Ululuğu Yüce Ve Nimetleri Her Yere Yayılmış Olan Yüce Mevla Ya Yalvarış
Peygamberlerin Ulusu Hazreti Muhammed Aleyhisselam La Dört Halifeyi Övme
Kitabın Yazılış Gayesi Ve Metodu
Sayısız hamd bütün varlıkları meydana getiren bir avuç toprağa iman ışığı veren eşsiz Allah'adır. Adem'in bedenindeki ruhu üfleyen, Nuhu tufandan kurtaran O'dur. Ad kavminin cezasını vermek için kahnyla fırtınaya emir veren O'dur. Lütfunu gösterince sevgilisine ateşi gül bahçesi yaptı. Biz, hep geçiciyiz. Ulu ve kutlu saltanat sana aittir. Senin adın gönüllerde yazılıdır. Sen hiç kimseye benzemezsin. Hiç kimsede sana benzemez. Biz karanlıkta kaldık. Nurunla bizleri aydınlat. Yokluk bulaşmış varlığımızı maviliklere mühür yap.
Devran senindir. Fermanına boynumuz kıldan incedir. Biz senin eşiğinde bekleriz ve kapından vazgeçmeyiz. Gidecek yerimiz sensin. Ya Rab, sana sığınıyorum. Utandırma beni hiç bir zaman. Adaletinle kurtar beni. Ruhumu ellerine bırakıyorum Ya Rabbim. Sığınağım sensin. Sevgin ne değerli ey Mevlam. Çünkü yaşam kaynağı sensin senin ışığınla'aydınlanırım.
Ya Rab, sevgin sadakatin hep korusun beni, kulak ver yakarışıma, gözyaşlarıma kayıtsız kalma, çünkü ben bir garibim senin yanında, bir konuğum bütün atalarım gibi, hiç kalır hayatım senin önünde. Her insan bir nefestir sadece. Geyik akarsuları nasıl özlerse, canım da seni öyle özler.
Ey Mevlam, sensin benim Rabbim. Seni çok özlüyorum. Canım sana susamış kurak, yorucu, susuz bir diyarda, bütün varlığımla seni anıyorum. Senin sevgin hayatdan iyidir, bu yüzden dudaklarım seni yüceltir seni anar.
Ya Rab. merhametine gark et beni.[1]
İki cihanında ulusu O'dur. Varlığı ile alemi aydınlattı. Vefa ve muhabbete Önder oldu. Dostlarına can feda etti. Bakışı ile çöl kumlarına ışıktan elbiseler giydirdi, gece onun ışığı ile sabaha taşındı. Susması gönül aydınlattı, konuşması ile ezelden ebed dersi okundu. Bir adı da Ahmet oldu.
Onun en büyük dostu Ebubekir idi. Gizlendiği mağrada O'na yoldaşlık etti. Ömer ise O'nun Furkanı idi. Osman haya hazinesi Ali ise ilim şehrinin kapısı oldu. O peygambere ve onun evlat ve ashabına her an yüzlerce dua ye selam olsun. [2]
İsm-i Azam' kitabı sırların perdesini biraz aralayıp varlık neşesinden tatmak, Sevgili Peygamberimizin "Allah-u Teala-ya mahsus olarak doksan dokuz isim vardır. Her kim bu doksan dokuz ismi sayarsa Cennete girer, sonsuz saadete ulaşmış olur" müjdesine erişip, Cemalullah ı seyretmek arzusu ile kaleme alındı. Biliyorum ki, varlık O'nun emanetidir. Söz gider, yazı kalır bundan sonrası ise Rabbimiz bilgisindedir.
'İsm-i Azam' kitabında Allah'ın güzel isimlerinin sözlük manaları yanında irfan ehlinin verdiği anlamları verdim. Gönlümüze doğan hikmetleri de yazıya dökmek imkanı oldu. 'İsm-i Azam' ı yazarken kelimelerin ne kadar yetersiz kaldığına bir daha şahit oldum. Yüzlerce yıllık Tasavvuf Edebiya-tı'nın seçilmiş yazıları ile de 'İsm-i Azam'ı bezedim. Allah (cc) 'ı anmanın büyüklüğü karşısında acziyetimi anlıyor kitabımın eksikliğinin bana, mükemmelliğinin O'na ait olduğunu biliyorum. Gayret bizden başarı Allah'tandır. [3]
Allah özel isimdir. Bu ismin nereden ve ne şekilde türediği hakkında kitaplarda farklı bilgileri bulmamız mümkün iken biz sadece o ismin yaratıcının zat ve sıfatına işaret ettiğini belirtelim.
insan hayatında kendinden başlayarak uzun bir tanıma sürecine girer. Sorular, cevaplar ve merak duygusu insanı doğumdan ölüme kadar takip eder. Kültürle şekillenen insan doğduğu anda etrafında yer alan dünyayı hazır bulur. Aileden alınan bilginin çok önemli yeri vardır. Çok küçük yaşlarda başlayan bilgilenme sürecine kişinin doğuştan getirdiği özelliklerinin tesirleri bugün için sır olarak gerçekliğini koruyor. İnsanın hayatında Allah kavramı ile karşılaşması o şahsın ömür boyu sürecek dini duygusunun şekillenmesinde önemli yere sahiptir. Acaba bütün insanlarda kendilerini yaratan, besleyen, hayat imkanları sunan daha sonra da öldüren bir tanrı düşüncesi var mıdır? Genel insanlık tarihini incelediğimizde olumlu tavırlar yanında değişik, dikkatleri üzerinde toplayan fikirleri görüyor ve onları incelemek sureti ile kendi gerçeklerimizin kıymetini daha iyi anlıyoruz.
Harfleri oluşturduğu kelimelerin 'var’ kelimesinde meydana getirdiği anlam yükü insanidir Biz buradan yola çıkarak Allah'ın var olduğuna sadece yol bulabiliriz. Allah'ın varlığı ancak kendisinin anlayabileceği hakikat iken insanın merak ve bilgilenme, sonuçta kendini sağlama alma beklentisi ona var kelimesinden daha fazla alanlara yönelme ihtiyacı doğurmuştur. Tanrı'nın varlığı için kelimelerin temeli ne kadar zayıf. Şekillerle ya da bir takım simgelerle kendimizi de saran hakikatleri alanlara ayırmak bize mahsustur.
Düşünce tarihinin binlerce yıllık birikimi insanoğlunun yaratıcı üzerinde ne kadar hassas olduğunun izleri ile doludur. Yazılı kültürün ilk evrelerinden bu yana insan yaratanı anlamak kendini esenliğe ulaştırmak adına nelerde söylemiş, etrafını saran dünyanın düzen, intizamı, insanlar arasında yer alan temel duyguları, kelimelere yüklediği anlamı hep Tanrı'ya giden yolun işaretleri olarak kullanmıştır. Yalnız şurası da vardır ki insan için Yaratan her zaman inanç konusu olmaya devam etmekte farklı dinlerin bu konuyu ele alış tarzları değişmektedir.
Zaman boyutlarında bir anlık görüntü olan insanın cilvelerinden en önemlisi kendi labirentlerinde her şeyi bulma arzusuna sahip olmasıdır. Binlerce yıla göre insan hayatının süresi ne olabilir? Bu yük insan olmanın bedelidir. Dünya hayatını güzelleştiren, anlam yükleyen, amaçlarla hedeflere taşıyan Tanrı fikri kanunların da temelidir. İnsan olarak Allah'a ihtiyacımız kesin. Kendi varlığımızın temelini sorguladığımızda bu büyük mucize karşısında söyleyecek neyimiz kalıyor?
Allah lafzı Tanrı'nın en büyük ismidir. Bu kelime insan olgunluğunun aynası, insanın kendini tanıma sürecindeki son merhalesidir. Allah lafzı duaların zirvesi, darda kalmışların sığnağı, gözü yaşlı insanların esenliğidir.
Allah'ı tanıma, bilme, büyüklüğü karşısında gerekli saygıyı gösterebilmemizin kendi hayatımız için değeri tartışılmaz. Kuran-ı Kerim ve Hazreti Peygamberin hadisi şeriflerinden çıkarttığımız bilgilere göre Allah'u Tealanın tanınma alametleri zatına mahsus ve kemaline mahsus isim ve sıfatlarla olmaktadır.
Allah-u Tealanın zamanla evveli ve sonu yoktur, birdir, yarattıklarından farklıdır ve kendi kendine yeterdir. Bunları klasik kelimelerle kıdem, beka, vahdaniyet, muhalefetünliihavadis, kıyam bi nefsihi biçiminde söyleyebiliriz. Yaşadığımız hayattan çıkarttığımıza göre hayat, ilim, işitme, görme, yapabilme kudreti ve arzusu, söyleme şeklinde mükümmelliğin göstergesidir. Bu özellikler ise hayat, ilim, semi, basar, irade, kudret, tekvin, kelam biçiminde Allah'ın sıfatları olmuştur. Değişik kelam ekolleri Allah'ın sıfatları konusunu kendilerine tartışma konusu yapmışlardır ama bu bizim ilgi alanımızın dışındadır.
Kuran-ı Kerim Allah'ı tanıtma, onu insanların bilgi alanına çekmede gösterdiği ayetlerle bezenmiş ve yüce yaratıcı kendi varlığının anlaşılır olması için bu gün bizlerin kullandığı metodların dışında değişik özellikler zikretmiştir. "Hamd olsun Allah'a, selam olsun seçtiği peygamber kullarına. Allah mı hayırlı, yoksa ortak koştukları şeyler mi? Yoksa gökleri ve yeri yaratıp da gökten size su indiren mi? Biz onunla sizin bir ağacını dahi bitiremeyeceğiniz bahçeler bitirdik. Allah'la beraber başka bir ilah mı var? Hayır, onlar hakdan sapan bir topluluktur. Onlar mı hayırlı, yoksa yeryüzünü yaşanacak bir yer yapan, aralarından ırmaklar akıtan, orada sabit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan Allah mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı var? Hayır, onların çoğu bilmiyorlar. Onlar mı hayırlı yoksa dara düşen kimse, dua ettiği zaman onun duasını kabul edip de sıkıntıyı gideren ve sizi yeryüzünün hakimleri yapan Allah mı hayırlıdır? Allah ile beraber başka bir ilah mı var? Ne de az düşünüyorsunuz? Onlar mı hayırlı yahut karaların ve denizlerin karanlıklarında size yol gösteren ve rahmetinin önünde rüzgarları müjdeci gönderen Allah mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı var?
Allah onların koştukları ortaklardan çok münezzeh, çok yücedir! Allah mı hayırlı yoksa ilk önce yaratan ve sonra da yaratmakta ve tekrar yaratacak olan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran Allah mı daha hayırlıdır. Allah ile beraber başka bir ilah mı var? Doğruysanız, haydi getirin delilinizi" [4]
Allah'ı tanıma ve bilmenin önemi büyüktür. İnsanla.Allah'ın bilinmesi gerekirken çeşitli sebepler insanı Rabbinden uzaklaştırmaktadır. Gaflet unutuluşun başında gelir. Her an bir yaratılışta olan Allah insanın gafletinin sonucu olarak ondan uzaklaşır. İnsanın yapısı ve kendi aleminde yaşayıp gitmesi bazen bu konunun önemini değişik algılamasına sebebiyet verir. Bu yüzyılda insanı, yaratıcının eseri olarak görmenin kişilik özelliklerini engelleyici biçiminde algılayan bir düşüncenin egemen olması insanı Rabbinden ayırmıştır. Bu zihniyet yeni olmamakla beraber sosyal sistemlerle uyum göstermesi binlerce insanı ilgilendirmiş sonucu ise insanlık için yıkım olmuştur. Fikirler çıktıklarında inanan insanlar yanında inançsızlarda bulurlar. Hak fikrinin sahiplerinin sosyal statüleri değişik olabilir ve bu çok olağandır makam ve mevki sahiplerinin insanları kendi mevkilerine göre kategorilere ayırması doğru düşünceyi etkiler.
Niyazi Mısrinin şu dizelerine geldik;
Derman arardım derdime derdim bana derman imiş
Burhan arardım aslıma aslım bana burhan imiş
Sağu solu gözlendim dost yüzünü görsem deyu
Ben taşrada arar idim ol can içinde can imiş
Öyle sanırdım ayrıyam dost gayrıdır ben gayriyam
Benden görüp işiteni bildim ki ol canan imiş
Savm-u selatı hac ile sanma biter zahit işin
Insan-ı kamil olmaya lazım olan irfan imiş
Kande gelir yolun senin ya kande varır menzilin
Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvan imiş
Mürşid gerektir bildire Hakkı sana hakkel yakin
Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş
Her mürşide dil verme kim yolunu sarpa uğratır
Mürşidi kamil olanın gayet yolu asan imiş
Anla hemen bir sözdürür yokuş değildir düzdürür
Alem hemen bir yüzdürür gören anı hayran imiş
İşit Niyazinin sözün bir nesne örtmez Hak yüzün
Haktan ayan bir nesne yok gözsüzlere pinhan imiş
Sayfalar dolusu bilgiden anladığımızı bu beyitlerde bulduğumuzda yaşadığımız günün bilgiye olan ihtiyacını duyuyor ve hissediyoruz. Allah'a ait bilgileri muhakkak öğrenmeli ve bunun için zaman ayırmalıyız. Her bilgiden haberi olduğunu söyleyen ama Tanrı bilgisinden uzak kalan insanın eksiğini ne doldurabilir? İhtisas alanlarında sayfalarca kitap okuyan insana Tanrı hakkında ne bildiği sorulduğunda sessiz kalmasını anlamak mümkünmüdür? Hayatın düzen ve İntizamı ancak doğru, erdirici, kontrol edici yaratan bilgisi ile sağlanabilir. İbadete çağıran Aliahtır. Yapılan her ibadet O'nun azameti karşısında acziyetimizi hatırlatır. Bütün varlığımızla O'na aitiz. inanan ve salihamelle ömür emanetini tekrar O'na ulaştırabilen insanın yeri Cennet, sonsuz nimetler ve Cemalullahtır.
İnsan haklarına saygılı fertlerin sayısının çoğalması, kainatla barışık bütün mahlukata merhametle davranmanın özü ismi azamı vird edinmekten geçer. İnsan terbiyesinde seslerle yapılan kalp eğitiminin erdirci köprülerinden olan bu yüce kelimeyi insanın sınırlı alemine bir mühür olarak vuran Rab-bimizin şanı ne yücedir. Fani varlığımız O'nun eseridir, Hakkıyla tanıyamadığımız yaratıcımızı tazimle anar saygı ile kulluğumuzu O'na arz ederiz. Duam her zaman Şeyh Galip gibi "Şad olmayan, sevinip neşelenmeyen gönlümün ahi, ne za-manedek, arşa çıkıp duracak; hasretle ettiğim feryad ne vak-tedek gökleri ağlatacak? Ateşten doğan ağlayıp inleyişim, ni-ceyebir canı yakıp duracak.
Lütfuna nail olmaya istidadım yoksa, istidat sahibi et beni, ey kerem ve ihsan etmeyi adet edinmiş padişahım, sana güçlük mü var?
Karıncaysam, mumuna karşı pervane haline getir, kabul et, suysam değer biçilmez inci yap, al beni. Taşsam Ka'be yap, köşk haline sok, kabul et beni.
Lütfuna nail olmaya istidadım yoksa istidat sahibi et beni, ey kerem ve ihsan etmeyi adet edinmiş padişahım, sana güçlük mü var?
Seninle buluşmaya, sana kavuşmaya kaabiliyetim yoksa kaabiliyet ver. Elimde, avucumda bir şey kalmamışsa bana yeniden sermaye ver. Yalnızca, duyduğum sözleri naklediyorsam, sözlerimi hale döndür, beni naklettiğim güzel şeylerle hallendir.
Lütfuna nail olmaya istidadım yoksa istidat sahibi et beni, ey kerem ve ihsan etmeyi adet edinmiş padişahım, sana güçlük mü var?
Kudretini inkar eden bir kafirsem müslüman et beni. Nimetini inkar ediyorsam şükreder bir hale getir beni. Ben aşağı ve acizsem rahmetini daha da artır.
Lütfuna nail olmaya istidadım yoksa İstidat sahibi et beni, ey kerem ve ihsan etmeyi adet edinmiş padişahım, sana güçlük mü var?
Maksadın alıp satmak, kar, ziyan etmek değil ya! Lütfün, keremin, bir sebebin ipine bağlanmamış ya. Lütfunu garez-siz, ivazsız, karşılıksız ummak suç değil ya.
Lütfuna nail olmaya istidadım yoksa istidat sahibi et beni, ey kerem ve ihsan etmeyi adet edinmiş padişahım, sana güçlük mü var?
İşi gücü akla sığmaz kötülük olan ve hiç de temiz olmayan galibi bağışla da bari o da keremine, cömertliğine layık olsun, elinde, avucunda birşeycik yoksa bile bu çaresizi reddetme.
Lütfuna nail olmaya istidadım yoksa istidat sahibi et beni, ey kerem ve ihsan etmeyi adet edinmiş padişahım, sana güçlük mü var?" biçiminde olacaktır. [5]
Mahlukata sınırsız imkan sunan Yaratıcının en başta gelen özelliklerinden birisidir. Kelime bilgisi olarak "rahmet edilene bağış ve lütfü gerektiren bir kalp yumuşaklığı ve acımadır' manasına gelmek te Kuran-ı Kerim de Allanın en önemli vasfı "Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetine gelince o, herşeyi topyekun sarıp çevrelemiştir." (Araf, 156) biçiminde anlatılmaktadır.
İnsan düşüncesi sınırsız ve kavranamayanı kendi aklı ve hissi duyuları ile kavramaya çabalar, elde ettiği bilgilerinde ise bütün mahlukatı kuşatan, onları gözeten, ihtiyaçlarını veren bir varlığın olması gerektiğine inanır. Bunun böyle olduğunu söyleyen Kuran-ı Kerim ayetleri ise insanın yitiğini hemen gösterince Yüce Yaratan önünde eğilmekten başka ne yapılır. "İster Allah diye (ad verip) çağırın, isterse Rahman diye. Hangisi ile çağırırsanız, nihayet en güzel isimler O'nundur."(EI-isra-110)
Yaşadığımız her olayda nihayet kendi itiraflarımıza döneriz. İnsanlardan uzaklaşıp nefsimizle başbaşa kaldığımız anlarda bütün yaratıkların iyi veyahut kötü özellikleri ile Allah-u Tealanm rahmeti içinde olmasını düşünüp içimizde uyanan ışığı daha da aydınlatmaya çabalarız. Allah'ın rahmeti her varlığı çepeçevre kuşatınca o varlıklarda yaratıcının rahmetinin işaretleri görülür. İyi, faydalı, yararlı özelliklerini bilerek örten bunun yerine kin, nefret, kötülük esasını benimseyen varlıklar ise bu seçimlerinin ağır bedelini bakalım nasıl ödeyeceklerdir? Kullarına rahmet tabloları çizen Alluh-u Teala bunu Furkan suesinde "Rahmanın kulları, öyle kimselerdir ki yeryüzünde mütevazi olarak yürürler, cahiller kendilerine laf atarsa 'selam' derler. Gecelerini Rab'lerine secde ederek, O'nun divanında durarak geçirirler. Rabbimiz cehennemin azabını bizden uzaklaştırır, doğrusu onun azabı sargındır derler. Harcadıkları zaman, ne israf ederler ne de cimrilik ederler, harcamaları, bu ikisinin arasında dengeli olur. Onlar Allah ile beraber başka tanrıya yalvarmazlar. Allah'ın haram ettiği canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler... Onlar yalan ve boş sözün yanında bulunmazlar, boş söze rastladıklarında vakar ile oradan geçip giderler. Kendilerine Rab'lerinin ayetleri hatırlatıldığında onlara karşı sağır ve kör davranmazlar. Rabbimiz bize gözler sevinci, gönüller açan eşler ve çocuklar lutfeyle ve bizi korunanlara önder yap derler" (Furkan, 63-74) biçiminde vererek dinin sadece temennilerle olamıyacağının ölçüsünü koymuştur. Konuşarak neyi is-batlar ve doğrularız. İnsanlık binlerce yıldır konuşma ve tavırların aynı paralelde gitmediğini görerek daha ziyade aksi-yoner yapının önemi üzerinde durmuştur, ideal örneklerin insan hayatında Önemli rolü inkar edilemez. Yüce Tanrı'nın Rahman sıfatını öne çıkarması insan içinde çok önemli bir gerçek olmalıdır. İnsan etrafında meydana gelen olaylarda önce merhametten yana olmalı bağışlayıcı tavırları ile zor anların sıkıntılarını hafifletmeli. insanları Rahmete çağıralım, yaptığımız yanlışları gelin önce Rahmet ırmağında temizleyelim. Yağmur gibi bereketli, toprak gibi aziz olalım. Mevla-naya kulak verecek olursak "Ey çölde yaşayan, sonsuz yangın için alev tohumu eken aşk çocukları. Cesaretinizi korkaklara, gücünüzü zayıflara, deliliğinizi akıllılara borç verin. Ey aşk çocukları, gıdanız göklerden düşen ateş renkli şebnemlerdir. Fakir görünüşlü esvablarınızın sırmaları, güneşin ışıklarıdır.
Gözleriniz, yakıp tutuşturan meş'alelerdir. Sözünüz hançerler gibi vurucudur. Ey mutlu insanlar, cihan pazarına cesaret götürüyor, ıstırap satın alıyorsunuz. İman götürüyor, doyumsuz bir aşk götürüyor işkence alıyorsunuz. Hayat götürüp, hor görülme, acı ve ölüm alıyorsunuz. Bu ölüm sizler için aziz olan ölümdür.
Vecd ve coşkunluğun açtığı ve kandan yakut gibi kızarmış, şevk ve cezbe dolu gözlerle ve bir sevgi çığlığıyla açılan ve arasından kan sızan dudaklarla bu ölümü alıyorsunuz" diyor. Hazreti Peygamberin şu ifadelerine geldiğimizde o yüce dostun dilinden bize tanıtılan Rahmanı daha iyi anlıyoruz. "Allah rahmeti yüz parçaya bölüp bunun doksan dokuzunu kendi katında tuttu ve yüzde birini yeryüzüne indirdi. İşte mahlukların tüm rahmet gösterileri bu yüzde birlik kısmın tecellileridir. Ana atın yavrusuna zarar verir diye ayağını hep yukarıda tutması bile, bu yüzde birlik rahmetin eseridir." Bütün içinde esenliğin alanı bu kadar geniş tutularak insanın da evham, hurafe, batıl itikatlarla yaratılışında kötülük bulunduğu fikrinden uzaklaşması ne güzeldir. Ezeli günah fikri hala insanlığı tehdit edip gönüller yıkmaya devam ediyor. Rahmet yollarına koyduğu işaret levhalarıyla insanı uyaran yüce yaratıcı kitapları ve peygamberleri ile insanın doğumundan başlattığı dünya hayatının öncesi ve sonrasında karşısına çıkacak olayları da anlatarak rahmetini esirgemediğini birdaha daha anlatmıştır. Bunca iyilik ve esenliği kendi eliyle değiştiren ise yokluğa bile mahkum edilmeyecektir.
Şerefli kılındık kâl-û belâdan Bir zaman geçeriz dar-ı fenadan Vazgeçmez gönlümüz meth-u senadan Rahman adın söyler dudaklarımız (Semih Sergen) [6]
Bu İsminde çok Özel anlam alanı vardır. Rahmet ismi ile aynı kökten türemiş olması Rahim ismini daha özel bir bölüme taşımıştır.
İnsanın yaratılış hikmetlerini anlaması için ona bir süre verilmiş ve o zaman diliminde bir takım gerçeklerle hayat düzeni sağlanmıştır. Etrafımızı çerçeveleyen hayatın olduğu gibi kabul edilmesi mi yoksa insanın kendine verilen imkanlarla kendinden başlayarak düzen ve intizamı sağlaması mı
önemlidir?
Hayatta değişik imkanlar çalışana verilir. Taleb ederek buna ait hazırlıklarını tamamlayan insanların önünde kimsenin hayal bile edemiyeceği yeni ufuklar açılır. Değişen teknoloji ve zenginlik imkanları bunun en canlı şahidi değil mi? Hayal olmayan ve bir gerçek zemine yerleştirilmesi gereken yaşamın ifade ettiği anlamın bu boyutta muhakkak çözülmesi yada çözmeye, anlamaya bir kapı açılması gerekir. Yaratılış gerçeğini anlamayan ve bunu kendine düşünme konusu yapmayan insan kendisini yaratan varlık karşısında silinip gidecektir.
Taç marifet tacıdır
Sanma gayrı tac ola
Taklit ile tok olan
Hakikatte aç ola
Düşe düşüp aldanma
Kendin hayrete salma
Haktan gayrı ne vardır
Tabire muhtaç ola
Sana alem görünen
Hakikatte Allah'tır
Allah birdir vallahi
Sanma ki bir kaç ola
Bir ağaçtır bu alem
Meyvesi olmuş adem
Maksud olan meyvedir
Sanma ki ağaç ola
Bu adem meyvesinin
Çekirdeği sözündür
Sözsüz bu adem alem
Biranda taraf ola
(Sunullah gaybi)
Rahim isminden özel ilgiye layık kulların var olduğunu anlıyoruz. Geniş rahmetin bir tecellisi bizim hayatımızda da görülmüyor mu? Cemreler düştükten sonra tabiat tekrar uyanır. Ağaçlar tomurcuklanır, sonra da çiçek açar, geçen zamanla dallar meyveye durur ve ağaç taşıyabileceği kadar meyveyi yetiştirir. Bütün çiçeklerin meyve olduğunu söyleyebilir miyiz? Ev yaparken bile aynı malzemeleri kullanmakla birlikte odaları ayırıyor her mekana özel isimler veriyoruz. Dünyada kendisine verilen imkanları ilahi düzenle uyum içinde kullananlara başka alemlerin kapıları açılacaktır. Hayatı düzenlemede dinin ana kurallarını yok sayan bir zihniyetin yaptığı tahribatın altından kalkılamıyacak zararlarıyla karşılaştık, ekolojik denge, psikolojik uyum kayboldu, sosyal yapı ise neredeyse çökecek bunun sebeplerini araştırmaya ne zaman başlayacağız. Allah-u Teala insan hayatında uyması gereken ana esasları defalarca kullarına bildirerek evrensel uyumun ilkelerini hatırlatmıştır.
Akıl, bilgi, tecrübeler, sonunda insanın yol ayrımında hangi doğrulara sahip olması gerektiğini söyler ama insan bunu yerine getirmedikten sonra ne manası vardır? Kuran-ı Kerimde Rahim sıfatı tövbeleri kabul eden, bağışlayan, affeden terkibleriyle beraber kullanılarak insan uyarılmış şeriatın yüce emirlerinden ayrılmaması gerektiği bildirilmiştir. Buhari kitabında Abdullah b.Abbas (r.a.) Rasulüllah (s.a.) in Rabbin-den yaptığı rivayette şöyle dediğini nakleder:
"Allah Teala iyiliklerin ve kötülüklerin neler olduğunu birer birer tesbit edip yazdı, sonra (şunlar iyi, şunlar fenadır) diye beyan etti. Bu iyilik ve fenalıkların karşılığı, Hak Teala tarafından şöyle tesbit edilmiştir.
Kim bir iyiliği yapmağa azmeder de muvaffak olamazsa Allah Teala onu kendi yanında tam bir iyilik olarak tesbit eder.
Bir iyiliği yapmağa azmeder ve yaparsa onu on sevabdan yediyüz katına hatta daha çok katlarına kadar sevab olarak yazar.
Kim bir kötülük yapmayı düşünür, azmeder sonra bunu yapmaktan vazgeçerse onu da tam bir iyilik olarak kulun defterine geçirir. Eğer bir kötülüğü yapmayı azmeder ve yaparsa onu bir günah olarak yazar."
Klasik kitaplarda Rahman ismi, dünyada genel rahmet ve merhamet gösteren, Rahim ismi, ahirette kendisine inananlara özel merhamet gösteren biçiminde geçer ve Taberiden şu mealde bir söz anlatılır 'Hazreti Peygamber buyurmuştur ki Meryemoğlu ise şöyle derdi; "Allah; dünya ve ahiretin Rahmanı, ahiretinse Rahimidir."
"Ol dedin cihana gülistan oldu Nurunla bezendi lütfunla doldu
İnanan kullara ikrarın kaldı Rahim adın söyler dudaklarımız" (Semih Sergen) [7]
Mülk hükümranlık manasına gelir. Melik, insanlar içerisinde emir ve nehiy ile tasarruf eden kimse demektir. Akıl, şuur sahibi varlıkların idaresini yapanlara verilen bir unvandır. Kuvvet ve düzenle ayakta tutan manası da vardır.
Allah-u Teala'nın emir ve nehiylerine baktığımızda onların kainatın yapısı ile uyum içinde olduğunu görüyoruz. İnsan emir edilen şu hususları bir ömür uygulamakla çok şey kazanacaktır, Allah'a inan, temiz ol, işini iyi yap, helalinden kazan, adil ol, doğru ol, İffetli ol, sözünü tut, iyilik yap, zekat ver, namaz kıl, oruç tut, hac et. Yasaklanan esaslar ise, Allah'tan başkasına tapma, iki yüzlü olma, hainlik yapma, haram yeme, zulüm yapma, yalan söyleme, zina yapma, sözünden dönme, söz taşıma, kimseyi hakir görme, içki içme, kumar oynama, adam öldürmedir. Binlerce insan bu ilkelerin doğruluğuna şahadet eder. Yüce Yaratıcı işte bu emir ve yasakları ile mülkünde tasarruf ediyor yaratıklarına idareciliğinin mutluluğunu tattırıyor. Sosyal düzenlemelerde her idarecinin ve yönetimin programı olur Allah-u Tealanın programının ana ilkeleri bunlardır. Bu esasların uygulandığı dönem Saadet Asrı olmuş ve İslam Tarihi o döneme özlemle bakmıştır.
Allahu Teala mülkünde idareciliğinin genel hatlarında şu hükümleri zikretmiştir.
a) İtikadi hükümler
b) Ameli hükümler
c) Ahlaki hükümler
İtikad esasları ile akıl ıslah ve irade takviye edilmiş, iradeyi zayıflatılacak ve aklı bozacak esassız şeylere inanmaktan insan alıkoyulmuştur. Ameli hükümler bir taraftan Allah'a İbadeti başka bir yönden de ferde ve topluma yönelik işlerde selamet ve düzeni, adalet ve emniyeti karşılıklı hak ve vazifelere uymayı emretmekle ferdin işleri düzenlenmiştir. İlk anda sadece Allah için olduğu anlaşılan namaz ibadeti bile ne büyük manaları içermektedir. Ahlaki hükümler ise ferdin kalbini kötü huylardan temizlediği gibi onu kamil bir insan haline getirir. Allah-u Tealanın koymuş olduğu kurallar kulluk vazifelerini gösterdiği gibi maddi ve manevi hayatımız için ihtiyaç duyduğumuz şeylerin her türlü inceliklerini de bize gösterir.
Buhari'nin kitabında Ebu Abdullah b. Numan b. Beşir (r.a.) demiştir ki, Rasûlüllah (s.a.) i şöyle söylerken işittim: "Helal olan açıkça beyan edilmiştir, haram olan da açıkça beyan edilmiştir. İkisi arasında ise helala da harama da benzer durumu olan ve insanların çoğunun hükmünü bilmediği işler vardır. Kim bu şüpheli olanlardan sakınırsa dinini ve namusunu muhafaza etmiş olur. Kim de şüpheli olanlara dalarsa neticede harama dalar. Sürüsünü koruluğun etrafında otlatan bir çoban gibi ki koruluğa dalması pek uzak değildir. Dikkat edin her sultanın bir koruluğu vardır. Allah'ın koruluğu ise haram kıldıklarıdır. Dikkat edin vücudda bir et parçası vardır ki o iyi olduğu zaman vücudun tamamı da iyidir. O bozulduğu zaman vücudun tamamı da bozulur. Dikkat edin o kalbdir!"
Kuranı Kerimde Melik ifadeleri bir takım terkibler içinde geçer onlardan biri "Din gününün Malik'i" ya da soru biçiminde "Bu gün hükümdarlık kimindir" gibi. Gerçek idareci Allah'tır. O padişahlar padişahı, sultan sultanıdır. Mülk O'nun-dur tasarruf sadece O'nun yetkisi altındadır. Kullarına idare etme sanatının inceliklerini göstermesi lütfundadır. İnsanlar arasındaki ilişkileri düzenlemede Rabbin ilkeleri ne muhteşem gelişmelere sebebiyet verir. Dar görüşlü insanların kısır çekişmelerle binlerce insanı kaprislerine kurban ettikleri her zaman görülmekte ve sonuçta kaybeden insanlık olmaktadır.
İdare etme sanatdır. Bunun mektebi insanlık tarihinin kültürel birikimi ve düşünceleridir.
Nitekim ben beni bildim, yakin bil kim Hakk'ı buldum
Hakkı buluncaydı korkum, şimdi korkudan kurtuldum
Ayruk düşünmez korkmazam, bir Zerrece kayurmazam
Ben şimdi kimden korkayım, korktuğum ile yar oldum
Azrail gelmez canıma, sorucu gelmez sinime
Bunlar beni ne sorsunlar, anı sorduran ben oldum
Ya ben onca kaçan olam, ol buyruğunu buyuram
Ol geldi gönlüme doldu, ben ana bir kan oldum
Aşktılar bizden alalar, aşksızlar not ne bileler
Kimler ala kimler vere, ben bir ulu dükkan oldum
Yunus'a Hak açtı kapu, Yunus Hakka kıldı tapu
Baki devlet benimkiymiş, ben kul iken sultan oldum.
(Yunus Emre)
Topluluk olarak yaşayan insanların idare etme ve edilme hususunda gösterdikleri çabaların sonuçlarına katlanmaları gerekir. Yüce Yaratıcı devamlı insanları selamete çağırmaya devam ediyor. [8]
Faziletleri ve güzel sıfatları ile öğülen manasına gelir. Allah-u Teala hatadan, gafletten, acizden ve her türlü eksiklikten çok uzak, pek temizdir. Kuran-ı Kerimde el-Kuddus vasfı Haşr-23 ve Cuma-1 de geçmekte ve el-Melik isminin yanında zikredilmektedir.
İnsan düşüncesinde mükemmelliğin tuttuğu yerin önemi büyüktür. Esma'ül Hüsna da zikredilen özellikler devamlı bu hususiyetlerin en mükemmelinin Yaratıcı da olduğunu hatırlatmaya yöneliktir. Allah-u Teala insan zihninin kavramaya çalıştığı eksikliklerin çok ötesindedir. İşte bunun içindir ki böyle bir Tanrı ibadete layık, tazime, dua edilmeye uygundur. Eksik olan insanın devamlı bütün ile meşgul olması üzerinde durulması gereken bir özelliktir. İnsan niye bütün olanı, hatadan uzak, kemali arzuluyor? içimize yerleştirilen bu duygu kendiliğinden ortaya çıkmıyor, yaşadığımız hayat, öğrendiğimiz bilgi bizleri böyle bir eşiğe getirip bırakıyor. İşte kapıdayız, bakalım kapı bize açılacak mı? Belki de hayatın sunduğu imkanların zamanında elimize geçmeyişi, eksiklikler, biyolojik sürecin ölüme doğru gitmesi, içimizde hüzün çağlayanlarını akıtıp duruyor, işin bir tarafı devamlı bir sır. Bilgi arttıkça hayret artıyor, acizlik ve insan olmanın muştusu gö-nüle kazınıyor. Bu sır insan nefsini dağlıyor ve çıkmaz aşk işareti bırakıyor. Müslim kitabında Ebu Hureyre (r.a.) den rivayetle: Rasûlüllah (s.a.) buyurdu ki "Allah Teala temizdir, ancak temiz olanları kabul eder. Şüphesiz ki Allah Teala Peygamberlere neyi emretti ise, mü'minlere de onu emretmiş ve "Ey Peygamberler tertemiz helal olanlardan yeyin ve salih amel işleyin" buyurmuştur. Mü'mintere de "Ey iman edenler size verdiğimiz rızıkların tertemiz ve helal olanlarından yeyin" emrini vermiştir, şeklinde bir hadisi şerifi zikrediyor.
Allah-u Teala'nın bu isminin insan üzerinde yol açtığı tesirleri görmemezlikten gelemeyiz. Yeni medeniyetler ancak bu ismi şerifi kendisine bayrak yapan erler tarafından kurulabilir. Dünyanın bu günkü içler acısı halinden tek tek bizler sorumluyuz. Kötüye meydan verilmemeli, hayali düşmanlarla uğraşmaktansa güzel dostlarla esenlik yoldaşlığı yapılmalıdır. Kendi elimizle yokluğa mahkum edilmek zorunluluğumuz yok ama bu imtihanı kim nasıl geçecek. Dünya sevgisi, arzular, kötülükte bulunan binlerce insan, konuştuklarında hakkı diline dolayıp insanları aldatmayı meslek edinenler ve yalnızlık. Temiz olan Rabbe ulaşmak içinde itikat temizliği, ibadet temizliği, kalb temizliği ve çevre temizliği gerekir. İslamiyet insanı hurafe ve batıl itikatlerden uzaklaştırır, namaz, oruç, sadaka, cihad vücudu aksiyoner yapıya hazırlar, kalp ise devamlı Allah'ı görüyor murakebesi ile yaşarsa, insan yeryüzü temizliğinin izlerini üzerinde taşır.
Sabreyle gönül derdine derman gelir elbet
Sen hastaya bil şöyle ki, Lokman gelir elbet
Zühd ile kişi sanma ki, Hakkı bulur ancak
Aşk olmasa yoldaş, ana, hüsran gelir elbet
Nalan olur âşık olan üftâde bu yolda
Bülbül, gül için gülşene giryan gelir elbet
Aşkı ede gör başına tâç, deme mecazi
Aşık olanın gönlüne irfan gelir elbet
Her gece temellük ederek, yârine yalvar
Nâlân ola gör ki, sana ihsan gelir elbet
Kuddusi-i biçare, koma gayriyi dilde
Sol hane ki, âbâd ana sultan gelir elbet (Kuddusi) [9]
Ne güzel bir kelime! Duyana esenlik veriyor söyleyene itimat telkin ediyor. Allah-u Teala'nın güzel isimlerinden birisinin de es-Selam olması O'na karşı tazimimizi arttırıyor.
Kelime manası, dertten, beladan, ayıptan, kusurdan uzak olmak, her türlü noksandan ötede bulunmaktır. Kuran-ı Ke-rim'de "O, Selamdır, Mümin'dir, Müheymindir"[10] biçiminde geçiyor. Zamanı tanıyan insan ileriki vakitlerde sahip olduğu şeylerin elinden, zihninden çıktığını görünce ister istemez aynı şeyi bütün içinde düşünme ihtiyacı duyuyor ama Allah-u Teala kulunun bu fikrinin doğru olmadığını bu ismi şerifinin hikmeti olarak belirtip kendisinin ebedde bile kusurlardan uzak olduğunu söylüyor.
İnsan olmak ne garip bir cilvedir. Hem var, hem yok, hem herşeyin sahibi hem de hiçbirşeyin. İnsan her şeyi kendisi gibi düşünmekte ve bunun sonucu olarak fikrinin ileriki safhalarında metafizik aleme geçebilmektedir. Mal, mülk, saltanat, ilim, gençlik hayatın imkanları içinde bizden alınıp başkalarına verilmedi mi? Bu gün onlara yarın bize.
Es-Selam ismi kullarını dünyada da ahirette de selamete, esenliğe çıkarandır manasına gelir. Ailah-u Teala kullarını dünyada barışa, güvene huzura çağırır, bunu da seçtiği peygamberler vasıtası ile yapar. Akıl rabbini bulmak zorunda mı değil mi? Akıl, yaratan meselesini kendisine problem yapabilecek kapasitededir ama düşünce tarihi bunun engellerini bize gösterip Tanrı hakkında düşünmenin hiçte kolay olmadığını söylemektedir. Allah kullarının selametini niye istemektedir? Yarattığı varlıklara kendi çevrelerinde özellikler veren Allah-u Teala insana farklı bir durum bahşetmiş onu akıl, irade sahibi kılarak özgür bir alana taşımıştır. Allah iyilik ister, onu teşvik eder ve bunun yollarını belirtir. İlk peygamberden son peygambere kadar Tevhid çizgisi sürüp gelmiş bu görev daha sonra âlim insanların elinde şekillenmiştir. İnsan yaşadığı sürece başına gelen iyilik ve kötülüklerde sığınacak bir yer arar sevgisini paylaşmada, acılarını azaltmada bir sıcak dostluk ister. Kuran-ı Kerim bizimle konuşuyor dertler ve sevgilerimize ortak oluyor. Aslında Kuranda konuşan yüce yaratıcıdır. Sığınılacak yer islâmdır. Çünkü İslâm itikad, ahlak, sosyal hükümleri ile beşeriyetle uyuşmakta onları muhafaza edip geliştirmektedir. İslam hükümleri incelendiğinde onların harikalar üzerine değil akıl, adalet, ihsan esasları üzerinde yükseldiği görülür. Islamda aklın, ilim ve hikmetin çok yüksek bir mevki vardır. Hürriyet ve hukukta eşitlik esaslarını en sağlam bir şekilde tesbit eden yüce şeriat insanların umut ışığını canlı tutar ve insanları eskilerin masallarına hurafe ve batıl itikatlara, zanna inanmaktan alıkor. Hayata intizam, fikre yükseklik verir. İslâm'ın bütün hükümlerinin temelinde kolaylık vardır ve dinin en büyük düşmanı cehalet, zulüm, haksızlık, baskı ve hurafelerdir.
Ne zaman anarsam seni
Kararım kalmaz Allahım
Senden gayrı gözüm yaşım
Kimseler silmez Allahım
Sensin ismi baki olan
Sensin dillerde okunan
Senin aşkına dokunan
Kendini bilmez Allahım
Sen yarattın cismi canı
Sensin düzen bu cihanı
Mülk senindir kerem kanı
Kimsenin olmaz Allahım
Okunur dilde destanın
Açılır bağu bostanın
Sen baktığın gülistanın
Gülleri solmaz Allahım
Aşkın bahrine dalmayan
Canını feda kılmayan
Senin cemalin görmeyen
Meydana gelmez Allah'ım
Aşık Yunus seni ister
Lutfeyle cemalin göster
Cemalin gören aşıklar
Ebedi ölmez Allah'ım (Yunus Emre) [11]
İman eden manası esas kabul edilir ama içeriği o kadar geniştir ki başkalarına güven vermek, güven içinde olmak gibi iki özelliği vardır.
İnsan güven arar, bağlandığı ilkelerin kendisine sağlayacağı esenliği arzu eder. İlk öğrendiğimiz bilgiler bizlere hayatta bir takım esasların ana ilkelerin olduğunu söylemiştir. Kainatta kurallar, her gün devam edip giden süreç öncelikle güven duygusunu oluşturur. Tabiat varlıklarının, intizamı, kararlılığı, bastığımız yerin bizi taşıması dahası kendi varlığımız bizlere itimat telkin eder ve hayatı yaşanılır kılar.
imanın psikolojisi araştırılmalı buradan çıkartılacak derslere göre insanlar değerlendirilmelidir. İnanç insanidir ve beşeriyetin özellikleri içinde sayılır. İman olgusunu incelediğimizde ikili bir yapı ortaya çıkar bir tarafa inanan diğer tarafta ise inanılan vardır bunlardan inanılanı inanandan ayrı düşünmek mümkün değildir.
İmanın mahiyetini araştırırken değişik aşamalar da şu alanlarda karşılaşıyoruz. Bunlardan ilki ilgi dir. İlgi; dikkati öncelikle belirli bir şey üzerinde toplama eğilimi, belirli bir şeye yakınlık duyma, ondan hoşlanma, ona öncelik tanıma ve önem vermedir. İnsan dine ve onun getirdikleri esaslara önce ilgi duymalı ve bunu yerine getirecek tavırlar göstermelidir, hayat boyu değişik zamanlarda insanın ilgi alanına giren dini bilgiler ihmal edilmemeli. Dine ilgisiz kalmak insanın en büyük gafletidir. İkinci basamak şüphe dîr. Şüphe; iki alternatif arasında gidip gelme, olumlu ya da olumsuz bir hükme ulaşamama halidir. Şüphe iman sürecinde önemli bir işlevi yerine getirir. Sahibini araştırmaya, yolda olmaya çalıştırır. Üçüncü basamak ise zandır. Zan, tereddütlü ve ihtimalli de olsa bir hüküm aşamasına ulaşan zihinsel süreçtir, doğru veya yanlış olabilen zihni durumdur. İnanç ise dördüncü basamaktır buna itikad da diyebiliriz. İnanç fikri olarak bir şeye inanmadır. İç ve dış faktörler inançta önemli rol alır. Zihin, irade, duygu üç faktörlerden başkalarının sözleri, kişinin kendi tecrübe ve tanıklığı dış faktörlerdendir. Değerli Üstad Gazali kendi geçirdiği evreleri de göz önüne alarak inanç için şu sıralamayı yapıyor.
a) Her aşamada tam olan, sağlam bir delile dayanan inanç,
b) Tam olarak isbat edilemeyen, fakat genellikle alimler tarafından kabul edilen öncülleri esas alan delile dayanan inanç
c) Güzel söz söyleme sanatıyla ortaya konulan delillere dayanan inanç
d) Güvenilen bir kimsenin ifadesine inanç
e) Genellikle tatminkar olarak kabul edilen şartlarda ortaya konulan bir ifadeye inanç,
f) Haber verenin güvenilir olup olmadığını düşünmeksizin, insanın, onun sözlerine inanmayı istediği için, onları kabul etmesine dayanan inanç.
İnanç ile bilgi arasında var olan bir ilişkiden de söz etmeliyiz. Bilgi bazen kesin olma durumunu olarak karşımıza çıkar ama bu kesinlik dini değildir.
İmana gelince o fiile ve teslimiyete dayanmakta ve tasdik edilmektedir. Tasdik hem söyleyenin hem de söylenilen şeylerin doğruluğunu kabul etme anlamına gelir. İnanç teolojik ve felsefi iken iman dini dir. Pascal'ın "Filozofların Tanrısı" yerine İshak'ın, Yakup'un, İbrahim'in Tanrısı'na inanıyorum demesi ne kadar anlamlıdır. İslamiyet önce bilgiyi, sonra imanı insanlardan bekler. İman; Allah tarafından tebliğ eylediği kesin olarak belli olan şeylerin hepsinde Hazreti Muhammed'in doğru olduğunu tasdik etmektir. İmanın hakikati güven duymak ölümle kararan hayat ışığını söndürmemektir.
İslamiyetin çağırdığı iman insanı özgürleştirir kişilik haklarını korur. İmanın artıp, eksileceği yönündeki tartışmaları insanların tecrübelerine bırakıyorum. Aşık olun ve Mecnunun halini anlayın yoksa ne sözüm olabilir ki? Kuran-ı Kerimde iman esasları olarak Allah'a iman, ahirete iman, resullere, meleklere, kitaplara iman [12]geçerken hadisi şerifte iman; Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve kadere, hayır ve şer ne ise Allah'ın takdiri ve yaratması ile olduğuna inanmak." biçiminde geçmektedir.
Yüzyıllar boyunca iman ve hayatın zorlukları arasında bağ kuranlar olmuş, yaşadıkları basit, anlamsızlıkların sonuçlarını dine çıkartanlar hayli fazla sayıya ulaşmışlardır.
Kalmadı inkârımız ikrara gelmişler deniz
Terkedip ağyarı biz dildare ermişlerdeniz
Nefsimiz esnamını kırıp Halilullah gibi
Nar-ı Nemrut içre biz, güizare ermişlerdeniz
Boynumuz bendedip aşk habl'ini Mansur ve
Şol enelhak darında berdare ermişlerdeniz
Bende-i sultan-ı aşkız emrü ferman bir olup
Kulluğa bel bağlayıp Hünkara gelmişlerdeniz
Seyredip mir'at-i insanda cemal-i Hakkı biz
Dide-i irfan açıp didare ermişlerdeniz.
Küntü Kenzin sırrına mahrem oluptur canımız
Askeri vahdet elinde yare ermişlerdeniz. (Askeri) [13]
Kelime manası başkasını korkudan emin kılan eşya ve varlıklar üzerinde emin olan, gözetici ve koruyucudur.
Düzen ve devamlılığı sağlayan Rabbül Alemin korkuları esenliğe ulaştırır. Korkunun aslı nedir? İliklerimize kadar işleyen korkudan kurtulmanın dünya varlık boyutunda devam edeceğine inanıyorum Çünkü vücud içinde bulunan Ruh un uyumsuzluğu böyle bir sonuca götürmektedir. Zıtları birleştiren, harikalar yapan Allah-u Teala insanı bu çelişmeler içinde yaratarak farklı özellikleri tanıma imkanını sunmuştur. Psikolojik yapının uyumu ne kadar önemli ve büyük, insan onunla kendini, etrafında meydana gelen olayları anlar. Yokluk korkusu, herşeyin yokluk potasında eriyip yitip gitmesi ve unutulup gitmek ne hazin. Daha yüzyıl önce yaşayanlardan geriye kalanlara baktığımızda hayretimizi gizleyemiyor kara kara düşünüyoruz. Ne oluyor, bu gidiş nereye, İnsan ve onun kaygıları sevinçleri, göz aydınlığı, bunca emek boş ise, derken gökler açılıp yüreğimizin kuytularından bir ses yükseliyor, hayır bunlar boş şeyler değildir. Alemleri gözeten've koruyan vardır. Çırpınan, kanatları ıslanan, öteleri göremeyenlerin önünde yeni bir dünya açılıyor.
Kuran-ı Kerimde iki yerde geçen müheymin kelimesinde bir defa Cenab-ı Hak, diğerinde ise Kuran-ı Kerim anlatılarak yüce kitabın değeri gözleri önüne serilmiştir. Kitap peygamberimizin bıraktığı en büyük emanet, içindeki bilgilere nüfuz ettiğimizde sahibimiz, yaratıcımızı daha iyi anlıyor ve O'na inanıyoruz.
"Ey gönül, ey gönül, neden bu kadar gamla dolusun? Yıkıksın, kırık döküksün ama tılsımlı bir definesin sen.
Meleklerin secde etmeleri emredilen kadri yüceltmiş bir varlıksın, bildiğin gibi değil, her varlıktan daha olgun, daha ilerisin sen.
Ruhsun, Cebrailin üfürmesiyle ikizsin, Tanrının sırrısın, Meryemin oğlu İsa gibisin sen.
Kendine bir hoşça bak, alemin özüsün sen, varlıkların gözbebeği olan insansın sen.
Mertebeni adlarla sanma; adların sahibindedir. Dönüp varacağın yer, herşeyi yaratandır, eşyaya gideceğini zannetme.
Gördüğün gerçekleri rüya sanma, sen başka bir varlıksın; kendini, her sureti kabul eden Heyula, yahut Heyula'nın büründüğü suret zannetme.
Keşifle gerçekliği meydana çıkan manayı dava sanma, hakkında söylenen vasıflan gözüne girmek için söylenmiş sözler zannetme.
Kendine bir hoşça bak; alemin özüsün sen; varlıkların gözbebeği olan insansın sen.
Sırrını inleyip de sakın ağyara açma; bilmezlikle inkar çukuruna düşmekten sakın.
Ahların, sakın, sevgilinin kakülüne değmesin, sonra Man-sur gibi dara çıkarsın.
Sakın yaradan incinip de sevgiliye aczini bildirmeye kalkışma; a çaresiz kişi bulduğun kadri yüce incileri sakın.
Kendine bir hoşça bak, alemin özüsün, sen varlıkların gözbebeği olan insansın sen.
Sevgi sırlarının mahzeni, o sırlar hazinelerinin konduğu yer sendedir, sende. Erlik, yiğitlik nurlarının madeni sendedir, sende.
Gizli gizli daha nice ruh halleri var sende. Tanıyıp anlayış sende, hüner sende hakikat sende.
Baksan görürsün ki yerde, gökde, cehennem de, cennetde sende, arşda sende, kürsi de sende, melekde elbet sendedir sende.
Kendine bir hoşça bak, alemin özüsün sen, varlıkların gözbebeği olan insansın sen.
Yazıktır, padişahken alemde yoksul oimayasın, ümit ve yalvarışla bozbulanık bir hale gelmeyesin.
Yeis vadisine düşüp bir hiç olarak yok olmayasın, yolunu yitirip bela sahrasının yolunu tutmayasın.
Âdeme yapış ki gerçekten ayrılmayasın, secdeler etki Tanrı reddetmesin seni.
Kendine bir hoşça bak, alemin özüsün sen, varlıkların gözbebeği olan insansın sen.
Tanrıdan gayrı bütün varlıklardan, çakıp sönen, gelip giden şimşek gibi geç git. Üstüne takılan, konan çerçöpe karşı aşk ateşini siper et (onları yak yandır)
Gönül bağlanacak şeylerin eserleri, sakın, eteğini tutmasın. Şems gibi, Mevlanayı isteyerek yola koyul, yol almaya bak.
Aynanı (gönlünü) arıt, bütün suretler ona vursun, görünsün. Galip, hele bir duygularını derle, topla da bak.
Kendine bir hoşça bak, alemin özüsün sen, varlıkların gözbebeği olan insansın sen." (Şeyh Galip) [14]
Allah'ın güzel isimlerinden anladığımız bilgi ve hikmet hep O'nun büyüklüğüne işaret ediyor. Bu kelime kuvvet ve güç sahibi manasına gelir. Alemde meydana gelen olaylarda bize gösteriyor ki kainatın düzen ve sürekliliği ancak Allah'la mümkündür.
Zerreler ve onları çerçeveleyen diğer varlık alanlarında karşılıklı etkileşim olur. İnsanlar düşünce aşamalarında gördükleri bu büyük kuvvet karşısında şaşkınlıklarını gizlememişler evrendeki bu muazzam kaynağı araştırma yoluna gitmişlerdir.
İnsanda yücelik yolunun işaretlerinin bulunması şarttır. Çok farklı duygulara sahib olan insanoğlunun bu duygularını tanıyarak onları hayat enerjisi olarak kullanmaya çalışması gerekir. Kişinin sahip olduğu sınırlı güç kaynaklarının ilahi sistemle uyumlu kullanılması yenilikleri oluşturur. Yapılması hayal edilen nice şey bu sayede gerçekleşmiştir. İnsan içinde Kemal sahibi olmak bunlardan biridir. İnsan-ı Kamil olmak bu gün için hayat ölçülerimiz arasından çıkmış olabilir ama buraya tekrar dönmek zorundayız. Dünya milletlerinin gerçek güçlerini insanlığın saadeti için kullanmaları gerekirken şer, kötülük, yıkım işleri ne büyük suçtur.
Aziz ismi Kuran-ı Kerimde "Rahim, Kavi, Zuntikam, Alim, Muktedir, Gafur, Vehhab, Hamid, Gaffar" isimleri ile beraber geçmektedir. Bu isimlerin anlamları Aziz ismini tamamlamakta yüce Tanrı'nın sınırsız gücünü göstermektedir.
Hak kulundan intikamın yine kul ile alır Bilmeyen ilmi Ledûn, onu kul yaptı sanır Cümle eşya Halikindir, kul eliyle işlenir Emri bari olmadıkça, sanma bir çöp deprenir (Bahri)
Allah-u Teala'nın işlerinde kulunun hikmetiyle anlayabileceği bazı incelikler vardır. Acele, anında değişiklik bir kararda duramamak insana mahsustur halbuki Allah'ın işlerinde düzen, intizam, süreklilik bulunur. İçimizde bizimle beraber yaşayan nice insanlarda gördüğümüz izzete hayran kalırken bunları var kılan Allah'a hayran kalmamak mümkün mü?
Hak şerleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Arif anı seyr eyler
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler
(Erzurumlu İbrahim Hakkı) [15]
Kelime manası olarak kırılanları onaran, eksiklikleri tamamlayan, dilediğini zorla yaptırmağa muktedir olandır.
Allah Teala Kainatta emirlerini dilediği gibi yaptırır ve buna karşı gelebilecek hiç birşey yoktur. Güneş, ay, mevsimler, bitki ve hayvanlar insanların biyolojik işleri Allah-u Tealanın koyduğu kurallar çerçevesinde devam eder. İnsan yaratılışı gereği işlerini düzenlemekte, iyiyi ya da kötüyü seçmekte serbest bırakılmıştır. Bu ayrıcalığın sebebi hala bir sır olmaya devam ediyor bütün bilgiler söylenilen sözler hakikatle tam olarak örtüşmüyor.
Yaratılan insan doğuştan getirdiği özellikler yanında bir sosyal çevre içinde doğar, büyür ve hayatı öylece tanır. İnsanın hayatında çok önemli bir yere sahip olan cinsel farklılık, kadın ya da erkek olma, sağlık, ailenin maddi, kültürel, sosyal itibarı gibi gerçeklerin önemini görmemezlikten gelebilir miyiz? Bütün bir hayat neredeyse bu saydığımız gerçekliklere göre şekilleniyor. İnsanın bu faktörlerden ayrı olarak dinle tanışmasını düşünmemiz imkansız. İnsanların çoğunluğunun dini aileden getirdikleri bir kurum olarak anlamaları da bu sebepten değil mi? İnsana hayatta hangi alanda serbest olma imkanı verilmiştir. Serbestlik dediğimiz olgunun içerdiği mana ile hayat aynı bilgileri kapsamıyor. Serbestlik daha farklı bir deyişle özgürlük, hürriyet dediğimiz şeyin insanın parçalı yapısında değişik işlevleri vardır diye düşünüyorum. Kitleleri değiştirmek, insanı kamili ortaya çıkarmak için elde olan bilgilerin yanısıra dar alanlarda yaşanması gereken tecrübelerin genele yaygınlaştırılmaması icab eder.
Kuran-ı Kerimde (Haşr Suresi: 23) Cebbar ismi geçer. Surenin ismi ve genel yapısı düşünüldüğünde söylenilen bu sıfatın geniş manası daha iyi anlaşılır. Allah'ın işlerine, kainattaki düzen, intizam, devamlılığına akıllar hayran kalır. Bütün güç vehimlerine sahip olanlar bilsinler ki gerçek kudret dilediğini aracısız yapan o yüce Tanrıya aittir.
Gönlün Ana berk eyle
akdirini derk eyle
Tedbirini terk eyle
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyle
(Erzurumlu İbrahim Hakkı) [16]
Kelime olarak her şeyde ve hadisede büyüklüğünü gösteren manasına gelir.
Yüce Tanrının büyüklüğüne dilimizle şöyle şahadet ederiz, Allah-u Ekber. İnsanın kendisini tanıması için verilen sürede yapması gereken vazifeler hayli fazladır. Kişiliği oluşturan duygusal özelliklerden biri vardır ki olumlu kullandığında saygınlığı, diğer hallerde nefreti doğurur. Bunların birincisi vakar diğeri ise kibirdir. Bilgi, makam, servet, güzellik, soy gibi insanlar arasında oluşan değer ölçüleri insanlık tarihi boyunca başka insanları hor ve hakir görmek için vesile edilmiştir, islam dini insanların oluşturduğu bu gibi gerçek dışı ölçüleri ahlak dairesinde terbiye etmeye çalışarak bunda başarıyı yakalamaya uğraştı. İnsanda kendini büyük görme özelliği durup durduğu yerde ortaya çıkmamıştır. Sosyal olaylar ve değişen ekonomik faktörler bazı insanları diğerleri üzerinde söz sahibi yaparak onların kendilerini farklı görmelerine yol açtı. İnsanın kendini her varlığın üzerinde görmesi bu güne mahsus bir durum değildir. Öğüt alan insan ne kadar da az. Her an nerden geldiğini ve sonunun ne olacağını binlerce örnekte gören insanın çeşitli vehimlerle kendini ululaması iyi değildir. Zengin, fakir, sağlıklı, sağlıksız, bilen, cahil, iyi, kötü örnekler etrafımızda bunlardan çıkarmamız gereken dersler olmalı. İyiliğe bütün insanların ihtiyacı varken doğruluğu görmezlikten gelmek hayli düşündürücü. Ne oluyor? Bunca hakikat iyiliği överken buna yabancı kalmak nasıl bir çelişki. Çocuklar İyilikle terbiye edilir, kötüler doğruluğa çağrılır iyilik dersleri verilir ama gelin görün ki sanki bütün bunlar yapılmamış gibi olaylarla karşılarız. Bu bir imtihan olmasın?
Kuran-ı Kerimde el-mütekebbir bir ayette Allah'ı tavsif eder, "Yaratıkların sıfatlarından yüce olandır" [17]
Sana ibret gerek ise
Gel göresin bu sinleri
Ger taş isen eriyesin
Bakıp görecek bunları
Şunlar ki çoktur malları
Gör nice oldu halleri
Sonucu bir gömlek imiş
Anında yoktur yenleri
Kani mülke benim diyen
Köşkü saray beğenmeyen
Şimdi bir evde yatarlar
Taşlar omuş üstünleri
Kani ol şirin sözlüler
Kani ol güneş yüzlüler
Şöyle kayıp olmuş bunlar
Hiç belirmez nişanları
Onlar bir vakt beyler idi
Kapıcılar korlar idi
Gel şimdi gör bilmeyesin
Bey kangıdırya kulları
Ne kapı vardır giresi
Ne ekmek vardır yiyesi
Ne ışık vardır göresi
Dün olmuştur gündüzleri
Bir gün senin dahi Yunus
Benim dediklerin kala
Seni dahi böyle ede
Nitekim etti bunları (Yunus Emre) [18]
Doğru düzgün takdir etmek, bir aslı ve benzeri olmadan modelsiz, benzersiz yaratmak, bir şeyden başka bir şey meydana getirmek manaları vardır.
Her şeyin varlığını ve varoluş süresince görüp olabileceği durumları, tesbit eden ve ona göre yaratan ve yoktan var eden Yüce Allahtır. Kuran-ı Kerimde "Hamdolsun o Allah'a ki gökleri ve yeri yarattı, karanlığı ve aydınlığı var etti."[19] ayetinde bu kelimenin "yoktan var etmek" manasında kullanıldığı "O gökleri ve yeri yoktan yaratandır"[20] biçiminde verilerek islam düşüncesinde yoktan yaratma fikrine zemin oluşturulmuştur. Kuran-ı Kerim ve Hadisi şeriflerde kainatın hangi şeyden yaratıldığına dair herhangi bir ifade ve işaret yoktur, islam düşünürleri heleke fiilinin kelime yapısından hareketle "yoktan yaratma" düşüncesine ulaşmışlardır. Kuran-ı Kerimde Allah'ın fiilleri olarak kullanılan "halk", "ibda", "inşa", "ihdas", "fatr", "icad" gibi kelimelerle bu anlam daha da kuvvetlendirilmiştir.
Yaratılış konusu bilimin çalışma sahası içinde bulunur. Düşünce tarihi boyunca kainatın, varlığın esası hakkında çok değişik görüşler ortaya atılarak bilimsel çalışmalara yol gösterilmiştir.
Kainat niçin yaratıldı? İnsanın bu yaratılışta yeri nedir? Bu ve benzeri sorular hayatın güzelliklerine kapı aralar. Kuran-ı Kerim insanın yaratılışının farklı boyutlarını anlatır. Bu-hari kitabında Ebu Abdurrahman Abdullah İbni Mesud (r.a.) den demiştir ki: "Doğru olan ve doğruluğu Allah tarafından tasdik edilen Rasulüllah (s.a.) bize şöyle anlattı: Sizden herbirinizin yaradılışı anasının karnında iken teşekkül eder. Şöyle ki: Kırk gün nutfe olarak kalır. Sonra ikinci bir kırk günde kan pıhtısı halini alır, üçüncü kırk günde et parçası haline gelir. Bu üç değişimin sonunda, vazifeli melek gönderilir ve bu et parçasına ruhu üfler, daha sonra dört kelimeyi; rızkını, ecelini, amelini ve şaki yahud said olacağını yazması emredilir. Kendinden başka hiç bir mabud bulunmayan Allah'a yemin ederim ki sizden biri cennet ehline aid amelleri işler, o kadar ki cennetle kendi arasında nihayet bir arşın mesafe kalır. Ama hakkında yazı üstün gelir, cehennem ehlinin amellerini işlemeye başlar ve neticede cehenneme girer. Yine sizden biri cehennem ehlinin amelini yapa yapa, cehennem ile kendi arasında bir arşın mesafe kalacak hale gelir. Fakat hakkındaki yazı ona galip gelir, cennet ehlinin amellerini işlemeğe başlar ve neticede cennete girer."
ibadet yaratanla kurulan bağdır. Sevgi, tazim, teşekür, başka gidebilecek kapı olmadığının ifadesidir. Allahın yaratması anlamak için cangözünün açık tutulması lazım. Kainat ve onun içinde bulunan bütün yaratıkların bütün ihtiyaçları yerli yerince ve zamanı geldiğinde onlara verilmektedir. Yaratılışta eksik bırakılan var mı? Tamamlanmayan, nihayete ulaştırılmayan yok iken insan kamil olmayı hedef olarak ortaya koymalı bunu gerçekleştirmek için Hazreti Peygamberi örnek almalıdır.
Bilmek istersen seni
Can içre ara canı
Geç canından bul anı
Sen seni bil sen seni
Kim bildi ef'alini
O bildi sıfatını
Anda gördü zatını
Sen seni bil sen seni
Kim ki hayrete vardı
Nura müstağrak oldu
Tevhid-i zâtı buldu
Sen seni bil sen seni
Bayram özünü bildi
Bileni anda buldu
Bulan ol kendi oldu
Sen seni bil sen seni (Hacı Bayram-ı Veli) [21]
Kelime sıkan, daraltan, hesap soran manasınadır. Esma-ül Hüsnanın bütünü içinde çok önemli bir yeri olan El-Kâbıd ismi şerifinin izleri bütün mahlukattn üzerinde görülür.
Mükemmelliği ölçü yapan yüce Tanrı'nın varlıkları, koymuş olduğu şekiller içinde eşyanın mahiyeti gereği bir takım gerginliklerin olması çok olağandır. İnsan bazen durup dururken içine çöken hüzüne anlam veremez. Kaygı, tasa, herşeyden ümitsiz halini yaşayan insanın bu durumu Allah'a gizli olamaz. Ruhi özelliklerin bu vücudda yapabileceği çok şey varken insanın kendi duruhun terbiye etmeyerek ruhi özelliklerini gün yüzüne çıkarmaması insanın sıkıntılarının biricik sebebidir.
Maddi imkanlar sınırlı, arzular ise sınır tanımıyor. Doğan her günün getirdiği tabi istekler bile karşılanamazken insanın sıkılmaması düşünülemez. İnsan yaşarken başına ne geleceğini bilse ona göre bazı tedbirler düşünür ama bu hiç te böyle olmuyor.
Dertlerimizi, bizi sıkıntıya veren şeyleri tanıyarak hayatı kolaylaştırmak elimizde. Dertlerimize çözüm yine kendimizden olacak. Çok şeyler istemeyelim ama yaptığımız her işi en iyi biçimde yaparak o işe kendimizden bir parça katalım. Sıkıp, daraltan yüce Mevla insanı çeşitli olaylarla imtihan eder. Kuran-ı Kerimde "kullarına taşıyamayacağı yükü yüklemeyeceğini." söyleyen yüce Allahtır. Yaşadığımız her günü lütuf olarak görmenin ışığını içimizde ne zaman yakacağız?
Hakk'ın olacak işler
Hoştur gam u teşvişler
Ol hikmetini işler
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler. (Erzurumlu İbrahim Hakkı) [22]
Kelime "bir örneği olmaksızın varlıkları icad eden" manasına sahiptir. Varlıkları uyum içinde var eden aralarına münasebet koyan diye de anlaşılabilir.
Allah-u Teala'nın yarattığı bütün mahluklar incelendiğinde O'nun büyüklüğü bir daha anlaşılır. Vücudda yer alan ahenk, intizam, süreklilik göz önüne alındığında şaşırmamamız mümkün mü? Yıldızlar gökyüzü, bulutlar, yağan yağmur, tabiat arasında yer alan ilişkiler biri diğerini tamamlar.
Allah'ın sosyal hayata koymuş olduğu kurallara bakıldığında insanlığın esenliğinin neden geçtiği ortaya çıkar.
Kuran-ı Kerimde "O öyle Allahtır ki vücuda getireceği her şeyi hikmeti muktezasınca takdir edendir. Onları var edendir. Varlıklara suret verendir. En güzel isimler O'nundur." [23] Yine "Ey insan! O keremi bol Rabbine karşı seni aldatan ne? Ki seni yaratan, sana şu salim uzuvları veren, onları birbirine denk yapmak suretiyle sana şu nizam ve itidali bahşedendir O. Seni dilediği herhangi bir surette terkib edendir." [24] buyurulur.
Allah'ın işlerindeki uyumluluk insan içinde ölçü olmalı, bu şekilde muazzam kainatın işleyişindeki sırlarla aralanmalıdır. İnsan kendine verilen imkanları mal, can, sıhhat, akıl, dini öyle bir düzene sokmalı ki bunun neticesinde insanlara ve kendisine faydalı olarak esenlik saçmalı. Örneğin adalet; bu öyle bir önemli ilkedir ki toplumların huzur ve refahı onunla sağlanır. Yüzyıllar boyunca hak sahibleri hep mazlum durumunda olmuşlar haklıya da haksıza da ne şekilde davranacakları hususunda kesin kurallar oluşturamamışlardır, bunun sonucu çok farklı hikmetler ortaya çıkmış insanoğlu arzularına esir olmuştur.
Hep işleri fâyıktır
Birbirine iayıkdır
Neylerse muvâfıkdır
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler.
(Erzurumlu İbrahim Hakkı) [25]
Kelime şekil veren manasınadır. Allah-u Tealaya nisbet edildiğinde tasvir eden, herşeye şekil ve hususiyet veren diye anlaşılabilir.
Varlıkları en mükemmel dizayna sahip olarak yaratan O'dur. Güzellik, uyum, intizam örneklerini bütün mahlukata dağıtan Rabbin bu sıfatı ne yüce hikmetlerle dolu. İnsan kendini yok iken var kılan Tanrısını bilmeli O'nun işlerinden dersler çıkarmalıdır.
İnsan çocukluk dönemini geride bıraktıktan sonra kendisine verilen bilgiler ışığında varlığını aydınlatır. Varlık gençlikte büyük bir sırdır. Yaş ilerleyip insan bilgi ve hikmet sahibi olursa kendine yol bulur. Huylar, karakter, tavır ve mizaç durduğu yerde oluşmaz. Kamii insanların örnek yaşayışları ne yazık ki günümüzde efsane formatları içinde verildiğinden yaşayan değerler olarak hayatta yer bulamıyor. Dinden anlaşılan bilgi mi, hikmet mi, hayatın her anına damgasını vuran kültür mü? Değişen sosyal şartlar bugün klasik kitapların çevreleyemeyeceği bir yaşam standardı oluşturmuştur. Dünün bir karıncayı bile İncitmeyen insan kimliği gitmiş onun yerine farklı insanlar gelmiştir.
Kendini olumlu örnekler ışığında değiştirmesi gereken insan bunu nasıl yapacak? Tarih süreci içinde hayatı bize intikal eden insanların yanı sıra bizlerin büyükleri olarak yaşayan toplum ferdlerinin hayatları önümüzde. Kötü, yanlış örnek alınmaz diye bir düşüncemiz varsa bunun doğru olmadığını tecrübelerimize soralım.
Kuran-ı Kerimde
"döl yataklarında size nasıl dilerse, öyle kılık veren O'dur. O'ndan başka hiçbir Tanrı yoktur. O mutlak galibdir. Yegane hüküm ve hikmet sahibidir." [26] ve "Size suret verip de suretlerinizi güzel yapan, sizi temiz şeylerle rızıklandıran Allah'tır." [27]
"O Hâlık, Bari, Musavvir Allahtır." [28]biçiminde geçmektedir.
İnsan güzel iş yapanları nasıl takdir ediyorsa bütün mahlukatı en güzel şekilde yaratan Rabbini tanımaya çalışmalıdır. İşini güzel yapmak aynı zamanda insanın hayat boyunca vazgeçmeyeceği ilkelerden biri olmalı.
Müslim kitabında yer alan şu hadisi şerifte Ebû Ya'la Şeddad b. Evs (r.a.) Rasüluhhah (s.a.) Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Allah Teala herşeyde ihsanı, iyi ve güzel yapmayı emretmiştir. O derecedeki öldürürken bile güzel öldürün. Hayvan keserken güzel kesin. Herbiriniz bıçağını iyice bilesin de kestiği hayvanı az çok rahatlatsın. Fazla eziyyet vermesin." [29]
Kelime örtmek manasına gelir. Al!ah-u Teala için kullanıldığında mağfireti pek çok diye anlaşılır.
Kuranı Kerimin en çok kullanılan kelimelerinden biridir. Bunun böyle olması insan fıtratı ile alakalı, insanı ömür boyu ilgilendiren konuların başında günah kavramının çok geniş alanda kullanılması gelir. İnsanlık tarihi günahı, toplumların ve insanın terbiye edilmesinde kullanarak bu günkü anlayışın oluşmasına sebebiyet vermiştir. Dini hususlarda suçun adı günah, hukuk alanında kural dışının adı suçtur. Suç bir de günah niteliği kazanmış ise bu fiili işleyen insan çok geniş bir mağfireti arzulamak zorunda kalır. Günah, dinin koyduğu sınırlardan dışarı çıkmaktır. Bunlardan Kuran-ı Kerim de dikkat çekilen şu maddeleri bilmemiz gerekir, Allah'tan başkasına tapma, iki yüzlü olma, hainlik yapma, haram yeme, zulüm yapma, yalan söyleme, zina yapma, sözünden dönme, söz taşıma, kimseyi hakir görme, içki içme, kumar oynama, adam öldürme. Saydığımız bu ana günahların çok farklı yanlarından öyle ya da böyle etkilenir ve sonuçta ne yapacağımızı şaşırırız. Yüce Rabbimizin gönüllere ferahlık veren sözlerine kulaklarımızı açarız. "Gözlerimi dağlara kaldırıyorum, nereden yardım gelecek bana? Yeri göğü yaratan Rab'den gelecek yardımım. O ayaklarımın kaymasına izin vermez. Seni koruyan uyuklamaz."
Günahın ilk temsilcisi İblistir. O, Allah'ın "secde et" emrine karşı çıkarak ilk günahkar olmuştur. Günaha dadanan insanlar her zaman servet ve refahla şımaran insanlar olmuşlar, iyiliklere karşı çıkmışlardır. Kuran-ı Kerimin belirttiği günah sadece ölüm sonrası sıkıntılara yol açmaz bilakis o dünya hayatında da felaketlere yol açar. Dinin dünya ile içice olması bundandır. Gazzalinin kelimenin manasından hareketle vardığı şu sonuç ne kadar önemli "El-Gaffar, günahları tekrar tekrar, çokça bağışlayan demektir. Öyle ki bütün günahları bir tek defada mağfiret eden ve fakat defalarca günaha dönen insanı bağışlamayan, Gaffar ismine müstehak olmaz." Gafur ismi Kuran-ı Kerimde Vedud, Aziz, Şekur, Afuv ve Halim isimleriyle kullanılmıştır. "Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü o çok bağışlayan, çok esirgeyen'dir." [30]
Günahla beraber insanları yüzyıllar boyunca ilgilendiren en önemli problem günahın bizzat kime ait olduğu meselesidir. Her şeyi yaratan Tanrı olduğuna göre insanın işlediği günahta ne suçu vardır? Bu düşünce karşısında yüzyıllar önce çok şeyler söylendiği gibi şimdilerde de konuşulmakta mükemmel olan Tanrı'dan bunun beklenilmeyeceği üzerinde durulmakta. Heyhat ne garib bir durum ve insan için içinden çıkılmaz vaziyet! Dünya'nın cilvelerini anlamayan, aklın ilk bakışta kendine problem yaptığı şu konu yaratılışla direkt alakalı. Kötülük sadece insanın algı dünyasına göre ve değişkendir. Rabbimizin kainatın işleyişinde koyduğu kurallar dairesinde her işin kendi olumlu anlayışı olur.
Enes (r.a.) demiştir ki, Rasulüllah (s.a.) i şöyle söylerken işittim: "Allah Teala buyurdu ki: Ey Ademoğlu sen bana dua ettiğin, rahmetimi ümit ettiğin müddetçe seni bağışlar, geçen günahlarını mağfiret ederim. Günahlarının çokluğuna da aldırış etmem. Ey Ademoğlu! Günahların dağlar gibi yığılsa gökyüzüne ulaşsa sonra bana istiğfar ederek bağışlamamı dilesen seni bağışlarım. Ey Ademoğlu, şayet bana yeryüzü doluşunca hatalar getirsen ve bana hiçbirşeyi ortak tutmayarak huzuruma gelsen ben de yeryüzünü dolduran bir mağfiretle seni karşılarım." [31]
Kelime manası gâlib gelen, hükmeden, adaletle hüküm sürendir. Kuran-ı Kerimde geçen ilimlerin çevresinden baktığımızda herşeye, her istediğini yapacak biçimde gâlib olan diye anlaşılmaktadır.
Allah-u Teala bütün yaratıklarına bir düzen çizip onları yaşam alanına gönderir. O'nun işlerinde insan aklının kavrayamayacağı incelikler yanında temel özelliklerde vardır. Varlık her an yeni oluşumlarla değişir, düzenlenir, insana son diye görünen nice olay vardır ki bu başka varlıklara başlangıçtır. Kanun ve nizamı tanımayan, binlerce insanı kendi heva, heveslerine mahkum edip onların yollarını zorluklara götüren insanlar karşısında yapayalnız kaldığımız çok anlar olur. İnsanlık tarihi mazlumların ahi. ile inler. Yalnız başına, yerinden, yurdundan, ayrılmak zorunda bırakılan dahası öldürülen binlerce insanın sesi boşlukta mı kalacak, onların hesapların zalimlerden kim soracak? Tabi ki Kahhar olan Allah zalimden intikam alıcı olacak.
Kendini büyük gören, büyüklenip şımaran insan bu arzularını tatmin etmede çok çabuk taraftar bulur. Sonsuz ihtiyaçlarla kuşatılmış olan insanların kul köle edilmeleri çok basittir. Zalimi zulme teşvik eden zayıfların acziyetleri değil midir. İnsanın kötünün yanında yer alması onun bilinçli tercihinin sonucudur. Sevk ve idaresi kolay olan mazlumların basit hesapları kurnaz idareciler tarafından çok çabuk görülür. Düzeni oluşturmakta maharetli olan zalimlerin ilk unutturacakları gerçekte kutsal kitabın doğruları olur.
Peygamberler tarihi "Yenildim Ya Rab. intikamımı bunlardan al" diyen aziz insanların yakarışlarıyla dolu. Dünyanın her tarafından yükselen feryadları duyan kimse kalmamışsa bunların hesabı Kahhar olan Allah-u Tealaya kalacaktır.
"Ben Rabbe sığınırım, nasıl dersiniz bana kuş gibi kaç dağlara
Bak kötüler yaylarını geriyor, temiz yürekli insanları
karanlıkta vurmak için, oklarını kirişine koyuyor.
Temeller yıkılırsa, ne yapabilir doğru insan
Rab kutsal tapınağındadır, O'nun tahtı göklerdedir.
Bütün insanları görür, herkesi sınar
Rab doğru insanı sınar
Kötüden, zorbalığı sevenden tiksinir
Çünkü Rab doğrudur, doğruları sever
Dürüst insanlar O'nun yüzünü görecek" (Mezmur) [32]
Herhangi bir karşılık ve çıkar gözetmeden birine ihtiyaç duyduğu herşeyi bağışlamak manasına gelir.
Allah-u Teala çeşitli nimetleri daima bağışlar ve buna da bir nihayet bulunmaz. Varlık en büyük nimettir. Var olan şeyin ihtiyaç duyabileceği şeyleri sadece yüce Tanrı karşılıksız verir. Bütün mahlukatın birbiriyle olan münasebetlerinde karşılıklı menfaat vardır ve bu da çok olağandır. İnsanların arasında elindeki nimetleri herkesin yararına dağıtan insanların bu özellikleri ne kadar takdire şayan iken yüce Tanrı'nın sınırsız hesapsız vermesine ne demeli. Allah ilim, mal, hayat, akıl, din gibi istekleri insanlara verir ve bunları çeşitli yollarla vesilelere sebep kılar.
Allah'ın verdiği nimetlere.kimsenin diyeceği yoktur. Mal vermesinin kendisine göre hikmetleri vardır. İlim, hayat, esenliğe gelince bunlar gerçekten önemli şeylerdir. Devamlı vermeyi öğütleyen yüce Tanrıdır, insan elindeki mallardan verdiğinde çok az verir. Canından verdiğinde gerçekten vermiş olur. Yarından emin olmayan insan onca mala mülke bekçilik yapmıyor mu? Muhtaç duruma düşerim korkusu gerçekte muhtaç durumun ta kendisidir. Su kaynaklarınız doluyken susuz kalırsan diye korkulara kapılmak en giderilemeyecek susuzluk değil midir? Bilgi de insanlara verilmeli akıl, feraset gözetilerek bilgi yolunun taşlan sonsuza iletilmeli. Verirken ızdıraptan uzak, övünçten yana olmalı, ağaçların mevsimi gelince açtığı çiçekler gibi etrafı huzura gark etmelidir. Yaşamak için verenlerde vardır, onlar eğer vermezlerse ölür, yiterler, örneğin meyve bahçesindeki ağaçlar ve hayvanlar.
Nimetlerin en büyüğü İslâmdır. Yüce Tanrı dini ile insanlara muazzam hakikatleri karşılıksız vermiştir. İslâmın yayılış dönemi ve sonrasına bakıldığında bu değerli armağanın insanlığa faydaları anlaşılır. Bu gün dert ve kederler İslâm'ın dairesinden dışarı çıkıldığından başa gelmekte akıl, mal, sağlık boş yere heder edilmektedir.
Malım Mülküm servetim
Hepisi evde kaldı
Eşim dostum akrabam
Geçtiğim yolda kaldı
Dostlarımdan birisi
Benden hiç ayrılmadı
Allah için yaptığım
İyilikler bende kaldı (Hacı Bektaş-ı Veli) [33]
Kendisinden yararlanılan, canlının varlıkta kalması ve gelişmesi için Allah Tealanm canlıya sevk ettiği şeylere rızık denir. Rezzak, rızkı yaratan, onu veren, sebeblere bağlayana verilen bir isimdir.
Canlı varlığın çok değişik ihtiyaçları olur bunların en başında varlık, beslenme, sevgi, seçme, irade gelir. Kuran-ı Kerim rızık meselesini yaratıcının farklı bir özelliğine dikkat çekerek kullanır. Sadece Allah yaratıklarından farklıdır yaratılan varlıklar yemeye, içmeye muhtaç iken Allah'ın buna ihtiyacı yoktur. "O doyurur, kendisi doyurulmaz!" [34]
Allah'ın rızkı tükenmez, eksilmez ve o verdiğinden dolayı da kimseyi yada varlığı töhmet altında bırakmaz. Kudsi bir hadiste şöyle buyurulur.
"Ey kullarım, önce ve sonra geleniyle, bütün insan ve cinler bir meydanda toplansa da her biri benden gönlünün muradını dilese, bende her birinin isteğini versem, benim hazinemden bir şey eksilmiş olmaz. Bu denize batırılan bir iğnenin deniz suyundan eksiltmesi gibidir."
Rızık hususu düşünce tarihinde kullanımı gözönüne alınarak büyük tartışmaları da peşi sıra getirmiştir. Eşyada asıl olan iyilik iken insanlar çeşitli değişikliklerle bu özelliği yaratılış kanunlarının dışına çıkartmışlardır. Bu durum dinler tarafından bazı yasakların konulmasını gerektirerek haram helal sınırı oluşturmuştur. Rızıkı veren Allah bu rızık için çeşitli vesileler yaratarak insan hayatını güzelleştirdi. Çalışma, uğraş, yorulma ve bunların sonucunda rızkı elde etme yolu fıtratında inceliklerini insana tanıtır. Bu gün toplum olarak çalışma aşkını kaybetmiş isek bunda kendi vehimlerimizi yüce Tanrıya maletmemiz etken olmuştur. Kuran-ı Kerim rızık yolu olarak çalışmayı, gayreti, vesileleri göz önüne sererken toplumumuzun rızık Allah'a aittir çalışmamıza gerek yoktur düşüncesini ne kadar abestir.
Rızıkların en güzeli ilim ve çalışma aşkıdır. Yoğun çalışmalarla yeni medeniyetler oluşturulur. İlim temennilerle olmaz. Gece - gündüz okumayı dünya genelinde gelişmeleri takibi gerekli kılar.
Hakkın olıcak işler
Hoşdurgamu teşvişler
Ol hikmetini işler
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler
(Erzurumlu İbrahim Hakkı) [35]
Kelime kapalı ve zor birşeyi gidermek manasınadır. Kuran-ı Kerimdeki kullanışı göz önüne aldığımızda her türlü müşkülleri açıp kolaylaştıran diye anlayabiliriz.
Bu dünyanın kapalı zor anlaşılmaz şeyleri vardır bir de insan fıtratının tanınmasından doğan bazı zorlukları bulunur. İnsanı meçhul olarak tanımlayan insanların yanında insanı 'insanı kamil' diye tanımlayan hikmet ehlinin varlığı ne kadar sevindirici. İnsan Kamil olmalı ve bunu da hayat memat meselesi yapmalıdır.
Dünya hayatında maddi çevremizi kuşatan varlıkların kapalı, anlaşılmaz bugün için çözülemez sırları vardır bunlar bu işin ehil insanlarını bekler. Bilim alanında yapılan gayretler etrafımızın daha iyi tanınmasına yöneliktir. Kapalı olan şeylerin açılması o kadar değişik ele alınabilir ki onlardan bazıları şunlardır. Maddi bir fetih, kapı kilidi açmak gibi. Manevi açış yürekten gam, tasa, hüzün ve kederi giderip onun yerine sevgiyi yerleştirmek gibi. Bütün iyilik ve bereketin anahtarı yüce Tanrının emrindedir bütün zorluklar O'nun bir kelimesiyle giderilir. Ol dediğinde bütün varlıklar hayat bulur.
Kuran-ı Kerimde
"De ki: Rabbimiz, sonunda hepimizi toplar, sonra aramızda adaletle hükmeder. O 'dur Fettah, Alim" [36]
"Rabbimiz! Bizimle milletimiz arasında adaletle sen hüküm ver. Sen hükmedenlerin en hayırlısısın." [37] biçiminde geçer.
Gönlümüzü sevgiye açmalıyız. Katılaşan yaşam şartlarını sevgi nefesiyle ışıltmalı, hergün sevgi dünyasının insanları olmalı. Aşksız bir insan neye benzer?
İşitin ey yârenler
Kıymetli nesnedir aşk
Değmelere sunulmaz
Hürmetli nesnedir aşk
Hem cefadır hem safa
Hamzayı attı kafa
Aşk iledir Mustafa
Devletli nesnedir aşk
Dağa düşer kül eyler
Gönüllere yol eyler
Sultanları kul eyler
Cür'etli nesnedir aşk (Yunus Emre) [38]
Bilen demektir. Allah-u Teala'nın ilim sıfatı ile ilgilidir. Allah bilir O'nun bilgisine sınır ve nihayet yoktur İnsanla bilginin arasında ayrılmaz bağ vardır. Varlık bilgi ile mümkündür dahası varoluş bilgi formatları ile ifade olur.
Bilginin uzun ve sırlı dolu dünyası vardır. Dünya hayatının en tatlı meşguliyetinden biri de bilgidir. Bilgi dağlara vuran gün ışığı, kentlere esen diriliş soluğudur. Eski zamanlardan bize bilgiden başka ne kalır. İnsan olmanın erdemi bilgi sayesinde sağlanır. Kuran-ı Kerim'in bilgi hususunda yer verdiği özellikleri belirttiğimizde bilgi biraz daha aydınlanmış olabilir. "Gaybın anahtarları O'nun yanındadır, onları O'ndan başkası bilmez. O karada ve denizde olan her şeyi bilir. O'nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yeryüzünün karanlıkları içine gömülen tane, yaş ve kuru hiç bir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta olmasın." [39] Bu ayetlerin karşısında Rabbimizin önünde secdelere kapanır O'nu ulularız.
"Allah'tan korkun, çünkü Allah göğüslerin özünü bilir." [40]
"Ey Rabbimiz, ne gizler, ne açıklarsak, şüphe yok ki sen bilirsin. Zaten yerde ve gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz." [41]
"Hiç yarattığını bilmez olur mu? O'dur gizlilikleri bilen Latif, Habir" [42]
"Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz." [43]
"Allah gözlerin hain bakışlarını ve göğüslerin gizlediği düşünceleri bilir." [44]
"Yere gireni, yerden çıkanı, gökten ineni, oraya çıkanı bilir. Nerede olsanız, o sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir." [45]"Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey, O'ndan gizli kalmaz. Ne bundan küçük, ne de bundan büyük bir şey yoktur ki apaçık bir kitapta olmasın." [46]"Göklerde ve yerde ve her ikisinin arasında ve toprağın altında bulunanlar hep O'nundur. Söz açık söylesen de gizli söylesen de muhakkak o, gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir." [47]"Allah her dişinin neye gebe olacağını, rahimlerin neyi eksik neyi artık yapacağını bilir. O'nun nezdinde her şey ölçü iledir. O görünmeyeni de görüneni de bilendir. Çok büyüktür, çok yücedir. Aranızda sözü gizleyen de onu açık söyleyen de, geceleyin gizlenen de, gündüzün görünen de onca birdir." [48]"Allah onların yanında bulunan her şeyi bilgisiyle kuşatmıştır. Her şeyi bir bir sayıp kaydetmiştir." [49]"Kıyametin saatini bilmek Allah'a havale edilir. O'nun bilgisi olmadan ne meyveler tomurcuklarından çıkar, ne bir dişi gebe kalır ve ne de doğurur." [50]"Rabbin şaşırmaz ve unutmaz." [51] Bu şekilde genel özelliklerini verdiğimiz yüce Tanrı'nın ilim sıfatı ilk anda insanları değişik bir kaderciliğe sürüklemiş yeryüzünde imtihan olunan insan kendi yerine başka bir varlığı koymuş, çoğu bilinen gerçeklerden uzaklaşarak tembelliği huy edinmiş bunun sonucunu ise Allah'a çıkarmıştır. Allah bizleri bunlardan korusun.
İnsan dünyada bilgi sahibi olabilir bu bilginin çok farklı boyutları vardır. Allah yolunun başı bilgi, ortası hikmet'sonu sır'dır.
Bilgiye teşvik eden yüce Peygamber olmuş bizlere Kuran ve sünneti emanet bıraktığını bildirirken çağlar üstü hakikati özetlemiştir. İlimden gaye insan olmak ve gereğince mutluluğu yaşamak iken bu gün bilgi insanları ruhlarından kelepçeliyor. Bilgiçlik taslayan insanlar hikmet ikliminden o kadar uzak ki insan yetiştiremiyor ve bunun bedelini de ağır ödüyoruz.
İlim, ilim bilmektir
İlim, kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır.
Okumaktan mâni ne
Kişi hakkın bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru emektir
Okudum bildim deme
Çok taat kıldım deme
Er hakkı bilmez isen
Abes yere gelmektir.
Dön Kitabın manisi
Bellidir bir Elifte
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır
Yirmidokuz hece
Okursun uçtan uca
Sen elif dersin hoca
Manisi ne demektir
Yunus Emre der hoca
Gerekse var bin Hacca
Hepsinden iyice
Bir gönüie girmektir (Yunus Emre) [52]
Genişleten, açan, huzura, esenliğe çıkaran manalarına gelir.
Alemler yok iken yaratan, kainata şekil veren, insanı önce cennetine daha sonra hikmetine göre dünyaya gönderen, kullarına bir ömür tayin edip, yüce şeriatını indirip esenliği, huzuru var kılan yüce Tanrı değil mi? Kim darda kaldı da merhametin ipi ona uzanmadı? Rabbim, diyen hangi dil sözünün karşılığını almadı!
Varlıkları kendi şartlarında mükemmel olarak yaratan Allah-u Teala onlara kanunlar, prensibler koyarak düzen ve intizamı sağlamıştır. Allah'ın kuralları bütün kainatta ilahi düzeni sağlarken insanlara da tavsiye niteliğinde yüce Tanrı'nın emir ve ne-hiylerine uymaları söylenmiş insanlar İslam'a davet edilerek hayatlarında genişlik oluşturulmuştur. Allah'ın sınırlarında insanlar Özgürdür! Maddi yapı O'nun emirlerini yerine getirmenin mutluluğu ile binlerce seneden beri dönüp duruyor. İnsan da Allah'ın farz kıldığı hususları öğrenmeli bu mutluluğu hayatına bir mühür gibi vurmalıdır.
Kâbız ismi ile Bâsıt ismi hayatı, sonsuzluğu yüce Mevlânın sırlarını işaret eder. Bu iki isim birlikte kullanılmalı etrafımızdaki tabi olaylardan dersler çıkarılmalı. Mevsimler bile insanları sıkar, daraltıp esenliğe çıkarmaz mı? Kış ile yaz aynı mı? Gençlik ile ihtiyarlık bile birbirinden çok farklı iken hayatın imkanları dengelenmek sureti ile orta bir yolun yolcuları olunmalıdır. Dengesiz insanları çoğaltan günümüz kültürüne verilebilecek en iyi örnek orta yolu tutan insanların hayatlarına taşıdıkları esenlik ve neşenin kendilerine sunduğu güzellikleri tanıtmaktır. Darda ve bollukta Allah ile beraber olan insanların yolu kolay olur.
Hak bir gönül verdi bana
Ha demeden hayran olur
Bir dem gelir şâdi kılar
Bir dem gelir giryan olur (Yunus Emre) [53]
Koruyan, muhafaza edip belgeleyen manasına gelir. Genel kullanımı düşünüldüğünde alçaltan, yukarıdan aşağıya indiren insanların amellerini muhafaza eden, sözlerini kaydettiren, niyetlerini ve gönüllerinden geçeni bilen, herşeyi gizli açık bilip, has kullarını helak ve şer yerlerde muhafaza eden diye de anlaşılır.
Yaşayan insanlar olarak korkularımızın başında herşeyin kaybolacağı endişesi önemli yer tutar. Bir dönem her türlü eşyayı biriktirerek onları muhafaza edebileceğimizi düşündüğümüz olmuştur. İnsanın aslının ne olduğunu şimdi söylemenin vakti geldi insan; endişeden başka nedir Allah aşkına. İnsani yapımızı böylesine iyi bilen Yüce Tanrı insanın bu en sırlı alanına girerek "korkma, endişeye gerek yok, senin her anını kaydediyor ve sana değer veriyorum." diyor.
Peygamberlerin yüce kitapta geçen kıssalarında geçen mucize türü olayları bu ismi şerifin manasınca daha iyi anlaşılır. Yunus peygamberi balığın karnında muhafaza eden, İbrahim Peygamberi ateşlerde yakmayan Tanrının bu ismi buralarda tecelli etmiştir.
"İnsanın, önünde, arkasında, kendisini Allah'ın emriyle gözetleyecek takipçiler vardır." [54] Kuran-ı Kerimde Hud: 57, Sebe,:21, Şûra: 6'da hafız ismi geçmektedir. Buralarda geçen bu ismin vekil, muhafız, murakıb manaları düşündürücü değil mi?
"Yukarıdan aşağıya indiren" manası düşünüldüğünde Kuranın emirlerine uymayan insanların sonunun ne olacağı daha iyi anlaşılıyor. Peygamberimiz İslâm'ı tebliğ etmeye başladığında kendisine uymayan toplum önderlerinin sonu rezillik, perişanlık oldu. O'na tabi olan köleler cihan sultanı oldular. İslâm böyle bir nimet iken ondan gafil kalmak anlaşılır gibi değil. Gözümüzü açalım koruyan O'dur, değer O'nunla beraberdir.
Uyan be hey gafil hâb-i gafletten
Ömrün geldi geçti haberin varmı
Bir haber aldın mı sırrı vahdetten
Murg-i canın uçtu haberin varmı (Kul himmet) [55]
Ululuğuna hiç bir kemalin yükselemediği yüksek kemal sahibi manasına gelir. Allah-u Tealanın sonsuz kudretine nihayet yoktur.
Kuran -ı Kerimin manaları düşünüldüğünde bu kelimenin yükselten, yukarı kaldıran diye kullanıldığı anlaşılır. "Arşın sahibi, mertebesi yüce olan yahut dereceleri yükselten, kavuşma gününü ihtar etmek için kullarından dilediğine vahyi indirir." [56]Allah'ın kullarını yukarı kaldırması onları şeriatla muhatap kılmasıdır. Dünyada şeref ve itibar ahlaka, soy temizliğine, helalinden kazanıp Allah'ın emirlerine uymaya bağlı. Yüce Şeriatın emir ve nehiylerine uyanların yüksekliklerine tarih şahit değil mi? Köle olan insanlar. İslamla şereflenince insanca yaşamanın onuruyla izzetli kişiler olmuşlardır. İnsanında yüceliği arzu etmesi lazım. Bedende yaşayan ruhun ait olduğu yer bu ten mezbelesi değil yüceler yücesidir. Vücud emanetini alan ruhlar bu vücudla ne yapacaklarını hem kendiler görecek hem de yüce Mevla'ya gösterecekler.
Yüceliğin yolu ruhu terbiye etmekten geçer. Ruh ve terbiye arasında ilişki nedir? Özü saf olan bir varlığın terbiyesi derken acaba ne kastediyoruz. Varlıkla münasebetinde akılın sadece bir takım düşünceler sunabileceği ruh ve terbiye İşinde neler yapmalıyız. Burası gerçekten sırlı bir alan, bilginin alanında değerlendirmeler yapılmalı bu hususta islam kültürünün sunduğu imkanlar göz önüne alınarak yola koyulmalı.
"Şüphe yok ki arınan kimse korktuğundan ein, umduğuna erişti."[57] Ruhun terbiyesinde iman, ibadet ve haramları terk çok önemli konulardandır. Yücelik önce imandan başlar. Varlık hayal, gerçek dışı değildir. İnsan yaşarken herşeyin vehimlerden oluştuğunu düşüncesiyle boşvermişlik yaptığı olur. iman güvence ve esenliktir. İbadet imanın zemininde kendine yer bulur. Hayatın bütün fonksiyonlarını ibadet formatı içinde ele alan yüce dinimizin yüzlerce yıldır gönüllere şifa dağıtmasının incelikleri daha iyi anlaşılır. Günahlardan kaçınma insanın kendini tanıması ile direkt alakalıdır. Günah alanı helal alanı ile karşılaştırıldığı zaman Rabbimizin yarattığı varlıklara şefkati daha iyi anlaşılır.
Çözülmez bilmeceyim nerdem baksam ben bana
Nur'la çamur içice, akıl beden yan yana
Bir yanım göğe ağar, biri gayya kuyusu
Bu ne yaman savaştır hepsi susamış cana (Semih Sergen) [58]
Kelime manası izzet veren, ağırlayan, lütuf ve ikramı ile gönülleri şad edendir.
Şeref Allahla beraber olmaktır. Varlık bu dünyada görülebilen bir anlık zaman süreci. İnsanın imkanları düşünüldüğünde karşısına çıkan fırsatların bilmecelerle dolu olduğu görülür. Kainatın büyüklüğü hesap edildiğinde dünyanın büyüklüğü bir toplu iğnenin başı kadar bile kalmıyor insan tutupta kendini kibir içinde herşeyin sahibi olarak görürse ne kötü bir durum. Allah'ın şerefli kılmasının yolu şeriatden geçer onun emir ve nehiylerine uymakla insan ikramlara ulaşır. İslâm dininin beş temel esası ele alındığında insanın bunlarla kazanacağı ne çok şey vardır. Oruç ibadetini düşündüğümüzde karşımıza ne çok hikmetler çıkıyor. Varlık ve ruh ikisi bir arada hayatı oluşturuyor bedenin gıdaya ihtiyacı var ama bu gıdalanma zaman içinde insanın her vaktini işgal edecek bir duruma gelebiliyor. Dünya hayatının sunduğu imkanlardan ötelere yol bulmak şart. Tan yeri ağarmaya başladığı andan güneş batıncaya kadar yeme, içme, cinsel arzulardan bedeni alıkoyma göründüğü gibi kolay değildir. Bu orucun görünen yanı bir de vücudun alışkanlık sonucu yaptığı işlere bir son verme durumu karşımıza çıkıyor ki işte bu an oruçla insanın buluştuğu nokta oluyor.
Kuran-ı Kerimde
"Kim şeref istiyorsa bilsin ki şeref tamamen Allah'ındır. Güzel söz O'na çıkar iyi amel onu yükseltir. Kötü şeyleri kuranlara gelince, onlar için çetin bir azab vardır. Ve onların tuzağı bozulacaktır." [59]
"Onlar mü'minleri bırakıp kafirleri dost tutuyorlar. Onlar yanında şeref mi arıyorlar? Bütün şeref, tamamen Allah'a aittir." [60]
"Onların sözü seni üzmesin. Üstünlük tamamen Allah'ındır. İşiten ve bilen O'dur." [61] şeklinde izzetle ilgili ayetleri buluyoruz.
Alemin bal şerbetinden bana ne?
İşte önümde benim ayran tasım
Ne malım mülküm var, ne azığım
Ben gene de senin azığın olsun diye çalışırım
Senin başını sokacak bir yerin olsun diye
Senin bir dikili ağacın
Ama hürriyeti kulluğa taş çatlasa satmam (Hz. Mevlana) [62]
Kelime manası zillete düşüren, hor ve hakir edendir. Yüce Allah şerefli yolu Kuran ve Peygamberin getirdiği şeriat olarak gösterip insanları bunlara uymadıkları zaman başlarına neler gelebileceğini belirtiyor.
İslâm prensibleri kötülük yollarını daha baştan kapatıp insanı hor ve hakir duruma düşmekten alıkor. Yalan mevzunu ele alalım. Yalan insanı alçaltır, şahsiyetini zedeler. Yalandan kaçınmalı kendince doğruluğuna Allah'ı, peygamberi şahit tutabilmeli. Şu ayetlere bakalım.
"Allah'a karşı yalan söyleyenlerin, kıyamet günü yüzlerinin simsiyah olduğunu görürsün." [63]
"Allah'ın ayetlerini yalanlayanlardan asla olma, yoksa kaybedenlerden olursun." [64]
"Kendilerinin doğru söylediklerini canları çıkarcasına iddia ettikleri halde, Allah elbette onların yalancı olduklarını bilir [65]
"İyilikten başka bir şey düşünmediklerine yemin ederlerse de, Allah onların yalancı olduklarına şahadet eder." [66]
"Allah münafıkların yalan söyleyeceklerini kesin olarak bilir." [67]
Kendini tanımak zorunda olan insandır. Huy ve karakteri ile sonsuz yaşamın arzularını içinde geliştiren insanın kendi kendisiyle uğraşması dünya hayatının bir gerekliliği. Bazen insan kendi mükemmel yaratılışını özlemiyor değil. Bir an görünüp daha sonra gayb alemine dönmek ve bunu da sadece bilgilerle yapmak zorunda olmak yaşamın cilvesi olsa gerek. Lailahe illallah Muhammedün Resulüllah.
Zilletten kurtulmanın ilk basamağında nefsin makamını tanımak bulunur. İnsan nefsinin çeşitli günahları işlemeğe uygun olduğunu biliyoruz. Günahlardan kurtulmanın başlangıcında la mabude illallah (Allahtan başka ibadet edilecek yoktur) un manası bütün ibadetlerde düşünülmeli günlük la ilahe illallah zikrine devamla bu makamın sırları ortaya çıkarılmalıdır. Olgunluğun başlangıcına ilk adım buradan atılır horluktan şerefe bu makamdan geçilir. Kolay kıl Rabbim.
"Ey vefa bağının gülü, şunu bil ki çevir, cefa dikeni yüzünden gömleğini elden bırakmam. Ölmek var, ayrılmak yok; eteğini öyle tuttum senin, Gizlesem de, açıklasam da benim canımsın sen," (Şeyh Galip) [68]
Kelime işitici, işiten demektir. Allah-u Teala için kullanıldığında O'nun gizli ve fısıltılı biçimde de söyleneni işittiği anlaşılır. Allah'a göre açık söylemek ve içte saklamak müsavidir.
Bu mübarek isim Kuran-ı Kerimde Karib, Basir, Alim isimlerine bitişik olarak gelmekle bizlere hikmeti bir daha hatırlatıyor. İnsan için işitmenin önemi ne kadar büyük. Hayatın zevklerinden biri de işitme zevki ve hazzıdır. İşitmeyen eksik olarak tanınır. İşitmenin kemali O'na attır. "Yeryüzüne düşen yaprağın hışırtısını bile O işitir." Mazlum insanlar, seslerinin Rabba ulaşmadığını zannedenler yazık size hem de çok yazık. Allah-u Azim Şan kendini duaları işiten olarak tavsif ediyor. Öyleyse ne duruyoruz dualarımızı O'na yönetelim.
"Yüksek sesle yakarıyorum Rabbe
Yüksek sesle Rabbe yalvarıyorum.
Önüne döküyorum yakınmalarımı,
Önünde anlatıyorum yakınmalarımı,
Bunalıma düştüğümde
Gideceğim yolu sen bilirsin
Tuzak kurdular yürüdüğüm yola
Sağıma bak da gör
Kimse saymıyor beni,
Sığınacak yerim kalmadı,
Kimse aramıyor beni.
Sana haykırtyorum ya Rab!
"sığınağım,
Yaşadığımız bu dünyada nasibim sensin!" diyorum.
Haykırışıma kulak ver
Çünkü çok çaresizim
Kurtar beni ardıma düşenlerden
Çünkü benden güçlüler.
Çıkar beni zindandan
Adına şükredeyim.
O zaman doğrular çevremi saracak
Bana iyilik ettiğin için" (Mezmur)
İşitmekten mana anlamak gereğince amel etmektir. Hakkın sesleri amele çağırıyor, hayatı ibadet neşesinde yaşamayı öğütlüyor. Kalu bela gününde işittiğimiz sözü hatırlıyor musunuz?" Ey ruhlar, ey ruh kuşları size kafes olarak birer vücud verdim, benim cemali mi de orada görebilirsiniz, sıfatımı, eserlerimi hatta kendinizi de." Bir zaman kalacağımız dünyada yüce Tanrı bizim "Ya Rab" sözümüzü bekliyor.
"Gel muştusu erişti cana
Gel diyor yüceler yücesi
De sen can ol da kanatlanıp uçma
Kurak yerde dalgaların sesi duyuldu birden
De sen balık olda sıçrayıp denize dalma
Davullar dövdürüp "geri dön" diyor sultan
De sen doğan olda, avdan eteğin çekip
Sultana doğru kanat açma
Sonsuzluk güneşi aşk yurdunu ışığa boğdu
De sen âşık olda Sema'a başlama." (Hz. Mevlana)
Hakkın sözlerini işitmek için kulak ve gönül terbiyesi şart. Bunun içinde Kuran-ı Kerim'in şu emirleri hayat prensibleri haline getirilmelidir. Namazlar adab ve erkanına uygun biçimde eda edilmeli. İyilik için yarış yapılmalı hayatın ölçüsü iyilik olmalıdır. Hayat mücadelesinde Sabır kalesinde oturularak, kibir, büyüklenme, insanlardan uzaklaşmaktan vazgeçilmelidir.
Yollarda caka satarak yürümemeli, sözlerimizle kimseyi incitmeyerek bilmediğimiz bir şeyin ardına düşmemeliyiz çünkü göz, kulak, dil, ayak, gönül bütün bu işlerden mes'ul tutulacaktır. [69]
Kelime görücü, gören demektir. Geniş manası ise görmesine son olmayan bir had ve hudud tasavvur edilmeyendir.
Kuran-ı Kerim'de "İbrahim babasına demiştir ki;
"Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve sana hiç bir surette fayda vermeyen şeylere niçin tapıyorsun." [70]şeklinde geçen yüce hikmete ne demeli. Görmek mükemmelliğin şartlarından biri. Baktığımızda görmek onunla yüce Tanrıya yol bulmak hikmetin aşamaları. Allah'ın görmesinin mahiyeti insan tarafından bilinemiyorsa bunun sebebi insanın sınırlı varlık içinde yaşamasıdır. Ruh sınırlarını oluşturan vücuddan çıktıktan sonra neler görecek nelere şahit olacak.
Dünyada imtihanın cilvelerinden biri de budur. Ruhun sınırlanmasına, kendisini ifadeye engel koyan bu vücud bir gün biyolojik süreci tamamladığında her şey ayan beyan görülüp insan yaptıkları ile başbaşa kalacaktır.
"Bir gün kral dedi ki: "Ben, düşümde yedi semiz inek görüyorum, bunları yedi zayıf inek yiyor. Ve yedi yeşil, yedi de kuru başak görüyorum. Ey efendiler, eğer siz rüya tabir ediyorsanız bu rüyamın tabirini bana anlatın. Yorumcular dediler ki: "Bu, karışık düşlerden ibarettir. Biz, karışık düşlerin yorumunu bilmeyiz. Zindandaki iki kişiden kurtulan adam, uzun bir süre sonra bu olay üzerine Yusuf'u hatırladı da dedi ki: "Ben size onun yorumunu haber veririm, hemen beni zindana gönderin. Zindana Yusuf'un yanına geldi dedi ki"Yusuf, ey çok doğru söyleyen insan bize şu rüyayı yorumla: Yedi semiz ineği, yedi zayıf inek yiyor ve yedi yeşil yedi de kuru başak neyi gösteriyor? Umarım ki senin yorumunla insanlara dönerim, onlarda bilirler." Yusuf dedi ki: "Siz adetiniz üzere yedi yıl ürün ekersiniz. Biçtiğinizi başağında bırakırsınız, ancak yiyeceğiniz az mikdarı alırsınız gerisini depo edersiniz. Sonra onun ardından yedi kurak yıl gelecek ki tohumluk olarak sakladığınız az mikdar dışında, o yıllar için önceden biriktirdiklerinizi yiyip bitirir. Sonra onun ardından bir yıl gelir ki, o yılda insanlara bol yağmur verilir ve insanlar o yıl bol bol meyve sıkıp hayvan sağarlar" [71] Yusuf peygamberinin yorumladığı bir rüyaya benzer bir rüyayı da hepimiz yaşıyoruz. Dünya hayatının yorumu ya cennet ya da cehennem de yapılacak bunu hep birlikte göreceğiz.
Allah'ın görmesi Peygamberimizin hadisi şeriflerinde çok ince ifadelerle anlatılır. Cibril hadisinde "Bana ihsanı anlat! İhsan; görüyormuş gibi Allah'a ibadet etmektir. Her ne kadar sen onu görmüyorsan da o seni görmektedir."
Ey tarikat erleri ey hakikat pirleri
Bir haber verin bana ol bi - nişan karidedir
Kandedir dostun eli kande açılır gülü
Dost bahçesi bülbülü gül-i handan kandedir
Aradım bahrü beri bulmadım ben bu sırrı
Cismi candan içeri gizli sultan kandedir
Madem ki can tendedir ten can ile zindedir
Amma nidem bilmedim cana canan kandedir
niyaziye can olan sırrında Sultan olan
Din-ü hem imân olan ol bimekân kandedir (Niyazi Mısri) [72]
Kelime men etmek, sağlam yapmak, Kuran, nübüvvet manalarını üzerinde toplayan demektir.
Bu kökten türeyen bir kelime daha vardır ki o da Hikmet dir. Hikmet, en yüce ilim ile eşyanın, varlığın sırlarını bilmek, korkulardan emin olmaktır. Allah-u Teala için el - Hakim sıfatı kullanıldığında doğru iş yapan ve doğruluktan hiç şaşmayan bir Tanrı anlaşılır. Rabbimiz varlıkları yarattıktan sonra onların kendilerinde ve aralarında meydana gelebilecek olaylarda hüküm vermeye en layık olandır. Hüküm karar alma ve bunu uygulamaya denir ki islam dininin hükümleri insanın can, mal, nesil, akıl ve dinini korumaya yönelir. Seri hükümlerin başlıca iki kaynağı vardır.
1) Kitab
2) Sünnet
Dini ve seri hükümlerin esas kaynağı yalnız bunlardır. Kıyas ve icma denilen kaynaklar ise kitab ve sünnetten çıkartılmıştır. Dini hükümlerin özü adalet ve ihsanı oluşturarak insanı kamil fertlerden oluşan toplumla yeryüzünde Allah'ın nimetleriyle hoşnud, seven ve sevilenler olmaktır.
Maddi hayat, manevi hayat ikilemine itibar etmeyen kitabı mümin
"Allah size kitabı açık açık indirmişken, Ondan başka bir hakem mi ararım." [73]buyruğundaki hikmete dikkatimizi çekiyor, Allah'ın kitabında kişisel hayatımızı ilgilendiren hususları bulduğumuz gibi toplum, tabiat, diğer varlıklarla ilişkileri dengeleyen referanslarda vardır.
"Yoksa cahiliye hükmünü mü arıyorlar, iyice bilen bir topluluk için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir." [74]Yüce Tanrının insanların işlerinde uygulamak için koyduğu kuralları görmezden gelmek bunca nimetlere karşı nankörlük olmaz mı? Yaşadığımız toplumda nelerin Allah'ın hükmü olduğu hususunda belirsizliğin yaşandığını söyleyenler aslında büyük hakikatleri ortadan kaldırmaya çalıştıklarının farkında-mıdırlar. İnsanı ve toplumu ilgilendiren hangi husus acaba yüce islam dininin sınırları dışında tutulmuştur. Dünya hayatı insanın heva, hevesiyle Yüce Allah'ın emirlerinin uygulanma mücadelesinin verildiği yerdir. Burada tercihi Allah'tan yana yapanlarla kötüden yana yapanlar nasıl hala Allah'a kul olduklarını beyan edebiliyorlar?
Her an yüce Tanrı hükmetmekte ve bunu bir an için ihmal etmemekte. Kainat Rabbimiz kudretiyle varlığını sürdürürken bunu yüreklerinin en ıssız köşelerinde gören insanlar O'na şehadet ediyor bizi şeriatı Muhammediyeye davet ediyorlar. Kendi vicdanlarımıza döndüğümüzde sahi söyleyin bakalım hakem olarak Allahı mı tercih ederdiniz yoksa diğerlerini mi?
Sen Hakk'a tevekkül kıl
Teslim ol-u rahat bul
Her işine râzi ol
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler
(Erzurumlu İbrahim Hakkı) [75]
Kelime manası eşlik ve dengedir. Her şeyi yerli yerinde yapmak, yerli yerine koymak diye de anlaşılabilir,
Adaletin karşıtı zulümdür. Allah zalimleri sevmez onlara birazcık yakınlık gösterenleri bile uyarır. Onun için dinimizde zulüm haramdır, çok kötü bir iştir, zulüm işleyenler karşılarında Allah'ı bulurlar. Allah'ın adaletine bütün varlık şehadet ediyor, vicdanlar onu anlayıp sükuta dalıyor, kamil insanlar ona kullukta her an boyun eğiyorlar. İnsanlar kendi aralarında ve tabiata karşı adil olmak zorundadırlar. İnsanın adil olabilmesi en başta Allah korkusu, vicdan, iyi bir zeka, işin önce ve sonrasını görebileceği akıl, zorluklara sabır, vakar, cesaret, sevginin olması lazım bu saydığım özelliklerin bir araya gelmesi kolay olmamakla beraber insanlık tarihi bu vasıflara sahip kişilerin izleriyle doludur.
Maddi dünyada gördüğümüz adalette hiç bir şaşma yok ama insan niçin devamlı adaletten kaçar, kanunları kendi çıkarlarına göre yorumlar. İnsanın bu ve benzeri özelliklere yönelmesi kendinde bulunan iyilikleri örtmesindendir. Dünyanın imtihan yeri olduğunu unutmayalım. Biz bunca iyilikle her şeyi yerli yerince yaratmadan söz ederken iyilik diye gördüğümüz olaylarda bile farklı değerlendirmeler yaparız. Allah mutlak adaletin sahibidir. Yeryüzünde nice olaylar var ki insanlar arasında yer alan kanunlardan dolayı tam manada adaletin tezahürü mümkün olamıyor. İşte bütün insanlar için bir adalet gününün olması gereği bize yüce Rabbimizi bir daha hatırlatıyor O dur adalet gününün sahibi, hiç bir zulme bulaşmamış olan iyiliklerin kaynağı.
Sen adli zulüm sanma
Teslim ol odâ yanma
Sabret sakın usanma
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler
(Erzurumlu İbrahim Hakkı) [76]
Kelime ince ve gizli yönleri bilen, kanun koyan, zorları kolaylaştıran manasınadır. Kuran-ı Kerimde geçen ayetler ışığında ise en karışık işlerin bütün teferruatını bilen, oluşu bile anlaşılamayan şeyleri yapan, ince ve farkedilmez yollardan kullarına çeşitli nimetler ulaştıran diye anlaşılırken şu hususa da dikkat çekmek lazım latif; kulların İşledikleri kusur ve günahları onları ebedi olarak mahcubiyette bırakmamak için unutturan demektir.
Etrafımızda binlerce canlı, cansız varlık ile Allah'ın lütfü olarak yaşıyor işlerin inceliklerini öğrenmeye başladığımızda her an hayretimiz biraz daha artıyor, inceliklerin içinde yer alan kanunlar bile gizli, çözüm devamlı yeni sırlara gebe, ne nasıl oluyor bunu bilmek sadece kaba hatlarla olabiliyor. Allah bütün incelikleri bilir çünkü bütün bu varlıkları o yarattı. Tanrı'nın yaratmada koymuş olduğu kanunlar ile bütün varlıklar işlerin akışı içinde kendi yollarına devam ederek varlıklarını sürdürür. Fıtratın sesine kulak verdiğimizde kendi içimizde bile bu fısıltının bazen yankılandığını duyduğumuz olur. Allah insanın işlerinde sadece kendinin anlayabildiği incelikler oluşturmak suretiyle hayat cazibesini canlı, umutlu tutmuştur. Her insan hiç ummadığı zamanlarda Allah'ın yüzlerce nimeti ile karşılaşmadı mı? Yaratılan ve bir vakit geçiren kişi kendini yokluktan varlık alanına çıkartmak lütfunda bulunan Allah-u Tealaya kulluk yapmasında ne yapsın! Zorluklar kolay ve güzel şeylerin etrafında yer alır. iyilik ve inayete ulaşmak arzusu insanı hep çalışma ile karşılaştırırsa o insana mutluluğun kapısı açılmış demektir. Yaşamın sırlarını öğrenmek isteyen insanın virdi ya latif olmalı ve buna gece gündüz teşbih sayısınca yedi gün devam etmelidir.
Gelse celâlinden cefa
Yahut cemalinden vefa
İkisi de cana safa
Kahrında hoş lütfunda hoş
Ger bağu ger bostan ola
Gerbendü ger zindan ola
Ger vasi ü ger hicran ola
Kahrında hoş lütfunda hoş
(Erzurumlu İbrahim Hakkı) [77]
Kelime ilim, yumuşaklık, gevşeklik, bolluk manalarına gelir. Kuranın genel kullanımında ise her şeyin özünden, bilinmeyen taraflarından haberdar biçiminde kullanılır.
Varlık, ruh, beden, ilim daha peşi sıra sıralayacağımız kelimelerin hakikati nedir dahası hakikatin özünde ne vardır? Sorular uzar gider, sorudan sorundan uzak bir hayatı düşünmek hayal. Kuran-ı Kerimde Habir ismi Hakim, Basir, Latif, Alim isimleri ile beraber kullanılarak İnsanlara ibadete layık olan Allah'ın neleri nasıl bildiğinin yolları da gösterilmiştir. Varlıkta bilinmeyen tarafların olması ve bununda insana hissettirilmesi Tanrı'nın bir cilvesi olsa gerek. Her şeyde bir bilinmeyen var, bilinmeyenin bile kendince bilinemez tarafları çok. Allah-u Azimşan Peygamberleriyle insanın bilemeyeceği diğer boyutla ilgili haberleri vermek suretiyle merak uyandırmış bizleri cennetin nimetlerinden haberdar ederek hal diliyle
"Ey kullarım sırlar hazinesini talep edin, varlık aynasını parlatında cemalullahı seyredin." diyor.
Ayinedir bu alem her şey Hakk ile kaim
Mir'atı Muhammed'den Allah görünür daim. Allah'ın bolluğu için şahit mi arıyorsunuz. Kendinize, çevrenize, başınızı kaldırın da gökyüzüne bakın. Varlık cezbesinden sarhoş olan alemlerin seslen kulaklarınıza ulaşmıyorsa bari şu dizelere kulak verin.
Gönlümü sevgili yaktı benim
Bilsen nasıl bir sevgili
Gönlümde o ateşle
Cihan harmanını yangına verdi
Bir kıvılcımla canım öyle ateşe kesti ki
Demir de taş da mum gibi eridi
Can mumu gibi
Hiç bir ateşe benzemez o ateş
Binlerce çerağ geceyi aydınlatıp ışığa boğdu birden
Aşk diyarında bir ses yankılandı
Bilsen nasıl bir ses
O ses bir pencere açtı gönül evinde
Yepyeni bir güneş doğdu o pencereden
Görsen nasıl bir güneş
Zerrece gölge kalmadı, zerrece karanlık
Nurdan gül fidanları
Ateşten nesrinler, susam çiçekleri serpilip açıldı
O yeni güneşin güzelliğinden
Bilsen nasıl bir güzellik (Hz. Mevlana) [78]
Kelime gücü yettiği halde affeden, cezada acele etmeyen teenni sahibi manasınadır.
Yüce Rabbimizin Halim ismi şerifinin tecellisi devam ediyor. Hayatta karşılaştığımız zorluklar, başımıza gelen musibetlerde çok aceleci davranıp Allah-ı Tealayı düşünüpte nasıl oluyor da hiç acelecilik göstermiyor, dediğimiz olmuştur. Kuran-ı Kerimde Halim ismi Gafur, Alim, Şekur ismi ile beraber geçer ki bizler dersler çıkartalımda insanı kamil olalım. Allatvu Azim Şan kullarına karşı yumuşak davranıp gazablı ve celalli olmaz dini mübini İslamı bile esenlik vesilesi yap-mamışmıdır. İnsanlık tarihinde Allah'ın lanetini isteyen kavimlerin sonu ortada bu günde şeriata uymayan milletlerde görülen çöküş had safhada.
İnsanın ömür boyu yaşadığı hayat gözüne ne kadar uzun görünüyor? Hakikatte ise insanın ömrü bir anlık aydınlıktan başka nedir ki? İnsan bu aydınlıkta ne kadar görüş alanına girebilecek şeyleri görebilirse o kadar mükemmelliği yakalayabilecek iken anlamsız olaylarla ömrü heba etmesi ne kötü. Allah'tan seri olarak cezalandırmayı beklemek akıl karımıdır ki insan bunu istesin. Zaman mefhumu insana bir şey söyler. Ölümü talep etmenin anlamı yok zaten her nefeste ölüp ölüp dinliyoruz. İnsanı Kamil olanlar merhamet kuşağı oluşturur ve insanlara hilm ile muamele ederler böyle yapmayıp da ne yapsınlar? Onların bu davranışları çoğu zaman acziyetmiş gibi algılanır. Fesuphanallah. İnsanı Kamil bütün mahlukatı Allah'ın yarattığı olarak görür ve onlara şefkatiyle nazar kılar.
Beri gel, daha beri, daha beri
Bu yol vuruculuk nereye dek böyle?
Bu hır gür, bu savaş nereye dek
Sen bensin işte, ben senim işte
Ne diye bu direnme böyle, ne diye
Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye?
Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek
Ne diye böyle şaşı olmuşuz, ne diye (Hz. Mevlana) [79]
Kelime büyüklük ve kuvvet manasınadır. Allah için söylenildiğinde büyüklük ve ululuk sahibi demektir.
İnsan için ölçülerin önemi büyüktür. Mesafeleri, birimleri, değerlendirmeleri sayılarla yapar ve zihnimizde sıralamalar oluştururuz. Yeryüzünde büyük olarak gördüğümüz eşyaları yapanları takdir eder onlardan övgüyle söz ederiz. Peki aynı şeyi insanı yaratan, kainatı var eden için niçin söylemekten kaçınıyoruz. Tanrının büyüklüğüne delil istersek insanın kendine bakması yeterli. İşin ehli bilir ki insan mükemmel bir büyüklüğün eseridir. Gerçek anlamda büyüklük ise kendindeki sırların farkına varmadadır. İnsan nedir? Biyolojik yapısı ölüme ayarlanan varlığın, yaşamının bir an olsun sadece buraya ait olduğunu düşünelim. Hayat sadece yaşanılan kısa bir süreçten ibaret farz edilsin. İnsanda duygularının isteklerini yerine getirmeye mahkum bir varlık olsun. Akıl ne yapar? Akıl sadece iyi insanlarda mı Tanrı'yı bulma uğraşılarına kaynaklık eder.
Yaş ilerledikçe sahip olduğumuz şeylerin elimizden çıkmasını anlayamayız. Ya hayatta insanlar eliyle yapılan haksızlıklara ne demeli? Zenginin fakiri hor görmesi, insanın insanlara çeşitli sebeplerle itaata zorlanıp, şeref haysiyetin ayaklar altına alınması dahası insanın kendi eliyle kendini yok etmesi gibi sorunların Tanrı olmadan düşünülmesi bile imkansız. Ben onun varlığına bir daha şehadet ediyorum.
"Ben herşeydeyim, her taraftayım. Ben güneşin parıltısıyım. Ben ayın ışığıyım. Ben sizi çevreleyen sıcaklığım. Sizi yaşatan havayım. Ben yıldızlardan düşen ve bitkilerin kalbine işleyen şebnemim. Ben gecenin derinliklerine akan oralarda elmaslar halinde billurlaşan ışığım. Ben çiçeklerdeki kokuyum. Ruhlarınızdaki iliğim. Şiirlerinizin vezniyim. Kainatın ahengiyim.
Ey Celaleddin biliyor ki, bütün yarattıklarım da hayat benim. Doğurtan benim, öldüren benim. Uyuyan benim. Uyanık duran benim. Ben toprağım, suyum, ateşim. Görünen benim görünmeyen benim. Canda, aşk da, ölümde benim...
Ne korkuyorsunuz.
Öldüğünüz vakit bana dönmüyormusunuz" (Hz. Mevlana) [80]
Örtmek manasınadır. Allah-u Teala için söylenildiğinde kullarının günahlarını affederek örten diye anlaşılır.
Kur'an-ı Kerimde bu kelime Kehf suresinde
"Ama çok bağışlayan, esirgeyen Rabbin, eğer onları, yaptıklarıyla hemen cezalandıracak olsaydı, onların azabını çabuklaştırırdı. Fakat onlar için vadedilen bir zaman vardır ki, ondan kaçıp sığınacak bir yer bulamayacaklardır." [81] ve İsra suresinde
"Rabbiniz içlerinizdekini daha iyi bilir. Eğer siz iyi kişiler olursanız şüphesiz ki, o tevbe edenleri bağışlayandır." [82]diye geçer ve diğer esmayı hüsnadan Vedud, Aziz, Şekur, Afv, Halim ismi ile beraberde geldiği olur.
İnsanın günah işlemeden bir hayat geçirmesi mümkün müdür? Bu soruya verebileceğimiz cevabın hayat görüşümüzle direkt alakası vardır. Günah alanlarının belirlenmiş olması insanı bu gibi davranışlardan uzak tutabilirse de varlığın özünde oluşturulan zıt ilişkinin günah ve sevab karşısında aynı tavırları aldığını görüp bunun neden böyle olduğunu düşünmemiz lazımdır. İnsan günah işlemeye fıtratan müsait ise ve bunda kendisinin tercihi mi söz konusu yoksa o bunu cibilliyeti gereği mi işliyor? İnsan yasakları önce öğrenir sonra toplum ve fert boyutunda suç sayılan davranış biçimlerinin kişiye ve cemiyete ne gibi tesirler yaptığını görür, tercihini daha sonra iyiden ya da kötüden yapar. Yanlış olanın bütün insan toplumlarında öyle ya da böyle günah olarak algılanmasını büyük bir hikmet olarak anlıyorum. Allah-u Azim Şan tövbelerimizi kabul buyursun.
Hak çalabım, hak çalabım
Senciteyin yok çalabım
Günahlıyım yarlıgagıl
Ey rahmeti çok çalabım
Gel ko gıl beni yanayım
Baştan boşa usanayım
Ol sevdiğim Muhammede
Olayım çırak çalabım
Ne yoksulu baylardasın
Ne köşk-ü saraylardasın
Girdin miskinler gönlüne
Edindin durak çalabım
Kullar senin sen kulların
Günahları çok bunların
Uçmağına sal bunların
Binsinler burak çalabım
Ne ilmim var ne taatim
Ne gücüm var ne kuvvetim
Meğer senin inayetin
Kıla yüzüm ak çalabım
Yarlıgagıl sen Yunus'u
Bu günahlı kullar ile
Eğeryarlıgamaz isen
Keykatı firak çalabım (Yunus Emre) [83]
Kelime manası nimeti düşünüp ilan etme, zıddı ise nankörlük olup, nimeti unutup örtmektir. Allah için kullanıldığında kullarının günahlarını bağışlaması, amellerinin karşılığını vermesi ve onları övmesi diye anlaşılır.
Yüce Tanrı kendi rızası için yapılan işleri daha fazla karşılığı ile verir. Değil mi ki bütün mahlukatı gizli sırlarının bilinmesi için lütfuy la yarattı. Allah-u Teala'nın varlıkları yaratmasında hiçbir beklentisi yoktur, o yaratmasıyla kendinden eksilme ve çoğalma olmayandır. Şükreden bir kul olmamız lazım. Var kılındık, nimet ve ihsanlarla yaşadık onu tanıdık O'nun yolunda bulunduk bundan sonrası Rabbimiz merhametine kalmıştır.
Her nimetin bir külfeti vardır. Her hak, bir vazife karşılığı verilir. Her kim bir hak elde ederse, karşılığında muhakkak bir görevle vazifelendirilir. Madem bu umumi bir kuraldır Öyleyse Allah-u Teala'nın bize lütfettikleri bir çok nimetlere karşı, o nimeti vereni tanımak O'nun söylediklerini tutmak, O'nun şeriatından hiç çıkmamak lazımdır. Tanrıya karşı daima edeb ve terbiyeli bulunmak, ismini hürmet ve saygıyla anmak, O'nun yapın dediklerini yapmak, yapmayın dediklerinden uzak kalmak, O'na canü gönülden ibadet etmek, O'nun sevgisini kalbimize yerleştirmek, bütün işlerimizde O'nun rızasını gözetmek, sevdiğini sevmek sevmediğinden uzak durmak lazımdır.
"Allah'ı seviyorsanız bana uyun. Allah'da sizi sevsin ve size günahlarınızı bağışlasın." [84]
"Babanız, oğlunuz, kardeşleriniz, akrabalarınız, elde ettiğiniz mallar, durgunlaşmasından korktuğunuz ticaret, beğendiğiniz evler, size Allah'tan, onun peygamberlerinden ve Allah yolunda, uğraşı vermekten daha sevgili ise Allah'ın felaket emrinin gelmesini bekleyin. Allah, fâsık kimseleri doğru yola ulaştırmaz."[85] Ey gönül! Dışı bırak içe bak
Ey Akıl! Kır kalemini artık
Ey Aşk! O ırmakta ayak izi arama
Akar su gibi yürü, akar su gibi ak
Çünkü her solukta cana can katar o su
O suyun kabı bir an durdurursa suyu
Irmağa suç yükleme
Çünkü sorgudan da uzaktır, pişmanlıktan da o su (Hz, Mevlana) [86]
Kelime yüce, ulu, ihtişamlı manalarına gelir. Allah için kullanıldığında "pek yüce" diye anlamak gerekir.
Allah'ın büyüklüğüne şahit istiyorsak kendimizi ele alalım. Bizlere vermiş olduğu nimetlerinin maddi karşılığını hesapladığımızda bunların sadece bir tanesini bile karşılayamayacağımız ortada. Göz nimetini ele aldığımızda sırf onun küçük bir hastalığı bizleri altından kalkamayacağımız zorluklara götürüyor. Akıl, zeka, sevgiyi düşündüğümüzde şaşırıp kalıyoruz. Kuran-ı Kerimde "Gaybı ve mevcudu bilen, büyük, pek yüce!"[87] biçiminde geçer.
Allah-u Azimşanın büyüklüğü için insanın sahib olduğu ilmin değerini bilmesi gerekir.
"Bilmiyorsanız, ilim adamlarına sorun" [88]
"İndirdiğimiz hidayet ve açık delilleri, kitapta; insanlar için açıkladıktan sonra onları söylemeyip gizleyenlere Allah lanet eder ve lanet edecekler de lanet ederler." [89]
"İnsanlar arasında Allah'ı ancak alimler yüce tutar." [90]
"Allah, melekler, adil davranan ilim adamları O'ndan başka Tanrı olmadığına şahitlik ederler." [91]Büyüklük düşünce olarak insanı her zaman ilgilendirmiş ve her şeyde en büyük olanın tercih edilmesi insan tarafından arzulanmıştır. En büyük varlık, en büyük affedici, en büyük nimet verici her zaman hatırlanarak insan düşüncesinden ilahi olana yol açılmaya çalışılmıştır. Allah'ın isimleri içinden başlı başına el-Aliy in olması diğer düşüncelerden bizleri uzaklaştırmakta, kemal sıfatı ile hayatı yaşamanın önemini bir daha hatırlatmakta. Büyüklüğün anlaşılması için insanın züht hayatını zenginliklere tercihi şarttır. İnsanın nimetlerden kurtulup bunları veren Rabbi tanıması hayat sırlarından bir sırdır. Eşya bağımlılığı insanın ayaklarını çamurdan çıkarmaz.
Can bağışlıyor o güzeller sultanı
Güzellik bağışlıyor
A güzellik vurgunu yol nereye?
Açıldı işte beden kafesinin kapısı
Uç ey kuş
öz cevherine doğru uç
İşte acı su, işte bataklık
İşte ölmezlik, işte özgürlük
Canın yüce doruğuna uç
Çık git aradan ey can
Çekil de; ayrılıktan kavuşmaya göçelim (Hz. Mevlana) [92]
Kelime büyük, uiu manasınadır. Buradaki incelik büyüklüğünü gizleyen, kullarını kendisini görmeden istediğine yöneltendir.
Ululuk Tanrıya aittir ve ona layıktır. O bu hususta biriciktir. İnsan büyük olarak vasıflandırdığı şeylere şöyle bir baksa ne kadar yanıldığını anlar. Kanunlar yapılır, ilk anda yapılan bu kurallar övülür kısa bir vakit geçince de bunlar yerilir. İnsanlar gücü ellerinde bulundurdukları zamanlarda gördükleri ilgi bu güç ellerinden alındığında göremezler bunun böyle olduğunu bildikleri halde yinede insanın öğüt almaması ne düşündürücü.
Büyük olan Allah-u Azimşanın ululuğunu ibadetlerimizle tazim etmeliyiz. Verilen bunca nimet O'nun büyüklüğünün bir nişanesi iken bizlerin O'na ibadette saygımızı göstermememiz hiç yakışık almaz. İnsan bir şeyden korkunca ondan kaçar, Allah'tan korkan ise ne ince bir sırdır ki yine O'na kaçar.
"Allah haktır, O'ndan başka yalvardıkları bâtıldır. Gerçekten ulu ve büyük olan, yalnız Allah'tır." [93]
"O'nun huzurunda, O'nun izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez. Nihayet onların yüreklerinden korku giderilince birbirlerine: "Rabbiniz ne buyurdu" derler. "Hakkı buyurdu." derler. O, yücedir, büyüktür" [94]
"Bu duruma düşmenizin sebebi şudur: Tek Allah'a çağırıldığınız zaman inkar ederdiniz. O'na ortak koşulunca da inanırdınız. Artık hüküm yüce ve büyük Allah'a aittir." [95]
Müstağni ne bilir Tanrıyla geçinmek ne kadar güç
Müştakına sor kim, anınla geçinmek ne kadar güç
Senden ol feyzi ister ki kendi evsâfı gibi
Ne temiz duygudur amma ifası ne kadar güç
Vasfı eyanmda latiftir zat-ı ilahisi
Ki, tâb-ı beşeri incitmek ne kadar güç
Derdi, ateşi, belası sızdırıp saf eder amma
Bu ilahi ameliyeye tahammül ne kadar güç
Hüsnü tab-ı pâkine mir'at oldu ef'alim
Seni öyle sever ki anı vasfeylemek ne kadar güç
Kahrının rüzgarı kah zemheri gibi eser amma
Lütfunun ısıttığı gönlü soğutmak ne kadar güç
(Aşçı Mehmet Dede) [96]
Koruyan manasınadır. Allah-u Azimşan için kullanıldığında alemleri, orada bulunanları muhafaza eden ve bu ona zor gelmeyen diye anlaşılır.
Yüce Tanrı yapılan işleri bütün tafsilatıyla tutan, her şeyi belli bir vakte kadar sıkıntı ve helak olmadan muhafaza edendir. İnsanlar yaptıklarını unuturlar, unutma insanın en büyük kusurlarından biri sayılır ama yüce Tanrı hiç bir şeyi unutmaz. Alemlerin muhafaza edilip onların kendi dairelerinde hareket etmesi müthiş bir gücün göstergesi olduğuna bu işle uğraşanlar şehadet edip boyun eğiyorlar. Allah-u Teala insanları maddi, manevi zararlardan, zulmetlerden korumak için; akıl, fikir, basiret vermesi, peygamberler göndermesi, kitaplar indirmesi, helali, haramı bildirmesi, iyiliği teşvik edip kötülüklerden insanı men etmesi onun bu ismi şerifi hürmetine olan işlerdendir. Şeriatın yolu bu kadar aydınlık ve insanın menfaatine uygun iken insanların yollarını kötülüklere ulaştırmaları kendilerinin seçimleri değilmidir. İnsanın kendini muhafaza etmesi öncelikle ruhunu terbiye etmesine daha sonra da mide, cinsi duygu, dil, sinir, hased, dünya sevgisi, şöhret arzusunu terbiye etmesine bağlıdır. Riya, kibir, gururdan uzak durma insanı muhafaza eder. Nefsini dünya isteklerinden temizleyen insana Hakkın hikmet ve ilhamları ulaşır. Ferd korku ve ümid arasında 'la maksude illallah' zikrine teşbih adedince devam etmekle kaib makamından bir üst makama yol bulacaktır.
Bir nazarda katmayalım
Gel dosta gidelim gönül
Hasret ile ölmeyelim
Gel dosta gidelim gönül
Gel gidelim can tutmadan
Suret terkini vurmadan
Araya düşman girmeden
Gel dosta gidelim gönül
Terkedelim ili şan
Dost için kılalım zarı
Ele getirelim yân
Gel dosta gidelim gönül
Kılavuz ol gel sen bana
Yönetelim dosttan yana
Bakmayalım önden sona
Gel dosta gidelim gönül
Ölüm haberi gelmeden
Ecel yakamız almadan
Azrail hamle kılmadan
Gel dosta gidelim gönül
Gerçek erene varalım
Hakk'ın haberin soralım
Yunus Emre'yi alalım
Gel dosta gidelim gönül (Yunus Emre; [97]
Her yaratılmışın ruh ve beden gıdalarını veren manasına gelir.
Allah-u Teala yarattığı her varlığın özelliğine göre onları gıdalandırmakta, yaşamlarına göre birtakım sebepler vasıtası ile şekil vermektedir. İnsanın tabi ihtiyaçları, diğer varlıklardan farklı, bitkiler, hayvanlarınki ise tamamen değişiktir. Rızkı veren Allahtır. Sebebler nzıkın yollarıdır ama burada ilahi sırlar gözümüzü kamaştırmakta insanların zenginliklerinin sebeplerini bir yere kadar izah edebilmekteyiz. Çalışmak yer altı ve üstü zenginliklerin ortaya çıkartılmasına gayret göstermek rızık kapısını açar. Maddi çalışmalar kadar manevi çabalarda bizleri yola getirir ve insan olduğumuzu hatırlatır. İslam toplumlarında bu gün manevi eğitimin çok iyi bir durumda olduğunu söylememiz mümkün değildir. Din eğitiminden anlaşılan belirli genel geçer ibadetlerin sadece görünen yanları üzerinde durup inceliklerine nüfuz edilmemek biçiminde kendini göstermekte.
"Kim güze! bir şefaatle şefaatte bulunursa, ondan kendisine bir sevab vardır. Kim de kötü bir şefaatle şefaate bulunursa ondan kendisine bir günah vardır. Allah her şeye hakkıyla Kadir ve Nazırdır." [98]
Rızık endişesini çözmek bilgiyle mümkün değildir. Bilgi maddi açlıkları doyurmaz! Yüzyıllarca insanı en zayıf yerinden yakalayanlar bunda rızık meselesini çok iyi kullanmışlar, açlık, sefalet ile binlerce insanı yola getirmişlerdir.
Gerçek manada rızık Allah'a aittir, o dünyaya getirdiği her varlığın rızkını da vermekte ve bunu devamlı yapmaktadır.
Dünyada nice diller var, nice diller
Ama hepsinde de anlam bir.
Sen kapları, testileri hele bir kır
Sular nasıl bir yol tutar, gider.
Hele birliğe ulaş, hırgürü, savaşı bırak
Can nasıl koşar, bunu canlara iletir (Hz. Mevlana) [99]
Kelime hesap gören demektir. Allah-u Teala insanları vermiş olduğu nimetlerden dolayı hesaba çekecek nefislerine zulmedenlerle nefislerini kurtaranları ayıracaktır.
Varlığın neşesinden biri de imtihan olunmadır. Bütün mahlukat kendi yollarında soru, cevaba muhatab kılınmakla imtihan olduklarının farkında mıdır? Yüce Tanrı hesabları bilir ve onlardan haberdardır. Her varlığın bir hesabı varken Allah'ın hesabını unutmamak ne büyük gaflet. Kıyametin bir adı da hesap günü değil mi? Mutlak adalete olan ihtiyaç insanları mahşer yerinde toplayacak ve insanlar orada ince bir hesaptan geçirilecekler. Bunun böyle olmasını akıl bile düşündüğünde anlamakta dünyada istenilen hüküm ve adaletin gerçekleşmemesi buna ihtiyacı her geçen gün daha da artırmakta.
"İnsanların hesapları yaklaştı, fakat onlar hala gaflet içinde yüzçevirmekteler." [100]
"Kıyamet günü için adalet terazileri, kurarız. Hiç kimseye bir haksızlık edilmez. İnsanın yaptığı iş, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa onu getiririz. Hesab gören olarak biz yeteriz." [101]
"Durdurun onları, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir." [102]
"O gün Allah'a arz olunursunuz. Sizden hiçbir giz Allah'a gizli kalmaz." [103]
"Çünkü onlar bir hesap görüleceğini ummuyorlardı." [104]
"Hayır, Rabbinin bu kadar iyiliğine rağmen yine insan azar. Kendini zengin kendine yeterli gördüğü için. Ama dönüş Rabbinedir." [105]
Hayatta her geçen gününün kar ve zarar hesabını çıkartan insanın ilahi adalete de hazır olması menfaati gereğidir. Her gün gördüğümüz binlerce olay bize hesabı ve ayırımı hatırlatıyor iyiler ve kötüler nasıl bir olabilir?
Bir gün senin defterini dürerler bir eyyam gelir Kamu aklını başına dererler bir eyyam gelir Tevhide uydur sözünü, Mevlaya döndür yüzünü Eynine kefen bezini, sararlar bir eyyam gelir Azrail ala canını, unuttura her sanını Kara toprağa tenini, kararlar bir eyyam gelir Tenha kabrinde kalıcak, amellerin arz olucak Mahşer yerine yalıncak, sürerler bir eyyam gelir Yunus eydür evvel baştan, ayırır seni kardaştan Ne ettin kurudan yaştan, sorarlar bir eyyam gelir (Yunus Emre) [106]
Kelime ululuk manasınadır. Allah-u Teala mutlak büyüklüğü zatında ve sıfatlarında toplamıştır.
"Esmaül Hüsna'lar Allah'ın büyüklüğünü insan aklına gelebilecek her olayla irtibata geçirerek açıklama metodunu içerir. İnsana devamlı büyük olana karşı bir tazim, ondan çekinme, ona sevgi biçiminde ilgi olur. Fıtratımızda yer alan bu duygunun hissi, akli ve iradi boyutta değişik tezahürlerini görürüz. Kainatın işleyişi, ahengi ve devamlılığı ancak Rab ile mümkündür çünkü çok büyük güç, imkan O'na mahsustur. İnsan hayatında sağlık, bilgi, maddi imkanlarla değişik dönemlerde kendinde farklı büyüklenmeler meydana gelebilir bu anlarda bile insan Tanrı karşısında ne kadar da güçsüzdür. Kemal sahibi olmak bu özelliklerin zaman içerisinde zayi olmaması anlamına da gelir. İnsanın sahib olduğu mal, bilgi, güzellik, akıl, feraset gün olur ki yok hükmüne girer.
Celil ismi şerifi insana haddini bilme kim ve ne olduğunu, büyüklüğün yalnız Allah'a ait olduğunu defalarca hatırlatır. İnsanın elindeki imkanlarla yaratanın bir kulu olduğunu bilmesi, maddi, manevi rızıkları O'nun yolunda sarf etmesi gerçeğini anlaması için insanın ölmesini beklemek ne kadar abestir. Allah'ın büyüklüğü bizlerin düşüncelerinin çak ötesindedir, çoğu zaman insanlardan ümit keser, kötü insanların hak yoluna dönmeyeceğine karar veririz ki ne görelim o insan değişmiş Allah'a kul, peygamber'e ümmet oluvermiş.
Kim onu bir yerde görürse
Sanki bütün dünyayı görmüştür bütün insanları
A insan, Tanrı kitabı sensin sen
Padişahın güzelliğine bir aynasın sen
Kainatta ne varsa senin dışında değil
Ne istiyorsan kendinden iste
Kendinde ara
Ne arıyorsan, işte o sensin sen. (Hz. Mevlana) [107]
Koruyucu, gözeten manalarına gelir. Allah bütün varlıkları murakebesi altında bulundurur.
Kendi varlığımızı korur bununla beraber diğer insanları, eşyayı ve işlerimizi devamlı gözetiriz. İnsan baştan sona gözeten, seçen, tercihleri doğrultusunda hayat yaşayan bir canlıdır. Allah-u Tealanın insanı seçmesinde sırlarına nüfuz edemeyeceğimiz hakikatler var, bunu anlamak bile insanın kemali için bir basamaktır.
Kuran-ı Kerim'de
"Ben onlara: 'Benim ve sizin Rabb'iniz olan Allah'a kulluk edin.' diye senin bana emretmiş olduğundan başka bir şey söylemedim. Ben onların içinde olduğum sürece onları kolladım, fakat sen beni vefat ettirince onları gözetleyen (yalnız) sen oldun. Sen herşeyi görensin." [108]
"Ey kavmim, olduğunuz yerde (yaptığınızı) yapın, bende yapıyorum. Yakında kime azabın gelip kendisini rezil edeceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözetin, bende sizinle beraber gözetmekteyim. "Ey insanlar, sizi bir tek nefisten (nefes alan candan) yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun; adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık (bağlarını kırmak) tan sakının. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözetleyicidir." [109]geçen rakib ismi şerifinin tecellisi insanda her an çok farklı biçimde oluşur. Murakabe halinde olan insan gönül iklimine dalmalı bu denizden paha biçilmeyen hakikat incilerini çıkarmalıdır.
Ey Tanrı, lütfet bana
Sevgin uğruna
Sil isyanlarımı,
Sınırsız merhametin uğruna
Tümüyle yıka beni suçumdan
Arıt beni günahımdan
Çünkü biliyorum isyanlarımı
Günahım sürekli karşımda (Mezmur) [110]
Karşılık beklemeksizin lütufta bulunma manasına gelir. Allah için kullanıldığında en iyi anlamı görülür.
İnsan ibadet eder, zamanla ülfet meydana gelir, yaratıcı merhametin izleri insandan insana, çevreye, tabiata ve hayvanlara yayılır. Emredilen ibadetler insana form, şekil kazandırmaya yöneliktir. Yüzyıllardır insan Allah'a ibadeti çeşitli sebepler gereği bazı alanlarda yapılan dini vecibelerle anlama gayreti içinde olarak bütün hayatı kapsayan ibadet şuurunda kırılmalar meydana gelmesine yol açmıştır. Bu ismi şeriften anlıyoruz ki yüce Tanrı'nın insandan beklediği bir karşılık, menfaat yoktur. Kuran-ı Kerimde yer alan
"Senin Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir." [111] ile
"Ey insan, kerim Rabbine karşı seni aldatan nedir? O ki seni yaratmış, sana şekil vermiş, senin yaratılışını düzgün kılıp denkleştirmiş ve istediği şekilde seni terkip etmiştir." [112]
"Bu, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan Rabbimin lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Fakat nankörlük eden bilsin ki Rabbim müstağnidir, kerimdir."[113] Kerim Rabbin ihsanı kulların bütün işlerinde görülür. İnsanın bu ulvi duyguyu anlaması kalb melekesini çalıştırmakla sağlanır, ibadetlere devam eden insan alışkanlık yapıp vücudu zora sokan yeme, içme ve cinsel arzularını ihtiyaç derecesine indirip Kerim ismi şerifini teşbih adedince kendine vird yapıp çabalarını aşk makamına seyrettirmelidir.
"Benim hayallerim, akşamları mavi göllerden su içmeğe gider. O göllere kimselerin bilmediği güneşler pırıltılı yankılar salar. Benim ruhum, içinde yaratılışın yansıdığı büyülü bir kadehtir. Ruhum senin güzelliğinin belirdiği bir aynadır." (Hz. Mevlana) [114]
Kabul etmek, cevab vermek manasına gelen bu kelime Allah için söylenildiğinde kendisine yalvaranların bütün isteklerini veren diye anlaşılabilir.
Yaygın kullanımla biz buna dua diyoruz. Dua beşerin insanlık vazifesidir, kulluğu anlamak, yaratan karşısında acziyeti seslendirip O'ndan dilekte bulunmak, varlık kaygılarını anlamsızlıklardan kurtarıp onu yüceltir,
"duanız olmasaydı Rabbim sizi ne yapardı." [115]Gök kapıları dua edenlere her vakit açıktır. Dua etmek için zamanlarda vardır bu anların kıymeti ehlince çok iyi bilinir. Yüce Tanrı bütün mahlukatın isteklerine cevap verir ve onları cevapsız bırakmaz. Gözü yaşlı mazlumların ahlarından bed dualarından sakınınız.
"Kullarım sana beni sorarlarsa, (bilsinler ki) Ben şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim." [116]
Dua Kuran'ın ifadesiyle Tanrı olmanın en başta gelen özelliklerinden birisidir. Allah'tan başka tanrıların insanın duasını işitmeyeceği, dilekleri yerine getirmeyeceği belirtilir.
"Gerçek dua, ancak O'na yapılır (ancak O'na tapılmağa davet edilir.) O'ndan başka dua ettikleri ise, kendilerinin hiç bir isteklerini karşılayamazlar. (Onların durumu) tıpkı ağzına gelsin diye suya avuçlarını uzatan kimse gibidir. Oysa (uzanıp suyu avuçlamadıkça) su on(un ağzın) a gelmez. İşte kafirlerin duası, böyle boşa gitmektedir." [117]
"Dua ettiği zaman darda kalmışa kim yetişiyor da kötülüğü (onun üzerinden) kaldırıyor ve sizi (eskilerin yerine) yeryüzünün sahipleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne de az düşünüyorsunuz." [118]Bu genel bilgilerin ışığında Müslimin kitabında yer alan şu hadisi şerif dua olayını daha anlaşılır kılacaktır. Ebu Hureyreden rivayetle "Hac için uzun uzadıya yolculuk yapan, dağınık saçlı, toz toprak içinde kalan bir adamı anlatarak şöyle buyurdu: "Bu adam ellerini semaya uzatır, Ya Rabbi... diye yalvarır. Halbuki yediği haram, giydiği haramdır. Vücudu haram gıdalarla beslenmiştir. Bunun duası nasıl kabul edilir." Duada sessizlik, samimiyet, boyun büküklüğü, gizlilik ve umma bulunmalıdır. Hayır sahiplerinin anne ve babanın duaları devamlı talep edilmeli ve buna yol bulunmalıdır. En güzel duaların bulunduğu Kuran-ı Kerim dua maksatlı okunabilir ve bunu sevabı esenliği gönüllere şifadır, istekleri sadece Allah'tan beklemeli bunun için yüce Tanrı'nın kılmış olduğu hayır yollarına gidilmelidir. Dua insani bir ihtiyaç, göz aydınlığı, umut kapısı olmaya devam ediyor.
"Efendimsin, ben kulunum. Âlemde her ne varım varsa sendendin aşıkların arasında şöhretim varsa, adım - sanım duyulmuşsa, ancak sendendir, senin lütfundandır.
Benim yaşayışımın feyzisin, hasılı benim yürüyen ruhumsun, ömür sermayemden bir kâr elde etmişsem, sendendir.
Ben gerçekte yokum, vehimden doğmuş bir suretten ibaretim, bu surete bir parlaklık veren, senin güzellik rengindir. Hayalinin gül bahçesi, ilk baharım varsa, ancak sendendir.
Senin zamanında felekten, zerre kadar incinmedim, ey parlak, ışıklı güneş, ah ediyorsam, feryad ediyorsam, ancak senin yüzünden ah etmedeyim, feryad etmedeyim.
Senin ayrılık pervanenim, sen se buluşmak, kavuşmak mumusun. Her gece seni öpmek, sana kaçmak istediğim varsa sendendir.
Aşkının şehidi oldum, göğsüm ateşlerle dağlanmış bir laleliktir. Kabrinin ışığı, mezarımın mumu varsa sendendir.
Öylesine başım dönüyor, öylesine dönüp duruyorum ki gören çölün kasırgası sanır, yokum, yokluk içinde yokluk kesilmişim, her ne varım varsa, ancak sendendir.
Yuvarlanıp duran incinken beni neden başı boş bıraktın gönül aynasında bir tozum varsa, o ancak sendendir.
Ey saki, kadehimi kanlı gözyaşlarımla doldurdunda şafak gibi parıl parıl parlar bir hale getirdin.
Şarap sohbetinin sabahında bir mahmurluğum varsa sendendir.
Galip'in sığınağı, ya Hazreti Munla, sensin sana kaçar, sana sığınır ancak. Başımda övüneceğim bir külah varsa sendendir." (Şeyh Galip) [119]
Kelime gücünün yettiği, bildiği şeyler çok olan manasınadır. Allah için kullanıldığında rahmeti kudreti, ilim ve fazlı çok geniş ve müsâadekar diye anlaşılır.
Kainatın işleyişi ancak çok muazzam bir güçle sağlanabilir. Sınırsız dünyaların yer aldığı bu evrende insan, sayısız diğer mahluklar bulunur. İnsanın kendini alemin özü olarak bilmesi kendinin yüce Tanrıya kul olmasındandır. Tanrı insanı değerli kılar. Yok olmayacağı, ebedi var olacağının izlerini saçar, insanın kendi içinde büyüttüğü vehimlere gelince ancak insan onlarla eşiğe varır oradan öteye yol bulması neredeyse imkansızdır.
İnsan çok sık Tanrı'nın niçin cezalandırmakta acele etmediğini düşünür, bunun en büyük sebebi insanlar arasında yer alan adaletsizliği ortadan kaldırma çabalarının çeşitli sebeb-lerle hep boşa çıkmasıdır. Allah-u Teala insanın vehimlerinde yer alan bir Tanrı değildir o kendine mahsus özellikleriyle var olan Mevladır.
"Doğuda batı da Allahındır. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü oradadır. Şüphesiz Allah'ın rahmeti ve nimeti geniştir. O her şeyi bilendir." [120]
"Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her başağında yüz dane olmak üzere yedi başak veren bir danenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah'ın lütfü geniştir o bilendir." [121]
"Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size çirkin şeyleri yapmayı emreder. Allah ise size kendi tarafından bağışlama ve lütuf va'dediyor. Şüphesiz Allah'ın lütfü geniştir, o bilendir." [122]
Kendi hayatımızda İnsanlara çok geniş davrananların mutluluğu yakaladıklarını gördüğümüzde onlara gıpta ediyor ve imresiyoruz.
Hak ile binişan iken, kamu canlara can iken
Düşürdü bi - mekan iken beni kevnü mekan içre
Nice geldim nice gittim nice doğdum nice öldüm
Nice açtım nice soldum şu gül gibi cihan içre (Niyazi Mısri) [123]
Kelime hüküm veren, men eden, sağlam yapan, ilim sahibi manasınadır. Allah için kullanıldığında buyruk ve bütün işleri sağlam olan diye anlaşılabilir.
Allahu Tealanın hükümleri kendi başlarına hikmetli olduğu gibi onlara tabi olanlara da marifete yol açar. Emir buyurduğu hususlarda insanı ve kainatı esenliğe çıkarmayı murad buyuran yüce Tanrı, yasaklarıyla da bu aleme çeki düzen vermektedir. İnsanın menfaati bu emirlere uymasında, yasaklardan kaçınmasındadır.
islam dini insanın bütün işlerinde hükümleri şu sekiz sınıfa ayırır. Farz, vacip, sünnet, müstehab, mubah, haram, mekruh, müfsit Allah herşeyi yerli yerinde yaratmıştır, her şey bir sebeb ve hikmete müstenittir, insana verilen merak duygusu bunları çözmek için sadece bir basamak olabilir. Dünyanın ne olduğu hakkında kuşatıcı bilgilerin var olmayışı insan yapısı ile alakalı öyle ki sınırsızlığı tanıyan insanın sınırlı bilgilerle kendini ve etrafını saran alemi kavraması mümkün olamaz. Bilgiler insanı sadece hikmet dağlarının eşiğine götürebilir buradan öteye yol bulmak kişinin kendi marifetine kalmıştır. Çoğu vakitte insana çizilen ibadet alanlarının bu imtihan için geçilmesi gereken bir yol olup bu tarikte saplanıp kalan insanları anlayamadığımı belirteyim. Ayaklarınızı yeryüzünün çamurundan çıkarın! Burada gördüğümüz rüya bitecek hayaller bizleri ancak o yüce sultana taşıyacaktır. Allah'ın bütün işleri aşk denizinin dalgaları gibi sonsuzluk kıyılarına vurur. Güvende olan insan bu İtimadını yüce Ailah'a borçludur, çünkü O'dur bütün işleri esenlikte kılan ve var eden. Allah'ın emirleri insan ve kainatı kendi doğrultusunda merhamete taşır. Bu vecibelerde insan onurunun korunması vardır. Yaşadığımız yüzyıl, İnsan onuru için Allah düşüncesini yok sayan insanların fikirleriyle tanıştı bunun vebali ise yüzbinlerin silinip gitmesine sebeb oldu.
insan Allahla beraber var olacak ve O'nun rahmeti esenliğimizi kuşatacaktır.
Bir işi murâd etme
Olduysa inad etme
Hak'dandır o reddetme
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Deme şu niçün şöyle
erincedir ol öyle
Bak sonunu seyr eyle
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler
(Erzurumlu İbrahim Hakkı) [124]
Kelime seven, sevilen manasınadır. Allah ise kullarını mağfireti ile seven demektir.
Sevgi hayatın batmayan güneşi Allah-u Teala iyi kullarını çok seven, onları lütuf ve ihsanına gark ederek sevilmeye en çok layık olandır. Değil mi ki varlığımız O'nun sevgisiyle devam ediyor bizler O'nun okyanuslarının hasretiyle çöllere gizlenmiş vahalarız.
İlahi!
Bizi buralarda koyma. Bilgi kuru kabuk, zamanı gelince ağacını terk eden yaprak. Ceylanların su içtiği pınarlara çağır. Gün batıyor. Gelen gecede büyük tehlikeler var. Haramiler yolumun üstünde. Gökler şimşekleriyle korkutup yer yutmakla tehdit ediyor. Küçük serçeler saklanabilecek bir çalı arıyorlar. Kime elimi uzatsam dipsiz kuyulara itiyor. Ey Aşkın otağı, bayrakların çadırının önünde bırakta onları dalgalandıran bir nefes olayım.
"Yüzbin cefa etsen vazgeçmem, bir kere sevdim seni. Kaza ve kader kalemi alnıma böyle yazmış, seni sevdim bir kere. Dokuz gök döndükçe bu sözden dönmem. Sevdim seni, yer, gök, aşkıma şahid olsun.
Gönlümün bağı, bağlantısı, gaddar kaşındadır, topluluğumun bağı zâlim siyah saçlanndadır. Hastayım, sıhhate kavuşma ümidim, hasta gözlerindedir. Devasız bir derde düştüm: seni sevdim.
Ey hilal kaşlı, doğrusu bu: Gönlün meyli sana; doğrusu, mihraba bakışım bile eğrice bir tarzda. 'Ra' harfine benziyen kaşından dönsem bile bu dönüşüm riyadır ancak. Ya doğru olmuş, ya eğri olmuş, doğru bir iş etmişim, yahut yanılmışım, ne olmuşsa olmuş, seni sevdim ben.
Kaşının, gözünün, saçının hasretiyle toprak olsam bile tozum yok. Sıhhatim, helak olsam bile, gene dudağının ruhuyladır. Paramparça olsam da bakışının kılınandan ayrılmam, gene de sevdim seni, cevretme, cefa etme.
Deli dîvane Galibim; ferhad'a, Mecnuna sala. Dünya bir yana gitse, ben bir yana gitsem gene de senden, aşkından yüz çevirmem. Senin mumuna pervaneyim, perva ne lazım bana.
Yabancı anlasın, bildik bilsin. Ben seni sevdim."
(Şeyh Galib)
Sevgiler yolundan ulaşacaktır marifete. İbadet, kulluk vesilesiyle insan olmanın gereğine inanılacak ve o sultanın adı anılacaktır. Allah sevgisi yaratılanı sevmede gizlenmiştir. Birden bire Allah sevgisine ulaşılamaz önce sevgi ateşinin uyartdırılması yapılmalı bunun için de bütün varlıklar sevgi ateşinde yakılarak bu ateşin harı çoğaltılmalı.
Kuran-ı Kerimde vedud ismi iki defa geçer.
"O dur, Gafur, Vedud" [125]
"Rabbinizden mağfiret dileyin. O'na tevbe edin. Muhakkak ki Rabbim rahim, Vedud'dur." [126]
"Ruhlar dönüyorlar. Sanki baş dönmesine tutulmuşlar. Aşk kasırgasına düşmüşler. Alemler aşk burgaçları içinde yuvarlanıp gidiyor. Dalgalar tutkun, büyülenmiş, aşk ile şahlanıp aya yükseliyorlar...
Aşk... Ey herşeye gücü yeten fırtına... Beni koynuna al... Beni yak... Beni öldür... Şimşeklerinle vur beni..."
(Şeyh Galib) [127]
Kelime şanı büyük, yüksek, zatı şerefli, kadri yüksek işleri düzgün manasına gelir.
Alemlerin Rabbi olan Allah-u Teala'nın şanı pek büyüktür, yaratması var kılıp varlıkla şereflendirmesi ve hayata yaşanılacak imkanlar saçması O'nun işlerinin ne kadar düzgün, uyumlu olduğunu gösterir.
insanı daha küçük bir yavru iken yalnız bırakmayıp etrafında sevenlerini var eden daha sonra da sevginin odağına insanın kendini yerleştiren Mevtadır. Allahın işlerinde var olan intizam süreklilik gönüllere huzur bahşeder nefsin tasallut ve şeytanın ayartılarını önler, insan öyle ya da böyle var olduğu alanın sınırlarını çizip hal ve hareketlerini kendi tercihleri doğrultusunda yapmak durumundadır. Allah'ın büyüklüğü sevgisinde, işlerinde, sıfatlarında, rahmetinde celal ve cemalinde tezahür eder. Bakanlar O'nu her zaman şerefli zatı ile görecek saygıyla kullukta bulunmanın mutluluğunda yarışacaklardır.
Kur'an-ı Kerim'de "Şüphesiz O, Hamiddir. Meciddir."[128] biçiminde geçer. Yaşayan her insanda sonuçta bilir ki Allah ayet-i kerimede kendini vasfettiği gibidir.
Mecid ismi şerifini kullanan nice sultanlar bu isme bir de abd kelimesini ekleyerek Abdülmecid diye isimlenme bahtiyarlığına ulaşarak sultanlığın Allah'a kullukta gizli olduğunu hal diliyle söylemiş olmuyorlar mı?
Bu gün sohbet bizim oldu, bize bizim diyen gelsin
Bu aşk zehrin seve seve içübeni kanan gelsin
Bugün meydan-ı aşk içre, çağırıp bir gün eyledim.
Müezzinlik bizim oldu, imam olduk uyan gelsin
Kanaat hırkasın geydim, selamet başını çektim
Melamet gömleğini biçtim, arif olup giyen gelsin
Bu ummanda delim gevher, eğerçi var ele girmez
Bahası candır alınmaz, bü gün cana kıyan gelsin
İşit derviş bu sözümü, ne etmişem kendüzümü
Hiçe satmışam özümü, bu cefaya doyan gelsin
Suret nakşın yumak ile, gönül milki temiz olmaz
Akıp rahmet suyu çağlar, gönül çarkın yuyan gelsin
Yunus Emre anı görmüş, eline bir divan almış
Âlim okuyamamış, bu manâdan duyan gelsin[129]
Öldükten sonra dirilten manasınadır. Ölüm karanlığını kim aydınlatabilir? Bilginin erişemediği o yerleri nasıl bilip anlayacağız acaba?
Ahiret olgusu insanı devamlı ilgilendirip onu zamanla farklı uçurumların eşiğine getirir. Yaşadığına inanmakta zorlanan insanlarla karşılaşmakta, göz açıp geçinceye kadar devam eden süreci bile anlamak çoğu zaman mümkün olamamakta, çaresizlik, kaçan fırsatlar, elimizi kolumuzu bağlamakta. Hayat süresi hakkında şunu belirtmek istiyorum insana yüklenen bu yük için biyolojik zaman dilimi daha uzatılamaz mı? Nedenini şöyle düşünüyorum, sonsuzluk boyutu için dünyanın sınırlı imkanları devamlı hüzün, tasa ve boşluk meydana getiriyor, imtihan üzerine imtihana giren bu yürek mecalini kaybeden kanatsız bir kuş gibi, kolay kıl Tanrım yoksa elimizden ne gelir? Merhametin olamasa sensiz bu can ne yapar?
Ölümden sonra dirilme olacaktır buna ben inanıyorum. Düşüncemde bunu şekillendirmekte zorlanmıyor dahası kıyamet sonrası yaşamı gerekli görüyor ve o günleri özlüyorum. Dünya neler verdi ki? Yaşadığımız her gün başımıza gelen işler, fani varlığımızı ayakta tutmak için başımıza gelenleri düşünmek bile içimize sıkıntı getirmiyor mu?
Yürekleri dirilten O'dur. Geceyi nuruyla dirilişe numune kılan Tanrıdır.
"Ben yokluğun karanlığında derin bir uykudaydım. Sen beni biran için olsa bile, bir hayat ve farkına varış hazinesine kavuşturdun. Ey hükümdar, senin sarayında oturuyorum. Hayvanlar bana, uysal köleler gibi hizmet ediyorlar. Genç kadın suretine bürünmüş semavi huriler, dudaklarıma yanaklarını sunuyorlar
Fakat bir gün birden bire ölüm geliyor. Beni tekrar yokluk gecesine karanlığa düşürüyorsun.
Bak Celaleddin, yavaş yavaş nur hazinesine nasıl çıktın? Önce insan tohumunun bir hiç hükmünde olan zerresiydin. Vücudunu kurmak için binlerce unsur birleşti. Karanlıklar içinde çırpmıyordun. Bak bu gün, gözlerin güneşin nuruna açılıyor. Yeri göğü görüyorsun, seviyor, acı çekiyorsun. Allah'ta olduğu gibi sende de aşklar çırpınıyor. Düşünceler, geceleyin gökteki yıldızlar gibi dalgalanıyor. Cihanı anlıyorsun. Ruhunun yüce kanatları, kainatı dolaşıyor.
Unutma, sen insan tohumunun zavallı bir zerresiydin." (Hz. Mevlana) [130]
Kelime varlığı gerçek olup yalanlanması mümkün olmayan manasınadır. Allah-u Teala için kullanıldığında varlığı hiç değişmeyen her var olanın özünde bulunan diye anlaşılabilir.
İnsan zihninde oluşan Hak düşüncesinin dış dünya ile irtibatı vardır. Binlerce yıldır süren yazılı ve sözlü kültür kalıplarında değişmeyen bir olgu vardır o da Hak'dır. Hak insan için ilahi, uygun olanı ifade ettiği gibi yüce Tanrı içinde kendine yakışanı belirtir. Hakkın yanında olmak ya da Hakkı olmak insana onur verir onu güçlü kılar.
Varlığı hiç değişmeden duranın Hak olduğu ne kadar da açık deği! mi? İnsanın ve varlığın nelerden yaratılabileceği üzerinde yüzlerce fikir üretilebilirken varlığı hiç değişmeden duran bir varlığın olması ne kadar da zorunlu. Her an bilgilerimiz değişimi değiştireni söylüyor canlının varlığı mutlak değişime bağlı ama bunu kim yapacak tabi ki yüce Allah'tan başkası değil.
Kuran-ı Kerimde
"Bu böyledir. Çünkü Allah, tek gerçektir. (Her şey O'nunla varlık kazanır) ve O, ölüleri diriltir ve O, her şeyi yapabilir." [131]
"İşte böyle. Çünkü Allah Hak'tır. Ondan başka yalvardık-ları ise batıldır (aslı olmayan yalan şeylerdir) işte çok yüce, çok büyük olan Allahtır." [132]
"Biz onlara, ufuklarda ve kendi canlarında ayetlerimizi göstereceğiz ki o (Kuran)ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye tanık olması yetmez mi." [133]
Haktan başka varlıkların var olduklarına biz mi şahit olacağız eğer böyle ise ne kadar sığ bir yaklaşım, insan hayatı boyunca geçenlerle Hakkı bulamaz ise ona bu kayıp yeter.
Hak cihanı doldurur
Kimse Hakkı bilmez
Onu sen senden iste
O senden ayrı olmaz
Dünyaya inanırsın
Rızka benimdir dersin
Niçin yalan söylersin
Çün sendedir olmaz
Dünyaya gelen geçer
Bir bir şerbetin içer
Bu bir köprüdür geçer
Cahiller onu bilmez
Gelin tanışık edelim
İşi kolay tutalım
Sevelim sevilelim
Bu dünyaya kimse kalmaz
Yunus sözün anlarsan
Manasını dinlersen
Sana iy dirlik gerek
Bunda kimse kalmaz (Yunus Emre) [134]
Kelime gözetici manasınadır. Şehid, hafız da denilebilir.
Bu ismi şerif için dillerimizin virdi şu mübarek cümleyi söyleyelim önce "Hasbünallahi ve nimel vekil; ni mel mevla ve nimel naşir." (İşlerimize ne güzel kefil ve ne güzel yapan). Yüce Tanrı işlerini şeriat esası üzere kendisine bırakanların işini düzeltir ve onların yapabileceğinden daha iyisini yapar. Günümüzde en çok anlam alanı daralan kelimelerden olan vekil kelimesini de ancak Tanrı katına yüceltmekle değerli kılabiliriz. Bizim vekilimiz O'dur. İhtiyacı olmayan, adaletle davranıp gözeten mutluluk kapıları oluşturan Ondan başkasımı-dır? İnsanların biri diğerini vekil yaptığı zaman başlarına gelenleri anlamaya bile kalmadan herşeylerini kaybediveriyor-lar. Ölüp gittiğimizde var olduğumuzu kim hatırlar, bizi kim anar? Rabbim defterinden, silme bu günahkarı.
İslam dininin emir ve yasakları ile Allah'ı kendimize vekil yaparız. Hayatının hiç bir safhasında O'nun tavsiyelerini tutmayanlara kim nasıl vekil olabilecek? Ameller sadece O'nun emirinin bir sonucu. Cennet yolu salih amelle geçilir. Hayat telaşe ve kaygılarıyla her gün bizi bu yoldan uzaklaştırıyor, uğraşmak zorunda olduğumuz nefis ve ruh emaneti, vücud ve bilgilerle daha ne yapabiliriz.
Siz bir kere Allah'ı kendinize vekil yapın da sonunu görün!
Canlar canını buldum, bu canım yağma olsun
Assı ziyandan geçtim, dükkanım yağma olsun
Ben benliğimden geçtim, gözüm hicabın açtım
Dost vasfına iriştim, gümanım yağma olsun
İkilikten usandım, birlik hânına kandım
Derdi şarabın içtim, dermanım yağma olsun
Varlık çün sefer kaldı, Dost andan bize geldi
Viran gönül nur oldu, cihanım yağma olsun
Geçtim bitmez sağınçtan, usandım yaz-ü kıştan
Bostanlar başın buldum, bostanım yağma olsun
Yunus ne hoş demişsin, bal-ü şeker yemişsin
Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun
{Yunus Emre) [135]
Kelime, pek güçlü manasınadır.
Rabbimizin gücüne nihayet yoktur. İnsan olarak fiziki gücün nelere imkan verdiğini biliyor ve pek çok İşimizi böylece çözüme kavuşturuyoruz. Allah-u Azimşan'ın iradesi her varlığı kendi doğrultusunda bulunmaya sevk eder. Yaratılan her varlık kendi imkanları ile varlığını sürdürebiliyorsa bu O'nun hikmetindendir. Doğan günle başlayan telaşe ve gecenin sükuneti insanı bilgi ve hayatla yüzyüze getirir.
İnsanın vehimleri ne kadar anlamsız. Allah'ı tanımayan insanın kayıbını bilmesi için bu boyuttan ayrılması mı gerekir? Yaşamın bir defalık olduğunu bilmeyen yok iken isabetli düşüncelerin hayatı kuşatıcı olmamasına ne demeli.
Kuran-ı Kerimde
"Kafirler azabı görünce: Bütün kuvvetin Allah'ın olduğunu anlayacaklardır." [136]
"Kuvvet ancak Allah'ındır." [137] şeklinde bu ismi şerife işaret edilir.
Allah-u Tealanın gücüne insanoğlu hep hayret nazarıyla bakmıştır. Küçük varlıkların yanında devasa varlıkları yaratması onları kontrol altında bulundurması O'nun gücünün büyüklüğüne şahit değilmidir. İman lütfü gönüller için büyük bir hazine onun değeri insanın talebi ile anlamlı. Nice yanlış yol tevhid esaslarını ötelere götüreceğini düşünürken O'na tövbeye vesile bile olmuştur.
"Rab benim ışığım, kurtuluşumdur.
Kimseden korkmam.
Rab yaşamımın kalesidir.
Kimseden yılmam
Rab'den tek dileğim, tek isteğim şu:
Rab'bin güzelliğini seyretmek
Tapınağında O'na hayran olmak için
Ömrümüm bütün günlerini
O'nun evinde geçirmek (Mezmur) [138]
Kelime bulunma, bilme, bildirme manalarına gelir Allah-u Teala için kullanıldığında kendisinden hiç bir şey gizlenmeyen, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilen diye anlaşılabilir.
İnsanın gizli, açık bütün işleri Allah'a ayandır. İçimizde bulunan Hak ışığı bütün karanlığı aydınlatabilecek güçtedir. Allah'ın şahitleri olalım. Varlığını, müjdelerini biz kullarıyla paylaşma lütfunu gösteren Yüce Tanrı'yı gönlümüzün esinliği bilelim. O görür, işitir, çağırır, davetiyle onurlandırır.
Varlığa bulaşan hiçlik kaygılarını eşiğe bırakmanın vakti geldi. Dost Musa gibi kutsal vadiye geldik görünen Tanrı'nın nurudur ama nalınlarımızı bu kutsal vadinin eşiklerinde'ayaklarımızdan çıkarmalıyız. Vücudun tasaları toprağa aittir ve o burada kalacaktır.
Kuranı Kerimde
"Ne işte bulunsan, Kur'andan ne okusan, ve siz ne iş yapsanız mutlaka biz, içine daldığınız an, üzerinizde şahidiz. Ne yerde, ne de gökte zerre ağırlığınca bir şey, Rabbinden kaçmaz." [139] biçiminde geçen Şehid ismi şerifi hikmetiyle neler söyler neler anlatır. Hayatı bu duyarlılıkta yaşayanlara ne mutlu onlar mahzun olmayacaklar, yüzlerindeki aydınlık hilali bile kıskandıracaktır. Yüce Tanrı kendi varlığına kendini şahid tutarak insana hiç hatırından çıkarmaması gereken sırrı belirtmiş ve onu insaflı olup ihsana davet etmiştir.
Ben sanırdım alem içre bana hiç yâr kalmadı
Ben beni terk eyledim bildim ki ağyar kalmadı
Gitti kesret geldi vahdet oldu halvet dost ile
Hep Hâk oldu cümle âlemşehrü bâzâr kalmadı (Niyazi Mısri) [140]
Kelime yakınlık, yardım ve birinin işini üzerine almayı ifade eder. Allah-u Teala için kullanıldığında iyi kullarına dost diye anlaşılabilir.
Allah'a yakın olun ve işlerinizi bir kere O'na havale edin bakalım. Hayatta yaşadığımız her günü kime emanet ediyoruz sanıyorsunuz.
Var olduğumuz her an ve ölüm öncesinde başlayıp sonsuza atılan bu ruhu ancak o yakınlığı ile gark eder.
Kuran-ı Kerimde
"Veli ancak Allah'tır." [141]
"Sensin bizim velimiz." [142] biçiminde geçer.
Hazreti Peygamberin şu hadisi şerifine ne buyurulur. Ebu Hureyre (r.a.) Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduğunu naklediyor: Allah-u Teala buyurdu ki: "Kim benim bir veli kuluma düşmanlık ederse ben ona harb ilan ederim. Hiç bir amel kulumu bana, farz kıldığım amellerin yaklaştırdığı derece sevimli bir şekilde yaklaştırmam ıştır. Kulum bana devamlı olarak nafile ibadetlerle de yaklaşır. Bu samimi gayretin neticesi olarak ben onu severim. Onu sevdiğim zaman da işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı anlayıp düşündüğü kalbi, konuştuğu dili olurum. Şayet isterse mutlaka veririm. Korumamı isterse muhafaza ederim."
Veli kelimesinin anlam alanı kültürel zenginliğimizin sonucu olarak çok genişlemiştir. İnsan eğitim kurumlarımızdan olan tarikatler de belirli merhaleleri geçiren insanların taşıdıkları bu sıfatı kişi hak ettiğinde kamil insana ulaşmamız an meselesidir. Kaygıları her an çoğalan insanlar huzura ermiş gönülleri anlayamazlar ve buna da imkan da bulamazlar. Bırakın bu dünyanın kaygılarını a dostlar adam gibi yaşamak varken telaşeye ne gerek. Selam velilere olsun.
Ben dost ile dost olmuşam
Kimseler dost olmaz bana
Münkirler bakıp gülüşür
Selam dahi vermez bana
Ben dost ile dost olayım
Canımı feda kılayım
Ölmezden evvel öleyim
Dünya baki kalmaz bana (Yunus Emre) [143]
Kelime fazileti övmek dile getirip tazimde bulunmak manasına gelir. Allah-u Teala ise kendisine hamd edilip bütün varlık tarafından yakarılandır.
Gerek insan gerekse diğer varlıklar Allah'ın faziletini dile getirmiyorlar mı dersiniz. İyilik ya da kötülükte hep Allah hatırlanıyor ve O'nun buyruklarının gerçekliği bir daha anlaşılıyor. İyilik yapan iyiliği var kılanın O olduğunu kötülüğü yapan ise bu kötülüğün cezasız kalmayacağını anladığında iş işten geçmiş olabiliyor. Öyleyse bu gün O'na kullukta geç kalmayalım.
Gökler yağmurlarla, toprak ürünler saçmakla, ağaçlar meyve vermekle, mevsimler kendi özellikleriyle, dağlar heybetiyle hep yüce Tanrı'yı anarlar. İnsana gelince o, ibadeti yakarışı ve gözyaşı ile devamlı Allah'ı anar ve O'nun tarafından anılır.
Allah'ı anmanın yolu sınırsız sayıda olmakla beraber yüce Mevla kitabı Keriminde nasıl ibadet yapılacağını belirterek nefsi ve ruhu kirletecek ibadet telekkilerinden bizleri muhafaza buyurmuştur. Hazreti Peygamberin şu hadisi şerifi ne kadarda anlamlı. Ebu Malik Haris b. Asım el Eş'ariden rivayet edilmiştir. Peygamberimiz buyurdu ki "Temizlik imanın yarısıdır. Elhamdülillah sözünün sevabı, mizanı doldurur. Sübhanellahi vel hamdü lillah sözü, gökle yer arasını doldurur. Namaz, kılan kimse için bir nûr, sadaka, veren kimse için kurtuluşuna bir delil, sabır; bir ışık, Kur'an ise, senin lehine veya aleyhine bir delildir.
Bütün insanlar can pazarı yolculuğuna çıkmış durumdadır. Kimi bu alışverişte kendini kurtarır, kimi de mahveder."
Cana cefa kıl ya vefa
Kahrın da hoş lütfunda hoş
Ya dert gönder ya deva
Kahrında hoş lütfün da hoş
Hoştur bana senden gelen
Ya hilatü yahut kefen
Ya taze gül yahut diken
Kahrında hoş lütfunda hoş
(Erzurumlu İbrahim Hakkı) [144]
Kelime sayarak bilen manasına gelir. Allah-u Teala her bir varlığın sayısını bilendir.
Sınırsız kainat içerisinde bazen insan kendini o kadar önemsiz görür ve hiç bir şeye layık olmadığını düşünür. Varlığa musallat olan bu fikir insanidir. Asli unsurların biri diğeri ile çatışma içinde olduğu bu vücud sükunete ancak yüce Mevla'nın emirleri doğrultusunda ulaşabilecek iken dünya telaşesi, hırs, kötülük bu hakikati insana unutturmaktadır. Allah-u Teala hiç bir şeyi zayi etmiyecek ve bu varlık alanında bulunan mahlukatı hesap için huzuruna toplayacaktır. İnsan yazmazsa unutur bazen yazdığını kendi bile anlamaz. Anlaşılır olmak bilmek ve bundan sonuçlar çıkarmak öyle göründüğü gibi kolay değildir. Allah-u Teala'nın işlerinde akıllara hayranlık verecek sayısal hikmetler bulunur. Matematiksel denge, uyum, verimlilik karşısında O'na nice yol bulan değerli insanlar olmuştur.
Sayıların zihnimizde yer edeceği olayların en dikkatimizi çekebileceklerinden birisi şu hadisi şerif olsa gerek. Ebu Hureyre (r.a.) den Efendimizin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir. "İnsanın vücudundaki kemiklerin birbirine her eklendiği yer karşılığında her gün bir sadaka borcu vardır. İnsan iki kimse arasında adaletle hükmeder bu bir sadaka olur. Hayvanına binmek üzere olan bir kişiye yardım eder yahut yerdeki eşyasını kaldırıp verir bu bir sadaka olur. Güzel sözde bir sadakadır. Namaza gitmek üzere attığı her adımı bile bir sadaka sevabı getirir. Yoldan eziyyet veren bir engeli kaldırır o da bir sadaka olur."
Günümüzde sayılardan çeşitli hikmetler çıkarmaya çalışanlar varsa bu çalışmalar insan zihninin takdir edilebilecek işlerindendir.
Aşka kuluz, aşk zehri bize Lokman görünür
Can gözüne bir katre yedi umman görünür
Yanmada bulmuşuz biz gönül için ferahı
Tanrı sevgisi ferman, akıl derman görünür (Hacı Bektaş Veli) [145]
Kelime örneksiz, yapan manasınadır. Allah-u Teala mahlukatı maddesiz ve örneksiz ilk baştan yaratandır.
İnsan yaratılışın nasıl olduğu hususunu kendine başlı başına bir konu yapmıştır. Varlık nedir? Varlığın var olması sadece insan ile mi sınırlı? Varlık düşüncesi kendini hangi gerekçelerle insana tanıtıyor bu ve buna benzer soruların cevaplarını bulmak için hala uğraş veriliyor olması insanların bu sorulardan cevap aramaktan çok sorularla meşguliyetle-rindendir. Varlık anla sınırlı, vücutla dengeli ve önceden sonraya akan bir süreç ben bu zaman diliminden ziyade insanın bu vakitlerde yapması gerekenlerle ilgilenmesi gerçeğini vurgulamak istiyorum. Hayat armağanını değerlendirmek bizim gücümüz dahilinde mi değil mi? İnsan olarak çok şeyler yapabileceğimiz inancı bizleri misyon sahibi insan haline getiriyor. Var oluş süreci verimli geçirilip geçirilmeyecek mi işte sırlardan birisi.
ilk madde, yaratılışın özü, özün öncesi ya da buna benzer meselelerle düşünce tarihi ilgilene dursun İslam düşüncesinin yoktan yaratılışta ısrar etmesi acaba ne kadar gerçekçi. Kuran-ı Kerimde alemin neden yaratıldığı ile ilgili bilgiler kelime tahlillerinden çıkartıldığından bu mevzu "yok"la irtibatlandırılıyor. Allah-u Teala bütün mahlukatı kendinin bileceği hikmetlere binaen var kıldıysa bizim O'na hamdimizden başka ne sözümüz olabilir. Verilmiş bir armağan olan varoluşu kendi emirleri ve yasakları doğrultusunda ele alır emaneti tekrar eşiğine bıraktığımızda göz aydınlığını bulabilirsek mutluluk bizlerin yoldaşı olur.
İster denizden söz et, ister inciden
Ya da kıyamet gününden istersen
Yeter ki, vazgeçme söz söylemekten
O sancağın dibine varıncaya dek koş
Bu yolun eğrisini doğru bil
Bil ki, bütün çözüm bu kuyuda
Akar suya vardın mı bir
Ulu denize vardın demektir. (Hz. Mevlana) [146]
Kelime yaratıklara öldükten sonra can bağışlayıp dirilten manasına gelir. Allah-u Azimşan yarattığı her mahlukati belirli bir dönem sonra öldürüp tekrar ona can verecektir.
Yaşamak O'nun bir lütfü, armağanı. Canlının dünya boyutunda kendine mahsus değişik cilveleri var onlardan biri de sırla dolu bu imtihan. Yok idik varlık elbisesine burunduk ve tekrar yokluk bizi bekliyor. Yeryüzü her gün yaşadığı bu gidiş gelişe kanıksamış olabilir ama biz insan olarak binlerce yıl geçmiş olmasına rağmen hala bu gerçeğe alışamadık. Doğan her insan geçirdiği uzun yıllar sonra tekrar o ilk haline dönüyor ama bu arada nefis, ruh, beden arasında yaşanan uğraşta insanın denge kurmak zorunda olduğu ortaya çıkarıyor.
Hikmetle baktığımızda Rabbül Aleminin yarattıklarını öldürüp tekrar tekrar dirilttiğini hepimiz görüyoruz. Ölüm bu kadar ürkütücü geliyorsa bilin a dostlar onun aslının öyle yaratılmış olduğudur. Bitkiler her bahar dirilmiyor mu? Hayvanlar kısa ömürlerini geçirip yerlerini başka hayvanlara bırakmıyorlar mı? Bizim evladlarımızda bize örnek değil mi? Bu sözlerden daha önemlisi yaşayan insanın kendi vücudu bile yedi yılda baştan aşağı yenileniyor da onun haberi bile olmuyor. Allahu Teala tekrar diriltecektir buna ihtiyacı olanlar sadece biz değiliz. Hayatın ölüm sessizliği ile devam etmesi ne kadar anlamsız olmaz mı?
Tekrar dirilişi dünyanın ilahi dinleri bağlılarına en gerçekçi hakikat olarak vermekte çok haklıdırlar. Dünyada mutlak adaletin gerçekleşmemesi dahası ruhun bedenle uyumunun dengesizliğinin tamamlanması ancak ikinci dirilişle olacaktır.
Her gün bir yerden göçmek ne iyi
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş
Dünle beraber gitti, cancağızım
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım (Hz. Mevlana) [147]
Kelime can bağışlayıp, dirilten, sağlık veren manasınadır.
Hepimiz dün nerede idik ve yarın sonumuz ne olacak diye düşünüp duruyor "Rabbim işimizin sonunu hayır eyle" diye içimizden geçirmiyor muyuz? Allah-u Teala'nın bağışlarının en ulusu candır ve bu can gövdeye konuktur. İnsanın içinde Allah'ın emaneti var. Bozulmayan, pörsümeyen, vücudun iyilik ve kötülüğünden dolaylı biçimde etkilen sır devamlı sahibinden gelecek sesi bekler.
"Yastadır deli gönül yastadır
Gelir diye de kulaklarım sestedir."
Kur'an-ı Kerimde
"Şimdi bak Allah'ın rahmet eserlerine: Arzı ölümünün ardından nasıl diriltiyor? Ölüleri diriltecek olan da O'dur. O her şeye hakkıyla kadirdir."[148] biçiminde geçer.
Bak, herşey dönüyor
Sen ne diye oracıkta donup kalmışsın?
Yoksa dert peşinde mi döner durursun yalnızca?
Ne diye Firavunun yanındasın
İmranoğlu Musa geldi ya
İşte nefesi güzel Isa
Ne diye o güzel nefesi solumuyorsun?
Hakka söz vermiştin hani
Neden bozdun sözünü?
Bu yola baş koyanlara bak bir
Ne diye onlar gibi sağlam değilsin verdiğin sözde
Şahlar gibi gök kubbede dolaşmak varken
Ne diye fareler gibisin
Toprak altında mutfaklara yol arıyorsun?
Ne diye kapı halkası gibi boş ses verirsin
Erler halkasına katılmazsın ne diye
Açamazsın kapalı kapılan, anahtarın yok
Yaraların sağalmaz boşa bekleme
Merhemin yok
Ne diye aramazsın, ne diye
A sevgili bilmez misin
Başlar onun yoluna toprak kesildi mi baştır ancak
A akılsız baş ne diye ayak dirersin?
Dur durak bilmeden koşar mıydı deniz aşkı bilmese
Köpürüp coşar mıydı sevdayı tanımasa?
Sende âşık ol da aşkı tanı
Sözünde dur da vefa ne imiş gör
Gökyüzü emaneti neden yüklenmedi
Çünkü aşıktı yanılmaktan çekindi
Yanılırım da kusur işlerim diye korktu. (Hz. Mevlana) [149]
Ölümü halkedici, canlı mahlukun ölümünü yaratan demektir.
Ölüm sessiz bir nasihattir. O geldiğinde bize emaneti sahibine iade etmek düşer. Başımız yerde ise ölümdendir. Kanadımız kolumuz kırık ise bilin ölümdendir.
Mutlak sevinçlere gark olamıyorsak sebebi ölümdür.
Yaratılış iki nokta arasında devam eder, hayat ve ölüm. Her sabah gündoğumu ile minarelerden yükselen seslere ne kadar kulak tıkayabiliriz. Var olanın biyolojik yapısının sonsuzluğa elverişsiz olması ölümü ister istemez ortaya çıkartıyor. Ölümü övmek bizim işimiz değil sadece gözyaşlanmızı bu satırlara akıtırız dostlarım sizde bizi rahmetle anın olmaz mı?
"Ölümün gizemini bilmek istiyorsunuz.
Ama onu hayatın kalbinde aramadıktan sonra nasıl bulabilirsiniz ki?
Gözleri geceyle- sınırlanmış ve gündüzleri kör bakan baykuş, aydınlığın gizeminden peçeyi kaldıramaz.
Eğer ölümün ruhunu gerçekten kavrayabilmek istiyorsanız, kalbinizi tam anlamıyla hayatın gövdesine açın.
Çünkü hayat ve ölüm, tıpkı nehir ile deniz gibi bir dir.
Umut ve utkularınızın derinliklerinde, sizin öte ile ilgili sessiz bilginiz yatar.
Ve tıpkı karın altındaki tohumlar gibi, kalbinizde baharı düşler.
Düşlerinize güvenin, çünkü sonsuzluğun kapısı onlarda gizlidir.
Ölümden korkuşunuz, kendisini kutsayacak olan kralın
karşısında titreyen çobanın korkusuna benzer.
Korkudan titreyen çoban, kralın nişanına sahip olacağı için mutlu değil midir? Ama titredikçe daha düşünceli olmuyordur her halde?
Çünkü ölmek soyunuk olarak rüzgarın önüne dikilmek ve güneşin altında erimekten başka nedir ki? Ve soluk alışın durması da soluğun kendi husursuz çalkantılarından arınıp sınırlandırılmamış olan Tanrıya erişmek için yükselerek dağılması değil de nedir ki?
Ancak sessizliğin nehrinden içebildiğiniz de gerçekten şarkı söyleyebilirsiniz." (Halil Cibran) [150]
Hayat sahibi, diri, ölümsüz demektir.
Mutlak hayat sahibi yalnız yüce Mevladır. Ölüm O'nun yarattığı bir cilve hayat ise kullarına bahşettiği küçük lütfudur. İnsanın kendi zihni süreci ile Tanrı'yı anlamaya çalışması problemlere yol açmıyor değil ama elden başka ne gelir? Çoğu zaman beşerin ilahi olanı anlayıp yorumlamada bu kadar vasıfsız olması boşuna değil, imtihan bile olsa nihayet sınırlı imkanlar ve insanı kuşatan sonsuzluğun ötesi karşısında çok çaresiz kalıyoruz. Hayatı anlamak ne kadar da yorucu, dahası anlam alanında hayat denilen geniş probleme dar cevaplar bulmak hiç te uygun düşmüyor, insanın çoğu zaman hayatı rüyaya benzetmesine ne demeli?
Öldüğümüz zaman uyanacağımız rüyanın adı hayat olabilir mi?
İnsan kendini bilmeli Allah-u Azimşanın kulu olduğunu baştan kabul ederek anlamsız kaygılarla ruhunu kirletmemelidir.
Kuran-ı Kerimde "Ölümsüz Diri'ye tevekkül et." [151]
"Yüzler Hayyu Kayyuma boyun eğmiştir." [152]
"O'dur Hayy, yoktur O'ndan başka Tanrı" [153] biçiminde geçer.
Ey bengi su
Hadi bir ezgiye başla da
değirmen gibi döndür beni
Gönül bir yerde ben bir yerde
Hadi başta da darmadağın et bizi, darmadağın
Yel esmedikçe dal yaprak kıpırdamaz
Kehribar olmadıkça oynamaz saman çöpü
Şuncacık saman çöpü bile
Bir çeken olmadan oynayıp sıçramazsa
Kocca dünya nasıl olurda döner durur?
Dünyada her parça aşıktır
Her zerre bir buluşma sarhoşudur
O cömert ev sahibinin sofrasında yeriçer onlar
O sofradan gıdalanır
Sen bu sırrı bilmezsin
Sır; yakışık alana söylenir
Gönül sahibi olana
Karıncalar sırlarını
Süleymana söylemediler mi
Davutla birlikte ses vermedi mi dağ
Şu yedi kat gökyüzü aşık olmasaydı
Gözü gönlü böyle tertemiz, pırıl pırıl olurmuydu
Güneş aşık olmasaydı
Yüzünde bir zerre bile ışık olmazdı
Yeryüzü aşık olmasaydı
Göğsünde tek bir ot bitmezdi (Hz. Mevlana) [154]
Koruyarak gözeten, çok iyi bilen, zeval bulmayandır.
Allah-u Teala'nın şanı çok yücedir O varlığını gizledi ayan beyan özelliklerini gözlerimize uzak gönüllerimize yakın eyledi. Varlığı problem olarak göremeyenlere bizim ne sözümüz olabilir? Araştırmak, nereden gelip nereye gittiğini anlamak istemeyenler sadece biyolojik süreci tamamlayıp kendilerine verilen lütufları zayi etmiş olacaklar. Bir defalık olan bu hayatın sonsuzluğa köprü olduğunu anlamak lazım.
Varlığın devamı Allah'ın emirleri doğrultusunda sürer. İsim-i şerifte bulduğumuz ululuğu sizlerde hayatlarınızda çok defa görmüşsünüzdür. Göklerin nizamı, dağların heybeti ve korkularla yaşanan hayata uzatılan rahmet ışığının gönülleri aydınlatması ne büyük nimet. Doğal afetlerle karşılarız ve kendimize güveni bir anda yitirir elimizden gelenin olmadığını anlarız ama iş işten geçmiş olabilir. İnsanın dengeyi bulması lazım. Aşırılıklardan, kırgınlıktan, hastalık ve umutsuzluktan doğan Tanrı düşüncesi olumlu tesirler yapmaz insanın geçici bu vakitleriyle yüce Allah'ı bilmeye çalışması onu sadece bir yerlerin eşiğine götürür. O zaman insanda meydana gelen "ilah" düşüncesini hangi temeller üzerine yükseltir isek insanca yaşama sahib olabiliriz? Bu sorunun cevabını kim hangi ölçülere göre verecek ise gelsin ve konuşsun. Peygamberlerin bu konuda söyledikleri bizler için kuşatıcı. Hz. Muhammed (s.a.v.) ki anlattığı ve Kuran-ı Kerimde özellikleri verilen yüce Mevlayı dilimizle birler gönlümüzle tasdik ederiz o bizim Rabbimiz, Mevlamızdır.
Kusuruma bakmayın benim, dostlar
Bağışlayın beni
Ben davullara, bayraklara aldırmayan
Bir padişahın yoluna düşmüşüm
Deli divane olmuşum
Çok uzaklardan yürüyen bir adam gibiyim ben
Çok uzaklardan geçen bir hayal gibi
Ama yok da sayılamam hani
Var olan bir şeyim ben (Hz. Mevlana) [155]
Varlığa vücud veren ve onu istediği anda bulan demektir.
Sebeblerin etkisi insan üzerinde görülür Allah-u Teala sebeblerin yaratıcısı ve düzenleyicisidir. İnsan işlerini düzen ve uyuma sokabilmek için çok farklı alternatifleri gözönünde bulundurur. İnsan kendi anlayışından hareketle karşılaştığı değerleri anlamlı kılar ve bu konuda insani gayretini gösterir. Varlıkların yoğunlukları değiştiğinde onların özelliklerinde farklılıklar olur. Dünya hayatının sırrını söylemek gerekirse o da şudur; varlık O'na ait biz sadece kaygıdan başka bir canlı değiliz.
Dünyada insan her olayı kendince yorumlar ve sonuçları ona göre farklı bulur. Evrensel hakikat var mıdır, dahası olmak zorunda mıdır? Düşünceler gerçeklerle uyum içinde olabildiğince kişiyi emin ve güvenilir kılar. Kaçmak, ötelere gitmek arzusu insanı her an en olumsuz durumlarda yakalar. Sıkıntılar, anlamdışına kayan hayatta kötü vakitler umudu bitirir başlar yere çevrilir göz kapanır işte o anda insan Allah'ın Vacid ismi şerifine sığınma ihtiyacı duyar. Nerede olursak olalım Allah'a yakınız! O bize içimizden seslenir dışımızdan kavrar. Yitmek, kaybolmak ne anlamsız kelime. "Ağaçlarından yere düşen yaprakları bile bilen O değil mi? Şimdiye kadar ve bundan sonra da görülen yaşanması gereken hakikatlerin hepsi insani olmak zorunda. Yaptığı zulümle kendisini kimsenin yakalayamayacağını düşünenlerin sonu ne oldu. Zalim olan hesaptan uzaklaşıp göneneceğini düşünüyorsa varsın bu vehmi ile oyalanmaya devam etsin.
Sensin kerim sensin Rahim
Allah sana sundum elim
Senden artık yoktur emin
Allah sana sundum elim
Ecel geldi vade erdi
Bu ömrün kadehi doldu
Kimdir ki içmeden kaldı
Allah sana sunum elim
Dilim tetiği buruldu
Canım gövdeden üzüldü
İşte gözlerim süzüldü
Allah sana sundum elim (Yunus Emre) [156]
Kerem ve ikramı nihayetsiz şan ve şerefi çok büyük manasına gelir.
Allah-u Teala'nın ikramı hiç bir hesaba sığmaz. Şöyle bir sayalım deyip te saymaya başladığımızda birazdan ne yaptığımızı kendimize sorup bu yapılan gökteki yıldızları saymaya benzer diye bundan vazgeçtiğimiz olmuştur. İnsana Rabbin fazlı iyiliği hadsiz iken bunun gözönünde bulundurulmamasına anlam vermek o kadar zor ki. Yaşadığımız toplumda iyiliği dillere destan olanlar vardır. O saygın kişiler toplumdan sevgi ve hürmet görür onların esenliği olur. Binlerce insanın bu saygısını var kılan Mevla ise bunların çok daha ötesinde kulluğa layıktır.
Kuran-ı Kerimde
"Allah'a inanıp O'na yapışanları (Allah) kendinden bir rahmetin ve lûtfun içine sokacak ve onları kendisine varan doğru bir yola iletecektir." [157]
"Bu, Allah'ın hidayetidir, kullarından dilediğini buna iletir. Eğer onlar Allah'a ortak koşsalardı, yaptıkları güzel şeyler hiç olur, giderdi." [158]
"Ey insanlar, şeytanın adımlarını izlemeyin, kim şeytanın adımlarını izlerse o ona edepsizliği ve kötülüğü emreder. Eğer size Allah'ın lütfü ve rahmeti olmasaydı, hiçbirinizi asla temizlemezdi. Fakat Allah dilediğini arındırır. Allah işitendir, bilendir." [159] biçiminde geçer.
Allah'ın en büyük nimetlerinden birisi yaşam zevki vermesi ve onunla insanoğlunun bütün tasalardan uzaklaşmasıdır. Hayat her an kesilen kaygılarla biteviye devam etmiş olsaydı insanda mutluluğun esamesi okunmaz, psikolojik tahribatı beden hastalıkları takip ederdi. Yol O'nun varlık O'na ait bize düşen nimetlere şükür ve kulluk. Verince gönendirip, göz aydınlığına vesile olan Rabdir.
Derinliklerden sana sesleniyorum, ey Rab
Sesimi işit, ya Rab
Yalvarışıma iyi kulak ver
Ey Rab, sen suçların hesabını tutsan
kim ayakta kalabilir, ya Rab?
Ama sen bağışlayıcısın
Öyle ki senden korkutsun
Rabbi gözlüyorum
Canım Rabbi gözlüyor
Umut bağlıyorum O'nun sözüne
Sabahı gözleyenlerden
Evet, sabahı gözleyenlerden daha çok
Canım Rabbi gözlüyor." (Mezmur) [160]
Tek, benzeri, eşi, ortağı olmayan ve sonsuz birlikleri kendinde toplayan, zatında, sıfatlarında, işlerinde isimlerinde, hükümlerinde "bir" olan demektir.
Allah'ın ötelerin ötesinde, canın içinde gözlerin nuru olduğunu bilip birliğine şahid oluruz. Birliği sayıların anlamlandırdığının dışındadır. Tevhidin en önemli misyonu O'nu bir olarak kabul etme de toplanmıştır. Dünyada birlik ahirette dirlik.
İnsanoğlu niçin ilahlar edinme ihtiyacı duymuştur, dinler tarihi verileri incelendiğinde bunun çok farklı sebebleri olduğu görülür. Bu günün insanları Tanrıyı kendilerine konu bile yapmak ihtiyacı duymuyor dahası öyle bir mevzuyu hayatın dışında bir yerlerle irtibatlandınp işin içinden çıkabileceklerini düşünüyorlar. İslam dini Allah hakkında şu genel değerlendirmeyi yapar: Bu alem sonradan olmuştur, ezelden ebede var olan Allah yaratıcıdır her şeyi o yaratmıştır. O Rab dir, terbiye edip kemale ulaştırır. Onun kendi varlığı vacib ve ezeli, ebedidir. Doğmamış ve doğrulmamıştır. Tektir, zatında, sıfatında ve işlerinde bir ortağı, bir yardımcısı, eşi benzeri yoktur. Var olmasında ve varlığının devamında hiç bir şeye muhtaç değildir. Varlığı zatının gereğidir. İlmi, ezelden ebede kadar herşeyi kuşatmıştır. Kudretiyle hakimdir. İradesi bütün kainatta mutlak bir kanundur, dilediği olur, dilemediği olmaz. Hayat sahibidir. Peygamberleri insanlar arasından seçmiş onların bazılarına kitap vermiştir. Her şeyi yaratıp yerli yerince koyan O'dur ve işlerinde kullarının bilemiyeceği hikmetlerde gizlidir. Mülk O'nundur tasarrufda O'na aittir.
Yaşadığımız her günde Allah'ın sonsuz lütfü olmasa nasıl yaşarız. İnsanoğlu Allah'ın geniş rahmetine susamıştır. Onurlu yaşamın yolu Allah'tan geçer. Kişilik hakları O'nun güvencesi altında bulunur.
Olduğum gibi kim görebilir beni
ne rengim var benim, ne nişanım
Benim de bildiğim sırlar var, diyeceksin ama
Hem o sırlarım ben
Hem o sırları saklayanım
Bu gönül ne vakit durulacak, bilme
Ama şu anda hiç kımıldamadan duran da benim
Yürüyüp giden de ben
Ben bir denizim
Kendi varlığı içinde taşan
Uçsuz bucaksız
Alabildiğince geniş
Kıyışız, hür bir deniz (Hz. Mevlana) [161]
Ululuğun zirvesi, kendisi olmadan hüküm verilmeyen içinde boşluk olmayan, sığınılacak barınak, yarattıkları her an kendisine muhtaç olan demektir.
İhtiyaçların giderilmesi gerekir. Maddi imkanların yetersizliği bazen had safhaya varır. Ev, çoluk, çocuk, beslenip, giyinme, eğitim, sağlık ihtiyaçları gözönüne alındığında bu konuda çok değişik insanların kapısını çalmak zorunda kalırız. Onur ve şahsiyeti zedelemeden ihtiyaç duyduğumuz şeyleri elde etmenin çabasını en insani iş kabul etmeliyiz. İnsanlar sadece bir vesile olur düşüncesi her zaman aklımızda bulunmalı sebebleri yaratanın Allah olduğu bilinmelidir.
Kuran-ı Kerimde
"Ve O'nu ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah'a dayanırsa O, ona yeter. Allah buyruğunu yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur" [162]
"Allah'a dayan vekil olarak Allah yeter." [163]
"Allah ki O'ndan başka tanrı yoktur. Müminler Allah'a dayansınlar." [164] biçiminde geçen ayetlere dikkat çekmek istiyorum.
Oraya gitme demedim mi sana,
Seni yalnız ben tanırım demedim mi?
Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi benim?
Bir gün kızsan bana
Alsan başını
Yüzbin yıllık yere gitsen
Dönüp kavuşacağın yer benim demedim mi?
Demedim mi şu görünene razı olma
Demedim mi sana yaraşır ortağı kuran benim asıl
Onu süsleyen, bezeyen benim demedim mi?
Ben bir denizim demedim mi sana
Sen bir balıksın demedim mi?
Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın
Senin duru denizin benim demedim mi?
Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?
Demedim mi senin uçmanı sağlayan benim
senin kolun kanadın benim demedim mi
demedim mi yolunu vururlar senin
demedim mi soğuturlar seni
Oysa senin ateşin benim
Sıcaklığın benim demedim mi
Türlü şeyler derler sanma demedim mi
Kötü huylar edinirsin demedim mi
Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi
Yani beni kaybedersin demedim mi
Söyle bunları sana hep demedim mi? (Hz. Mevlana) [165]
Dilediğini, istediğini yapmaya gücü yetip asla güçsüz kalmayacak olan demektir.
Kuran-ı Kerim'de
"O Allah, onu tekrar döndürüp yaratmağa kaadirdir." [166]
"Gökleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan Allah'ın ölüleri'diriltmeğe de kaadir olduğunu görmediler mi? Evet o, her şeye kaadir dir." [167]
"Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratamaz mı? Elbette yaratır. O, çok bilen yaratıcıdır." [168]
"Göremediler mi ki, gökleri ve yeri yaratan Allah, kendilerinin benzerini yaratmağa da kaadirdir Kendileri için, bir süre koymuştur, onda hiç şüphe yoktur. Ama zalimler inkardan başka bir şey yapmazlar." [169]
"O'na Rabbinden bir mucize indirilmeli değilmiydi. Deki şüphesiz Allah, bir mucize indirmeğe kaadirdir, fakat çokları bilmezler." [170]
"O, sizin üzerinize üstünüzden, yahut ayaklarınızın altından bir azab göndermeğe, ya da sizi parti parti birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını taddırmağa kaadirdir. Bak anlasınlar diye ayetleri nasıl açıklıyoruz." [171] şeklinde geçer.
Allah'ın dilediği insanların faydasına ve esenliğine uygundur. Tabiattaki uyum, kainattaki işleyiş O'nun dilediğini yapmada nelere kaadir olduğunu gösteriyor. Sayısız alemler, değişik canlı türleri, çeşitli ihtiyaçlarla biri diğerini tamamlayan mahlukların oluşturduğu müthiş ahenk.
Allah-u Teala zıtları birleştirir, görülmeyecek yerlerden varlıklara ne nimetler sunar. Oluşturduğu cazibelerle alemleri dönderir. İnsanı var eder zamanı gelince de onu tekrar diriltmek üzere emanetini geri alır. insanoğlu O'nun herşeye gücü yeteceğini anlar ama o zaman görür ki iş işten geçmiş elinde hiç bir şey kalmamıştır. İnsanın var olması, yediğini hazmedip gıdalanması Rabbin kudretine yeter de artarda.
"Hayat, dudaklarının güzel kokusudur. Sen görününce binlerce altın güneş seni karşılar. Sen yürüyünce çöl çiçekleri açar. Dünya, lalerini yayar. Sen oturunca yedi kat dervişler gibi ayaklarının önünde rükua varır. Bütün varlıklar önünde geçit resmi yapar. Denizler, bulutlar ve seller kudümler gibi ses verir. Yıldızlar, solgun rakkaseler gibi özleyişten sarhoş dönerler. Bütün vücudları sevgiyle ürperten bir musiki akar. Bu musiki senin ruhundan yayılan namedir.
Allahım. Ey ezeli ve ebedi aşk." (Hz. Mevlana) [172]
Kuvvet ve kudretiyle istediği gibi davranan ve buna güç yetirebilen demektir.
Allah-u Tealanın gücüne sınır aramaya kalkışanlar ne büyük gaf yaptıklarının farkına varıyorlar mı acaba? Dünya şimdiye kadar maddi gücü ile böbürlenen nice insanı gördü ama onların sonu ne oldu. Cihana hükmeden sultanlardan bu güne ne kaldı.Ordularının önünde yüzbinleri ölüme götürenler kendi ölümleri ile karşılaştıklarında vehimlerinin sonuçlarına katlanmışlar mıdır? Bilgileriyle insanları tahakküm altında tutanlar yaşları ilerleyip hiçbir şey bilmez hale geldiklerinde ne yaparlar?
Ne olduğumuzu bilelim. Hikmet başa olaylar gelmeden sonrayı görmek demektir ve bunun için de önümüzde duran insanlık tarihinin kültürel mirasından yararlanalım. Dünya milletleri içki, kumar, hırsızlık zina, fuhşiyatın kötü olduğunu kabul eder ve toplumlar bunlardan kurtulmak için devamlı çaba gösterirler. İnsanlığın ortak değerleri yüceltilmeli adalet, kardeşlik, barış, çalışma sevgisi her zaman mutlak hedef kabul edilerek insanlar bu amaçların gerçekleşmesi için uğraşmalıdırlar.
"Hepinizin dönüşü O'nadır. bu Allah'ın gerçek olarak verdiği sözdür. O, yaratmağa başlar, sonra inanıp iyi işler yapanlara adaletle karşılık vermek için yeniden yaratır. İnkar edenlere gelince küfürlerinden dolayı onlara kaynar sudan bir içki ve acı bir azab vardır." [173]
"Yeryüzünde hiç bir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a aid olmasın Allah onun durduğu ve emanet bırakıldığı yeri bilir. Bunların hepsi apaçık bir kitaptadır." [174]
"Ey insanlar, Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Allah'tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı? Ondan başka tanrı yoktur. Nasıl oluyor da gerçekten çevriliyorsunuz?"[175]
Kelime kuvvetlilik, kararlılık manasınadır. Allah-u Teala için ise O'nun kudret iktidar ve sürekliliği anlaşılabilir.
Etrafımıza hikmetle bakalım dün varlık iddiasında bulunanlardan bu gün bir iz büe kalmamış. Kaba güçleriyle etrafına korku salıp dize getiren insanlar bu gün toprak altında un ufak olup kaygıların karabasanına düşmüş durumdadırlar. İnsana yaraşan ne olduğunu bilip her anını o yüce yaratanın buyruğuyla düzenlemesidir. Allah'ın emirleriyle yola gelmeyenleri zaman öyle yada böyle hizaya sokup gerçek güç sahibinin o olduğunu bildirecektir.
Allah'ın emirleri insanı bu dünyada güçlü yapabilecek düzeydedir. Ruhların sorularına doyurucu cevaplar ancak o ruhun yaratıcısı tarafından verilir. Yarattığını var kılan onu taşıyıcısından iyi bilmez mi? Rabbimizin bir tek emri bile insan selameti için ne büyük hikmetlere kapı aralar. Mesela O'nun Asr suresinde "birbirinize hakkı tavsiye edin." emri şerifi kötülüğü önlemede ne büyük bir uyarıcıdır. Beraber olup ve bundan kendince kuvvet vehmine kapılan topluluklar her istediklerini yapacaklarını düşüne dururken ilahi mesaj onların önüne düşer ve Hak olanın hep üstün olduğunu insanlara Hakkın hükmetmesi gereğini belirtir, bundan sonrası ise o toplulukta bulunanların kendi tercihlerine kalmıştır ya Hak ya da batıl.
Bihamdillah ki binam-u nişanız adımız yoktur.
Dil-i viranemizden özge bir abadımız yoktur.
Ezelden mazharı aşkız bizim icadımız yoktur
Elemler cümle bizdendir ana isnadımız yoktur (Sultan Divani) [176]
Arkaya bırakan, istediğini geriye koyan, bütün varlıkların sonunda olan demektir.
İsm-i şerif zaman mefhumu ile karşılaşan insanlar için farklı hikmetlere kapı aralar şöyle ki: Zaman Allah'ın yarattığı sırlardan biridir ve dünyada zamandan etkilenmeyen hiçbir şey yok gibidir. Aslında zamanların iyiliğinden bahsetmek yerine insanın iyilik, fazilet mücadelesinden söz etmek daha olumlu olmaz mı? Vakite suç bulmak züğürt tesellisinden başka bir şey sağlamaz. Bir insan kendi hayatının akışına baksın da önlemini alsın, her dönemin kendine özgü özellikleri vardır ve bunlardan etkilenmemek söz konusu değildir. Çocukluk dönemini takib eden gençlik devreleri, olgunluk ve yaşlılık devrelerinin binlerce örneği gözümüzün önünde dururken bizlerin yaşayıpta görelim bakalım düşüncesi ne kadar yersizdir.
Allah'ın hayatta geri bıraktığı insanlar bunu bazı özellikleriyle hak etmişlerdir. Mesela bu insanlar Allah'a şerik koşmak ve küfretmek, ana babaya asi olmak, peygamberlerin bazısına iman edip bazısına iman etmemek, haksız yere insan öldürüp, zulüm yapmak, yalan yere şahitlik yapmak, kötülük ve hayasızlığın gizli aşikar her türlüsünü yapmak, içki içmek, kumar oynamak, tefecilik, faizcilik yapmak, hırsızlık dolandırıcılık, sahtekarlık, yankesicilik yapmak zina veya livata yapmak, büyü yapmak, iftira etmek, yalan söylemek, eliyle diliyle başkalarına zarar vermek, yetim malı yemek, komşularına eza ve cefa etmek, pinti ve cimri olmak kibir ve gurur sahibi olmak, iki yüzlü olmak, iyice bilmediği bir şey hakkında hüküm vermek, zulme ve fenalığa yardım yapmak gibi işlere katılarak geri bırakılmaya layık olmuşlardır.
Hiç kimseye hor bakma
İncitme gönül yıkma
Sen nefsine yan çıkma
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler (Erzurumlu ibrahim Hakkı) [177]
Bütün varlıklardan önce var olan demektir. Daha öz ifade ile ilk olandır.
Allah-u Teala'yı alfabe harflerinden oluşan kelimelerle anlamaya çalışıp daha sonra da anlatmak o kadar garib duygular yaşatır insana. Kelimeler neyi söyler hangi alanı kapsar diye şimdiye kadar düşünmeyen dostlarım daha ne bekliyorsunuz? Hakikati hangi alfabe şekillendirebilir? Hikmetten bize verilenlerin bir kısmını bu satırlara yazıyor bir bu kadarını ise gönlümüzde tutmak zorunda kalıyoruz. Açık olan ifadelerimiz yanında daha anlatılması gereken mevzularda yok değil ama bu işin yapılış şekli böyle olur.
Kuran-ı Kerimde
"O ilktir (kendisinden önce hiçbir varlık yoktur.) sondur (kendisinden sonra bir varlık yoktur. Her şey yok olurken O kalacaktır.) zahirdir (delilleriyle varlığı gün gibi açıktır.) batındır (zatının hakikati gizlidir, akıllar O'nun özünü idrak edemez) O, herşeyi bilendir."[178] şeklinde geçer. [179]
Son manasınadır. Allah-u Teala'nın İsmi şerifleri insan düşüncesinin bütün alanlarını nüfuzu altına alıyor ve ona başka ne kaldı ki sorusu bile sordurmuyor.
Buhari kitabında şu hadisi alır "Allah herşeyden önce mevcudidi. O, her şeyin halikıdır ve her şeyden sonra da mevcudiyeti devam edecektir." Zeval bulmayan saltanat O'na aittir. Bizler sevinip üzülür imtihan oluyoruz diye umutla yarınları bekleriz. Allah'ın insanlardan farklı olduğunu, emir ve yasaklarının hikmetinden anlayabiliyoruz. İnsan bu dünyada kendisine verilen emaneti zayi etmedikten sonra bakalım neler görecek. Dost insanlar sizde bakın çevrenize Rab-bül Aleminden başka kalan, var mı? Bu hakikati anlamak için göklerin yarılmasını beklemek zorunda kalanlara esenlik olsun, elimizi açar Hazreti Muhammed (s.a.v.) gibi şu duayı yaparız. "Allahım! Sen evvelsin. Ki senden önce birşey yoktur. Ahirsin ki senden sonra birşey olmaz." [180]
Apaçık olan demektir. A!lah-u Teala işleriyle aşikar varlığına ve birliğine delalet eden esmasıyla ortada olandır.
Gizli olan ne? Açık olan nasıl oluyor? Bu ve buna benzer ifadelerin şahıslara göre değiştiğini biliyoruz. Görmek gözle, işitmek kulakla oluyor diye genel geçer sözleri belirtiriz ama bakmak, anlamak dediğimizde buna kendi yorumlarımızı katarız. Bu varlık boyutunda duyguların objektif olmadığını hayat bize göstermiyor mu? Gözün görüş alanı sınırlı, sesin duyulma frekansı değişik iken duyu organlarını mutlak hakikatin ölçüsü olarak ele almak çok da inandırıcı olmasa gerek. Biz vücudumuzun organları ile sadece hakikate yol bulabiliriz. Hakikat bu yolun sonundaki mutlak hedeftir. Dünya ve diğer gezegenleri aydınlatan güneş bile belirli mesafelere gelindiğinde gözümüz tarafından tam olarak görülme özelliğini yitirmiyor mu?
Sözlerimizi daha fazla uzatabilir ve bunu çok değişik örneklerle çoğaltabilecekken hikmet yolcuları bu misalle ne demek istediğimizi çok iyi kavramışlardır. Bu noktaya geldiğimizde Tanrı'yı bilmek veyahut bulmak diyebileceğimiz hikmetin başlangıcının vücut olduğu ama nihayetinin vücutla bitmediğini söylememiz lazım. Allah düşüncesine vicdan gönül, bilgi, tecrübe, insanlığın genel kabulü ile şehadet edilebilirken biz yüce peygamberin şu duasını yaparız. Müslim kitabında yer alan dua şöyle "Allahım! Zahir sensin ki senden üstün birşey yoktur."
Ben bilmez idim gizli ayan hep sen imişsin
Tenlerde ve canlarda nihan hep sen imişsin
Senden bu cihan içre nişan ister idim ben
Âhir şunu bildim ki nişan hep sen imişsin (Molla Cami) [181]
Öne alan, istediğini ileri geçiren demektir.
Allah-u Teala'nın zaman bakımından dilediğini öne alması O'nun tasarrufunun bir sonucudur. Kimse O'na niye şu anda bu an değil die soru soramaz. Mahlukatın içerisinde kimisini bitki, kimisini hayvan, kimisini insan biçiminde öne geçirmiş ve bunda da kimseye hiçbir şey sormamıştır. Hatta taş toprak olarak yarattıkları bile onun emrine uyup dururken insanın bu büyük nimete saygıda kusur etmesine ne demek. İnsanlara gelince Rabbül Alemin onlardan bazısını seçip diğerlerinden farklı olarak peygamber yapmış ve onlara hikmetini vermiştir. Bu noktaya gelince şurasını belirtmekte yarar görüyorum peygamberler insan olarak kendilerine düşen çabaları sonuna kadar kullanmışlar insan peygamber sınırına varmışlardır.
Allah'ın bu varlık boyutunda öne geçirdiği insanların özellikleri şunlardır: O insanlar öncelikle Allah'ın birliğine ve ondan başka Tanrı olmadığına, Allah'ın meleklerine, peygamberlerine Hz. Muhammed (s.a.v.) in Allah'ın kulu ve peygamberi olduğuna, peygamberlere kitap gönderildiğine, ahiret gününe, tekrar dirilmeye hayır ve şer Allah'ın yaratmasıyla olduğuna şüphesiz inanırlar. Namaz kılar, oruç tutar, malının zekatını verir, yoksullara, muhtaçlara hısım ve akrabalara yardım ederler. Felaketleri metanetle karşılar, bunları başarı ile atlatabilmek için bütün kudretini sarfeder ve nihayet çaresizliğe karşı sabır ve tahammül gösterir. Allah'tan ümidini kesmez. Ana babaya itaat eder onların kalbini kıracak en ufak sözlerde bulunmaz. Sözünde durup ahdine sadık kalır. Her ne surette olursa olsun emanete hıyanet etmez. Bilmediği bir şey hakkında hüküm vermez. Ne eliyle ne de diliyle kimseyi incitmez ve kimse tarafından incitilmez. [182]
Gizli demektir. Alah-u Tealayı yaratıkları görüş ve ilimleri kuşatamaz, düşünceler O'nu ihata edemez. Bu böyle bir sırdır.
Dünyada nice gizlilik bile kendi hayatımızın vazgeçilmez bir gerçeği değil mi? İnsan fıtratı gizli olana devamlı arzu duyar. Çoğu vakit saklıyı arama bile insana çok büyük mutluluk verir. Tanrı düşüncesi insan fıtratının üstünden onu kuşatır. Tanrıya yol bulabilmenin kendince değişik nimetleri vardır ve insanın bunlara baştan hazırlıklı olması gerekir. Bostandan şunları okuyoruz "Bütün cihan onun ilâhiyatınde müttefik olmakla beraber, zatının mahiyetini bilmekten acizdirler... Vehim kuşu ne kadar yükselse, onun zatının evcinde uçamaz, akıl ne kadar düşünse O'nun vasfının eteğine el eriştiremez. O'nun mahiyeti öyle bir girdabdır ki, bu girdabda binlerce akıl gemisi battı da kenara bir tahta bile çıkmadı."
İnsanın Tanrının niçin gizli olduğuna ulaşması, onun bir çabası neticesinde olursa bu hal hikmete kapı aralayabilir. Yaşadığımız dünya bize şunu gösteriyor, ferdlerin büyük kısmında yaratıcıyı anmak şöyle dursun bu hakikate çok uzak hayat tercih ediliyor. İnsan kendi hayatından çıkartılmaması gereken düşünceye kapılarını kapatıp dünyanın telaşesi altında yitip gidiyor. Hazreti Peygamberden gelen şu mübarek sözlere ne demeli "Siz, Allah'ın nimetlerini ve kudretinin eserlerini düşününüz, zâtını ise tefekküre kalkışmayınız, çünkü buna gücünüz yetmez."
"Ne vakte dek, taşla toprakla
Çanak çömlekle dolduracağız eteğimizi
Koynumuzu koltuğumuzu ne vakte dek
Çekelim elimizi topraktan
Çanak çömlekten çekelim de göğe ağalım
Bu toprak kalıp nasıl kafese koydu seni
Nasıl çuvala soktu
Yırt çuvalı da çevrene bak
O aşk mektubunu doğru tut, doğru oku
İyi belle sağını solunu (Hz. Mevlana) [183]
Hükümdar demektir. Allah-u Teala bütün varlıkların üzerinde yegane emir fermanını uygulayandır.
İşler eninde sonunda Rabbül Aleminin dediğine varmıyor mi? isteyen bildiği gibi yaşasın ama bana Allah'ın kanunları etki etmez demesin, insan yaşlanmıyor mu? İnsan zengin iken fakir olmuyor mu? Sağlıklı iken sıhhatini kaybedip vücudu ile karşıkarşıya gelmiyor mu? Bu nasıl hikmet öyle. Gelin işi başından doğru tutalım yönetenin, kanunları geçerli olanın O olduğuna şehadet edelim de evrenle barışık yaşamanın mutluluğu yüreklerimizi aydınlatsın.
Kuran-ı Kerimde
"Bir kavim, özlerindeki güzel hal ve ahlakı değiştirip bozuncaya kadar Allah şüphesiz ki onun halini değiştirip bozmaz. Allah bir kavmin de fenalığını azabını diledi mi, artık onun reddine hiç bir çare yoktur. Onlar için O'ndan (Allah'tan) başka Vali de bulunmaz."[184] biçiminde geçer.
Kainatta Allah'ın hükümranlığı tartışılmaz bir gerçek iken bu gün insan topluluklarının önünde kurtuluşa vesile olabilecek Allah'ın yüce dini İslam'ın emirleri ihmal edilerek büyük dengesizliğe yol açılmakta sonuç gözyaşı, yıkım ve huzursuzluk olmaktadır. Allah'ın idaresinde kanun hakimiyeti vardır, ödül, ceza, sistemi işlerliği sözkonusudur. Cennet iyileri cehennem kötüleri beklemektedir.
Rab egemenlik sürüyor, görkeme bürünmüş
Kudret giyinip kuşanmış
Dünya sağlam kurulmuş, sarsılmaz
Ya Rab, tahtın öteden beri kurulmuş
Varlığın öncesizliğe uzanır
Denizler gürlüyor, ya Rab
Denizler gümbür gümbür gürlüyor
Denizler dalgalarını çınlatıyor
Yücelerdeki Rab okyanusların gürleyişinden
Denizlerin azgın dalgalarından
Daha güçlüdür. (Mezmur) [185]
İyiliği ve hayrı geniş olmak demektir. Allah'ın vasfı olarak kullarına karşı şefkatli, onlara ihsan ve iyilik eden, iyilikleri bütün yaratıklara yaygın olan manalarını ifade eder.
Hayatımız boyunca O'na muhtacız. Biz biz kaldıkça O'na muhtaç değil miyiz? Varlığımız Rabbimiz fermanı ey sevgililer gelin O'nun kapısında eşik olalım. Verdiği her nimeti başımıza taç edelim. Buhari kitabında yer alan şu hadisi insaflıca ele alalım. "Abdullah b. Abbas (r.a.) Resulüllah (s.a.v.) in Rabbinden yaptığı rivayetle şöyle dediğini nakleder: "Allah Teala iyiliklerin ve kötülüklerin neler olduğunu birer birer tesbit edip yazdı sonra şunlar iyi şunlar fenadır diye beyan etti. Bu iyilik ve fenalıkların karşılığı, Hak Teala tarafından şöyle tesbit edilmiştir.
Kim bir iyiliği yapmağa azmeder efe muvaffak olamazsa Allah Teala onu kendi yanında tam bir iyilik olarak tesbit eder.
Bir iyiliği yapmağa azmeder ve yaparsa onu on sevabdan yediyüz katına hatta daha çok katlarına kadar sevab olarak yazar.
Kim bir kötülük yapmayı düşünür, azmeder sonra bunu yapmaktan vazgeçerse onu da tam bir iyilik olarak kulun defterine geçirir.
Eğer bir kötülüğü yapmayı azmeder ve yaparsa onu bir günah olarak yazar."
İyilik Rabbül Aleminin en belirgin özelliği olarak bizlere hal diliyle şunları söylüyor: "Allah'ın yarattıklarına elinizden geldiğince iyilik edin, hiç olmazsa tatlı bir söz, tebessüm eden bir yüz ile muamele ederek gönül kazanmaya çalışın."
Muradıma maksuduma ermezsen
Hayıf bana yazık bana vah bana
Kadir mevtam cemalini görmezsem
Hayıf bana yazık bana vah bana
Asi kulum defterine bak derse
Yüzüm karalan gör ne çok derse
Yerim göğüm arasından çık derse
Hayıf bana yazık bana vah bana (Yunus Emre) [186]
Dönmek demektir. Allah-u Teala için kullanıldığında cezalandırmadan bağışlayan diye anlaşılabilir.
Günah; Allah'ın yasakladıkları suç; ise kanunun yapılmamasını yasalarla belirlediği işlerdir. Hayatta suç ve günahlardan uzak olmak ancak korunmuş olmakla mümkündür, insan fıtratında taşıdığı özellikleriyle iyilik ya da kötülükten yana tavır alabilir. Yanlış işler kalbi karartır günahlar bir defa alışıldı mı onlardan uzaklaşmak insanı çok yorar. Gelin günahı daha baştan tanıyıp ondan uzak durmanın çabasında olalım. Günahın çirkinliğini sezelim, Allah'ın azabının şiddetini bilip yalnız O'na dönmekle af edileceğimizi kavrayalım ve günahlarımıza samimi olarak tövbe edip gözyaşı dökelim.
Kuran-ı Kerimde
"Adem, Rabbinden bir takım kelimeler aldı (onlarla amel edip Rabbine yalvardı O da) bunun üzerine onup tevbesini kabul etti. Şüphesiz o, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyendir." [187]
"Musa kavmine demişti ki Ey Kavmim, sizler buzağıyı tanrı edinmekle kendinize zulmettiniz gelin, yaratıcınıza tevbe edin de nefislerinizi öldürün. Bu, yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. O sizin tevbenizi kabul buyurmuş olur. Çünkü o, öyle bağışlayıcı ve öyle merhametlidir." [188]
"Rabbimiz, bizi sana teslim olanlar yap, neslimizden de sana teslim olan bir ümmet çıkar, bize ibadet yerlerimizi göster, tevbemizi kabul et, zira tevbeleri kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin sen."[189] biçiminde geçer.
Hoş sabr-ı cemilimdir.
Takdir kefilimdir
Allah vekilimdir
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler (Erzurumlu İbrahim Hakkı) [190]
Yüceler yücesi demektir. Allah-u Teala için kullanıldığında kudret, hakimiyet, diye anlaşılabilir.
Allah-u Teala'nın emirlerine bakalım kudretinin izlerini görürüz, işlerine nazar kılalım O'nun hakimiyeti önünde secdelere kapanırız. Kuran-ı Kerimde anlatılan, Hazreti Peygamberin mübarek dilinden bizlere aktarılan Allah'ın pek yüce olduğuna şu ayetle dikkat çekmek istiyorum
"Düşen hiç bir yaprak yoktur ki, O'nu bilmesin. Yer dibinin karanlığında hiç bir dane yoktur ki, O'nu bilmesin. Yaş - kuru hiç bir şey yoktur ki apaçık bir kitapta olmasın." [191]
"Ruhlar, kafeslerinden salıverilmiş sonsuzluk içinde belirli bir süre uçuşan kuşlardır. Ben senin "Kanadını aç, yarattıklarımı seyret, sev, uğraş akşam olunca koynuma dön." dediğin bir kuşum." (Hz. Mevlana) [192]
İntikam alıcı demektir. Allah-u teala için kullanıldığında müstehak olanı miktarınca cezalandıran diye anlaşılabilir.
Sevgili dostlar sakın ola ki Allah-ı mağlubiyetinden dolayı öcalan olarak düşünmeyin bu O'nun şanına sığmaz. Kuran-ı Kerimde bu ismi şerif Aziz ismi ile birlikte gelmiştir ki kullar olanı iyice kavrayabilsinler de Allah'ı öylece anlasınlar. Allah'ın yasaklarından kaçınmalıyız. Cehennemi tasvir eden şu ayeti kerimelere bakalım da ayağımızı denk alalım.
"Yakıtı insanlar ve taşlar olan inkarcılar için hazırlanmış ateşten sakının" [193]
"İnkar edenlere söyle yenileceksiniz ve cehenneme sürükleneceksiniz. Orası ne kötü bir döşektir." [194]
"O ayetlerimizi inkar edenleri yakında bir ateşe sokacağız, derileri piştikçe azabı tadsınlar diye onlara başka deriler vereceğiz! Şüphesiz Allah daima üstündür hüküm ve hikmet sahibidir." [195]
"İnkar edenler, Allah yoluna engel olmak için mallarını harcarlar ve harcayacaklar da. Sonra bu, kendilerine dert olacak, nihayet yenilecekler ve inkar edenler cehenneme sürükleneceklerdir." [196]
"Ey inananlar, hahamlardan ve rahiblerden bir çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve insanları Allah yolundan çevirirler. Altun ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onlara acı bir azabı müjdele" [197]
"Kıyamet günü elleri bağlı olduğu için yüzüyle en kötü azaptan korunmaya çalışan ile güven içinde bulunan bir olur mu o gün zalimlere kazandığınızı tadın, tadın denmiştir." [198] Rabbül Alemin bizleri muhafaza buyursun. Bunlardan daha acı olanı da Rabbın Cemalini seyretmekten mahrum kalmak değil mi?
Ateşe su engeldir
Suya ateş engel
Aşk ateşinde sevinç içinde ruh
Küllerinde gönül pişmanlık içinde
Ey eğrilerimizi doğru kılan dost
Ayaklarımız yolunda sımsıkı bassın
Ey gönlümüzün, bedenimizin rahatı
Hastalık bile, senden gelirse sağlık esenliktir bize (Hz. Mevlana) [199]
Kelime üzerinde hiç bir leke bulunmayan demektir. Allahu Azim Şanın afvı o derecededir ki günahı tertemiz kılıp paklar ve ondan hiç bir iz bırakmaz.
Allah'ın afvına mazhar olacakların başında O'nun varlığına, birliğine inananlar gelir. İnsan yaptığı hatalardan utanmalı üzerinde bulunan kul haklarını ödemelidir. Hatalar sadece insanlara karşı olmayabilir mesela tabiata, hayvanlara da kötülük yapılmış olabilir bu durumun bile giderilip düzeltilmesi gerekir. Şu ayetlere bakalım
"Ey inananlar, kazandıklarınızın ve yerden sizin için çıkardığımız nimetlerin iyilerinden Allah için verin kendiniz göz yummadan alamayacağınız kötü şeyleri sadaka vermeye kalkmayın. Bilin ki Allah zengindir, övülmüştür." [200]
"...Bu gün artık inkar edenler, sizin dininizi yok etmekten umudu kesmişlerdir, onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi olgunlaştırdım, size nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'a razı oldum.. Doğrusu Allah bağışlayan, esirgeyendir." [201]
Zamanın insanları hüzüne gark ettiği anlarda O'na bir yol aralayın. Kalabalıkların içinde birden Tanrı'nın isimlerinden birine sarılın. Gün batarken mahzunlaşırsamz Rabbin afvı sizi sarıp sarmalayacaktır. Korkunun eşiklerinde bulunduğunuz vakitlerde O'nu bir daha anın. Çiseleyen yağmur, seher vakitlerinin esrüklüğünde bakışlarınızı gönlünüze çevirip af dileyin, tövbe edin ümit edilir ki afedilesiniz.
Ey Padişah-ı lemyezel
Zat-ı ebed Hayy-ı ezel
Ey lutfu bol, kahrı güzel
Kahrında hoş lutfunda hoş
Ağlatırsın zari zari
Verirsen cennetü huri
Layık görür isen nârı
Kahrında hoş lutfun da hoş
Gerek ağlat gerek güldür
Gerek dirgür, gerek öldür
Bu Aşık hem sana kuldur
Kahrında hoş lutfunda hoş
(Erzurumlu İbrahim Hakkı) [202]
Rahmet demektir. Allah-u Teala için kullanıldığında rahmetin ileri bir şekliyle merhamet sahibi olan müşfik diye anlaşılabilir.
Allah-u Teala affedenleri affeder canlıların hayatlarına değişik cazibeler yerleştirir. Bir bakarsınız ki mahlukat biri diğerine muhtaç olmuş buna hayret eder, olanlardan O'nun büyüklüğüne şaşarsınız. Rahmetin bu kadar geniş olması insan fıtratında yer alan dengenin her an bozulma durumuna uygun olmasındandır. Şöyle ki akıl, ruh, beden, nefis, düşünce, şeytan, kötü işlerin nefse sevgili olması, insanların yanlışı yüceltip, iyilikte geri olması gibi biri diğerine uymayan işler insanı kararsız duruma sevk etmekte kişi Hakkın safında yer almadan önce ne yapacağını çok düşünmektedir. Öyle ise insana kurtuluş müjdesinin verilmesi gerekir bu da bütün kemalini bu ismi şerifte bulur. Kuran-ı Kerimde
"...Doğrusu Rabbiniz, çok şefkatli çok acıyandır." [203]
"Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki insanlara şahit olasınız. Elçi de size şahit olsun. Biz elçiye uyanı ökçesi üzerinde geriye dönenden ayıralım diye, eskiden yöneldiğin Kabeyi kıble yaptık... Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz Allah, insanlara şefkatli, merhametlidir." [204]
"Görmedin mi Allah yerdekileri ve emriyle denizde akıp giden gemileri sizin buyruğunuza verdi. Yerin üstüne düşmesin diye göğü tutuyor... Çünkü Allah, insanlara çok şefkatli, çok merhametlidir." [205]şeklinde geçen ifadeler gözlerimizi yaşartır. İlahi bizi affet ruhlarımızı sükunete erdir.
Ya Rab! Beni kimseye muhtaç etme ne olur Ne kula ne de şaha muhtaç etme ne olur Şu simsiyah saçlarım kereminle ağardı Bembeyaz saçlarımla utandırma ne olur (Hz. Mevlana) [206]
Kelime toplayan demektir. Allah-u Teala kıyemette ölülerin mahvolmuş unsurlarını bir araya getirecek ve dünya hayatının hesabını soracaktır.
Toplanan yerlerin çok ayrı özelliği olur. İnsanları bir araya getirip onları yönelteceğimiz istikametlere sevk etmek ilk anda kolay görünse de bu zor işlerdendir. Ruhlar toplanır, cesetler toplanır ve bütün değişik dilleri konuşanlar gün olur bir araya getirilir. İnsanın özellikleri araştırıldığında toplayıcılık vasfına hayret edilir. Zihinlerde ayrı duran bilgiler birleştirilip onlardan sonuca ulaşılır. Birlik aslında kuvvette demektir. Toplum neşesi sadece toplulukta bulunur. Beraber yapılan ibadetlerin hazzı ne kadar büyük değil mi. Aynı saflarda toplanıp yüce yaratıcı huzurunda İlahiler okuyup dualar etmek insanı hem ruhen hem de bedenen oigunlaştınr.
"Ey Rabbimiz! Doğrusu geleceğinde hiç şüphe olmayan günde muhakkak ki insanları toplayacak olan sensin." (Ali İmran 9), "Doğrusu Allah, münafıkların ve kafirlerin hepsini Cehennemde toplayacak olandır." (Nisa 190) Kuran-ı Kerim ayetleri dikkatimizi o büyük güne çekmekte ne kadar haklı. İnsan yitip gideceğini düşünür. Bana da mı sıra gelecek hem ben ne oluyorum gibi değişik vehimleri ömrünün bir vakitinde dile getirir, şu hatırdan çıkartılmasın O Rabbül Alemin hiçbir zerreyi bile gözden çıkarmayacaktır öyle buyurmuyor mu?
Her nere varsam yakar canımı bu aşk ateşi Yana yana külli pür nar olmuşum Ya Rab medet
Vahdet ilinde seninle yâr idim noldu bana Kesret içre künd-i ağyar olmuşam Ya Rab medet (Niyazi Mısri) [207]
Tasarruf, hükümranlık, mülkün sahibi olan yüce Allah'a aittir. Alem Hakk'ındır.
Allah'ın kanunları varlığı ile gönüllere huzur saçar. Şunlara insaflıca bir bakın
"Biz İsrailoğullarından şöyle söz almıştık. Allah'tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz, ana - babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz. İnsanlara güzel söz söyleyin namazı kılın, zekatı verin. Sonra siz pek azınız hariç, döndünüz, hala da yüz çevirip duruyorsunuz."[208]
"Rabbim, ancak fuhuşları, gerek açığını, gerek kapalısını, günahı ve haksız yere saldırmayı, hakkında hiç bir delil indirmediği bir şeyi Allah'a ortak koşmayı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyler söylemeyi haram etmiştir." [209]Kur'an-ı Kerim'in genelinde kanunlar koyan ve bunlarla da insanların mal, can, akıl, namus, din duygularını muhafaza eden bir Tanrı ile karşılaşıyoruz O öyle bir Rabdır ki O'nun kanunları önünde secdelere kapanılır.
İdareciler çoğu vakit meşruiyetlerini insanların yüreklerinde yer alan Tanrı düşüncesi ile irtibatlandırıp zulümlerini örteceklerini zannederler. Heyhat ne büyük yanılgı. Allah'ın kanunları insanları özgürleştirip dünya kaygılarından kurtarır. İnsanları idare edenler bu güçlerini fertlerden almıyorlar mı? Öyle ise bu zulüm işleri ne zaman bitecek te insanlar kanun hakimiyeti altında göklerin ve yerin padişahını Rab bilecekler.
Kani mülke benim diyen
köşkü saray beğenmeyen
Şimdi bir evde yatarlar
Taş olmuş üstünleri
Onlar bir vakt beyler idi
Kapıcılar korlar idi
Gel şimdi gör bilmeyesin
Bey kangıdırya kulları (Yunus Emre) [210]
Celal ululuk ve büyüklük, ikramda lütufta hesapsız olmak demektir.
İsm-i Azam-ı duymanın vakti geldi, gönül kulağınızla dinleyin, gecenin sabaha taşıdığı sır bu, güneşin doğudan batıya götürdüğü güzellik muştusu bu. Varlığı özünden tutan, gözyaşlarını yanaklardan aşağı süzdüren, sevgili hatırlanınca dağlan yumuşatan, kara toprağa düşen cemredir Zülcelal Vel ikram. Anneler yavrularını O'nun merhametiyle büyütür, nergisler O'nun için bembeyaz ve lekesizdir, ekmek doyurur, ateş yakar, yıldızlar kara gecede parlar. İnsanlar Rabb'ın sonsuzluk gökyüzüne saçtığı yıldızlar gibidir. Akşamın ilk vaktinden gün doğumuna kadar amelleri, aşkları kadar parlar hakikat ortaya çıktığında yerlerinde sabit kalarak görünmez olurlar. Denizler coşuyorsa bilin ki Zülcelalin adıyladır. Gökler tufanlarını getiriyorlarsa O'nun adıyladır. Şimşekler karanlığa beyaz çizgiler çekiyorlarsa O'nun ismiyledîr. Seher vakitlerinde kuşlar O'nun ismiyle güneşi uyandırır, çiçekleri arılar O'nun cazibesiyle arar. Kelimeler hâlâ insanların yüreklerinde gümbürdüyorsa bunu O'ndan başka kim yapabilir? Gelin biz de zülcelal vel ikramın karşısında eğilip yakarışlarımızla O'nu analım. "Yeryüzünde bulunan herkes fanidir. Fakat, celal ve ikram sahibi Rabbinin vechi bakidir." [211]"Celal ve ikram sahibi Rabbinin ismi yücedir." [212]
İki dünyada yok oldu gitti bende
Artık ne bu dünyadan sorsunlar beni
Ne o dünyadan
Sen bizim aynamızsın, dedim, ey can
Amma yaptın, dedi
O da ne demek?
Şu gördüklerin hep benim.
yoksa dedim sen o musun?
hey kendine gel sus dedi
Benim ne olduğum dedi dile gelmez
Öyleyse, dedim işte sana dilsiz
Dudaksız konuşan biri
Yoklukta ayaksız yürümedeyim, gökteki ay gibi
işte sana elsiz ayaksız durmadan koşan biri
Böyle koşup durmak dedi bir ses Senin nene gerek
Bak bana apaçık ortadayım gene gizliyim Sen beni gör asıl, beni (Hz. Mevlana) [213]
İşleri birbirine denk, uygun, yerli yerince olan demektir.
Allah-u Teala'nın bütün işleri birbirine bizim ilk anda bilemeyeceğimiz bağlarla bağlanmıştır. Yaratması, rızık vermesi, aşık etmesi, gam ve tasalarla ham insanı insan-ı kamil yapması, göz aydınlığı, hikmet ve daha nice işleri o kadar yerince dir ki buna şaşırmamak nasıl mümkün olabilir?
Hep işleri faytkdır
Birbirine lâyıkdır
Neylerse muvafıkdır
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler
İslam dininin insan fıtratına uygunluğuna dikkat ettiniz mi! Akıl dairesinde kalan, insanı vehim ve hurafelerden alıkoyan tabiat sevgisiyle gönüle ferahlık veren bu yüce din binlerce yıldır insanları yeryüzü cennetine davet edip duruyor. Burada çağrıya evet diyenlerin gönüllerini gam ve tasalardan koruyarak Allah'ın geniş rahmetine kapılar aralıyor. Baştan sona esenlik olan yüce dinin insanlara tanıttığı Allah'ı bizde kendi kültür ve irfanımızla bir daha anarak O'na kulluk vazifemizi hatırlayalım. Bu ismi şerif aynı zamanda "mazlumların hakkını zalimlerden alan"dır diye anlaşılabilir o zaman her insanın çok dikkatli olması gerekir, öyle ki bir insanın karşısında Allah-u Teala olursa o insana ne yapmak düşer. Kötü insanlara bir vakit karışılmıyorsa, zulmü süresiz devam edecek diye anlaşılmasın. Zulmün cezası geciktiği nisbette şiddetli olur. Rabbül Alemin cezayı geciktiriyorsa bu o insanın tövbekar olması, iyi adam olmaya yönelmesi fırsatındandır. Bunu kaybeden ise neyi kazanmış olabilir ki.
Hararet nardadır sacda değildir
Keramet hırkada tacda değildir
Her ne ararsan kendinde ara
Kudüsde Mekke'de Hac'da değildir
Sakin ol kimsenin gönlünü yıkma
Gerçek erenlerin izinden çıkma
Eğer insan isen ölmezsin korkma
Aşığı kurt yemez ucda değildir (Hacı BektaşVeli) [214]
Zengin olmak, ihtiyacı olmamak demektir. Allah-u Teala için ise nezdinde bulunan ve malik olduğu şeylerle başkasına ihtiyacı olmayan kamil diye anlaşılabilir.
"Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız. Gani Hamid ise ancak Allah'tır.[215]
Allah'a muhtacız. Yok idik var kılıp insanlıkla şereflendirdi. Şeriat indirip onurumuzu korudu ve bizleri Cennetine davet etmekle kadirşinaslık gösterdi. Emirleri bizim selametimizi sağlamak içindir. İbadetlere O'nun değil kulların ihtiyacı vardır şöyle ki O sultanın emir ve nehiyleri insanı adam yapar yeryüzünün-şerefli bir mahlukatı haline koyar. Doğruluk O'nun baş buyrukları arasında sayılır. Doğru insan kendine, ailesine, toplumuna ve bütün mahlukata O'nun nazarıyla bakar da ne kimseyi incitir ne de kimse tarafından incinir.
"Eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz Allah sizin imanınıza muhtaç değildir. Fakat kulları için küfre razı olmaz. Ve eğer şükrederseniz sizin için ona razı olur. Hiçbir günahkar diğerinin günahını çekmez. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir. O size yaptıklarınızı haber verir. Çünkü o göğüslerin özünü bilir." [216] Ayeti kerime karşısında kalemimize susta düşün demekten başka diyeceğimiz gelmiyor.
Şol cennetin ırmakları
Akar Allah deyû deyû
Çıkmış islam bülbülleri,
Öter Allah deyû deyû
Hep nurdandır direkleri
Gümüştendir yaprakları
Uzadıkça budakları
Biter Allah deyû deyû
İnsanları ihtiyaçtan kurtaran Rabb'ül Alemindir. O zengin, mülkünde istediğine hesapsız mal bağışlayandır.
Mal, servet insanlığın çözemediği sosyal olgulardan en başta gelenidir. Servetin artmasında kişiye düşen çaba ile onu sahiplenmesi arasında nasıl bir ilişki olabilir, dahası mülkte zenginlik nasıl oluşur? Toplum refahı zenginlikle parallelik arzeder. Bunları şöyle daha uzatabilirsek de ihtiyaç duygularını terbiye edenin Allah olduğunu sözlerimizin başında söyleyelim. Sınırsız alemlerde yaşayan insanın hepsini istemesi öylesine olağandır babamız Hazreti Adem'in arzulan bizlerde devam edip durmuyor mu? Daha mükemmelini, eskimeyenini arzulamak ne kadar insani. Allah'ın dini insanlara sınırlar çizer ve mutlu olunacak bölgeleri belirtir. Aşktır bizim aşımız. Sevinçleri böylece çoğaltan zikirdir, dillerimizden düşürmediğimiz. İhtiyaçtan uzak olduğumuzu değil sonsuz ihtiyaçlarla O'na muhtaç olduğumuzu belirtmekte, namazımızda niyazımızda bunu böyle bilmekteyiz. Malın imtihan olduğunu söyleyen O, Bu meşakkatli yolda kendini imtihan etmek isteyen varsa gök kapıları açık. Allah'ın fakiri gözetin emirlerini ihmal eden servet sahipleri kıldıkları namazla, tuttukları oruçla buradan cennete kaç adım atacaklardır dersiniz? (Yunus Emre)
Malım mülküm servetim
Hepisi evde kaldı
Eşim dostum akrabam
Geçtiğim yolda kaldı
Dostlarımdan birisi
Benden hiç ayrılmadı
Allah için yaptığım
İyilikler bende kald (Hacı Bektaş Veli) [217]
Yasaklar koyup bunlarla kullarına insanca yaşama fırsatı tanıyan demektir.
Allah-u Teala'nın nehiylerine bakıldığında onların insan fıtratını korumakta olduğu görülür. Yalan söylemeyiniz, zina etmeyiniz, adam öldürmeyiniz, haram yemeyiniz iftira etmeyiniz, gıybet, hırsızlık etmeyiniz, söz taşımayınız, insanların ne yaptıklarını araştırmayınız, zulmetmeyiniz, hakaret etmeyiniz, kötü sözleri iftira, yalanı nakletmeyiniz, Allah'a ortak koşmayınız dinde tartışmayınız, Ana babaya öf demeyiniz, nehiyleri binlerce yıllık insan tecrübesi ile sabittir ki hayır ve iyiliğin ortaya çıkış vesilesi bunlardır.
Kötülüğün insanca anlamı yanında şeriatça da anlamı belirlenmiş bunu yapanlar uyarılarak kötülüğün insanlara kendi yapıp durdukları işlerden meydana geldiği yüce Tanrı tarafından defalarca belirtilmiştir.
Ey benim ezel kadehime sonsuzluğun
Aşk şerbetini dolduran Sakim
Senin rüzgarın değil midir ki
Beni bir yaprak gibi savurup durmadadır
Bunca zamandır elinden susuzluk içtim
Bekleyişlerim sınırsız bir koşuya döndü
Yakınında değil, sendeyim
Kainattan zerreye
An'dan an'sızlığa kadar dağılan bu zelzele
Benim davranışlarımda lisan aramaktadır.
Ey yüceliği kadar sınırsızlandığım
Ey ateşleri kadar susadığım
Güzeller güzeli
O sarhoş ben değilmiyim ki,
Duraklayışım da dönüşümde
Sonsuz bir ibadet olmuştur (Hz. Mevlana) [218]
Sıkıntı veren şeyleri kulun isteğine göre yaratan O olduğu gibi hayır veren şeyleri de halk eden O'dur.
Dert ve tasanın hayatta yer aldığını inkar etmemiz söz konusu değildir. İnsanların karşılıklı münasebetlerinde kendi anlayışlarına göre farklı bakış açılarının bulunması çok olağan iken yaşadığımız hayat ne hikmetse bunu çok çabuk unutturuyor ve insan sosyal ilişkilerinde hep kendini haklı çıkartacak biçimde davranıp başkalarını suçlayabiliyor. Bütün olaylar karşısında temkinli olmak dert ve tasanın nereden kaynaklandığını tesbit etmek gerekir. Sıkıntı insana kendi sınırlarını bilememekten gelir, önce zeka, akıl, feraset, maddi manevi güçlerimizin bizleri nereye götüreceğini çok İyi hesap etmeliyiz. Dertsiz insanın olamıyacağını da unutmayalım.
Hayırları insan eliyle yaratan Rabbimizin şanı çok yücedir. İnsana bu boyutta böyle bir cilve verilerek hayata sevgi oluşturulmaya çalışıldığını anlıyoruz. Bütün mahlukat O yüce Rabbin merhametinin hürmetine benlik, senlik vehimleriyle sevinip duruyor ve bundan da kendilerine pay çıkartabiliyor işin hakikatine gelince o da şudur.
Bu elem yurdu deni dünyanın Derdine mihnetine gayet yok Bir çürük diş gibidir bence bu can Çıkmadan sahibine rahat yok (Ferit Kam) [219]
"Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nuru, içinde lamba bulunan bir kandile benzer. Lamba cam içerisindedir. Cam, sanki inciden bir yıldız. Ne doğuya ve ne batıya mensub olmayan mübarek bir zeytin ağacının yağından yakılır. Öyle mübarek bir ağaç ki neredeyse, ateş değmese de yağı ışık verir. Işığı pırıl pırıldır. Allah dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah insanlara misaller verir. Allah herşeyi bilir. Bu kandil Allah'ın yükseltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerdedir. Onların içinde sabah akşam O'nu teşbih eder şanının yüceliğini anarlar." [220]
İman bir nur, hayat nurun aydınlığıdır. İçimizde O'nun parlak ışığı durur. Yoğun vücud değişen organlar ve hiç değişmeyen ilahi emanet arasında kalan bizler imtihanla karşı karşıyayız, İşimizi kolay kılacak ise sadece Rabbül Alemin.
Yüreklere ferahlık veren dinimiz insanlığın önünde sonsuz ufuklar açarak sevgi, kardeşlik ve barışa çağırır. Göklere yükselen minarelerden doğa ile uyumlu esenlik ilahileri yükselir ve Allah biteviye bizleri cennetine davet eder. İnsanın terkibi mutlak esenliğe ayarlı ama düşünceler bunun böyle olmadığını gösteriyor.
Uyuma nolur uyuma bu gece
Sen ey can, birlikte acı çekerken
Çek al uykuyu gözlerinden, uzak tut bu gece
O yüce sır, o giz vahyedildi bize bu gece
Sen ey Cennetin doruğundaki Tanrım
Sen ey yüceler yücesi
Cennetin yıldızlı göklerinde dönmektesin bu gece
Kartalın yükseklerde uçuşu gibi
Ruhun bir kahraman bu gece
Bu nasıl sessizlik her kes uykuda
Ben ve Tanrı, yalnızız, birlikteyiz bu gece
Bu nasıl kükreyiş
Yükseliyor mutluluk
Gerçek, parıldayan kanatlarıyla ışık saçıyor bu gece
Uyuma arkadaş, sakın uyuma gün ağrana dek
Yoksa bir daha hiç, hiçbir zaman görülmez bu gece
Arslan yıldızı Orion
Yay burcu, sümbüle, kan rengi ışıldamakta bu gece
Satürn geleceği bağlamakta var gücüyle
Venüs hayal gibi yüzmekte bu gece
Gökyüzü altın yağmurlar içinde
Susuyorum, işte dilim prangayla bağlandı
Ama genede söylüyorum, dilsiz dudaksız bu gece (Hz. Mevlana) [221]
Rehber, mürşid demektir. Allah-u Teala için kullanıldığında varlık ve birliğini kabul etmeleri maksadıyla insanları uygun yaratıp onları uyaran diye anlaşılabilir.
Uzun bir yoldayız, insanlık ailesinin fertleri olarak öncesizlikten sonsuzluğa doğru akış devam ediyor. Buhari kitabında şöylece geçen hadise bakalım. "Abdullah b.Ömer diyor ki: Rasulüllah (s.a.v.) eliyle omuzumu tuttu ve dedi ki "Dünyada garib bir kimse gibi yahud geçip giden bir yolcu gibi ol."
Vadedilmiş günler gelecek ama insanın tesbit ettiğim şu gerçeğini sizlerle paylaşmak istiyorum. Güzel yarınlar için insan bu gününü feda etmek istemiyor.
Rehberimiz Allah bizi sonsuz cennetine davet edip Firdevsin kapılarını açıyor. Aşkın çocukları bu çağrıya kulak vermeyecek misiniz?
"Rabbimiz O'dur ki herşeyi yaratmış sonra da onlara yol göstermiştir." [222]
"Onları buyruğumuz ile insanları doğru yola götüren önderler yaptık." [223]
"Hidayet edici ve yardımcı olarak Rabbin yeter."[224]
İlk kapı şeriattir emrü nehyi bildirir
Yuya günahlarını her bir Kur'an gecesi
İkincisi tarikat kulluğa bel bağlaya
Yola doğru varanı yargılaya hocası
Üçüncüsü marifet canın gözünü açar
Bu mana sarayının arşa değer yücesi
Dördüncüsü hakikat eren her şeyi bula
Bayram ola gündüzü, kadir ola gecesi (Yunus Emre) [225]
Örneksiz yapan, icad eden demektir.
Allah-u Teala'ınn yaratmasına bir örnek düşünülemez O "ol" demiş ve bütün alemler vücuda gelmiştir.
İnsanın yeni şeyler yapabilmesi elindeki malzemeyi çok iyi tanımasına bağlı, çevremizi saran eşyalar bütünle nasıl uyum gösteriyor buna hayret etmemek mümkün mü? Bilimlerle uğraşanlar varlığın sırlarına yaklaştıkça hayretlerini gizlemeyip O'nu tazimle anıyorlar. Bizim çok ötelere gitmemize lüzum yok, sevgi nasıl oluyor diye düşünsek bu yeter. Cazibenin oluşması sonra meydana gelen sıcaklık ve uyumla başlayan sonsuz beraberlik. Ey ruhum niye buralara ait olmadığını bana bu kadar fısıldıyorsun. Toprağa ait olan yerlerim sizlere söz geçiremezken O yüceler yücesine ait olan devamlı sahibini arzuluyor. Sahi ben nerdeyim O o'na ait bu toprağa?
Rabbin hidayetini isteyelim. Yarın yanlışlarımızı başkalarına yüklemek isteriz de bütün kapılar kapanmış olabilir. O devamlı yaratmaya devam ediyor, gözlerimiz O'nun nuruyla görüyor, yürek O'nsuz ıssız, efendim bu kulun daha ne kadar senlik, benlikle uğraşacak.
Ne ıska sabreder oldum ne akl ile yârım
Ne kârı başa çıkardım ne belli bir kârım
Ne derdi çekmeğe râzi ne isterim derman
Ne sıhhat üzreyim elhak ne safi bimanm
Ey dil bu yeter iki cihanda sana izan
Birdir bu iki olmağa yok bilmiş ol imkan
Hak söyleyecek sende senin ortada nen var
Alemde heman ben dediğindir sana noksan
Maruf olmaz kendüyi mahvetmiyen arif
Hakkı bulamaz batılı terketmeyen insan (Sultan Divani) [226]
Varlığına son olmayan demektir.
Hayat öyle dar alanları önümüze koyuyor ki kelimelerle ifadelendirdiğimiz her şey büyüsünü kaybedip, sır olmaktan çıkıyor. Ezel ne demek, ebed ne demek ve bunlar nasıl oluyor? insanın paradokslarından biri de karşısına çıkan zaman mefhumu. En çok beni ilgilendirdiğini düşündüğüm konuların başında insan düşüncesinin nasıl olupda kendince hep öteler ve kendinde olmayanları arzu edip bunları istemekle ömrünü geçirmek zorunda kalması gelmektedir. İnsan niye yetinmez ya da yaratılışdaki bu cilve nedir?
Hayat insana verilmiş bir armağan. İlk imtihanı da burada kaybetmiştik ya. Hazreti Adem'i Cennette bile sonsuzluğa sevk eden bir gün her şeyin biteceği değilmiydi? Öyleyse biz Habbimize secde eder insan olduğumuzu hatırlarız.
Fani varlık bu alemden çok çabuk ötelere gidecek, zaman kuru yapraklar gibi bizleri de savurup duracak. Dünya hayatı Rabbi anmadıktan sonra anlamını hiçlikte bile bulamaz. Baki kalan ve kalacak olan sadece O'dur ve O olacaktır.
Gül ateş, gül fidanı ateş, gül bahçesi ateş, ırmak ateş. Aşkın semender yaratılışlarına lale bahçesi olarak ateş yeter.
Saki, sevgili, meclisin mumu gibi öfkeyle yanar ateş gibi geldi, hemen eline bir kadeh tutuştur.
Yel, ümit gözümün goncesinden ateş çıkardı, bahar şimşeği de isteklerimin gül bahçesine ateş saldı
Aşıkların, beni ne çektikleri hasretin hayaliyle ah ettikçe ayrılık gecesinde yıldızlar, her solukta ateş saçar.
Ey Ay, gül bahçeleri, bana, sensiz oldukça her solukta cehennemden dem vurur, Ağaç ateş, fidan ateş gül ateş yaprak, meyve ateş
Ayrılık meclisinin mumu olduğum güzel yapmış, yakıştırmış. Gönül pervanesine bulaşmak ateş, beklemek ateş.
Galip, galibâtez dönüp dolaşan, varıp giden kalemin pek hızlı gitmiş olmalı ki yer ateş kesilmiş, zaman ateşe dönmüş, bütün süsler bezemeler ateş haline gelmiş. (Şeyh Galip) [227]
Bütün mahlukatın gerçek sahibi Rabbül Alemin her şeyin kendinde kaldığı tek varistir.
Mal, ilim, hikmet biriktirip bunlarla hayatı yaşanmaz kılanlar size de topladıklarınızdan sadece gam tasa kalacak. Hayatta Allah'ın koymuş olduğu mutlak ilkeleri bir ömür boyu görmezlikten gelenler topladıkları malları mezardan öteye götürebileceklerini mi zannediyorlar? İnsanlara hükmetmenin yolunun mal egemenliğinden geçtiği o kadar açık ki şer güçleri önce zengin daha sonra da zulüm ile toplumları idare edebiliyor hayatı yaşanmaz kılıyorlar.
Şeytanca bir tuzak var önümüzde. Hepimiz Leylasız Mecnun olduk. Hedeflerinden cenneti çıkartanlar bunun yerine ne koysalar hep hüsranla karşılaşıp bozguna uğrar yıkılır.
Adımız unutulunca, vücudumuz topraklarla buradan oraya savrulup durur. Kırlarda, denizlerde, peteklerde, gelen baharda hep insan zerreleri var, buna tahammül etmek her geçen gün daha da zorlaşıyor. Gözlerine baktığım her insanda Ademin gözyaşlarını görüyor kadınların ellerinden Havva'nın sunduğu mutluluk çiçeklerini aldığımı düşünüyorum. İnsan olmak zor iş!
Gider idim bende kendi işime
Aşkın doluları yağdı başıma
Avukattı benim tatlı aşıma
Ummanlara gark eyledi sel beni
Pir Sultanım ırak yoldan gelirsin
Gevherin kıymetin nasıl bilirsin
Eksikliğim çoktur sende bilirsin
Eksiklikle kabul eyle gel beni (Pir Sultan Abdal) [228]
Sabredici demektir.
İnsan kendinden hareketle Allah'a ne kadar yol bulabilir. Kendini bilenin tanıyacağı Rabbe övgüler olsun. Dünyanın düzenini O kurmuştur. Emirleri ve yasakları ile dünyaya düzen koyan Allah-u Teala'nın en büyük sırrı insanlara benzemeyip kendince olmasıdır. İçimizde yer alan duygular anaforu çoğu vakit makul düşüncelerden bizleri bile uzaklaştırmıyor mu? Allah'ı kendiniz gibi bilmeyin. İnsan sınırlı varlığı ile ancak bu kadar bir hayatı yaşayabilir buradan ötesini istemek için dil verildi ya. Sadece dünya nimetlerini isteyenlere bunlar verilecek ve onlar Rabbin kapısından boş çevrilmeyeceklerdir ama Cennetin ötesini isteyenlere Rabbin Cemali verilip huzura gark olacaklardır.
Acele ve tedirginlik insanın özelliği. Allah ise çok sabırlıdır. Bizlerin bilemiyeceği hikmetleri yaratan O'dur. insana insanca düşünüp yaşamak yakışır ama bu yolun hikmeti de işlere O'ndan bir ışık düşürmededir.
Hakkın dergahına tutmuşam elim
Gördüğüm halleri şerh eyler dilim
Yokluk ummanına uğradı yolum
Fena fillah oldum elhamdülillah
(Yunus Emre) [229]
Doğru yolu gösterip İslamla insanları şereflendiren demektir.
Allah-u Teala'nın bütün işleri takdir iledir. Tesadüflere yer yoktur. İnsan her olanın bir daha olmayacağını düşüne dursun ama yeni değişen işlerde bile intizam bulunur. Allah insanları esenliğe davet eder ve bunun adı da İslâmdır.
insanları irşad edenlerle onlara gelenler arasında ilk anda farkına varamayacağımız ilişkiler vardır. İnsanoğlu hep kurtarılmayı bekler ama bilmez ki kurtuluş diye bildiği aslında kendi ayakları üzerine yükselmesi, onurunu muhafaza etmesidir. Kamil insanlar olun diyorum ve bunu da yapabileceğiniz yol yüreklerinizden başlayıp O'na doğru gider. Gönül kapısını çalmayanlara aşk ülkesinin hazineleri verilmeyecektir. İnsanlık tarihinin kültürel birikimleri hikmetle aydınlatıldığında nurun üstüne düştüğü tarih sayfası konuşacak hal diliyle insan olmanın onurunu hatırlatacaktır.
Ne kadar severim yasanı
Bütün gün düşünürüm onun üzerinde
Buyrukların beni düşmanlarımdan bilge kılar
Çünkü her zaman aklımdadır onlar
Bütün öğretmenlerimden daha akıllıyım
Çünkü öğretilerin üzerinde düşünüyorum
Yaşlılardan daha bilgeyim
Çünkü senin koşullarına uyuyorum
Sakınırım her kötü yoldan
Senin sözünü tutmak için
Ayrılmam hükümlerinden
Çünkü bana sen öğrettin
Ne tatlı geliyor verdiğin sözler damağıma
Baldan tatlı geliyor ağzıma
Senin koşullarına uymakla bilgelik kazanıyorum
Bu yüzden nefret ediyorum her yanlış yoldan (Mem) [230]
[1] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 1.
[2] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 2.
[3] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 3.
[4] Nemi: 27/59-64.
[5] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 4-10.
[6] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 11-13.
[7] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 14-017.
[8] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 18-20.
[9] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 21-22.
[10] Haşr: 23.
[11] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 23-25.
[12] Bakara: 285, Nisa: 136.
[13] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 26-28.
[14] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 29-31.
[15] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 32-33.
[16] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 34-35.
[17] Haşr: 23.
[18] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 36-37.
[19] En'am: 1.
[20] En'am: 101.
[21] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 38-40.
[22] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 41.
[23] Haşr: 24
[24] El-İnfitar: 6 - 8
[25] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 42-43.
[26] Ali İmran: 6.
[27] Mümin: 64.
[28] Haşr: 24.
[29] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 44-45.
[30] Zümer: 53.
[31] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 46-47.
[32] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 48-49.
[33] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 50-51.
[34] Zümer: 53.
[35] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 52-53.
[36] Sebe: 26.
[37] Araf: 89.
[38] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 54-55.
[39] En'am: 59.
[40] Maide: 7.
[41] ibrahim: 38.
[42] Mülk: 14.
[43] Kaf: 16.
[44] Mü'min: 19.
[45] Hadid: 4.
[46] Sebe: 3.
[47] Taha: 7.
[48] Rad: 8- 10.
[49] Cin: 28.
[50] Fussilet: 47.
[51] Taha: 52.
[52] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 56-58.
[53] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 59.
[54] Rad: 11.
[55] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 60-61.
[56] Mü'min: 15.
[57] A'la: l4.
[58] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 62-63.
[59] Fatır: 10.
[60] Nisa: 139.
[61] Yunus: 65.
[62] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 64-65.
[63] Zümer: 60.
[64] Yunus: 95.
[65] Tevbe: 42.
[66] Hac: 30.
[67] Tevbe: 107.
[68] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 66-67.
[69] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 68-70.
[70] Meryem: 43.
[71] Yusuf: 43 - 49
[72] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 71-72.
[73] En'am: 114.
[74] Maide: 50.
[75] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 73-74.
[76] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 75.
[77] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 76-77.
[78] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 78-79.
[79] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 80-81.
[80] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 82-83.
[81] Kehf: 58.
[82] İsra: 25.
[83] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 84-85.
[84] Ali İmran: 31.
[85] Tevbe: 24.
[86] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 86-87.
[87] Rad: 9.
[88] Enbiya: 159.
[89] Bakara: 159.
[90] Fatır: 28.
[91] Ali İmran: 18.
[92] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 88-89.
[93] Lokman: 30.
[94] Sebe: 33.
[95] Mü'min: 12.
[96] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 90-91.
[97] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 92-93.
[98] Nisa: 85.
[99] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 94-95.
[100] Enbiya: 1.
[101] Enbiya: 47.
[102] Saffat: 4.
[103] Hakka: 18.
[104] Nebe: 27.
[105] A'lag: 6-8.
[106] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 96-97.
[107] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 98-99.
[108] Maide: 117.
[109] Nisa: 1.
[110] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 100-101.
[111] Alak: 3.
[112] İnfitar: 5.8
[113] Neml: 40.
[114] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 102.
[115] Furkan: 77.
[116] Bakara: 186.
[117] Rad: 14.
[118] Nemi: 62.
[119] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 103-105.
[120] Bakara: 115.
[121] Bakara: 261.
[122] Bakara: 268.
[123] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 106-107.
[124] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 108-109.
[125] Burç: 14.
[126] Hud: 90.
[127] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 110-111.
[128] Hud: 73.
[129] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 112-113.
[130] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 114-115.
[131] Hac: 6.
[132] Hac: 62.
[133] Fussilet: 53.
[134] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 116-117.
[135] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 118-119.
[136] Bakara: 165.
[137] Kehf: 39.
[138] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 120.
[139] Yunus: 61.
[140] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 121.
[141] Şura: 9.
[142] Araf: 155.
[143] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 122-123.
[144] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 124-125.
[145] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 126-127.
[146] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 128-129.
[147] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 130-131.
[148] Rum: 50.
[149] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 132-133.
[150] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 134-135.
[151] Furkan: 58.
[152] Taha: 111.
[153] Mü'min: 65.
[154] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 136-137.
[155] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 138-139.
[156] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 140-141.
[157] Nisa: 175.
[158] En'am: 88.
[159] Nur: 21.
[160] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 142-143.
[161] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 144-145.
[162] Talak: 3.
[163] Ahzab: 3.
[164] Tegabun: 13.
[165] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 146-147.
[166] Tarık: 8.
[167] Ahkaf: 33.
[168] Yasin: 81.
[169] İsra: 99.
[170] En'am: 37
[171] En'am: 65.
[172] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 148-149.
[173] Yunus: 4.
[174] Hud: 6.
[175] Fatır: 3. Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 150.
[176] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 151.
[177] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 152-153.
[178] Hadid: 3.
[179] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 154.
[180] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 155.
[181] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 156.
[182] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 157.
[183] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 158-159.
[184] Rad: 11.
[185] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 160-161.
[186] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 162-163.
[187] Bakara: 37.
[188] Bakara: 54.
[189] Bakara: 128.
[190] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 164.
[191] En'am: 59.
[192] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 165.
[193] Bakara: 24.
[194] Ali İmran: 12
[195] Nisa: 56.
[196] Enfal: 36.
[197] Tevbe: 34.
[198] Zümer: 24.
[199] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 166-167.
[200] Bakara: 267.
[201] Maide: 3.
[202] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 168-169.
[203] Nahl 7
[204] Bakara: 143.
[205] Hac: 65.
[206] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 170.
[207] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 171.
[208] Bakara: 83.
[209] Araf: 33.
[210] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 172-173.
[211] Er-Rahman: 27.
[212] Rahman: 78.
[213] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 174-175.
[214] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 176-177.
[215] Fatır: 15.
[216] Zümer: 7.
[217] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 178.
[218] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 180.
[219] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 181.
[220] Nur: 36.
[221] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 182-183.
[222] Taha: 50.
[223] Enbiya: 73.
[224] Furkan: 31.
[225] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 184.
[226] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 185.
[227] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 186-187.
[228] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 188.
[229] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 189.
[230] Ali Büyükçapar, İsm-i Azam (Esma-ül Hüsna), İnsan Saati Yayınları: 190-191.