıyor mu­sunuz?" Ey ruhlar, ey ruh kuşları size kafes olarak birer vücud verdim, benim cemali mi de orada görebilirsiniz, sıfatımı, eserlerimi hatta kendinizi de." Bir zaman kalacağımız dünya­da yüce Tanrı bizim "Ya Rab" sözümüzü bekliyor.

"Gel muştusu erişti cana

Gel diyor yüceler yücesi

De sen can ol da kanatlanıp uçma

Kurak yerde dalgaların sesi duyuldu birden

De sen balık olda sıçrayıp denize dalma

Davullar dövdürüp "geri dön" diyor sultan

De sen doğan olda, avdan eteğin çekip

Sultana doğru kanat açma

Sonsuzluk güneşi aşk yurdunu ışığa boğdu

De sen âşık olda Sema'a başlama." (Hz. Mevlana)

Hakkın sözlerini işitmek için kulak ve gönül terbiyesi şart. Bunun içinde Kuran-ı Kerim'in şu emirleri hayat prensibleri haline getirilmelidir. Namazlar adab ve erkanına uygun bi­çimde eda edilmeli. İyilik için yarış yapılmalı hayatın ölçüsü iyilik olmalıdır. Hayat mücadelesinde Sabır kalesinde oturu­larak, kibir, büyüklenme, insanlardan uzaklaşmaktan vazgeçilmelidir.

Yollarda caka satarak yürümemeli, sözlerimizle kimseyi incitmeyerek bilmediğimiz bir şeyin ardına düşmemeliyiz çünkü göz, kulak, dil, ayak, gönül bütün bu işlerden mes'ul tutulacaktır. [69]

 

EL - BASÎR

 

Kelime görücü, gören demektir. Geniş manası ise görme­sine son olmayan bir had ve hudud tasavvur edilmeyendir.

Kuran-ı Kerim'de "İbrahim babasına demiştir ki;

"Babacı­ğım, işitmeyen, görmeyen ve sana hiç bir surette fayda ver­meyen şeylere niçin tapıyorsun." [70]şeklinde ge­çen yüce hikmete ne demeli. Görmek mükemmelliğin şartla­rından biri. Baktığımızda görmek onunla yüce Tanrıya yol bulmak hikmetin aşamaları. Allah'ın görmesinin mahiyeti in­san tarafından bilinemiyorsa bunun sebebi insanın sınırlı varlık içinde yaşamasıdır. Ruh sınırlarını oluşturan vücuddan çıktıktan sonra neler görecek nelere şahit olacak.

Dünyada imtihanın cilvelerinden biri de budur. Ruhun sı­nırlanmasına, kendisini ifadeye engel koyan bu vücud bir gün biyolojik süreci tamamladığında her şey ayan beyan gö­rülüp insan yaptıkları ile başbaşa kalacaktır.

"Bir gün kral dedi ki: "Ben, düşümde yedi semiz inek gö­rüyorum, bunları yedi zayıf inek yiyor. Ve yedi yeşil, yedi de kuru başak görüyorum. Ey efendiler, eğer siz rüya tabir edi­yorsanız bu rüyamın tabirini bana anlatın. Yorumcular dedi­ler ki: "Bu, karışık düşlerden ibarettir. Biz, karışık düşlerin yo­rumunu bilmeyiz. Zindandaki iki kişiden kurtulan adam, uzun bir süre sonra bu olay üzerine Yusuf'u hatırladı da dedi ki: "Ben size onun yorumunu haber veririm, hemen beni zinda­na gönderin. Zindana Yusuf'un yanına geldi dedi ki"Yusuf, ey çok doğru söyleyen insan bize şu rüyayı yorumla: Yedi se­miz ineği, yedi zayıf inek yiyor ve yedi yeşil yedi de kuru ba­şak neyi gösteriyor? Umarım ki senin yorumunla insanlara dönerim, onlarda bilirler." Yusuf dedi ki: "Siz adetiniz üzere yedi yıl ürün ekersiniz. Biçtiğinizi başağında bırakırsınız, an­cak yiyeceğiniz az mikdarı alırsınız gerisini depo edersiniz. Sonra onun ardından yedi kurak yıl gelecek ki tohumluk olarak sakladığınız az mikdar dışında, o yıllar için önceden bi­riktirdiklerinizi yiyip bitirir. Sonra onun ardından bir yıl gelir ki, o yılda insanlara bol yağmur verilir ve insanlar o yıl bol bol meyve sıkıp hayvan sağarlar" [71] Yusuf pey­gamberinin yorumladığı bir rüyaya benzer bir rüyayı da hepi­miz yaşıyoruz. Dünya hayatının yorumu ya cennet ya da ce­hennem de yapılacak bunu hep birlikte göreceğiz.

Allah'ın görmesi Peygamberimizin hadisi şeriflerinde çok ince ifadelerle anlatılır. Cibril hadisinde "Bana ihsanı anlat! İhsan; görüyormuş gibi Allah'a ibadet etmektir. Her ne kadar sen onu görmüyorsan da o seni görmektedir."

Ey tarikat erleri ey hakikat pirleri

Bir haber verin bana ol bi - nişan karidedir

Kandedir dostun eli kande açılır gülü

Dost bahçesi bülbülü gül-i handan kandedir

Aradım bahrü beri bulmadım ben bu sırrı

Cismi candan içeri gizli sultan kandedir

Madem ki can tendedir ten can ile zindedir

Amma nidem bilmedim cana canan kandedir

niyaziye can olan sırrında Sultan olan

Din-ü hem imân olan ol bimekân kandedir (Niyazi Mısri) [72]

 

EL - HAKEM

 

Kelime men etmek, sağlam yapmak, Kuran, nübüvvet manalarını üzerinde toplayan demektir.

Bu kökten türeyen bir kelime daha vardır ki o da Hikmet dir. Hikmet, en yüce ilim ile eşyanın, varlığın sırlarını bilmek, korkulardan emin olmaktır. Allah-u Teala için el - Hakim sıfatı kullanıldığında doğru iş yapan ve doğruluktan hiç şaşmayan bir Tanrı anlaşılır. Rabbimiz varlıkları yarattıktan sonra onla­rın kendilerinde ve aralarında meydana gelebilecek olaylarda hüküm vermeye en layık olandır. Hüküm karar alma ve bunu uygulamaya denir ki islam dininin hükümleri insanın can, mal, nesil, akıl ve dinini korumaya yönelir. Seri hükümlerin başlıca iki kaynağı vardır.

1) Kitab

2) Sünnet

Dini ve seri hükümlerin esas kaynağı yalnız bunlardır. Kı­yas ve icma denilen kaynaklar ise kitab ve sünnetten çıkartıl­mıştır. Dini hükümlerin özü adalet ve ihsanı oluşturarak insa­nı kamil fertlerden oluşan toplumla yeryüzünde Allah'ın ni­metleriyle hoşnud, seven ve sevilenler olmaktır.

Maddi hayat, manevi hayat ikilemine itibar etmeyen kitabı mümin

"Allah size kitabı açık açık indirmişken, Ondan başka bir hakem mi ararım." [73]buyruğundaki hikmete dikkatimizi çekiyor, Allah'ın kitabında kişisel hayatımızı ilgi­lendiren hususları bulduğumuz gibi toplum, tabiat, diğer var­lıklarla ilişkileri dengeleyen referanslarda vardır.

"Yoksa cahiliye hükmünü mü arıyorlar, iyice bilen bir topluluk için Al­lah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir." [74]Yü­ce Tanrının insanların işlerinde uygulamak için koyduğu ku­ralları görmezden gelmek bunca nimetlere karşı nankörlük olmaz mı? Yaşadığımız toplumda nelerin Allah'ın hükmü ol­duğu hususunda belirsizliğin yaşandığını söyleyenler aslında büyük hakikatleri ortadan kaldırmaya çalıştıklarının farkında-mıdırlar. İnsanı ve toplumu ilgilendiren hangi husus acaba yüce islam dininin sınırları dışında tutulmuştur. Dünya hayatı insanın heva, hevesiyle Yüce Allah'ın emirlerinin uygulanma mücadelesinin verildiği yerdir. Burada tercihi Allah'tan yana yapanlarla kötüden yana yapanlar nasıl hala Allah'a kul ol­duklarını beyan edebiliyorlar?

Her an yüce Tanrı hükmetmekte ve bunu bir an için ihmal etmemekte. Kainat Rabbimiz kudretiyle varlığını sürdürürken bunu yüreklerinin en ıssız köşelerinde gören insanlar O'na şehadet ediyor bizi şeriatı Muhammediyeye davet ediyorlar. Kendi vicdanlarımıza döndüğümüzde sahi söyleyin bakalım hakem olarak Allahı mı tercih ederdiniz yoksa diğerlerini mi?

Sen Hakk'a tevekkül kıl

Teslim ol-u rahat bul

Her işine râzi ol

Mevla görelim neyler

Neylerse güzel eyler

(Erzurumlu İbrahim Hakkı) [75]

 

EL-ADL

 

Kelime manası eşlik ve dengedir. Her şeyi yerli yerinde yap­mak, yerli yerine koymak diye de anlaşılabilir,

Adaletin karşıtı zulümdür. Allah zalimleri sevmez onlara bi­razcık yakınlık gösterenleri bile uyarır. Onun için dinimizde zu­lüm haramdır, çok kötü bir iştir, zulüm işleyenler karşılarında Al­lah'ı bulurlar. Allah'ın adaletine bütün varlık şehadet ediyor, vic­danlar onu anlayıp sükuta dalıyor, kamil insanlar ona kullukta her an boyun eğiyorlar. İnsanlar kendi aralarında ve tabiata kar­şı adil olmak zorundadırlar. İnsanın adil olabilmesi en başta Al­lah korkusu, vicdan, iyi bir zeka, işin önce ve sonrasını görebile­ceği akıl, zorluklara sabır, vakar, cesaret, sevginin olması lazım bu saydığım özelliklerin bir araya gelmesi kolay olmamakla be­raber insanlık tarihi bu vasıflara sahip kişilerin izleriyle doludur.

Maddi dünyada gördüğümüz adalette hiç bir şaşma yok ama insan niçin devamlı adaletten kaçar, kanunları kendi çıkarlarına göre yorumlar. İnsanın bu ve benzeri özelliklere yönelmesi ken­dinde bulunan iyilikleri örtmesindendir. Dünyanın imtihan yeri ol­duğunu unutmayalım. Biz bunca iyilikle her şeyi yerli yerince ya­ratmadan söz ederken iyilik diye gördüğümüz olaylarda bile farklı değerlendirmeler yaparız. Allah mutlak adaletin sahibidir. Yeryüzünde nice olaylar var ki insanlar arasında yer alan ka­nunlardan dolayı tam manada adaletin tezahürü mümkün olamı­yor. İşte bütün insanlar için bir adalet gününün olması gereği bi­ze yüce Rabbimizi bir daha hatırlatıyor O dur adalet gününün sahibi, hiç bir zulme bulaşmamış olan iyiliklerin kaynağı.

Sen adli zulüm sanma

Teslim ol odâ yanma

Sabret sakın usanma

Mevla görelim neyler

Neylerse güzel eyler

(Erzurumlu İbrahim Hakkı) [76]

 

EL - LATİF

 

Kelime ince ve gizli yönleri bilen, kanun koyan, zorları ko­laylaştıran manasınadır. Kuran-ı Kerimde geçen ayetler ışı­ğında ise en karışık işlerin bütün teferruatını bilen, oluşu bile anlaşılamayan şeyleri yapan, ince ve farkedilmez yollardan kullarına çeşitli nimetler ulaştıran diye anlaşılırken şu hususa da dikkat çekmek lazım latif; kulların İşledikleri kusur ve gü­nahları onları ebedi olarak mahcubiyette bırakmamak için unutturan demektir.

Etrafımızda binlerce canlı, cansız varlık ile Allah'ın lütfü olarak yaşıyor işlerin inceliklerini öğrenmeye başladığımızda her an hayretimiz biraz daha artıyor, inceliklerin içinde yer alan kanunlar bile gizli, çözüm devamlı yeni sırlara gebe, ne nasıl oluyor bunu bilmek sadece kaba hatlarla olabiliyor. Al­lah bütün incelikleri bilir çünkü bütün bu varlıkları o yarattı. Tanrı'nın yaratmada koymuş olduğu kanunlar ile bütün var­lıklar işlerin akışı içinde kendi yollarına devam ederek varlık­larını sürdürür. Fıtratın sesine kulak verdiğimizde kendi içi­mizde bile bu fısıltının bazen yankılandığını duyduğumuz olur. Allah insanın işlerinde sadece kendinin anlayabildiği in­celikler oluşturmak suretiyle hayat cazibesini canlı, umutlu tutmuştur. Her insan hiç ummadığı zamanlarda Allah'ın yüz­lerce nimeti ile karşılaşmadı mı? Yaratılan ve bir vakit geçi­ren kişi kendini yokluktan varlık alanına çıkartmak lütfunda bulunan Allah-u Tealaya kulluk yapmasında ne yapsın! Zor­luklar kolay ve güzel şeylerin etrafında yer alır. iyilik ve ina­yete ulaşmak arzusu insanı hep çalışma ile karşılaştırırsa o insana mutluluğun kapısı açılmış demektir. Yaşamın sırlarını öğrenmek isteyen insanın virdi ya latif olmalı ve buna gece gündüz teşbih sayısınca yedi gün devam etmelidir.

Gelse celâlinden cefa

Yahut cemalinden vefa

İkisi de cana safa

Kahrında hoş lütfunda hoş

Ger bağu ger bostan ola

Gerbendü ger zindan ola

Ger vasi ü ger hicran ola

Kahrında hoş lütfunda hoş

(Erzurumlu İbrahim Hakkı) [77]

 

EL - HABİR

 

Kelime ilim, yumuşaklık, gevşeklik, bolluk manalarına ge­lir. Kuranın genel kullanımında ise her şeyin özünden, bilin­meyen taraflarından haberdar biçiminde kullanılır.

Varlık, ruh, beden, ilim daha peşi sıra sıralayacağımız ke­limelerin hakikati nedir dahası hakikatin özünde ne vardır? Sorular uzar gider, sorudan sorundan uzak bir hayatı düşün­mek hayal. Kuran-ı Kerimde Habir ismi Hakim, Basir, Latif, Alim isimleri ile beraber kullanılarak İnsanlara ibadete layık olan Allah'ın neleri nasıl bildiğinin yolları da gösterilmiştir. Varlıkta bilinmeyen tarafların olması ve bununda insana hissettirilmesi Tanrı'nın bir cilvesi olsa gerek. Her şeyde bir bi­linmeyen var, bilinmeyenin bile kendince bilinemez tarafları çok. Allah-u Azimşan Peygamberleriyle insanın bilemeyeceği diğer boyutla ilgili haberleri vermek suretiyle merak uyandır­mış bizleri cennetin nimetlerinden haberdar ederek hal diliyle

"Ey kullarım sırlar hazinesini talep edin, varlık aynasını parlatında cemalullahı seyredin." diyor.

Ayinedir bu alem her şey Hakk ile kaim

Mir'atı Muhammed'den Allah görünür daim. Allah'ın bollu­ğu için şahit mi arıyorsunuz. Kendinize, çevrenize, başınızı kaldırın da gökyüzüne bakın. Varlık cezbesinden sarhoş olan alemlerin seslen kulaklarınıza ulaşmıyorsa bari şu dizelere kulak verin.

Gönlümü sevgili yaktı benim

Bilsen nasıl bir sevgili

Gönlümde o ateşle

Cihan harmanını yangına verdi

Bir kıvılcımla canım öyle ateşe kesti ki

Demir de taş da mum gibi eridi

Can mumu gibi

Hiç bir ateşe benzemez o ateş

Binlerce çerağ geceyi aydınlatıp ışığa boğdu birden

Aşk diyarında bir ses yankılandı

Bilsen nasıl bir ses

O ses bir pencere açtı gönül evinde

Yepyeni bir güneş doğdu o pencereden

Görsen nasıl bir güneş

Zerrece gölge kalmadı, zerrece karanlık

Nurdan gül fidanları

Ateşten nesrinler, susam çiçekleri serpilip açıldı

O yeni güneşin güzelliğinden

Bilsen nasıl bir güzellik (Hz. Mevlana) [78]

 

EL HALİM

 

Kelime gücü yettiği halde affeden, cezada acele etmeyen teenni sahibi manasınadır.

Yüce Rabbimizin Halim ismi şerifinin tecellisi devam edi­yor. Hayatta karşılaştığımız zorluklar, başımıza gelen musi­betlerde çok aceleci davranıp Allah-ı Tealayı düşünüpte na­sıl oluyor da hiç acelecilik göstermiyor, dediğimiz olmuştur. Kuran-ı Kerimde Halim ismi Gafur, Alim, Şekur ismi ile bera­ber geçer ki bizler dersler çıkartalımda insanı kamil olalım. Allatvu Azim Şan kullarına karşı yumuşak davranıp gazablı ve celalli olmaz dini mübini İslamı bile esenlik vesilesi yap-mamışmıdır. İnsanlık tarihinde Allah'ın lanetini isteyen ka­vimlerin sonu ortada bu günde şeriata uymayan milletlerde görülen çöküş had safhada.

İnsanın ömür boyu yaşadığı hayat gözüne ne kadar uzun görünüyor? Hakikatte ise insanın ömrü bir anlık aydınlıktan başka nedir ki? İnsan bu aydınlıkta ne kadar görüş alanına girebilecek şeyleri görebilirse o kadar mükemmelliği yakala­yabilecek iken anlamsız olaylarla ömrü heba etmesi ne kötü. Allah'tan seri olarak cezalandırmayı beklemek akıl karımıdır ki insan bunu istesin. Zaman mefhumu insana bir şey söyler. Ölümü talep etmenin anlamı yok zaten her nefeste ölüp ölüp dinliyoruz. İnsanı Kamil olanlar merhamet kuşağı oluşturur ve insanlara hilm ile muamele ederler böyle yapmayıp da ne yapsınlar? Onların bu davranışları çoğu zaman acziyetmiş gibi algılanır. Fesuphanallah. İnsanı Kamil bütün mahlukatı Allah'ın yarattığı olarak görür ve onlara şefkatiyle nazar kılar.

 

Beri gel, daha beri, daha beri

Bu yol vuruculuk nereye dek böyle?

Bu hır gür, bu savaş nereye dek

Sen bensin işte, ben senim işte

Ne diye bu direnme böyle, ne diye

Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye?

Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek

Ne diye böyle şaşı olmuşuz, ne diye (Hz. Mevlana) [79]

 

EL - AZİM

 

Kelime büyüklük ve kuvvet manasınadır. Allah için söyle­nildiğinde büyüklük ve ululuk sahibi demektir.

İnsan için ölçülerin önemi büyüktür. Mesafeleri, birimleri, değerlendirmeleri sayılarla yapar ve zihnimizde sıralamalar oluştururuz. Yeryüzünde büyük olarak gördüğümüz eşyaları yapanları takdir eder onlardan övgüyle söz ederiz. Peki aynı şeyi insanı yaratan, kainatı var eden için niçin söylemekten kaçınıyoruz. Tanrının büyüklüğüne delil istersek insanın ken­dine bakması yeterli. İşin ehli bilir ki insan mükemmel bir bü­yüklüğün eseridir. Gerçek anlamda büyüklük ise kendindeki sırların farkına varmadadır. İnsan nedir? Biyolojik yapısı ölü­me ayarlanan varlığın, yaşamının bir an olsun sadece bura­ya ait olduğunu düşünelim. Hayat sadece yaşanılan kısa bir süreçten ibaret farz edilsin. İnsanda duygularının isteklerini yerine getirmeye mahkum bir varlık olsun. Akıl ne yapar? Akıl sadece iyi insanlarda mı Tanrı'yı bulma uğraşılarına kaynaklık eder.

Yaş ilerledikçe sahip olduğumuz şeylerin elimizden çık­masını anlayamayız. Ya hayatta insanlar eliyle yapılan hak­sızlıklara ne demeli? Zenginin fakiri hor görmesi, insanın in­sanlara çeşitli sebeplerle itaata zorlanıp, şeref haysiyetin ayaklar altına alınması dahası insanın kendi eliyle kendini yok etmesi gibi sorunların Tanrı olmadan düşünülmesi bile imkansız. Ben onun varlığına bir daha şehadet ediyorum.

"Ben herşeydeyim, her taraftayım. Ben güneşin parıltısıyım. Ben ayın ışığıyım. Ben sizi çevreleyen sıcaklığım. Sizi yaşatan havayım. Ben yıldızlardan düşen ve bitkilerin kalbi­ne işleyen şebnemim. Ben gecenin derinliklerine akan ora­larda elmaslar halinde billurlaşan ışığım. Ben çiçeklerdeki kokuyum. Ruhlarınızdaki iliğim. Şiirlerinizin vezniyim. Kaina­tın ahengiyim.

Ey Celaleddin biliyor ki, bütün yarattıklarım da hayat be­nim. Doğurtan benim, öldüren benim. Uyuyan benim. Uyanık duran benim. Ben toprağım, suyum, ateşim. Görünen benim görünmeyen benim. Canda, aşk da, ölümde benim...

Ne korkuyorsunuz.

Öldüğünüz vakit bana dönmüyormusunuz" (Hz. Mevlana) [80]

 

EL - GAFUR

 

Örtmek manasınadır. Allah-u Teala için söylenildiğinde kullarının günahlarını affederek örten diye anlaşılır.

Kur'an-ı Kerimde bu kelime Kehf suresinde

"Ama çok ba­ğışlayan, esirgeyen Rabbin, eğer onları, yaptıklarıyla hemen cezalandıracak olsaydı, onların azabını çabuklaştırırdı. Fakat onlar için vadedilen bir zaman vardır ki, ondan kaçıp sığına­cak bir yer bulamayacaklardır." [81] ve İsra suresinde

"Rabbiniz içlerinizdekini daha iyi bilir. Eğer siz iyi kişiler olur­sanız şüphesiz ki, o tevbe edenleri bağışlayandır." [82]diye geçer ve diğer esmayı hüsnadan Vedud, Aziz, Şekur, Afv, Halim ismi ile beraberde geldiği olur.

İnsanın günah işlemeden bir hayat geçirmesi mümkün müdür? Bu soruya verebileceğimiz cevabın hayat görüşü­müzle direkt alakası vardır. Günah alanlarının belirlenmiş ol­ması insanı bu gibi davranışlardan uzak tutabilirse de varlı­ğın özünde oluşturulan zıt ilişkinin günah ve sevab karşısın­da aynı tavırları aldığını görüp bunun neden böyle olduğunu düşünmemiz lazımdır. İnsan günah işlemeye fıtratan müsait ise ve bunda kendisinin tercihi mi söz konusu yoksa o bunu cibilliyeti gereği mi işliyor? İnsan yasakları önce öğrenir son­ra toplum ve fert boyutunda suç sayılan davranış biçimlerinin kişiye ve cemiyete ne gibi tesirler yaptığını görür, tercihini daha sonra iyiden ya da kötüden yapar. Yanlış olanın bütün insan toplumlarında öyle ya da böyle günah olarak algılan­masını büyük bir hikmet olarak anlıyorum. Allah-u Azim Şan tövbelerimizi kabul buyursun.

Hak çalabım, hak çalabım

Senciteyin yok çalabım

Günahlıyım yarlıgagıl

Ey rahmeti çok çalabım

Gel ko gıl beni yanayım

Baştan boşa usanayım

Ol sevdiğim Muhammede

Olayım çırak çalabım

Ne yoksulu baylardasın

Ne köşk-ü saraylardasın

Girdin miskinler gönlüne

Edindin durak çalabım

Kullar senin sen kulların

Günahları çok bunların

Uçmağına sal bunların

Binsinler burak çalabım

Ne ilmim var ne taatim

Ne gücüm var ne kuvvetim

Meğer senin inayetin

Kıla yüzüm ak çalabım

Yarlıgagıl sen Yunus'u

Bu günahlı kullar ile

Eğeryarlıgamaz isen

Keykatı firak çalabım (Yunus Emre) [83]

 

EŞ - ŞEKUR

 

Kelime manası nimeti düşünüp ilan etme, zıddı ise nan­körlük olup, nimeti unutup örtmektir. Allah için kullanıldığında kullarının günahlarını bağışlaması, amellerinin karşılığını vermesi ve onları övmesi diye anlaşılır.

Yüce Tanrı kendi rızası için yapılan işleri daha fazla kar­şılığı ile verir. Değil mi ki bütün mahlukatı gizli sırlarının bilin­mesi için lütfuy la yarattı. Allah-u Teala'nın varlıkları yaratma­sında hiçbir beklentisi yoktur, o yaratmasıyla kendinden ek­silme ve çoğalma olmayandır. Şükreden bir kul olmamız la­zım. Var kılındık, nimet ve ihsanlarla yaşadık onu tanıdık O'nun yolunda bulunduk bundan sonrası Rabbimiz merha­metine kalmıştır.

Her nimetin bir külfeti vardır. Her hak, bir vazife karşılığı verilir. Her kim bir hak elde ederse, karşılığında muhakkak bir görevle vazifelendirilir. Madem bu umumi bir kuraldır Öy­leyse Allah-u Teala'nın bize lütfettikleri bir çok nimetlere kar­şı, o nimeti vereni tanımak O'nun söylediklerini tutmak, O'nun şeriatından hiç çıkmamak lazımdır. Tanrıya karşı da­ima edeb ve terbiyeli bulunmak, ismini hürmet ve saygıyla anmak, O'nun yapın dediklerini yapmak, yapmayın dedikle­rinden uzak kalmak, O'na canü gönülden ibadet etmek, O'nun sevgisini kalbimize yerleştirmek, bütün işlerimizde O'nun rızasını gözetmek, sevdiğini sevmek sevmediğinden uzak durmak lazımdır.

"Allah'ı seviyorsanız bana uyun. Allah'da sizi sevsin ve size günahlarınızı bağışlasın." [84]

"Babanız, oğlunuz, kar­deşleriniz, akrabalarınız, elde ettiğiniz mallar, durgunlaşmasın­dan korktuğunuz ticaret, beğendiğiniz evler, size Allah'tan, onun peygamberlerinden ve Allah yolunda, uğraşı vermekten daha sevgili ise Allah'ın felaket emrinin gelmesini bekleyin. Allah, fâsık kimseleri doğru yola ulaştırmaz."[85] Ey gönül! Dışı bırak içe bak

Ey Akıl! Kır kalemini artık

Ey Aşk! O ırmakta ayak izi arama

Akar su gibi yürü, akar su gibi ak

Çünkü her solukta cana can katar o su

O suyun kabı bir an durdurursa suyu

Irmağa suç yükleme

Çünkü sorgudan da uzaktır, pişmanlıktan da o su (Hz, Mevlana) [86]

 

 

EL - ALİY

 

Kelime yüce, ulu, ihtişamlı manalarına gelir. Allah için kul­lanıldığında "pek yüce" diye anlamak gerekir.

Allah'ın büyüklüğüne şahit istiyorsak kendimizi ele alalım. Bizlere vermiş olduğu nimetlerinin maddi karşılığını hesapla­dığımızda bunların sadece bir tanesini bile karşılayamayaca­ğımız ortada. Göz nimetini ele aldığımızda sırf onun küçük bir hastalığı bizleri altından kalkamayacağımız zorluklara gö­türüyor. Akıl, zeka, sevgiyi düşündüğümüzde şaşırıp kalıyo­ruz. Kuran-ı Kerimde "Gaybı ve mevcudu bilen, büyük, pek yüce!"[87] biçiminde geçer.

Allah-u Azimşanın büyüklüğü için insanın sahib olduğu il­min değerini bilmesi gerekir.

"Bilmiyorsanız, ilim adamlarına sorun" [88]

"İndirdiğimiz hidayet ve açık delilleri, ki­tapta; insanlar için açıkladıktan sonra onları söylemeyip giz­leyenlere Allah lanet eder ve lanet edecekler de lanet eder­ler." [89]

"İnsanlar arasında Allah'ı ancak alimler yüce tutar." [90]

"Allah, melekler, adil davranan ilim adamları O'ndan başka Tanrı olmadığına şahitlik ederler." [91]Büyüklük düşünce olarak insanı her zaman ilgilendirmiş ve her şeyde en büyük olanın tercih edilmesi insan tarafın­dan arzulanmıştır. En büyük varlık, en büyük affedici, en bü­yük nimet verici her zaman hatırlanarak insan düşüncesin­den ilahi olana yol açılmaya çalışılmıştır. Allah'ın isimleri için­den başlı başına el-Aliy in olması diğer düşüncelerden bizleri uzaklaştırmakta, kemal sıfatı ile hayatı yaşamanın önemini bir daha hatırlatmakta. Büyüklüğün anlaşılması için insanın züht hayatını zenginliklere tercihi şarttır. İnsanın nimetlerden kurtulup bunları veren Rabbi tanıması hayat sırlarından bir sırdır. Eşya bağımlılığı insanın ayaklarını çamurdan çıkar­maz.

Can bağışlıyor o güzeller sultanı

Güzellik bağışlıyor

A güzellik vurgunu yol nereye?

Açıldı işte beden kafesinin kapısı

Uç ey kuş

öz cevherine doğru uç

İşte acı su, işte bataklık

İşte ölmezlik, işte özgürlük

Canın yüce doruğuna uç

Çık git aradan ey can

Çekil de; ayrılıktan kavuşmaya göçelim (Hz. Mevlana) [92]

 

EL - KEBİR

 

Kelime büyük, uiu manasınadır. Buradaki incelik büyüklü­ğünü gizleyen, kullarını kendisini görmeden istediğine yönel­tendir.

Ululuk Tanrıya aittir ve ona layıktır. O bu hususta biricik­tir. İnsan büyük olarak vasıflandırdığı şeylere şöyle bir baksa ne kadar yanıldığını anlar. Kanunlar yapılır, ilk anda yapılan bu kurallar övülür kısa bir vakit geçince de bunlar yerilir. İn­sanlar gücü ellerinde bulundurdukları zamanlarda gördükleri ilgi bu güç ellerinden alındığında göremezler bunun böyle ol­duğunu bildikleri halde yinede insanın öğüt almaması ne dü­şündürücü.

Büyük olan Allah-u Azimşanın ululuğunu ibadetlerimizle tazim etmeliyiz. Verilen bunca nimet O'nun büyüklüğünün bir nişanesi iken bizlerin O'na ibadette saygımızı göstermeme­miz hiç yakışık almaz. İnsan bir şeyden korkunca ondan ka­çar, Allah'tan korkan ise ne ince bir sırdır ki yine O'na kaçar.

"Allah haktır, O'ndan başka yalvardıkları bâtıldır. Gerçekten ulu ve büyük olan, yalnız Allah'tır." [93]

"O'nun hu­zurunda, O'nun izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez. Nihayet onların yüreklerinden korku giderilin­ce birbirlerine: "Rabbiniz ne buyurdu" derler. "Hakkı buyur­du." derler. O, yücedir, büyüktür" [94]

"Bu duruma düş­menizin sebebi şudur: Tek Allah'a çağırıldığınız zaman inkar ederdiniz. O'na ortak koşulunca da inanırdınız. Artık hüküm yüce ve büyük Allah'a aittir." [95]

Müstağni ne bilir Tanrıyla geçinmek ne kadar güç

Müştakına sor kim, anınla geçinmek ne kadar güç

Senden ol feyzi ister ki kendi evsâfı gibi

Ne temiz duygudur amma ifası ne kadar güç

Vasfı eyanmda latiftir zat-ı ilahisi

Ki, tâb-ı beşeri incitmek ne kadar güç

Derdi, ateşi, belası sızdırıp saf eder amma

Bu ilahi ameliyeye tahammül ne kadar güç

Hüsnü tab-ı pâkine mir'at oldu ef'alim

Seni öyle sever ki anı vasfeylemek ne kadar güç

Kahrının rüzgarı kah zemheri gibi eser amma

Lütfunun ısıttığı gönlü soğutmak ne kadar güç

(Aşçı Mehmet Dede) [96]

 

EL - HAFIZ

 

Koruyan manasınadır. Allah-u Azimşan için kullanıldığın­da alemleri, orada bulunanları muhafaza eden ve bu ona zor gelmeyen diye anlaşılır.

Yüce Tanrı yapılan işleri bütün tafsilatıyla tutan, her şeyi belli bir vakte kadar sıkıntı ve helak olmadan muhafaza edendir. İnsanlar yaptıklarını unuturlar, unutma insanın en büyük kusurlarından biri sayılır ama yüce Tanrı hiç bir şeyi unutmaz. Alemlerin muhafaza edilip onların kendi dairelerin­de hareket etmesi müthiş bir gücün göstergesi olduğuna bu işle uğraşanlar şehadet edip boyun eğiyorlar. Allah-u Teala insanları maddi, manevi zararlardan, zulmetlerden korumak için; akıl, fikir, basiret vermesi, peygamberler göndermesi, ki­taplar indirmesi, helali, haramı bildirmesi, iyiliği teşvik edip kötülüklerden insanı men etmesi onun bu ismi şerifi hürmeti­ne olan işlerdendir. Şeriatın yolu bu kadar aydınlık ve insa­nın menfaatine uygun iken insanların yollarını kötülüklere ulaştırmaları kendilerinin seçimleri değilmidir. İnsanın kendini muhafaza etmesi öncelikle ruhunu terbiye etmesine daha sonra da mide, cinsi duygu, dil, sinir, hased, dünya sevgisi, şöhret arzusunu terbiye etmesine bağlıdır. Riya, kibir, gurur­dan uzak durma insanı muhafaza eder. Nefsini dünya istek­lerinden temizleyen insana Hakkın hikmet ve ilhamları ulaşır. Ferd korku ve ümid arasında 'la maksude illallah' zikrine teş­bih adedince devam etmekle kaib makamından bir üst maka­ma yol bulacaktır.

Bir nazarda katmayalım

Gel dosta gidelim gönül

Hasret ile ölmeyelim

Gel dosta gidelim gönül

Gel gidelim can tutmadan

Suret terkini vurmadan

Araya düşman girmeden

Gel dosta gidelim gönül

Terkedelim ili şan

Dost için kılalım zarı

Ele getirelim yân

Gel dosta gidelim gönül

Kılavuz ol gel sen bana

Yönetelim dosttan yana

Bakmayalım önden sona

Gel dosta gidelim gönül

Ölüm haberi gelmeden

Ecel yakamız almadan

Azrail hamle kılmadan

Gel dosta gidelim gönül

Gerçek erene varalım

Hakk'ın haberin soralım

Yunus Emre'yi alalım

Gel dosta gidelim gönül (Yunus Emre; [97]

 

EL - MUKİT

 

Her yaratılmışın ruh ve beden gıdalarını veren manasına gelir.

Allah-u Teala yarattığı her varlığın özelliğine göre onları gıdalandırmakta, yaşamlarına göre birtakım sebepler vasıta­sı ile şekil vermektedir. İnsanın tabi ihtiyaçları, diğer varlıklar­dan farklı, bitkiler, hayvanlarınki ise tamamen değişiktir. Rız­kı veren Allahtır. Sebebler nzıkın yollarıdır ama burada ilahi sırlar gözümüzü kamaştırmakta insanların zenginliklerinin sebeplerini bir yere kadar izah edebilmekteyiz. Çalışmak yer altı ve üstü zenginliklerin ortaya çıkartılmasına gayret göster­mek rızık kapısını açar. Maddi çalışmalar kadar manevi ça­balarda bizleri yola getirir ve insan olduğumuzu hatırlatır. İs­lam toplumlarında bu gün manevi eğitimin çok iyi bir durum­da olduğunu söylememiz mümkün değildir. Din eğitiminden anlaşılan belirli genel geçer ibadetlerin sadece görünen yan­ları üzerinde durup inceliklerine nüfuz edilmemek biçiminde kendini göstermekte.

"Kim güze! bir şefaatle şefaatte bulunursa, ondan kendisi­ne bir sevab vardır. Kim de kötü bir şefaatle şefaate bulunur­sa ondan kendisine bir günah vardır. Allah her şeye hakkıyla Kadir ve Nazırdır." [98]

Rızık endişesini çözmek bilgiyle mümkün değildir. Bilgi maddi açlıkları doyurmaz! Yüzyıllarca insanı en zayıf yerin­den yakalayanlar bunda rızık meselesini çok iyi kullanmışlar, açlık, sefalet ile binlerce insanı yola getirmişlerdir.

Gerçek manada rızık Allah'a aittir, o dünyaya getirdiği her varlığın rızkını da vermekte ve bunu devamlı yapmaktadır.

Dünyada nice diller var, nice diller

Ama hepsinde de anlam bir.

Sen kapları, testileri hele bir kır

Sular nasıl bir yol tutar, gider.

Hele birliğe ulaş, hırgürü, savaşı bırak

Can nasıl koşar, bunu canlara iletir (Hz. Mevlana) [99]

 

EL - HASİB

 

Kelime hesap gören demektir. Allah-u Teala insanları ver­miş olduğu nimetlerden dolayı hesaba çekecek nefislerine zulmedenlerle nefislerini kurtaranları ayıracaktır.

Varlığın neşesinden biri de imtihan olunmadır. Bütün mahlukat kendi yollarında soru, cevaba muhatab kılınmakla imtihan olduklarının farkında mıdır? Yüce Tanrı hesabları bi­lir ve onlardan haberdardır. Her varlığın bir hesabı varken Al­lah'ın hesabını unutmamak ne büyük gaflet. Kıyametin bir adı da hesap günü değil mi? Mutlak adalete olan ihtiyaç in­sanları mahşer yerinde toplayacak ve insanlar orada ince bir hesaptan geçirilecekler. Bunun böyle olmasını akıl bile dü­şündüğünde anlamakta dünyada istenilen hüküm ve adaletin gerçekleşmemesi buna ihtiyacı her geçen gün daha da artır­makta.

"İnsanların hesapları yaklaştı, fakat onlar hala gaflet için­de yüzçevirmekteler." [100]

"Kıyamet günü için adalet terazileri, kurarız. Hiç kimseye bir haksızlık edilmez. İnsanın yaptığı iş, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa onu getiririz. Hesab gören olarak biz yeteriz." [101]

"Durdurun on­ları, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir." [102]

"O gün Allah'a arz olunursunuz. Sizden hiçbir giz Allah'a gizli kal­maz." [103]

"Çünkü onlar bir hesap görüleceğini um­muyorlardı." [104]

"Hayır, Rabbinin bu kadar iyiliğine rağmen yine insan azar. Kendini zengin kendine yeterli gör­düğü için. Ama dönüş Rabbinedir." [105]

Hayatta her geçen gününün kar ve zarar hesabını çıkar­tan insanın ilahi adalete de hazır olması menfaati gereğidir. Her gün gördüğümüz binlerce olay bize hesabı ve ayırımı hatırlatıyor iyiler ve kötüler nasıl bir olabilir?

Bir gün senin defterini dürerler bir eyyam gelir Kamu aklını başına dererler bir eyyam gelir Tevhide uydur sözünü, Mevlaya döndür yüzünü Eynine kefen bezini, sararlar bir eyyam gelir Azrail ala canını, unuttura her sanını Kara toprağa tenini, kararlar bir eyyam gelir Tenha kabrinde kalıcak, amellerin arz olucak Mahşer yerine yalıncak, sürerler bir eyyam gelir Yunus eydür evvel baştan, ayırır seni kardaştan Ne ettin kurudan yaştan, sorarlar bir eyyam gelir (Yunus Emre) [106]

 

EL - CELİL

 

Kelime ululuk manasınadır. Allah-u Teala mutlak büyüklü­ğü zatında ve sıfatlarında toplamıştır.

"Esmaül Hüsna'lar Allah'ın büyüklüğünü insan aklına ge­lebilecek her olayla irtibata geçirerek açıklama metodunu içerir. İnsana devamlı büyük olana karşı bir tazim, ondan çe­kinme, ona sevgi biçiminde ilgi olur. Fıtratımızda yer alan bu duygunun hissi, akli ve iradi boyutta değişik tezahürlerini gö­rürüz. Kainatın işleyişi, ahengi ve devamlılığı ancak Rab ile mümkündür çünkü çok büyük güç, imkan O'na mahsustur. İnsan hayatında sağlık, bilgi, maddi imkanlarla değişik dö­nemlerde kendinde farklı büyüklenmeler meydana gelebilir bu anlarda bile insan Tanrı karşısında ne kadar da güçsüz­dür. Kemal sahibi olmak bu özelliklerin zaman içerisinde zayi olmaması anlamına da gelir. İnsanın sahib olduğu mal, bilgi, güzellik, akıl, feraset gün olur ki yok hükmüne girer.

Celil ismi şerifi insana haddini bilme kim ve ne olduğunu, büyüklüğün yalnız Allah'a ait olduğunu defalarca hatırlatır. İnsanın elindeki imkanlarla yaratanın bir kulu olduğunu bil­mesi, maddi, manevi rızıkları O'nun yolunda sarf etmesi ger­çeğini anlaması için insanın ölmesini beklemek ne kadar abestir. Allah'ın büyüklüğü bizlerin düşüncelerinin çak ötesin­dedir, çoğu zaman insanlardan ümit keser, kötü insanların hak yoluna dönmeyeceğine karar veririz ki ne görelim o in­san değişmiş Allah'a kul, peygamber'e ümmet oluvermiş.

Kim onu bir yerde görürse

Sanki bütün dünyayı görmüştür bütün insanları

A insan, Tanrı kitabı sensin sen

Padişahın güzelliğine bir aynasın sen

Kainatta ne varsa senin dışında değil

Ne istiyorsan kendinden iste

Kendinde ara

Ne arıyorsan, işte o sensin sen. (Hz. Mevlana) [107]

 

ER- RAKİB

 

Koruyucu, gözeten manalarına gelir. Allah bütün varlıkları murakebesi altında bulundurur.

Kendi varlığımızı korur bununla beraber diğer insanları, eşyayı ve işlerimizi devamlı gözetiriz. İnsan baştan sona gö­zeten, seçen, tercihleri doğrultusunda hayat yaşayan bir can­lıdır. Allah-u Tealanın insanı seçmesinde sırlarına nüfuz ede­meyeceğimiz hakikatler var, bunu anlamak bile insanın ke­mali için bir basamaktır.

Kuran-ı Kerim'de

"Ben onlara: 'Benim ve sizin Rabb'iniz olan Allah'a kulluk edin.' diye senin bana emretmiş olduğun­dan başka bir şey söylemedim. Ben onların içinde olduğum sürece onları kolladım, fakat sen beni vefat ettirince onları gözetleyen (yalnız) sen oldun. Sen herşeyi görensin." [108]

"Ey kavmim, olduğunuz yerde (yaptığınızı) yapın, bende yapıyorum. Yakında kime azabın gelip kendisini rezil edeceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözetin, bende sizinle beraber gözetmekteyim. "Ey insanlar, sizi bir tek nefisten (nefes alan candan) yaratan ve ondan eşini ya­ratıp ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun; adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Al­lah'tan ve akrabalık (bağlarını kırmak) tan sakının. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözetleyicidir." [109]geçen rakib is­mi şerifinin tecellisi insanda her an çok farklı biçimde oluşur. Murakabe halinde olan insan gönül iklimine dalmalı bu de­nizden paha biçilmeyen hakikat incilerini çıkarmalıdır.

Ey Tanrı, lütfet bana

Sevgin uğruna

Sil isyanlarımı,

Sınırsız merhametin uğruna

Tümüyle yıka beni suçumdan

Arıt beni günahımdan

Çünkü biliyorum isyanlarımı

Günahım sürekli karşımda (Mezmur) [110]

 

EL - KERİM

 

Karşılık beklemeksizin lütufta bulunma manasına gelir. Allah için kullanıldığında en iyi anlamı görülür.

İnsan ibadet eder, zamanla ülfet meydana gelir, yaratıcı merhametin izleri insandan insana, çevreye, tabiata ve hay­vanlara yayılır. Emredilen ibadetler insana form, şekil kazan­dırmaya yöneliktir. Yüzyıllardır insan Allah'a ibadeti çeşitli sebepler gereği bazı alanlarda yapılan dini vecibelerle anla­ma gayreti içinde olarak bütün hayatı kapsayan ibadet şu­urunda kırılmalar meydana gelmesine yol açmıştır. Bu ismi şeriften anlıyoruz ki yüce Tanrı'nın insandan beklediği bir karşılık, menfaat yoktur. Kuran-ı Kerimde yer alan

"Senin Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir." [111] ile

"Ey insan, kerim Rabbine karşı seni aldatan nedir? O ki seni yaratmış, sana şekil vermiş, senin yaratılışını düzgün kılıp denkleştirmiş ve istediği şekilde seni terkip etmiştir." [112]

"Bu, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan Rabbimin lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Fakat nankörlük eden bilsin ki Rabbim müstağnidir, kerimdir."[113] Kerim Rabbin ihsanı kulların bütün işlerinde görülür. İnsa­nın bu ulvi duyguyu anlaması kalb melekesini çalıştırmakla sağlanır, ibadetlere devam eden insan alışkanlık yapıp vücu­du zora sokan yeme, içme ve cinsel arzularını ihtiyaç dere­cesine indirip Kerim ismi şerifini teşbih adedince kendine vird yapıp çabalarını aşk makamına seyrettirmelidir.

"Benim hayallerim, akşamları mavi göllerden su içmeğe gider. O göllere kimselerin bilmediği güneşler pırıltılı yankılar salar. Benim ruhum, içinde yaratılışın yansıdığı büyülü bir kadehtir. Ruhum senin güzelliğinin belirdiği bir aynadır." (Hz. Mevlana) [114]

 

EL - MÜCÎB

 

Kabul etmek, cevab vermek manasına gelen bu kelime Allah için söylenildiğinde kendisine yalvaranların bütün istek­lerini veren diye anlaşılabilir.

Yaygın kullanımla biz buna dua diyoruz. Dua beşerin in­sanlık vazifesidir, kulluğu anlamak, yaratan karşısında acziyeti seslendirip O'ndan dilekte bulunmak, varlık kaygılarını anlamsızlıklardan kurtarıp onu yüceltir,

"duanız olmasaydı Rabbim sizi ne yapardı." [115]Gök kapıları dua eden­lere her vakit açıktır. Dua etmek için zamanlarda vardır bu anların kıymeti ehlince çok iyi bilinir. Yüce Tanrı bütün mahlukatın isteklerine cevap verir ve onları cevapsız bırakmaz. Gözü yaşlı mazlumların ahlarından bed dualarından sakınınız.

"Kullarım sana beni sorarlarsa, (bilsinler ki) Ben şüphe­siz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim." [116]

Dua Kuran'ın ifadesiyle Tanrı olmanın en başta gelen özelliklerinden birisidir. Allah'tan başka tanrıların insanın du­asını işitmeyeceği, dilekleri yerine getirmeyeceği belirtilir.

"Gerçek dua, ancak O'na yapılır (ancak O'na tapılmağa da­vet edilir.) O'ndan başka dua ettikleri ise, kendilerinin hiç bir isteklerini karşılayamazlar. (Onların durumu) tıpkı ağzına gelsin diye suya avuçlarını uzatan kimse gibidir. Oysa (uza­nıp suyu avuçlamadıkça) su on(un ağzın) a gelmez. İşte ka­firlerin duası, böyle boşa gitmektedir." [117]

"Dua ettiği zaman darda kalmışa kim yetişiyor da kötülü­ğü (onun üzerinden) kaldırıyor ve sizi (eskilerin yerine) yer­yüzünün sahipleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne de az düşünüyorsunuz." [118]Bu genel bil­gilerin ışığında Müslimin kitabında yer alan şu hadisi şerif dua olayını daha anlaşılır kılacaktır. Ebu Hureyreden rivayet­le "Hac için uzun uzadıya yolculuk yapan, dağınık saçlı, toz toprak içinde kalan bir adamı anlatarak şöyle buyurdu: "Bu adam ellerini semaya uzatır, Ya Rabbi... diye yalvarır. Halbu­ki yediği haram, giydiği haramdır. Vücudu haram gıdalarla beslenmiştir. Bunun duası nasıl kabul edilir." Duada sessiz­lik, samimiyet, boyun büküklüğü, gizlilik ve umma bulunmalı­dır. Hayır sahiplerinin anne ve babanın duaları devamlı talep edilmeli ve buna yol bulunmalıdır. En güzel duaların bulun­duğu Kuran-ı Kerim dua maksatlı okunabilir ve bunu sevabı esenliği gönüllere şifadır, istekleri sadece Allah'tan beklemeli bunun için yüce Tanrı'nın kılmış olduğu hayır yollarına gidil­melidir. Dua insani bir ihtiyaç, göz aydınlığı, umut kapısı ol­maya devam ediyor.

"Efendimsin, ben kulunum. Âlemde her ne varım varsa sendendin aşıkların arasında şöhretim varsa, adım - sanım duyulmuşsa, ancak sendendir, senin lütfundandır.

Benim yaşayışımın feyzisin, hasılı benim yürüyen ruhumsun, ömür sermayemden bir kâr elde etmişsem, sendendir.

Ben gerçekte yokum, vehimden doğmuş bir suretten iba­retim, bu surete bir parlaklık veren, senin güzellik rengindir. Hayalinin gül bahçesi, ilk baharım varsa, ancak sendendir.

Senin zamanında felekten, zerre kadar incinmedim, ey parlak, ışıklı güneş, ah ediyorsam, feryad ediyorsam, ancak senin yüzünden ah etmedeyim, feryad etmedeyim.

Senin ayrılık pervanenim, sen se buluşmak, kavuşmak mumusun. Her gece seni öpmek, sana kaçmak istediğim varsa sendendir.

Aşkının şehidi oldum, göğsüm ateşlerle dağlanmış bir la­leliktir. Kabrinin ışığı, mezarımın mumu varsa sendendir.

Öylesine başım dönüyor, öylesine dönüp duruyorum ki gören çölün kasırgası sanır, yokum, yokluk içinde yokluk ke­silmişim, her ne varım varsa, ancak sendendir.

Yuvarlanıp duran incinken beni neden başı boş bıraktın gönül aynasında bir tozum varsa, o ancak sendendir.

Ey saki, kadehimi kanlı gözyaşlarımla doldurdunda şafak gibi parıl parıl parlar bir hale getirdin.

Şarap sohbetinin sabahında bir mahmurluğum varsa sen­dendir.

Galip'in sığınağı, ya Hazreti Munla, sensin sana kaçar, sana sığınır ancak. Başımda övüneceğim bir külah varsa sendendir." (Şeyh Galip) [119]

 

EL - VASİ

Kelime gücünün yettiği, bildiği şeyler çok olan manasına­dır. Allah için kullanıldığında rahmeti kudreti, ilim ve fazlı çok geniş ve müsâadekar diye anlaşılır.

Kainatın işleyişi ancak çok muazzam bir güçle sağlanabi­lir. Sınırsız dünyaların yer aldığı bu evrende insan, sayısız diğer mahluklar bulunur. İnsanın kendini alemin özü olarak bilmesi kendinin yüce Tanrıya kul olmasındandır. Tanrı insa­nı değerli kılar. Yok olmayacağı, ebedi var olacağının izlerini saçar, insanın kendi içinde büyüttüğü vehimlere gelince an­cak insan onlarla eşiğe varır oradan öteye yol bulması nere­deyse imkansızdır.

İnsan çok sık Tanrı'nın niçin cezalandırmakta acele etme­diğini düşünür, bunun en büyük sebebi insanlar arasında yer alan adaletsizliği ortadan kaldırma çabalarının çeşitli sebeb-lerle hep boşa çıkmasıdır. Allah-u Teala insanın vehimlerin­de yer alan bir Tanrı değildir o kendine mahsus özellikleriyle var olan Mevladır.

"Doğuda batı da Allahındır. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü oradadır. Şüphesiz Allah'ın rahmeti ve nimeti geniştir. O her şeyi bilendir." [120]

"Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her başa­ğında yüz dane olmak üzere yedi başak veren bir danenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah'ın lütfü ge­niştir o bilendir." [121]

"Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size çirkin şeyleri yap­mayı emreder. Allah ise size kendi tarafından bağışlama ve lütuf va'dediyor. Şüphesiz Allah'ın lütfü geniştir, o bilendir." [122]

Kendi hayatımızda İnsanlara çok geniş davrananların mutluluğu yakaladıklarını gördüğümüzde onlara gıpta ediyor ve imresiyoruz.

Hak ile binişan iken, kamu canlara can iken

Düşürdü bi - mekan iken beni kevnü mekan içre

Nice geldim nice gittim nice doğdum nice öldüm

Nice açtım nice soldum şu gül gibi cihan içre (Niyazi Mısri) [123]

 

EL - HAKİM

 

Kelime hüküm veren, men eden, sağlam yapan, ilim sahi­bi manasınadır. Allah için kullanıldığında buyruk ve bütün iş­leri sağlam olan diye anlaşılabilir.

Allahu Tealanın hükümleri kendi başlarına hikmetli oldu­ğu gibi onlara tabi olanlara da marifete yol açar. Emir buyur­duğu hususlarda insanı ve kainatı esenliğe çıkarmayı murad buyuran yüce Tanrı, yasaklarıyla da bu aleme çeki düzen vermektedir. İnsanın menfaati bu emirlere uymasında, ya­saklardan kaçınmasındadır.

islam dini insanın bütün işlerinde hükümleri şu sekiz sını­fa ayırır. Farz, vacip, sünnet, müstehab, mubah, haram, mekruh, müfsit Allah herşeyi yerli yerinde yaratmıştır, her şey bir sebeb ve hikmete müstenittir, insana verilen merak duygusu bunları çözmek için sadece bir basamak olabilir. Dünyanın ne oldu­ğu hakkında kuşatıcı bilgilerin var olmayışı insan yapısı ile alakalı öyle ki sınırsızlığı tanıyan insanın sınırlı bilgilerle ken­dini ve etrafını saran alemi kavraması mümkün olamaz. Bil­giler insanı sadece hikmet dağlarının eşiğine götürebilir bu­radan öteye yol bulmak kişinin kendi marifetine kalmıştır. Ço­ğu vakitte insana çizilen ibadet alanlarının bu imtihan için ge­çilmesi gereken bir yol olup bu tarikte saplanıp kalan insanla­rı anlayamadığımı belirteyim. Ayaklarınızı yeryüzünün çamu­rundan çıkarın! Burada gördüğümüz rüya bitecek hayaller bizleri ancak o yüce sultana taşıyacaktır. Allah'ın bütün işleri aşk denizinin dalgaları gibi sonsuzluk kıyılarına vurur. Gü­vende olan insan bu İtimadını yüce Ailah'a borçludur, çünkü O'dur bütün işleri esenlikte kılan ve var eden. Allah'ın emirle­ri insan ve kainatı kendi doğrultusunda merhamete taşır. Bu vecibelerde insan onurunun korunması vardır. Yaşadığımız yüzyıl, İnsan onuru için Allah düşüncesini yok sayan insanların fikirleriyle tanıştı bunun vebali ise yüzbinlerin silinip git­mesine sebeb oldu.

insan Allahla beraber var olacak ve O'nun rahmeti esenli­ğimizi kuşatacaktır.

Bir işi murâd etme

Olduysa inad etme

Hak'dandır o reddetme

Mevla görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Deme şu niçün şöyle

erincedir ol öyle

Bak sonunu seyr eyle

Mevla görelim neyler

Neylerse güzel eyler

(Erzurumlu İbrahim Hakkı) [124]

 

EL - VEDÛD

 

Kelime seven, sevilen manasınadır. Allah ise kullarını mağfireti ile seven demektir.

Sevgi hayatın batmayan güneşi Allah-u Teala iyi kullarını çok seven, onları lütuf ve ihsanına gark ederek sevilmeye en çok layık olandır. Değil mi ki varlığımız O'nun sevgisiyle devam ediyor bizler O'nun okyanuslarının hasretiyle çöllere giz­lenmiş vahalarız.

İlahi!

Bizi buralarda koyma. Bilgi kuru kabuk, zamanı gelince ağacını terk eden yaprak. Ceylanların su içtiği pınarlara ça­ğır. Gün batıyor. Gelen gecede büyük tehlikeler var. Harami­ler yolumun üstünde. Gökler şimşekleriyle korkutup yer yut­makla tehdit ediyor. Küçük serçeler saklanabilecek bir çalı arıyorlar. Kime elimi uzatsam dipsiz kuyulara itiyor. Ey Aşkın otağı, bayrakların çadırının önünde bırakta onları dalgalandı­ran bir nefes olayım.

"Yüzbin cefa etsen vazgeçmem, bir kere sevdim seni. Ka­za ve kader kalemi alnıma böyle yazmış, seni sevdim bir ke­re. Dokuz gök döndükçe bu sözden dönmem. Sevdim seni, yer, gök, aşkıma şahid olsun.

Gönlümün bağı, bağlantısı, gaddar kaşındadır, topluluğu­mun bağı zâlim siyah saçlanndadır. Hastayım, sıhhate ka­vuşma ümidim, hasta gözlerindedir. Devasız bir derde düş­tüm: seni sevdim.

Ey hilal kaşlı, doğrusu bu: Gönlün meyli sana; doğrusu, mihraba bakışım bile eğrice bir tarzda. 'Ra' harfine benziyen kaşından dönsem bile bu dönüşüm riyadır ancak. Ya doğru olmuş, ya eğri olmuş, doğru bir iş etmişim, yahut yanılmışım, ne olmuşsa olmuş, seni sevdim ben.

Kaşının, gözünün, saçının hasretiyle toprak olsam bile tozum yok. Sıhhatim, helak olsam bile, gene dudağının ruhuyladır. Paramparça olsam da bakışının kılınandan ayrılmam, gene de sevdim seni, cevretme, cefa etme.

Deli dîvane Galibim; ferhad'a, Mecnuna sala. Dünya bir yana gitse, ben bir yana gitsem gene de senden, aşkından yüz çevirmem. Senin mumuna pervaneyim, perva ne lazım bana.

Yabancı anlasın, bildik bilsin. Ben seni sevdim."

(Şeyh Galib)

Sevgiler yolundan ulaşacaktır marifete. İbadet, kulluk ve­silesiyle insan olmanın gereğine inanılacak ve o sultanın adı anılacaktır. Allah sevgisi yaratılanı sevmede gizlenmiştir. Bir­den bire Allah sevgisine ulaşılamaz önce sevgi ateşinin uyartdırılması yapılmalı bunun için de bütün varlıklar sevgi ateşinde yakılarak bu ateşin harı çoğaltılmalı.

Kuran-ı Kerimde vedud ismi iki defa geçer.

"O dur, Gafur, Vedud" [125]

"Rabbinizden mağfiret dileyin. O'na tevbe edin. Muhakkak ki Rabbim rahim, Vedud'dur." [126]

"Ruhlar dönüyorlar. Sanki baş dönmesine tutulmuşlar. Aşk kasırgasına düşmüşler. Alemler aşk burgaçları içinde yuvarlanıp gidiyor. Dalgalar tutkun, büyülenmiş, aşk ile şah­lanıp aya yükseliyorlar...

Aşk... Ey herşeye gücü yeten fırtına... Beni koynuna al... Beni yak... Beni öldür... Şimşeklerinle vur beni..."

(Şeyh Galib) [127]

 

EL - MECİD

 

Kelime şanı büyük, yüksek, zatı şerefli, kadri yüksek işleri düzgün manasına gelir.

Alemlerin Rabbi olan Allah-u Teala'nın şanı pek büyüktür, yaratması var kılıp varlıkla şereflendirmesi ve hayata yaşanı­lacak imkanlar saçması O'nun işlerinin ne kadar düzgün, uyumlu olduğunu gösterir.

insanı daha küçük bir yavru iken yalnız bırakmayıp etra­fında sevenlerini var eden daha sonra da sevginin odağına insanın kendini yerleştiren Mevtadır. Allahın işlerinde var olan intizam süreklilik gönüllere huzur bahşeder nefsin tasal­lut ve şeytanın ayartılarını önler, insan öyle ya da böyle var olduğu alanın sınırlarını çizip hal ve hareketlerini kendi ter­cihleri doğrultusunda yapmak durumundadır. Allah'ın büyük­lüğü sevgisinde, işlerinde, sıfatlarında, rahmetinde celal ve cemalinde tezahür eder. Bakanlar O'nu her zaman şerefli za­tı ile görecek saygıyla kullukta bulunmanın mutluluğunda ya­rışacaklardır.

Kur'an-ı Kerim'de "Şüphesiz O, Hamiddir. Meciddir."[128] biçiminde geçer. Yaşayan her insanda sonuçta bilir ki Al­lah ayet-i kerimede kendini vasfettiği gibidir.

Mecid ismi şerifini kullanan nice sultanlar bu isme bir de abd kelimesini ekleyerek Abdülmecid diye isimlenme bahti­yarlığına ulaşarak sultanlığın Allah'a kullukta gizli olduğunu hal diliyle söylemiş olmuyorlar mı?

Bu gün sohbet bizim oldu, bize bizim diyen gelsin

Bu aşk zehrin seve seve içübeni kanan gelsin

Bugün meydan-ı aşk içre, çağırıp bir gün eyledim.

Müezzinlik bizim oldu, imam olduk uyan gelsin

Kanaat hırkasın geydim, selamet başını çektim

Melamet gömleğini biçtim, arif olup giyen gelsin

Bu ummanda delim gevher, eğerçi var ele girmez

Bahası candır alınmaz, bü gün cana kıyan gelsin

İşit derviş bu sözümü, ne etmişem kendüzümü

Hiçe satmışam özümü, bu cefaya doyan gelsin

Suret nakşın yumak ile, gönül milki temiz olmaz

Akıp rahmet suyu çağlar, gönül çarkın yuyan gelsin

Yunus Emre anı görmüş, eline bir divan almış

Âlim okuyamamış, bu manâdan duyan gelsin[129]

 

EL - BAİS

 

Öldükten sonra dirilten manasınadır. Ölüm karanlığını kim aydınlatabilir? Bilginin erişemediği o yerleri nasıl bilip an­layacağız acaba?

Ahiret olgusu insanı devamlı ilgilendirip onu zamanla farklı uçurumların eşiğine getirir. Yaşadığına inanmakta zor­lanan insanlarla karşılaşmakta, göz açıp geçinceye kadar devam eden süreci bile anlamak çoğu zaman mümkün ola­mamakta, çaresizlik, kaçan fırsatlar, elimizi kolumuzu bağla­makta. Hayat süresi hakkında şunu belirtmek istiyorum insa­na yüklenen bu yük için biyolojik zaman dilimi daha uzatıla­maz mı? Nedenini şöyle düşünüyorum, sonsuzluk boyutu için dünyanın sınırlı imkanları devamlı hüzün, tasa ve boşluk meydana getiriyor, imtihan üzerine imtihana giren bu yürek mecalini kaybeden kanatsız bir kuş gibi, kolay kıl Tanrım yoksa elimizden ne gelir? Merhametin olamasa sensiz bu can ne yapar?

Ölümden sonra dirilme olacaktır buna ben inanıyorum. Düşüncemde bunu şekillendirmekte zorlanmıyor dahası kı­yamet sonrası yaşamı gerekli görüyor ve o günleri özlüyo­rum. Dünya neler verdi ki? Yaşadığımız her gün başımıza gelen işler, fani varlığımızı ayakta tutmak için başımıza ge­lenleri düşünmek bile içimize sıkıntı getirmiyor mu?

Yürekleri dirilten O'dur. Geceyi nuruyla dirilişe numune kı­lan Tanrıdır.

"Ben yokluğun karanlığında derin bir uykudaydım. Sen beni biran için olsa bile, bir hayat ve farkına varış hazinesine kavuşturdun. Ey hükümdar, senin sarayında oturuyorum. Hayvanlar bana, uysal köleler gibi hizmet ediyorlar. Genç ka­dın suretine bürünmüş semavi huriler, dudaklarıma yanakla­rını sunuyorlar

Fakat bir gün birden bire ölüm geliyor. Beni tekrar yokluk gecesine karanlığa düşürüyorsun.

Bak Celaleddin, yavaş yavaş nur hazinesine nasıl çıktın? Önce insan tohumunun bir hiç hükmünde olan zerresiydin. Vücudunu kurmak için binlerce unsur birleşti. Karanlıklar içinde çırpmıyordun. Bak bu gün, gözlerin güneşin nuruna açılıyor. Yeri göğü görüyorsun, seviyor, acı çekiyorsun. Al­lah'ta olduğu gibi sende de aşklar çırpınıyor. Düşünceler, ge­celeyin gökteki yıldızlar gibi dalgalanıyor. Cihanı anlıyorsun. Ruhunun yüce kanatları, kainatı dolaşıyor.

Unutma, sen insan tohumunun zavallı bir zerresiydin." (Hz. Mevlana) [130]

 

EL - HAK

 

Kelime varlığı gerçek olup yalanlanması mümkün olma­yan manasınadır. Allah-u Teala için kullanıldığında varlığı hiç değişmeyen her var olanın özünde bulunan diye anlaşılabilir.

İnsan zihninde oluşan Hak düşüncesinin dış dünya ile irti­batı vardır. Binlerce yıldır süren yazılı ve sözlü kültür kalıpla­rında değişmeyen bir olgu vardır o da Hak'dır. Hak insan için ilahi, uygun olanı ifade ettiği gibi yüce Tanrı içinde kendine yakışanı belirtir. Hakkın yanında olmak ya da Hakkı olmak insana onur verir onu güçlü kılar.

Varlığı hiç değişmeden duranın Hak olduğu ne kadar da açık deği! mi? İnsanın ve varlığın nelerden yaratılabileceği üzerinde yüzlerce fikir üretilebilirken varlığı hiç değişmeden duran bir varlığın olması ne kadar da zorunlu. Her an bilgile­rimiz değişimi değiştireni söylüyor canlının varlığı mutlak de­ğişime bağlı ama bunu kim yapacak tabi ki yüce Allah'tan başkası değil.

Kuran-ı Kerimde

"Bu böyledir. Çünkü Allah, tek gerçektir. (Her şey O'nunla varlık kazanır) ve O, ölüleri diriltir ve O, her şeyi yapabilir." [131]

"İşte böyle. Çünkü Allah Hak'tır. Ondan başka yalvardık-ları ise batıldır (aslı olmayan yalan şeylerdir) işte çok yüce, çok büyük olan Allahtır." [132]

"Biz onlara, ufuklarda ve kendi canlarında ayetlerimizi göstereceğiz ki o (Kuran)ın ger­çek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye tanık olması yetmez mi." [133]

Haktan başka varlıkların var olduklarına biz mi şahit ola­cağız eğer böyle ise ne kadar sığ bir yaklaşım, insan hayatı boyunca geçenlerle Hakkı bulamaz ise ona bu kayıp yeter.

Hak cihanı doldurur

Kimse Hakkı bilmez

Onu sen senden iste

O senden ayrı olmaz

Dünyaya inanırsın

Rızka benimdir dersin

Niçin yalan söylersin

Çün sendedir olmaz

Dünyaya gelen geçer

Bir bir şerbetin içer

Bu bir köprüdür geçer

Cahiller onu bilmez

Gelin tanışık edelim

İşi kolay tutalım

Sevelim sevilelim

Bu dünyaya kimse kalmaz

Yunus sözün anlarsan

Manasını dinlersen

Sana iy dirlik gerek

Bunda kimse kalmaz (Yunus Emre) [134]

 

EL - VEKİL

 

Kelime gözetici manasınadır. Şehid, hafız da denilebilir.

Bu ismi şerif için dillerimizin virdi şu mübarek cümleyi söyleyelim önce "Hasbünallahi ve nimel vekil; ni mel mevla ve nimel naşir." (İşlerimize ne güzel kefil ve ne güzel yapan). Yüce Tanrı işlerini şeriat esası üzere kendisine bırakanların işini düzeltir ve onların yapabileceğinden daha iyisini yapar. Günümüzde en çok anlam alanı daralan kelimelerden olan vekil kelimesini de ancak Tanrı katına yüceltmekle değerli kı­labiliriz. Bizim vekilimiz O'dur. İhtiyacı olmayan, adaletle dav­ranıp gözeten mutluluk kapıları oluşturan Ondan başkasımı-dır? İnsanların biri diğerini vekil yaptığı zaman başlarına ge­lenleri anlamaya bile kalmadan herşeylerini kaybediveriyor-lar. Ölüp gittiğimizde var olduğumuzu kim hatırlar, bizi kim anar? Rabbim defterinden, silme bu günahkarı.

İslam dininin emir ve yasakları ile Allah'ı kendimize vekil yaparız. Hayatının hiç bir safhasında O'nun tavsiyelerini tut­mayanlara kim nasıl vekil olabilecek? Ameller sadece O'nun emirinin bir sonucu. Cennet yolu salih amelle geçilir. Hayat telaşe ve kaygılarıyla her gün bizi bu yoldan uzaklaştırıyor, uğraşmak zorunda olduğumuz nefis ve ruh emaneti, vücud ve bilgilerle daha ne yapabiliriz.

Siz bir kere Allah'ı kendinize vekil yapın da sonunu görün!

Canlar canını buldum, bu canım yağma olsun

Assı ziyandan geçtim, dükkanım yağma olsun

Ben benliğimden geçtim, gözüm hicabın açtım

Dost vasfına iriştim, gümanım yağma olsun

İkilikten usandım, birlik hânına kandım

Derdi şarabın içtim, dermanım yağma olsun

Varlık çün sefer kaldı, Dost andan bize geldi

Viran gönül nur oldu, cihanım yağma olsun

Geçtim bitmez sağınçtan, usandım yaz-ü kıştan

Bostanlar başın buldum, bostanım yağma olsun

Yunus ne hoş demişsin, bal-ü şeker yemişsin

Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun

{Yunus Emre) [135]

EL - KAVİ

 

Kelime, pek güçlü manasınadır.

Rabbimizin gücüne nihayet yoktur. İnsan olarak fiziki gü­cün nelere imkan verdiğini biliyor ve pek çok İşimizi böylece çözüme kavuşturuyoruz. Allah-u Azimşan'ın iradesi her varlı­ğı kendi doğrultusunda bulunmaya sevk eder. Yaratılan her varlık kendi imkanları ile varlığını sürdürebiliyorsa bu O'nun hikmetindendir. Doğan günle başlayan telaşe ve gecenin sü­kuneti insanı bilgi ve hayatla yüzyüze getirir.

İnsanın vehimleri ne kadar anlamsız. Allah'ı tanımayan insanın kayıbını bilmesi için bu boyuttan ayrılması mı gere­kir? Yaşamın bir defalık olduğunu bilmeyen yok iken isabetli düşüncelerin hayatı kuşatıcı olmamasına ne demeli.

Kuran-ı Kerimde

"Kafirler azabı görünce: Bütün kuvvetin Allah'ın olduğunu anlayacaklardır." [136]

"Kuvvet an­cak Allah'ındır." [137] şeklinde bu ismi şerife işaret edilir.

Allah-u Tealanın gücüne insanoğlu hep hayret nazarıyla bakmıştır. Küçük varlıkların yanında devasa varlıkları yarat­ması onları kontrol altında bulundurması O'nun gücünün bü­yüklüğüne şahit değilmidir. İman lütfü gönüller için büyük bir hazine onun değeri insanın talebi ile anlamlı. Nice yanlış yol tevhid esaslarını ötelere götüreceğini düşünürken O'na töv­beye vesile bile olmuştur.

"Rab benim ışığım, kurtuluşumdur.

Kimseden korkmam.

Rab yaşamımın kalesidir.

Kimseden yılmam

Rab'den tek dileğim, tek isteğim şu:

Rab'bin güzelliğini seyretmek

Tapınağında O'na hayran olmak için

Ömrümüm bütün günlerini

O'nun evinde geçirmek (Mezmur) [138]

 

EŞ - ŞEHİD

 

Kelime bulunma, bilme, bildirme manalarına gelir Allah-u Teala için kullanıldığında kendisinden hiç bir şey gizlenme­yen, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilen diye anlaşılabilir.

İnsanın gizli, açık bütün işleri Allah'a ayandır. İçimizde bulunan Hak ışığı bütün karanlığı aydınlatabilecek güçtedir. Allah'ın şahitleri olalım. Varlığını, müjdelerini biz kullarıyla paylaşma lütfunu gösteren Yüce Tanrı'yı gönlümüzün esinliği bilelim. O görür, işitir, çağırır, davetiyle onurlandırır.

Varlığa bulaşan hiçlik kaygılarını eşiğe bırakmanın vakti geldi. Dost Musa gibi kutsal vadiye geldik görünen Tanrı'nın nurudur ama nalınlarımızı bu kutsal vadinin eşiklerinde'ayak­larımızdan çıkarmalıyız. Vücudun tasaları toprağa aittir ve o burada kalacaktır.

Kuranı Kerimde

"Ne işte bulunsan, Kur'andan ne okusan, ve siz ne iş yapsanız mutlaka biz, içine daldığınız an, üzeri­nizde şahidiz. Ne yerde, ne de gökte zerre ağırlığınca bir şey, Rabbinden kaçmaz." [139] biçiminde geçen Şehid ismi şerifi hikmetiyle neler söyler neler anlatır. Hayatı bu du­yarlılıkta yaşayanlara ne mutlu onlar mahzun olmayacaklar, yüzlerindeki aydınlık hilali bile kıskandıracaktır. Yüce Tanrı kendi varlığına kendini şahid tutarak insana hiç hatırından çı­karmaması gereken sırrı belirtmiş ve onu insaflı olup ihsana davet etmiştir.

Ben sanırdım alem içre bana hiç yâr kalmadı

Ben beni terk eyledim bildim ki ağyar kalmadı

Gitti kesret geldi vahdet oldu halvet dost ile

Hep Hâk oldu cümle âlemşehrü bâzâr kalmadı (Niyazi Mısri) [140]

 

EL - VELİ

 

Kelime yakınlık, yardım ve birinin işini üzerine almayı ifa­de eder. Allah-u Teala için kullanıldığında iyi kullarına dost diye anlaşılabilir.

Allah'a yakın olun ve işlerinizi bir kere O'na havale edin bakalım. Hayatta yaşadığımız her günü kime emanet ediyo­ruz sanıyorsunuz.

Var olduğumuz her an ve ölüm öncesinde başlayıp son­suza atılan bu ruhu ancak o yakınlığı ile gark eder.

Kuran-ı Kerimde

"Veli ancak Allah'tır." [141]

"Sensin bizim velimiz." [142] biçiminde geçer.

Hazreti Peygamberin şu hadisi şerifine ne buyurulur. Ebu Hureyre (r.a.) Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurdu­ğunu naklediyor: Allah-u Teala buyurdu ki: "Kim benim bir veli kuluma düşmanlık ederse ben ona harb ilan ederim. Hiç bir amel kulumu bana, farz kıldığım amellerin yaklaştırdığı derece sevimli bir şekilde yaklaştırmam ıştır. Kulum bana de­vamlı olarak nafile ibadetlerle de yaklaşır. Bu samimi gayre­tin neticesi olarak ben onu severim. Onu sevdiğim zaman da işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı anlayıp dü­şündüğü kalbi, konuştuğu dili olurum. Şayet isterse mutlaka veririm. Korumamı isterse muhafaza ederim."

Veli kelimesinin anlam alanı kültürel zenginliğimizin sonu­cu olarak çok genişlemiştir. İnsan eğitim kurumlarımızdan olan tarikatler de belirli merhaleleri geçiren insanların taşıdık­ları bu sıfatı kişi hak ettiğinde kamil insana ulaşmamız an meselesidir. Kaygıları her an çoğalan insanlar huzura ermiş gönülleri anlayamazlar ve buna da imkan da bulamazlar. Bı­rakın bu dünyanın kaygılarını a dostlar adam gibi yaşamak varken telaşeye ne gerek. Selam velilere olsun.

Ben dost ile dost olmuşam

Kimseler dost olmaz bana

Münkirler bakıp gülüşür

Selam dahi vermez bana

Ben dost ile dost olayım

Canımı feda kılayım

Ölmezden evvel öleyim

Dünya baki kalmaz bana (Yunus Emre) [143]

 

EL - HAMİD

 

Kelime fazileti övmek dile getirip tazimde bulunmak ma­nasına gelir. Allah-u Teala ise kendisine hamd edilip bütün varlık tarafından yakarılandır.

Gerek insan gerekse diğer varlıklar Allah'ın faziletini dile getirmiyorlar mı dersiniz. İyilik ya da kötülükte hep Allah ha­tırlanıyor ve O'nun buyruklarının gerçekliği bir daha anlaşılı­yor. İyilik yapan iyiliği var kılanın O olduğunu kötülüğü yapan ise bu kötülüğün cezasız kalmayacağını anladığında iş işten geçmiş olabiliyor. Öyleyse bu gün O'na kullukta geç kalma­yalım.

Gökler yağmurlarla, toprak ürünler saçmakla, ağaçlar meyve vermekle, mevsimler kendi özellikleriyle, dağlar heybetiyle hep yüce Tanrı'yı anarlar. İnsana gelince o, ibadeti yakarışı ve gözyaşı ile devamlı Allah'ı anar ve O'nun tarafın­dan anılır.

Allah'ı anmanın yolu sınırsız sayıda olmakla beraber yü­ce Mevla kitabı Keriminde nasıl ibadet yapılacağını belirterek nefsi ve ruhu kirletecek ibadet telekkilerinden bizleri muhafa­za buyurmuştur. Hazreti Peygamberin şu hadisi şerifi ne ka­darda anlamlı. Ebu Malik Haris b. Asım el Eş'ariden rivayet edilmiştir. Peygamberimiz buyurdu ki "Temizlik imanın yarısı­dır. Elhamdülillah sözünün sevabı, mizanı doldurur. Sübhanellahi vel hamdü lillah sözü, gökle yer arasını doldurur. Na­maz, kılan kimse için bir nûr, sadaka, veren kimse için kurtu­luşuna bir delil, sabır; bir ışık, Kur'an ise, senin lehine veya aleyhine bir delildir.

Bütün insanlar can pazarı yolculuğuna çıkmış durumda­dır. Kimi bu alışverişte kendini kurtarır, kimi de mahveder."

Cana cefa kıl ya vefa

Kahrın da hoş lütfunda hoş

Ya dert gönder ya deva

Kahrında hoş lütfün da hoş

Hoştur bana senden gelen

Ya hilatü yahut kefen

Ya taze gül yahut diken

Kahrında hoş lütfunda hoş

 (Erzurumlu İbrahim Hakkı) [144]

 

EL - MUHSİ

 

Kelime sayarak bilen manasına gelir. Allah-u Teala her bir varlığın sayısını bilendir.

Sınırsız kainat içerisinde bazen insan kendini o kadar önemsiz görür ve hiç bir şeye layık olmadığını düşünür. Var­lığa musallat olan bu fikir insanidir. Asli unsurların biri diğeri ile çatışma içinde olduğu bu vücud sükunete ancak yüce Mevla'nın emirleri doğrultusunda ulaşabilecek iken dünya telaşesi, hırs, kötülük bu hakikati insana unutturmaktadır. Al­lah-u Teala hiç bir şeyi zayi etmiyecek ve bu varlık alanında bulunan mahlukatı hesap için huzuruna toplayacaktır. İnsan yazmazsa unutur bazen yazdığını kendi bile anlamaz. Anla­şılır olmak bilmek ve bundan sonuçlar çıkarmak öyle görün­düğü gibi kolay değildir. Allah-u Teala'nın işlerinde akıllara hayranlık verecek sayısal hikmetler bulunur. Matematiksel denge, uyum, verimlilik karşısında O'na nice yol bulan de­ğerli insanlar olmuştur.

Sayıların zihnimizde yer edeceği olayların en dikkatimizi çekebileceklerinden birisi şu hadisi şerif olsa gerek. Ebu Hureyre (r.a.) den Efendimizin şöyle buyurduğu rivayet edilmiş­tir. "İnsanın vücudundaki kemiklerin birbirine her eklendiği yer karşılığında her gün bir sadaka borcu vardır. İnsan iki kimse arasında adaletle hükmeder bu bir sadaka olur. Hay­vanına binmek üzere olan bir kişiye yardım eder yahut yer­deki eşyasını kaldırıp verir bu bir sadaka olur. Güzel sözde bir sadakadır. Namaza gitmek üzere attığı her adımı bile bir sadaka sevabı getirir. Yoldan eziyyet veren bir engeli kaldırır o da bir sadaka olur."

Günümüzde sayılardan çeşitli hikmetler çıkarmaya çalı­şanlar varsa bu çalışmalar insan zihninin takdir edilebilecek işlerindendir.

Aşka kuluz, aşk zehri bize Lokman görünür

Can gözüne bir katre yedi umman görünür

Yanmada bulmuşuz biz gönül için ferahı

Tanrı sevgisi ferman, akıl derman görünür (Hacı Bektaş Veli) [145]

 

ET - MÜBDÎ

 

Kelime örneksiz, yapan manasınadır. Allah-u Teala mahlukatı maddesiz ve örneksiz ilk baştan yaratandır.

İnsan yaratılışın nasıl olduğu hususunu kendine başlı ba­şına bir konu yapmıştır. Varlık nedir? Varlığın var olması sa­dece insan ile mi sınırlı? Varlık düşüncesi kendini hangi ge­rekçelerle insana tanıtıyor bu ve buna benzer soruların ce­vaplarını bulmak için hala uğraş veriliyor olması insanların bu sorulardan cevap aramaktan çok sorularla meşguliyetle-rindendir. Varlık anla sınırlı, vücutla dengeli ve önceden son­raya akan bir süreç ben bu zaman diliminden ziyade insanın bu vakitlerde yapması gerekenlerle ilgilenmesi gerçeğini vur­gulamak istiyorum. Hayat armağanını değerlendirmek bizim gücümüz dahilinde mi değil mi? İnsan olarak çok şeyler ya­pabileceğimiz inancı bizleri misyon sahibi insan haline getiri­yor. Var oluş süreci verimli geçirilip geçirilmeyecek mi işte sırlardan birisi.

ilk madde, yaratılışın özü, özün öncesi ya da buna ben­zer meselelerle düşünce tarihi ilgilene dursun İslam düşün­cesinin yoktan yaratılışta ısrar etmesi acaba ne kadar ger­çekçi. Kuran-ı Kerimde alemin neden yaratıldığı ile ilgili bilgi­ler kelime tahlillerinden çıkartıldığından bu mevzu "yok"la irtibatlandırılıyor. Allah-u Teala bütün mahlukatı kendinin bile­ceği hikmetlere binaen var kıldıysa bizim O'na hamdimizden başka ne sözümüz olabilir. Verilmiş bir armağan olan varolu­şu kendi emirleri ve yasakları doğrultusunda ele alır emaneti tekrar eşiğine bıraktığımızda göz aydınlığını bulabilirsek mut­luluk bizlerin yoldaşı olur.

İster denizden söz et, ister inciden

Ya da kıyamet gününden istersen

Yeter ki, vazgeçme söz söylemekten

O sancağın dibine varıncaya dek koş

Bu yolun eğrisini doğru bil

Bil ki, bütün çözüm bu kuyuda

Akar suya vardın mı bir

Ulu denize vardın demektir. (Hz. Mevlana) [146]

 

EL - MUİD

 

Kelime yaratıklara öldükten sonra can bağışlayıp dirilten manasına gelir. Allah-u Azimşan yarattığı her mahlukati be­lirli bir dönem sonra öldürüp tekrar ona can verecektir.

Yaşamak O'nun bir lütfü, armağanı. Canlının dünya bo­yutunda kendine mahsus değişik cilveleri var onlardan biri de sırla dolu bu imtihan. Yok idik varlık elbisesine burunduk ve tekrar yokluk bizi bekliyor. Yeryüzü her gün yaşadığı bu gidiş gelişe kanıksamış olabilir ama biz insan olarak binlerce yıl geçmiş olmasına rağmen hala bu gerçeğe alışamadık. Do­ğan her insan geçirdiği uzun yıllar sonra tekrar o ilk haline dönüyor ama bu arada nefis, ruh, beden arasında yaşanan uğraşta insanın denge kurmak zorunda olduğu ortaya çıkarı­yor.

Hikmetle baktığımızda Rabbül Aleminin yarattıklarını öl­dürüp tekrar tekrar dirilttiğini hepimiz görüyoruz. Ölüm bu ka­dar ürkütücü geliyorsa bilin a dostlar onun aslının öyle yara­tılmış olduğudur. Bitkiler her bahar dirilmiyor mu? Hayvanlar kısa ömürlerini geçirip yerlerini başka hayvanlara bırakmıyor­lar mı? Bizim evladlarımızda bize örnek değil mi? Bu sözler­den daha önemlisi yaşayan insanın kendi vücudu bile yedi yılda baştan aşağı yenileniyor da onun haberi bile olmuyor. Allahu Teala tekrar diriltecektir buna ihtiyacı olanlar sadece biz değiliz. Hayatın ölüm sessizliği ile devam etmesi ne ka­dar anlamsız olmaz mı?

Tekrar dirilişi dünyanın ilahi dinleri bağlılarına en gerçekçi hakikat olarak vermekte çok haklıdırlar. Dünyada mutlak adaletin gerçekleşmemesi dahası ruhun bedenle uyumunun dengesizliğinin tamamlanması ancak ikinci dirilişle olacaktır.

Her gün bir yerden göçmek ne iyi

Her gün bir yere konmak ne güzel

Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş

Dünle beraber gitti, cancağızım

Ne kadar söz varsa düne ait

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım  (Hz. Mevlana) [147]

 

EL - MUHYİ

 

Kelime can bağışlayıp, dirilten, sağlık veren manasınadır.

Hepimiz dün nerede idik ve yarın sonumuz ne olacak di­ye düşünüp duruyor "Rabbim işimizin sonunu hayır eyle" di­ye içimizden geçirmiyor muyuz? Allah-u Teala'nın bağışları­nın en ulusu candır ve bu can gövdeye konuktur. İnsanın içinde Allah'ın emaneti var. Bozulmayan, pörsümeyen, vücu­dun iyilik ve kötülüğünden dolaylı biçimde etkilen sır devamlı sahibinden gelecek sesi bekler.

"Yastadır deli gönül yastadır

Gelir diye de kulaklarım sestedir."

Kur'an-ı Kerimde

"Şimdi bak Allah'ın rahmet eserlerine: Arzı ölümünün ardından nasıl diriltiyor? Ölüleri diriltecek olan da O'dur. O her şeye hakkıyla kadirdir."[148]  biçiminde geçer.

Bak, herşey dönüyor

Sen ne diye oracıkta donup kalmışsın?

Yoksa dert peşinde mi döner durursun yalnızca?

Ne diye Firavunun yanındasın

İmranoğlu Musa geldi ya

İşte nefesi güzel Isa

Ne diye o güzel nefesi solumuyorsun?

Hakka söz vermiştin hani

Neden bozdun sözünü?

Bu yola baş koyanlara bak bir

Ne diye onlar gibi sağlam değilsin verdiğin sözde

Şahlar gibi gök kubbede dolaşmak varken

Ne diye fareler gibisin

Toprak altında mutfaklara yol arıyorsun?

Ne diye kapı halkası gibi boş ses verirsin

Erler halkasına katılmazsın ne diye

Açamazsın kapalı kapılan, anahtarın yok

Yaraların sağalmaz boşa bekleme

Merhemin yok

Ne diye aramazsın, ne diye

A sevgili bilmez misin

Başlar onun yoluna toprak kesildi mi baştır ancak

A akılsız baş ne diye ayak dirersin?

Dur durak bilmeden koşar mıydı deniz aşkı bilmese

Köpürüp coşar mıydı sevdayı tanımasa?

Sende âşık ol da aşkı tanı

Sözünde dur da vefa ne imiş gör

Gökyüzü emaneti neden yüklenmedi

Çünkü aşıktı yanılmaktan çekindi

Yanılırım da kusur işlerim diye korktu. (Hz. Mevlana) [149]

 

EL - MÜMİT

 

Ölümü halkedici, canlı mahlukun ölümünü yaratan de­mektir.

Ölüm sessiz bir nasihattir. O geldiğinde bize emaneti sa­hibine iade etmek düşer. Başımız yerde ise ölümdendir. Ka­nadımız kolumuz kırık ise bilin ölümdendir.

Mutlak sevinçlere gark olamıyorsak sebebi ölümdür.

Yaratılış iki nokta arasında devam eder, hayat ve ölüm. Her sabah gündoğumu ile minarelerden yükselen seslere ne kadar kulak tıkayabiliriz. Var olanın biyolojik yapısının son­suzluğa elverişsiz olması ölümü ister istemez ortaya çıkartı­yor. Ölümü övmek bizim işimiz değil sadece gözyaşlanmızı bu satırlara akıtırız dostlarım sizde bizi rahmetle anın olmaz mı?

"Ölümün gizemini bilmek istiyorsunuz.

Ama onu hayatın kalbinde aramadıktan sonra nasıl bula­bilirsiniz ki?

Gözleri geceyle- sınırlanmış ve gündüzleri kör bakan bay­kuş, aydınlığın gizeminden peçeyi kaldıramaz.

Eğer ölümün ruhunu gerçekten kavrayabilmek istiyorsa­nız, kalbinizi tam anlamıyla hayatın gövdesine açın.

Çünkü hayat ve ölüm, tıpkı nehir ile deniz gibi bir dir.

Umut ve utkularınızın derinliklerinde, sizin öte ile ilgili ses­siz bilginiz yatar.

Ve tıpkı karın altındaki tohumlar gibi, kalbinizde baharı düşler.

Düşlerinize güvenin, çünkü sonsuzluğun kapısı onlarda gizlidir.

Ölümden korkuşunuz, kendisini kutsayacak olan kralın

karşısında titreyen çobanın korkusuna benzer.

Korkudan titreyen çoban, kralın nişanına sahip olacağı için mutlu değil midir? Ama titredikçe daha düşünceli olmu­yordur her halde?

Çünkü ölmek soyunuk olarak rüzgarın önüne dikilmek ve güneşin altında erimekten başka nedir ki? Ve soluk alışın durması da soluğun kendi husursuz çalkantılarından arınıp sınırlandırılmamış olan Tanrıya erişmek için yükselerek da­ğılması değil de nedir ki?

Ancak sessizliğin nehrinden içebildiğiniz de gerçekten şarkı söyleyebilirsiniz." (Halil Cibran) [150]

 

EL - HAY

 

Hayat sahibi, diri, ölümsüz demektir.

Mutlak hayat sahibi yalnız yüce Mevladır. Ölüm O'nun ya­rattığı bir cilve hayat ise kullarına bahşettiği küçük lütfudur. İnsanın kendi zihni süreci ile Tanrı'yı anlamaya çalışması problemlere yol açmıyor değil ama elden başka ne gelir? Ço­ğu zaman beşerin ilahi olanı anlayıp yorumlamada bu kadar vasıfsız olması boşuna değil, imtihan bile olsa nihayet sınırlı imkanlar ve insanı kuşatan sonsuzluğun ötesi karşısında çok çaresiz kalıyoruz. Hayatı anlamak ne kadar da yorucu, daha­sı anlam alanında hayat denilen geniş probleme dar cevap­lar bulmak hiç te uygun düşmüyor, insanın çoğu zaman ha­yatı rüyaya benzetmesine ne demeli?

Öldüğümüz zaman uyanacağımız rüyanın adı hayat ola­bilir mi?

İnsan kendini bilmeli Allah-u Azimşanın kulu olduğunu baştan kabul ederek anlamsız kaygılarla ruhunu kirletmeme­lidir.

Kuran-ı Kerimde "Ölümsüz Diri'ye tevekkül et." [151]

"Yüzler Hayyu Kayyuma boyun eğmiştir." [152]

"O'dur Hayy, yoktur O'ndan başka Tanrı" [153] biçi­minde geçer.

Ey bengi su

Hadi bir ezgiye başla da

değirmen gibi döndür beni

Gönül bir yerde ben bir yerde

Hadi başta da darmadağın et bizi, darmadağın

Yel esmedikçe dal yaprak kıpırdamaz

Kehribar olmadıkça oynamaz saman çöpü

Şuncacık saman çöpü bile

Bir çeken olmadan oynayıp sıçramazsa

Kocca dünya nasıl olurda döner durur?

Dünyada her parça aşıktır

Her zerre bir buluşma sarhoşudur

O cömert ev sahibinin sofrasında yeriçer onlar

O sofradan gıdalanır

Sen bu sırrı bilmezsin

Sır; yakışık alana söylenir 

Gönül sahibi olana

Karıncalar sırlarını

Süleymana söylemediler mi

Davutla birlikte ses vermedi mi dağ

Şu yedi kat gökyüzü aşık olmasaydı

Gözü gönlü böyle tertemiz, pırıl pırıl olurmuydu

Güneş aşık olmasaydı

Yüzünde bir zerre bile ışık olmazdı

Yeryüzü aşık olmasaydı

Göğsünde tek bir ot bitmezdi (Hz. Mevlana) [154]

 

EL - KAYYUM

 

Koruyarak gözeten, çok iyi bilen, zeval bulmayandır.

Allah-u Teala'nın şanı çok yücedir O varlığını gizledi ayan beyan özelliklerini gözlerimize uzak gönüllerimize yakın eyle­di. Varlığı problem olarak göremeyenlere bizim ne sözümüz olabilir? Araştırmak, nereden gelip nereye gittiğini anlamak istemeyenler sadece biyolojik süreci tamamlayıp kendilerine verilen lütufları zayi etmiş olacaklar. Bir defalık olan bu haya­tın sonsuzluğa köprü olduğunu anlamak lazım.

Varlığın devamı Allah'ın emirleri doğrultusunda sürer. İsim-i şerifte bulduğumuz ululuğu sizlerde hayatlarınızda çok defa görmüşsünüzdür. Göklerin nizamı, dağların heybeti ve korkularla yaşanan hayata uzatılan rahmet ışığının gönülleri aydınlatması ne büyük nimet. Doğal afetlerle karşılarız ve kendimize güveni bir anda yitirir elimizden gelenin olmadığını anlarız ama iş işten geçmiş olabilir. İnsanın dengeyi bulması lazım. Aşırılıklardan, kırgınlıktan, hastalık ve umutsuzluktan doğan Tanrı düşüncesi olumlu tesirler yapmaz insanın geçici bu vakitleriyle yüce Allah'ı bilmeye çalışması onu sadece bir yerlerin eşiğine götürür. O zaman insanda meydana gelen "ilah" düşüncesini hangi temeller üzerine yükseltir isek insan­ca yaşama sahib olabiliriz? Bu sorunun cevabını kim hangi ölçülere göre verecek ise gelsin ve konuşsun. Peygamberle­rin bu konuda söyledikleri bizler için kuşatıcı. Hz. Muhammed (s.a.v.) ki anlattığı ve Kuran-ı Kerimde özellikleri verilen yüce Mevlayı dilimizle birler gönlümüzle tasdik ederiz o bizim Rabbimiz, Mevlamızdır.

Kusuruma bakmayın benim, dostlar

Bağışlayın beni

Ben davullara, bayraklara aldırmayan

Bir padişahın yoluna düşmüşüm

Deli divane olmuşum

Çok uzaklardan yürüyen bir adam gibiyim ben

Çok uzaklardan geçen bir hayal gibi

Ama yok da sayılamam hani

Var olan bir şeyim ben (Hz. Mevlana) [155]

 

EL - VACİD

 

Varlığa vücud veren ve onu istediği anda bulan demektir.

Sebeblerin etkisi insan üzerinde görülür Allah-u Teala sebeblerin yaratıcısı ve düzenleyicisidir. İnsan işlerini düzen ve uyuma sokabilmek için çok farklı alternatifleri gözönünde bu­lundurur. İnsan kendi anlayışından hareketle karşılaştığı de­ğerleri anlamlı kılar ve bu konuda insani gayretini gösterir. Varlıkların yoğunlukları değiştiğinde onların özelliklerinde farklılıklar olur. Dünya hayatının sırrını söylemek gerekirse o da şudur; varlık O'na ait biz sadece kaygıdan başka bir canlı değiliz.

Dünyada insan her olayı kendince yorumlar ve sonuçları ona göre farklı bulur. Evrensel hakikat var mıdır, dahası ol­mak zorunda mıdır? Düşünceler gerçeklerle uyum içinde ola­bildiğince kişiyi emin ve güvenilir kılar. Kaçmak, ötelere git­mek arzusu insanı her an en olumsuz durumlarda yakalar. Sıkıntılar, anlamdışına kayan hayatta kötü vakitler umudu bi­tirir başlar yere çevrilir göz kapanır işte o anda insan Allah'ın Vacid ismi şerifine sığınma ihtiyacı duyar. Nerede olursak olalım Allah'a yakınız! O bize içimizden seslenir dışımızdan kavrar. Yitmek, kaybolmak ne anlamsız kelime. "Ağaçların­dan yere düşen yaprakları bile bilen O değil mi? Şimdiye ka­dar ve bundan sonra da görülen yaşanması gereken hakikat­lerin hepsi insani olmak zorunda. Yaptığı zulümle kendisini kimsenin yakalayamayacağını düşünenlerin sonu ne oldu. Zalim olan hesaptan uzaklaşıp göneneceğini düşünüyorsa varsın bu vehmi ile oyalanmaya devam etsin.

Sensin kerim sensin Rahim

Allah sana sundum elim

Senden artık yoktur emin

Allah sana sundum elim

Ecel geldi vade erdi

Bu ömrün kadehi doldu

Kimdir ki içmeden kaldı

Allah sana sunum elim

Dilim tetiği buruldu

Canım gövdeden üzüldü

İşte gözlerim süzüldü

Allah sana sundum elim (Yunus Emre) [156]

 

EL - MACİD

 

Kerem ve ikramı nihayetsiz şan ve şerefi çok büyük ma­nasına gelir.

Allah-u Teala'nın ikramı hiç bir hesaba sığmaz. Şöyle bir sayalım deyip te saymaya başladığımızda birazdan ne yaptı­ğımızı kendimize sorup bu yapılan gökteki yıldızları saymaya benzer diye bundan vazgeçtiğimiz olmuştur. İnsana Rabbin fazlı iyiliği hadsiz iken bunun gözönünde bulundurulmamasına anlam vermek o kadar zor ki. Yaşadığımız toplumda iyiliği dillere destan olanlar vardır. O saygın kişiler toplumdan sev­gi ve hürmet görür onların esenliği olur. Binlerce insanın bu saygısını var kılan Mevla ise bunların çok daha ötesinde kul­luğa layıktır.

Kuran-ı Kerimde

"Allah'a inanıp O'na yapışanları (Allah) kendinden bir rahmetin ve lûtfun içine sokacak ve onları ken­disine varan doğru bir yola iletecektir." [157]

"Bu, Al­lah'ın hidayetidir, kullarından dilediğini buna iletir. Eğer onlar Allah'a ortak koşsalardı, yaptıkları güzel şeyler hiç olur, gi­derdi." [158]

"Ey insanlar, şeytanın adımlarını izleme­yin, kim şeytanın adımlarını izlerse o ona edepsizliği ve kötü­lüğü emreder. Eğer size Allah'ın lütfü ve rahmeti olmasaydı, hiçbirinizi asla temizlemezdi. Fakat Allah dilediğini arındırır. Allah işitendir, bilendir."  [159] biçiminde geçer.

Allah'ın en büyük nimetlerinden birisi yaşam zevki verme­si ve onunla insanoğlunun bütün tasalardan uzaklaşmasıdır. Hayat her an kesilen kaygılarla biteviye devam etmiş olsaydı insanda mutluluğun esamesi okunmaz, psikolojik tahribatı beden hastalıkları takip ederdi. Yol O'nun varlık O'na ait bize düşen nimetlere şükür ve kulluk. Verince gönendirip, göz ay­dınlığına vesile olan Rabdir.

Derinliklerden sana sesleniyorum, ey Rab

Sesimi işit, ya Rab

Yalvarışıma iyi kulak ver

Ey Rab, sen suçların hesabını tutsan

kim ayakta kalabilir, ya Rab?

Ama sen bağışlayıcısın

Öyle ki senden korkutsun

Rabbi gözlüyorum

Canım Rabbi gözlüyor

Umut bağlıyorum O'nun sözüne

Sabahı gözleyenlerden

Evet, sabahı gözleyenlerden daha çok

Canım Rabbi gözlüyor." (Mezmur) [160]

 

EL - VAHİD

 

Tek, benzeri, eşi, ortağı olmayan ve sonsuz birlikleri ken­dinde toplayan, zatında, sıfatlarında, işlerinde isimlerinde, hükümlerinde "bir" olan demektir.

Allah'ın ötelerin ötesinde, canın içinde gözlerin nuru oldu­ğunu bilip birliğine şahid oluruz. Birliği sayıların anlamlandır­dığının dışındadır. Tevhidin en önemli misyonu O'nu bir ola­rak kabul etme de toplanmıştır. Dünyada birlik ahirette dirlik.

İnsanoğlu niçin ilahlar edinme ihtiyacı duymuştur, dinler tarihi verileri incelendiğinde bunun çok farklı sebebleri oldu­ğu görülür. Bu günün insanları Tanrıyı kendilerine konu bile yapmak ihtiyacı duymuyor dahası öyle bir mevzuyu hayatın dışında bir yerlerle irtibatlandınp işin içinden çıkabileceklerini düşünüyorlar. İslam dini Allah hakkında şu genel değerlen­dirmeyi yapar: Bu alem sonradan olmuştur, ezelden ebede var olan Allah yaratıcıdır her şeyi o yaratmıştır. O Rab dir, terbiye edip kemale ulaştırır. Onun kendi varlığı vacib ve ezeli, ebedidir. Doğmamış ve doğrulmamıştır. Tektir, zatın­da, sıfatında ve işlerinde bir ortağı, bir yardımcısı, eşi benze­ri yoktur. Var olmasında ve varlığının devamında hiç bir şeye muhtaç değildir. Varlığı zatının gereğidir. İlmi, ezelden ebede kadar herşeyi kuşatmıştır. Kudretiyle hakimdir. İradesi bütün kainatta mutlak bir kanundur, dilediği olur, dilemediği olmaz. Hayat sahibidir. Peygamberleri insanlar arasından seçmiş onların bazılarına kitap vermiştir. Her şeyi yaratıp yerli yerin­ce koyan O'dur ve işlerinde kullarının bilemiyeceği hikmetler­de gizlidir. Mülk O'nundur tasarrufda O'na aittir.

Yaşadığımız her günde Allah'ın sonsuz lütfü olmasa nasıl yaşarız. İnsanoğlu Allah'ın geniş rahmetine susamıştır. Onurlu yaşamın yolu Allah'tan geçer. Kişilik hakları O'nun güvencesi altında bulunur.

Olduğum gibi kim görebilir beni

ne rengim var benim, ne nişanım

Benim de bildiğim sırlar var, diyeceksin ama

Hem o sırlarım ben

Hem o sırları saklayanım

Bu gönül ne vakit durulacak, bilme

Ama şu anda hiç kımıldamadan duran da benim

Yürüyüp giden de ben

Ben bir denizim

Kendi varlığı içinde taşan

Uçsuz bucaksız

Alabildiğince geniş

Kıyışız, hür bir deniz (Hz. Mevlana) [161]

 

ES - SAMED

 

Ululuğun zirvesi, kendisi olmadan hüküm verilmeyen için­de boşluk olmayan, sığınılacak barınak, yarattıkları her an kendisine muhtaç olan demektir.

İhtiyaçların giderilmesi gerekir. Maddi imkanların yetersiz­liği bazen had safhaya varır. Ev, çoluk, çocuk, beslenip, gi­yinme, eğitim, sağlık ihtiyaçları gözönüne alındığında bu ko­nuda çok değişik insanların kapısını çalmak zorunda kalırız. Onur ve şahsiyeti zedelemeden ihtiyaç duyduğumuz şeyleri elde etmenin çabasını en insani iş kabul etmeliyiz. İnsanlar sadece bir vesile olur düşüncesi her zaman aklımızda bulun­malı sebebleri yaratanın Allah olduğu bilinmelidir.

Kuran-ı Kerimde

"Ve O'nu ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah'a dayanırsa O, ona yeter. Allah buyruğunu yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur" [162]

"Allah'a dayan vekil olarak Allah yeter." [163]

"Allah ki O'ndan başka tanrı yoktur. Müminler Allah'a dayansınlar." [164] biçiminde geçen ayetlere dikkat çekmek istiyo­rum.

Oraya gitme demedim mi sana,

Seni yalnız ben tanırım demedim mi?

Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi benim?

Bir gün kızsan bana

Alsan başını

Yüzbin yıllık yere gitsen

Dönüp kavuşacağın yer benim demedim mi?

Demedim mi şu görünene razı olma

Demedim mi sana yaraşır ortağı kuran benim asıl

Onu süsleyen, bezeyen benim demedim mi?

Ben bir denizim demedim mi sana

Sen bir balıksın demedim mi?

Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın

Senin duru denizin benim demedim mi?

Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?

Demedim mi senin uçmanı sağlayan benim

senin kolun kanadın benim demedim mi

demedim mi yolunu vururlar senin

demedim mi soğuturlar seni

Oysa senin ateşin benim

Sıcaklığın benim demedim mi

Türlü şeyler derler sanma demedim mi

Kötü huylar edinirsin demedim mi

Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi

Yani beni kaybedersin demedim mi

Söyle bunları sana hep demedim mi? (Hz. Mevlana) [165]

 

EL - KAADİR

 

Dilediğini, istediğini yapmaya gücü yetip asla güçsüz kal­mayacak olan demektir.

Kuran-ı Kerim'de

"O Allah, onu tekrar döndürüp yaratma­ğa kaadirdir." [166]

"Gökleri ve yeri yaratan, bunları yarat­makla yorulmayan Allah'ın ölüleri'diriltmeğe de kaadir oldu­ğunu görmediler mi? Evet o, her şeye kaadir dir." [167]

"Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratamaz mı? Elbette yaratır. O, çok bilen yaratıcıdır." [168]

 "Göreme­diler mi ki, gökleri ve yeri yaratan Allah, kendilerinin benzeri­ni yaratmağa da kaadirdir Kendileri için, bir süre koymuştur, onda hiç şüphe yoktur. Ama zalimler inkardan başka bir şey yapmazlar." [169]

"O'na Rabbinden bir mucize indirilmeli değilmiydi. Deki şüphesiz Allah, bir mucize indirmeğe kaadir­dir, fakat çokları bilmezler." [170]

"O, sizin üzerinize üstünüzden, yahut ayaklarınızın altından bir azab gönderme­ğe, ya da sizi parti parti birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını taddırmağa kaadirdir. Bak anlasınlar diye ayetleri na­sıl açıklıyoruz." [171] şeklinde geçer.

Allah'ın dilediği insanların faydasına ve esenliğine uygun­dur. Tabiattaki uyum, kainattaki işleyiş O'nun dilediğini yap­mada nelere kaadir olduğunu gösteriyor. Sayısız alemler, değişik canlı türleri, çeşitli ihtiyaçlarla biri diğerini tamamla­yan mahlukların oluşturduğu müthiş ahenk.

Allah-u Teala zıtları birleştirir, görülmeyecek yerlerden varlıklara ne nimetler sunar. Oluşturduğu cazibelerle alemleri dönderir. İnsanı var eder zamanı gelince de onu tekrar dirilt­mek üzere emanetini geri alır. insanoğlu O'nun herşeye gü­cü yeteceğini anlar ama o zaman görür ki iş işten geçmiş elinde hiç bir şey kalmamıştır. İnsanın var olması, yediğini hazmedip gıdalanması Rabbin kudretine yeter de artarda.

"Hayat, dudaklarının güzel kokusudur. Sen görününce binlerce altın güneş seni karşılar. Sen yürüyünce çöl çiçekle­ri açar. Dünya, lalerini yayar. Sen oturunca yedi kat dervişler gibi ayaklarının önünde rükua varır. Bütün varlıklar önünde geçit resmi yapar. Denizler, bulutlar ve seller kudümler gibi ses verir. Yıldızlar, solgun rakkaseler gibi özleyişten sarhoş dönerler. Bütün vücudları sevgiyle ürperten bir musiki akar. Bu musiki senin ruhundan yayılan namedir.

Allahım. Ey ezeli ve ebedi aşk." (Hz. Mevlana) [172]

 

EL - MUKTEDİR

 

Kuvvet ve kudretiyle istediği gibi davranan ve buna güç yetirebilen demektir.

Allah-u Tealanın gücüne sınır aramaya kalkışanlar ne bü­yük gaf yaptıklarının farkına varıyorlar mı acaba? Dünya şimdiye kadar maddi gücü ile böbürlenen nice insanı gördü ama onların sonu ne oldu. Cihana hükmeden sultanlardan bu güne ne kaldı.Ordularının önünde yüzbinleri ölüme götü­renler kendi ölümleri ile karşılaştıklarında vehimlerinin so­nuçlarına katlanmışlar mıdır? Bilgileriyle insanları tahakküm altında tutanlar yaşları ilerleyip hiçbir şey bilmez hale geldik­lerinde ne yaparlar?

Ne olduğumuzu bilelim. Hikmet başa olaylar gelmeden sonrayı görmek demektir ve bunun için de önümüzde duran insanlık tarihinin kültürel mirasından yararlanalım. Dünya milletleri içki, kumar, hırsızlık zina, fuhşiyatın kötü olduğunu kabul eder ve toplumlar bunlardan kurtulmak için devamlı ça­ba gösterirler. İnsanlığın ortak değerleri yüceltilmeli adalet, kardeşlik, barış, çalışma sevgisi her zaman mutlak hedef ka­bul edilerek insanlar bu amaçların gerçekleşmesi için uğraş­malıdırlar.

"Hepinizin dönüşü O'nadır. bu Allah'ın gerçek olarak ver­diği sözdür. O, yaratmağa başlar, sonra inanıp iyi işler ya­panlara adaletle karşılık vermek için yeniden yaratır. İnkar edenlere gelince küfürlerinden dolayı onlara kaynar sudan bir içki ve acı bir azab vardır." [173]

"Yeryüzünde hiç bir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a aid olmasın Allah onun durduğu ve emanet bırakıldığı yeri bilir. Bunların hepsi apaçık bir ki­taptadır." [174]

"Ey insanlar, Allah'ın size olan nimetini ha­tırlayın. Allah'tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı? Ondan başka tanrı yoktur. Nasıl oluyor da gerçekten çevriliyorsunuz?"[175]

 

EL - METİN

 

Kelime kuvvetlilik, kararlılık manasınadır. Allah-u Teala için ise O'nun kudret iktidar ve sürekliliği anlaşılabilir.

Etrafımıza hikmetle bakalım dün varlık iddiasında bulu­nanlardan bu gün bir iz büe kalmamış. Kaba güçleriyle etrafı­na korku salıp dize getiren insanlar bu gün toprak altında un ufak olup kaygıların karabasanına düşmüş durumdadırlar. İnsana yaraşan ne olduğunu bilip her anını o yüce yaratanın buyruğuyla düzenlemesidir. Allah'ın emirleriyle yola gelme­yenleri zaman öyle yada böyle hizaya sokup gerçek güç sa­hibinin o olduğunu bildirecektir.

Allah'ın emirleri insanı bu dünyada güçlü yapabilecek dü­zeydedir. Ruhların sorularına doyurucu cevaplar ancak o ru­hun yaratıcısı tarafından verilir. Yarattığını var kılan onu taşı­yıcısından iyi bilmez mi? Rabbimizin bir tek emri bile insan selameti için ne büyük hikmetlere kapı aralar. Mesela O'nun Asr suresinde "birbirinize hakkı tavsiye edin." emri şerifi kötü­lüğü önlemede ne büyük bir uyarıcıdır. Beraber olup ve bun­dan kendince kuvvet vehmine kapılan topluluklar her istedik­lerini yapacaklarını düşüne dururken ilahi mesaj onların önü­ne düşer ve Hak olanın hep üstün olduğunu insanlara Hak­kın hükmetmesi gereğini belirtir, bundan sonrası ise o toplu­lukta bulunanların kendi tercihlerine kalmıştır ya Hak ya da batıl.

Bihamdillah ki binam-u nişanız adımız yoktur.

Dil-i viranemizden özge bir abadımız yoktur.

Ezelden mazharı aşkız bizim icadımız yoktur

Elemler cümle bizdendir ana isnadımız yoktur (Sultan Divani) [176]

 

EL - MUAHHİR

 

Arkaya bırakan, istediğini geriye koyan, bütün varlıkların sonunda olan demektir.

İsm-i şerif zaman mefhumu ile karşılaşan insanlar için farklı hikmetlere kapı aralar şöyle ki: Zaman Allah'ın yarattığı sırlardan biridir ve dünyada zamandan etkilenmeyen hiçbir şey yok gibidir. Aslında zamanların iyiliğinden bahsetmek ye­rine insanın iyilik, fazilet mücadelesinden söz etmek daha olumlu olmaz mı? Vakite suç bulmak züğürt tesellisinden başka bir şey sağlamaz. Bir insan kendi hayatının akışına baksın da önlemini alsın, her dönemin kendine özgü özellik­leri vardır ve bunlardan etkilenmemek söz konusu değildir. Çocukluk dönemini takib eden gençlik devreleri, olgunluk ve yaşlılık devrelerinin binlerce örneği gözümüzün önünde du­rurken bizlerin yaşayıpta görelim bakalım düşüncesi ne ka­dar yersizdir.

Allah'ın hayatta geri bıraktığı insanlar bunu bazı özellikle­riyle hak etmişlerdir. Mesela bu insanlar Allah'a şerik koş­mak ve küfretmek, ana babaya asi olmak, peygamberlerin bazısına iman edip bazısına iman etmemek, haksız yere in­san öldürüp, zulüm yapmak, yalan yere şahitlik yapmak, kö­tülük ve hayasızlığın gizli aşikar her türlüsünü yapmak, içki içmek, kumar oynamak, tefecilik, faizcilik yapmak, hırsızlık dolandırıcılık, sahtekarlık, yankesicilik yapmak zina veya livata yapmak, büyü yapmak, iftira etmek, yalan söylemek, eliyle diliyle başkalarına zarar vermek, yetim malı yemek, komşularına eza ve cefa etmek, pinti ve cimri olmak kibir ve gurur sahibi olmak, iki yüzlü olmak, iyice bilmediği bir şey hakkında hüküm vermek, zulme ve fenalığa yardım yapmak gibi işlere katılarak geri bırakılmaya layık olmuşlardır.

Hiç kimseye hor bakma

İncitme gönül yıkma

Sen nefsine yan çıkma

Mevla görelim neyler

Neylerse güzel eyler (Erzurumlu ibrahim Hakkı) [177]

 

EL - EVVEL

 

Bütün varlıklardan önce var olan demektir. Daha öz ifade ile ilk olandır.

Allah-u Teala'yı alfabe harflerinden oluşan kelimelerle an­lamaya çalışıp daha sonra da anlatmak o kadar garib duygu­lar yaşatır insana. Kelimeler neyi söyler hangi alanı kapsar diye şimdiye kadar düşünmeyen dostlarım daha ne bekliyor­sunuz? Hakikati hangi alfabe şekillendirebilir? Hikmetten bi­ze verilenlerin bir kısmını bu satırlara yazıyor bir bu kadarını ise gönlümüzde tutmak zorunda kalıyoruz. Açık olan ifadele­rimiz yanında daha anlatılması gereken mevzularda yok de­ğil ama bu işin yapılış şekli böyle olur.

Kuran-ı Kerimde

"O ilktir (kendisinden önce hiçbir varlık yoktur.) sondur (kendisinden sonra bir varlık yoktur. Her şey yok olurken O kalacaktır.) zahirdir (delilleriyle varlığı gün gibi açıktır.) batındır (zatının hakikati gizlidir, akıllar O'nun özünü idrak edemez) O, herşeyi bilendir."[178]  şeklinde geçer. [179]

 

EL - AHİR

 

Son manasınadır. Allah-u Teala'nın İsmi şerifleri insan düşüncesinin bütün alanlarını nüfuzu altına alıyor ve ona başka ne kaldı ki sorusu bile sordurmuyor.

Buhari kitabında şu hadisi alır "Allah herşeyden önce mevcudidi. O, her şeyin halikıdır ve her şeyden sonra da mevcudiyeti devam edecektir." Zeval bulmayan saltanat O'na aittir. Bizler sevinip üzülür imtihan oluyoruz diye umutla yarınları bekleriz. Allah'ın insanlardan farklı olduğunu, emir ve yasaklarının hikmetinden anlayabiliyoruz. İnsan bu dün­yada kendisine verilen emaneti zayi etmedikten sonra baka­lım neler görecek. Dost insanlar sizde bakın çevrenize Rab-bül Aleminden başka kalan, var mı? Bu hakikati anlamak için göklerin yarılmasını beklemek zorunda kalanlara esenlik ol­sun, elimizi açar Hazreti Muhammed (s.a.v.) gibi şu duayı yaparız. "Allahım! Sen evvelsin. Ki senden önce birşey yok­tur. Ahirsin ki senden sonra birşey olmaz." [180]

 

EZ - ZAHİR

 

Apaçık olan demektir. A!lah-u Teala işleriyle aşikar varlı­ğına ve birliğine delalet eden esmasıyla ortada olandır.

Gizli olan ne? Açık olan nasıl oluyor? Bu ve buna benzer ifadelerin şahıslara göre değiştiğini biliyoruz. Görmek gözle, işitmek kulakla oluyor diye genel geçer sözleri belirtiriz ama bakmak, anlamak dediğimizde buna kendi yorumlarımızı ka­tarız. Bu varlık boyutunda duyguların objektif olmadığını ha­yat bize göstermiyor mu? Gözün görüş alanı sınırlı, sesin du­yulma frekansı değişik iken duyu organlarını mutlak hakika­tin ölçüsü olarak ele almak çok da inandırıcı olmasa gerek. Biz vücudumuzun organları ile sadece hakikate yol bulabili­riz. Hakikat bu yolun sonundaki mutlak hedeftir. Dünya ve di­ğer gezegenleri aydınlatan güneş bile belirli mesafelere ge­lindiğinde gözümüz tarafından tam olarak görülme özelliğini yitirmiyor mu?

Sözlerimizi daha fazla uzatabilir ve bunu çok değişik ör­neklerle çoğaltabilecekken hikmet yolcuları bu misalle ne de­mek istediğimizi çok iyi kavramışlardır. Bu noktaya geldiği­mizde Tanrı'yı bilmek veyahut bulmak diyebileceğimiz hik­metin başlangıcının vücut olduğu ama nihayetinin vücutla bitmediğini söylememiz lazım. Allah düşüncesine vicdan gö­nül, bilgi, tecrübe, insanlığın genel kabulü ile şehadet edilebi­lirken biz yüce peygamberin şu duasını yaparız. Müslim kita­bında yer alan dua şöyle "Allahım! Zahir sensin ki senden üstün birşey yoktur."

Ben bilmez idim gizli ayan hep sen imişsin

Tenlerde ve canlarda nihan hep sen imişsin

Senden bu cihan içre nişan ister idim ben

Âhir şunu bildim ki nişan hep sen imişsin (Molla Cami) [181]

 

EL - MUKADDİM

 

Öne alan, istediğini ileri geçiren demektir.

Allah-u Teala'nın zaman bakımından dilediğini öne alma­sı O'nun tasarrufunun bir sonucudur. Kimse O'na niye şu an­da bu an değil die soru soramaz. Mahlukatın içerisinde kimi­sini bitki, kimisini hayvan, kimisini insan biçiminde öne geçir­miş ve bunda da kimseye hiçbir şey sormamıştır. Hatta taş toprak olarak yarattıkları bile onun emrine uyup dururken in­sanın bu büyük nimete saygıda kusur etmesine ne demek. İnsanlara gelince Rabbül Alemin onlardan bazısını seçip di­ğerlerinden farklı olarak peygamber yapmış ve onlara hikme­tini vermiştir. Bu noktaya gelince şurasını belirtmekte yarar görüyorum peygamberler insan olarak kendilerine düşen ça­baları sonuna kadar kullanmışlar insan peygamber sınırına varmışlardır.

Allah'ın bu varlık boyutunda öne geçirdiği insanların özel­likleri şunlardır: O insanlar öncelikle Allah'ın birliğine ve on­dan başka Tanrı olmadığına, Allah'ın meleklerine, peygam­berlerine Hz. Muhammed (s.a.v.) in Allah'ın kulu ve peygam­beri olduğuna, peygamberlere kitap gönderildiğine, ahiret gü­nüne, tekrar dirilmeye hayır ve şer Allah'ın yaratmasıyla ol­duğuna şüphesiz inanırlar. Namaz kılar, oruç tutar, malının zekatını verir, yoksullara, muhtaçlara hısım ve akrabalara yardım ederler. Felaketleri metanetle karşılar, bunları başarı ile atlatabilmek için bütün kudretini sarfeder ve nihayet çare­sizliğe karşı sabır ve tahammül gösterir. Allah'tan ümidini kesmez. Ana babaya itaat eder onların kalbini kıracak en ufak sözlerde bulunmaz. Sözünde durup ahdine sadık kalır. Her ne surette olursa olsun emanete hıyanet etmez. Bilmedi­ği bir şey hakkında hüküm vermez. Ne eliyle ne de diliyle kimseyi incitmez ve kimse tarafından incitilmez. [182]

 

EL - BATIN

 

Gizli demektir. Alah-u Tealayı yaratıkları görüş ve ilimleri kuşatamaz, düşünceler O'nu ihata edemez. Bu böyle bir sır­dır.

Dünyada nice gizlilik bile kendi hayatımızın vazgeçilmez bir gerçeği değil mi? İnsan fıtratı gizli olana devamlı arzu du­yar. Çoğu vakit saklıyı arama bile insana çok büyük mutluluk verir. Tanrı düşüncesi insan fıtratının üstünden onu kuşatır. Tanrıya yol bulabilmenin kendince değişik nimetleri vardır ve insanın bunlara baştan hazırlıklı olması gerekir. Bostandan şunları okuyoruz "Bütün cihan onun ilâhiyatınde müttefik ol­makla beraber, zatının mahiyetini bilmekten acizdirler... Ve­him kuşu ne kadar yükselse, onun zatının evcinde uçamaz, akıl ne kadar düşünse O'nun vasfının eteğine el eriştiremez. O'nun mahiyeti öyle bir girdabdır ki, bu girdabda binlerce akıl gemisi battı da kenara bir tahta bile çıkmadı."

İnsanın Tanrının niçin gizli olduğuna ulaşması, onun bir çabası neticesinde olursa bu hal hikmete kapı aralayabilir. Yaşadığımız dünya bize şunu gösteriyor, ferdlerin büyük kıs­mında yaratıcıyı anmak şöyle dursun bu hakikate çok uzak hayat tercih ediliyor. İnsan kendi hayatından çıkartılmaması gereken düşünceye kapılarını kapatıp dünyanın telaşesi al­tında yitip gidiyor. Hazreti Peygamberden gelen şu mübarek sözlere ne demeli "Siz, Allah'ın nimetlerini ve kudretinin eserlerini düşününüz, zâtını ise tefekküre kalkışmayınız, çünkü buna gücünüz yetmez."

"Ne vakte dek, taşla toprakla

Çanak çömlekle dolduracağız eteğimizi

Koynumuzu koltuğumuzu ne vakte dek

Çekelim elimizi topraktan

Çanak çömlekten çekelim de göğe ağalım

Bu toprak kalıp nasıl kafese koydu seni

Nasıl çuvala soktu

Yırt çuvalı da çevrene bak

O aşk mektubunu doğru tut, doğru oku

İyi belle sağını solunu (Hz. Mevlana) [183]

 

EL - VALİ

 

Hükümdar demektir. Allah-u Teala bütün varlıkların üze­rinde yegane emir fermanını uygulayandır.

İşler eninde sonunda Rabbül Aleminin dediğine varmıyor mi? isteyen bildiği gibi yaşasın ama bana Allah'ın kanunları etki etmez demesin, insan yaşlanmıyor mu? İnsan zengin iken fakir olmuyor mu? Sağlıklı iken sıhhatini kaybedip vücu­du ile karşıkarşıya gelmiyor mu? Bu nasıl hikmet öyle. Gelin işi başından doğru tutalım yönetenin, kanunları geçerli olanın O olduğuna şehadet edelim de evrenle barışık yaşamanın mutluluğu yüreklerimizi aydınlatsın.

Kuran-ı Kerimde

"Bir kavim, özlerindeki güzel hal ve ahla­kı değiştirip bozuncaya kadar Allah şüphesiz ki onun halini değiştirip bozmaz. Allah bir kavmin de fenalığını azabını dile­di mi, artık onun reddine hiç bir çare yoktur. Onlar için O'ndan (Allah'tan) başka Vali de bulunmaz."[184] biçi­minde geçer.

Kainatta Allah'ın hükümranlığı tartışılmaz bir gerçek iken bu gün insan topluluklarının önünde kurtuluşa vesile olabile­cek Allah'ın yüce dini İslam'ın emirleri ihmal edilerek büyük dengesizliğe yol açılmakta sonuç gözyaşı, yıkım ve huzur­suzluk olmaktadır. Allah'ın idaresinde kanun hakimiyeti var­dır, ödül, ceza, sistemi işlerliği sözkonusudur. Cennet iyileri cehennem kötüleri beklemektedir.

Rab egemenlik sürüyor, görkeme bürünmüş

Kudret giyinip kuşanmış

Dünya sağlam kurulmuş, sarsılmaz

Ya Rab, tahtın öteden beri kurulmuş

Varlığın öncesizliğe uzanır

Denizler gürlüyor, ya Rab

Denizler gümbür gümbür gürlüyor

Denizler dalgalarını çınlatıyor

Yücelerdeki Rab okyanusların gürleyişinden

Denizlerin azgın dalgalarından

Daha güçlüdür. (Mezmur) [185]

 

EL - BERR

 

İyiliği ve hayrı geniş olmak demektir. Allah'ın vasfı olarak kullarına karşı şefkatli, onlara ihsan ve iyilik eden, iyilikleri bütün yaratıklara yaygın olan manalarını ifade eder.

Hayatımız boyunca O'na muhtacız. Biz biz kaldıkça O'na muhtaç değil miyiz? Varlığımız Rabbimiz fermanı ey sevgili­ler gelin O'nun kapısında eşik olalım. Verdiği her nimeti başı­mıza taç edelim. Buhari kitabında yer alan şu hadisi insaflıca ele alalım. "Abdullah b. Abbas (r.a.) Resulüllah (s.a.v.) in Rabbinden yaptığı rivayetle şöyle dediğini nakleder: "Allah Teala iyiliklerin ve kötülüklerin neler olduğunu birer birer tesbit edip yazdı sonra şunlar iyi şunlar fenadır diye beyan etti. Bu iyilik ve fenalıkların karşılığı, Hak Teala tarafından şöyle tesbit edilmiştir.

Kim bir iyiliği yapmağa azmeder efe muvaffak olamazsa Allah Teala onu kendi yanında tam bir iyilik olarak tesbit eder.

Bir iyiliği yapmağa azmeder ve yaparsa onu on sevabdan yediyüz katına hatta daha çok katlarına kadar sevab olarak yazar.

Kim bir kötülük yapmayı düşünür, azmeder sonra bunu yapmaktan vazgeçerse onu da tam bir iyilik olarak kulun def­terine geçirir.

Eğer bir kötülüğü yapmayı azmeder ve yaparsa onu bir günah olarak yazar."

İyilik Rabbül Aleminin en belirgin özelliği olarak bizlere hal diliyle şunları söylüyor: "Allah'ın yarattıklarına elinizden geldiğince iyilik edin, hiç olmazsa tatlı bir söz, tebessüm eden bir yüz ile muamele ederek gönül kazanmaya çalışın."

Muradıma maksuduma ermezsen

Hayıf bana yazık bana vah bana

Kadir mevtam cemalini görmezsem

Hayıf bana yazık bana vah bana

Asi kulum defterine bak derse

Yüzüm karalan gör ne çok derse

Yerim göğüm arasından çık derse

Hayıf bana yazık bana vah bana (Yunus Emre) [186]

 

ET - TEVVÂB

 

Dönmek demektir. Allah-u Teala için kullanıldığında ceza­landırmadan bağışlayan diye anlaşılabilir.

Günah; Allah'ın yasakladıkları suç; ise kanunun yapılma­masını yasalarla belirlediği işlerdir. Hayatta suç ve günahlar­dan uzak olmak ancak korunmuş olmakla mümkündür, insan fıtratında taşıdığı özellikleriyle iyilik ya da kötülükten yana ta­vır alabilir. Yanlış işler kalbi karartır günahlar bir defa alışıldı mı onlardan uzaklaşmak insanı çok yorar. Gelin günahı daha baştan tanıyıp ondan uzak durmanın çabasında olalım. Gü­nahın çirkinliğini sezelim, Allah'ın azabının şiddetini bilip yal­nız O'na dönmekle af edileceğimizi kavrayalım ve günahları­mıza samimi olarak tövbe edip gözyaşı dökelim.

Kuran-ı Kerimde

"Adem, Rabbinden bir takım kelimeler aldı (onlarla amel edip Rabbine yalvardı O da) bunun üzeri­ne onup tevbesini kabul etti. Şüphesiz o, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyendir." [187]

"Musa kavmine de­mişti ki Ey Kavmim, sizler buzağıyı tanrı edinmekle kendinize zulmettiniz gelin, yaratıcınıza tevbe edin de nefislerinizi öldü­rün. Bu, yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. O sizin tevbenizi kabul buyurmuş olur. Çünkü o, öyle bağışlayıcı ve öy­le merhametlidir." [188]

"Rabbimiz, bizi sana teslim olanlar yap, neslimizden de sana teslim olan bir ümmet çı­kar, bize ibadet yerlerimizi göster, tevbemizi kabul et, zira tevbeleri kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin sen."[189] biçiminde geçer.

Hoş sabr-ı cemilimdir.

Takdir kefilimdir

Allah vekilimdir

Mevla görelim neyler

Neylerse güzel eyler   (Erzurumlu İbrahim Hakkı) [190]

 

EL - MÜTEÂLİ

 

Yüceler yücesi demektir. Allah-u Teala için kullanıldığın­da kudret, hakimiyet, diye anlaşılabilir.

Allah-u Teala'nın emirlerine bakalım kudretinin izlerini gö­rürüz, işlerine nazar kılalım O'nun hakimiyeti önünde secde­lere kapanırız. Kuran-ı Kerimde anlatılan, Hazreti Peygam­berin mübarek dilinden bizlere aktarılan Allah'ın pek yüce ol­duğuna şu ayetle dikkat çekmek istiyorum

"Düşen hiç bir yaprak yoktur ki, O'nu bilmesin. Yer dibinin karanlığında hiç bir dane yoktur ki, O'nu bilmesin. Yaş - kuru hiç bir şey yok­tur ki apaçık bir kitapta olmasın." [191]

"Ruhlar, kafeslerinden salıverilmiş sonsuzluk içinde belirli bir süre uçuşan kuşlardır. Ben senin "Kanadını aç, yarattıkla­rımı seyret, sev, uğraş akşam olunca koynuma dön." dediğin bir kuşum." (Hz. Mevlana) [192]

 

EL - MUNTEKİM

 

İntikam alıcı demektir. Allah-u teala için kullanıldığında müstehak olanı miktarınca cezalandıran diye anlaşılabilir.

Sevgili dostlar sakın ola ki Allah-ı mağlubiyetinden dolayı öcalan olarak düşünmeyin bu O'nun şanına sığmaz. Kuran-ı Kerimde bu ismi şerif Aziz ismi ile birlikte gelmiştir ki kullar olanı iyice kavrayabilsinler de Allah'ı öylece anlasınlar. Al­lah'ın yasaklarından kaçınmalıyız. Cehennemi tasvir eden şu ayeti kerimelere bakalım da ayağımızı denk alalım.

"Yakıtı insanlar ve taşlar olan inkarcılar için hazırlanmış ateşten sa­kının" [193]

"İnkar edenlere söyle yenileceksiniz ve cehenneme sürükleneceksiniz. Orası ne kötü bir döşektir." [194]

"O ayetlerimizi inkar edenleri yakında bir ateşe sokacağız, derileri piştikçe azabı tadsınlar diye onlara başka deriler vereceğiz! Şüphesiz Allah daima üstündür hüküm ve hikmet sahibidir." [195]

"İnkar edenler, Allah yoluna en­gel olmak için mallarını harcarlar ve harcayacaklar da. Sonra bu, kendilerine dert olacak, nihayet yenilecekler ve inkar edenler cehenneme sürükleneceklerdir." [196]

"Ey ina­nanlar, hahamlardan ve rahiblerden bir çoğu, insanların mal­larını haksızlıkla yerler ve insanları Allah yolundan çevirirler. Altun ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onlara acı bir azabı müjdele" [197]

"Kı­yamet günü elleri bağlı olduğu için yüzüyle en kötü azaptan korunmaya çalışan ile güven içinde bulunan bir olur mu o gün zalimlere kazandığınızı tadın, tadın denmiştir." [198] Rabbül Alemin bizleri muhafaza buyursun. Bunlardan daha acı olanı da Rabbın Cemalini seyretmekten mahrum kalmak değil mi?

Ateşe su engeldir

Suya ateş engel

Aşk ateşinde sevinç içinde ruh

Küllerinde gönül pişmanlık içinde

Ey eğrilerimizi doğru kılan dost

Ayaklarımız yolunda sımsıkı bassın

Ey gönlümüzün, bedenimizin rahatı

Hastalık bile, senden gelirse sağlık esenliktir bize (Hz. Mevlana) [199]

 

EL - AFÜV

 

Kelime üzerinde hiç bir leke bulunmayan demektir. Allahu Azim Şanın afvı o derecededir ki günahı tertemiz kılıp paklar ve ondan hiç bir iz bırakmaz.

Allah'ın afvına mazhar olacakların başında O'nun varlığı­na, birliğine inananlar gelir. İnsan yaptığı hatalardan utanma­lı üzerinde bulunan kul haklarını ödemelidir. Hatalar sadece insanlara karşı olmayabilir mesela tabiata, hayvanlara da kö­tülük yapılmış olabilir bu durumun bile giderilip düzeltilmesi gerekir. Şu ayetlere bakalım

"Ey inananlar, kazandıklarınızın ve yerden sizin için çıkardığımız nimetlerin iyilerinden Allah için verin kendiniz göz yummadan alamayacağınız kötü şey­leri sadaka vermeye kalkmayın. Bilin ki Allah zengindir, övül­müştür." [200]

"...Bu gün artık inkar edenler, sizin di­ninizi yok etmekten umudu kesmişlerdir, onlardan korkma­yın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi olgunlaştırdım, size nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'a razı ol­dum.. Doğrusu Allah bağışlayan, esirgeyendir." [201]

Zamanın insanları hüzüne gark ettiği anlarda O'na bir yol aralayın. Kalabalıkların içinde birden Tanrı'nın isimlerinden birine sarılın. Gün batarken mahzunlaşırsamz Rabbin afvı si­zi sarıp sarmalayacaktır. Korkunun eşiklerinde bulunduğu­nuz vakitlerde O'nu bir daha anın. Çiseleyen yağmur, seher vakitlerinin esrüklüğünde bakışlarınızı gönlünüze çevirip af dileyin, tövbe edin ümit edilir ki afedilesiniz.

Ey Padişah-ı lemyezel

Zat-ı ebed Hayy-ı ezel

Ey lutfu bol, kahrı güzel

Kahrında hoş lutfunda hoş

Ağlatırsın zari zari

Verirsen cennetü huri

Layık görür isen nârı

Kahrında hoş lutfun da hoş

Gerek ağlat gerek güldür

Gerek dirgür, gerek öldür

Bu Aşık hem sana kuldur

Kahrında hoş lutfunda hoş

(Erzurumlu İbrahim Hakkı) [202]

 

ER - RAUF

 

Rahmet demektir. Allah-u Teala için kullanıldığında rah­metin ileri bir şekliyle merhamet sahibi olan müşfik diye anla­şılabilir.

Allah-u Teala affedenleri affeder canlıların hayatlarına değişik cazibeler yerleştirir. Bir bakarsınız ki mahlukat biri di­ğerine muhtaç olmuş buna hayret eder, olanlardan O'nun büyüklüğüne şaşarsınız. Rahmetin bu kadar geniş olması in­san fıtratında yer alan dengenin her an bozulma durumuna uygun olmasındandır. Şöyle ki akıl, ruh, beden, nefis, düşün­ce, şeytan, kötü işlerin nefse sevgili olması, insanların yanlışı yüceltip, iyilikte geri olması gibi biri diğerine uymayan işler in­sanı kararsız duruma sevk etmekte kişi Hakkın safında yer almadan önce ne yapacağını çok düşünmektedir. Öyle ise insana kurtuluş müjdesinin verilmesi gerekir bu da bütün ke­malini bu ismi şerifte bulur. Kuran-ı Kerimde

"...Doğrusu Rabbiniz, çok şefkatli çok acıyandır." [203]

"Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki insanlara şahit olasınız. Elçi de size şahit olsun. Biz elçiye uyanı ökçesi üzerinde geriye dönen­den ayıralım diye, eskiden yöneldiğin Kabeyi kıble yaptık... Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz Allah, in­sanlara şefkatli, merhametlidir." [204]

"Görmedin mi Allah yerdekileri ve emriyle denizde akıp giden gemileri sizin buyruğunuza verdi. Yerin üstüne düşmesin diye göğü tutu­yor... Çünkü Allah, insanlara çok şefkatli, çok merhametlidir." [205]şeklinde geçen ifadeler gözlerimizi yaşartır. İlahi bi­zi affet ruhlarımızı sükunete erdir.

Ya Rab! Beni kimseye muhtaç etme ne olur Ne kula ne de şaha muhtaç etme ne olur Şu simsiyah saçlarım kereminle ağardı Bembeyaz saçlarımla utandırma ne olur (Hz. Mevlana) [206]

 

EL - CAMİ

 

Kelime toplayan demektir. Allah-u Teala kıyemette ölüle­rin mahvolmuş unsurlarını bir araya getirecek ve dünya ha­yatının hesabını soracaktır.

Toplanan yerlerin çok ayrı özelliği olur. İnsanları bir araya getirip onları yönelteceğimiz istikametlere sevk etmek ilk an­da kolay görünse de bu zor işlerdendir. Ruhlar toplanır, ce­setler toplanır ve bütün değişik dilleri konuşanlar gün olur bir araya getirilir. İnsanın özellikleri araştırıldığında toplayıcılık vasfına hayret edilir. Zihinlerde ayrı duran bilgiler birleştirilip onlardan sonuca ulaşılır. Birlik aslında kuvvette demektir. Toplum neşesi sadece toplulukta bulunur. Beraber yapılan ibadetlerin hazzı ne kadar büyük değil mi. Aynı saflarda top­lanıp yüce yaratıcı huzurunda İlahiler okuyup dualar etmek insanı hem ruhen hem de bedenen oigunlaştınr.

"Ey Rabbimiz! Doğrusu geleceğinde hiç şüphe olmayan günde muhakkak ki insanları toplayacak olan sensin." (Ali İmran 9), "Doğrusu Allah, münafıkların ve kafirlerin hepsini Cehennemde toplayacak olandır." (Nisa 190) Kuran-ı Kerim ayetleri dikkatimizi o büyük güne çekmekte ne kadar haklı. İnsan yitip gideceğini düşünür. Bana da mı sıra gelecek hem ben ne oluyorum gibi değişik vehimleri ömrünün bir vakitinde dile getirir, şu hatırdan çıkartılmasın O Rabbül Alemin hiçbir zerreyi bile gözden çıkarmayacaktır öyle buyurmuyor mu?

Her nere varsam yakar canımı bu aşk ateşi Yana yana külli pür nar olmuşum Ya Rab medet

Vahdet ilinde seninle yâr idim noldu bana Kesret içre künd-i ağyar olmuşam Ya Rab medet (Niyazi Mısri) [207]

 

MALİKÜL MÜLK

 

Tasarruf, hükümranlık, mülkün sahibi olan yüce Allah'a aittir. Alem Hakk'ındır.

Allah'ın kanunları varlığı ile gönüllere huzur saçar. Şunla­ra insaflıca bir bakın

"Biz İsrailoğullarından şöyle söz almış­tık. Allah'tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz, ana - babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz. İnsanlara güzel söz söyleyin namazı kılın, zekatı verin. Sonra siz pek azınız hariç, döndünüz, hala da yüz çevirip duruyorsunuz."[208]

 "Rabbim, ancak fuhuşları, gerek açığını, gerek kapalısını, günahı ve haksız yere saldırmayı, hakkında hiç bir delil indirmediği bir şeyi Allah'a ortak koşmayı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyler söylemeyi haram etmiştir." [209]Kur'an-ı Kerim'in genelinde kanunlar koyan ve bunlarla da insanların mal, can, akıl, namus, din duygularını muhafa­za eden bir Tanrı ile karşılaşıyoruz O öyle bir Rabdır ki O'nun kanunları önünde secdelere kapanılır.

İdareciler çoğu vakit meşruiyetlerini insanların yürekle­rinde yer alan Tanrı düşüncesi ile irtibatlandırıp zulümleri­ni örteceklerini zannederler. Heyhat ne büyük yanılgı. Al­lah'ın kanunları insanları özgürleştirip dünya kaygıların­dan kurtarır. İnsanları idare edenler bu güçlerini fertlerden almıyorlar mı? Öyle ise bu zulüm işleri ne zaman bitecek te insanlar kanun hakimiyeti altında göklerin ve yerin padi­şahını Rab bilecekler.

Kani mülke benim diyen

köşkü saray beğenmeyen

Şimdi bir evde yatarlar

Taş olmuş üstünleri

Onlar bir vakt beyler idi

Kapıcılar korlar idi

Gel şimdi gör bilmeyesin

Bey kangıdırya kulları (Yunus Emre) [210]

 

ZÜL CELAL-İ VE-L İKRAM

 

Celal ululuk ve büyüklük, ikramda lütufta hesapsız olmak demektir.

İsm-i Azam-ı duymanın vakti geldi, gönül kulağınızla dinleyin, gecenin sabaha taşıdığı sır bu, güneşin doğudan batıya götürdüğü güzellik muştusu bu. Varlığı özünden tu­tan, gözyaşlarını yanaklardan aşağı süzdüren, sevgili hatır­lanınca dağlan yumuşatan, kara toprağa düşen cemredir Zülcelal Vel ikram. Anneler yavrularını O'nun merhametiyle büyütür, nergisler O'nun için bembeyaz ve lekesizdir, ek­mek doyurur, ateş yakar, yıldızlar kara gecede parlar. İn­sanlar Rabb'ın sonsuzluk gökyüzüne saçtığı yıldızlar gibi­dir. Akşamın ilk vaktinden gün doğumuna kadar amelleri, aşkları kadar parlar hakikat ortaya çıktığında yerlerinde sa­bit kalarak görünmez olurlar. Denizler coşuyorsa bilin ki Zülcelalin adıyladır. Gökler tufanlarını getiriyorlarsa O'nun adıyladır. Şimşekler karanlığa beyaz çizgiler çekiyorlarsa O'nun ismiyledîr. Seher vakitlerinde kuşlar O'nun ismiyle güneşi uyandırır, çiçekleri arılar O'nun cazibesiyle arar. Ke­limeler hâlâ insanların yüreklerinde gümbürdüyorsa bunu O'ndan başka kim yapabilir? Gelin biz de zülcelal vel ikra­mın karşısında eğilip yakarışlarımızla O'nu analım. "Yeryü­zünde bulunan herkes fanidir. Fakat, celal ve ikram sahibi Rabbinin vechi bakidir." [211]"Celal ve ikram sahibi Rabbinin ismi yücedir." [212]

İki dünyada yok oldu gitti bende

Artık ne bu dünyadan sorsunlar beni

Ne o dünyadan

Sen bizim aynamızsın, dedim, ey can

Amma yaptın, dedi

O da ne demek?

Şu gördüklerin hep benim.

yoksa dedim sen o musun?

hey kendine gel sus dedi

Benim ne olduğum dedi dile gelmez

Öyleyse, dedim işte sana dilsiz

Dudaksız konuşan biri

Yoklukta ayaksız yürümedeyim, gökteki ay gibi

işte sana elsiz ayaksız durmadan koşan biri

Böyle koşup durmak dedi bir ses Senin nene gerek

Bak bana apaçık ortadayım gene gizliyim Sen beni gör asıl, beni (Hz. Mevlana) [213]

 

EL - MUKSİT

 

İşleri birbirine denk, uygun, yerli yerince olan demektir.

Allah-u Teala'nın bütün işleri birbirine bizim ilk anda bile­meyeceğimiz bağlarla bağlanmıştır. Yaratması, rızık verme­si, aşık etmesi, gam ve tasalarla ham insanı insan-ı kamil yapması, göz aydınlığı, hikmet ve daha nice işleri o kadar yerince dir ki buna şaşırmamak nasıl mümkün olabilir?

Hep işleri faytkdır

Birbirine lâyıkdır

Neylerse muvafıkdır

Mevla görelim neyler

Neylerse güzel eyler

İslam dininin insan fıtratına uygunluğuna dikkat ettiniz mi! Akıl dairesinde kalan, insanı vehim ve hurafelerden alıkoyan tabiat sevgisiyle gönüle ferahlık veren bu yüce din binlerce yıldır insanları yeryüzü cennetine davet edip duruyor. Burada çağrıya evet diyenlerin gönüllerini gam ve tasalardan koruya­rak Allah'ın geniş rahmetine kapılar aralıyor. Baştan sona esenlik olan yüce dinin insanlara tanıttığı Allah'ı bizde kendi kültür ve irfanımızla bir daha anarak O'na kulluk vazifemizi hatırlayalım. Bu ismi şerif aynı zamanda "mazlumların hakkı­nı zalimlerden alan"dır diye anlaşılabilir o zaman her insanın çok dikkatli olması gerekir, öyle ki bir insanın karşısında Al­lah-u Teala olursa o insana ne yapmak düşer. Kötü insanlara bir vakit karışılmıyorsa, zulmü süresiz devam edecek diye anlaşılmasın. Zulmün cezası geciktiği nisbette şiddetli olur. Rabbül Alemin cezayı geciktiriyorsa bu o insanın tövbekar olması, iyi adam olmaya yönelmesi fırsatındandır. Bunu kay­beden ise neyi kazanmış olabilir ki.

Hararet nardadır sacda değildir

Keramet hırkada tacda değildir

Her ne ararsan kendinde ara

Kudüsde Mekke'de Hac'da değildir

Sakin ol kimsenin gönlünü yıkma

Gerçek erenlerin izinden çıkma

Eğer insan isen ölmezsin korkma

Aşığı kurt yemez ucda değildir (Hacı BektaşVeli) [214]

 

EL - GANİY

 

Zengin olmak, ihtiyacı olmamak demektir. Allah-u Teala için ise nezdinde bulunan ve malik olduğu şeylerle başkasına ihtiya­cı olmayan kamil diye anlaşılabilir.

"Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız. Gani Hamid ise ancak Allah'tır.[215]

Allah'a muhtacız. Yok idik var kılıp insanlıkla şereflendirdi. Şeriat indirip onurumuzu korudu ve bizleri Cennetine davet et­mekle kadirşinaslık gösterdi. Emirleri bizim selametimizi sağla­mak içindir. İbadetlere O'nun değil kulların ihtiyacı vardır şöyle ki O sultanın emir ve nehiyleri insanı adam yapar yeryüzünün-şerefli bir mahlukatı haline koyar. Doğruluk O'nun baş buyrukları arasında sayılır. Doğru insan kendine, ailesine, toplumuna ve bütün mahlukata O'nun nazarıyla bakar da ne kimseyi incitir ne de kimse tarafından incinir.

"Eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz Allah sizin imanınıza muhtaç değildir. Fakat kulları için küfre razı olmaz. Ve eğer şük­rederseniz sizin için ona razı olur. Hiçbir günahkar diğerinin gü­nahını çekmez. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir. O size yaptıkla­rınızı haber verir. Çünkü o göğüslerin özünü bilir." [216] Ayeti kerime karşısında kalemimize susta düşün demekten baş­ka diyeceğimiz gelmiyor.

Şol cennetin ırmakları

Akar Allah deyû deyû

Çıkmış islam bülbülleri,

Öter Allah deyû deyû

Hep nurdandır direkleri

Gümüştendir yaprakları

Uzadıkça budakları

Biter Allah deyû deyû

İnsanları ihtiyaçtan kurtaran Rabb'ül Alemindir. O zengin, mülkünde istediğine hesapsız mal bağışlayandır.

Mal, servet insanlığın çözemediği sosyal olgulardan en başta gelenidir. Servetin artmasında kişiye düşen çaba ile onu sahiplenmesi arasında nasıl bir ilişki olabilir, dahası mülkte zenginlik nasıl oluşur? Toplum refahı zenginlikle parallelik arzeder. Bunları şöyle daha uzatabilirsek de ihtiyaç duygularını terbiye edenin Allah olduğunu sözlerimizin başın­da söyleyelim. Sınırsız alemlerde yaşayan insanın hepsini is­temesi öylesine olağandır babamız Hazreti Adem'in arzulan bizlerde devam edip durmuyor mu? Daha mükemmelini, es­kimeyenini arzulamak ne kadar insani. Allah'ın dini insanlara sınırlar çizer ve mutlu olunacak bölgeleri belirtir. Aşktır bizim aşımız. Sevinçleri böylece çoğaltan zikirdir, dillerimizden dü­şürmediğimiz. İhtiyaçtan uzak olduğumuzu değil sonsuz ihti­yaçlarla O'na muhtaç olduğumuzu belirtmekte, namazımızda niyazımızda bunu böyle bilmekteyiz. Malın imtihan olduğunu söyleyen O, Bu meşakkatli yolda kendini imtihan etmek iste­yen varsa gök kapıları açık. Allah'ın fakiri gözetin emirlerini ihmal eden servet sahipleri kıldıkları namazla, tuttukları oruç­la buradan cennete kaç adım atacaklardır dersiniz? (Yunus Emre)

Malım mülküm servetim

Hepisi evde kaldı

Eşim dostum akrabam

Geçtiğim yolda kaldı

Dostlarımdan birisi

Benden hiç ayrılmadı

Allah için yaptığım

İyilikler bende kald (Hacı Bektaş Veli) [217]

 

EL - MÂNİ

 

Yasaklar koyup bunlarla kullarına insanca yaşama fırsatı tanıyan demektir.

Allah-u Teala'nın nehiylerine bakıldığında onların insan fıtratını korumakta olduğu görülür. Yalan söylemeyiniz, zina etmeyiniz, adam öldürmeyiniz, haram yemeyiniz iftira etme­yiniz, gıybet, hırsızlık etmeyiniz, söz taşımayınız, insanların ne yaptıklarını araştırmayınız, zulmetmeyiniz, hakaret etme­yiniz, kötü sözleri iftira, yalanı nakletmeyiniz, Allah'a ortak koşmayınız dinde tartışmayınız, Ana babaya öf demeyiniz, nehiyleri binlerce yıllık insan tecrübesi ile sabittir ki hayır ve iyiliğin ortaya çıkış vesilesi bunlardır.

Kötülüğün insanca anlamı yanında şeriatça da anlamı belirlenmiş bunu yapanlar uyarılarak kötülüğün insanlara kendi yapıp durdukları işlerden meydana geldiği yüce Tanrı tarafından defalarca belirtilmiştir.

Ey benim ezel kadehime sonsuzluğun

Aşk şerbetini dolduran Sakim

Senin rüzgarın değil midir ki

Beni bir yaprak gibi savurup durmadadır

Bunca zamandır elinden susuzluk içtim

Bekleyişlerim sınırsız bir koşuya döndü

Yakınında değil, sendeyim

Kainattan zerreye

An'dan an'sızlığa kadar dağılan bu zelzele

Benim davranışlarımda lisan aramaktadır.

Ey yüceliği kadar sınırsızlandığım

Ey ateşleri kadar susadığım

Güzeller güzeli

O sarhoş ben değilmiyim ki,

Duraklayışım da dönüşümde

Sonsuz bir ibadet olmuştur   (Hz. Mevlana) [218]

 

ED - DARR, EN - NAFİ

 

Sıkıntı veren şeyleri kulun isteğine göre yaratan O olduğu gibi hayır veren şeyleri de halk eden O'dur.

Dert ve tasanın hayatta yer aldığını inkar etmemiz söz konusu değildir. İnsanların karşılıklı münasebetlerinde kendi anlayışlarına göre farklı bakış açılarının bulunması çok ola­ğan iken yaşadığımız hayat ne hikmetse bunu çok çabuk unutturuyor ve insan sosyal ilişkilerinde hep kendini haklı çı­kartacak biçimde davranıp başkalarını suçlayabiliyor. Bütün olaylar karşısında temkinli olmak dert ve tasanın nereden kaynaklandığını tesbit etmek gerekir. Sıkıntı insana kendi sı­nırlarını bilememekten gelir, önce zeka, akıl, feraset, maddi manevi güçlerimizin bizleri nereye götüreceğini çok İyi hesap etmeliyiz. Dertsiz insanın olamıyacağını da unutmayalım.

Hayırları insan eliyle yaratan Rabbimizin şanı çok yüce­dir. İnsana bu boyutta böyle bir cilve verilerek hayata sevgi oluşturulmaya çalışıldığını anlıyoruz. Bütün mahlukat O yüce Rabbin merhametinin hürmetine benlik, senlik vehimleriyle sevinip duruyor ve bundan da kendilerine pay çıkartabiliyor işin hakikatine gelince o da şudur.

Bu elem yurdu deni dünyanın Derdine mihnetine gayet yok Bir çürük diş gibidir bence bu can Çıkmadan sahibine rahat yok (Ferit Kam) [219]

 

EN - NUR

 

"Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nuru, içinde lam­ba bulunan bir kandile benzer. Lamba cam içerisindedir. Cam, sanki inciden bir yıldız. Ne doğuya ve ne batıya mensub olmayan mübarek bir zeytin ağacının yağından yakılır. Öyle mübarek bir ağaç ki neredeyse, ateş değmese de yağı ışık verir. Işığı pırıl pırıldır. Allah dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah insanlara misaller verir. Allah herşeyi bilir. Bu kandil Allah'ın yükseltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerdedir. Onların içinde sabah akşam O'nu teşbih eder şanının yüceliğini anarlar." [220]

İman bir nur, hayat nurun aydınlığıdır. İçimizde O'nun parlak ışığı durur. Yoğun vücud değişen organlar ve hiç de­ğişmeyen ilahi emanet arasında kalan bizler imtihanla karşı karşıyayız, İşimizi kolay kılacak ise sadece Rabbül Alemin.

Yüreklere ferahlık veren dinimiz insanlığın önünde son­suz ufuklar açarak sevgi, kardeşlik ve barışa çağırır. Göklere yükselen minarelerden doğa ile uyumlu esenlik ilahileri yük­selir ve Allah biteviye bizleri cennetine davet eder. İnsanın terkibi mutlak esenliğe ayarlı ama düşünceler bunun böyle olmadığını gösteriyor.

Uyuma nolur uyuma bu gece

Sen ey can, birlikte acı çekerken

Çek al uykuyu gözlerinden, uzak tut bu gece

O yüce sır, o giz vahyedildi bize bu gece

Sen ey Cennetin doruğundaki Tanrım

Sen ey yüceler yücesi

Cennetin yıldızlı göklerinde dönmektesin bu gece

Kartalın yükseklerde uçuşu gibi

Ruhun bir kahraman bu gece

Bu nasıl sessizlik her kes uykuda

Ben ve Tanrı, yalnızız, birlikteyiz bu gece

Bu nasıl kükreyiş

Yükseliyor mutluluk

Gerçek, parıldayan kanatlarıyla ışık saçıyor bu gece

Uyuma arkadaş, sakın uyuma gün ağrana dek

Yoksa bir daha hiç, hiçbir zaman görülmez bu gece

Arslan yıldızı Orion

Yay burcu, sümbüle, kan rengi ışıldamakta bu gece

Satürn geleceği bağlamakta var gücüyle

Venüs hayal gibi yüzmekte bu gece

Gökyüzü altın yağmurlar içinde

Susuyorum, işte dilim prangayla bağlandı

Ama genede söylüyorum, dilsiz dudaksız bu gece (Hz. Mevlana) [221]

 

EL - HADİ

 

Rehber, mürşid demektir. Allah-u Teala için kullanıldığın­da varlık ve birliğini kabul etmeleri maksadıyla insanları uy­gun yaratıp onları uyaran diye anlaşılabilir.

Uzun bir yoldayız, insanlık ailesinin fertleri olarak önce­sizlikten sonsuzluğa doğru akış devam ediyor. Buhari kita­bında şöylece geçen hadise bakalım. "Abdullah b.Ömer di­yor ki: Rasulüllah (s.a.v.) eliyle omuzumu tuttu ve dedi ki "Dünyada garib bir kimse gibi yahud geçip giden bir yolcu gi­bi ol."

Vadedilmiş günler gelecek ama insanın tesbit ettiğim şu gerçeğini sizlerle paylaşmak istiyorum. Güzel yarınlar için in­san bu gününü feda etmek istemiyor.

Rehberimiz Allah bizi sonsuz cennetine davet edip Firdevsin kapılarını açıyor. Aşkın çocukları bu çağrıya kulak vermeyecek misiniz?

"Rabbimiz O'dur ki herşeyi yaratmış sonra da onlara yol göstermiştir." [222]

"Onları buyruğumuz ile insanları doğru yola götüren önderler yaptık." [223]

"Hidayet edici ve yardımcı olarak Rabbin yeter."[224]

İlk kapı şeriattir emrü nehyi bildirir

Yuya günahlarını her bir Kur'an gecesi

İkincisi tarikat kulluğa bel bağlaya

Yola doğru varanı yargılaya hocası

Üçüncüsü marifet canın gözünü açar

Bu mana sarayının arşa değer yücesi

Dördüncüsü hakikat eren her şeyi bula

Bayram ola gündüzü, kadir ola gecesi  (Yunus Emre) [225]

 

EL - BEDİ

 

Örneksiz yapan, icad eden demektir.

Allah-u Teala'ınn yaratmasına bir örnek düşünülemez O "ol" demiş ve bütün alemler vücuda gelmiştir.

İnsanın yeni şeyler yapabilmesi elindeki malzemeyi çok iyi tanımasına bağlı, çevremizi saran eşyalar bütünle nasıl uyum gösteriyor buna hayret etmemek mümkün mü? Bilim­lerle uğraşanlar varlığın sırlarına yaklaştıkça hayretlerini gizlemeyip O'nu tazimle anıyorlar. Bizim çok ötelere gitmemize lüzum yok, sevgi nasıl oluyor diye düşünsek bu yeter. Cazi­benin oluşması sonra meydana gelen sıcaklık ve uyumla başlayan sonsuz beraberlik. Ey ruhum niye buralara ait ol­madığını bana bu kadar fısıldıyorsun. Toprağa ait olan yerle­rim sizlere söz geçiremezken O yüceler yücesine ait olan de­vamlı sahibini arzuluyor. Sahi ben nerdeyim O o'na ait bu toprağa?

Rabbin hidayetini isteyelim. Yarın yanlışlarımızı başkala­rına yüklemek isteriz de bütün kapılar kapanmış olabilir. O devamlı yaratmaya devam ediyor, gözlerimiz O'nun nuruyla görüyor, yürek O'nsuz ıssız, efendim bu kulun daha ne kadar senlik, benlikle uğraşacak.

Ne ıska sabreder oldum ne akl ile yârım

 Ne kârı başa çıkardım ne belli bir kârım

Ne derdi çekmeğe râzi ne isterim derman

Ne sıhhat üzreyim elhak ne safi bimanm

Ey dil bu yeter iki cihanda sana izan

Birdir bu iki olmağa yok bilmiş ol imkan

Hak söyleyecek sende senin ortada nen var

Alemde heman ben dediğindir sana noksan

Maruf olmaz kendüyi mahvetmiyen arif

Hakkı bulamaz batılı terketmeyen insan (Sultan Divani) [226]

 

 

EL - BAKİ

 

Varlığına son olmayan demektir.

Hayat öyle dar alanları önümüze koyuyor ki kelimelerle ifadelendirdiğimiz her şey büyüsünü kaybedip, sır olmaktan çıkıyor. Ezel ne demek, ebed ne demek ve bunlar nasıl olu­yor? insanın paradokslarından biri de karşısına çıkan zaman mefhumu. En çok beni ilgilendirdiğini düşündüğüm konuların başında insan düşüncesinin nasıl olupda kendince hep öte­ler ve kendinde olmayanları arzu edip bunları istemekle öm­rünü geçirmek zorunda kalması gelmektedir. İnsan niye ye­tinmez ya da yaratılışdaki bu cilve nedir?

Hayat insana verilmiş bir armağan. İlk imtihanı da burada kaybetmiştik ya. Hazreti Adem'i Cennette bile sonsuzluğa sevk eden bir gün her şeyin biteceği değilmiydi? Öyleyse biz Habbimize secde eder insan olduğumuzu hatırlarız.

Fani varlık bu alemden çok çabuk ötelere gidecek, zaman kuru yapraklar gibi bizleri de savurup duracak. Dünya hayatı Rabbi anmadıktan sonra anlamını hiçlikte bile bulamaz. Baki ka­lan ve kalacak olan sadece O'dur ve O olacaktır.

Gül ateş, gül fidanı ateş, gül bahçesi ateş, ırmak ateş. Aşkın semender yaratılışlarına lale bahçesi olarak ateş yeter.

Saki, sevgili, meclisin mumu gibi öfkeyle yanar ateş gibi geldi, hemen eline bir kadeh tutuştur.

Yel, ümit gözümün goncesinden ateş çıkardı, bahar şim­şeği de isteklerimin gül bahçesine ateş saldı

Aşıkların, beni ne çektikleri hasretin hayaliyle ah ettikçe ayrılık gecesinde yıldızlar, her solukta ateş saçar.

Ey Ay, gül bahçeleri, bana, sensiz oldukça her solukta cehennemden dem vurur, Ağaç ateş, fidan ateş gül ateş yaprak, meyve ateş

Ayrılık meclisinin mumu olduğum güzel yapmış, yakıştır­mış. Gönül pervanesine bulaşmak ateş, beklemek ateş.

Galip, galibâtez dönüp dolaşan, varıp giden kalemin pek hızlı gitmiş olmalı ki yer ateş kesilmiş, zaman ateşe dönmüş, bütün süsler bezemeler ateş haline gelmiş. (Şeyh Galip) [227]

 

EL - VARİS

 

Bütün mahlukatın gerçek sahibi Rabbül Alemin her şeyin kendinde kaldığı tek varistir.

Mal, ilim, hikmet biriktirip bunlarla hayatı yaşanmaz kılan­lar size de topladıklarınızdan sadece gam tasa kalacak. Ha­yatta Allah'ın koymuş olduğu mutlak ilkeleri bir ömür boyu görmezlikten gelenler topladıkları malları mezardan öteye götürebileceklerini mi zannediyorlar? İnsanlara hükmetmenin yolunun mal egemenliğinden geçtiği o kadar açık ki şer güç­leri önce zengin daha sonra da zulüm ile toplumları idare edebiliyor hayatı yaşanmaz kılıyorlar.

Şeytanca bir tuzak var önümüzde. Hepimiz Leylasız Mec­nun olduk. Hedeflerinden cenneti çıkartanlar bunun yerine ne koysalar hep hüsranla karşılaşıp bozguna uğrar yıkılır.

Adımız unutulunca, vücudumuz topraklarla buradan ora­ya savrulup durur. Kırlarda, denizlerde, peteklerde, gelen ba­harda hep insan zerreleri var, buna tahammül etmek her ge­çen gün daha da zorlaşıyor. Gözlerine baktığım her insanda Ademin gözyaşlarını görüyor kadınların ellerinden Havva'nın sunduğu mutluluk çiçeklerini aldığımı düşünüyorum. İnsan olmak zor iş!

Gider idim bende kendi işime

Aşkın doluları yağdı başıma

Avukattı benim tatlı aşıma

Ummanlara gark eyledi sel beni

Pir Sultanım ırak yoldan gelirsin

Gevherin kıymetin nasıl bilirsin

Eksikliğim çoktur sende bilirsin

Eksiklikle kabul eyle gel beni (Pir Sultan Abdal) [228]

 

ES - SABUR

 

Sabredici demektir.

İnsan kendinden hareketle Allah'a ne kadar yol bulabilir. Kendini bilenin tanıyacağı Rabbe övgüler olsun. Dünyanın düzenini O kurmuştur. Emirleri ve yasakları ile dünyaya dü­zen koyan Allah-u Teala'nın en büyük sırrı insanlara benzemeyip kendince olmasıdır. İçimizde yer alan duygular anafo­ru çoğu vakit makul düşüncelerden bizleri bile uzaklaştırmı­yor mu? Allah'ı kendiniz gibi bilmeyin. İnsan sınırlı varlığı ile ancak bu kadar bir hayatı yaşayabilir buradan ötesini iste­mek için dil verildi ya. Sadece dünya nimetlerini isteyenlere bunlar verilecek ve onlar Rabbin kapısından boş çevrilmeyeceklerdir ama Cennetin ötesini isteyenlere Rabbin Cemali verilip huzura gark olacaklardır.

Acele ve tedirginlik insanın özelliği. Allah ise çok sabırlı­dır. Bizlerin bilemiyeceği hikmetleri yaratan O'dur. insana in­sanca düşünüp yaşamak yakışır ama bu yolun hikmeti de iş­lere O'ndan bir ışık düşürmededir.

Hakkın dergahına tutmuşam elim

Gördüğüm halleri şerh eyler dilim

Yokluk ummanına uğradı yolum

Fena fillah oldum elhamdülillah

(Yunus Emre) [229]

 

ER - REŞİD

 

Doğru yolu gösterip İslamla insanları şereflendiren de­mektir.

Allah-u Teala'nın bütün işleri takdir iledir. Tesadüflere yer yoktur. İnsan her olanın bir daha olmayacağını düşüne dur­sun ama yeni değişen işlerde bile intizam bulunur. Allah in­sanları esenliğe davet eder ve bunun adı da İslâmdır.

insanları irşad edenlerle onlara gelenler arasında ilk anda farkına varamayacağımız ilişkiler vardır. İnsanoğlu hep kur­tarılmayı bekler ama bilmez ki kurtuluş diye bildiği aslında kendi ayakları üzerine yükselmesi, onurunu muhafaza etme­sidir. Kamil insanlar olun diyorum ve bunu da yapabileceği­niz yol yüreklerinizden başlayıp O'na doğru gider. Gönül ka­pısını çalmayanlara aşk ülkesinin hazineleri verilmeyecektir. İnsanlık tarihinin kültürel birikimleri hikmetle aydınlatıldığında nurun üstüne düştüğü tarih sayfası konuşacak hal diliyle in­san olmanın onurunu hatırlatacaktır.

Ne kadar severim yasanı

Bütün gün düşünürüm onun üzerinde

Buyrukların beni düşmanlarımdan bilge kılar

Çünkü her zaman aklımdadır onlar

Bütün öğretmenlerimden daha akıllıyım

Çünkü öğretilerin üzerinde düşünüyorum

Yaşlılardan daha bilgeyim

Çünkü senin koşullarına uyuyorum

Sakınırım her kötü yoldan

Senin sözünü tutmak için

Ayrılmam hükümlerinden

Çünkü bana sen öğrettin

Ne tatlı geliyor verdiğin sözler damağıma

Baldan tatlı geliyor ağzıma

Senin koşullarına uymakla bilgelik kazanıyorum

Bu yüzden nefret ediyorum her yanlış yoldan (Mem) [230]



[1] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 1.

[2] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 2.

[3] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 3.

[4] Nemi: 27/59-64.

[5] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 4-10.

[6] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 11-13.

[7] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 14-017.

[8] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 18-20.

[9] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 21-22.

[10] Haşr: 23.

[11] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 23-25.

[12] Bakara: 285, Nisa: 136.

[13] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 26-28.

[14] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 29-31.

[15] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 32-33.

[16] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 34-35.

[17] Haşr: 23.

[18] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 36-37.

[19] En'am: 1.

[20] En'am: 101.

[21] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 38-40.

[22] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 41.

[23] Haşr: 24

[24] El-İnfitar: 6 - 8

[25] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 42-43.

[26] Ali İmran: 6.

[27] Mümin: 64.

[28] Haşr: 24.

[29] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 44-45.

[30] Zümer: 53.

[31] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 46-47.

[32] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 48-49.

[33] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 50-51.

[34] Zümer: 53.

[35] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 52-53.

[36] Sebe: 26.

[37] Araf: 89.

[38] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 54-55.

[39] En'am: 59.

[40] Maide: 7.

[41] ibrahim: 38.

[42] Mülk: 14.

[43] Kaf: 16.

[44] Mü'min: 19.

[45] Hadid: 4.

[46] Sebe: 3.

[47] Taha: 7.

[48] Rad: 8- 10.

[49] Cin: 28.

[50] Fussilet:  47.

[51] Taha: 52.

[52] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 56-58.

[53] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 59.

[54] Rad: 11.

[55] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 60-61.

[56] Mü'min: 15.

[57] A'la: l4.

[58] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 62-63.

[59] Fatır: 10.

[60] Nisa: 139.

[61] Yunus: 65.

[62] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 64-65.

[63] Zümer: 60.

[64] Yunus: 95.

[65] Tevbe: 42.

[66] Hac: 30.

[67] Tev­be: 107.

[68] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 66-67.

[69] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 68-70.

[70] Meryem: 43.

[71] Yusuf: 43 - 49

[72] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 71-72.

[73] En'am: 114.

[74] Maide: 50.

[75] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 73-74.

[76] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 75.

[77] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 76-77.

[78] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 78-79.

[79] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 80-81.

[80] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 82-83.

[81] Kehf: 58.

[82] İsra: 25.

[83] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 84-85.

[84] Ali İmran: 31.

[85] Tevbe: 24.

[86] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 86-87.

[87] Rad: 9.

[88] Enbiya: 159.

[89] Bakara: 159.

[90] Fatır: 28.

[91] Ali İmran: 18.

[92] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 88-89.

[93] Lokman: 30.

[94] Sebe: 33.

[95] Mü'min: 12.

[96] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 90-91.

[97] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 92-93.

[98] Nisa: 85.

[99] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 94-95.

[100] Enbiya: 1.

[101] Enbiya: 47.

[102] Saffat: 4.

[103] Hakka: 18.

[104] Nebe: 27.

[105] A'lag: 6-8.

[106] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 96-97.

[107] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 98-99.

[108] Maide: 117.

[109] Nisa: 1.

[110] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 100-101.

[111] Alak: 3.

[112] İnfitar: 5.8

[113] Neml: 40.

[114] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 102.

[115] Furkan: 77.

[116] Bakara: 186.

[117] Rad: 14.

[118] Nemi: 62.

[119] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 103-105.

[120] Bakara: 115.

[121] Bakara: 261.

[122] Bakara: 268.

[123] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 106-107.

[124] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 108-109.

[125] Burç: 14.

[126] Hud: 90.

[127] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 110-111.

[128] Hud: 73.

[129] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 112-113.

[130] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 114-115.

[131] Hac: 6.

[132] Hac: 62.

[133] Fussilet: 53.

[134] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 116-117.

[135] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 118-119.

[136] Bakara: 165.

[137] Kehf: 39.

[138] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 120.

[139] Yunus: 61.

[140] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 121.

[141] Şura: 9.

[142] Araf: 155.

[143] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 122-123.

[144] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 124-125.

[145] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 126-127.

[146] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 128-129.

[147] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 130-131.

[148] Rum: 50.

[149] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 132-133.

[150] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 134-135.

[151] Furkan: 58.

[152] Taha: 111.

[153] Mü'min: 65.

[154] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 136-137.

[155] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 138-139.

[156] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 140-141.

[157] Nisa: 175.

[158] En'am: 88.

[159] Nur: 21.

[160] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 142-143.

[161] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 144-145.

[162] Talak: 3.

[163] Ahzab: 3.

[164] Tegabun: 13.

[165] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 146-147.

[166] Tarık: 8.

[167] Ahkaf: 33.

[168] Yasin: 81.

[169] İsra: 99.

[170] En'am: 37

[171] En'am: 65.

[172] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 148-149.

[173] Yunus: 4.

[174] Hud: 6.

[175] Fatır: 3. Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 150.

[176] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 151.

[177] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 152-153.

[178] Hadid: 3.

[179] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 154.

[180] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 155.

[181] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 156.

[182] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 157.

[183] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 158-159.

[184] Rad: 11.

[185] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 160-161.

[186] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 162-163.

[187] Bakara: 37.

[188] Bakara: 54.

[189] Bakara: 128.

[190] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 164.

[191] En'am: 59.

[192] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 165.

[193] Bakara: 24.

[194] Ali İmran: 12

[195] Nisa: 56.

[196] Enfal: 36.

[197] Tevbe: 34.

[198] Zümer: 24.

[199] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 166-167.

[200] Bakara: 267.

[201] Maide: 3.

[202] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 168-169.

[203] Nahl 7

[204] Bakara: 143.

[205] Hac: 65.

[206] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 170.

[207] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 171.

[208] Bakara: 83.

[209] Araf: 33.

[210] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 172-173.

[211] Er-Rahman: 27.

[212] Rahman: 78.

[213] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 174-175.

[214] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 176-177.

[215] Fatır: 15.

[216] Zümer: 7.

[217] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 178.

[218] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 180.

[219] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 181.

[220] Nur: 36.

[221] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 182-183.

[222] Taha: 50.

[223] Enbiya: 73.

[224] Furkan: 31.

[225] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 184.

[226] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 185.

[227] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 186-187.

[228] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 188.

[229] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 189.

[230] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 190-191.