KONULAR

BİZ İŞ YAPAN BİR CEMİYETMİYİZ? DÂVAMIZ YENİ BİR STRATEJİDE BEŞİNCİ TOPLANTİ RİSALESİ

 

 

HASAN EL-BENNA HAKKINDA

 

Asrımızda isiâm dâvasının öncüsü olduğu için Hasan el-.Bcnna'ya «İmam» ve «Mürşid'ül-âm» unvanları verilmiştir. Başlattığı dâvayı yürütürken bir suikaste kurban gittiği için de «şehid» deniliyor.

Hasan el-Benna, Hicri 1324 - Miladî 1906 yılında, Mısırın iskenderiye şehri yakınlarındaki Mahmudiye kasabasında dünyaya geldi. Babasının adı Ahmed. dedesinin adı Abdur-rahman el-Benna'dır. Babası ilim sahibi ve büyük muhad-dislerdendi.

Hasan el-Benna ilk ve orta tahsilini kendi kasabasında yaptıktan sonra yüksek tahsil için başkent Kahire'ye gitti \e Kahire üniversitesinin Darul-Ulûm Fakültesinden mezun o!du. Yüksek tahsilden sonra Ismailiye şehrinde lise öğretmenliği yapmaya başladı.

Küçük yaşta yeteri kadar din bilgisi almış, çok miktarda ayet ve hadis ezberlemişti. Müslümanlığını severek yapıyordu. Yüksek tahsili sırasında kendini kitap okumağa vermişti. Yeteri kadar islâm! bilgisi bulunduğu için, daî'a çok   islâm ideolojisi   dışındaki  kitapları  okuyor  ve   islâm

(O Bu bilgiler Zerkalînin  «El-A'lâm» adlı kitabıyla  Saîd Ramazan'ın   «El-Havatır»  adlı   eserinden   derlenmiştir.

(Mütercimler)

 

prensipleriyle mukayeseler yapıyordu. İslâm nizamı yanında bütün ideolojilerin sönük kaldığını gördükçe İslama daha çok sarılıyor ve onu, içine sindire sindire yaşıyordu.

Hasan el-Benna, islâm dininin sahabe devrindeki yaşa-nış şekline sonsuz hayranlık duyardı, tslâmın bugün de aynı şekilde yaşanmasını, müslümanların o temiz ve berrak hayata tekrar kavuşmasını isterdi. O hayata dönüldüğü takdirde islâm aleminin maddi ve manevi bütün problemlerinin çözüleceğine sonsuz inancı vardı, tslâmı iyi bilen herkesin bu inancı taşıyacağını söylerdi. Müslüman olup ta bu inançtan mahrum yaşayan kimselerin islâm dinini iyi öğrenmemiş olduklarını, ve bu yüzden o inanca eremediklerirv sık sık tekrarlardı. Bu yönleriyle onları mazur görmeye -çalışarak: «tslâmı birbirimize öğretmeliyiz. Felâketler cehaletlerden doğar. Her şeyden önce mukaddes dinimizi iyi öğrenmeye, öğretmeye ve toplum olarak onu yaşamaya mecburuz» derdi.

İmam Hasan el-Benna, inandığı islâm dâvasını gerçek müslümanlara açmak ve aynı istikamette onları biraraya .getirmek istiyordu. Bunun için de halka inmek ve işe. henüz bozulmamış olan halk tabakasından başlamak gerekiyordu. Ismailiye'de öğretmenlik yaparken, bu fikrini ilk defa, kültürlü ve dindar olan yakın arkadaşlarına açtı. Onları ikna etti. Fikir birliğine vardılar. Birlikte kahvelere gidiyorlar, kahvede vakit öldüren müslümanlara son derece hoşgörü içinde sokuluyorlar, onlarla tatlı tatlı sohbetler yapıyorlar ve günün birinde birkaçını alıp namaza götürmeye muvaffak oluyorlardı. Sonra onlar da, islâmı ve müslümanların gerçek görevini daha iyi öğreniyor ve dâva kervanına katılıyorlardı.

Böylece adetleri çoğaldı. 1929 yılında, merkezi Ismailiye-de olmak üzere «İhvan-ı Müslimin» (Müslüman Kardeşler'1 adlı malûm teşkilâtı kurdular. Hasan el-Benna 23 yaşındaydı. Teşkilâta başkan seçildi. Kendisine «Mürşid'ül-âm» unvanı verildi. Artık şehir-şehir, köy-köy, kasaba-kasaba dolaşarak Konferanslar veriyorlar, sohbetler yapıyorlar ve islâm dâ-

vasının önemini müslümanlar arasında yaymaya çalışıyorlardı. Her gittikleri yerde teşkilâtın bir şubesi açıldı. Teşkilât her gün biraz daha genişliyordu. Müslümanların kızlarını dini terbiyeyle yetiştirmek ve kadınları da bu dâvaya katmak için Ismaüiye'de bir de «Müslüman Anneler Enstitüsü» kuruldu.

Bu arada Hasan el-Bcnna'nın öğretmenlik görevi Kahi-re'ye nakledildi. Dolayisiyle, teşkilâtın genel merkezi de Kahire'ye getirildi. Müslüman Kardeşlerin son derece ihlâs ve samimiyetle başlattıkları bu dâva Kahire'de büyük bir sevgiyle karşılandı. Teşkilât çemberinin gün geçtikçe genişlemesi o gün için Mısırı sömürge gibi kullanan İngiltcre-nin dikkatini çekmeye başlamıştı.

ilıvan-ı Müslimin Teşkilâtı islâmın iyi öğrenilmesine, toplum dertlerinin islâm prensipleriyle tedavi edilmesine çok •önem veriyordu. Mısır'ın bir çok yerinde enstitüler, okullar, hastahaneler ve talini terbiye yerleri açtı. Kahlre'de günlük, «ihvan-ı Müslimin» gazetesi çıkarılıyordu. Bu gazete Mür-şid'ül-âm Hasan el-Benna'nın minberi sayılıyordu. Teşkilât gün geçtikçe genişledi ve Mısır'ın sınırlarını da aşarak bir çok arap ülkelerinde şubeler açıldı, islâm aleminde en kuvvetli teşkilât haline geldi.

O tarihlerde Mısır krallıkla idare ediliyordu. Kral ve Mısır hükümeti bu teşkilâtın devamlı büyümesi karşısında ¦endişe duymağa başladı. Müslümanların islâm prensiplerine bağlanarak birlik haline gelmesi, İngiltere, Fransa, Amerika gibi batılı ülkeleri daha çok düşündürüyordu. İslâm alemi gerçek mânada Kur'ana sarılıp tek kuvvet haline gelirse dünya stratejisi ters dönecekti, özellikle İngiltere bu teşkilâtın dağıtılması için Mısır hükümetine baskı yapmağı başladı. Hükümet teşkilâtın faaliyetlerini engelliyor ve kapatmak için bahaneler arıyordu. Kapatmak mümkün olmadı. Fakat, büyük lider Hasan el-Benna, 1949 yılı Şubat Ayında tertiplenen bir su-ikastla şehid edildi. Şehîd olduğunda henüz 43 yaşını doldurmamıştı. Seyyid Kutuplar, Mu-hainmed Kutuplar, Şeyh Fergali'ler,  Abdulkadir  Udeh'ler

\

Sald Ramazanlar ve daha yüzlerce islâm mücahidi  onun mânevi medresesinde yetiştiler.

Bu yolda şehid olan bütün mücahitlere Hak Teâlâdan sonsuz rahmetler diler, hayatta olanlara ise muvaffakiyetler niyaz ederiz,.

Mütercimler

BİZ İS YAPAN BİR CEMİYETMİYİZ?

MUKADDİME(')

Hamdolsün Âlemlerin Rabbi olan Allah'a... Hayırlı netice Allah'tan korkanlarındır... Peygamber Efendimiz (S.A.V.)e, O'nun âline ve ashabına, kıyamete kadar O'nun getirdiği dine davet edenlere salât ü selâm olsun...

Bu mübarek risale, Müslüman Kardeşlerin umumî mürşidi, ıslahatçı ve hicretin 14. asrında islâmî ilerlemeye yeniden ruh veren Şehid Hasan el-Bennâ' nın kaleminden dökülmüştür.

Merhum bu risaleyi makaleler halinde yazıyordu. Müslüman   Kardeşler  Gazetesinde  neşrediliyordu.   Bu

(1) Bu mukaddime Muhr-nmed Mahmud es-Savvafa aittir.

  15 —

Tİsâlesiyle birçoklarının dillerine doladıkları şu suale cevap veriyordu:

«Müslüman Kardeşler Cemaati iş yapan bir grup mu? Bu teşkilatın azaları söylediklerini yapıyorlar mı?»

Müslüman Kardeşler Dâvasının güneşi doğunca insanlar bu teşkilat hakkında sualler soruyorlardı. Onların dâvalarının nuru islâm Âlemine yayılmış, zulmetleri kaldırmıştı.

Merhum Hasan el-Bennâ İslâm Dâvasını ve âlemlerin Rabbinin bütün- insanlığa gönderdiği hak dinden ibaret olan bu mübarek dâvanın hedef ve gayelerini .açıklıyordu.

Müslüman Kardeşler, Allah'ın kelâmını ve peygamberin hadislerini ezberliyorlar, emirlerini tatbik ediyorlar ve bu dâvaya dair kendilerine düşeni noksansız yerine qetiriyorlardı. «iman edenlerden, Allah'a verdiği ahitte sadık olan adamlar vardır. Kimi bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir. Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir.» (-)

Merhum Hasan el Bennâ bir konuşmasında şöyle diyordu: Bazı kişiler milletin ahlâkını İlim ve Kültürle,

•<2) Ahzab  Suresi:  23

16 —

bazıları Edebiyat ve Fen yoluyla düzeltmek isterken, bir kısmı da Beden Eğitimi yoluyla düzeltmeyi arzu ettiler.

Bu kimseler bu kelimelerin manalarım beyan ederken ya hakikate ulaşmışlar veya hata etmişlerdir. Burası teknik ve izah yeri değildir. Ancak şunu ifade etme-, isterim ki, Müslüman Kardeşler milletin ruhunu İslah etmek için en tesirli vasıtanın «DİN» olduğuna inanmışlardır. Keza İslâm dininin bütün ıslahat yollarının iyr taraflarını içine alıp kötü yönlerinden uzak olduğunu bilmektedirler. Bunun için islâm'a sımsıkı bağlanmışlar, bütün gönüllerini ona vermişlerdir...»

Merhum, haklı oiarak nefisleri temizlemek için en tesirli vartanın «Din» olduğunu söylemiştir. Evet... Din kalpleri diriltir, vicdanları uyandırır, mü'minlerin içinde, asla gâfıste düşmeyen bir ilâhî bekçi meydana getirir.

Din, insanları hayra sevkeder. Kötülüklerden alı-koyar. Nefsi arındırıp yüceltmeye davet eder. Ruhları temizleyip tasfiye eder: «And olsun ki, nefsini temizleyip yücelten kurtuluşa ermiştir. Onun gerçek yüzünü gizleyen ise ziyana uğramıştır.»(3)

(3) Şems Suresi: 9-10

— 17

Risaleler 4 F : 2

Din, nefislerin zulmetini aydınlatan, ruhları nûr-landıran, Allah'u Tealânın rahmetinden bir parçadır. Din, gönüllere yerleşir, insanlar onu tadarlarsa artık her şey din uğrunda feda edilir. «De ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, hazırladığınız mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz alış-ve-riş ve hoşlandığınız yurtlar; sizin için Allah'tan, O'nun Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, o halde Allah emrini gönderinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar güruhunu hidayete kavuşturmaz.»^)                        '

Evet... Dine davet ediyoruz. Gençlerin, şahsî arzu ve menfaatlerden uzak olan, dünya ve âhirette şeref ve saadeti garanti eden bu dâvaya yönelmelerini istiyoruz.

«Allah içinizden iman edip salih ameller işleyenlere vaad etti ki, onlardan öncekileri nasıl varis kıl-dıysa onları da yeryüzünde varisler kılacak ve onlar için seçtiği dini yeryüzünde yerleştirecek.»^)

islâm Dâvası hayır ve saadet davasıdır. Sulh ve hürriyet davasıdır. Kemâl ve izzet davasıdır, islâmı yaşa-

(4)  Tevbe Suresi: 24

(5)  Nûr Suresi: 55

— is-

 şeref ve haysiyete kavuşmuştur. Hem kendi, hem de milleti için dünyada izzetle yaşamayı, âhirette de mes'ud olmayı garanti etmiştir:

«Ey Rabbimiz!.. Bizlere dünyada da âhirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru.»(s)

Gençlere tavsiyem, Şehid Hasan el-Bennâ'nın risalelerini okusunlar. Bu risaleler, isiâmı insanlara başarılı bir surette arzeden değerli risaleleridir.

Zira, bu muhterem zât, islâm Dinini —Allah'ın lütfü ile—- iyice anlamış durumdadır. Allah ona, yaptıklarının kat kat mükâfatını versin. Cenâb-ı Hak bizi de islâmın gaye'sini gerçekleştirmek, sancağını dikmek için çalışan cemaattan eylesin, islâmın askerleri kılsın. Bizleri doğru yola şevketsin yardım eylesin.

O ne güzel Mevlâdır, ne güzel yardımcıdır. Ham-dolsun Âlemlerin Rabbı ALLAH'a...

M una mm ed Mahmud es-Savvâf

(6) Bakara Suresi:  201

— 19

1 ÇALİŞİYOR MUYUZ?

«insanları neye davet ediyoruz?» başlığı altında yazdığımız geçmiş makalelerde insanların dillerine doladıkları birtakım suallere cevap vermiştik.

, insanlar, Müslüman Kardeşleri desteklemeye davet eden herkese karşı şu suali soruyorlardı: «Müslüman kardeşler bizi neye davet ediyor?» Zannedersem önceki makalelerde gayemizi açıklamıştım. Bu sualin cevabı bu şekilde verilmiş oldu. Artık Müslüman Kardeşlerin dâvasmm içyüzünü öğrenmek isteyen kimse için bir zorluk kalmıyordu.

Ağızlarda dolaşan diğer bir sual de şudur: «Bu cemaat iş yapan bir cemaat midir? Bu grup gerçekçi grup mudur? Bu teşkilâtın azaları söylediklerini tatbik ediyorlar mı?»

Müslüman Kardeşlerin Dâvasını desteklemeye çalışan herkes bu sual ile karşılaşır. Halbuki Müslüman Kardeşler gece-gündüz çalışırlar. Kimseden ne ücret ne teşekkür beklerler. Yaptıklarını yalnız Allah için yaparlar. Attıkları her adımda ancak Allah'ın destek ve yardımına güvenirler. «Zafer ancak Allah katındandır.»(7}

(7) Ali-imran: 126

— 20 —

Müslüman Kardeşler azalarının nsrbirinin sloganı şu ayettir: «Gücümün yettiği kadar ıslah etmekten başka bir isteğim yoktur. Muvaffak olmam ancak Allah taraf ındand ir. Ona güvendim. O'na yöneliyorum.»(s)

Bu suali soranlar şu beş sınıftan biridir:

1   — Her şeyle istihza eden, her şeyi küçümseyen, sözünün nereye gittiğini bilmeyen  kimsedir.  Bu tip insanlar sualleriyle sadece insanlarla, prensiplerle, ıslahatçılarla eğlenmek isterler. Çünkü onlar şahsî menfaatlerinden başka  birşey bilmezler. Ancak  kendileri için bir çıkar temin edecek şeylere önem verirler.

2  — Kendinf bilmeyen ve insanların ne yaptığını idrâk edemeyen kimsedir. Bu gibi insanların ne bir gayesi, ne düşüncesi, ne de inancı vardır.

3  — Lâf üreten, yaldızlı sözler söyleyen, bir şey bilmediği halde dinleyicilerin kendine âlim demeleri için manalı, mantıklı konuşmak isteyen, birşey yapmadığı halde kendini çalışmayı sever gösteren, çalışmadan ayrılmaz hissini veren kimselerdir. Bu gibi insanlar.

(8) Hûd Suresi: 88

— 21

\

sözleriyle özlerini yalanladıklarını kendileri de bilmektedir. Fakat bu gibi sözleriyle hatalarını, düşük taraflarını, yersiz, gururlarını örtmek isterler.

4 — Kendini hakikata davet edeni aciz bırakmak isteyenlerdir. Böylece hakikat yolcusunu acze düşürmekle, tembelliğini, gevşekliğini ve ihmalkârlığını, millet ve memleket için çalışmadığını ileri sürerler.

Şu dört gurubun sözlerinin hakikate uymadığına en büyük delil şudur: Onları çalışmaya çağıran onlara meyve veren programları açıklasan, ellerinden tutup Hak yola götürmek istesen yüzlerini çevirirler, boyunlarını bükerler, ne yapacaklarını şaşırırlar, geldiklerine pişman olurlar. Oturup kalkmalarından,, hareket tarzlarından tereddüt içinde oldukları anlaşılır. Bakarsın ki çeşitli mazeretler beyan etmeye başlarlar. Çeşitli vesileler ile (Hakikat yoluna gelmemek için) senden yakalarını kurtarmaya çalışırlar.

Halbuki daha önce çalışalım diye bağırıp dururlardı. Bu hususta seninle tartışırken laf üretirlerdi.

işte bu gibi insanlar, şu hikâyede geçen korkağa benzerler: Bir adam, okunu, yayını, kılıcını, kınını, silahını, bıçağını tam teçhizat hazırlar. Her gece bunlara

22

bakıp durur, kahramanlığını göstermek için karşısında düşman bulunmadığına üzülür.

Bir gece hanımı, bu adamın gerçek kahraman olup olmadığını öğrenmek ister. Seher vaktinde yardım isteyen birinin sesiyle kocasını uyandırır: «Ey falan, kalk! Atlıların baskınına uğradık.» der.

Adamcağız uyanır, korkudan yüzü sapsarı, bütün vücudu tir tir titremeye başlar. Ne yapacağını şaşırır ve korkudan apışıp kalır.

Şairin dediği gibi:

«Korkak tek başına kalınca. Vurup kırmayı arzu eder...»

Allah'tı Tealâ bu gibi kimseleri şöyle vasıflandırıyor: «Muhakkak ki ALLAH içinizden sizi harpten geri bırakanları ve kardeşlerine: «Bize gelin,» diyenleri bilir. Halbuki onlar pek az zaman savaşa gelirler. Size karşı pek kıskanç ve cimridirler. Korku gelince ölüm baygınlığına düşen gibi, gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince elde edilen hayrı kıskanarak, sizleri iğneli dilleriyle eleştirirler, işte bunlar iman etmemişlerdir. Allah'ta yaptıklarını kabul etmemiştir. Bu Allah için çok kolaydır.»(')

(9) Ahzab Suresi: 18-19

— 23 —

v. Bizim bu gibi insanlarla dâvamız yoktur. Bunlara cevabımız şudur: «Allah size selâmet versin... Biz cahilleri  istemiyoruz.»(")

Biz, bu gibi insanlar için yazmayız, bunlar için konuşmayız. Çünkü biz uzun zaman bunların iyi olacaklarını ümid ettik. Yaldızlı sözlerine aldandık. Nihayet iç yüzleri ortaya çıktı. Harcanan vakitler boşa gitmiş oldu. Sarf edilen gayretler bir netice vermemiş oldu. Bizi yolumuzdan geri bırakmış oldular, Bu tip insanların çok çeşitlilerini gördük. Artık en basit bir meselede dahi bunlara güvenemez olduk.

5 — Beşinci bir gurup insanlar vardır ki, sayıları az ama gayretleri çok nadir fakat değerli insanlardır.

Bunlarıda, dâvaya ortak olmaya ve dâvayı desteklemeye çağırdığında samimi olarak: «Bu cemaat iş yapan bir cemaat mıdır?» sualini sorarlar.

Bu guruptan olan insan, gayretlidir, kalbi heyecanla doludur. Çalışmayı sever hayırlı netice verecek bir işin yolunu bilse hemen ona atılacaktır. Mücahidtir, fakat kahramanlığını gösterecek meydanı bilmez. Çünkü

(10) Kasas Suresi: 55

insanları süzmüş, kuruluşları incelemiş, çeşitli teşkilatlara girmiş çıkmış fakat kalbini tatmin edecek, gönlünü huzura kavuşturacak, heyecanını giderecek, vicdanını razı edecek bir şeyi bulamamıştır. Şayet aradıklarını bulsaydı en önde koşacaktı, bin kişiye bedel olacaktı. Alnı açık yüzü ak olarak çalışanlar zümresinden olacaktı.

İşte istenilen insan, aranılan cevher budur.

Bu gibi insanın kulağına bu dâva ulaşınca şu iki kimseden biri olacağında şüphem yoktur: Ya bu dâva için ciddiyetle çalışanlardan olacaktır veya bu dâvayı kalpden sevenlerden biri olacaktır. Başka bir tip olma ya çaktır.

Biz, işte bu tip insanlar için yazıyoruz. Bunlara hitap ediyoruz. Bunlara derdimizi anlatıyoruz.

Bu dâvanın askerlerini seçmek ise Allah'a aittir. Biz ona karışamayız. Allah (C.C.) dilediğini seçer.

«Muhakkak ki sen her sevdiğini hidayete erdiremezsin. Fakat Allah dilediğini hidayete erdirir.»(") inşallah arzumuza nail olacağız. «Allah hakkı söyler, O doğru yola sevkeder.»('-)

(11)  Kasas Suresi: 59

(12)  Ahzab Suresi: 4

— 24 —

— 25 —

Onları iyice tanıma-

II ÜMİTSİZ OLMA SAKINI

Biz madeni, temiz, asaletti, azimkar, çalışkan, temiz ruhlu, hakiki mürşid bulamadığı için ümidlerini gerçekleştiremeyen ve şu şairin vasfettiği gibi olan insanlara sesleniyoruz:

Beni insanlardan soğutan., marndır.                       /_

Arkadaşları uzun zaman... Birci W»er tecrübe et-memdir.

Önceden iyi sandığımdan... Sonradan fenalık gör-

memdir.

Evet biz, bu gibi insanlara hitap ediyoruz ve şunu söylüyoruz: Şimdi sen, yeni bir davanın önündesin, henüz kurulmuş yeni bir cemaatın karşısındasın. Bu cemaat seni, birlikte çalışmaya, kendilerine katılmaya, her müslümanın ümidi ve arzusu olan gayeye doğru hep birlikte yürümeye davet ediyor. Bu dâvayı gerçekleştirecek vasıtaların neler olduğunu sormak hakkınızdır. Fakat sizi neye davet ettiklerini inceleyip anlamanız da vazifenizdir.

Bir zaman cemaatımıza katılmaya  davet ettiğim

— 26 —

bir arkadaş çok hoşuma gitmişti. Bu arkadaş her kelimeyi incelerdi. Söylenilen her sözü tartışırdı, ikna olunca açıkça fikrini ortaya koyardı. Boşuna konuşmazdı.

Bu arkadaş şimdiye kadar durmadan çalışmaktadır. Aynı tutumunda devam etmesini Cenâb-ı Hük'tan niyaz ederim.

Bu gibi kardeşlerime şu noktaları arzedeceğinı: «Müslüman Kardeşler iş yapan bir cemaat mıdır?» sualini sormaktansa, Müslüman Kardeşler teşkilatına girmemiz, onlarla beraber çalışmamız, eğer onları istediğimiz gibi bulursak onlarla kalmamız, aksi takdirde teşkilâttan çıkmamız bizim için daha hayırlı olmaz mı?

Çünkü Müslüman Kardeşler teşkilatına girip çıkmak tamamen serbesttir. Ve teşkilâtın bütün faaliyetleri açıktır. Gizli kapalı bir şey yoktur.

Arap gramercilerinin arasında geçen, şöyle bir hikâye anlatırlar: «ELFİYE-TUL b. Malik» adlı gramer kitabının kaç beyitten ibaret olduğunda ihtilaf etmişler, içlerinden zekâlı biri hemen kalkmış kitaptan bir nüsha getirmiş «buyurun, sayın bakalım kaç beyittir» demiş. Bunun üzerine ihtilâf sona ermiş...

İşte kardeşim, Müslüman Kardeşler Teşkilatı her tarafta bulunmaktadır, insanları teşkilâta davet ediyor,

— 27 —

Kapılarını sonuna kadar açıyor. Teşkilâtlara teşrif edin. Eğer istediğinizi bulursanız Allah'ın tevfikiyle devam edin. istediğini bulamazsanız siz de şu şair gibi söyleyin:

«Bîr memleket sevmezse beni. Veya sevmezsem ben o ülkeyi; Çıkarım daha şafak atmadan, Şahin kuşuyla erkenden oradan.»

Bize sualler tevcih eden bu değerli arkadaş, teşkilâtımızın fertlerden meydana geldiğini, her fert bu soruları yöneltirse cemiyetin teşekkül edemiyeceğini bilmez mi?

Birçoklarının aldandığı bir aklî hile ve aldatmaca vardır.  Birtakım parçalardan meydana gelen bir şevi parçalarından   ayrı    birşey sanarlar. Meselâ: Sandal-j yeyi tarif ederken. Sandalye bir oturak, bir yastık ve| dört ayaktan müteşekkil bir şeydir dersek bu bir aldatmacadır, doğru değildir. Çünkü sandalye bu üç şeyder meydana gelir. Bu üç şeyi birbirinden ayırdıktan sonra artık ortada sandalye kalır mı? Hatta bir cisim görülüp mü?

— 28 —

Bunun gibi insanlar, fert ve cemaatlere karşı telâkkilerinde aldanmaktadırlar. Cemaatların başka, fertlerin başka bir şey olduğunu sanarlar. Hakikatte cemaat fertlerden başka bir şey değildir. Fertler cemaat;. meydana getiren birer temel taşlardır... Şu halde cemaat demek fert demektir.

Bizleri bu hatalara sürükleyen sebepler, alışageldiğimiz tembellik ve bütün yükleri tek bir ferde yükleme veya mes'uliyeti başkalarına atma alışkanlığıdır.

İşte böyle mes'uliyetten kaçan bir insan ihmalkârlıktan kurtulamaz. Kimse de ona istediğini vermez.

islâm Dinine kalpten bağlı olan her müslümana haykırıyorum: Asrımızdaki her islâmî teşkilat, düşünen ve çalışan fertlere son derece muhtaçtır, cesaretli ve becerikli elemanlara şiddetle ihtiyaç duymaktadır. Kendinde bu vasıfları bulan her kişinin tek bir dakika dahi olsa maddî ve manevî cihadtan geri kalması haramdır, günâhtır.

Evet... Bizlere soru yönelten kardeşler, kendini davet eden bir cemaate katılmak istemezler mi? Eğer bu cemaatı iş yapan, hâkkıyle çalışan kimseler olarak görürse memnun olacak ve huzura kavuşacaktır. Bu şekilde bulmazsa kuvvetli şahsiyetle ve nüfuzuyla bu cemaati çalışma ve faaliyete sevkedecektir. Şayet başara-

— 29 —

mazsa Allah'a karşı mazurdur. Vicdanen müsterih olur. Halbuki bu dâvanın sahipleri, her ilim sahibinden daha üstün bir ilim sahibi bulunduğuna, her fikir sahibinin kendi re'yini açıklamaya hakkı olduğuna inanırlar. Yine insanların en doğru görüşlüsü, en çok akıllısı, en olgun fikirlisi olan H.z Muhammed Mustafa (S.A.V.) nın Bedir Muharebesinde Habbâb (R.A.) in görüşünü, Hendek muharebesinde Selmân-ı Fârisi'nin görüşünü kabul ettiğini çok iyi bilirler.

Bu dâvama sahipleri, kendilerini doğru yola götürecek herkesin fikrini memnuniyetle kabul ederler.

Şayet bu soruları soran kardeş bir kere, iki kere veya daha fazla tecrübe etmişse neticede ümitsizliğe düşmesin. Tekrar başvurması onun üzerine düşen bir vecibedir. Çünkü ümitsizliğe düşerse büyük hayırlar kaybeder ve şu avcıya benzer: Birgün avcı denizde büyük bir balığa tesadüf etmiş, hemen o anda suyun dibinde, içinde inci bulunduğunu zannettiği bir sedef görmüş, balığı bırakıp sedefi almış. Bir de ne görsün sedefte hiçbir şey yok... Tekrar avlanmaya dönmüş. Bu defa küçük bir balığa rastlamış. Onu avlamakta iken suyun dibinde içinde inci bulunan sedef gözüne çarpmış.

 

Adam ilk tecrübesine dayanarak sedefi bırakmış, küçük balıkla yetinmiştir. Böylece büyük kaybı olmuştur.

Yahut şu ördeğe benzer: Birgün suyun içinde dönüp dolaşan ördek suyun üzerinde gezen bir gölgeyf balık sanmış. Gagasıyla durmadan onu tutmaya çalışmış. Son derece yorulmuş, bir şey elde edememiş. Derken suyun içinde gerçekten balığı görmüş, bu defa onu gölge sanmış. Balığı yakalamak için çalışmamış. Böylece fırsatı kaçırmış, ümitlerini yitirmiştir.

— Ey kardeşim!.. Şayet ilk tecrübelerin başarısız olduysa bu avcı ve ördek misâli olma. Gel, hakikat kervanına sen de katıl.—

Bu notları, İslama kalbden inananlara açıklıyoruz. Onları Müslüman Kardeşlerin dâvasına katılmaya davet ediyoruz. Gelsinler, tecrübe etsinler, tembellik etmesinler. Hakikat kervanına katılsınlar. Doğru bulurlarsa teşvik etsinler. Başarısız tecrübeleri kendilerini engellemesin, ümit ederiz ki, Müslüman Kardeşlerden kendilerini memnun edecek şeyler göreceklerdir, inşaal-lah.

Gelecek makalede Müslüman Kardeşlerin âz da olsa başardıkları hizmetleri hülâsa etmeye çalışacağız. Böylece «Müslüman Kardeşler iş yapan bir cemaatmı-dır?» sualinin cevabını vermeye çalışacağız.

_ 30 —

— 31 

YAPILAN HİZMETLER

Birçok kardeşlerimiz, faydalı hizmetler yapan, her kurulduğu yerde ebedî eserler bırakan teşkilâtın bu faaliyetlerini takdir ederler.

Dolayısıyla bu makalede, Müslüman Kardeşler Teşkilâtını bu kıstasla ölçerek bu kardeşlerimize cevap vermeye çalışacağız. Gelecek makalelerimizde bu teşkilâtı daha başka terazilerle ölçeceğiz.

Müslüman Kardeşler fikri, Mısır'da ellinin üstünde şehirde yayılmıştır. Yayıldığı hemen hemen her şehirde faydalı projeler, yararlı teşkilâtlar kurmuştur. Müslüman Kardeşlerin başlıca faaliyetleri şunlardır:

1 — ismâiliye şehrinde: Müslüman Kardeşler camii ve lokali açılmıştır. Erkekler için islâmî Hira Ens-

— 32 —

t.'tüsü, kızlar için Müslüman Anneler Medresesi kurulmuştur.

2  — Şubrâhît'te: Yine Müslüman  Kardeşler Camii ve lokali açılmıştır, İslâmî Hira Enstitüsü kurulmuş ve bu büyük binanın yanında teknisyen okulu kurulmuştur. Bu okulda Enstitüde başarı gösteremeyen talebeler okumaktadırlar. TeşkiJâtımız bu okulda talebelere her imkân; temin etmeye çalışmaktad r. Ve talebelerimizi kültürlü elemanlar olarak yetiştirmek istemektedir.

3  — Mahmudiye el-Buhayra'da: Bu gibi hizmetlerin yanısıra  Dokuma  Fabrikası  kuruldu.    Müslüman Kardeşlerin geniş lokalinde Kur'an'ı Kerimi. Hıfz  Enstitüsü yapıldı.

4  — Menzilen Dekahliye'oe:  Kur'an Kursu açıldı. Kısa bir müddet geçmesine rağmen büyük meyveler verdi. Kuvvetli hüfızlar yetiştirdi.

Mısır'ın güneyindeki ETFU'dan kuzeyindeki iskenderiye'ye kadar yayılmış olan Müslüman Kardeşler Teşkilâtının her şubesinin faaliyetini-zikretmeye lüzum görmüyorum.

5  — Ayrıca   Müslüman   Kcrdeşler     Teşkilâtının

— 33

Risaleler   4 F : 3

çeşitli komiteleri vardır. Faaliyetlerine göre birkaç tanesini şöylece sıralayabiliriz:

a)   Sulh Komitesi: Bu komiteler geçimsiz aileleri ve fertleri barıştırmaya koşar. Bu komiteler vasıtasıyla büyük faydalar temin edilir. Mahkemelerin âciz kaldığı problemler çözülmüş ölür.

b)   Hayır Komitesi: Bu komite yardım ve teberru-ları toplar. Bayramlarda ve çeşitli münasebetlerde fakir ve muhtaçlara «-yardımda bulunur, bu yolla bir yandan zayıfların elinden tutmaya gayret gösterir. Diğer taraftan Avrupanın canavar misyonerlerinin şerrinden müs-lümanları korumaya çalışır.

c)   Vaaz ve Irşâd Komitesi: Bu komiteler, umumî toplantı yerleri olan kahvehanelerde,  düğünlerde,  lokallerde hatta cenazeyi taziye ederken,  irşâd vazifesinde bulunurlar.

d)   Kamu Hizmetleri Komitesi:  Bu komiteler bilhassa köylerde camileri tamir etme, sokakları temizleme, yolları aydınlatma, seyyar portatif hastaneler kur-rr.a... gibi kamu hizmetlerini yürütmeye çalışırlar.

e)  Kötü Adetlerle Savaş Komitesi:    Bu komiteler

— 34 —

kötü âdetlerle, ilim ve irfandan uzak olan cemaatlerde yayılmış cehalete karşı savaşırlar.

f) Farz ve Sünnet-i Seniyyeyi ihya Komitesi: 8u komiteler insanların yapmayı unuttukları farz ve sünnetleri ihyaya çalışırlar. Meselâ zekâttan gelen hububatı hususî depolarda korurlar. Hiçbir kimseye iltimas yapmaksızın bunu lâyık olanlara tevzi ederler.

6  — KAHiRE'de   haftalık   Müslüman   Kardeşler Gazetesi kuruldu. Kısa bir zaman sonra bu müessesenin yanında Müslüman Kardeşler Matbaası da kurulmuştur.

7  — MİSYONERLİĞİ  ÖNLEME:  Müslüman  Kardeşler Teşkilâtının son misyoner faaliyetini önlemekte büyük katkısı olmuştur.

Müslüman Kardeşler Teşkilâtı, misyonerlik tehlikesini bu ümmetin fakir ve muhtaç çocuklarından uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Müslüman Kardeşlerin evi bû gibi fakirleri barındırmaya, teknik müesseseleri onları yetiştirmeye, çeşitli okulları  onları eğitmeye hazırdır.

Çeşitli komitelerimiz, -insanları saptırıp inançlarından çıkaran, sapıklıklarını geçerli kılmak için insanların fakirliğini ve hastalığını istismar eden bu misyonerlerin şerrinden sakındırmaktadır.

_ 35 —

I

Müslüman Kardeşler Teşkilâtının fiilen yaptığı işlerden bir kısmını zikretmiş bulunuyoruz. Müslüman Kardeşlerin konferanslarını, hutbelerini, çeşitli tedrisatlarını, makalelerini, heyetlerini, toplantılarını ve ziyaretlerini zikretmeye lüzum görmüyoruz.

Çünkü insanlarca bu gibi hizmetler sözden ibaret kabul edilir. Bezinceye kadar konuştuk. Bıkıncaya kadar söyledik. Artık çalışmaktan başkası kalmadı.

Bu gibi^hizmetleri yapan Müslüman Kardeşler Teşkilâtı, devletten veya herhangi bir kuruluştan hiçbir yardım almamıştır. Ancak İsmailiye şehrinde cami ve okul yapılırken Süveyş Kanal Şti. nin 500 cüneyh bağışını kabul etmiştir.

Fakat insanlar, bizim hakkımızda dedikodu ederler. Çeşitli zanlar yürütürler. «Bazı zanlar insanı günâha götürür.» Hakkımızda bilmedikleri şeyleri söylerler. Gerçi bundan bize bir zarar gelmez. Çünkü bu işleri Allah'ın lütfuyla yaptığımızı, harcadığımız malların kendi malımız olduğunu, az olmasına rağmen hadsiz mey veler verdiğini Allah'ın bilmesi kâfidir.

Alnımız açık, yüzümüz ak olarak her insan ve kuruluş karşısında  «Müslüman  Kardeşler Teşkilâtı  her-

— 36 —

hangi bir projesinde âzalarının yardımından başka hiçbir kimseden yardım almamıştır.» diye haykirabiliriz.

Müslüman Kardeşler, kimseden yardım almamakla iftihar ederler. Canlarını feda etmekten, mallarını Allah yolunda harcamaktan zevk duyarlar.

Diğer taraftan Müslüman Kardeşler Teşkilâtı âzalarının aidatı mecburî değil, ihtiyarîdir. Aidatını vermeyen âza, kardeşlik hakkından hiçbir şey kaybetmez. Teşkilâtımızın temel nizâmnâmesi bunu emretmesine rağmen Müslüman Kardeşler —Allah mükâfatlarını artırsın— hak yolunda yapılan her davet ve fedakârlığa koşarlar. Hayret verici işleri başarırlar.

Misal olarak ismailiye'de yapılan caminin bir hatırasını anlatacağım: Müslüman Kardeşler Teşkilâtı Başkanı, azaları yardıma davet etti. Azalardan fakir bir işçi üç gün sonra birbuçuk «Cüneyh» bağışta bulunacağını vaadetti. Fakat fakircağız bu parayı nereden bulacaktı? Borç almak istedi, ödeyemeyeceğinden korktu. Başka bir yönden elde etmeye çalıştı, fakat bütün kapılar kapandı. Çalıştığı yerden evine kadar 6 km, mesafeyi hergün katetmek için kullandığı bisikletini sat maktan başka bir çare kalmamıştı.

37

Gerçekten adam düşündüğünü yaptı, üç gün sonra parayı getirdi. Teşkilât Reisi bu işçinin gece derslerinden geri kaldığını, derse zor kavuştuğunu hissedince sebebini sordu, cevap alamadı. Sırra vâkıf olan bir arkadaşı reise olanları anlattı. Hem reis hem de diğer Müslüman Kardeşler bu ihlâslı işçinin fedakârlığına hayran kaldılar. Bağışını baştacı edip Teşkilâtın kendisine bir hatırası olmak üzere yeni bir bisiklet alıp ona hediye ettiler.

işte Müslüman Katdeşlerin Dâvası, Sahabe-i Ki-ram'ın ahlakıyla ahlâklanan bu gibi zâtların yardımıyle gelişmiştir. Müesseseleri ve projeleri bunların katkısı ile muvaffakiyete ermiştir.

Müslüman Kardeşler, fakir fakat cömerttirler. Az mallarının çoğunu harcarlar. Allah'ta bereketini verir. Büyük faydalar gerçekleştirirler.

Zannedersem bu makalemle, Müslüman Kardeşlerin muvaffakiyetlerini; çeşitli kuruluşlarla işbirliği yapmaya, çeşitli müesseselerden yardım almalarına dayandıran su-i zân sahiplerine hakikati açıklamış oluyoruz.

Hülâsa bu saydıklarımız,  Müslüman  Kardeşlerin — 38 —

I

 

fiilen yaptıkları cihadtan bir misâldir. Müslüman Kardeşlerin iyi veya kötülüğünü, gerçekleştirecekleri teşekkül ve projelerle ölçenlere bu hizmetleri açıklıyoruz. Müslüman Kardeşler, yaptıkları bu mütevazi hizmet sahifelerinin, hayır ve ihsan kitabını meydana gs-tirmesine çalışmaktadırlar.

Böylece Müslüman Kardeşler herkesi bu gayeye doğru yürümeye teşvik ediyorlar, Rablerine itimad ediyorlar. Allah'ın verdiği vaade güveniyorlar... Müslüman Kardeşlerin diğer sahadaki hizmetlerini gelecek makalede anlatacağız,  inşaallah...

-  39

IV

HER ŞEYDEN ÖNCE İNSAN YETİŞTİRMELİ

Önceki makalemizde Müslüman Kardeşler Teşkilâtının plân ve projelet çizmek, camiller, okullar... v.s. gibi faydalı müesseseler kurmak, hayır ve hasenat komiteleri teşkil etmek, konferanslar vermek, vaaz-ü na-sihâtlarda bulunmak ve dersler okutmak bakımından Kalkındırma ve Yetiştirme Cemiyetlerinin başında geldiğini anlatmıştık...

Fakat yeniden kalkınmak isteyen, tehlikeli geçiş devresinde bulunan, gelecek neslin huzur ve refah içinde yaşamasını isteyen ve kaybettiği hakkının mahrum olduğu, şerefinin iadesini arzu eden mücahid milletler; maddî ilerleme yanında manevî kalkınmaya daha fazla muhtaçtır.

Evet... Bu vasıfları haiz olan milletler, insanları yetiştirmeye, ahlâkı hakim kılmaya, çocuklarını hakiki kahramanlık ahlâkiyle yoğurmaya son derece muhtaç-

_ 40 —

tırlar. Zira bu takdirde ancak önlerine çıkan engellere karşı sarsılmayacaklardır. Çeşitli manileri aşabileceklerdir.

Bir milletin kalkınması ve ilerlemesi tek bir kişiye bağlıdır. Bütün milletlerin tarihi o milletin başına geçen azimli ve sağlam iradeli liderlerin tarihidir.,

Bir milletin güçlülüğü veya zayıflığı o milletin yetiştirdiği kahramanlarla ölçülür. Sanıyorum ki, tek bir adam hakikî kahraman ise bir milleti yetiştirmeye kadirdi. Keza bir kahraman dehasını kötü yola kullanırsa bir milleti kökünden yıkacağı kanaatindeyim. Tarih te buna şahittir.

Milletler de fertler gibi çeşitli hayat safhalarından geçerler. Fert ya zengin ve refah içinde yaşayan anne-babanın arasında yetişir, hayatın acı merhalelerinden hiçbir şey tatmaz, kendini yoracak veya yıpratacak bir şeyi istemez veya fert fakir ve düşkün anne babanın arasında yetişir, dünya hayatına gözünü açar açmaz ihtiyaçlar başına toplanır, ihtiyaçlar her taraftan onu kaplar. Rızıkları taksim eden Allah (C.C.) herşeyden münezzehtir. Kimse O'na  itirazda bulunamaz.

Kader, bizim de milletlerin yarıştığı, hayat mücadelesine giriştiği ve her zaman kuvvetinin galip geldiği bir zamanda bulunmamızı dilemiştir.

Yine Kader, geçmişin hatalarından doğan netice- t leri yüklenmemizi, zehirlerini  içmemizi, yırtıkları  ya- j mama, kırıkları bağlama vazifesini ifa etmemizi, canımızı, malımızı,  çoluk çocuğumuzu  felâketten  kurtarmamızı, izzet ve şerefimize yeniden ulaşmamızı, medeniyetimizi ve dinimizin hükümlerini  ihya etmemizi dilemiştir .

Keza kader, geçiş döneminin şiddetli dalgalarına dalmamızı emretmiştir. Bu devre öyle bir devre ki, fikrî akımlar, psikolojik görüşler, şahsî menfaatler fertleri, milletleri, müesseseleri, hükümetleri ve bütün dünyayı altüst ediyor. Fikirler çalkalanıyor, insanlar huzursuz oluyor.

Kaptan da dalgaların ortasında kalmış kurtuluş yolu arıyor. Selâmete kavuşmaya çalışıyor. Kaptanın önündeki işaretler kaybolmuş, her yolun başında bir davetçi oturmuş, karanlık gecenin zulmetinde kendi yoluna davet ediyor.

Bu devrede milletlerin halefi nefsaniyelerini açıklamak için anarşi kelimesinden başka bir ifade yoktur.

Yine kader, bizlerin bütün bu durumları önlememizi, milleti her taraftan saran tehlikeden kurtarmaya çalışmamızı dilemiştir.

Ey Kardeşim!.. Bizim durumumuzda  olan,  bizim

— 42. —

yüklendiğimiz vazifeyi üzerine alan, bizim karşılaştığımız zorluklarla karşılaşan bir milletin acıyı uyuşturan Haçlarla oyalanması veya mücerret ümid ve arzularla kalması manasızdır

Böyle bir milletin üzerine düşen, kendini uzun ve zor savaş için hazırlamasıdır. Yine böyle bir milletin hak ile batılın, faydalı ile zararlının, haklı ile haksızın, yolda gidenle yoldan çıkanın, ihlâslılar ile gösterişçilerin aralarında yaptıkları şiddetli savaşa kendini hazırlaması gerekir.

Evet... Cihad kelimesi cühd ve gayretten gelmektedir. Manası yorulmak ve meşakkattir. Cihad ile beraber rahat yoktur. Harp bitip sulh yerleşinceye kadar cihad bütün zorluğuyla devam edecektir. Zaten zahmetsiz rahmet olmaz!..

Milletlerin bu korkunç yola karşı tek azıkları, imanlı ruhlar, samimî kalpler, kuvvetli iradeler, fedakâr canlar olacaktır. Aksi takdirde mağlubiyet ve başarısızlık onu perişan edecektir.

Halimizin bu kadar kötü olmasına rağmen, yine biz aynı gevşeklikte, aynı zevk-ü sefada «Sabâ rüzgârının yanağımızı yaralayacak kadar naziklikte» «ipek tutmaktan parmaklarımızın ucu yaralanacak kadar incelikte» devam ediyoruz. İstikbâlin ümit kaynağı olan er-

— 43 —

kek ve kız gençlerimiz, gösterişten, lezîz yemekler yemekten, yakışıklı elbiseler giymekten, lüks arabalara binmekten, koltuk sahibi olmaya çalışmaktan, hürriyeti, şerefi ve memleketi pahasına da olsa boş unvanlar taşımaktan başka bir şey bilmezler.

Yüzlerinden gençlik ruhu fışkıran, simalarında kuvvet alâmeti parlayan, alın çizgilerinde delikanlılık okunan şu gençlerimize bir bak! Ellerinde vazife isteme dilekçesi, devlet daireleri ve çeşitli müesseselerin kapılarında kendilerdi rezil rüsvay ediyorlar. Büyük küçük herkesten medet umuyorlar. Arzularını gerçekleştirmek için hatta odacıları, kapıcıları vasıta yapıyorlar.

Muhterem okuyucu!.. Bu gence, şansı yardım eder de ümidine kavuşur ve resmî bir vazifeye iltihâk ederse, izzet ve şerefi için bu vazifeyi bırakıpta çeşitli acılara katlanacağına inanır mısın?

Evet... Hali hazırdaki nefislerimiz son derece tedaviye muhtaçtır. Uyuyan şuurdan, çirkef ahlâktan, bizden ayrılmayan cimrilikten kurtarılmaya, ıslah edilmeye muhtaçtır.

Bu milletin evlâdı olan ıslahatçıların kafasında yerleşen büyük ümitler ve içinde bulunduğumuz zor şartlar, bizleri nefsimizi yenilemeye, ruhumuzu yenideı> i

temizlemeye sevkediyor. Milletimizden bunları yapmayı istememizi gerektiriyor.

Ruhlarımızı tasfiye edelim. Yılların, hadiselerin çökertip uyuttuğu bu ruhlardan daha başka bir ruha sahip olalım. Ruhumuzu yeniden takviye etmeden nefsimizi yenilemeden bir adım dahi ileri gidemeyiz.

işte milletleri kalkındırmak ve maddî manevî yönden ilerletmek için «insanları yetiştirme» ölçüsünün daha doğru, daha dikkatli olmasını sen de kabul ettin-se; iyi bil ki, Müslüman Kardeşlerin ilk hedefleri «Sağlam Eğitim»dir. Milleti faziletli, iffetli bir ruha, üstün bir ahlâka eriştirme eğitimidir. Milletleri izzet ve şerefini korumaya sevkeden, kaybettiği şerefini iade için ciddî çalışmalara iten, gayesine ulaşmak için her türlü mihnet ve meşakkate katlanmaya götüren kuvvetli bir şuuru uyandırma eğitimidir.

Bunları okuduktan sonra «Müslüman Kardeşler ruhlarını yenileme, ahlâklarını geliştirme bakımından ne gibi vasıtalara başvurmaktadırlar? Acaba Müslüman Kardeşler bu vasıtaları tecrübe etmişler midir? Tecrübeleri ne dereceye kadar başarılı olmuştur?» diye sorabilirsin.

Gelecek makalede inşaallah bunları anlatmaya çalışacağız.

_ 44 —

45

NEFİSLERİ İSLAH VASITASI OLARAK DİN

Muhterem okuyucu! MüslümanKardeşlerin birinci hedefinin, nefisleri terbiye, ruhları tasfiye, ahlâkı takviye ve milletin kafasında hakikî Kahramanlık fikirini geliştirme olduğunu anladın.

Müslüman Kardeşler, milletlerin kalkınma ve ilerlemesi için kurdukları binanın temelini bu esasların teşkil ettiğine inanırlar; ve bunları gerçekleştirmeye çalışırlar. Müslüman Kardeşler, bunları başaracak vasıtaları incelediler, dinî düşünceden, islâm'a sarılmaktan daha faydalı, daha kuvvetli bir vasıta bulamadılar. Onun için Nefisleri terbiye, ruhları tasfiye, ahlâkı taK-viye vasıtası  olarak  İslâm Dinini  seçtiler.

Bu din vicdanları ihya eder, insana şuur verir, kalbi uyandırır. Her Mü'minin içinde, gaflete düşmeyen bir murakıb, uyumayan bir bekçi; taraf tutmayan,

— 46 —

unutmayan, şaşmayan bir şahid bulundurur. Bu manevî müfettiş (ilâhî şuur); o insanın oturmasında, kalkmasında, gitmesinde, gelmesinde, tek kaldığında ve başkalarıyla beraber olduğunda ondan ayrılmaz. Bu manevî murakıp (ilâhî şuur); her zaman ve her yerde insanı kontrol eder. Onu hayra sevkeder. Günâhlardan uzaklaştırır.- Doğru yolu gösterir. Ayağının kaymasını önler.

«Yoksa sırlarını ve gizli konuştuklarını işitmiyor muyuz, sanıyorlar. Hayır öyle değil yanlarındaki elçilerimiz yazıyorlar.»(«)

Bu din, bütün faziletleri ve iyilikleri içine alan bir dindir. Her fazilet için bir mükâfat vaad eder. Nefisleri ıslaha ve yükseltmeye, ruhları temizlemeye ve tasfiye etmeye davet eder.

«Yemin olsun ki, nefsini temizleyen kurtuluşa ermiştir. Nefsinin gerçek yüzünü gizleyen ise ziyana uğramıştır.^'4)

Bu din, hak yolda kurban olmaya davet eden, insanları yetiştirme uğrunda canı malı feda etmeye çağıran, bunları yapana en büyük mükâfatı garanti eden bir dindir. En küçük iyiliğe değer veren, en basit bir günaht

(13)  Zuhruf Suresi: 80

(14)   Şems Suresi: 9-10

(15)  Âl-i Imran Suresi: 169-170

— 47 —

gözünden kaçırmayan, hak uğrunda yok olmayı ebedî varlığa çeviren, cihad ederek ölmeyi hayat kabul eden

bir dindir.

«Allah yolunda can verenleri sakın ölü zannetmeyin. Hakikatte onlar Rableri katında diridirler. Rızıkla-nırlar. Onlar Allah'ın kendilerine verdiği nimetlerle sevinç içindedirler.»^)

«Biz kıyamet günü adalet terazileri kuracağız. Hiçbir kimse hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile... Yapılanı ortaya koyarız. Bizim hesab görücü olmamız yeter.»(ıs)

Bu din, fani dünya mallarını ve maddî gösterişleri, insanı mes'ud kılacak ve saadete erdirecek Allah'ın "fazlı, rahmeti, rızası ve muhabbeti karşılığında satın âlân bir dindir.

«Sizin elinizdeki tükenir. Allah katında olanlar ise

bakidir.»('")

Bütün bu meziyetleri ihtiva eden bir din, insan fıtratına uygun, kalpleri okşayan, ruhları ısıtan bir dindir. Ruhun zerrelerine kadar işleyen, akıl ve mantığa uygun düşen bir dindir.

Evet islâm dini öyle bir dindir ki tarladaki köylü,

<16) Enbiyâ Suresi: 47 <17) Nahl  Suresi: 96

— 48

iş yerindeki işçi ondan memnun kalır, onunla bahtiyarlık hisseder. Okuldaki talebe onu kolayca aniar. Âlimler onun derinliğine dalmakla memnun kalır. Filozoflar onun düşünceleriyle fikirlerini yükseltir.

Ey kardeşimi insanların nefsini ıslah yönünden dinden daha kuvvetli ne görebilirsin? Milletlerin hayat ve tarihinde dinden daha tesirli ne bulabilirsin? Peygamberlerin yaptıkları işleri hangi filozof veya âlimden beklersin?

Hayır, hayır kardeşim!.. Din, bu ruhların zerrelerine kadar işleyen Allah'ın rahmetinden bir şuledir. Zulmetli nefisleri aydınlatır. Dinin nuruyla ruhlar tenvir olur, huzur ve saadeti dinde bulur. Din, kalblerde yerleşince artık herşey onun uğrunda feda edilir.

«De ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz hazırladığınız maıiar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz alış veriş ve hoşlandığınız yurtlar sizin için Allah'tan, O'nun Resulünden, Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, o halde ALLAH emrini gönderinceye kadar bekleyin. Allah fasık-lar güruhunu hidaydte erdirmez.>>('s)

Bu din, kudsiyeti ve azametiyle herşeyden üstün.

(18) Tevbe Suresi: 24

49

Risaleler   4^:4

her başın tacı, uydurmalardan ve taklitçilikten uzak bir dindir. Bu din kalpleri birleştirir, ruhları kaynaştırır, kavgaları, ihtilafları kökünden kaldırır. Bütün kalbleri Allah'a yöneltmekle birlik ve beraberliği daha da kuvvetlendirir. Nefisleri arzularından, şehvetlerinden ve menfaatperestlikten uzaklaştırır. Yapılan işlerin, güdülen gayelerin sadece Allah rızası için olmasını temin

eder.

Bu dine, inanan samimî ve muhlis olur. Yaptıklarından ne bir mükafat, ne de bir teşekkür bekler. Tek

isteği Rıza-i ilahidir.

«Nuh'a emrettiğimiz dini, size de din olarak gönderdik. Sana vahyettiğimiz, ibrahim'e, Musa'ya ve isa'ya tavsiye ettiğimiz şudur: Dini ayakta tutun. Onda ihtilafa düşmeyin.»('*)

Bu din, vefakârlığı şehitlik mertebesine yüceltir. Ahde vefayı ALLAH katında sorulacak bir vazife, insanı 'Allah'a yaklaştıran bir hayır, kahramanlığa ve sadakate bir delil sayar.

«Allah'a verdiği ahdi yerine getiren ademlar vardır. Kimi bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir. Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir.»!-»)

(19) Şûra Suresi: 13 (£0) Ahzab Suresi: 23

— 50

Bu din, isabetli fikirlerin toplantı yeri, çeşitli ümitlerin kaynağı, ferdî, içtimaî, millî ve devletlerarası arzuların menşei olan bir dindir.

«izzet ve şeref ancak Allah'ın, O'nun Resulünün ve mü'minlerindir. Fakat münafıklar anlamazlar.»!-')

Bazı kişiler, milletin ahlâkını ilim ve Kültürle, bazıları Edebiyat ve Fen yoluyla düzeltmek isterken, bir kısmı da Beden Eğitimi yoluyla milletin ahlâkını düzeltmeyi arzu ettiler.

Bu kimseler bu kelimelerin manalarını beyan ederken ya hakikate ulaşmışlar veya hata etmişlerdir. Burası tenkit ve izah yeri değildir. Ancak şunu ifade etmek isterim ki, Müslüman Kardeşler, milletin ruhunu ıslah etmek için en tesirli vasıtanın «DİN» olduğuna inanmışlardır. Keza İslâm dininin, bütün ıslahat yollarının iyi taraflarını ihtiva ettiği ve kötü yönlerinden uzak olduğu kanaatine varmışlardır. Bunun için islâm'a sımsıkı bağlanmışlar, bütün kalplerini ona vermişlerdir.

Böylece din, nefisleri temizlemek ruhları tasfiye etmek için Müslüman Kardeşlerin birinci vasıtaları olmuştur. Müslüman Kardeşlerin inançları, Allahu Tealâ-

(21) Münafıktın Suresi: 8

— 51 —

nın kitabından ve Resûlullah'ın sünnetinden alınmış esaslar üzerine kurulmuştur. İnançları zerre kadar Kur'-an ve Sünnetten ayrılmaz.

Müslüman Kardeşler, Allah'ın kitabını ve Peygamberimizin (S.A.V.) sünnetini korumayı, bunların hududlarını aşmamayı, metinlerini olduğu gibi tatbik etmeyi ve bunlara dair verdikleri ahde vefayı ahdetmiş lerdir.

İnanıyorum ki, din, nefisleri terbiye, ruhları tasfiye ve ahlâkı takviye için hakikî ve müessir bir vas;-tadır.

Bu münasebetle, her müslüman kardeşime; inancını muhafaza etmesinin ve imanın gereklerini yerine getirmesinin şart olduğunu hatırlatırım.

«Ey iman edenler!.. Allah'tan korkun, sadık ve samimî müminlerle beraber olun.»(--)

 

(22) Tevbe Suresi: 19

VI İSLÂM'DA NAMAZ'IN  EHEMMİYETİ

Muhterem okuyucu! Allah seni azîz kılsın. Müslüman Kardeşlerin nefislerini terbiye, ruhlarını tasfiye ve ahlâklarını takviye için İslâm dinini en üstün vasıta seçtiklerini, inançlarını islâm nurundan aldıklarını fikirlerini islâm dininden iktibas ettiklerini öğrendin.

Kafanın vücutta yeri ne ise, namazın da islâmda yeri odur. Bunu çok iyi biliyorsun. Namaz dinin direği, temeli, esası ve nüvesidir. Namaz, vicdanın huzuru, nefsin dostu, kalbin sürûru, ruhun gıdası, kulun Rabbi ile olan rabıtasıdır. Namaz, halîs ruhların yüce mertebelere ermeleri için bir merdivendir. Namaz mü'minin miracıdır.

Namaz ile ruhlar semâlara uçar. Cennet bahçelerinde gezer, dünya ve ahiretin saadetine kavuşur. Namazın zevk ve lezzetini, nûr ve hidayetine ihlâs erbabı tadar.

— 52 --

— 53

Rabbin hakkı için söyle: Huzur-u kalple ibadet eden bir âbidin manzarasından daha tatlı, daha güzel, daha üstün, daha büyük bir manzara olur mu? O âbid, gözler uyurken, bedenler istirahat ederken, her âşık mâşukuy-le başbaşa kalırken, geceleyin gözyaşı döker. Allah'ın rahmetini niyaz eder. Başını secdeye koyar. Sanki —ariflerden birinin nida ettiği gibi— manen şöyle fer-

yad eder:

«Allah'ım!.. Uykusuzluk boştur. Senin rızan için olmadıkça. Feryad ü figanlar boştur. Rızanı kaybetmekten doğmadıkça.» Kardeşim! Tek bir defa huzur-u kalble Allah'ın divanına varmak, kalbler, nefisler ve .ruhlar için binlerce vaaz ü nasihattan daha faydalı, daha tesirlidir. Binlerce hikâye ve tiyatrodan, konferans ve nasihattan daha iyidir, istersen tecrübe et, sen de gör!..

Bunun içindir ki Kur'an-ı Kerim, Allah'ın huzuruna huşu ile varıp geceleyin ibadet etmeyi kişinin iyi olduğunu gösteren bir delil saymıştır: «Onlar bundan önce iyilikte bulunurlardı. Onlar gecenin az bir kısmında uyurlardı. Seher vakitlerinde günâhlarının affını diler-

(23) Zariyat Suresi: 16-17-18

— 54

Yine bu sebeple Kur'an-ı Kerim bunların mükâfat (arının  sırrına   eritmediği   beyan   buyurmuştur:   «Yaptıklarına karşılık olarak onlar için gizli tutulan sevindirici mükâfatları kimse bilmez.»(-4)                            '

Evet... Bunların mükâfatları gizlidir. Zira amelleri de gizliydi. Çünkü aşık ancak kimsenin görmediği yerde sevgiden lezzet alır. Kimsenin olmadığı yerde vuslat düşünülür.

«iyiliğin    karşılığı,     iyilikten    başka    bir    şey

Ebu'l-Kasım Cüneyd-i Bağdadî (K.S.) hazretleri vefat ettikten sonra bir adam onu rüyasında görmüş ve «Allah sana nasıl muamele etti?» diye sormuştu.

Cüneyd Hz.leri «Alâmetler kayboldu, sözler vok oldu, işaretler görülmez oldu. İlimler gitti. Ancak gece leyin kıldığımız birkaç rek'at bizlere fayda verdi.» demişti.

Buna hayret etme kardeşim!.. Hiçbir şey kalbe inzivaya çekilip düşünceye dalmadan daha faydalı ola-

,(24) Secde Suresi: 17 (25) Rahman Suresi: 60

— 55

maz. Hiçbir şey, kalbleri aydınlatan, günahpaslarım silen, vicdanları yakîne kavuşturan huşû'lu namazlar kadar nefisleri temizleyemez.

Günümüzdeki tnüslümanları namaz hususunda şu gurublara ayırabiliriz:

1 — Bir kısım müslümanlar, namazı bırakmış, ihmal etmiş veya öğrenmemiştir. Bu tip müslümanlara namazı hatırlattığın zaman veya namaz hususunda kendileriyle tartıştığında yüzlerini çevirir ve namazdan kaçarlar.

«Onu önemsiz bir şey sayıyorsunuz. Ama Allah katında önemi çok büyüktür.»(-5)

2 — Diğer bir kısım müslümanlar ise, namazı kılmaya mani olurlar. Namaz kılanları tahkir ederler. Namaz kılan mü'mine «gerici, softa, yobaz, örümcek kafalı» derler. Bu gibilerinden ve benzerlerinden çok acaip düşünceler görürsün:

«Yazıklar olsun o kimselere ki, namazlarından gafildirler.»!27)

(26)  Nûr Suresi: 15

(27)  Maun Suresi: 5

— 56 —

3  — Hatta İslâm Dâvası için çalışanların, islâmı müdafa  koltuğuna oturanların da namazı  ihmal ettiklerini onu küçümsediklerini görürsün. Hayret ve dehşete düşersin. Sanki Resulullah (S.A.V.) namazın dinin direği olduğunu, mü'minlere bir farz olduğunu açıklamamış, onlar Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'in şu mübarek kelâmını işitmemişler: «Mü'min ile şirk arasında ancak namazı terketmek vardır.- Kul namazını bıraktığında şirke düşer.» (ibn Mâce, Cami'us-Sağîr) bu hadisi rivayet etmişlerdir.

Biz, bu gibi insanlara gündüzden daha ışıklı, güneşten daha parlak olan hakikatleri aydınlatmaya lüzum görmüyoruz. Fakat hem bizim hem de kendileri için Al-lahu Tealadan lütfü hidayet ve meded ü inayet niyaz ediyoruz.

4  — Bu üç gurubun yanında ayrıca namazlarını kılan iki grup insan görüyoruz:

a) Ekseriyette olan gurup: Bunlar namazlarını robot gibi kılarlar. Babalarından nasıl görmüşlerse, seneler boyu nasıl alışmışlarsa öyle yaparlar. Namazın esrar ve hikmetlerini öğrenmeye çalışmazlar, insanda bıraktığı güzel intibaı hissetmezler. Sadece kelimeleri

— 57 —

okuyup hareketleri yapmakla yetinirler. Namazdan ayrılınca vecibelerini ifa ettiklerini, namazlarını gereği gibi kıldıklarını, cezadan kurtulduklarını ve sevaba nai! olduklarını sanarlar.

Bu hakikat değil, hayaldir. Namazda okunan kelâmlar, yapılan hareketler namazın vücududur. Namazın içinde ne yaptığını bilmek namazın ruhudur. Huzur-u kalple kılmak namazın temelidir. Namazdan etkilenmek ise onun direğidir.

Bir Hadis-f Şerifte şöyle varid olmuştur: «Namaz, ancak huşu, tevazu, niyaz ve münacaattan ibarettir.»

(Tirmizi-Neseî) rivayet etmişlerdir.

Bunun içindir ki, birçoklarının namazdan bir fayda edinemediklerini, fuhuş ve münkerden elini çekemediklerini görürsün. Halbuki namaz istenildiği şekilde kılınsa nefisleri terbiye eder, kalpleri temizler, namaz kılanı günah işlemekten, haramlara düşmekten alı-koyar.

b) Namaz kılanlardan çok azı: namazın esrar ve hikmetlerini anlamıştır. Bunlar namazın sırrını gerçekleştirmek için ciddiyetle çalışır, huzuru kalple, düşünerek namaz kılarlar.

— 58 —

Namazlarından ayrıldıklarında ibadetin lezzetini tadarlar. Allah'ın azametini idrâk edenlere, tecelli eden ilâhî nurla aydınlanırlar. Bir Hadis-i Şerifte şöyle varid olmuştur:

(Kim namazını vaktinde kılar, abdestini tam tekmil alır, rukûunu, sücûdunu, huşûunu tamamiyle yaparsa namazı bembeyaz bir renkle şöyle diyerek yükselir: «Beni koruduğun gibi Allah ta seni korusun.» Her kim de vaktinin haricinde namaz kılar, abdestini tam tekmil almaz, rükûunu, sücûdunu huşûunu tamamiyle yapmazsa namazı simsiyah bir renkte şöyle diyerek yükselir. «Beni zayi ettiğin gibi, Allah ta seni zayi etsin.» Bu gibi namaz Allah'ın dilediği yere varınca eski bir elbisenin durulduğu gibi dürülür. Onu kılanın yüzüne vurulur.)

— Bu Hadis'i Taberânî el-Esvat adındaki kitabında Hz. Enes'den; Tayalisî, Şuab'ül-İman adlı kitabında Ubâde b. es-Samit'ten rivayet etmişlerdir.—

Muhterem Okuyucu!.. Bunun içindir ki şekil, görünüş, söz ve hareket bakımından bir olsa da namaz kılanların nail olacakları sevapları farklıdır.

Yine bu sebeple Se!ef-i Salihîn (Allah onlardan raz: olsun) namazlarında huzur-u kalp içinde olmaya, ibadet-

— 59 —

f

 M*

lerini huşu ile yapmaya çok ehemmiyet vermişlerdir. Yine bundan dolayıdır ki Mü'minlerin birinci sıfatları şu olmuştur: «Onlar ki, namazlarında huşu sahibidirler.»^*)

Müslüman Kardeşler, bunu çok iyi anlamışlar, kendilerini buna vermişler, bunu yapmaya çalışmışlardır. En önemli vasıflarından biri de namaz tâ'dili erkânla kılmaya çalışmalarıdır.

Müslüman Kardeşler, nefisleri ıslah için, ruhları temizlemek için bu yolun en kısa yol olduğuna inanmışlardır.

«Sabırla ve namazla yardım dileyin. Şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraberdir.»(-9)

Kardeşimi.. Bunu çok güzel anla. Namazını ta'dil-i erkân ile kılmakla nümûne-i misal ol. ilk atacağımız başarılı adımın «Namazı dosdoğru kılmak» olacağını bil!..

(28)  Müminun Suresi: 2

(29)  Bekara Suresi: 45

— 60 —

VII

İSLÂM'DA ZEKÂTIN YERİ

Namaz ve Zekâtı, Allahu Tealâ Müslümanları koruyan bir kale, islâm Şeriatını ortaya koyan bir alâmet kılmıştır. Allah (C.C.) bu iki ibadetin büyük fazileti ve üstün değeri olduğuna dikkati çekmek için Kur'-an-ı Kerim'in birçok yerlerinde namazla zekâtı birlikte zikretmiştir. Namaz vasıtasıyla kulla. Allanın arası dü-zeMr. Zekâtle ise kulla, kulların arası düzelir. Zaten kâinatta bir yaratan bir de yaratılan vardjr. insan bunların her ikisiyle alakasını düzeltirse artık saadetin, bahtiyarlığın zirvesine ulaşmış olur.                                     

Namaz, nefsi temizleyip ruhu tasfiye ederken, zekât ta malı temizler, kazancı tasfiye eder: «Onların mallarından zekât al. Aldığın zekâtla onları ve mallarını temizler ve tasfiye edersin. Onlara duâ et. Şüphesiz ki senin duan onlar için bir huzur sebebidir.»!)0)

(30) Tevbe Suresi: 103

— 61  

Allahu Tealâ namaz ve zekâtı imana bir delil, sağlam inanca bir alâmet saymıştır: «Eğer müşrikler tevbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse sizin din kardeşleriniz olurlar.»(")

Bu ayet-i celîle mefhum-u muhalifi ile namazını kılmayan, zekâtını vermeyenin dînen kardeş olmadığını ifade buyurur. Hz. Ebubekir (R.A.) Zekât vermeyenlere karşı savaşa girişirken âyet-i celîleden bu manayı anlamıştı. Resulullah (S.A.V.)'ın sahabeleri Hz. Ebu Bekir (R.A.)'in bu tutumunu'doğru bulmuşlardı ve zekât ver--meyenlerin bir çoğuna dinden çıkan manasını ifade eden «mürted» kelimesini kullanıyorlardı.

Kütüb-ü Sitte Ebu Hureyre (R.A.) dan şu hadis-i şerifi rivayet etmişlerdir:(:l2) Hz. Ebu Hureyre (R.A.) buyuruyor ki: Peygamberimiz Âhirete intikal ettikten sonra "arapların bir kısmı islâm dininden dönmüşlerdi. Hz. Ömer, Hz. Ebubekir'e şöyle dedi: Sen bu adamlarla nasıl savaşıyorsun? Halbuki Resulullah şöyle buyurdu: «insanlar «lâ ilahe illallah» deyinceye kadar onlarla savaşmaya emrolundum. Kim bu kelâmı söylerse canını, malını korumuş olur. Fakat bir hakkın

(31)  Tevbe Suresi: 11                                                                _       .

(32)  Kütüb-i Sitte: Buhari. Müslim, Tirmizi,  Neseî.  Ebu  Davud, Ibri Mâce £dh güvenilir hadis kitaplarına denir...

— 62 —

icrası müstesna... Böyle bir kulun hesabı Allah'a aittir.»

Hz. Ebubekir (R.A.) Hz. Ömer'e cevaben şöyls buyurdu: Allah'a yemin olsun ki, namazla zekâtı birbirinden ayıranlarla savaşacağım. Çünkü zekât malın hakkıdır. Allah'a yemin olsun ki, Resulullah (S.A.V.)'e verdikleri bir oğiakı dahi bana vermezlerse onu vermedikleri için onlarla savaşırım.

Nihayet Hz. Ömer şöyle buyurdu: «Allah'a yemin olsun ki, aniden uyandım ki, Allah Ebû Bekir'in gönlüne savaş etmeyi ilham etmiş, bildim ki bu doğrudur.»

Bak!.. Hz. Ebu Hureyre (R.A.) zekâtı vermeyenler hakkında ne diyor: «Araplardan bir kısmı islâm Dininden dönmüşlerdi.»

Hz. Ebubekir (R.A.) zekâtı vermeyenleri öldürül-

*                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                              .                                                                                                                                       ¦

mesi gereken «dini yıkan mürtedler» kabul etmiştir. «Lâ ilahe illallah» deseler de kendilerini kurtaramayacaklarını beyan etmiştir. Hz. ÖmerJR.A.) nasıl Hz. Ebu-

— 63 —

\

bekir (R.A.) in görüşünü kabul etmiş, hakikat olduğunu beyan buyurmuştur!..

Allahu Tealâ Kur'an-ı Kerimde zekât vermeyenleri şiddetle korkutarak şöyle buyurmuştur: «Altın ve gümüş biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. O günde biriktirdikleri altın ve gümüşler cehennemin ateşinde kızdırılıp onların alınları, göçüşleri ve sırtları bunlarla dağlanır. Onlara: «Bu kendiniz için biriktirdiğiniz mallardır. Yığdığınızın azabını tadın.» denir. («)

Peygamberimiz (S.A.V.) Zekâtını vermeyenleri şiddetle korkutarak bir hadis-i şerifte şöyle buyuruyor: «Kim ki, Allah kendisine mal verir de malının zekâtını vermezse, Allah o kişinin malını, kıyamet gününde —iki gözünün üstünde birer siyah nokta bulunan— kel bir yılana çevirir. O yılanı boynuna dolar. Yılan zekât vermeyenin yanaklarını ısırarak «Senin malın benim, senin hazinen benim... der»(34)

Diğer bir hadis-i şerifte «Kıyamst gününde zenginler, fakirlerden neler çekecektir?  Fakirler der ki:  Ey

(33)  Tevbe Suresi: 34-35

(34)  Bu hadisi şerifi, Buhari, Neseî. imami Ahmed ve İmamı Malık rivay6t etmişlerdir.

— 64 —

Rabbimiz!.. Bu zenginler, bizim için farz kıldığın hakkımızı gasbettiler. Allahu Tealâ der ki: İzzet ve celâlime yemin olsun ki sizi yaklaştıracağım, zenginleri uzaklaştıracağım.» varid olmuştur...

İslâm Dininde zekâta bu derece önem verilmiştir. Çünkü zekât plân ve projelerin esasıdır. Menfaatli işleri ayakta tutan, cimri ruhları düzelten bir farizadır. Zekât, insanları cömertliğe alıştırır. Hedefe doğru ilerle' meye sevkeder. Zekât kalpleri sevgi ile doludur, insanları birbiriyle kaynaştırır. Kin ve küstahlıkları tamamen giderir. Zekât beşeriyeti yardımlaşmaya, hayır yolunda dayanışmaya davet eder. Fitne ve fesadın kökünü kurutur,

Dinle şu Şairin sözünü:

«Daima sevilir her iyilik eden. Kelepçeye vurulmayı bile kabul eder. Başkalarından iyilik gören...»

Zekât, idarecinin vazifelerinden biridir, idarecinin zekât toplamayı tanzim etmesi ve Allah'ın Kur'anı-Kerim'de beyan ettiği yerlere sarfetmesi- gerekir. Eğer İslâm devletleri zekâta önem verseler, kendilerini zalim

_ 65 —

Risaleler   4 F : 5

vergi sistemlerinden kurtarmış olurlardı, islâmın kaybolan şartlarından birini ihya etmiş olurlardı. Müslüman devletler bu zekât farizasını yerine getirmiyorlarsa fertlerin bu vecîbeyi yapmaları icab eder. Allah'ın hakkını. Allah'ın kullarına vermeleri farzdır. Kim bu farizada ihmalkar davranırsa günahı boynunadır. Rabbinden göreceği ceza çok elimdir.

Sen, bugün müslümanların mallarında olan Allah'ın hakkından gafil olduklarını, gelirlerinden fakirlerin hakkını vermediklerini görüyorsun.

Zenginlerin bu tutumu, fertler arasındaki alakaları kesiyor, cinayetlerin çoğalmasına sebep oluyor. Nefisleri daha da kirletiyor. Kin ve haset tohumlarını saçıyor.

Müslüman Kardeşler, bu vaziyeti hissetmiş, islâmın bu şartını yeniden ihya etmekte müslümanlara nü-mûne-i misal olmak istemişlerdir. Bunu gerçekleştirmek için de ilk önce seve seve kendi zekâtlarını vermişlerdir. Eğer bunu başarırlarsa, bu dinî vecîbeyi ihmal edenlerin yüzlerini karartacaklardır.

Mısır'ın n<*l<ahliye nehrine bağlı Brûmbal nahiyesi bu farizayı yerine getirmekte herkesten fazla gay-

— 66 —

ret sarfetmiş, zekâtı toplayıp, âyet-i kerimenin beyan ettiği yerlere sarfetmiştir.

Doğrusu zekât farizasını ihya etme hayrına herkesten önce koşan Brûmbal'da ihtilaf çıkacağından, birlik ve beraberliğin dağılacağından çok korkuyorduk. Çünkü bugün müslümanların birinci huyları «Hayır yolunda birleşmemek» olmuştgr.

Hele yapılacak hayır malı olursa sözbirliği yapmama durumu daha fazla olur. Nerede kaldı ki, zekât esasında malî bir ibadettir.

Evet... Brûmbal'da birkaç husustan endîşe duyuyordum:

1   — Zenginlerin cimriliğinden ve zekât yermeyeceklerinden korkuyordum.

2  — Her şeye bir ayıp bulmaya çalışan, nümü-' ne bir şey de olsa ona karşı dil  uzatan tenkit ruhu taşryanlardan  çekiniyordum.   Bu  tenkitçiler  zekât  verenleri riyakârlıkla, zekât toplayanları da iltimasçılıkla itham etmekten geri durmayacaklardı.

' 3 — Zekâtı alanların açgözlülüğünden korkuyor-— 67 —

dum. Çünkü fakirler kanaati bırakmış, toplanılan zekâtın hepsinin kendine verilmesini ister olmuşlardır.

4 — Eskidenberi sürüp gelen bir adetimizden çekmiyordum. Bu da «zekâtını veren müslümanların bizzat kendileri zekâtlarını layık olanlara vermeyi tercih etme, başkalarına bu hususta itimat etmeme» âdetidir.

Cemiyetimizde yayılan bu dört maniden çok endişe duyuyordum. £akat Brûmbal'li kardeşlerimiz bunlardan çok uzak idiler.                                                *

Yaptıkları işlerle, başarılarıyle bizleri memnun kıldılar. Kalpleri huzura kavuşturdular. Nefis temiz olunca, birbirine itimat bulununca her engelin aşılacağını insanlara ispat ettiler:

a)  Zenginler, müslüman fakir kardeşlerinin haklarını isteyerek vermekten kaçınmadılar. Zekâtı toplayanlara, tanzim edenlere duâ ettiler.

b)   Zekâtı toplayanların muazzam intizamı, dil uzatanlara yer bırakmadı. Çeşitli komiteler kurularak zekâta layık olanlar tesbit edildi. Ve zekât ehline tevzi edildi.

— 68 —

c) Brûmbal halkı süregelen'adeti bırakmış, yardımlaşmayı tercih etmişti. Böylece uzun zamandır hayal ettiğimiz bir ümidi gerçekleştirmiştir.

Muhterem Okuyucu!.. Bu izahtan sonra Müslüman Kardeşlerin «iş yapan bir cemaat» olduğunu görürsün.

Müslüman Kardeşler, başardıkları bu işleri ümitlerini gerçekleştiren birer hakikat saymalı.ve benzeri is-. leri başarmalıdır: «Namazı dosdoğru kılın zekâtı verin. Allah'a sarılın. Mevlâmz O'dur. O ne güzel Mevlâ ne güzel yardımcıdır.»!'-)

<35) Hacc Sûresi: 78

— 69 —

VIII İSLÂM'DA CİHAD

Geçen hafta muhterem okuyuculara Müslüman Kardeşlerin faaliyetlerinden hatırladıklarımın tamamını anlatamadım. Muhterem okuyucularıma bundan dolayı son derece üzüldüğümü bildirmek isterim.

Üzülmenin sebebi, kendimizi insanlara tanıtmayı sevmemiz veya yaptıklarımızı herkese göstermeyi istememiz değildir. Allah'ta biliyor ki Müslüman Kardeşler, yalnız Allah rızası için bir şey yaparlar. Allah'tan başka kimseden ne bir mükâfat, ne de bir teşekkür beklerler.

Müslüman Kardeşler, yaptıkları hizmetlerin islâmın boyunlarına yüklediği bir vazffe olduğunu telakki ederler. Henüz vecibelerini yerine getiremediklerine inanırlar.

Fakat yazdığımız makalelerle insanlara davamızı tebliğ etmeyi, görüşümüzü tanıtmayı, içyüzümüzü izah etme gayesini güdüyoruz. Belki insanlardan hayır yo-

— 70 —¦

luna yardım edecek, iyiliğe sevkedecek zatlar buluruz. Faydalar daha çok olur. Mesafeler kısalır. Gayemiz yakınlaşır, ümidimiz olan umumî ıslah, sür'atli kurtarma gerçekleşir. Milleti bu vaziyetinden kurtarmak için çalışılmayan hergün insanları manen geriletiyor.

Müslüman Kardeşler, davasında —eğer insanlar anlasa— kurtuluş vardır. Müslüman Kardeşlerin metod-larında —eğer millet uysa— başarı vardır. Müslüman kardeşlerin gayretlerinde —eğer millet yardımda bulunsa— büyük ümitler vardır. «Zafer ancak galib ve hikmet sahibi olan Allah'ın katındadır.»

Bir hadis-i sahih'de şöyle vârid olmuştur: Bir-gün Muaz b. Cebel (R.A.) Resulullah (S.A.V.) ile birlikte yürürken Resulullah (S.A.V.) ona şöyle buyurmuş: «Ey Muaz!.. Dilersen bu işin başını ve zirvesini sana söy üyeyim: «islâmın başı Allah'dan başka ilâh olmadığına, Allah'ın birliğine ve ortağı olmadığına, Muham-med (S.A.V.)'in Allah'ın kulu ve Resulü olduğuna iman etmektir. Bu işin temeli ise namazı dosdoğru kılmak, zekâtı tamamen vermektir. Bu işin zirvesi ise Allah yolunda cihad etmektir, insanlar namazlarını kılıp, zekâtlarını verip Allah'tan başka ilâh olmadığına, Allah'ın birliğine, ortağı olmadığına ve Muhammed'in Allahu Tealâ'ntn kulu ve Resulü olduğuna iman edinceye ka-

— 71 

dar onlarla savaş etmeye emrolundum. Bunları yaparlarsa Allah'ın dinine sarılmış olurlar. Kanlarını, mallarını benden korumuş olurlar. Bir hakkın icrası müstesnadır. Bunların hesapları Allah'a aittir. Muhammed'in nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin olsun ki. Namaz hariç, cennetin derecelerine ermek için yapılan herhangi bir işte rengi değişen bir yüz, tozlanan bir ayak, Allah yolunda cihad ederken rengi değişen bir yüze, tozlanan bir ayağa asla denk olamaz. Hiçbir şey Allah yolunda cihad ederken ölen veya Allah yolunda kullanılan bir hayvan kadar kişinin sevabını ağır getirmez.)» Bu hadis-i şerifi imam Ahmed Müsnedinde rivayet etmiştir.

İslâmı herkesten iyi bilen Hz. Muhammed (S.A.V.) İslâm Dinini böyle tarif ediyor. Müslüman Kardeşler de insanları islâmdan başka bir şeye davet etmiyorlar. Ancak islâmın yolunda gidiyorlar.

Müslüman Kardeşlerin İslâmın şartlarından olan namaz ve zekâta karşı tutumlarını açıklamıştım. Şimdi sana Müslüman Kardeşlerin İslâmın zirvesi sayılan Allah yolunda cihad etmeye karşı tutumlarından bahsedeceğim:

islâm'da Cihadın çeşitleri:

a)      Müslümanların hal ve durumlarına önem ver-

— 72 —

mek bir cihaddır: Azizim, İslâmın izzet ve şerefine susayan, saltanatını ve azametini candan arzu eden, müs-lümanların vardıkları bu hale ve düştükleri bu zillete üzülerek ağlıyan, Allanın, Resulünün ve müslüman bir zatın razı olmayacağı bu vaziyetten acı duyarak yanıp kavrulan, kuvvetli ve canlı bir şuura sahip olmak is-lâmda bir cihaddır.

«Parlıyorsa gönülde iman ve islâm nuru, şu vaziyet, eritir kar gibi o ruhu.»

Sahih bir hadis-i şerifte «Müslümanların işine ehemmiyet vermeyen onlardan değildir,» varid olmuştur.

b)  Kurtuluş çaresini aramak ta bir cihaddır: Dostum, müslümanların halini düşünürken, düştükleri vaziyete yanıp yakılırken kurtuluş yolunu ciddiyetle aramak, bu yolu bulabilmek için derin derin düşünmek te bir cihaddır.  Belki  milletini  kurtarmak  için  bir  çare bulursun. Kişinin niyeti âmelinden daha hayırlıdır «Allah gözlerin hain bakışını ve gönüllerin gizleyeceği sırları bilir.»(J«)

c)   Bir kısım malını ve bazı isteklerini feda etmekte bir cihaddır: Kardeşim, malının ve meşru arzuları-

(36) Gafir Suresi: 19

— 73 —

nın bir kısmını islâm dini uğrunda ve müslümanların, kalkınması için feda etmen de bir cihaddır.

Eğer müslümanların lideri isen malının bir kısmını bu yolda harca, eğer halktan biri isen İslama davet edenlere yardım et. Hepsine Allah, güzel sevap vaad etmiştir. Şu ayet-i celîleyi gel birlikte okuyalım. Bunları iyice anlayalım:

«Medine'lilere ve etrafında bulunan köylülere savaşa gitmeyip Allah'ın Resulünden geri kalmaları ve kendilerini Resûlullah'a tercih etmeleri onlara yakışmazdı. Çünkü onlara Allah yolunda erişecek herhangi bir susuzluk, yorgunluk, açlık, kafirleri kızdıracak şekilde herhangi bir yere ayak basmaları ve düşmana verdikleri herhangi bir zarar karşılığında kendilerine iyi bir vnel yazılır. Doğrusu Allah iyilikte bulunanların mükâfatını zayi etmez. Allah onları yaptıklarından daha güzeliyle mükâfatlandırsın diye harcadıkları az çok her nafaka, katettikleri her vaadi kendilerine yazılır.»(fr)

d) İyiliği emretmek, kötülüğe mani olmak da bir cihaddır: Muhterem, iyiliği emretmen kötülüğe mani olman, Allah ve Resulü için, Kur'an-ı Kerim için rmislü-

(37) Tevbe Suresi:  120-121

'        74 

mantarın liderleri ve bütün müslümanlar İçin nasihat etmen ve Rabbinin yoluna hikmetli sözlerle ve güzel nasihatlarla davet etmen de bir cihaddır.

Nasihati bırakan her millet zillete düşer, iyiliği em retmeyen, kötülükten sakınmayan her millet başarısızlığa uğrar.

«israil oğullarından kafir olanlar Davud'un ve Meryem oğlu isa'nın dili ile lanetlenmişlerdi. Bunun sebebi ise isyan ederler ve saldırıda bulunurlar da yaptıkları fenalıklardan birbirlerini alıkoymazlardı. Şu işlettikleri ne kötüdür!..»('«)

e) Allah'ın askeri olmak ta bir cihaddır:

Allah'ın yolunda asker olman, canını ve malını Allah yoluna adaman islâmın izzet ve şerefine tecavüz edildiğinde, islâmın emirleri çiğnendiğinde, islâmın şerefini tekrar iade için seferberlik ilân edildiğinde ilk cevap veren olman, savaşa ilk koşan olman da bir cihaddır.

Bunun mukabilinde ecir ve mükâfatın çok büyüktür: «Allah mü'minlerden cennet mukabilinde canlarını ve mallarını satın almıştır.»(w)

(38)  Maide Suresi: 78-79

(39)  Tevbe Suresi: 111

— 75 —

Bir hadis-i şerifte şöyle vârid olmuştur: «Kim hiç cihad etmeden ve cihad etmeyi gönlünden dahi geçirmeden ölürse bir nevi münafık olarak ölür.»

Bu hadis-i şerifi Müslim, Ebu Davud ve Neseî rivayet etmişlerdir.

İşte Kardeşimi.. Allah yolunda cihad için bir asker olduğunda Allah'ın murad ettiği «islamın yayılıp bütürv yeryüzünü kaplaması» gerçekleşecektir

f) Adaleti temin etmek te bir cihaddtr:

Azizim, adaleti ayakta tutmak için. insanların durumunu düzeltmek için, mazlumun elinden tutup —makam ve saltanatı ne olursa olsun— zalimi zulmünden alıkoymak da bir cihaddır.

Bir hadis-i şerifte şöyle vârid olmuştur: «Cihadın en üstünü, .alim bir padişah veya idareci yanında hakikati söylemektir.»

Bu hadis-i şerifi Ebû Davud ve Buhari rivayet etmişlerdir.

Diğer bir hadis-i şerifte: «Şehidlerin efendisi; Ab-dülmuttalib'in oğlu Hz. Hamza (R.A.) ve zalim bir sultanın yüzüne karşı iyiliği emrettiği ve kötülüğü nehyet-tiği için o sultan tarafından şehid edilen kimsedir.»

_ 76 —

g) Mücahidleri sevmek te bir cihaddır.

Dostum, yukarıda geçen mertebelerden birine muvaffak olamazsan hiç olmazsa cihad edenleri kalbinden sevmen, onlara vaaz ve nasihatte bulunman da bir cihaddır. Allah bununla da sana mükâfat verecek ve seni mes'uliyetten kurtaracaktır. Şayet aksi farzedilirse Allah kalbini mühürleyecek, şiddetli bir hesaba çekecektir:

«Zayıf olanlar, hastalar ve sarfedecek bir şey bulamayanlar için bir zorluk yoktur. Yeter ki, Allah'a ve peygamberine karşı sadık ve samimî olsunlar, iyilikte bulunanlar için bir mes'uliyet olmaz. Allah affedici ve merhamet edicidir. Kendilerine binek vermen için sana geldiklerinde: —Size binek bulamıyorum— dediğinde sarfedecek bir şey bulamadıklarından üzülüp gözlerinden yaş dökülerek geri dönenlere de bir mes'uliyet yoktur. Mes'ul olanlar ancak şunlardır: Zengin oldukları halde senden izin isteyenler... Harpten geri kalanlarla beraber olmaya razı oldular. Allah bunların kalbini mühürlemiştir. Artık onlar bilmezler.»)40}

işte İslâm'da cihadın bir kısım mertebe .ve de-

(40) Tevbe Suresi: 91-92-93

— 77

receleri bunlardır. Acaba Müslüman Kardeşlerin bunlara karşı tutumları nedir?

a)   Müslümanların bugünkü vaziyetlerine üzülme, hallerine acıma bakımından —Allah ta biliyor ki— her Müslüman Kardeşler Teşkilâtı azası bu hususta kalbinden üzülüyor, gönlünden ızdırap duyuyor. Birçok zamanlar duyduğu acı; kendini aile efradı ile, eş ve dostu ile sohbet etmekten, bütün zevk ve sefadan, tad ve lezzetten uzaklaştırıyor.

b)   içinde bulunduğumuz bu halden kurtuluş çaresi düşünme bakımından ise —Allah ta biliyor ki—, «Kurtuluş yolu nedir?» düşüncesi Müslüman Kardeşle rin kalbinde yerleşmiş, his ve fikirlerini kaplamıştır. Onlar bunun kadar hiç bir şeyi düşünmezler. Akıllarını bunun kadar hiçbir şeyle meşgul etmezler.

c)  islâmın izzet ve şerefi için mal ve vakitlerini sarfetme yönünden ise Müslüman Kardeşlerin ne vaziyette olduklarını  öğrenmek için bir lokallerini ziyaret etmen  kafidir.  Göreceksin  ki,  geceleri  uykusuzluktan gözler yorulmuş, çok çalışmaktan yüzler sararmış, meşakkatlere katlanmaktan vücutlar yıpranmış; buna rağmen imanlarıyla çok kuvvetli, inançlarıyla çok gençtirler. Gecelerini bu yolda harcarlar. Kütüphaneleri ve ilim yuvalarını ihya ederler. Halbuki bu gençlerin akranları

— 78 —

zevk ü sefada, oyun ve eğlencededir. «Uyuyan gözlen" bekleyen uyumaz gözler vardır.» Mükâfatımızı Allah'tan bekliyoruz, kimseye bir şeyle minnet etmek istemiyoruz. «Bilâkis sizi imana erdirdiği için Allah size minnet eder.»(")

d)   Müslüman Kardeşlerin davaları uğrunda harcadıkları mallarından soracak olursan, onlar ellerinde bulunan bir parça malı Allah yolunda harcarlar. Allah yolunda harcamalarının kendilerini asgari hayat derecesine düşürmesine dair Allah'a hamdederler. «Nefsinin tamahkârlığından koruyanlar, işte onlar ebedî kurtuluşa ermişlerdir.»(4-) Allah'tan niyazımız, onun verdiği mallan onun yolunda harcamamızı kabul etsin.

e)  iyiliği emretmek, kötülüğe mani olmak bakımından ise, Müslüman Kardeşler, ilk önce kendilerinden başlamak suretiyle aile efradlarını sonra eş ve dostlarını bu hususta  ikaz etmektedirler. İyiliği emrederken kötülüğe mani olurken sabrrla, hikmetle ve vaaz ü nasihatle davranırlar, zaten gazeteleri ve çeşitli vaaz ve hutbeleri «iyiliği emretmek ve kötülüğe karşı mani ol-mak»'tan başka bir şey değildir.

(41)  Hucurat Suresi: 17

(42)   Haşr Suresi: 9

— 79 —

f) Cihadın geriye kalan üç mertebesi ise fertlerin değil, cemiyetin vazifesidir. Cemiyetin bunları kabullenmesi gerekir. Müslüman Kardeşler bu hususta önderlik ederler. Ellerinden geleni yapmaktan geri kalmazlar. İslâm dinindeki cihadın üstün derecesini bilirler. Resulullah (S.A.V.)'ın şu hadis-i şerifini okurlar:

«Kim kendinde cihadtan bir eser bulunmaksızın Allah'ın huzuruna varırsa kendinde bir noksanlık bulunduğu halde Allah'ın huzuruna çıkar.» (Tirmizi -ibn Mâ-ce) rivayet etmişlerdir.

Cenâb-ı Haktan niyaz ediyoruz ki, O'nun huzu-rjuna noksansız çıkalım. Allahu Tealâ Peygamberine (S.A.V.), şöyle buyuruyor: «Sen ancak kendini mükellef kıl. Mü'minleri ise teşvik et.»(l;)

Ümidimiz odur ki, bu izahlarla millete hakikati tebliğ etmiş olalım. Sesimiz kulaklarına varsın. Kabul eden kalpler olsun. Böylece mücahidlerin adedi çoğal* sın... «Biz cihad edenlere elbette doğru yolumuzu gösteririz. Şüphesiz ki, Allah iyilik yapanlarla beraberdir.»^)

(43)   Nisa Suresi: 34

(44)  Ankebut Suresi: 68

IX

MÜSLÜMANLARIN ANAYASASI ALLAH'IN KİTABIDIR

Günümüzde Müslüman Ümmetin Kur'an'a karşı şuuru şu hale varmıştır: Kur'an-ı Kerim olsa da olma-sa da ,onunla amel edilse de edilmese de değişen bir şey yoktur.

Halbuki Allah (C.C.) Kur'anı- Kerim'i mukaddes bir kitap, sağlam ve umumî bir nizam, dinî ve dünyevî meseleleri tanzim eden bir kanun olarak indirmiştir: «Kur'an-ı Kerim'e ne önünden, ne de ardından batıl sokulamaz. O hikmet sahibi ve öğütmeye layık olan Allah'ın katından  idirilmiştir.»(4)

Müslüman ümmetin Kur'şn-ı Kerim'e karşı üç vazifesi vardır:

1 — Kur'an-ı Kerim'i çok okumak. Kur'an-ı Kerim'i okuyarak ibadet etmek O'nu okumakla Allah'a yaklaşmak.

'45) Fussilet Suresi: 43

80 —

— 81 

Risaleler   4 F  :  6

4

2  — Kur'an-ı Kerim'i dinî hükümlerin ve İslâm Şeriatının esası yapmak, dini ondan almak ve ondan öğrenmek.

3  — Kur'an-ı Kerim'i dünyevî hükümlerin esası saymak dünyevî hükümleri Kur'an'dan almak, O'ndan öğrenmek ve Kur'an'ın hükümlerini tatbik etmektir.

Allah'ın (C.C.) Kur'an-ı Kerim'i indirmesinden ve Hz. Peygamberi göndermesinden murad ettiği önemli gayeler bunlardır.

Selef-i Şalinin —Allah onlardan razı olsun— Kur'an-ı Kerim'den bu maksatları öğrenmişler ve hakikaten tatbik etmişlerdir. Selef-i Şalihinden bazıları Kur'an-ı Kerim'i yedi günde, bazıları üç günde, bazıları ise daha az veya daha çok günlerde hatmetmişlerdir.

Sahabeler Kur'an-ı Kerim'i okumadan biraz geri kaldıklarında Kur'an'ı açıp bazı ayetleri okuyorlar ve şöyle diyorlardı. «Ben de Kur'an-ı Kerim'i bırakanlardan olmayayım.»

Kur'an-ı Kerim önceki müslümanların gönüllerinin baharı, ibadetlerinin duası idi. Gece-gündüz durmadan onu okurlardı.

— 82 —

 

Allah (C.C.) üçüncü Halife Hz. Osman (R.A.)'dan razı olsun. Bu halife kapısı kuşatılmış, kılıcı boynunda iken bile Kur'an-ı Kerim'i okumayı bırakmamıştı. Bir şair Hz. Osman için şöyle diyor:

Okudu gecenin başında Allah'ın kitabını. Tattı gecenin sonunda kaderin hitabını.

Hazreti Osman (R.A.) için en güzel bir mersiye (ağıt) olarak şunu söyleyen Hassan b. Sabit'e Allah rahmet etsin:

Kurban ettiler o pir-i fâniyi Alnında parlardı secde eseri, Kur'an-ı teşbih ile geçirirdi geceyi.

Sahabe-i Kiramın tarihlerine göz attığında hiçbirinin bir hafta içinde Kur'an-ı Kerim'i bıraktığını, okumadığını göremezsin. Nerede kaldı ki aylarca Kur'an-ı Kerim okumasınlar. Siyer ve tarih kitaplarının uzun uzun anlattıkları bu nurlu sayfaları bu risalecikte sizlere anlatmam imkansızdır...

Önceki müslümanlar islâm dininin hükümlerini çıkarmak  istediklerinde  birinci   kaynak   Kur'an-ı   Kerim idi. Allah'ın kitabından başka birinci kaynak r,ö- olabi lir ki?..

— 83 —

Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hz. Muaz b. Ce-bel'i, Yemen'e vali olarak gönderdiğinde ne ile hükmedeceğini sormuştu ve Muaz'ın şu cevabını doğru bulmuştu: «önce Allah'ın kitabı ile hükmederim. Onda meselenin hallini bulamazsam sünnet-i seniye ile hükmederim...»

Hz. Ömer (R.A.) birçok sahabenin insanlara ha-dis-i şerif rivayet etmelerini yasaklamıştı. Ta ki, islâmiyet ilk devresinde iken müslümanlar her şeyden önce Allah'ın kitabını anlasınlar. Helâl ve haramın ne olduğunu öğrensinler. Keza gerek Tabiin, gerekse Te-bei Tabiin Allah'ın kitabından meşgul eder, korkusuyla verdikleri fetvaların yazılmasına müsaade etmiyorlardı.

Tabiinin büyüklerinden Hz. Said b. ei-lvlüseyyeb verdiği fetvaları yazan bir kişinin elinden kâğıdı' alıp yırtmış ve şöyle buyurmuştur: «Benim sözümü alıyor, Allah'ın kitabını bırakıyorsun. Sonra gidip Said şöyle dedi, diyeceksin. Allah'ın kitabı ve Resulullah (S.A.V.) in sünnetinden ayrılma.»

Bütün  bu misallerde gördüğün gibi  Selefi  Şali nin Allah'ın kitabını dinî hükümler için birinci esas ve kaynak edinmişlerdir.

— 84 —

Dünyevî meseleler hakkında ise Selef-i Salihinin bütün hareketi ve tarzları Kur'an-ı Kerim'e mutabık idi. Kur'an-ı Kerim'in emrettiği «Zekât gibi» haklar yerine getirilir, cezalar tenfîz edilir, hükümleri hiçbir kaçamak yola başvurulmaksızın hiçbir şey ihmal edilmeksizin tatbik edilirdi.

Kur'an-ı Kerim'i Rablerinin ve Peygamberlerinin öğrettiği gibi anlıyor ve o şekilde tatbik ediyorlardı: «Ey Muhammedi.. Sana indirdiğimiz bu kitap mübarek bir kitaptır. Ayetlerini düşünsünler. Akıl sahipleri ondan öğüt alsınlar.»(4S)

Sonra bu durum değişti. Kur'an-ı Kerim'in insanların aklı ve kalbindeki nüfuzu zayıfladı. Kafalarına ve dillerine yabancılık hakim oldu. Müslümanlar bir tarafta, Kur'an başka bir tarafta kaldı. Müslümanlarla Kur'an'ın arası doğu ile batı kadar uzaklaştı.

a) Müslümanların Kur'an-ı Kerim'e karşı yapmaları icabeden vazifelerden birincisini ele alacak olursak şu hakikati görürüz: Çok azımız Kur'an-ı Kerim'i gece-gün-düz okur. Onunla amel eder. Geriye kalan ve ibadet ediyor görürıenlerimizse ya  kendilerinden  edindikleri

(46) Sâd Suresi: 39

— 85 —

\

veya birtakım şeyhlerin kendilerine tavsiye ettikleri bir kısım zikirler, teşbihler, virdler, kasideler... v.s. ile meşgul olurlar ve Allah'ın kitabını bırakırlar. Allah'ın kitabının yerine bunları ezberlerler, okurlar, tekrar ederler, bunlarla ibadet ederler!..

Biz dinen varid olan emirlerin okunmasını,, islâm şeriatının zahirine ters düşmeyen Me'sur dua ve zikirlerin yapılmasını hoş görmüyor değiliz. Fakat diyoruz ki: Allah'ın kitabı daha evlâdır, ilk önce onu oku-yun. Kalbinizi O'na bağlayın. Ruhunuzu O'nun feyzi ve nuru ile gıdalandırın. Sonra da islâm dinine uygun olan teşbihlerle —zikredebildiğiniz kadar— Allah'ı zikredin...      .

Ancak Kur'an-ı Kerim tamamen bırakılsın, kendinizin veya başkalarının icad ettikleri kelimeler ibadet sayılsın. İşte bu, Allah'ın kitabını terketmek ve onun hakkını ihmal etmektir.

b) Kur'an-ı Kerim'den dinî hükümleri çıkarma vazifesine gelince; Günümüzde insanlar cehalete düşmüş, kendisi ile Allah'ın kitabı arasında uzun perdeler ve yüce sırlar bulunmaktadır. Bunun için insanlar sadece küçük kitapçıklarla, yorumlarla yetinmektedirler. Bunlardan daha ileri olan gayeye varamamaktadırlar.

— 86 —

c) Dünyevî meselelerde Kur'an'ın hükümlerini tatbik etme meselesine gelince; bugün müslümanlar Kur'an-ı Kerim'in hükümlerini kaldırmış, yerine yabancıların beşerî kanunlarını koymuşlardır. Fransızların ve Romalıların kanunlarını, hüküm ve nizamları için kaynak kabul etmişlerdir. Böylece Allah 'in kitabinin hüküm-feri terkedilmiş, müslümanlar arasında unutulmuş, bırakılmıştır...

Allah ta biliyor ki, müslümanların bütün hayır ve saadetleri Kur'an-ı Kerimi tatbik ile gerçekleşecektir.

Bugün Müslümanlar, Kur'an-ı Kerim'i hastaları için bir muska, toplantılarında bir zinet, düğünlerinde ve matemlerinde bir eğlence vesilesi etmişlerdir!.. Keşke bu hallerde de Kur'an'a gereken ihtiramı gösterseler!.. Bakarsın ki, Kur'an okunurken onu dinlemiyorlar, düşünmüyorlar. Muhabette dalmışlar, hatta oynayıp eğleniyorlar.

Halbuki Allahü Tealâ: «Kur'an-ı Kerim okunduğunda onu dinleyin ve susun ki merhamet olunası-nız.» Buyuruyor.(47)

(47) A raf Suresi: 204

87 —

Eskiden Kur'an-ı Kerim namazların zineti iken günümüzde toplantıların zineti olmuştur. Evvelce mahkemelerde adalet terazisi iken günümüzde Kur"an-ı Kerim ile ticaret edenlerin eğlencesi olmuştur. Eskiden vaaz ve hutbelerde birinci mevkii taşırken, günümüzde büyü ve muskalarda birinci makamı taşımaktadır.

Sözüme başlarken müslümanların Kur'an-ı Ke-rim'e karşı şuurlarının: «Olsa da olur, olmasa da.» derecesine düştüğünü söylemiştim. Doğru değil mi bu söz?

Kur'an-ı Kerim'e karşı tutumumuz tezat halindedir. Bir yandan Kur'an-ı Kerime son derece hürmet gösteriyoruz. Onu müdafaa ediyoruz. Onunla Allah'a yakın olmaya çalışıyoruz, diğer taraftan onunla amel etmi-

Ey Müslümanlar!.. Kur'an-ı Kerim'e ta'zim böyle olmaz. Kur'an-ı Kerimi müdafa bu yolla değildir. Allah'a bu şekilde yakın olunamaz.

Eskiden Kur'an-ı Kerimi hıfzedenleri askerlikten muaf tutmak için kurulmuş dairelerde bugün hiçbir kimse aörülmüvor. Bu misal dahi Allah'ın kitabının zayi edildiğini göstermiyor mu?..

_ 88 —

Şu bir hakikattir ki, biz Allah'ın kitabını bırakmışız, kaybetmişiz. Artık Kur'an-ı Kerim bizlerce hükümleri tenfîz edilmeyen, emirleri tatbik edilmeyen tarihi bir esermiş gibi telakki ediliyor. Hakikatte uğradığımız, bütün bela ve musibetlerin aslı ve sebebi de budur...

Muhterem Okuyucu!.. Bunları anladıktan sonra Müslüman Kardeşlerin ciddiyetle Kur'an-ı Kerim'e dönmek istediklerini, onu okuyup onunla ibadet ettiklerini, islâm Ulemasının sözlerinden ilham alarak Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini anlamaya çalıştıklarını, bütün insanları Kur'an-ı Kerim'in hükmünü tatbik etmeye davet ettiklerini bil!.. Müslümanın dünyadaki en üstün gayesi de budur: «Eninde-sonunda emir Allah'ındır.» i*s)

(48) Rûm  Sursei: 4

— 89 —

METOD VE GAYE

Doğuda, batıda eski ve yeni çeşitli milletlerin kalkınma tarihlerine göz arttığın zaman, başarılı ve semereli kalkınmayı gerçekleştiren zatların belirli metod-larla hareket ettiklerini ve belirli gayeler için çalıştıklarını göreceksin.

Bu metodları  kalkınmaya davet edenler koymuş, ömürlerinin sonuna kadar bunun için    çalışmışlardır. Bu zatlar dünyadan göçtüklerinde, yerlerine kendilerin den sonra aynı plânlarla çalışan ve bıraktıkları yerden başlayıp daha da ileri giden varisleri bırakmışlardır.

Bu varisler kendilerinden öncekilerin yaptıklarını yakıp yıkmamışlar, bozup tahrip etmemişler, bilakis ecdadının yaptıklarını daha da güzelleştirmişler, daha da ilerletmişlerdir.

Böylece milletlerini istenilen gayeye ulaştırmışlar

— 90 —

veya henüz gayeye ulaşmadan bunlar da vazifeyi kendilerinden sonra gelenlere devretmişlerdir.

Bunlardan sonra gelenler de aynı tarzda hareket ederek istenilen başarıya ulaşılmış, hayaller hakikat olmuş, kalkınma mümkün olmuş, çalışma meyvesini vp'-miş ve millet de arzusuna ulaşmıştır:

«Kim zerre miktarı hayır işlerse onu görecektir.»^*)

Milletlerin tarihine bir göz at. Bu söylenileni açıkça göreceksin. Bir milletin ilerlemesinin temel taşını belirli metodlar ve bu metodlar çerçevesinde bezmeden usanmadan, durmadan çalışmak teşkil ettiğini öğreneceksin.

İslâmın birinci liderlerinin attıkları adımlarda bu hakikat apaçıktır: Allah (cc) İslâm Dâvasına belirli bir netod koymuş, Selef-i Salihin bu metod çerçevesinde yürümüştür.

Önceki müslümanlar ilk önce islâm dinine gizlice davet etmişler, sonra işi açığa vurarak açıktan davette bulunmuşlar, daha sonra dava uğrunda cihada girişmişlerdir. Bundan sonra dâvayı kabul etmeye müsait ruhların bulunduğu bir yere hicret etmişler, hicret

(49) Zilzâl   Suresi:  7

— 91

\

ettikleri beldede kardeşliği yaymışlar, kalplerde imanı yerleştirmişler, sonra Hak uğrunda batıla karşı ciddî savaşa girişmişlerdir.

İslama davet metodunun birinci merhalesi tamamlanınca Allahu Tealâ şu ayet-i celileyi indirmiştir:

«Bugün dininizi kemâle erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak islâmı seçtim.» (•")

Bu birinci merhale Peygamber Efendimiz (S.A.V.j in dini tebliğ etme merhalesidir.

Resulullah (S.A.V.) den sonra Sahabe-i Kiram ve onlara tabi olanlar: «Fitnenin tamamen yok olması ve yalnız Allah'ın dininin hakim olabilmesi için» bu mükemmel dini Arap Yarımadasından dünyanın çeşitli memleketlerine ulaştırmışlardır.

ÇeşiHj tarihlere bakıldığında, yeni kurulan çeşitli devletlerin çeşitli metotlara boyun eğdikleri görülür.

Biz her tarihi inkılâb ve her kalkınmanın bir me-todla gerçekleştiği hatta peygamberlerin önderlik ettikleri dinî gelişmelerin bile bir plân ve proje ile yürüdüğü kanaatindeyiz.

Dinî ilerlemelerin beşerî ilerlemelerden farkı şudur: Dinî metodları Allahu Tealâ gösterir önce peygam-

(50) Maide  Suresi:  3

92 —

berine sonra ona tabi olanlara koyduğu planla adım adım yürümeyi nasip eder. Ve bunları destekler. Böylece dinî tekâmül başarıya ulaşır.

«Allah takdir etmiştir ki, etbette ki Ben ve peygamberim muzaffer olacağız. Şüphesiz ki, Allah çok kuvvetli ve her şeye galîbdir.»(J/)

Diğer taraftan Allahu Tealâ'nın kullarına gösterdiği ilâhî metod, hatalardan uzak ve sağlamdır. Zira bu metodu koyan her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allah'tır. Bu metodu tatbik eden Peygamber ise bütün hatalardan masum, Allah'ın zaferi ve teşviki ile te'yid edilen mümtaz bir insandır.

İlahî metodların hatadan uzak olması sebebiyle Allah'ın Peygamberler göndererek bu metodları bize bildirmesi bütün varlıklar için büyük bir rahmet ve merhamettir.

Bu sözümü okuyanların iki grupta toplanacağı ka-naatındayım. Birinci kısım: Milletlerin tarihlerini, gelişme merhalelerini okuyan kısımdır.. Bunlar söylediklerini kabul edip ona inanacaklardır. İkinci kısım ise: Bunları okuma fırsatını bulamayanlardır. Bu kısım di-

(51) Mücadele Suresi: 21

— 93

r

lerse okusun, benim doğrudan başka bir şey söylemediğimi anlayacaktır. «Kudretim yettiği ölçüde İslah etmekten başka bir şey istemiyorum.»^*)

İşte başarılı gelişme ve kalkınmalarda vaziyet budur: «Belirli metodlarla belirli geyeleri başarmaktır.»

Acaba günümüzdeki kalkınmamız bu    esasla mı yürüyor? Ben bunda çok şüpheliyim.

Çünkü tabiatımızda mevcut olan «acelecilik» «kolayca tesir altında kalma» «hislerimizin hemen köpürmesi» gibi içtimaî sebeplerin kalkınmamızı geçici tesirlerle meydana gelen kuru heyecanlardan ibaret yaptığı kanaatindeyim. Gelip geçici sebebin tesir derecesine göre ilerlememiz bazan hızlanır, bazan yavaşlar. Hepimizin çalıştığı gaye çoklarınca malûm olsa bile şu iki husus gayeye erişmemize mani olmaktadır:

1 — Gayeye ulaştıracak vasıtalar mahdut ve muayyen değildir. Bazen gayeye vasıl olmak için tuttuğumuz yollar tamamen birbirine zıt yollardır.

Bir yandan memleketi" ilerleteceğiz diyoruz, diğer taraftan milleti tembelliğe sevkediyoruz!..

(52) Hud Suresi: 88

— 94 —

¦> 2 — Geçmiş ile yeni arasındaki bağın kopuk of-masıdır. Eskiler uzun bir merhale kat'edip yolun ortasına varmışlarken yeniler bu yolu takip etmeyip yeni bir yol tutmaktadır. Böylece eskilerin vardıkları merhaleye ya zorlukla ulaşabilecek, ya da hiç ulaşamayacak veyahut o merhaleyi çok az geçecektir.    Fakat hiçbir zaman  milleti   istenilen  seviyeye     ulaştıramıyacaktır. Çünkü fertlerin ömrü çok kısadır. Kalkınmalar uzun vadelere muhtaçtır. Bir kişinin bir millet için her şeyi gerçekleştireceğini düşünmek bir hayaldir,  bir aldatmacadır, hakikat değil, bir hiçtir. Bu gibi duyguların her çalışanın kafasından silinmesi gerekir. Ecdadının yaptıklarından faydalanması icab eder.

Buraya kadar anlattıklarım lüzumlu bir önsöz idi. Şimdi diyorum ki:

Müslüman Kardeşlerin belirli metodları vardır. 0-nun çerçevesinde yürürler. Kendilerini bu metodla ölçerler. Bu metodun ne olduğunu sormak istersen açıkça sana bu metodun «Kur'an-ı Kerim'in getirdiği kaide ve esaslardan ibaret» olduğunu söyleyebilirim.

Müslüman Kardeşlerin gayelerine ulaşmak için başvurdukları vasıtaların neler olduğunu sormak istersen yine sana açıkça derim ki: Bunların vasıtaları«Pey-gamfcer Efendimiz (S.A.V.) in mübarek yoludur.»

_ 95   --

Bu ümmetin sonunda gelenleri ancak öncekilerin ıslah edildikleri şeylerle İslah edilirler.

Son söz:

Bu şekilde, çalışan Müslüman Kardeşlerden bahseden bu seri sona ermiş oluyor.

Ümid ederim ki, bu seri makalelerin muhterem okuyucularımızda tesiri olsun. Allah yolunda ve islâm davası uğrunda her şeylerini feda eden Müslüman Kardeşlere destek ols,unlar ve onlara katılsınlar...

Böylece her müslüman bu başarılı kalkınmaya manen destek olsun. (Bu kalkınma, hergün zafere doğru bir adım daha atıyor, yeni fütuhata götürmese de başarılara ulaştırılıyor. İnşaallah Allah'ın lütfü ile yeni fetihlere  de  kavuşturacaktır.)

«De ki: Çalışın. Allah, O'nun Resulü ve mü'minler işlediklerinizi görecektir. Hepimiz gaybı ve hazırı bilen Allah'a döndürüleceksiniz. Yaptıklarınızı size bildirecektir.»! ¦¦<)

(53) Tevbe Suresi: 105

96 —

YENİ BİR TARZDA DAVAMIZ

Risaleler   4

DAVAMIZ YENİ BİR STRATEJİDE

islâm fikrinin çeşitli yönlerini incelemeden, islâm fikri etrafında dönüp dolaşan şüphelere cevap vermeden, gayri islârnî düşünceleri tahlil edip çürütmeden önce; davamızın hedeflerini, hususiyetlerini ve vasıtalarını kısaca açıklamayı bir vazife sayarım.

Böylece fikrimiz anlaşılır, atacağımız adımları bilerek atmış oluruz...

DÂVAMIZIN EN ÖNEMLİ HUSUSİYETLERİ

1. Dâvamız ilâhî Bir Dâvadır:

Gayemiz  ve hedefimiz bütün  insanların  Rabbini bilmesi, tanıması ve ona yaklaşmasıdır...

— 99 —

Zira insanlar bu irtibattan üstün bir maneviyat kazanırlar. Bu maneviyat vasıtasıyla kör materyalizmin inkarcılığından kurtularak faziletli insanlığın yüceliğine ve güzelliğine kavuşmuş olurlar.

Biz Müslüman Kardeşler, bütün kalbimizle «Gayemiz Allah'tır» diye nida ediyoruz.. Evet, bu dâvanın birinci hedefi, insanları Allah'a bağlayan manevî irtibatı yeniden beşeriyete hatırlatmaktır.

İnsanlar bu manevî irtibatı unutmuşlar, Allah ta onlara kendilerini unutturmuştur: «Ey insanlar!.. Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki takva sahibi olasınız.»(')

Hakikaten materyalizmin ve tabiatçılığın çözüm kapılarını kapadığı beşerî problemlerin ilk anahtarı, Allah'ı bilmektir. Bu olmadan hiçbir ıslah hareketi başarılı olmayacaktır.

2.  Dâvamız Cihanşümul Bir Dâvadır:

Dâvamız bütün insanlığa tevcih edilmiştir. Dâvamız bütün insanları kardeş sayar, çünkü insanların aslı bir,  ecdadı  bir, soyu  birdir,  insanlar bir  birlerinden

(1) Bakara Suresi âyet: 21

— 100

sadece takva ve insanlara yaptıkları  iyiliklerle üstün olabilirler: Allahu Teâla şöyle buyuruyor:

«Ey insanlar sizi bir tek candan yaratan, ondan da eşini yaratan ve bu ikisinden birçok erkek ve kadın türeten Rabbinizden korkun. Yine kendisi namına birbiriniz* den istekte bulunduğunuz Allah'tan korkun. Akrabalık bağını kesmekten sakının. Muhakkik ki, Allah sizleri murakabe edicidir.»(-)

Biz ırkçı taassuba inanmıyoruz. Renk ve ırk ayrımı yapan görüşleri tasvip etmiyoruz. Biz insanoğlu arasında merhametli ve adaletli bir kardeşliğe davet ediyoruz.

Batıda ileri gelenlerden birinin, icad edenler, muhafazakârlar ve yakıp yıkanlar olmak üzere insanlan üç sınıfa ayırdığını okudum. Kendi milletini icad edenler, diğer batılıları muhafazakârlar, bütün doğuluları da yakıp yıkanlar gurubuna dahil ettiğini müşahede ettim.

Şüphesiz ki, bu taksim, insafsız, asılsız ve sakat bir taksimdir. Çünkü insanların muhit, cemiyet, fikir ve kültürleri her ne kadar ayrı olsada bütün insanlar aynı kanı taşımakta, aynı toprakta yaşamakta ve aynı tabiatı haizdirler.

<2) Nisa Suresi âyet: 1

— 101

\

insanlar, yetiştirildikleri takdirde bulundukları dereceden daha üst dereceye kolaylıkla geçebilirler. Muhiti ve cemiyetinin kapasitesi dahilinde İslah edilemeyen, yetiştirilemeyen hiçbir insan yoktur. Diğer taraftan bu şaşkın batılının yakıcı, yıkıcılar gurubundan saydığı Doğu, medeniyetlerin beşiği ve ilâhi dinlerin merkezidir. Garplılara medeniyeti öğreten şarklılardır. Bunu sadece inkarcılar ve gururlu kimseler inkâr edebilir.

Bu çeşit batıl düşünceler, birtakım insanların yeı -

s*.

siz gururlarından ve aşırı hislerinden doğmaktadır. Bu çeşit sapık fikirler, hiçbir zaman kalkınmanın esasını teşkil  edemez.  Medeniyete temel  olamaz.

İnsanlar içinde diğer kardeşlerine karşı bu şuuru taşıyan kibirli kimseler bulundukça, ne huzur, ne sulh. ne de emniyet sağlanabilecektir.

insanlar kardeşlik bayrağı altında birleşip bu bayrağı dalgalandırmadıkça, gölgesinde gölgelenmedikçe huzur ve sükûn gerçekleşmeyecektir.

Mukaddes kitabı şöyle haykıran islâm Dininden başka hiçbir nizâm bu hakiki kardeşliği tahakkuk ettiremez: «Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışasınız diye sizi milletler ve ka-

— 102 —

bileler halinde yarattık. Şüphesiz ki, Allah katında en üstününüz O'ndan en çok korkanınızdır.»(*)

Müslümanların önderi Hz. Muhammed (S.A.V.) şöyle buyuruyor: «Irkçılık dâvası güden bizden değildir. Irkçılık uğrunda ölen bizden değildir.».

Bu hadis-i şerifi Ahmed b. Hanbel, Cerir b. Mut'-im'den rivayet etmiştir. Bunun içindir ki Müslüman Kardeşlerin dâvası ilâhî, ve insanî bir dâvadır...

METAFİZİK DÜŞÜNCE ve İLMİ DÜŞÜNCE

Yeryüzünde insanoğlu varolduğundan bu güne kadar insan aklı şu üç düşünce arasında dönüp dolaşmıştır. Belki de, Allah'ın hidayeti gelinceye kadar bu istikrarsızlık devam edecektir.

a) Bu üç düşünce tarzından birincisi, hurafelere kapılma, kendisince bilinmeyen gaybe ve kendisinden uzak olan gizli kuvvetlere tamamen boyun eğme düşüncesidir.

Bu tarz düşünen insan, herşeyi o aklının ermediği gaybe bağlar, herşeyi gizli kuvvetler vasıtasiyle açtkla-

(3) Hucûrat Suresi âyet: 13

— 103

maya çalışır. Bunların yanında düşüncesinin ve çalışmasının hiçbir tesiri olmadığına inanır.

Bu düşünce tarzı, uzun müddet insanoğluna, muhitinden bihaber olduğu zamanlarda, hakim olmuştur. Günümüzde bile bu düşünce tarzının tesiri altında yaşayan birtakım insanlar bulunmaktadır. Putperestler gibi...

b) İkinci düşünce tarzı ise. Materyalist tabiatçı dü şünce tarzıdır. Bu fikirle hareket edenler, gözlerinin görmediklerine inanmazlar. Ruhanî alemi tamamen inkâr ederler. Kainatı, sadece maddî yönden ve tecrübe kanunları ışığı altında izah etmeye çalışırlar.

Bu materyalist düşünce tarzı asrımıza hakim olan tiptir. Asrımızda tabiatın bilinmeyen birçok taraflarından sadece bazılarını keşfetmeye muvaffak olan ve varlıkların yalnız özelliklerini bilmeyi başaran insan; materyalist ve tecrübeye dayanan bu sistemle herşeyi bileceğini sanmaktadır.

Halbuki bu aciz insanın, bildiği şeyler, bilmediği şeylere göre, büyük bir çöldeki kumlardan bir zerrecik kadardır. Materyalist insanoğlu, bu düşüncenin tesiri altında ulûhiyeti ve onunla alakalı her şeyi inkâr etmiş,

— 104 —

peygamberliği ve onunla alakalı her şeyi yalanlamış; ayrıca öldükten sonra dirilmeyi, herkesin yaptığından sorulacağını ve bütün âlem-i ervahı inkar etmiş, artık gözü, bu geçici dünyadan başka bir şeyi görmez olmuştur. Maddî kanunlarıyle dünyada olup bitenleri izah etmeye kalkışmaktadır.

Bu «Hurafeci ve Materyalist» iki düşünce de hatalıdır, aşırıdır, sakattır. Her iki düşünce tarzıda, insanın kendisini kuşatan kainatı hakkıyle tanımamasından doğmaktadır.

c) Islâmî düşünme tarzı: Yüce islâm dini geldi ve bu hususu aydınlığa kavuşturdu. Ma,nevî âlemin varlığını tesbit etti. İnsanın bütün kainatın Rabbi olan Al-lahu Tealâ ile ve dünya hayatından sonra kurulacak ahi-ret hayatı ile büyük bir irtibatı bulunduğunu beyan etn.

islâm, alem-i ervahtan olan Nefsi ıslah etmenin tek çaresi olarak Allah'a iman etmeyi emretti. Evet... İslâm bilinmeyen bu âlem-i gaybı akıllara yaklaştıracak bir tarzda vasfediyor. Manevî âleme değeri veren islâm, maddî âlemi ihmal etmiyor, bilakis onun da üstünlüğünü ve insanlara bir hayır kaynağı olduğunu beyan ediyor. Göklerin ve yerin haşmetli mülkiyetine doğ-

— 105 —

ru bakışla bakmaya davet ediyor. Bunu, herşeyden yüce olan Allah'ı bilmek için en yakın yol kabul ediyor, islâm dininin bu tutumu, beşeri aklı yeni bir tarzda düşünmeye mecbur kılıyor. Bu da «Hem Âlem-i gaybe iman hem de insanın aklından faydalanma» düşünce tarzıdır. Şüphesiz ki, bu düşünce tarzı en mükemmel, en mantıkî, gerçeğe en mutabık, insanlar için en faydalı olan tarzdır.

Biz. tek bir âlemde değil, iki âlem içinde yaşıyoruz, içinde yaşadığımız bu kainatın birçok belirtilerini izah etmekten aciziz. Etrafımızı kuşatan hakikatleri idrâk edemiyoruz. Bunları öğrenmeye çalıştığımızda bilmediğimiz şeylerle karşılaşmaktayız. Sonunda aciz olduğumuzu itiraf edip Allah'ın büyüklüğünü ikrar ederiz.

Bizler, kalbimizde kuvvetli bir iman hissi duyuyoruz. Çünkü iman yaratılıştan ruhumuzda mevcuttur. Bedenimiz gıdaya, havaya ve suya ne kadar muhtaç ise, ruhumuz da Allah'a iman etmeye o kadar muhtaçtır. Zira ruhumuzda manevî gıdalara ihtiyaç duymaktadır.

Biz, İnsan topluluğunun ancak manevî inanç yoluyla düzeleceği kanaatindeyiz, insanların kalbine Allah

— 106 —

 

korkusunu ve Allah'ı bilme saadetini yerleştiren bir inanç vasıtasıyla kurtuluşa erebileceğine inanmaktayız. Bunun içindir ki, bütün insanların Allah'a, Peygamberlere, alem-i ervaha, ahiret alemine ve herkesin yaptığından mes'ul olacağına iman etmeleri zaruri bir vecibedir:

«Kim zerre kadar hayır işlerse onu görür, kim de zerre kadar kötülük işlerse onu görür.»(4)

Bu inançlar yanında insan, aklını tamamen kullanmaya çalışmalı, bilmediklerini bilmeli, öğrenmediklerini öğrenmeli, icad etmeli, keşfetmeli, bu kör maddeyi kendisine hizmetçi kılmalı, kainattaki nimetlerden faydalanmalıdır. «De ki, Rabbim!.. ilmimi ziyade eyle.»!')

Biz, insanları hem madde ve hem de manayı kapsayan islâmî düşünceye davet ediyoruz. Batı alemi son günlerinde maddiyatçı, maddeden başkasını bilmeyen, maddeden başkasına inanmayan bir hayat yaşamıştı/. Böylece evlatlarının ruhunda insanî merhamet duygusunu öldürmüştür. İlâhî ruhun her çeşit nurunu söndürür-

(4)  Zilzal Suresi âyet: 7-8

(5)  Tâhâ Suresi âyet: 114

_  107 

m

müştür. Batı, ilmiyle, tekniğiyle, aldatıcı zevk ü sefa-sıyla çeşitli icadlarıyle, ordusu ve malıyla bütün dünyaya hakim olmuştur. İnsanî düşünceyi, her yerde bu materyalist düşüncesiyle boyamıştır.

Dünya materyalizm ateşinde kavrulup dururken, yeniden ilâhî dâva ortaya çıkıyor. Doğuda ve batıdaki bütün insanları maddecilikten kurtarmaya, madde ile manayı birlikte yürütmeye davet ediyor. Manâ alemini de madde âlemini de imana davet ediyor. Yeniden Allah'ı bilmeye çağırıyor:

«Şu halde Allah'a koşun. Şüphesiz ki ben sizi O'ndan apaçık kor kutan im. »('¦)

(6) Zariyat Suresi: 50

— 108 —

MÜSLÜMAN KARDEŞLERİN DAVASINDA

MİLLİYETÇİLİĞİN, IRKÇILIĞIN, ŞARKLILIĞIN

VE CİHANŞÜMÛLLUĞUN  YERİ  NEDİR?

Davamız, ilâhi olduğu kadar da insanî bir davadır. Dâvamız maddeciliği bırakmaya, maddeciliğin zulmüne karşı koymaya, maddeciliği yıkmaya, Allah'a yönelmeye, O'na iman etmeye, O'na dayanmaya ve her işinde Allah'ın kendini murakebe ettiğine itikad etmeye davet eder.

Diğer taraftan davamız, insanlar arasında kardeşliğe ve herkesi mes'ud etmeye davet eder. Çünkü davamız islâm davasıdır, islâm, belirli bir ırk için veya belirli bir millet için gönderilmemiş, bütün insanlık için gönderilmiş bir» dindir:

«Bütün âlemler için bir uyarıcı olsun diye, kuluna hakkı batıldan ayıran Kur'an'ı indiren Allah yücelerin yücesidir...»!7)

(7) Furkan  Suresi: 1

  109

«De ki; Ey insanlar! Doğrusu ben göklerin ve yerin sahibi, kendinden başka ilâh bulunmayan, dirilten ve öldüren Allah'ın hepiniz için gönderdiği peygamberiyim. Allah'a ve okur yazarlığı olmayan, haber getiren peygamberine iman edin. O peygamber de Allah'a ve kelâmına iman eder. Ona uyun ki, doğru yolu bulası-nız.»(")

«Biz seni bütün insanlara müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir.»(9)

Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'in Peygamberliği umumi olduğu için bizim davamız da hedefleri ve gayesi bakımından umumîdir, cihanşümuldur. Davamız, bütün insanlara tevcih edilmiştir. Bütün insanları kardeş sayar. Bütün insanlığın hayır ve saadeti için çalışır. Irk ve renk ayrımlarını kabul etmez. Milletlere göre, çeşitli bölgelere göre değişmez bir dâvadır.

Birçok dava sahiplerinin ağzında birtakım ideoloji ve görüşleri belirten sözler dönüp dolaşmaktadır. Acaba dâvamız bu gibi sözleri nasıl karşılar?

Bu çeşitli görüşlerin herbirinin dâvamızda kendine göre bir yeri vardır. Bu, bizim herkesi razı etmeye.

18) Araf Suresi: 158 (9) Sebe' Suresi: 28

110 —

herkesin fikrini hoş görmeye, dâvamızın aleyhine de olsa diğer fikirleri kabul etmeye çalıştığımız için değil... Dâvamızın cihanşümul bir dâva olmasından ilert gelmektedir.

a) Mısırlılık veya Milliyetçiliğin dâvamızda ayrı bîr yeri, ayrı bir önemi vardır. Bizler de Mısırlıyız. Orada doğduk, orada büyüdük. Mısır Müslüman bir devlettir, islâm dinini kabul etmiş, onu savunmuş, tarih ir birçok devirlerinde islâm düşmanlarını ondan uzaklaş-tırmıştır.

Mısır, islâm dinine kalpten bağlanmış ona en büyük sevgilerini ve en üstün hislerini beslemiştir. Öyleyse Mısır ancak İslâmla düzelir. Ancak islâmın ilâcı ile tedavi olur. Ancak İslâmın şifasıyla şifa bulur.

Birçok devirlerde Mısır, islâm düşüncesini koruma vazifesini üzerine almış ve müslümanların önderliğini yapmıştır.

Şu halde biz nasıl Mısır için ve Mısır'ın menfaati için çalışmayız, gücümüzün yettiği kadar Mısır'ı müdafaa etmeyiz? Nasıl Mısırcılık gütmenin İslama davet eden bir fikirle bağdaşmayacağı söylenebilir?

Biz, bu azîz vatanımız için ihlâsla çalışan kimseler olarak şeref duyarız. Vatanımız uğrunda cihad edenler olarak iftihar ederiz. Yaşadığımız müddetçe böyle

— 111 

devam edeceğiz. Çünkü Mısır'ın islâm Vatanından bir parça olduğuna imârı ediyoruz. Biz Mısır'a çalışırken Arab alemine. Doğuya ve islâm alemine çalışmış oluruz.

Biz, eski Mısır tarihine önem verilmesine, eski Mısır'lılardan kalan medeniyet eserlerine ve çeşitli ilim ve bilgilere ehemmiyet verilmesine karşı değiliz. Biz, bir tarih, bir ilim vasıtası olarak eski Mısır'a karşı değiliz.

Fakat biz, Allah'ın islâm nuruna kavuşturduğu, is-lâmla izzet ve şerefini artırdığı, İslâm vasıtasiyle put-çuluğun kirlerinden temizlediği, şirkin mikroplarından arındırdığı, cahiliyet adetlerinden kurtardığı bu Mısır'ın; tekrar eski Mısır medeniyeti metodlarıyla idare edilmesine bütün gücümüzle karşıyız.

b) Arapçılığın veya Arap Birliğinin Dâvamızda yeri:

Araplar, islâmı en evvel kabul eden bir millettir. Peygamber Efendimiz Araplar hakkında şöyle buyuruyor: «Araplar zelîl olunca islâm zelil olur.»

İslâm dini, araplar biraraya gelmedikçe, gereken kalkınmaya ulaşılmadıkça ilerleyemez. Arap vatanının her tarafındaki bir karış toprağı kendi yerimizden ve kendi vatanımızın özünden sayarız.

Ne coğrafî hudutlar, ne de siyasî bölünmeler kalbimizdeki Arap islâm Birliğini parçalayamaz. Bu birlil< bütün kalpleri bir hedef etrafında toplamış, buralarda yaşayan insanları bir millet haline getirmiştir.

Irkçılar ne yaparsa yapsın, bölücüler neye başvurursa vursun, islâm Arap Birliği düşüncesi devam edecektir.

Acaba Araplıktan ne kastedilmektedir? Müslümanların lideri Hz. Muhammed (S.A.V.) Araplığı Arapça konuşma ve Müslüman olmakla tarif ediyor.

Hafız fbn Asakir şu hadis-i şerifi rivayet ediyor: «Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız birdir. Dininiz birdir. Araplık anne ve babadan arap olmakla değil, Arapça konuşmakladır. Kim Arapça konuşursa o Arab-dır.»

Şu halde İran Körfezinden Atlantik Okyonusuna kadar uzanan beldelerde yaşayan herkesin Arab olduğuna inanıyoruz. Çünkü bunları inanç birliği, dil birliği biraraya getiriyor. Bunun yanında yaşadıkları ülkelerin stratejik ve coğrafî mevkii onları birlik ve beraberlik içinde yaşamaya zorluyor.

Biz; Araplar için çalıştığımızda İslâm için çalıştığımıza hatta bütün dünya için çalıştığımıza inanıyoruz.

112 —

113 -—

Risaleler   4 F : 8

c) Doğululuk Fikrinin Dâvamızda Yeri Nedir?

Doğululuğun da davamızda ayrı bir yeri vardır.

Şunu iyi bilmeliyiz ki. Doğululuk Şuurunu ortaya çıkaran sebepler gelip geçicidir. Doğululuk şuurunu batılıların, batıcılıklarıyle medeniyetleriyle övünmeleri doğululardan uzak durmaları ve dünyayı doğu-batı diye ikiye ayırmaları sebep olmuştur.

Hatta meşhur bir şairleri bile doğu-batı ayrımını dile getirerek şöyle diyor:

«Doğu doğudur, batı da batıdır...

Bir araya gelmeleri mümkün değildir...»

işte bu gelip geçici düşünce doğuluların batılılara karşı bir kitle halinde olma düşüncesini ortaya çıkarmıştır. Şayet batılılar insafa gelir, düşmanlığı bırakırsa bu taassub ortadan kalkar. Onun yerini milletlerin gelişmesi ve menfaati için aralarında yardımlaşma fikri alır.

d)  Cihanşümûllük:

En son hedefimiz en büyük gayemiz, ıslah siisi-lemizin son halkası cihanşümûllüktür.

İster-istemez bütün dünya bu seviyeye varacaktır. Bunda şüphe yoktur. Bugün, milletlerin topyekün ke-

— 114 —

netlenmesi, çeşitli ırkların kitleler haline gelmesi, zayıfların elele vermesi, ayrılanların biraraya gelmesi... Bütün bunlar cihanşümûllük fikrinin gerçekleşmesine dair ön hazırlıklar mahiyetindedir. Ve Cihanşümûllük fikrinin, insanların kafasında yerleşmiş milliyetçilik ve ırkçılık yerine geçeceğine bir işarettir:

Cihanşümûllüğe ulaşmak için insanların ilk önce milliyetçilik düşüncesi ile birleşmeleri gerekiyordu. Böylece ilk çekirdekler saçılacak ve ilk adımlar atılmış olacaktı.

Sonra bundan vazgeçip daha büyük cemaatler meydana getirmeliydi ve böyle oldu. Neticede en son insanî birlik tahakkuk edecektir.

Bu merhaleler uzun olsa da elbette gerçekleşecektir. Bizim bunu gaye edinmemiz, devamlı gözümüzün önünde bulundurmamız, insanî birlik binasının temel taşlarını atmamız bizlere yeter, insanî birliği, cihanşû-müllüğü gerçekleştirmek bizim vazifemiz değildir. Her şeyin bir vakti, bir saati vardır.

Bugün dünyamızda milletlerin kalbini çalan, insanların hislerini harekete geçiren ırkçılık esasları üzerine kurulmuş birçok ideolojik düzenler vardır. Dünyanın bu saldırgan düşüncelerden aldığı dersler ve çektiği acı-

— 115 —

lar insanları doğru yola sevketmeye, yardımlaşmaya ve kardeşliğe döndürmeye kafidir.

islâm dini, insanların birlik ve beraberliklerini sağlayacak en güzel yolu çizmiştir. Her şeyden önce inançları birleştirmiş, sonra kanun ve nizamları birleştirmiştir.

islâmın her emrinde dünyayı birlik ve beraberliğe davet eden beyanlar apaçıktır. İslâm Dini insanların Rabbinin bir olduğunu ilân eder. Dinlerin kaynağının bir olduğunu beyan eder. Peygamberlerin hepsini takdis eder, ihtiram eder. Semavî kitaplarının hepsinin Allah tarafından gönderildiğini bildirir. Son gayenin kalb-leri biraraya getirmek olduğunu beyan buyurur.

«Göklerin ve yerin anahtarları yed-i kudretinde olan Allah, Nûha emrettiği sana vahyettiğimiz, ibrahim'e, Musa'ya, İsa'ya emrettiğimiz, dini ayakta tutun onda bölünmeyin» emrini sîzlere de din olarak beyan etti.»('a)

İman birliğinden sonra bir dil konuşmayı temin edecek vasıta ise Kur'an-ı Kerim'dir. Çünkü Kur'an Arapçadır. Kur'an islâm dininin esasıdır, ibadetlerin en efdali olan namazın bir farzıdır.

 

(10) Şura Suresi âyet: 13

— 116 —

Namaz kılma, zekât verme, Haccetme ve oruç tutma gibi İslâmın şartları, birlik ve beraberliği kuvvetlendiren, bölücülüğü kaldıran, sınıflaşmayı eriten, insanlar arasındaki perdeleri kaldıran içtimaî esaslardır.

Kısaca davamız cihanşümul bir dâvadır. Dâvamızın birçok merhaleleri vardır. Niyazımız odur ki, bütün bu merhaleleri aşalım. Son gayemize ulaşalım.

Ümidimiz odur ki. Mısırda Müslüman bir devlet kurulsun, islâm dâvasını üzerine alsın. Mü'minleri bir-leştirsin. Onların hayrına çalışsın. Dünyanın her tarafında Müslümanları mütecavizlerin hücumlarından korusun. Allah'ın kelâmını yaysın. Dinini tebliğ etsin. Böylece fitne kalmasın. Yeryüzünde tamamen Allah'ın dini hakim olsun.

— 117 —

RUHİ UYANIKLIK, İMAN, İZZET VE ÜMİT

insanlar, dâvaların dış görünüşlerine ve çeşitli şekillerine bakarlar. Gerçekte dâvaların gıdası ve yardım-cısı olan psikolojik güdülere, ruhî ilhamlara bakmayı ihmal ederler. Halbuki dâvaların zafere ermesi ve yayılması bu saik ve ilhamlara bağlıdır. Bu, tartışma kabul etmeyen bir gerçektir.

Her dâvanın dış görünüşleri arkasında, dâvaya hakim olup yürüten "*> insanları ona rplcon cm/toHirî bir ruh, gizli bir kuvvet vardır. Bir milletin zâtında, ruhunda ve duygularında bu hakikî uyanma olmadan o milletin ilerlemesi imkansızdır.

«Şüphesiz ki bir millet kendini değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.»(')

Bunun için, diyebilirim ki, dâvamızın gelişmesin-

(11) Rad Suresi âyet: 11

— 118 —

de, ortaya çıkmasında ve yayılmasında üzerinde ısrarla durduğumuz en önemli husus, kendisinden oluşacak ruhî ve manevî uyanmadır.

Bizim ilk istediğimiz şey kalplerin şuurlu olması, ruhun, vicdanın ve duyguların hakikaten uyanık olmalarıdır. Dâvamızla yapılmasını kasdettiğimiz çeşitli ıslahatlardan bahsetmekten, şuurlu olmayı, manevi uyanıklığı kalplere yerleştirmek bizleri daha fazla ilgilendirmektedir.

Biz, canlı, kuvvetli ve genç özler; sağlam ve çarpan kalpler; gayretli ve alevli duyujar; ileriye bakan, atılgan ve en üstün sıfatları hayal eden ruhlar; erilme-si arzu edilen yüce hedefler istiyoruz. Böylece bu hedefler için çalışalım ve sonunda istediğimize ulaşalım. Elbetteki bu hedeflerin tayin edilmesi bu duygu ve histerin tahdid edilmesi ve bu manevî uyanmanın bir yöne tevcih edilmesi gerekir. Böylece bu hisler, hiçbir şek ve şüphe kabul etmeyen, tartışılacak bir yönü olmayan sağlam bir akîde haline gelsin.

Şayet hedefler tayin edilmezse duygular ve hisler bir yerde istikrar etmezse bu uyanma, çölde kaybolan, ışığı ve sıcağı olmayan bir parıltı gibi olur.

Şu halde bu hedeflerin hudutları nereden başlayıp nereye kadar ulaşır? Biz, İslama ilk davet tarzını dâva-

— 119 —

\

miza metod yapmak istiyoruz. Biz dâvamızın yüzlerce yıl önce Mekke vadilerinde Hz. Resulullah'ın davet ettiği o yüce dâvanın bir sadası olmasına çalışıyoruz.

Düşünce ve zihinlerimizle O Peygamberin nuru ile aydınlanan, vahyin azameti ile müşerref olan, 'Asr-ı Saadete' dönmemiz ne kadar gerekli, ne kadar elzemdir.

Böylece, eğiticilerin Efendisi, hidayet yolunu gösteren peygamberlerin iftihar vesilesi olan ilk muallim Hz. Muhammed'in önüne diz çökmüş oluruz. Yeniden, Hakk'a davetin yollarını, ve İslahatın nasıl yapılacağını öğrenmiş oluruz.

Acaba Resul-ü Ekrem Efendimiz, sahabelerinin kalplerine ilâhî güneşin ışıklarından hangi nuru soktu da zulmet ve karanlıktan sonra o kalpleri aydınlattı, nûrlandırdı? Manevî hayatın ırmaklarından hangi sularla o kalepleri suladı ki onlar yeşerdiler, büyüdüler, çiçek açtılar, şuur yapraklarıyla yapraklandılar ve içlerinde duygular ve hisler bitti? [Resulullah, Ashabının kalbine şu üç hissi yerleştirmişti:]

a) Hz. Peygamber, Ashabının kalplerine, «kendine inen dinin hak, ondan başkasının batıl olduğunu. Peygamberliğinin bütün Peygamberliklerin en hayırlısı olduğunu, tuttuğu yolun yolların en üstünü olduğunu.

Şeriat'ımn bütün insanların saadetini gerçekleştirecek en mükemmel bir nizam olduğunu» yerleştirmiş ve bu inancı kaleplerinde yerleştirecek âyetleri onlara okumuştur: «Sen, sana vahyolunanlara sarıl! Şüphesiz ki, sen dosdoğru yol üzerindesin.»('->)

«Doğrusu bu, sana ve kavmine bir öğüttür. Ondan hesaba çekileceksiniz.»('3)

«Öyle ise sen Allah'a güven ve O'na dayan. Şüphesiz ki, sen apaçık hak üzeresin.»{")

«Sonra seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Artık O'na uy! Bilmeyenlerin arzularına uyma.»(';)

«Hayır, Rabbine yemin olsun ki, aralarındaki ihtilaflarda seni hakem yapmadıkça sonra da verdiğin hükmü seve seve kabul edip ona boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar.»!'6)

Resulullah'ın ashabı buna iman etmişler ve sım-

(12)  Zuhruf Suresi âyet: 43

(13)  Zuhruf  Suresi  âyet:  44

(14)  Nemi Suresi âyet: 79

(15)  Casiye Suresi âyet:  18

(16)  Nisa Suresi: 65

— 120 —

  121 

sıkı sarılmışlardı. Siz de buna iman edin, bunu yapmaya çalışın!..

b) Hz. Muhammed (S.A.V.), Ashabının kalplerine ikinci olarak «müslümanlıkla şeref duyma hissini» yerleştirmişti. Mademki Sahabe-i kiram, hakikat ehliydi, nurlu dini yüklenenlerdi. Ellerinde yer yüzündekile-rini irşad için gökten inen mukaddes kitab mevcuttu. Başkaları ise zulmetlerde bocalayıp durmaktaydı. Öyle ise Sahabeler, insanların mürşidleri ve hocaları olmalıydı. Hocalık vazifelerini yaparken, irşadda bulunmaları, doğru yola sevk etmeleri ve fenalıklardan vazgeçirmeleri lâzımdı. Resulûllah, ashabının kalbine bu şuuru yerleştirmişti.

Kur'an-ı Kerim geldi, bu düşünceleri tesbit etti, ve açıklığa kavuşturdu. Sahabeler bu ilâhî vahiyleri Peygamberden aldılar ve onun ışığında yürüdüler. «Siz, İnsanlar için çıkarılan en hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreder kötülükten nehyedersiniz ve Allah'a iman edersiniz.)^ır)

«Böylece sizi şerefli ve mümtaz bir ümmet kıldık ki, insanlara karşı şahitler olasınız. Bu Peygamber de size şahid olsun.»(/s)

(17)   'Âl-i Imran: 110

(18)  Bakara: 143

—' 122 —

«Allah yolunda hakkıyle cihad edin! O, sizi seçmiş ve dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır.»({9)

Sahabeler, buna da iman ettiler ve bunu insanlara tebliğ ettiler. Siz de buna iman edin, insanlara bunu tebliğ edin!..

c) Üçüncü olarak, Hz. Muhammed (S.A.V.), Sahabelerinin kalplerine: «Allah'ın kendilerine yardımcı olduğu inancını» yerleştirmişti. Mademki sahabeler, bu hakikata iman ediyorlar ve hakikat ehli olmaktan şeref duyuyorlardı, öyleyse Allah onlarla beraber olacaktı, onlara yardım edecekti, destekliyecekti arka verecekti, zafere erdirecekti, müdafaa edilmeleri gerektiğinde onları müdafaa edecekti, Allah her yerde onlarla beraber olacaktı. Resulûllah ashabının kalplerine bu hissi de hakim kılmıştı...

Yeryüzündeki askerler onların yardımına koşmazlarsa gökten melekler onların imdadına koşacaklardı.

İşte Resul-ü Ekrem bütün bu manaları onlara aktarmıştı. Sahabe-i Kiram bunları Kur'an-ı Kerim'de de okuyup görüyorlardı:

«Şüphesiz ki, yeryüzü Allah'ındır. Kullarından di-

(19) Hacc: 78

— 123 —

lediğini ona varis kılar, hayırlı akibet Allah'ın yasaklarından sakınanlarındır.^**)

««Şüphesiz ki, yeryüzüne salih kullarım varis olurlar.»^')

«Şüphesiz ki, Allah, dinine yardım edenlere yardım eder. Muhakkak ki, Allah kuvvetlidir, galiptir.»{-^)

«Allah yazmıştır ki: Yemin olsun ki, ben ve Peygamberim elbette galip geleceğiz.»(-7)

«Allah, emrini yerine getirmekte her şeye galiptir. Fakat insanların bir çoğu bunu bilmezler.»(s4)

«Hani  Rabbin meleklere: Ben sizinle beraberim. İman edenlere sebat ilham edin diye vahyetti.»(M)

«İman edenlere yardım etmek üzerimizde bir hak-

(20)  Araf Suresi âyet: 128

(21)  Enbiya Suresi âyet: 105

(22)  Hacc Suresi âyet: 40

(23)  Mücadele Suresi âyet: 21

(24)  Yusuf Suresi âyet: 21

(25)  Enfal Suresi âyet: 12

(26)   Rum Suresi âyet: 47

— 124 —

«Biz ise yeryüzünde güçsüz görülenlere ihsanda bulunmak istedik.»(")

Sahabeler bunları okudular, anladılar, bunlara iman ettiler ve uğrunda canlarını feda ettiler.

Siz de bunları okuyup anlayın. Bunlara iman edin. Uğrunda canlarınızı feda edin.

Elhasıl: İlk önder olan Hz. Muhammed (S.A.V.) Allah'ın izniyle, iman eden sahabelerinin kalplerine şu öç hissi yerleştirmişti:

1   — islamiyetin yüceliğine iman etmek.

2  — Onu kabulden şeref duymak.

3— Allah'ın bu dini destekliyeceğini ümid etmek.

Bunun yanında dünya hayatında hedeflerini tayin etti. Onlar da Kur'an-ı Kerimi kalplerinde ve mu'shaf-larda korudular. Ahlâk ve amellerinde Kur'an'ın eserleri görülmekteydi.

Allah'ın kendilerine lütfedeceği ikramına, yardımına ve desteğine güvenerek cihada atıldılar. Yeryüzü onlara boyun eğdi. Dünyaya faziletli medeniyeti, merhametli ve adaletli olan  islâm ahlakının üstünlüğünü

(27) Kasas Suresi âyet: 5

— 125 —

kabuı ettirdiler. Yeryüzünde bulunan materyalizmin Kötülüklerini kaldırıp yerine ilâhî ve ebedî iyilikleri yerleştirdiler.

«Allah, nurunu mutlaka tamamlayacaktır.»^")

İşte bizde, insanları önce bu üç hisse davet ediyo-

ruz.

Ey insanlar!.. Bu dâvada, namazdan, oruçtan, yargılamadan, hüküm vermeden, örf ve adetlerden, ibadetlerden, kanunlardan ve muamelattan bahsetmeden önce şuurlu k2!pten, diri ruhtan, hassas nefisten, uyanık vicdandan bahsediyoruz. Keza islâm dininin yüceliğine, ona iman etmekten, şeref duymaya ve Allah'ın islâmı destekliyeceğine iman etmekten bahsediyoruz.

Siz, bunlara iman ediyor musunuz?..

(28) Tevbe Suresi âyet: 32

— 126 —

MÜSLÜMAN FERT, MÜSLÜMAN AİLE, MÜSLÜMAN  ÜMMET

Nefislerin dolup taşması gereken bu kuvvetli şuurun ve insanları davet ettiğimiz bu ruhî uyanmanın elbetteki kişilerin hayatında fiilen bir eseri, bir tesiri olacaktır. Kişileri, aileler ve cemaatleri içine alan bir kalkınmaya götürecektir.

a) Bu ruhî uyanlıklık, fertte gerekeni yapacaktır. Böylece fert, islâmın fertlerden beklediği gibi numune bir insan olacaktır. İslâm, ferdin çirkini ve güzeli birbirinden seçecek uyanık bir vicdana, hayrı ve şerri idrâk, edecek dürüst bir idrâka, batılın önünde eğilmeyen ve hakkı müdafaadan bezip usanmayan ciddi bir iradeye, insanî vazifelerini hakkıyla yapan, hakka ve hayra yardım eden sağlam bir vücuda sahip olmasını ister...

islâm, şahsî yükümlülükleri, saydığımız bu neticelere ulaştıracak esaslar üzerine kurmuştur: islâmi iba-

— 127 —

deUerde,  kalbi  Allah'a  bağlayan,   uyanık  vicdanı   ve İnce hisleri yetiştiren en üstün zikirler vardır.

Islami düşüncede, akılları kemale kavuşturan kâinatın perdesini açmaya ve sırlarını çözmeye sevkeden •esaslar vardır. Islâmi ahlâkda, kuvvetli iradeyi eğiten, azimli olmayı temin eden prensipler vardır.

İslâm nizâmında da, yemek, içmek ve uyumak gibi yaşama şartlarını düzenliyen üstün kaideler vardır. Fert bu kurallara uyduğu takdirde çaresiz hastalıklara yakalanmadan kendini korumuş olur. Devamlı sıhhat ve ¦afiyetle yaşar.

Bunun içindir ki, müslüman kardeşimiz vicdanını kemale erdirmesi için Allah'ın buyurduğu gibi ibâdet etmelidir, idrâkini geliştirmesi için elinden geldiği kadar ilim öğrenmelidir, iradesini kuvvetlendirmesi için islâm ahlakıyla ahlâklanmalıdır, vücudunu hastalıkların hücumundan korunması için yemesinde, içmesinde, uyumasında islâm nizâmından ayrılmamalıdır.

islâm bu esasları yalnız erkeklere değil, kadınlara da farz kılmıştır. Müslüman hanım kardeşimizin de vicdanın hassaslığında, anlayışının genişliliğinde ahlâkının üstünlüğünde ve vücudunun sağlamlılığında müslüman erkek gibi olması gerekir.

— 128 —

b)  Bu ferdî tekâmülün efbetteki ailede büyük tesiri olacaktır. Çünkü aile fertlerden meydana gelir. Ailenin temeli olan erkek ve kadın, iyi olurlarsa  islâmın koyduğu esaslara göre örnek bir ev kurabilirler, islâm, aileye ait sağlam kaideler koymuş, evlenmede en iyisini seçme yolunu, eşler arasında kurulacak bağların en güzel kurulma şeklini göstermiş. Eşlerden her birinin vazife ve haklarını belirtmiş, her iki tarafa da evlenmenin verdiği meyveleri korumayı farz kılmış ve evlilik hayatında ortaya çıkan her problemi en uygun şekilde çözmeyi bizlere öğretmiştir, isiâm, bütün görüşlerinde orta yolu seçmiştir.

c)  Aile düzelince elbetteki ümmet de düzelecektir. Çünkü ümmet aileler topluluğundan meydana gelir, islâm dini, mes'ud  bir hayatı  gerçekleştirecek  içtimaî esaslar koymuştur.

İslâm, müslüman bir cemiyetin fertlerini kardeşlik bağı ile birbirine bağlamış, bu bağı, imanı gösteren bir delil kabul etmiştir, insanlar arasındaki münasebetlere daha da önem vermiş, kişinin başkasını kendisine tercih etmesini ferman buyurmuştur.

Bu bağları koparacak, alâkaları kesecek her şeyi yasaklamıştır. Ayrıca,  herkesin haklarını, vazifelerini.

— 129

Risaleler   4 F

\

başka insanlarla münasebetlerini beyan etmiş ve sınırlanmıştır, islâmda babanın, evladın ve akrabanın hem hakları hem de mükellefiyetleri vardır. İslâm, idare edenin ve idare edilenin vazifelerini de en üstün bir surette tanzim etmiştir, insanlar arasında yapılacak muamelâta ait hükümleri bütün incelikleriyle bildirmiştir.

Hiç bir kimseyi diğerinden üstün saymamış, ancak takvâlıkla üstün olunacağını kabul etmiştir, islâm da efendi, köle, bey, hizmetçi yoktur. Bütün insanlar, Allah'ın katında tarak dişleri gibi eşittirler... islâm, insanların ancak iyi amelleriyle birbirlerinden üstün olabileceklerini kabul eder.

İslâm, milletlerin birbiriyle olan münasebetlerini de beyan etmiş, mükellefiyetlerini açıklamış ve bu konuda büyük veya küçük olsun bildirmediği hiçbir şey kalmamıştır.

Bunların yanında İslâm, içtimaî dertleri de tedavi etmiştir. İslâm evvela, bunlardan korunmayı emreder, şayet varsa kurtuluş yollarını gösterir, islâm'da her içtimaî derdin bir ilâcı vardır. Fakat her derdin birinci ilâcı, nefisleri ıslah ve insanlar arasındaki içtimaî te-sanüdü gerçekleştirmektir, islâm, bütün bunları ihtiva etmektedir. İslâm, hiçbir zaman insanları zorluğa sev-

— 130 —

ketmez. insanlar için zorluğu değil, kolaylığı diler. Umumî kaideler koyar, hususî haller için de istisnaî kaideler gösterir.

islâm, koyduğu kaidelerin nasıl tatbik edileceğini beyan eder. Sonra da bu vazifeyi yapmayı zamana ve asırlara bırakır. Bunun içindir ki, islâm her zaman uygun, her yere münasip ve herkes için geçerli olan bir nizam ve dindir. Yine bunun içindir ki islâm, dâvasının her yere tebliğ edilmesini ve yayılmasını müslümanlara farz kılmıştır.

Böylece bütün insanlar bunun nuruyla aydınlasın» lar ve Allahu Tealâ'nın: «Biz seni ancak bütün âlemlere rahmet olasın diye gönderdik.»(-») kelâmı gerçekleş» sin.

Evvela anlattığımız islâmî şuur kuvvetlenir de be-yan ettiğimiz sonuçlara götürürse, islâm nizâmı ferde de, aileye de, ümmete de tatbik edilirse Kur'an-ı Kerim kulaklara da kalplere de ulaşırsa, bu takdirde dâvamız başarıya ulaşacak ve kabul edilmiş olacaktır. «Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır.»

(29) Tevbe Sûresi: 32

131 —

\

\

İSTİKLÂL VE TAKLİTÇİLİK

Siz, müslüman fert, müslüman aile ve müslüman cemiyet istiyoruz. Fakat, herşeyden önce islâm düşüncesinin hakim olmasını istiyoruz. Tâ ki bu düşünce, ferdi, aileyi ve cemiyeti islâm boyasıyla boyasın, ol-gunlaştırsın. Bu olmadan hiçbir şey yapamayız.

Biz, islârnî esaslara dayanan bir düşünceyle düşünmek istiyoruz. Biz, bizleri her hususta batılıların görüş ve prensipleriyle bağlayan taklitçi düşüncelerle düşünmek istemiyoruz.

Tarihteki en üstün şerefleri haiz büyük bir millet olarak biz, öz değerlerimizle ve hayat anlayışımızla başkalarından ayrılmak istiyoruz.

Biz, atalarımızdan bu islâmı öğrendik, bunun boyasıyla boyandık. Bu din, vicdanlarımıza, duyularımıza hakim oldu. Kaburgalarımızın ve kalplerimizin perdelerini yırtıp içeri girdi... Bütün ülkemiz her yönü ile bu dine girdi ve bunu müdafaa etti. Bu memleketin çocukları; canlarıyla mallarıyla bu dinin uğrunda cihad ettiler bu ülkeyi haçlıların, tatarların pençesinden kurtardılar. Memleketimizde, islâmî ilimler okundu ve yer-

— 132 —

leşti.  Memleketimizde  dünyanın  en  eski  üniversitesi olan Ezher-i Şerif kuruldu.

Böylece ülkemiz, edebî, içtimaî ve ahlâkî yönlerden milletlere önder oldu. Herkesin arzu ettiği bir memleket haline geldi.

Hulâsa, islâm, inancıyla, nizamıyla, medeniyetiyle, lisaniyle memleketimize ecdadımızdan intikal eden değer biçilmez, mukaddes bir mirastır. Ne kadar yıkıcı çalışmalar yapılırsa yapılsın. Memleketimizin islâm-dan taviz vermesi ve islâm'ı memleketimizden uzaklaştırması mümkün değildir. Bunun içindir ki, memleketimizin birçok yönlerinde islâmın eserlerini bütün canlılığıyla görmekteyiz. İslâmi adlar, akşam sabah ezanlarla inleyeni şu haşmetli camiler, konuşulan ve okutulan arap dili, İslama karşı son derece ihtiramımız ve şuurluluğumuz bunun birer misalidir. Bütün bunlar bir gerçektir. Ne var ki, batılı medeniyeti, malıyla, tekniğiyle, siyasetiyle, zevkleriyle, eğlenceleriyle ve daha önce bilmediğimiz aldatıcı hayat tarzlarıyla bize karsı savaştı ve bir kısmımızı mağlup etti. Bunlar batı hayranı olup onlara bel bağladı.

Batılıların giriştiği bu manevî savaşın ülkemizde büyük tesiri oldu. içtimaî hayatımızın bir çok yönlerin-

— 133 —

den islâmın gölgesi çekilmeye başladı. Öyleki en önemli noktalarımızı bile değiştirip Avrupa simgesiyle simgelemeye koştuk, islâm dinini devletten ayırıp yalnız camilere ve kalplere hapsettik. Hayatımızı tamamen islâmdan uzaklaştırdık. Böylece istikrarsız ve hatta tenakuzlarla dolu bir hayat yaşamaya başladık.

Fakat islâm, azameti ve üluluğuyla, güzel ve çekici saltanatıyla, değişmez ve sarsılmaz esaslarıyla, ikna edici delilleriyle biz gerçek müslümanları her zaman kendine bağlar ve boyun eğdirir, kalplerimizi kendinden ayırmaz, işte Garbın hayatı, maddi kuvvetiyle, aldatıcı ziynetleriyle elimizde kalan diğer önemli hususlarımıza da hâkim olmak istiyor. Bu ümmeti düşünen her kişi bunu pek iyi bilmektedir. Elbetteki bu istikrarsızlık bitecektir. Bir taraf diğerine galip gelecektir, çünkü her şeyin sonu vardır.

Ancak, biz Müslüman Kardeşler olarak, neticenin Islâmiyetten tamamen soyulmaya ve batı hayatını yaşamaya varmasına cidden üzülmekteyiz. Bizden önce çokları taklitçiliğe kapıldı ve propagandasını yaptı, ama sonunda ülkesini esarete düşürdü.

Biz, ülkemizi bu âkibete varmaktan kurtarmak istiyoruz. Memleketimizin tekrar islâm'a dönmesini  isti-

— 134 —

yoruz. ülkemiz islâm'a gelsin... Yeni kalkınma esaslarını İslâmî esaslar üstüne kursun, müstakbelini ona bağlasın...

islâm, bizi her şeyin en iyisini almaya davet ettiğine göre ve: «Hikmet, Mü'minin kaybolmuş malıdır. Nerede bulsa almalıdır.»('•) buyurduğuna göre, müs-lümanların herhangi bir yerden hayırlı bir şeyi almalarına asla engel yoktur. Her yararlı şeyi başkalarından alıp tatbik etmemize mani yoktur. Yeter ki, dinimizin esaslarına muhalif olmasın. Milletimizin ihtiyaçlarına cevap versin...

Fiilî hayatımızda meydana gelen bu istikrarsızlığın tesirleri çok açıktır. Eğitimde, adalette, ailevî hayatımızda ve genel kültür sahalarımızda meydana gelen problemlerin bir çoğunun kaynağı bu istikrarsızlığımız-dır.

Ülkemizde bulunan bu istikrarsız ve birbirine zıt hayatın örnekleri evlerimizde görülmektedir. Bir kısım vatandaşlar, islâmî ahlâk ve adaba sımsıkı bağlı oldukları halde diğer bir çokları da İslâm adabından tamamen ayrılmış ve taklitçiliğin esiri haline gelmişlerdir.

(30) Bu hadis-i şerifi Ibn. Mace rivayet etmiştir. — 135 —

Bazıları daha da ileri giderek batıcılardan fazla batıcı olmuşlardır.

Elbetteki bu tenakuza ve bu bölünmeye son vermek gerekir. Çünkü birlik olmadan hiçbir ilerleme kaydedilemez. Hiçbir millet birlik-beraberlik olmadan refaha erememiştir.

Bunun içindir ki. Biz Müslüman Kardeşler, ümmetimizin hayat şekillerindeki tenakuzu yokedip, islâmî hayat tarzında birleştirilmesini istiyoruz. Ancak hayatımızdaki bu tenakuzları kaldırdığımız takdirde kendi kendimize kalkınabiliriz ve bütün dünyaya mes'ud yaşamının numunelerini takdim edebiliriz.

 

— 136 —

DAVAMIZI YAYMAK İÇİN UMUMİ VASITAMIZ

1   —- Gurup halinde hizmet etmek.

2  — Fikrimizi yaymak.

1) Gurup halinde hizmet: Şüphe yok ki, Müslüman Kardeşler cemaat olarak, birtakım kamu hizmetlerini yapmaktadırlar. Mesela, camiler inşâ etmek veya tamir etmek, okullar açmak, kütüphaneler kurmak, dernekler kurup toplantılar yapmak, dinî münasebetlerle toplanıp onu ihya etmek, köyde ve şehirde insanların arasını bulup barıştırmak ve bu yolla birçok mal ve çabaların boşa gitmesini önlemek, sadakalar, bağışlar ve yardımlar toplayıp bayramlarda ve diğer münasebetlerde fakirlere dağıtmak suretiyle gafletteki zenginlerle muhtaç fakirlerin arasında tavassut etmek... gibi içtimaî hizmetlerde bulunurlar, insanların bize akımından sonra bu hizmetlerimiz daha da artmıştır.

Bunları yaparken Müslüman Kardeşlerin vasıtaları.

137

plânlı çalışmak, bağışlar yapmak, bilir kişi ve görüş sahipleriyle yardımlaşmak, bunları yapmak için gereken malı, bazan üyelerden bazan bağışta bulunanlardan tedârik etmektir.

Bu yönde Müslüman Kardeşler, herşeyi yapmışlardır diyemeyiz. Fakat dev adımlariyle İlerlediklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Tevfik ve ihsan Allah'tandır... Kamu hizmetlerini yapan bir cemaat olarak Müslüman Kardeşler böyledir.

2) Fakat bilindiği gibi Müslüman Kardeşler, sadece bu işleri yapan bir grup değildir. Dâvalarının asıl temelini, düşünce ve inanç teşkil eder. islâmî düşünce ve İnançları insanların kalplerine yerleştirmeye çalı şırlar. Böylece kamu oyu, bu inançla doğsun büyüsün, bütün fertler buna inansın...

Bunları gerçekleştirmek için gerekli vasıta ise el betteki mal değildir. Tarih, başlangıcından şimdiye kadar, dâvaların malla ortaya çıkmadığını ve maddeyle ilerlemediğini bizlere bildirmektedir. Evet, dâvalar bazı merhalelerinde mala muhtaç olabilirler. Fakat hiçbir zaman mal, onların esasını teşkil edemez. Dâva sahipleri, hiçbir zaman mala önem vermezler. Bunu tarihten •öğrenebilirsiniz.

Keza  vasıtamız  kuvvete başvurmak ta   değildir.

— 138 —

Zira doğru olan bir dâva her şeyden önce ruhlara, kalplere ve vicdanlara hitap eder. Bir dâvayı, kalplere, vicdanlara ve ruhlara dipçikle, kılıç ve süngüyle ulaştırmak elbette ki, imkânsızdır.

Herkesçe malûm olduğu gibi, her dâvanın istikrar ve devamlılığını sağlayan vasıta, ona iman edip onunla âmel etmek, inananlar arasında sevgi ve kardeşliği temin etmektir. Hz. Muhammed (S.A.V.) Ashabının kalbinde dâvasını yerleştirmek için onları evvela iman ve amele davet etti. Sonra da aralarında sevgi ve kardeşliği sağladı. Böylece iman kuvvetiyle birlik-be-raberlik kuvveti birleşti. Sahabe-i Kiram, bütün dünya karşı koysa da, dâvalarını başarıya erdiren cemaatlara bir misal, bir nümûne oldular.

Biz de insanları imana, amele, sevgiye ve kardeşliğe davet ediyoruz. Vasıtamız budur.

Bütün dâva sahipleri bundan başka ne yaparlar? Dâva sahipleri fikirlerini ortaya atıp açıkladıktan sonra insanları onu kabul etmeye davet ederler, insanlar, ona iman ederler ve gerçekleştirmeye çalışırlar. Dâvanın taraftarları çoğaldıkça dâva da kavvtlenir ve hede-

— 139 —

fine ulaşır. Bu, Allahu Tealâ'nın değişmez bir kanunudur. «Allah'ın kanununu elbette değiştiremezsin.»^')

Müslüman Kardeşlerin dâvaları yeni bir dâva değil, mü'minlerin kalbinde yerleşen ve dillerinde dolaşan ilk dâvanın bir sedasıdır.

Müslüman Kardeşler bu dâvayı, bütün müsiüman milletlerin kalplerine sokmak istiyorlar. Böylece bunun çevresinde toplansınlar ve her tavr u harekâtlarında bunun ışığında yürüsünler. Müslüman Kardeşler bunu yapabiljrlerse Allah onları destekler, yardım eder ve doğru yola sevkeder.

Ey Kardeşleri., imana, amele, sevgiye ve kardeşliğe yönelin. Allah sizinle beraberdir. Vasıtalarınız da bunlardır.

«Allah, yaptıklarında galiptir.»(M)

BEŞİNCİ TOPLANTI RİSALESİ

(31)  Fatır Suresi âyet: 43

(32)  Yusuf Suresi  âyet:  21

— 140 —

Sehid Hasan el-Bennâ'nın Beşinci Toplantı Risalesi

ON YIL SONRA MÜSLÜMAN KARDEŞLER: 1347 - 1357. Hicri

Bu risale, Müslüman Kardeşlerin beşinci olağan-toplantısında umum mürşid. Reis HASAN el-BENNA'-nın yaptığı konuşmanın bir özetidir.

1   — Müslüman Kardeşlerin gayeleri de dâvaları.

2  — Müslüman Kardeşlerin vasıtaları ve metod-ları.

3  — Çeşitli kuruluşlara karşı Müslüman Kardeşlerin tutumu.

1 — Müslüman Kardeşlerin Gayeleri ve Dâvaları : Gayemiz, islâmın hükümlerine iman eden ve mil-

»•

 

leti hayatın her sahasında  islâm boyasıyla  boyamaya çalışan yeni bir nesil yetiştirmektir.

Ey kardeşler!., isterdim ki, konuşmayalım, devamlı çalışalım, Müslüman Kardeşlerden ve ileri attıkları adımlardan bahsederken sözlere değil, yapılan işlere bakalım. Bu toplantımız, geçmişte yapılan on yıllık cihad'ia bundan sonra yapılacak cihad'm arasını açmış olmasın.

isterdim ki, şimdiden sonra atacağınız adımlar geçmişte attığınız adımları sükûnetle takip etsin.

Fakat sizler, toplanmamızı arzuladınız, bu umumi toplantıyla bizi mes'ud etmek istediniz. Sizlere bundan dolayı teşekkür ederim.

Bu güzel münasebeti fırsat bilip programımızı incelememizde, çalışma listemizi gözden geçirmekte, yolumuzun merhalelerini teminat altına almamızda ve gayemizi, vasıtamızı tayin etmemizde herhangi bir mahzur yoktur. Çünkü bu yolla kapalı fikirler açıklığa kavuşur, yanlış görüşler düzeltilir, bilinmeyen yönler bilinir. Zincirin yitirilen halkası bulunmuş olur ve insanlar Müslüman Kardeşleri hakkıyle tanımış olurlar. Arada tereddüt ve şüphe kalmaz. Keza bu davayı duyan

— 144 —

veya şu bildirimizi okuyan herhangi bir kimsenin gerek gayemiz, gerek vasıtamız, gerekse atacağımız adımlar hakkında bize görüşünü bildirmesinde hiçbir mahzur yoktur. Görüşünün iyi taraflarını ve doğru yönlerini alıp kabul ederiz. Çünkü din nasihattir. Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerifte şöyle buyurmuştur:

«Din, Allah için, peygamber için, Allah'ın kitabı için, müslümanların önderleri için ve bütün müslü-manlar için nasihattır.»(')

Ey kardeşler. Sizleri selamlamaya, sizlere teşekkür etmeye lüzum görmüyorum. Bu an için aranızda bulunmaktan hissettiğim saadeti, sizinle karşılaşmaktan duyduğum surûr ve memnuniyeti bu dâvaya yardım edeceğinize ve Allah'ın sizi destekliyeceğine dair beslediğim ümidi izah etmeğe gerek görmüyorum.

Çünkü bu toplantıda mevcut olan her şey, derin sevgiden, sıkı bağlılıktan, samimi kardeşlikten, büyük yardımlaşmadan haber vermektedir. Allah sizleri, sevdiği ve razı olduğu şeylerde muvaffak kılsın.

(1) Allah'a. Peygamberine ve kitabına"-nasihattan maksad: Bunlara samimi clarak İman etmek, emir ve yasaklarına uymaktır. Müslümanların liderlerine ve bütün müslümanlara nasihat ise. onlara doğru yolu göstermektir. Bu hadis-i şerifi: Buharı ve Müslim rivayet etmişlerdir.

  145 —

Risaleler   4 F : 10

DÖRT  KİŞİNİN   MÜSLÜMAN   KARDEŞLER  TEŞKİLÂTINI KURMA FİKRİ:

1)   AHMET EFENDİ ESSUKKÂRİ.

2)   EŞŞEYH HAMİD ASKERİY.

3)   EŞŞEYH AHMET ABDULHAMİD.

4)   HASAN el-BENNÂ.

Muhterem kardeşler! Çok okudum. Çok tecrübe ettim. Çok kimselerle oturup-kalktım. Çok hadiseler gördüm. Müddeti kısa, merhaleleri uzun olan bu seyahat-tan değişmez ve sarsılmaz bir inançla ayrıldım. O'da şudur: Bütün insanların aradıkları saadet kendi öz varlıklarından ve kalplerinden fışkırır. Kendilerinin haricinden gelmez. Diğer yandan, insanlar kendilerini kuşatan sefalete kendi nefisleri sebebiyle düşerler.

Kur'an-ı Kerim bu mefhumda şöyle buyuruyor: «Şüphesiz ki, bir millet kendini değiştirmedikçe Allah'ta onları değiştirmez.»(-)

Sosyal felsefe açısından şairin şu sözü ne kadar üstün bir,mana taşır!

Yemin olsun ki hiçbir ülke kendi halkına dar gelmez.

(2) Rum Suresi âyet: 11

— 146 —

Fakat orada yaşayanların canı sıkılır da ülkeyi dar sanarlar. Benim inancım budur. Diğer yandan, insanların yaratılışına uygun olan islâm nizamı ve esasları gibi insanların saadetini temin edecek, mutluluğa giden yolu gösterecek hiçbir nizam ve düşünce bulunmadığı kanaatindeyim. Burası, bu islâmî esasları açıklama ve nasıl dünya ve ahirette mutluluğa götüreceklerine dair delil getirme yeri değildir.

Ayrıca hepimizin bunda müttefik olduğumuzu sanıyorum.

Birçok müslüman olmayanlar bile bunu kabul etmekte, islâmda bulunan güzelliği ve üstünlüğü itiraf etmektedirler.

Bunun içindir ki, küçüklüğümden beri kendimi tek gayeye verdim. O'da insanları gerçekten ve doğrudan doğruya İslama irşad etmek ve bu yüce dini insanlara tanıtmaktı.

Bunun içindir ki, Müslüman Kardeşlerin düşünceleri, gerek hedefi, gerekse vasıtaları bakımından yalnız İslama aittir. İslâmın, haricinde hiçbir şeyle alâkası yoktur.

Bu düşünceler, bir zaman kafamda dönüp dolaşıyordu.  Kendi   kendime bunları  tefekkür  ediyordum.

— 147 —

Bazan da düşüncelerimi, çevremde utanlara anlatıyordum. Başkalarına fikrimi bildirmem, ya insanlara teker teker düşüncemi tebliğimle veya imkan bulduğumda camilerde verdiğim hutbe ve vaizlerle, yahut bazı alim ahbablardan insanları kurtarmaya ve islam-daki hayırlı şeylere irşad etmeye ciddiyetle çalışmalarını istemem suretiyle olmuştur.

Sonra Mısır'da ve diğer islâm ülkelerinde bir takım hadiseler meydana geldi. Bunlar, benim üzüntümü daha da artırdı, kalbimi alevlendirdi, ciddiyetle çalışmanın uyarılardan sonra fiili harekete geçmenin vakti geldiğine dair beni uyardı.

Bu mevzuda fazla izahata lüzum görmüyorum. Çünkü olan olmuş, failler doğru yolu bulmuştur.

İleri gelenlerin bir çoklarına, artık ciddiyetle çalışmanın, faal bir harekete geçmenin zamanı geldiğini anlattım.

Bazıları azmimi kırmaya çalışıyordu. Bazıları da bana cesaret veriyordu. Üçüncü bir kısım insanlar da sabretmemi, acele etmememi tavsiyede bulunuyorlardı. Fakat hiçbirinden fiili çalışmaların muazzam bir şekilde yürütülmesine dair herhangi bir tavsiye göremedim.

— 148 —

Burada AHMET TİMUR paşayı zikretmem vefakârlık gereğidir. Allah bu adamın cennetteki makamını yüce kılsın. Bu zatı, her zaman yardıma koşanlara bir numune, gayretlilere bir misal olarak gördüm. Bu adama, islâm ümmetinin herhangi bir derdini arzettimse, bunu akıllı, kemâlli, tedbirii, herşeyden •haberdar, çalışmaya tamamen hazır bir insan buldum. Allah rahmet etsin. Mükâfatlarını bol eylesin. Ahi Keşke eski dostların yüzünü de bu toplantıda görseydim. Verdiğimiz ahidler, samimi dostluklar ve vazifeyi idrâk şuuru bizi bir araya getirmişti. Arkadaşlarımın hepsini dâvayı yürütmeye tamamen hazır bulmuşt m.

Bana ortak olmaya en çabuk koşan, dikkat ve süratle çalışmanın gerekli olduğuna en çok inanan Faziletli Kardeşlerim; Ahmed efendi Essukkârî, Merhum Şeyh Hamdi Askeriyye ve Şehy Ahmed Abdulhamid v.s. olmuştur.

ümmetimizdeki örf ve adetlerin İslama çevrilmesine kadar hepimiz bu gaye uğrunda çalışacağımıza dair ahdetmiştik. Müslümanların halini ve yaşadıkları hayat sistemini aramızda görüşürken, hastalıkları inceleyip ilâç ve tedavinin ne ve nasıl olacağını düşünürken,

— 149 —

nice geceler geçirdiğimizi ancak Yüce Mevlâ bilir. Hatta bazan ağlamaya kadar varırdık.

Biz, bu ruhanî meşguliyette iken, düşüncesizlerin uyumalarına, kahvelerde boş vakitler geçirmelerine ve fesad yuvalarına girip çıkmalarına hayret ediyorduk. Bunlardan birine «seni bu bezdirici boş oturmaya sev-keden nedir?» diye sorduğunda «vakit öldürmektin» diye cevap verir. Bu zavallı bilmezki vaktini öldüren kendini öldürmüş olur. Çünkü vakit hayattır.

i.

işte bunlara* hayret ediyorduk, halbuki birçokları kültürlü kimselerdi, bu dâvayı yüklenmeye bizden daha çok layıklardı. Birbirimize derdik ki, bu bir hastalık değil mi? Belki de en tehlikeli şey hastalığını düşünmemek ve tedavi yollarını aramamaktır.

İşte biz, bunları düzeltmeye çalışıyoruz. Allah'a hamdolsun ki, bizleri kendisine davet edenler ve dini uğrunda çalışan kimseler kılmıştır. Sonra zaman aramızı ayırdı:

Ahmed Efendi es-Sukkarî, Mahmudiye'de bulunuyordu.

Hamid Askeriyye, Zekâzik'te kalıyordu.

Ahmed Abdulhamid,  Kefrudduvar'da idi.

Ben (Hasen-el-Bennâ) ismailiyye'de bulunuyordum ve şairin şu sözünü hatırlıyordum:

«Ailem Şam'da, sevgilim Bağdat'ta, Komşularım Fustat'ta Ben ise Rakmeteyn 'deyim...»

Ey kardeşler!.. İsmailiyye şehrinde bu dâvanın ilk çekirdeğini diktim, hicretin 1347 yılının Zilkade ayında «MÜSLÜMAN KARDEŞLER» ismi altında ilk kuruluşu kurduk. Bunun için çalışıyorduk, uğrunda tam bir asker olacağımıza dair Allah'a söz vermiştik.

B — Müslüman Kardeşlerin islâm'ı Anlayışı:

Efendiler!.. Müsaade ederseniz bu tabiri kullanacağım. Bundan, elbetteki Müslüman Kardeşlerin, müslümanltklarının Hz. Muhammed (S.A.V.)'in Rab-binden getirdiği İslâmdan başka bir müslümanlık olduğunu kastetmemekteyim.

Fakat bundan şunu kastediyorum: Birçok çağlarda bir kısım müslümanlar islâmda olmayan vasıfları, tarifleri ona sokmaya çalışmışlar, islâmın müsamahakârlığını kötüye kullanmışlardır. Halbuki, islâmın bu elastikiyeti, yüce bir hikmete binaendir. Böylece islâmın ne olduğunda büyük ihtilaflar edildi, islâm, müslü-

 

— 150

— 151

man'arda çeşitli şekillerde görülmeye başladı. Resu-lullah'ın ve Ashabının öğrettikleri islâma uygun veya zıt çeşitli şekillerde tanıtıldı.

a)    Bir kısım insanlar, islâmı yalnız zahiri ibadetlerden ibaret sanmıştır. Eğer zahiri ibadetleri yaparsa veya yapanları görürse huzur içinde olur, islâmın esasına erdiğini sanar. İşte müslümanların çoğunun arasında hakim olan islâmî anlayış budur.

b)   Diğer bir kısım insanlar ise,  islâmı yalnızca faziletli ahlâktan, feyizli'maneviyattan, akıl ve ruhun felsefî gıdası olmaktan, ve bunları yırtıcı maddecilikten uzaklaştırmaktan ibaret olduğunu zannederler.

c)   Bazıları  ise, müslümanlığı yalnızca islâmdaki ameli esasları beğenmekten ibaret olduğuna inanırlar. Başka şeyler düşünmeyi benimsemezler.

d)   Bir kısım imansız insanlar ise, islâmın atalardan kalan inançlar ve önemsiz taklitlerden ibaret olduğunu sanırlar. İslâmdan ve ona ait herşeyden usandıklarını söylerler. Yabancı kültürlerle kültürlenen, islâmın gerçeklerini öğrenmeye fırsat bulamayan çoğunun kafasında bu anlayış mevcuttur. Bunlar, ya islâmdan hiçbir şey bilmezler veyahut islâmı gerçeğiyle temsil ede-

152

meyenlerie oturup kalktıkları için onu kötü bir şekilde tanımışlardır.

e) Çok kez insanlar, islâmı tamamiyle anlayabilmişler ve onun bütün bu kavramları kapsadığını idrâk edebilmişlerdir.

İşte insanların İslâmı çeşitli şekillerde anlamaları, onları Müslüman Kardeşler hakkında çeşitli sözler söylemeye sevketm iştir.

a)   Bir kısım insanlar; Müslüman Kardeşleri yalnızca vaaz eden bir cemaat, dünyaya aldanmamayı ve âhirete çalışmayı hatırlatan bir guruptan ibaret sanarlar.

b)  Diğer bir kısım insanlar da, Müslüman Kardeşleri, insanlara çeşitli zikirleri ve türlü ibadetleri öğretmek isteyen bir tarikat zannederler.

c)   Başka bir grupta, Müslüman Kardeşleri birtakım hükümleri savunan fıkıhçı bir cemaatten ibaret sanarlar.

d)  Çok az kimseler, Müslüman Kardeşlerle oturup kalkmış,  yalnız   işitmekle  yetinmemiş,   bizzat  onlarla temas kurup davalarının gerçek yüzünü öğrenmiştir.

Bunun içindir ki, sizlere kısaca islâmın manasın-

— 153 —

dan ve Müslüman Kardeşlerdeki görünüşünden bahsetmek istedim. Böylece, kendisine mensup olmakla iftihar ettiğimiz ve insanları davet ettiğimiz esas, açıklığa kavuşsun, kimsenin anlayamadığı bir yön kalmasın. Evet... islâmî anlayışımız şudur:

1 — Biz, İslâmın hüküm ve görüşlerinin umumî nitelikte olduklarına inanıyoruz:

İslâm, hem dünyada hem de ahirette insanların bütün meselelerini düzenleyen ilâhî bir nizamdır. İslâm   ) esaslarının yalnızca manevi yönleri ve ibadetleri tanzim ettiğini zannedenler, hataya düşmüşlerdir.

İslâm, hem inanç, hem ibâdettir; hem din, hem aevlettir; hem madde, hem manadır; hem vatan, hem tebaiyettir; hem kitap, hem de kılıçtır.

Kur'an-ı Kerim bütün bunları beyan etmiştir. Nitekim şu âyet-i celîle bunlara işaret etmektedir: «Allah'ın sana verdiği şeylerle âhiret yurdunu gözet, dünyadaki nasibini de unutma. Allah'ın sana iyilikte bulunduğu gibi, sen de iyilik et.»f)

itikat ve ibadet hususunda Allah'ın şu kelâmını Kur'an-ı Kerimde okuruz: «Halbuki onlar, her şeyden

I

yüz çevirip islâm'a yönelecek yalnız Allah'a ibadet etmekle, namazlarını gereği gibi kılmakla ve zekâtlarını vermekle emrolunmuşlardı. Onların emredildikten bu din, dosdoğru bir dindir.»(4)

Siyaset, idarecilik ve adalet sahasında şu ayeti görürüz: «Hayır, Rabbine yemin olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıkta seni hakem yapmadıkça sonra da verdiğin hükmü seve seve kabul edip ona boyun eğme-dikçe iman etmiş olamazlar.»(')

Borç ve ticaret hususunda şu âyet-i celileyi görürüz: «Ey iman edenler! Belirli bir vâde ile borçlendığı-rızda onu yszın, aranızdan bir kâtip hak ve adaletle yazsın. Kâtip, Allah'ın kendine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Üzerinde hak olan borçlu söyleyip yazdırsın. Rabbi ölen Allah'tan korksun, haktan bir şey eksik göstermesin. Şayet borçlu kâr ve zararını bilemeyen sefih veya aciz yahut bizzat kendisi yazdıramaz bir durumda ise; velisi hak ve adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahid yapın. Eğer iki erkek şahid yapılmazsa, razı olduğunuz şah idlerden bir erkek ve biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatması için iki kadını şa-

(3) Kasas Suresi âyet: 77

(4)  Beyyine Suresi âyet: 5

(5)  Nisa Suresi âyet: 65

— 154 —

155 —

hid yapın. Şahitler çağırıldıklarında reddetmesinler. Borç az olsun çok olsun onu vadesiyle yazmaktan üşenmeyin. Bu Allah yanında adalete daha uygun, şahitlik için daha sağlam ve şüpheye düşmemenize deha yakındır. Ancak aranızda peşin alış-veriş olursa onu yazmamanızda size bir mahzur yoktur. Alışveriş yaptığınızda şahid tutun. Yazan da, şahid te zarara düşürülmesin...»(^

Cihad ve savaş hakkında Allahu Tealâ'nın şu kelâmını müşahede ederiz: «Sen onların içinde olupta namazlarını kıldırdığın zaman, bir kısmı seninle namaza dursun ve silâhlarını da alsınlar. Secde ettikten sonra onlar arkanıza geçsinler, namaz kılmayan öbür kısım gelsin seninle namaz kılsınlar. Tedbirli olsunlar, silâhlarını alsınlar. Kâfirler, silâh ve eşyalarınızdan gafil olmanızı isterler. Tâ ki, size sadece bir saldırı yapma ihtiyacını görsünler. Yağmurdan zorluk görecekseniz veya hasta iseniz silâhınızı bırakmanıza engel yoktur. Bununla beraber dikkatli davranın.»(7)

Adâb-4 muaşeret hususunda, içtimaî konularda ve

(6)  Bakara Suresi .âyet: 282

(7)  Nisa Suresi ayet: 102

çeşitli yönlerde nice âyet-i celiler mevcuttu.". Kur'an-ı Kerim'i okuyanlara bu malumdur.

Evet... Müslüman Kardeşler, Allah'ın kitabına sarıldılar, ilhamlarını ondan aldılar. Onu mürşid edindiler. Bunun neticesi olarak, islâmın umum bir mahiyette olduğunu, hayatın her hususunu tanzim ettiğini kesinlikle bildiler. Bütün meselelerin islâma boyun eğmesinin her sahada islâmın hakim olmasının, bütün kanun ve düzenlerin islâma uygun olmalarının gerektiğine kesinlikle iman ettiler.

Hem madem ki, müslümanlar gerçek müslüman olmak istiyorlar, öyleyse her yönde müslüman olup islâmı rehber edinmelidirler. Yalnızca ibadetlerinde müslüman olurda, diğer hususlarında müslüman olmayanları taklit ederlerse, yarım müslüman olurlar ve Allahu Tealâ'nın vasıflandırdığı şu kimselere benzerler:

«Siz kitabın bir kısmına iman edip diğer kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın cezası, bu dünya hayatında zelil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise en şiddetli azaba sevkolunacak-lardır. Allah, yaptıklarınızdan asla gafil değildi'.»(s)

(8) Bakara Suresi âyet: 58

156 —

157 —

islâmî anlayışımızın ikinci noktası şundan ibaret-

tir.

2 — Müslüman Kardeşler, islâm esaslarının temeli ve kaynağının Allahu Tealâ'nın kitabi ve Resulul-lah'ın sünneti olduğuna iman ederler. Eğer müslüman-lar bu iki kaynağa sarılırlarsa elbetteki doğru yoldan sapmazlar. Keza Müslüman Kardeşler, islâmia alâkası olduğu sanılan bir çok ilim ve görüşlerin icat edildikleri asırların damgasını taşıdıklarına ve bunlara muasır insanların fikirlerini yansıttıklarına inanırlar.

Bunun içindir ki, islâmın hükümlerinin önceki net ve asıl kaynaklarından çıkarılması gerekir, islâmı, peygamberimizin. Sahabelerinin ve onlardan sonra gelen Tabii'nin anladığı şekilde anlamamız lâzımdır. Keza Allahu Tealâ'nın ve Resulünün çizdikleri hudutları aşmaktan kaçınmamız gerekir, tâ ki, kendimizi Allah'ın emretmediği şeylerle bağlamayalım; asrımızı kendisiyle bağdaşmayan asırların görüşüyle bağlamaya zorlama-yalım, çünkü islâm bütün insanlığın dinidir, yalnızca bir asrın değil.

3 — Müslüman Kardeşler, bu inançlarının yanında, islâm dininin dünya hayatına ait çok basit konuları

— 158 —

tanzim etme derecesine inmediğine ve bu hususta yalnızca umumî kaideler koyduğuna inanırlar: islâm din! her çağda her milletin hayat tarzını tanzim eden bir din olarak, hayatın dünyaya ait çok basit konularını açıklama derecesine kadar inmediğine, isiâmın dünya hayatına ait mevzularda umum kaideler koyduğuna ve insanlara bunu nasıl uygulayacaklarını gösterdiğine iman ederler.

İslâm, koyduğu umum kaidelerin tam ve doğru bir şekilde uygulanması için insanın nefsine ayrı bir önem vermiş ve gerekli tedavi yollarını göstermiştir, islâm beşeri nizamların kaynağı, düşünce ve tasavvurların faili olan insan ruhunun tedavisine çok önem vermiş; onu şehvani arzularından menfaat perestlikten, çıkarcılıktan arındıracak; fazilete sevk edecek, zulümden, hatadan ve tecavüzden koruyacak şifalı ilâçlar tavsiye etmiştir. Ruh düzelip temizlenince onun yaptığı her şey de salih ve güzel olur.

Derler ki: «Adalet, kanunda değil hakimin nefsinde ve ruhundadır.» Çünkü nefsi arzularının kölesi olan bir hakime verilen kanun, adaletli ve noksansız da olsa onu zalimane bir şekilde uygulayacaktır. Buna karşılık, nefsî arzularından uzak, adaletli ve faziletli bir hakime

verilecek kanunlar, zalim ve noksan da olsalar onlar, merhametli, adaletli, insaflı bir şekilde tatbik edecektir.

Bunun içindir ki, Allahu Tealâ'nın kitabında insan ruhu ve nefsine büyük önem verilmiştir, İslâm'ın potasında erittiği önceki ruhlar, insanî üstünlüğün numunesi olmuşlardır. Yine bunun içindir ki, islâm her çağ ve millete uygun ve her türlü isteğe cevap veren bir mahiyettedir. Keza bunun içindir ki, islâm, umum esas-farına uygun olan her nizamın iyi taraflarını almaktan kaçınmaz.

Efendiler, bu konuyu fazla uzatmak istemiyorum, yaptığımız bu kısa açıklama Müslüman Kardeşlerin, islâm! anlayışlarını hülâsa etmektedir.

C — Müslüman Kardeşlerin Düşüncesi Islahatın Her Çeşidini ihtiva Etmektedir:

Müslüman Kardeşlerin islâmı geniş manada arılamalarının sonucu olarak, düşünceleri bütün İslah yollarını ihtiva etmektedir. Islahatçı her kişi aradığını bunların düşüncelerinde bulabilir ve bunların yolunda yürüyebilir.

Müslüman Kardeşlerin aşağıda zikredilecek vasıfları haiz olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz:

1  — Müslüman Kardeşlerin dâvası, selefi sal ininin davasıdır. Çünkü onlar islâmın, asıl ve safî kaynakları olan Allah'ın kitabından ve Resuiullah'ın sünnetinden iktibas edilmesine davet ederler.

2  — Müslüman Kardeşler, Resuiullah'ın sünnetine uygun bir tarikattır, çünkü onlar her yönde bilhassa itikad ve ibadette Resuiullah'ın sünnetiyle amel etmeğe çalışırlar.

3  —- Müslüman Kardeşler, hakikatçı tasavvuf er-bablarıdır, çünkü onlar, hayrın esasını, iffetliliğin, temiz kalpliliğin, durmadan amel etmenin, lüzumsuz şeylerden yüz çevirmenin ve Allah için dostluk kurup doğruya bağlı kalmanın teşkil ettiklerine inanırlar.

4  — Müslüman Kardeşler, siyasî bir kuruluştur, çünkü onlar, içte düzenin İslahını, dışta islâm ümmetinin diğer milletlerle olan münasebetlerinin  yeniden gözden geçirilmesini, milletin izzetli, şerefli, milliyet çi ve mukaddesatçı olarak yetiştirilmesini isterler

5  — Müslüman    Kardeşler,     beden    eğitimine önem veren bir cemaattır. Çünkü onlar, bedenlerine de

— 160 —

— 161 

Risaleler   4 F : 11

önem verirler. Zira onlar, kuvvetli mü'minin zayıf müminden daha hayırlı olduğunu, Hz. Peygamberin (S.A.V.): «Şüphesiz ki, vücudunun da sende hakkı vardır,» buyurduğunu, ve islâmın emirlerinin ancak sağlam bir vücutla tam olarak yerine getirilebileceğini çok iyi bilmektedirler. Elbetteki namaz, oruç, hacc ve zekâtı eda için çalışıp kazanacak sağlam bir vücudun olması gerekir.

Bunun içindir ki, Müslüman Kardeşler, beden eğitimine de çok önem verirler, hattâ bu hususta mütehassıs birçok kuruluşları geçmektedirler.

6 — Müslüman Kardeşler teşkilâtı, ilmî ve kültürel bir kurutuştur, çünkü islâm, ilim öğrenmeyi her müslüman erkek ve kadına farz kılmıştır. Gerçekte Müs-iüman Kardeşlerin lokalleri, birer eğitim ve öğretim okullarıdır. Aklı, cismi ve ruhu yetiştirmek için kurulmuş kolejlerdir.

7 — Müslüman Kardeşler Teşkilâtı, iktisadî bir şirkettir, çünkü İslâm, meşru' yollardan mal kazanmayı emreder. Resulullah bu konuda şunları buyurmuştur: «Salih insan için hayırlı mal ne güzeldir.» Bu hadis-i Şerifi imam Ahmed, Müsned'inde rivayet etmiştir. «Ka-

— 162 —

zançların en hayırlısı el emeğidir.» (imam Ahmed). «Şüphesiz ki, Allah sanatkâr mümini sever.» «Kim çalışıp yorularak akşamlarsa affedilmiş olarak akşamlamış olur.»

8 — Müslüman Kardeşlerin dâvaları, içtimaî bir fikirdir, çünkü Müslüman Kardeşler müslümanlarm içtimaî hastalıklarını teşhis edip tedavi yollarını araştırırlar, işte görüyorsun ki, islâmı «her şeyi ihata eden, bir din» olarak anlamamız biz Müslüman Kardeşlerin düşüncelerini de umumî bir mahiyete se- ketmiştir. Başkaları yalnızca bir yönlü ıslahata önem verirken biz her yönde ıslahatı ele almaktayız.

Her türlü ıslahatları ele aldığımız için bir kısım insanlar bizlerin tenakuz içinde olduğumuzu zannederler. Aslında böyle birşey yoktur, insanlar, Müslüman Kardeşlerden birini biraz önce mikrabda huzuru kalple ibâdet edip gözyaşı döken bir muttaki olarak görmüşlerken biraz sonra aynı zatı vaazeden bir mürşid, dors okutan bir hcca, daha sonra ticarethanesinde mahir bir tacir olarak görürler.

insanlar, bu dış görünüşlerin biribirlerine zıt olduklarını sanarlar. Eğer insanlar, islâm'ın bunların hep-

_ 163 —

A

sini ihtiva ettiğini ve bunları yapmayı emrettiğini bilseler elbetteki bunların arasındaki ilişki ve irtibatı idrâk ederler.

Buna rağmen Müslüman Kardeşler, bu hususlarda tenkidi mucip her şeyden kaçınırlar, islâm kendilerini tek unvan altında: «Müslüman Kardeşler» topladıktan sonra artık yapmacık unvanlardan sakınırlar.

II — Müslüman Kardeşlerin Dâvalarının Bazı Hususiyetleri:

Müslüman Kardeşlerin dâvalarının ismailiyye'de doğması ve yabancı sömürgecilerle, milliyetçi, müca-hidlerin şiddetle çarpıştığı bir zamana tesadüf etmesi bu davanın, zamanında mevcut olan diğer dâvalardan birçok yönlerde ayrılmasına ve kendine ait bir takım özellikleri olmasına yol açmıştır. Bu hususiyetler kısaca şunlardan ibarettir:

1   — Çekişmelerden  uzak durma.

2  — ileri gelenlerin pençesi altına girmekten kaçınmak.

3  — Parti ve bütün kuruluşlardan uzak olmak.

4  — Teşkilâtlanmaya önem vermek, merhaleleri yavaş yavaş aşmak.

— 164 —

5  — Fiilen çalışmayı propaganda ve reklâmlardan üstün tutmak.

6  — Müslüman Kardeşler Teşkilâtına gençlerin aşırı derecede akımı.

7  — Müslüman Kardeşlerin fikrinin köy ve kentlerde süratle yayılması.

1) İhtilaflardan .kaçınma hususiyetini ele,alırsak şunlara temas etmek icabeder:

Biz Müslüman Kardeşler, islâm hukukunun fer'i konularında ihtilaf edilmesinin mümkün olduğuna inanıyoruz, çünkü islâm hukukunun kaynakları ayetler, hadisler ve Resulullah'în amelleridir.

Taoiidir ki, akıllar, fikirler bu kaynakları anlamakta ihtilaf edeceklerdir. Bunun içindir ki, sahabe-i-kiramın arasında bile ihtilaf vaki olmuştur, ihtilaf, şimdiye kadar devam etmiş ve kıyamete kadar da devam edecektir.

Ebu Cafer, insanları imam Malik'in «Muvattâ» adlı kitabını okumaya mecbur tuttuğunda imam Malik'in Ebu Cafer'e verdiği şu cevap ne kadar yerindedir. «Resulullah'în Sahabeleri şehirlere dağıldılar. Herkes bu sahabelerden az-çok ilim elde etmiştir. Eğer herkesi aynı görüşü kabul etmeye zorlarsan bu bir fit-

— t65 —

neye sebep olur.» Aslında hatalı olan ihtilaf etmek de ğil bir görüşe sarılıp diğer görüşleri  yasaklamaktır İnsanların görüşlerini ve akıllarını dondurmaktır.

işte ihtilaflı konulara bu bakışla bakmak, kalple ri tek fikir çevresinde toplamayı başarmıştır. Zeyd'uı buyurduğu gibi «insanların, bir kimsenin neler ile müs-lüman olacağı hususunda ittifak etmeleri  onlara yeter.»

ihtilaf etmeye değmeyen mevzularda bile. ihtila fin had safhaya ulaştığı bir asırda, fikirlerini yavmak isteyen bir cemaatin ihtilafların mümkün olacağını kabul etmesi çok normaldir.

2) İleri gelenlerin nüfuzu altına girmekten uzak durmak:

Bunun sebebi ise, bu gibi insanların, nefsî arzulardan, şahsî çıkarlardan uzak ve henüz filiz devrinde olan bu gibi dâvalardan yüz çevirmeleri ve tahminleri ne göre kendilerine mal ve menfaat sağlayacak dâvalara yönelmeleridir.

Bir de Müslüman Kardeşler düşüncesini yayan biz ler, bu yolu kasden seçtik. Böylece dâvamızın safi rengini ileri gelenlerin davalarıyla  boyamıyalım. Bunlar. dâvamızı asıl gayesinden çıkarıp kendi hedef ve gaye-

— 166 —

lerine bir vesile etmesinler. Bunun yanında ileri gelenlerden çokları, normal bir müslümanda olması gereken islâm? olgunluktan mahrumdurlar. Nerde kaldı ki, insanları irşad için bir dâvayı üstlenen'kamil bir müslü-manın sıfatlarını haiz olsunlar.

Zaten bunlardan çokları Müslüman Kardeşlerden uzak durdular, ancak faziletli olanlar Müslüman Kardeşlerin fikirlerini anlarlar, gayelerini benimserler, çalışmalarına ortak olurlar, ve onlara muvaffakiyet dilerler.

3) Partilerden ve diğer kuruluşlardan uzak olma:

Bunun nedeni ise, bu çeşit kuruluşların arasında bulunan çekişme ve çelişkilerin islâm dininin kardeş-ligiyle bağdaşmamasıdır. Halbuki, islâm dâvası umumdur: İman edenlerin arasında ayırım yapmaksızın hepsini bir bayrak altında toplar. Islama çalışacak kimse bütün bu bölücü nitelikteki vasıflardan ayrılıp yalnızca Allah rızası için çalışması gerekmektedir. Bundan önce partisi veya cemaatı yoluyla arzu ettiği mal veya makama ulaşmak isteyen kişilerin, Allah rızası için çalışmaları çok zordu. Bunun için, bütün partilerden ve benzeri  kuruluşlardan  uzak kalmayı  ve bir kısım  iyi

— 167 —

kimselerden mahrum olmaya sabretmeyi tercih etmiştik. Tâ ki, perdeler açılsın, insanlar bilmedikleri haki-katları öğrensinler. Kalpleri iman ve yakinle dolduktan sonra tecrübelerden ders alıp numune yola dönsünler.

Şimdiyse bizler, dâvamız kuvvetlenip yöneltme ve Tesir etme kudretine haiz olunca ileri gelenleri, partileri ve bütün kuruluşları bize katılmaya davet ediyoruz, bizim yolumuzda yürümeye çağırıyoruz, bizimle bera-ber çalışmalarını istiyoruz, boş dış görünüşleri bırakmalarını tavsiye ediyoruz    şanı yüce olan    Kur'an'ın sancağı altında toplanmalarını, Hz. Peygamberin bayrağı altında gölgelenmelerini ve sağlam islâm yolunda yürümelerini  canı gönülden diliyor,  bunun  aksini yapmalarından  onları  sakındırıyoruz.  Eğer  davetimize uyarlarsa bu onlar için hem dünya hem de ahirette bir saadettir. Dâvamız da vakit kaybetmeden hedefine ulaşmış olacaktır. Şayet davetimizi kabul etmezlerse yal nız Allah'tan yardım dileyip biraz sabretmemize hiçbir mani yoktur. O zaman fırsat ellerinden kaçar, baş iken ayak olurlar,  dâvamıza  başkanlar  olarak  yardım edebildikleri   halde   kuyrukçular   olarak   yardım   etme mecburiyetinde kalırlar.

  168 

«Allah işinde galiptir, ancak insanların çoğu bunu bilmezler.»^)

4) Merhaleleri yavaş yavaş aşmak:

Bunun sebebi ise Müslüman Kardeşlerin, her dâvanın üç merhalesi olduğuna inanmalarıdır:

a)   Fikri müjdeleme, tanıtma ve halkın her tabakasına onu ulaştırma merhalesi.

b)  Bundan sonra, teşkilâtlanma, yardımcıları seçme, askerleri hazırlama ve dâvayı yüklenenlerin  saflarını düzene koyma merhalesi gelir.

c)  En son merhale de tatbik etme, çalışma ve neticeye ulaşma merhalesfdir. Çok defa bu üç merhale birlikte devam ettirilir, çünkü asıl dâva birdir ve mer haleler arasında büyük bir ilişki vardır: Bakarsın dâvayı yüklenen bir taraftan davet ediyor, taraftarlar seçiyor, yetiştiriyor, diğer taraftan çalışıyor ve tsnfiz ediyor.

Fakat şüphesiz ki, dâvadan alınacak tam sonuç, ancak dâvanın yayılmasından, taraftarların çoğalmasından ve teşkilatlanmanın kuvvetlenmesinden sonra olur. İşte dâvamız bu yollardan yürüdü ve yürümekte-

(9) Yusuf  Suresi  âyet:  21

169 —

dir: Herşeyden önce dâvamızı birbirini müteakip vaaz ve irşadlarla, gezilerle, basın yoluyla umumi ve hususi toplantılarla, Müslüman Kardeşler Gazetesiyle ve haftalık Nezir mecmuasiyle millete tanıtmaya çalıştık, çalışmaktayız ve Müslüman Kardeşlerin dâvası gerçek yüzüyle kendine varmamış bir" kişi kalmayıncaya kadar çalışacağız.

«Allah,  mutlaka  nurunu tamamlayacaktır.»!'•)

Zannedersem bu merhaleyi istenildiği gibi başar dik, binaenaleyh ikinci merhaleyi aşmak en önemli vazifemiz olmuştur.

Taraftarlar seçme, teşkilâtlanma ve    hazırlanma merhalesi olan ikinci merhaleye şu üç suretle giriştik:

a)  «Taburlar teşkil ettirmekle» bundan şu kasde-dilmektedir. Tanışıp kaynaşma yoluyla, İslama ters düşen adet ve geleneklere karşı koymak suretiyle birlik ve beraberliği kuvvetleştirmek, Allah'a bağlı kalmaya ve ondan yardım dilemeğe kendimizi alıştırmak,  işte Müslüman Kardeşlerin Ruhî Eğitim Enstitüsü budur.

b)  «Keşif, devriye ve beden eğitimi bölükleri kurmak.» Bundan maksat, müslümanların bedenlerini ge-

(10) Tevbe Suresi  âyet:  32

  170 —

liştirmek, onları disipline, nizama, boyun eğmeğe, faziletli ahlâk eğitimine alıştırmak ve onları: Allah Tea-lâ'nın her müslümana farz kıldığı gerçek bir askerliğe hazırlamak suretiyle birlik ve beraberliği takviye etmektir. İşte Müslüman Kardeşlerin Beden Eğitim koleji budur.

c) «Talimatları, Taburlarda ve Müslüman Kardeşlerin Lokallerinde okuyup Anlatmak»: Bundan maksat. Müslüman Kardeşlerin akıl ve düşüncelerini, bir müs-lüman için en önemli olan şeyleri okutmakla geliştirmek ve bu yolla birlik ve beraberliği kuvvetleştirmektir. işte Müslüman Kardeşlerin ilmi ve Fikri Eğitim Akademileri budur. Bu merhaleyi garanti ettiğimizde de inşallah üçüncü merhaleyi aşmaya başlıyacağız. Ancak bu nrhayi merhaleden sonra Müslüman Kardeşlerin dâvalarının meyveleri görülecektir.

Açık Beyan:

Ey Müslüman Kardeşler!.. Ey bilhassa aceleci ve heyecanlı olanlar!..

Bu umumî toplantınızda kürsüden hitap eğitim yüksek sesli şu konuşmamı iyi dinleyin. Sizin bu yolunuz plânlanmış, tanzim edilmiş, sınırları    çizilmiştir.

— 171 —

Hedefe ulaşmak için en selâmet yol olduğuna kanaat getirdiğim bu yolu bırakamıyacağım. Ondan şaşmıya-cağım. Evet bu yol uzun olabilir, fakat bundan başka bir yol yoktur. Kahramanlık, ancak sabretmekle, azimli likie. ciddi olmakla ve durmadan çalışmakla belli olur. Sizden her kim, meyveyi yetişmeden önce toplamak ister veya çiçeği açılmadan önce koparmayı dilerse ben onunla beraber değilim, böyle kimsenin bu dâvayı bırakıp başka dâvalara gitmesi kendi için daha uygundur.

Kim de, çekirdek bitip, ağaç olup meyve verip yeti-sinceye kadar benimle sabrederse onun mükâfatını Allah verecektir. Elbette ki, iyilik edenlerin mükâfatı olan: «Ya zafere erip hâkim olma veya şehid olup saadete erme» bizlerden uzak kalmayacaktır.

Ey Müslüman Kardeşler!.. Hissi meyillerinizi aklî 1 görüşlerinizle firenleyin! Akıllarınızın meş'âlelerini his-İ lerinizin aleviyl* aydınlatın, gerçşk vakıaya uygun olan hayallere önem verin, hayaller ışığında gerçekleri keşfedin,   fakat  tamamen   hayallere   dalmayın.   Kâinatın nizâmına karşi gelmeyin, çünkü O daima galiptir. Fakat ona hakim olun, hizmetinize âmâde kılın, kainatın bazısına karşı bazısıyla yardımlasın, zafer vaktini bekleyin o sizden uzak değildir.

Ey Müslüman Kardeşler!..' Sizler Allah'ın rızasını ve sevaplarını kazanmayı diliyorsunuz. Samimi olduğunuz müddetçe bu sizin için garantidir. Allah sizleri dâvanızı gerçekleştirmekle değil, onun uğrunda her gayreti göstermekle ve bütün tedbirleri almakla mükellef tutmuştur. Bunu yaparken ya hatalı olabiliriz, o takdirde çalışıp içtihad edenlerin mükâfatım kazanırız. Yahut doğruyu bulmuş oluruz o takdirde de hakka ermiş olanların iki kat mükâfatlarına nail olmuş oluruz.

Bununla beraber geçmişte ve hazırdaki tecrübeler, sizin yolunuzdan başka yollarda hayır olmadığını, ancak sizin plânınızın netice vereceğini ve ancak sizin yaptığınızın doğru olduğunu isbat etmektedir, öyle ise çalışmalarınızı tehlikeye düşürmeyin, sonunun neye varacağı bilinmeyen bir teşebbüse girişmeyin. Çalışın, Allah sizinle beraberdir. Elbetteki amellerinizin mükâfatını  eksiltmeyecektir,  başarı  çalışanlarındır.

«Allah elbette imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz ki, Allah çok esirgeyici ve çok merhamet edendir.^")

Tatbik Merhalemiz ne zaman gerçekleşecektir?

(11) Bakara Suresi âyet: 143

— 172

— 173 —

Ey Müslüman Kardeşleri.. Burda Müslüman Kardeşleri toplayan bir ailevî toplantıda olduğumuzu kabul ediyorum. Dolayısiyle sizinle açıkça konuşmak istiyo- , rum. Çünkü bizim için açık konuşmadan başkası fayda ; vermez oldu:

Kardeşleri Konuşma sahası hayal sahasına benzemez. Çalışma sahası konuşma sahasına benzemez. Ci-had etme sahası çalışma sahasına benzemez. Doğru ci-had etme sahası da hatalı cihad etme sahasına benzemez. Birçok şeyleri hayallemek çoklarına kolay olur ama kafada dolaşan birçok hayalleri dil ile insanlara aktarmak zordur. Çokları konuşabilirler, ama bunlardan pek azı söylediklerini yapabilirler. Söylediklerini yapabilenlerden ancak pek azı cihadın ve çalışmanın ağır yükünü yüklenebilirler. Cihad eden bu az ve ihlâslı grup ta —Allah'ın yardımı kendilerine ermezse— hataya düşüp hedeflerine ulaşmayabilirler. Hz. Talût'un hikâyesi bu söylediğimi beyan eder. (Bak. Bakara suresi, âyet 245-250.)

Kendinizi hazırlayın! Nefsinizi doğru terbiye ile terbiye edinl Onu kendine zor ve ağır gelen işlerle imtihan edin, onu şehevanî isteklerinden kötü huylarından alışkanlıklardan uzaklaştırın.

— 174 —

Ey Müslüman Kardeşler!.. Ne zaman ki sizden üç-yüz tabur kendini manevî yönden iman ve inançla, fikrî yönden ilim ve kültürle, bedenî yönden eğitim ve talimle donatıp kuşatırsa işte o zaman benden sizinle cihad etmemi, denizlere dalmamı, göklere tırmanmamı ve her inatçı zalimi ezmemi isteyin. Elbetteki bunlarr —-Allanın izniyle— yapacağım.

Resulullah (S.A.V.): «On iki bin kişi azlıktan mağlup olamaz.»('-) Kelâmını sadık olarak buyurmuştur.

Ben cihada girişmek jçin bir vakit tayin ediyorum, Allah'ın izni ve yardımı olduktan sonra elbettekf bu vakit geç kalmayacaktır. Sizler daha fazla çaba harcarsanız bu vakti daha da kısaltabilirsiniz.

Şayet ihmalkâr davranırsanız takdiredilen bu hesap ve elde edilecek sonuçlar değişebilir, öyle ise sorumluluğu hissedin, tabur ve bölükler kurun, derslere yönelin, eğitime koşun, dâvanızı henüz ulaşmadığr yerlere yayın ve çalışmayı bırakıp hiçbir dakikayı kaybetmeyin.

Bunu  okuyan  veya  dinleyenler,  Müslüman   Kar-

tı 2) Bu hadisi Ibn Mace Cihadın 25'nci babında zikretmiştir.

— 175 --

¦deşlerin adedinin az olduğunu zannedebilirler. Hayır ben bunu demek istemedim, çünkü —Allah'a Hamd olsun— Müslüman Kardeşler, sayılamayacak kadar çoktur. Fakat bundan maksadım, öncede söylediğim gibi söyleyen adam başka, yapan adam başkadır, çalışan adam başka, cihad eden adam başkadır. Yalnızca ci-had eden kişi başka, az bir fedakârlıkla büyük başarılar elde eden hikmetle davranan bir mücahid başkadır.

5 — Çalışıp yapmayı, propaganda ve reklâma tercih etmek:

Müslüman Kardeşlerin dâvalarının özelliklerinden biri de çalışmayı sözle söylemeye ve propaganda yapmaya tercih etmektir. Bunun sebepleri ise şunlardır:

a)  islâmın bu mevzuda bizleri aydınlatması ve bu ihlaslı  amellere  riya   karışıpta   bunları   bozma   korkusudur.

b)  Müslüman Kardeşlerin, bazı insanların güvendikleri  yalancı  propagandalardan,  faydasız  dedikodulardan  ve bunların  milletimizde  bıraktıkları  kötü  sonuçlar ve büyük sapıtmalardan şiddetle kaçınmalarıdır.

  176 -^

c) Müslüman Kardeşlerin, dâvalarını şiddetli düşmanlık veya zararlı dostlukla yaymaktan kaçınmaları da bunlardan biridir. Müslüman Kardeşler bütün bunları terazilerine koyup tartışmışlar, dâvalarında ciddiyet ve süratle ilerlemeyi tercih etmişlerdir. Kendilerini yalnızca yakınlarında bulunanlar bilse de, dâvaları sadece çevrelerini etkilese de bu yolu seçmişlerdir.

Çok az kimseler, Müslüman Kardeşlerin dâvalarını yayan bir mücahidin, perşembe günü ikindi saatlerin-de(13) Kahire'de bulunan resmî işinden çıkıp yatsıda «Minye» şehrinde konferans verdiğini, ayni kişi ertesi gün Cuma hutbesini «Manfalut»'ta okuduğunu, ikindiyi «Asyut'»ta akşamleyin de «St.)hac»'ta konferans verdiğini, cumartesi sabahleyin erkenden vazifeli arkadaşlarından önce «Kahire»'deki masasının başına döndüğünü bilirler, işte Müslüman Kardeşlerin dâvasını yayan bir mücahid otuz saatta ülkenin dört köşesinde dört konferans verip vazifesine huzur içinde döner, Allah'a hamd ü senalar eder, fakat onu ancak dinleyenler bilirler.

Eğer bu gayreti Müslüman Kardeşlerden başka biri harcasaydı dünya propaganda ve alkışlarla dolardı.

(13) Mısır'da hafta sonu tatili Cuma günüdür.

— 177 —      Risaleler   4F : 12

Fakat Müslüman Kardeşler, önce de söylediğim gibi, çalışanlar olarak görülmeyi; laf üreten olarak tanınmaya tercih ederler. Çalışmayı görmekle ikna olmayan, sözle hiç ikna olmaz.

Müslüman Kardeşlerden bazıları, ailesinden, çocuklarından ayrılır. Bir veya iki ayı Allah'a yalvararak geçirir: Gündüzleri sefer eder, geceleri konferans verir. Bugün burada yarın orada olur. Ülkenin doğusundan başlayıp batısına varıncaya kadar altmıştan ziyade konferanslar verir. Her konuşmasında, çeşitli tabakalardan binlerce insanlar bulunur. Bütün bunları başaran kardeşimiz, propaganda yapılmamasını tavsiye eder.

Müslüman Kardeşler, bir ay kadar bir müddet içinde «iskenderiye» şehrinde numune bir kamp kurarlar. Bu kampta insanlar hem bedenen hem fikren, hem maddeten ve hem de manen eğitilirler. Hakiki askerliği işte bu kampta görürsün.

Yüzlerce imanlı genç, bu kampın çadırları altı-n da toplanır kendilerini yetiştirirler. Bu kampı herkes bilmez. Taşıdığı yüceliği kavrayamaz.

Keza, buna benzer nice toplantılar yapıyorsunuz. Aslında bu toplantılarınız Mısır'ın en doğru parlamen-

— 178 —

tosudur. Çünkü burada il ve ilçelerin, nahiye ve köylerin temsilcileri bulunuyor.

Hepinizi buraya sevkeden gaye, yalnızca Allah rızası için çalışıp bir şeyler yapmaktır.

işte Müslüman Kardeşler, iyi neticeler veren bu gibi nice İslahatlar yapmaktadırlar. Fakat hiçbir zaman bunlarla övünmezler. Değil ki, propaganda edip aşırı sözler söylesinler, yaptıkları işleri bile anlatmamayı tercih ederler.

Bu başarıları, Müslüman Kardeşlerden başkası ger-çekleştirseydi kıyameti koparırdı, dünyayı ayağa kaldırırdı.

Buna şaşılmamalıdır. Çünkü çağımız propaganda çağıdır.

Ey Müslümanları

Tuttuğunuz bu yol (propagandadan uzak olma yolu) gerçekten güzeldir. Bu yolu hem Allah (C.C.) hem de insanlar sever. Siz bu yolda yürüyün. Muvaffak olacaksınız.

Ancak şunu bilmeniz gerekir ki, dâvanız sizi dar boğazlardan çıkıp geniş alanlara varmanızı mecbur etti. Dâvanız kendi kendini ortaya koydu. Artık insanlar, şirin ve dâvanızın ne olduğunu sormaya başladılar. Bir

— 179 —

takım parazitler hakkınızda bir şey bilmedikleri halde sizi başkalarına tanıtmaya çalışıyorlar.

Bunun içindir ki, gayenizi, vasıtalarınızı, düşüncenizin sınırlarını ve çalışma metodunuzu insanlara açıklamanız gerekmektedir. Bunu iftihar etmek için değil, insanları kendilerine faydalı olan şeyleri irşad için yapın.

Bunları, konuşan diliniz sayılan «NEZİR» mecmuasına yazın. Günlük gazetelerde neşredin.

Zannedersem bunlar önünüze durmayacaklardır. Hakikatten ayrılmayan sadık kişiler olmayı sakın ihmal etmeyin; davetinizin tam bir edep ve faziletli bir ahlâk çerçevesinde olmasına çalışın, kalpleri biraraya getirmeye çok itina gösterin. Dâvanız her başarıya erdiğinde, başarının Allah'ın sayesinde gerçekleştiğini kal binizden çıkarmayın.

«De ki: Müslümanlığınız için bana minnet etmeyin. Bilâkis sizi imana erdirdiği için Allah size minnet ede, eğer sadıklardan iseniz...»(")

6 — Dâvaya Gençlerin Akınedişi:

I

(14) Hucurat Suresi âyet: 17

180 —

Gençlerin islâm'a akın etmeleri de dâvamızın, yayılması için en uygun yer olan, işçi ve orta derecedeki tabakalar arasında yayılması Allah'ın bir lütfudur. Gençler, her yerden Müslüman Kardeşlerin dâvalarına akın ettiler. Ona iman ediyorlar, destekliyorlar, yardım ediyorlar ve uğrunda çalışacaklarına dair Allah'a ahdediyorlar. Birkaç yıl önce canlarını ve gayretlerini Aliah yoluna bahşeden. Üniversiteye mensup altı genç bu yola başlarını koydular, Allah bunların samimi olduklarını bildi, onları destekledi ve kuvvetlendirdi.

Bir de ne bakarsın! üniversitenin hepsi Müslüman Kardeşlerin taraftarı, onları seviyor, ihtiram ediyor ve başarılar diliyorlar, üniversiteden imanlı bir grup dâvayı her yerde müjdeliyor ve bu uğurda canını feda ediyor. ..•'¦'

Bunun aynısını Ezher-i Şerif için de söyleyebiliriz. Şüphesiz ki, Ezher tabiatiyle İslâmın sığınağı ve kalesidir. Dolayısiyle Müslüman Kardeşlerin dâvasını kendi dâvası sayması, gayelerini kend: gayesi itibar etmesi, Müslüman Kardeşlerin toplantı ve saflarının münevver gençleriyle muhterem hocalarıyla dolup taşması bu, dâvanın yayılmasında ve desteklenmesinde büyük tesirlerinin olması çok tabiidir.

181

Dâvaya yalnızca talebeler değil, halkın her tabakasından imanlılar akın ettiler ve onun hayırlı yardımcılarından oldular. Gençlerin çoğu sapıtmış iken Allah onları doğru yola şevketti, şaşkın iken irşad etti, günah işleme adetleri iken itaat etmeğe muvaffak kıldı, hayatta hiçbir gaye bilmez iken önünde gayesi belli oldu.

«Allah, dilediğini nuruna sevkeder.»

Biz bunları başarı alâmetlerinden sayjyoruz, her gün yeni ilerleme olduğunu müşahade ediyoruz, dolayı-siyle bu bizi daha fazla çalışmaya, devamlılığa ve büyük ümitler beslemeye sevk ediyor. Yardım ancak azîz ve hikmet sahibi Allah'tandır.

7 — Köy ve Kentte Süratle Yayılma:

Öncede anlattığım gibi, «Müslüman Kardeşler» fikri ismailiyye şehrinde doğdu. Sabah-akşam gördüğü yabancı işgal ve Avrupanın ülkeyi sömürüsü bu dâvayı gıdalandırdı ve yetiştirdi:

O zamanda belâların kaynağı sayılan «Süveyş Kanalı» hemen karşısında, batıda bütün teçhizatıyla İngiliz üsleri, doğuda bütün mürettebatı ve teşkilâtıyla kanal idare şirketinin genel bürosu bulunuyordu.

— 182 —

Mısırlı kişi kendi ülkesinde yabancı gibi, her şeyden mahrum, zelil bir durumda iken, yabancılar ülkenin değerlerine el koymuş. Mısırlıdan,gasbettiği nimetlerle gururlanıyordu. Bu durum Müslüman Kardeşler fikrinin gıdası ve güzel yardımcısı oldu. Bundan yararlanarak dâvamızı «Kanal» mıntıkasına yaydık. Or-dan da «Bahr-ı Sağir»e ve «Dekahliye» kazasına kadar ulaştı. Dâvamız ilk defa mü'minlerin kalbinden ancak zerre "miktarı bir yeri işgal ederken, zamanla kalplerini tamamen fethetti, düşünce ve duyularına hâkim oldu. Artık ferdin gayesi ve ümidi halini aidi. Her inanan insanı ona davet ediyor başarısı için bütün gücünü harcıyor ve yolunda canını feda ediyordu.

Daha sonra, «İslâm Medeniyeti Derneği»nin Müslüman Kardsşlerin dâvasına inanarak hep birlikte çalışmayı seçerek; unvanlardan, isimlerden, işlerimizi fesad eden bencillikten kaçınarak bütün tieman ve vasıtalarıyla teşkilâtımıza katılması, dâvamızın «Kahire»'ye yayılmasına sebep olmuştur. Bunun arkasından Kahire'-de, «Umumî İrşad Bürosu» kuruldu. Bu büro, ülkenin her tarafında kurulan şubeleri yönetiyordu dâvayı yaymak için durmadan çalışmaktaydı. Bu büronun üyeleri ise boğazlarından, çalışma vakitlerinden kesip dâvala-

183 —

rının uğrunda gereken değer ve zamanı harcıyorlardı. Asla kimseden bir yardım beklemiyorlardı, devlet malından hiçbir şeye tenezzül etmiyorlardı. Allah'tan başka kimsenin yardımını 'istemiyorlardı.

Böylece: Müslüman kardeşlerin, şubeleri Asvan-dan tut, iskenderiyeye kadar, Mısır'ın her tarafına yayıldı. Reşid'e, Port-Said'e, Süveyş'e, Tantay'a, Fey-yum'a, Beni-Süveyf'e, Menye'ye, Asyut'a, Carca, Kana ve bunların arasında bulunan köy ve kentlere kadar uzandı. Bununlada kalmayıp, aziz vatanımızın güney sınırlarını aşarak kardeş ülke Sudan'a ve bütün islâm Ülkelerine yayıldı.

Evvelce dâvamızı biz yaymaya çalışırken şimdi dâvamız bizden önce her yere yayılıyor ve bizi, peşinde koşup bütün zorluklara katlanarak gerekeni yapmamıza zorluyor.

Önemli olan şudur ki, Müslüman Kardeşler Teşkilatına ait kuruluşların arasındaki ilişki, yalnızca isim benzerliği ve umumî gaye birliği değildir. Bunların yanında birbirini içten sevme, sıkı işbirliği yapma, dâvaya tam gönül verme bağları da bulunmaktadır. Ayrıca acıların, ümitlerin, cihadın çalışmaların, vasıtaların, gaye-

— 184 —

lerin, metodların ve merhalelerin bütün fer'i bürolar içirr aynı oluşu bunları birbirine kenetliyen irtibatlardandır. Köy ve kentlerde bulunan bu kuruluşlar, yalnızca Kahire'deki baş büronun talimatlarını tatbik etmekle kalmayıp, çeşitli kamu hizmetleri sahasında çalışırlar ve kendileri için gerekli bina ve salonları' yaparlar. Nitekim çokları kendine ait yerleri yaptılar. Bunun yanında birçok iktisadî, içtimaî plânları gerçekleştirdiler. Hepsi de durmadan çalışmaktadır.

Baş büronun diğer kollarıyla alakası bir âmir-me-mur alâkası değildir. Sadece idari bir alâka ve ilmî tevcih irtibatı da değildir. Bunların yanında ana büro ile kol büroların arasında her şeyden önce ruhi bir irtibat, ailevî bir bağ bulunmaktadır: Müslüman Kardeşler, dâva arkadaşlarını ziyaret edip dertleriyle dertlenmeye ve her hususlarını öğrenmeğe çalışırlar.

Zannedersem bu her kuruluşta bulunamayan ve her mevsimde yetişmeyen bir meyvedir. Bu Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir.

Ey Kardeşler!..

Gerçekleştirdiğiniz bu samimi kardeşlik birliğiyle ve aranızdaki bu ilâhi bağlılıkla iftihar ettiğimi, müs takbel için büyük ümitler beslediğimi, sizlerden gizliye-

— 185 —

îDİyeceğim. Mademki sizler, Allah rızası için birbirini seven ve yardımlaşan kardeşlersiniz, öyle ise kardeşlik birliğini koruyun, çünkü sizin silah ve malzemeniz budur.

Birçok kimseler: «Müslüman Kardeşler bu dâvanın masraflarını nereden tedarik ediyorlar, bu masrafları değilki fakirler, zenginler dahi karşılayamazlar.» Sualini soruyorlar. Bunu soranlar ve başkaları iyi bilsinler ki, Müslüman Kardeşler, çocuklarının rızık-larını, emeklerinin karşılıklarını, zaruri ihtiyaçlarının bedelini dâvaları uğrunda harcamaktan hiçbir zaman geri durmazlar. Nerde kaldı ki, nafakalarından artanı ve zaruri ihtiyaçları olmayan şeyleri harcamasınlar. Müslüman Kardeşler, mes'uliyeti üstlerine aldıkları günden itibaren bu dâvanın az bir mal ve az bir kanla yürüye-meyeceğini anlamışlardır. Bunun için bütün can ve mallarını feda ettiler. Çünkü onlar Allahu Tealâ'nın şu kelâmını çok iyi anlarlar ve bununla amel etmeye çalışırlar:

«Şüphesiz ki, Allah mü'minlerden, csnnct mu!tabi-,f linde can ve mallarını satın almıştır.»)')

(15) Tevbe Suresi âyet: 111

— 186 —

Müslüman Kardeşler, bu alış-verişi kabul ettiler, can ve mallarını rızalarıyla takdim ettiler. Çünkü her lütfün Aİlah'tan olduğuna iman etmişlerdir. Ellerinde bu'unanla iktifa edip diğerlerine muhtaç olmadılar. Allah'ta onların azına bereket verip onunla çok şeyler yaptırdı.

Ey Kardeşler!.. «Baş irşad büromuz» şimdiye kadar hiçbir hükümetten herhangi bir yardım almadı. Bu büromuz, bütçesine azalarından başka hiçbir kimse tarafından tek bir kuruşun dahi katkıda bulunmadığını iftiharla beyan eder. Biz de bunu istiyoruz. Başkasına razı  olmayız. Yardımları  yalnızca azalardan ve  dostlardan  kabul  ederiz.  Hiçbir hususta hükümetlere bel bağlıyamayız.

Sakın  bunu  beklemeyin,  bunun   için  çalışmayın, Allah'ın lütfundan isteyin. Çünkü O her şeyi bilicidir.

Ey Kardeşler!.. Yukarda zikredilen hususlar dâvanızın bazı hususiyetleridir Bu münasebeti fırsat bilerek bunları size anlattım, şimdi ise dâvamızın diğer önemli bir hususunu anlatmaya geçiyorum. Çokları bunları bilmezler, hattâ bazı kardeşler bile bunları kavramamış olabilirler.

187

. Müslüman Kardeşlerin Metodları

III

1)  GAYE VE VASITA:

Muhterem Kardeşler!.. Sanırım bu uzun konuşmadan, Müslüman Kardeşlerin gayelerini, vasıtalarını ve vazifelerini tamamen öğrendiniz. Müslüman Kardeşlerin gayeleri: «islâmın esaslarına hakkıyle iman eden ve müslüman ümmeti her yönde islâm boyasıyla boyamağa çalışan yeni bir nesil yetiştirmektir.»

«Bu Allah in boyasıdır, kimin boyası Allanın boyasından daha güzel olabilir?» Bakara suresi âyet 138.

Buna dair vasıtaları ise «Umumi örfü değiştirip yerine islâmı yerleştirmek ve İslama sarılıp boyun eğmekte başkalarına nümûne olmaları için dâvayı yüklenenleri islâm esaslarına göre yetiştirmekten ibarettir.» Müslüman Kardeşler bu vasıtalarıyla gayelerine doğru yürüdüler ve hayırlı muvaffakiyetler elde ettiler. Zannedersem bu konuda fazla izahat vermeye gerek yoktur.

2) MÜSLÜMAN KARDE$LERE GÖRE GÜÇLÜ OLMA VE İHTİLAL.YAPMA:

a) Kuvvet kullanma: Birçokları şunları sorarlar; «Acaba Müslüman Kardeşler» maksatlarını gerçekleş-

— 188 —

tirmek ve hedeflerine ulaşmak için kuvvet kullanmayı uygun bulurlar mı?»

Bunlar Mısır'daki siyasî veya içtimaî nizama karşı ihtilal yapmayı düşünüyorlar mı?»

Bu soruları soranları cevapsız bırakmak istemem. Bu münasebetle istenilen açık cevapları vermeği bir vazife sayarım, isteyen dinlesin. Güçlü olma konusunda şu gerçeklere temas etmek gerekir. Kuvvet islâmın her nizâm ve esasının bir nişanesi, bir alametidir, Kur'-an-ı Kerim açıkça: «Ey iman edenler! düşmanlarınıza karşı gücünüzün yettiği kuvvet ve savaş atlarını hazırlayın, ta ki, bunlarla Allah'ın ve sizin düşmanlarınızı korkutup yıldırasınız.»(") buyuruyor.

Peygamberimiz (S.A.V.): «Kuvvetli mü'min, zayıf mü'minden daha hftyırlıdır.»('7) buyuruyor.

Hattâ boyun eğmeyi ve zavallılığı ifade eden duada bile islâmın sembolü kuvvettir. Resulullah'ın nasıl bir duâ ile duâ edip Rabbine yalvardığını ve sahabelerine aynı duâ ile duâ etmelerini öğrettiğini dinleyin. «Ey Rabbim!    endişeden, üzüntüden sana    sığınırım.

(16)  Enfal Suresi âyet: 10

(17)  Bu Hadis-i Şerifi Ibn Mâce ve Müslim rivayet etmişlerdir.

— 189 —

Acizlikten, tembellikten sana sığınırım. Korkaklıktan, cimrilikten sana sığınırım. Borca mağlup olmaktan ve kişilerin kahrından sana sığınırım.»('")

Görülüyor ki, Resulullah (S.A.V.) her zayıflığı ifade eden husustan Allah'a sığınıyor: Endişe ve üzüntünün gösterdiği irade zayıflığından, acizlik ve tembelliğin gösterdiği çalışıp üretmek güçsüzlüğünden, korkaklık ve cimriliğin ifade ettiği malî zayıflıktan, borçluluk ve mağlubiyetin ifade ettiği izzet ve şeref noksanlığından Rabbine sığınıyor.

0 halde islâm dinine tabi olan bir zattan, her şeyde kuvvetli olma ve kuvveti sembol etmeden başka ne istenilebilir? Müslüman Kardeşlerin elbette güçlü olmaları gerekir, kuvvetle çalışmaları  icabeder.

Fakat işlerin ve fikirlerin dış görünüşleri Müslüman Kardeşleri aldatıpta, işin derinine dalmayıp yüzeyde kalmalarına ve doğacak neticeleri takdir edememelerine sürükleyemez. Çünkü onların düşünce ve görüşleri o derece sathî değildir.

Müslüman Kardeşler, birinci derece kuvvetin inanç

(18) Bu Hadis-i Şerifi Buhari, Tirmizi, Nesei ve Ebû Davûd rivayet etmişlerdir.

— 190 —

ve iman gücü olduğunu, hemen bunun peşinden birlik, ve beraberlik gücünün geldiğini, bitek ve silah kuvvetinin bunların ikisinden de sonra geldiğini çok iyi bilmektedirler. Bir millette bunların hepsi bulunmadıkça ona güçlü bir millet denilemez.

Birlik beraberlik içinde olmayan veya inancı zayıf, imanı sönük olan bir topluluk, bilek ve silâh kuvvetini kullansa da onun sonu felakettir.

  Akla gelen diğer bir hususta şudur: Şiarı güçlülük olan islâm, her durumda kuvvet kullanmayı mı emreder, yoksa bunu kullanmanın şart ve kayıtları var mıdır? Bunun cevabı «Evet» vardır...

  Üçüncü  bir  soruda   şudur:   Kuvvet  kullanma ilk  ilâç mıdır, yoksa son  ilaç mıdır?  Kişinin,  kuvvet kullanmanın fayda ve zararlarını gözü önünde bulundurarak onu münasip durumlarda kullanması mı gerekir, yoksa bir şey düşünmeden hemen kuvvete başvurması mı lâzımdır?

Bütün bu soruları soranlara şunu söyleyebilirim: Müslüman Kardeşler, ancak başka hiçbir şey fayda vermediğinde, sağlam imanı ve birliği gerçekleştirdiklerinde kuvvete başvururlar. Onlar, kuvvet kullanırken de> onu şerefli bir şekilde kullanırlar.  Çünkü onlar bunu

191

kullanmazdan önce ikazda bulunurlar, fırsat verirler. Jvlüsbet bir cevap alamayınca artık kuvvete başvurmadan çekinmezler; ondan doğacak bütün neticeleri rızayla karşılarlar.

b) ihtilâl yapma mevzuuna gelince: Müslüman kardeşler, bunu yapmayı düşünmüyorlar. Buna da güvenmiyorlar, faydalı olacağına da inanmıyorlar.

Fakat Mısır'da kurulan her hükümeti, «durum böyle devam eder de idareciler gereken İslahatı yapmazlarsa, meselelere acil çözümler bulmazlarsa» ihtilâlin kopacağıyla uyarırlar. O zaman kopacak ihtilâl Müslüman Kardeşlerin, çalışmaları ve dâvaları neticesi olarak değil, fakat çeşitli şartların baskısı altında ve gerekli İslahatların yapılmamasının neticesi olarak kopacaktır.

Gittikçe dahada artan bu problemler, ihtilâlin kopacağına dair bir uyarı ve bir ön hazırlık mahiyetindedir.

Şu  halde  kurtarıcılar-acele  davransınlar,   derde çare bulsunlar, fırsatı elden kaçtrmaşınlar, yoksa aki bet fenadır, felaket kopacaktır.

— 192 —

3)  MÜSLÜMAN KARDEŞLER VE İKTİDAR:

Diğer bir gurup İnsanlar da şunu soruyorlar: Müslüman Kardeşlerin metodlarmda iktidarı ele geçirip hükümet olmak var mı? Şayet varsa buna ermek için vasıtaları nedir?

Bunları soranları da cevapsız bırakmak istemem, cevabımız şudur: Müslüman Kardeşler her işleri ve düşüncelerinde hak yol olan islâm yolunda yürürler.

Müslümanlar iman ettikleri islâmda «iktidarı» islâmın esaslarından biri savmıştır. İslâm, hem irşada hem de iktidara dayanır.

Üçüncü Halife Hz. Osman b. Affan (R.A.) «Allah, Kur'anla İslah etmediğini idareci vasıtasıyla İslah eder»

buyurmuştur.

Peygamber efendimiz (S.A.V.) iktidar ve hükümeti isiâmın kulplarından biri saymıştır.

Dini kitaplarımızda da iktidar, inanca ait mevzulardan ve ana meselelerden sayılmıştır. Fıkıh meselelerinden sayılmamıştır.

Evet... islâm hem idare hem de icraattır, hem hukuk hemde muhakemedir. Bunların birbirinden ayrılması tasavvur edilemez.

  193 —

Risaleler   4F :. 1c

islâmi bir İslahatçı, yalnızca dinden hükümler çıkarır, islâmın emirlerini okuyup dururda, idarecilerin Allah'ın yasakladığı kanunları çıkarıp insanları zorla beşeri kanunlara boyun eğdirmelerine karşı lakayt kalırsa, elbetteki bu İslahatçının sedası, uzaktan gelen bir ses, küle üfürülen bir nefes olmaktan ileri gidemez. (Hasan el-Bennâ, bu sözleri Mısır'da Nasır ihtilâlinden takriben 15 yıl önce söylemiştir.)

Evet idareciler Allah'ın emirlerine boyun eğip hükümlerini tatbik etseler ,o zaman islâm-islahatçıları-nın vaaz ve irşad rütbesinde kalmaları bir manâ taşır. Ancak görüldüğü gibi, durum böyle değildir. Fiilen yürürlükte olan hukuk ve kanunlarla islâm şeriatı taban tabana zıttır.

Bu durum karşısında islâm-islahatçılarının iktidarı ele geçirmek için çalışmamaları islâmî bir cinayettir. Bu cinayeti ancak ayaklanmak ve islâmın hükümlerine iman etmeyenlerin elinden iktidarı almak affettirir.

Bu konuştuklarımız kendi görüş veya düşüncelerimiz değil, fakat islâmın hükümleridir.

Kısaca Müslüman Kardeşler, bizzat kendileri iktidar olsunlar diye hükümeti  ele geçirmek  istemezler.

— 194 —

Müslümanlardan bu vazifeyi yüklenecek, bu emaneti yerine getirecek, islâmla hükmedecek birini bulurlarsa onun askerleri ve yardımcıları olacaklardır. Şayet böyle birini bulamazlarsa Allah'ın emirlerini tenfiz etmeyen her hükümetin elinden iktidarı almaya çalışacaklardır.

Fakat müslüman ümmeti bu halde iken, Müslüman Kardeşler, iktidarı ele geçirmeyi istemezler. Elbette ki, Müslüman Kardeşlerin önderliğini yaptıkları islâm düşüncesinin yayılıp insanların akıllarına hâkim olması için ve milletin kamu menfaatini hususî menfaatlerine tercih etmeyi öğrenmeleri için gerekli müddetin geçmesi lazımdır.

Burada şunu kaydetmek gerekir ki, Müslüman Kardeşler, devirlerinde yaşadıkları hükümetlerin hiç birinden bu vazifeyi yükleneni veya Islama yardım etme gayretini göstereni görmemişlerdir. Ne geçmiş hükümetler, ne de mevcut olan hükümetler bunu yapmamaktadırlar.

Müslüman ümmeti bunu iyi bilmelidir, idarecilerinden islâm? haklarını istemelidir. Müslüman Kardeşler de bunu gerçekleştirmeye çalışmalıdır, ikinci bir hususta şudur: Müslüman Kardeşlerin, dâvalarını ya-

— 195 —

L

yarken, herhangi bir hükümete maşa olduklarını veya kendi gayelerinden başka bir gayeye hizmet ettiklerini yahut kendi metodlarından başka bir metotla çalıştıklarını zannetmekten daha büyük bir hata olamaz. Bunu bilmeyen herkes bilsin.

4) MÜSLÜMAN KARDEŞLER VE MISIR ANAYASASI:

Birtakım insanlar, Mısır Anayasasına karşı Müslüman Kardeşlerin tutumu nedir? diye sorarlar, özellikle Nezir mecmuasının baş yazarı Muhterem Salih Aşma-vi'nin bu mevzudaki yazısı: «MISIR-EL-FETTAH» adlı zete tarafından eleştirildikten sonra halkın arasındaki bu sorular daha da artmıştır. Bu münasebetle Mısır anayasası hakkında Müslüman Kardeşlerin görüşünü sizlere açıklayacağım.

Ancak bundan önce. Anayasa ile Kanunların aynı şeyler olmadığını bilmemizde fayda görüyorum.

Anayasa: Devlet organlarının sınırlarını tayin eden, idare edenlerin vazifelerini, idare edilenlerle olan münasebetlerini tanzim eden umumî prensiplerden ibarettir.

— 196 —

I

Kanunlar ise: kişilerin birbirleriyle olan ilişkilerini tanzim eder; maddî ve manevî haklarını korur; kanunlara muhalif işlerinden dolayı onları sorguya çeker.

Bu açıklamadan sonra genellikle anayasal rejimlere karşı ve özellikle Mısır Anayasasına karşı görüşümüzü beyan edebilirim:

Ey kardeşler!.. Şahsî hürriyetleri korumak, istişarede bulunmak, gücü milletten almak, idare edenleri millet önünde sorumlu tutmak ve devlet organlarının herbirinin hududunu belirtmekle özetlenen Anayasal rejimin ilkelerine bakılırsa bunların, idare biçimi açısından, islâmın nizâm ve esaslarına ters düşmedikleri görülür. Bunun içindir ki, Müslüman Kardeşler, Anaya-sal rejimin islâma diğer rejimlerden daha yakın olduğuna inanırlar. Ancak islâmı hiçbir rejimle değişemi-yeceklerini açıkça bildirirler.

5) MÜSLÜMAN KARDEŞLERİN KANUNLARA KARŞI GÖRÜŞLERİ NEDİR?

Yukarda kanunların anayasalardan başka hususiyette olduklarını anlatmıştık. Şimdi Müslüman Kardeşlerin  kanunlara  karşı  görüşünü  beyan  edeceğim:   is-

— 197 —-

lâm dini kanunî hükümleri olmayan bir din değildir. Bilâkis hem umumi hukuk kaidelerini ve hem de mali, cezaî, ticarî ve devletler arası münasebetleri tanzim eden fer'i Jıükümleri ihtiva etmektedir. Kur'an-ı Kerim, hadis-i şerifler ve bunlardan çıkarılan hükümleri ihtiva eden fıkıh kitaplar» bunları beyan etmektedirler...

Yabancılar dahi kendi ağızlarıyla bu hakikati itiraf ettiler, milletlerarası «Lahey» toplantısı, bütün dün-, yanın hukuki temsilcileri önünde bunu kabul etmiştir. Bir müslüman millette tatbik edilen kanunların, o milletin dinî esaslarına, Kur'an'ına, Peygamberinin sünnetine muhalif olması adet ve törelerine ters düşmesi, asla makul ve mantıkî olamaz.

Bundan önce Allahu Tealâ peygamberi Hz. Mu-hammed (S.A.V.)'i bundan şiddetle sakındırmış ve şöyle buyurmuştur: «Allah'ın indirdiği ile hükmetme-yenler, işte onlar kâfirlerdir... İşte onlar zâlimlerdir... işte onlar fâsıkların ta kendileridir.»!'*)

Bundan sonra şu âyet-i celileler vardır: «O halde, Allah'ın sana indirdiği kitap ile aralarında hükmet, heveslerine uyma, Allah'ın sana indirdiği Kur'an'ın bir kıs

(19) Mdde Suresi âyet: 44, 45, 47

— 198 —

mından seni vazgeçirmelerinden sakın. Eğer yüz çevirirlerse bil ki Allah, onları bir kısım günahları yüzünden cezalandırmak istiyor. Şüphesiz ki, insanların çoğu fâsıktırlar.»(-#)

«Cahiliyet hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir millet için Allah'dan daha iyi hüküm veren kim vardır?»(*'}

Allah'a ve Kelâmına iman eden bir müslüman, bu ayet-i celileleri ve buna benzer hadis-i şerifleri dinledikten sonra, kendine hükmeden kanunların bunlara muhalif olduklarını görünce, acaba durumu ne olabilir? Kanunların değiştirilmesini istese «yabancılar buna razı olmuyorlar» denilir.

Bütün bunlardan sonra da: «Mısır bağımsızdır» derler, gerçekte ise Mısırlılar hürriyetlerin en mukaddesi olan dinî hürriyetlerinden mahrumdurlar. Bunun yanında, insanlar tarafından yapılan beşerî kanunlar, dinimize muhalif oldukları gibi, devletin resmî dininin islâm olduğunu bildiren Mısır Anayasasına da ters düşmektedirler.

(20)   Maide Suresi âyet: 48

(21)   Maide Suresi âyet: 49

— 199 —

Ey akıl sahipleri!.. Bunların arasını nasıi bağdaştırabiliriz? Allahu Tealâ, zina etmeyi, faizle yapılan işleri, içki içmeyi, kumar oynamayı yasakladığı halde, beşerî kanunlar gelir de zina edenleri korur, faizi gerekli yapar, içki içmeye müsaade eder ve kumar oynamayı düzenlerse bu iki nizâm arasında müslümanlar ne yapacaklardır? Mükâfatı daha hayırlı, cezası daha devamlı olan Allah'a ve O'nun Resulüne itaat edip de devlete ve kanunlarına karşı mı gelsinler? Yoksa Allah'a ve Resulüne karşı gelipte devlete mi itaat etsinler böylece hem dünya, hem de âhiretlerini kaybetsinler?

«Sayın Cumhurbaşkanından, Adalet Bakanından ve Hoca Efendilerimizden bu sorumuzun cevabını bekliyoruz!..»

Müslüman Kardeşler, bu beşerî kanunlara asla razı olmazlar. Bunları kaldırıp yerlerine adaletli ve faziletli olan islâm şeriatını getirmek için her yola başvurup bütün güçlerini sarfedeceklerdir.

Biz bu hususta ileri sürülen tereddütlere veya engel olacağı sanılan manilere cevap verme konusunda değiliz. Konumuz şimdiye kadar ne yaptığımızı ve şim-

— 200 —

diden sonra da bütün engelleri aşarak, bütün şüpheleri dağıtarak çalışacağımızı beyandan ibarettir.

Müslüman Kardeşler, bu hususta Adliye Bakanına geniş bir teklifte bulunmuşlardır. Hükümeti, insaniara yapılan dinî baskıların neticelerinden sakınmaya davet ettiler. Çünkü en değerli şey inançtır. Müslüman Kardeşler, bu ikazlarında devam edeceklerdir. «Kâfirler istemeselerde Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır.»^»)

6) MİLLİ BİRLİK, ARAP BİRLİĞİ VE İSLAM BİRLİĞİ KONULARINDA MÜSLÜMAN KARDEŞLERİN GÖRÜŞÜ:

Bu üç husus etrafında birçok fikirler çarpışır, insanlar, bazan Doğu Birliğini de bunlara eklerler, sonra bunlar arasında mukarene yaparlar, gerçekleşmesinin ne derece mümkün olup olmadığını, gerçekleşirse faydalı olup olmayacağını açıklamaya çalışırlar. Bazılarını tenkit eder diğerlerine sarılırlar. Acaba Müslüman Kardeşlerin bu çatışan fikirlere dair tutumları nedir? Bilindiği gibi birçokları.

(22) Tevbe Suresi âyet: 32

— 201 —

1) Müslüman Kardeşlerin milliyetçiliklerinde şüphe etmekte ve islâm fikirlerine sarılmalarını samimi milliyetçi olmalarına engel saymaktadırlar. Bunlara cevabımız şudur: Biz düşüncemiz için esas edindiğimiz kaideden asla şaşmayız. Bu esas prensip: islâm yolunda ve yüce emirlerinin ışığında yürümektir. Acaba bu konularda islâmın görüşü nedir?

İslâm dini, her insanın kendi ülkesinin yararı için çalışmasını, onun hizmetinde fâni olmasını, içinde yaşadığı millete gücünün'yettiği en büyük faydaları sağlamasını ve yapacağı yardımları, kendine en yakın kim-selerden başlayıp uzak olana doğru giderek, yapmasını kesinlikle farz kılmıştır. O derece ki, yapılan yardımlar akrabalara öncelik tanınması için zekâtların bir günlük mesafeden uzağa, zaruret olmadan, götürülmesi dînen yasaklanmıştır.

Her müslümanın bulunduğu hududu koruması ve içinde yaşadığı vatanına hizmet etmesi farzdır, işte bunun içindir ki, Müslüman kişi en samimi milliyetçi ve vatandaşlarına en faydalı bir insandır. Çünkü böyle olmak ona alemlerin Rabbi olan Allah tarafından farz kılınmıştır. Müslüman Kardeşler, vatanlarının menfaatini en çok sevenler ve milletine hizmet uğrunda kendilerini feda eden kimselerdir. Onlar bu aziz ve şerefli

— 202 —

İt

vatanları için her saadeti, izzet ve şerefi, ilerleme ve başarıyı candan dilerler.

Rasulullah'ın Medine-i Münevvereyi sevmesi Mekke'yi mükerremeyi özlemesine ve Usey-l-EI-Gıfari'ya «Ey Useylu bırak kalpleri de ikrar etsinlen» demesine mani olmamıştır.^3) Keza vatan sevgisi Hz. Bilâl (R.A.)'ı şunları söylemeye sevketmiştir: «Ah! Bilsem ki çevremi çimenler çiçekler sarmış olarak Mekke'de bir gece daha yatacak mıyım? Mecinne'nın suyuna bir daha varacak mıyım?.. Şame ve Tufeyl'i bir daha görecek miyim?»

Müslüman Kardeşler, vatanlarını severler, millî birliği korumaya çalışırlar. Vatanı için samimî, uğrunda kurban olan, onun için her saadeti ve üstünlüğü temenni ve niyaz eden bir insanı asla tenkit etmezler. Bir milliyetçi için böyle olmak kâfidir.

2) Arap Birliğine Gelince: islâmın izzet ve şerefini tekrar iade edebilmek için ve yeniden islâm devleti kurabilmek için, Arapların birleşmeleri kaçınılmaz bir zarurettir. Bunun içindir ki, her müslümanın arap bir-

(23) (Useyl)   Mekke'den   hicret   ettiğinden,   kendinden    Melikenin  nasıl olduğu  sorulmuş.  Useyl  bir nesirle  Mekke'yi  övmüş. Bunun üzerine Resulullah «Ey Useyl bırak kalpleri de ikrar etsinler,»  buyurmuş.

  203  --

ligini s?ğ!a"iaya çalışması, yardımda bulunması ona bir vecibedir, çünkü islâm araplar arasında doğmuş ve onlar yoluyla diğer milletlere yayılmıştır. Keza Kur'an-ı Kerim Arapçadır. Bizce Arap, Resulullahın buyurduğu gibi «Her arapça konuşandır.»

3) islâm Birliği konusunda görüşümüz de şudur:

İslâm dinî, hem inanç ve ibâdettir, hem vatan hem de tabiiyettir, islâm, insanlar arasında bulunan farklılığı kökünden kaldırmıştır. Allahü Tealâ şöyle buyuruyor: «Mü'minler ancak kardeştir...»(*4)

Peygamber Efendimiz: «Müslüman müslümanın kardeşidir.»

«Kısas ve diyet hususunda iman edenlerin kanı eşittir. Onlar düşmanlarına karşı yek vücuttur. Bir el'dir. Her hangi birinin verdiği eman hepsini bağlar.»{-') buyuruyor.

işte İslâm, coğrafî hudutları tanımaz, ırk ayrımını kabul etmez, bütün müslüman kardeşler de bu birliğe kalpden inanırlar, müslümanları biraraya s getirmeye ve

(24)  Hucurat  Suresi  âyet:  10

(25)  Bu hadis-i şerifi  Nesei.  Ibni Mace ve Ebû  Davûd  rivayet etmişlerdir.

204

İslâm kardeşliğini kuvvetlendirmeye bütün güçleriyle çalışırlar. «Lâ ilahe illallah, Muhammedün-resulullah» diyen her müslümanın bulunduğu yerin her karışının kendi vatanları ola jğunu haykırırlar.

Müslüman Kardeşlerin bir şairinin bu    mevzuda söylediği şu şiir ne güzeldir:

«islâm'dan başka vatan tanımam ,vatanlıkta Samla Nil vadisi eşittir.»

Allah'ın ismi yad edilen her ülkeyi asıl vatanım sayarım.»

Bazıları diyorlar ki; «Bu görüş, dünyada yaygın olan ırkçılığa ve renk ayrımı düşüncesine ters düşüyor, şimdi bütün dünyayı milliyetçilik fikri kaplamış, artık siz bu akımın önünde nasıl duracaksınız? insanların birleştiği şeyden nasıl ayrılacaksınız?» Bunlara cevabınız şudur: «insanlar bu konuda hatalıdırlar. Nitekim hatalı oldukları, bütün milletleri huzursuz ve tedirgin etmelerinden anlaşılmaktadır. Başka delil göstermeğe lüzum yoktur.»

Doktorun vazifesi, hastalarla hasta olmak değil, onları tedavi etmek ve doğru yolu göstermektir, işte İslâm ve islâmdan ilham alanlar dertlerin çaresini gösterirler.

— 205 —

k.

Diğer bir kısım insanlar da: «Bu imkânsızdır, buna çalışmak boştur, İslâni birliğini sağlamak için çalışanların, kendi milletleri ve kendi vatanları için çalışmaları daha hayırlıdır» diyorlar. Bunlara cevabımız şu olacaktır: «Bu söz acizlerin, zelillerin sözüdür. İslâm gelmezden önce de milletler parça parça idiler. Dilleri, dinleri, hisleri ümitleri ve acıları başka başkaydı. Fakat islâm bunları birleştirdi ve yek vücut haline getirdi. İslâm aynı islâmdır. Müslümanlardan yeniden birliğe davet edenler bulunursa islâm, eskiden olduğu gibi yeniden de müslümanları birleştirecektir. Birşeyi icad etmek onu iade etmekten daha zor olduğuna göre islâm birliğinin iadesi daha kolaydır.» Tecrübeler buna şahittir.

Bazılarıda dillerine «Doğu Birliği»ni dolamışlardır. Sanırsam buna batılıların batıya taassupları ve doğuluları küçümsemeleri yol açmıştır. Şüphesiz ki, bunda hatalıdırlar. Batılılar bu inançlarında devam ederlerse kendilerini elleriyle belâlara sokacaklardır.

Müslüman Kardeşlere göre islâmi yönleri bir olduktan sonra batılılarla doğuluların hiçbir farkı yoktur. Müslüman Kardeşler, insanları ancak islâm terazisiyle

ölçerler.

._ 206 —

Sözün kısası: Müslüman Kardeşler, arzu edilen ilerlemenin temeli sayılması itibariyle hususî milliyetçiliklerine hürmet gösterirler; her insanın kendi vatanı için çalışmasını, onu başka yerlere tercih etmesini hoş görürler. Diğer yandan ilerlemek için ikinci bir basamak olması itibariyle Arap Birliğini de desteklerler. Bunların hepsinin üstünde, bütün islâm vatanı için bir sur niteliğinde olması itibariyle de islâm birliğini gerçekleştirmeye çalışırlar.

Hattâ diyebilirim ki; Müslüman Kardeşler, bütün milletlerin saadetini diler ve birlik kurmalarını arzu ederler. Çünkü islâmın hedefi de budur. Allahü Tealâ'-nın şu mübarek kelâmı buna delil olarak yeter.

«Biz seni ancak bütün âlemlere rahmet olasın diye gönderdik.» (-6)

Ancak şunu belirtmekte fayda görmekteyim: Hususi milliyetçilik, başkalarını düşünmemek için bir sitah olarak kullanılırsa biz bunu yapanlardan da uzağız. Bizimle birçoklarının aramızdaki fark da işte budur.

(26) Enbiya Suresi âyet: 107

— 207 —

7) MÜSLÜMAN KARDEŞLERİN HİLAFET HUSUSUNDAKİ GÖRÜŞLERİ:

Müslüman Kardeşler, Hilafetin islâm Birliği'nin bir sembolü, müslüman milletlerin birbirlerine bağlı olduklarının bir alâmeti ve islâmın bir şiarı olduğuna inanırlar. Binaenaleyh müslümanların bu mevzuya önem vermeleri gerekir, islâm dininde bir çok hükümler halife ile ilgilidir.

Bunun içindir ki, Sahabeler (Allah onlardan razı olsun.) Hilafet konusunu görüşmeyi Resulullah Efendimizin, teçhizi ve defnine takdim etmişlerdir. Birinci halifeyi tayin ettikten sonra Hz. Rasulü Ekremin (S.A.V.) teçhiz ve defnini yapmışlardır. Halifenin tayininin mecburi oluşunu ve hilafetin hükümlerini beyan eden birçok hadis-i şerifler variddir.

Halifelik asıl yolundan saptırılıp tamamen ilga edildikten beri müslümanların hilafetin tekrar dönmesini ciddiyetle düşünmeleri bir dinî vecibedir. Bunun içindir ki, Müslüman Kardeşler halifeliği ve onu tekrar geri getirmeyi programlarının başında bulundururlar. Ancak iadesi için birçok ön hazırlıklar yapılmasının gerekli olduğuna inanırlar.

— 208 —

Hilafeti tekrar geri getirmek için şu merhaleleri aşmak gerekir:

1)   Bütün islâm milletleri arasında kültürel, içtimaî ve iktisadî yönlerden tam bir yardımlaşma ve işbirliği yapılması gerekir.

2)   islâm devletleri arasında paktlar, sözleşmeler ve toplantılar yapılması gerekir, islâm devletlerinin yaptıkları konferanslar bu hususta atılan güzel adımlardır.

3)   Bunlardan sonra «islâm Milletleri Birliği» kurmak gerekir. Müslümanlar, bunları yaptıktan sonra bir halifenin   bayrağı   altında  toplanma   imkânına   kavuşmuş olurlar. Gerçekten halife, müslümanların biraraya gelmeleri vs söz birliği yapmalar^ için en büyük vasıtadır.

IV.) Çeşitli Kuruluşlara Karşı Müslüman Kardeşlerin Tutumu

1) islâmî kuruluşlar hakkında Müslüman Kardeşlerin görüşü:

— 209 —       Risaleler   4F: 14

Buraya kadar milletin zihnini kurcalayan birçok meseleler hakkında Müslüman Kardeşlerin görüşlerini açıkladım. Ülkemizde bulunan islâmî kuruluşlar hakkında da görüşümüzü açıklamayı uygun gördüm. Çünkü birçok hayır severler, bu kuruluşların toplanıp bir islâm Derneği halini almasını arzu ediyorlar. Her İslahatçının temennisi de budur.

Müslüman Kardeşler, bu kuruluşların hepsinin İslama çalıştıklarını görüyorlar. Hepsi için başarılar diliyorlar. Bütün bunları bir.bayrak altında toplamayı programlarında zikretmişlerdir. «Mansura» ve «Asyut» şehirlerinde yapılan dördüncü toplantılarında bunu kararlaştırmışlardır.

Umum büromuz bu talimatı uygularken kendileriyle irtibat kurduğu kuruluşlardan büyük alâka görmüştür. Bu gelişme, zamanla bu gayretlerin muvaffakiyetle neticeleneceğini  müjdelemektedir.

2) Müslüman Kardeşler ve Müslüman gençler kuruluşu (Şubban-el-Müslimin):

Çok defa insanların aklına şu soru gelmektedir: Müslüman Kardeşler ile Müslüman Gençler kuruluşları erasıncia ne fark vardır? Niçin birleşip beraberce çalış-

— 210 —

mıyorlar? Açıkça söyleyeyim ki, Müslüman Kardeşler ile Müslüman Gençler aralarında herhangi bir ihtilaf görmemektedirler. Bilâkis devamlı yardımlaşıyorlar. Birçok islâmî meselelerde birleşmektedirler. Çünkü umumî gayelerimiz aynıdır. «Islâmı yüceltmek ve müs-lümanları saadete kavuşturmaktır.»

Aramızda bulunan farklar, sadece davet üslubunda ve idare edenlerin programlarındadır. Müslümanların tek cephe olacakları vakit pek yakındır, «inşaallah.»

3) Müslüman Kardeşlerin Partilere karşı görüşleri:

Müslüman Kardeşler bu Mısır'daki partilerin özel şart-, lar altında türediklerine ve yalnızca şahsî menfaatler için kurulduklarına inanırlar. Bu partiler, şimdiye kadar programlarının ne olduğunu açıkça bildirmemişlerdir. Hepside memleket yararı için çalışacağını ileri sürer, ama ne gibi çalışmalarda bulunacağını, çalışmalarını hangi yolla yürüteceğini, bunun için ne gibi vasıtalar hazırladığını, önlerine hangi engeller çıkacağını ve bunları önlemek için hangi tedbirleri aldıklarını ne parti yöneticileri ve ne de liderleri açıklarlar. Bütün partiler, bu mantıksızlık içinde yönetimi ele geçirmek için, «meşru» veya gayr-i meşru» her türlü vasıta ve propagandaya başvurmakta müttefiktirler. Kendilerini iktidar

— 211 

i

olmaktan mahrum edebilecek rakiplerini    suçlamaktadırlar.

Müslüman Kardeşler, particiliğin insanların hayatının tadını bozduğuna, ahlâksızlığa götürdüğüne, insanlar arası münasebetleri parçaladığına ve çirkin izler bıraktığına kanidirler. Temsil sisteminin, hattâ par-lemento sisteminin Mısır'da mevcut olan partilere ihtiyacı olmadığına inanırlar. Bu yanlış olsaydı, birçok demokratik ülkelerde koalisyon hükümetleri kurulamazdı. Parlementer sistemin partisiz olamıyacağına dair ileri sürülen deliller çürüktür. Zira birçok parlementer ülke tek parti nizamiyle yaşamaktadır.

Bundan başka, islâmın gerektirdiği düşünce, hürriyeti, görüş hürriyeti, söz hürriyeti, istişare hürriyeti ve nasihat hürriyeti başka şeydir; partili sistemin gerektirdiği ve islâmın şiddetle yasakladığı: «kendi görüşüne taassup, topluluktan ayrılma, milleti bölme, uçurumunu genişletmeye çalışma ve iktidarın gücünü sarsma başka şeydir. Biz buna inanıyoruz.

islâm her zaman birliğe ve yardımlaşmaya davet eder. Partiler ise bölünme ve parçalanmaya... Müslüman Kardeşlerin Mısır'daki partiler ve particilik hakkında görüşlerinin hülâsası işte budur.

— 212 —

Bunun içindir ki Müslüman Kardeşler, parti liderlerinden bu çekişmeleri bırakıp birleşmelerini istediler. Bu hususta prens Muhammed Ali ile prens Ömer To-sun'un ara buluculuk yapmalarını arzettiler. Ayrıca sayın Kraldan mevcut partileri kaldırmasını istediler. Böylece bir kuruluş haline gelsinler, islâm nizâmıyla yürüsünler ve milletin yararları için çalışsınlar. Geçmişte bu düşünceyi gerçekleştirmek imkansız idiyse bugün bunun tahakkukuna hiçbir mani yoktur.

Müslüman Kardeşler, bu sahadaki çalışmalarını sürdüreceklerdir; milletin uyanması, partilerin başarısızlığı ve Allah'ın lütfü sayesinde istediklerine ulaşacaklardır. Elbetteki Allah'ın değişmez nizamı gerçekleşecektir.

«Suların ve eritilen maddelerin çöpü ve posası atılır. İnsanlara fayda vereni ise yeryüzünde kalır.»(-;)

Bazı partililer, bu düşüncelerimizle kendi partilerini yıkıp başka partilere hizmet etmek istediğimizi sanıyorlar. Bütün partilerin bize karşı ayni iddiada bulunmaları  bunların hatalı olduklarına en büyük delildir.

Partici kardeşlerime şunu açıkça söyliyeyim Ki:

(27) Ra'd Suresi âyet: 17

— 213

Müslüman Kardeşlerin isiâmî düşüncelerinden başka bir fikre hizmet etme günü, henüz doğmamış ye doğmayacaktır. Müslüman Kardeşlerin, herhangi bir partiye karşı hususî bir düşmanlıkları yoktur. Fakat onlar, Mısır'ı ancak bu partiler kapanıp, islâm dinine uygun olarak milleti Kur'an'ın ahkâmına göre yönetecek millî bir kuruluşun ancak Mısır'ı kurtaracağına inanmaktadırlar.

Bu münasebetle şu gerçeği de belirtmek isterim ki, partiler arasında yapılacak anlaşmalar bir netice vermeyecektir, ilâç vazifesi değil, uyuşturma vazifesini ancak görebilecektir. Çünkü söz birliği yapan partiler tekrar birbirlerini tenkide başlayacaklar ve böylece kısır kavgalar eskisinden daha fazla olacaktır.

Bizce kesin ilâç, bütün bü partilerin yok olmasıdır. Çünkü vazifeleri bitmiştir. Kendilerini meydana getiren durumlar artık yok olmuşlardır...

4) «Mısır el-Feta» kuruluşuna dair Müslüman Kardeşlerin görüşü:

Bu münasebetle Müslüman Kardeşlerin MISRIL FETA adlı kuruluşu nasıl gördüklerini izah etmeyi gerekli saydım.

— 214

Müslüman Kardeşler teşkilâtı kurulalı on yıl oldu. Mısrıl Feta teşkilâtı kurulalı ise beş yıl. Müslüman Kardeşler teşkilâtı, Mısrıl Feta'nın iki kat ömrün-dedir.

Buna rağmen birçok çevrelerde, Müslüman Kardeşlerin Mısrıl feta'nın bir şubesi olduğu yayılmıştır. Bunun sebebi ise Mısrıl Feta'nın propagandaya dayanması ve Müslüman Kardeşlerin çalışma ve iş yapmaya önem vermeleridir.

İster Müslüman Kardeşler, Mısrıl Feta'ya cihadın ve islâm için çalışmanın plânını çizmiş olsunlar, isterse Mısrıl Feta'nın ömrünün iki katında olan ve daha önce cihada ve çalışmaya başlayan Müslüman Kardeşleri, Mısrıl Feta insanlara tanıtmış olsun, bu bir teori meselesidir. Müslüman Kardeşler buna önem vermezler.

Fakat açıklamak istediğim nokta şudur: Hiçbir zaman Müslüman Kardeşler teşkilâtı, Mısrıl Feta'nın yanında bulunmadılar ,onun için çalışmadılar.

Bu sözümle Mısrıl Feta'yı tenkit etmek istemiyorum, sadece gerçeği söylemek istiyorum.

Mısrıl Feta'nın gazetesi, Müslüman Kardeşleri, onlara saldırmakla ve onları kötülemekle suçladı. Bunun da aslı ve asaleti yoktur. Biz, bu gazetenin yazısına

— 215 —

pek önem vermeyiz, kusuruna da bakmayız, bütün kardeşlerimizin düşüncesinin aynı olmasını temenni ederiz.

Birçok insanlar, Mısrıl Feta ile Müslüman Kardeşlerin birleşmelerini arzediyorlar. Şüphesiz ki, bu üstün bir şuurdur. Birlikten ve hayır için yardımlaşmaktan daha güzel hiçbir şey yoktur.

Fakat bazı şeylerin iç yüzü ancak zamanla ortaya çıkar: «Mısır el-Feta» nın içinde Müslüman Kardeşler'i sadece vaaz u nasihat eden bir cemaat görenler ve diğer bütün programlarını inkâr edenler bulunmaktadır.

Öte yandan, Müslüman Kardeşlerin içinde, Mısrıl Feta'nın üyelerinin çoğunun henüz islâmi olgunluğa eremediğini, dolayısiyle samimi olarak islâma davet etmeye yetenekli olmadıklarını itikat edenler vardır.

Biz hükmü zamana bırakalım. Kimin ne olduğunu . o gösterecektir.

Bu sözlerimden, Müslüman Kardeşlerin yakında Mısrıl Feta'ya karşı savaşacakları sakın anlaşılmasın.

Bilakis biz, her hayır için çalışanın muvaffak olmasını isteriz. Müslüman Kardeşler, hiçbir zaman yapma ile yıkmayı bir tutmazlar. Cihadın sahası geniştir. Herkes için açıktır.

— 216 —

MISRIUFETA teşkilâtı, siyasi bir parti olmadığını, islâm için çalıştığını ve çalışacağını ilân ettiği müddetçe, biz Müslüman Kardeşlerin onlara dair görüşümüz işte oudur. Muvaffakiyyet temennisidir. Aslında Mısrıl Feta'nın islâma dair çalışmaları bizim idealimizin gerçekleşmesine bir yardımdır.

Diğer bir nokta da, Mssrıl-Feta'nın meyhaneleri yıkmasına dair Müslüman Kardeşlerin görüşüdür. Mısırı seven hiçbir kimse, bu vatanın toprakları üzerinde tek bir meyhanenin dahi bulunmasını istemez.

Müslüman Kardeşler, meyhanelerin yıkılmasından herkesten önce hükümetin mesul olduğunu neşretmiş-lerdir. Çünkü bu müslüman halkı galeyana getiren hükümettir. Hükümet, milletin ruhunda meydana gelen «islâmi takdis etme ve islâmta iftihar etme» şuurunu idrâk edememektedir.

Bir atasözünde «Ağlayana sus demezden önce dövene değneğini çek demek gerekir» denilmiştir.

Bizce, Meyhanelerin yıkılma vakti henüz gelmemiştir. Bu vazife için münasip bir vakit seçmek lâzımdır, veya hikmetli davranmak icap eder.

Mümkün oldukça en az zayiatla ve en çok ba-— 217 —

yarıyla tenfiz etmek gerekir. Hükümeti, dini vazifesini yerine getirmeye uyaracak bir şekilde yapmak lazımdır. Meyhaneleri yıkanlardan tutuklananların itiraf etmemelerine rağmen Müslüman Kardeşler sayın Adalet bakanına bu konuda bir yazı göndermişter ve bu mev-zuya şeref ve haysiyetle bağdaşan bir bakışla bakmasını ve memleketi bu ahlâkî uçurumlardan koruyacak bir kanunu acele ilân etmesini istemişlerdir.

5) AVRUPA DEVLETLERİNE KARŞI MÜSLÜMAN KARDEŞLERİN TUTUMU:

İleride de açıkladığım gibi islâm, müslümanları bir ümmet kabul eder. inanç birliğinin, acıların ve ümitlerin ortaklığı müslümanları biraraya getirir. Herhangi bir müslümana yapılan hücum bütün müslümanlara yapılmış sayılır.

«Eş-Şerh'üs-Sağir» adlı kitapta okuduğum bir fıkhı hüküm beni hem ağlattı, hem de güldürdü. Kitabın yazarı şöyle diyor: «Doğuda düşman tarafından gasbe-dilen bir müslüman kadının batıda bulunan müslüman-lar tarafından kurtarılması ve bütün müslümanlarm mallarını vermeye de mal olsa fidye verip o kadının düşmandan alınması vaciptir.»

— 218 —

Aynı konuyu «Mülteka» adlı kitapta da görmüştüm. Bunu görünce ağladım ve kendi kendime şöyle dedim: «cNerde bunları yazanlar gelsinler de bütün müslümanlarm kâfirlere esir olduklarını görsünler? Bundan şu neticeye varmak istiyorum:»

1   — islâm vatanı birdir, asla bölünemez. Herhangi bir parçasına yapılan hücum hepsine yapılmış sayılır.

2  — islâm dini, müslümanlara kendi ülkelerinde liderler olmalarını, kimseye köle olmamalarını farz kılmıştır.  Bununla  da   kalmayıp  müslüman   olmayanları İslama sokmaya çalışmalarını da emretmiştir.

Bunun içindir ki, Müslüman Kardeşler, islâm vatanının herhangi bir parçasına saldıran her devleti zâlim ve saldırgan sayarlar ve müslümanlarm el ele vererek çalışıp o vatanı düşmanın boyunduruğundan kurtarmalarının gerektiğine inanırlar.

a) ingiltere, Mısır'la antlaşmasına rağmen devamlı Mısır'a baskı yapıyor. Ona karşı kötü davranıyor. Anlaşmamız faydalıdır veya zararlıdır, anlaşmayı tatbik -edelim veya bozalım gibi laflar boştur, faydasızdır. As-

— 219 —

lında anlaşma, Mısır'ın boynunda bir esaret zinciri ve ellerinde bir kelepçedir. Bizi bu zincirlerden, çalışma ve hazırlanmadan başka ne kurtarabilir? Kuvvet söylemeden daha tesirlidir. Kuvvetlenmeye çalışalım, istiklâl ve hürriyetimizi istiyorsak vakti değerlendirelim.

İngiltere, her zaman FİLİSTİN'e karşı kötü davranıyor. Filistin halkının haklarını çiğnemeye çalışıyor.

FİLİSTİN, islâm toprağı, peygamberler beşiği. Mescidi Aksa'nın makam olması itibariyle her müslü-manın vatanıdır. Filistin, ingilterenin boynunda müs-lümanların bir hakkıdır. İngiltere bu borcunu ifa etmediği müddetçe müslümanlar susmayacaktırlar, ingiltere bunu çok iyi bilmektedir, ingiltere'nin müslümanların liderlerini Londra sulh anlaşmasına davet etmesi bu sebeptendir.

Siz, bu münasebetle ingiltere'ye «müslümanların hakkının yenilemiyeceğini, Filistin'deki temsilcilerinin halka karşı giriştikleri vahşi davranışların iyi sonuçlar doğurmayacağını ve düşmanca saldırılarını masum kişilerden uzaklaştırmasının onun için daha iyi olduğunu» hatırlatıyoruz.

Yine bu münasebetle,  sayın  Filistin müftüsüne _ 220 —

Müslüman Kardeşlerin en samimi sevgi ve selâmlarını ve başarı dileklerini bildiririz.

Elbetteki, evlerinin teftiş edilmesi, kahramanlarının hapsedilmesi ne sayın müftüye ne de «Hüseyni kabilesine» bir zarar veremiyecektir. Bilakis onları kamçılayacak ve şereflerini artıracaktır.

Bu münasebetle, islâm delegelerine İngilterenin hile ve desiselerini, hakkımızı kurtarmak için çalışmamızın gerekliliğini hatırlatıyoruz.

Bütün islâmi kuruluşlar tarafından «Müslüman Gençler» lokalinde bir komite kuruldu. Bunun vazifesi, Filiatine yardım maksadıyla özel pullar bastırmak ve hicri yılbaşından itibaren bunları dağıtmaktır. Kardeşlere bu komiteye yardım etmelerini tavsiye ederim.

ingiltere'nin işgal ettiği diğer islâm ülkeleri için de onunla hesaplaşacağız, islâm dini, esaret altında bu-nan bu ülkelerin halkına ve bize bunları esaretten kurtarmamızı farz kılmıştır.

b) Uzun zaman müslümanlara dost olduğunu ileri süren Fransa ise müslümanlara yaptığı vahşilikleriyle meşhurdur. Suriye'ye karşı yüz kızartıcı tutumunu unut-

— 221 

¦naciık. Kuzey Afrika'da müslümanlara yaptıklarını asla unutamayız. Tunus, Cezayir ve Fas'daki berber müs-lüman halkı Fransızlaştırmak istediği hatırımızdadır. Ondan hesap soracağımız gün gelecektir.

c) italya ile hesaplaşacağımız konular Fransa'dan az değildir. Trablusgarp'da müslümanları hapsetmesi, sürgün etmesi ve katliama girişmesi henüz unutulmamıştır, italya Trablus-garb'ı italya'dan bir parça saymış ve bu yolla islâma ait her esejri oradan yoketmeye çalışmıştır.

Ey Müslüman Kardeşler!.. Şüphesiz ki, bu olaylar insanın ciğerini parçalar, bunlar sayılmakla bitmez, bunları sizler biliyorsunuz, daha fazla anlatmaya gerek yoktur.

Bunları insanlara duyurun!.. İslâmın hürriyet, istiklâl ve hâkimiyetten aşağısına razı olmadığını onlara öğretin! Mal ve canlan pahasına da olsa cihadı ilân etmelerinin farz olduğunu bildirin! Ölmek zelil ve köle olarak yaşamaktan daha hayırlıdır. Eğer bunları samF-mi olarak yapar ve Allah'a karşı sadık olursanız elbette Allah'ın izniyle zafere ereceksiniz.

— 222 —   .

«Allah yazdı ki, elbette ben ve peygamberlerim galib geliriz. Şüphesiz ki, Allah kuvvetlidir, Azizdir.»(-")

SON SÖZ

Ey Müslüman Kardeşler! Bu açıklamamda sizlere dâvanızı hülasa olarak anlattım. Eğer vakit dar olmasaydı bugün "sizinle Mısır'ın ve diğer islâm ülkelerinin, içtimaî ve iktisadî meselelerini görüşmek isterdim. Ancak vakit buna müsait değildir.

Bundan başka, ası! mesele içtimaî ve iktisadr problemler dağil, ahlâkî çöküntü, iyi olma sıfatlarını kaybetme, şahsî menfaatleri kamu menfaatlerine tercih etme, gerçeklerle yüz yüze gelmekten korkma, tedavinin yükünden kaçma ve bölünme gibi hastalıklardır. Bunların devası ise, hasta nefis ve ruhları tedavi etmek, milletin ahlâkını düzeltmektir.

«Yemin olsun ki nefsini temizleyip yücelten ebedi kurtuluşa ermiştir. Nefsinin içyüzünü gizleyen ise-muhakkak ziyana uğramıştır.»!-"')

(28) Mücadele Soresi âyst ?1 (2S) Şems Suresi âyet: 9-10

— 223

Ey Müslüman Kardeşler!.. Bu din, atalarınızın «ihadlariyle sarsılmaz temeller üzerine kurulmuştur. Bu kuvvetli temeller, iman etmek, geçici dünya malına aldanmamak, ebedi ikametgâh olan âhireti dünyaya tercih etmek, hakka yardım uğrunda can ve malı feda etmek, Allah yolunda ölmeyi sevmek ve hülâsa olarak Kur'an-ı Kerim'in yolunda yürümektir. Siz de kalkınmamızı bu kuvvetli esaslar üzerine kurun, nefislerinizi İslah edin, dâvanızda sıkı çalışın, islâm ümmetini hayra sevkedin.

«Allah sizinle beraberdir yaptıklarınızı zayi etmez.^»)

Ey Müslüman Kardeşler!.. Ümitsizliğe düşmeyin çünkü bu müslümaniarın ahlâkından değildir. Nasıl ki, bugünün gerçekleri dünün hayalleri idi ise, öyleyse bu-^jünün hayalleri yarının gerçekleri olacaktır. Fitne fesadın yayılmasına rağmen milletinizin ruhunda doğruluk unsurları kuvvetlidir. Siz hali hazırda güçsüz olsanızda zayıf olan devamlı zayıf kalmayacağı gibi, kuvvetlinin kuvveti de ebedi devam etmez.

ıt30) Murfamraed  Suresi  âyet:  35

— 224 —

«Biz ise istiyorduk ki, güçsü2 sayılanlara iyilikte bulunalım, onları önderler kılalım ve onları varisler ya-palım.»(")

Zaman yakında bizlere büyük hadisler gösterecektir, büyük işler yapma fırsatı yakında gelecektir. Bütün dünya, içinde bulunduğu acılardan kurtulmak için dâvanıza «kurtuluş ve selâmete eriş», dâvası gözüyle bakmaktadır. Artık milletlere önderlik etme sırası sizindir.

«O günleri biz insanlar arasında değiştiririz.^3*) Yani bazan bir kısım insanları galip getirir, ba-zan da tam aksine onları mağlup eder diğerlerini galip getiririz.

«Siz   Allah'tan   onların   istemediklerini    istersi-

Sizden heyecanlı olanların sakîn olmalarını ve fırsatı beklemelerini beyan etmiştim. Oturup kalanlara da.

(31)   Kasas Suresi âyet: 5

(32)  Âl-i Imran Suresi âyet: 140 <33) Nisa Suresi âyet: 104

— 225 —      Risaleler   4 f : 15

kalkıp çalışmalarını söylüyorum. Mücahide rahat yoktur!

«Bizim rızamız için cihati edenleri elbette doğru yolumuza sevkederiz. Şüphesiz ki, Allah iyilik yapanlarla beraberdir.»!")

Daima ileriye devam ediniz... Vallahü Ekber ve Lillâhilhamd...

DÖRDÜNCÜ KİTABIN SONU

(34) Ankebut  Suresi  âyet:  69

— 226 —

MEHMED AKİF KÜLLİYATI

MİLLİ şairimizin hayatı boyunca kaleme aldığı bütün eserleri biraraya toplayarak gün ışığına çıkaran bu eser adeta bir Mehmed Akif Ansiklopedisidir. 10 ciltten oluşan külliyatın ilk dört cildi Safahat ve açıklamasını içeriyor. Şiirin orjinali, altında lügatçesi ve karşı sayfadaki geniş açıklamasıyla Safahat günümüz türkçesiyle daha rahat anlaşılır bir hale getirildi. Beşinci ciltte istiklâl Şairimizin tüm makalelerini, altı-yedi ve sekizinci ciltte tercüme eserlerini, dokuzuncu ciltte vaaz, mektup ve ayet tefsirlerini, onuncu ciltte ise Mehmed Akif'in hayatı, şahsiyeti ve idealini bulacaksınız. Eseri, değerli ilim adamımız ismail Hakkı Şengûler dört yıl süren titiz çalışmaları sonucu kaleme almış, sayı.'i M. Ertuğrul Oüzdağ ise son tashih ve düzeltmelerini yaparak gözden geçirmiştir.

İSTİKLAL SAİRİMİZİN BÜTÜN ESERLERİNİ AÇIKLAMALARIYLA BİRARAYA TOPLAYAN TIK KAYNAK ISER...

10 cilt, 5000 sayfa, I. hamur samua Kağıt, kuşe selefon kaplı lüks cilt,

KUR'AN-I KERİM ve TÜRKÇE MEALİ

Bu meal ev halkının tümüne hitabedebilen anlaşılır bir dille kaleme alınarak beş kişilik ilmi bir heyet tarafından hazırlanmıştır. Parantezlerin, ayrı açıklamaların yer almadığı eser Diyanet İşleri Başkanlığınca tasdik edildi. HERKESİN ANLAYABİLECEĞİ SÂDE BİR MEAL... 640 sayfa - Lüks Şamua Kağıt - iki renk baskı - Süper Lüks Cilt.

KURAN

İLİMLERİ

ANSİKLOPEDİSİ

(EL-İTKAN Fİ ULÛMİ'L KUR'AN)

İmam Celâleddin Es-Suyûtî'nin telifi olan bu eşsiz eser; Kur'an-ı,Kerim'deki birçok bilgiyi ansiklopedik olarak gözler önüne sermektedir. Eserde; gündüz ve gece inen ayetleri, yazın ve kışın inen ayetleri, Kur'an'ın abdestsiz okunması ve geçim vasıtası yapmanın hükmünü, Kur'an'da geçen sahabe isimlerini ve daha yüzlerce konuyu bulacaksınız.

ARTIK KURANI SİZ DE ANLAYABİLİRSİNİZ...

2 Cilt - î 200 sayfa - I. Hamur Kağıt - Lüks Cilt

SARAYDAKİ CASUS

GİZLİ BELGELERLE II. ABDULHAMİT DEVRİ VE İNGİLİZ AJANI YAHUDİ VAMBERY.

Değerli bilim adamı Prof.Dr. Mim Kemal ÖKE

tarafından kaleme alınan BU KİTAPTA

Yıldız Sarayı'na rahatça girip çıkabilen ve bu sayede İngilizlere sürekli raporlar gönderen, Yahudilerin Filistin'e yerleşme çabalarının Abdülhamid tarafından kabul edilmesi için mücadele eden, İstanbul'da Reşit Efendi takma adıyla   müslümari çocuklarına ve şehzadelere özel dersler veren: Bilim adamı,   sahte derviş,   seyyah, casus gibi pek çok niteliği kimliğinde taşıyan Prof. Arminius Vambery'nin 82 yıllık yaşamına sığdırdığı akıllara durgunluk veren serüvenleri, Osmanlı Devletinin son döneminin bilinmeyen yanlarıyla birlikte şimdiye kadar yayınlanmamış İngiliz, İsrail ve Türk arşivlerindeki gizli belgelerle gözler önüne seriliyor

320 sayfa - 2. Hamur Kağıt • Lüks karton kapak.

SEYYİD KUTUB GÖZÜYLE AMERİKA

Şehid Prof. Seyyid Kutub tahsil için gittiği ABD'de yıllarca kaldı ve bu yıllar içerisinde Amerika'nın gerçek yüzünü gördü. Bu kitapta dışarıdan hür ve adil olarak görünen Amerika'nın gerçekte ruhsuz, acımasız ve zalim bir sistemden ibaret olduğunu Seyyid Kutub'un gözüyle, onun penceresinden izleyeceğiz.

ABD nin MASKESİNİ BU KİTAPLA DÜŞÜRÜN..I

280 sayfa - 2. Hamur kağıt - Lüks Karton Kapak.

SEYYİD KUTUB KÜLLİYATI

Büyük İslam Şehidi SEYYİD KUTUB'un kaleme aldığı. 1 bütün eserlerin özetlenmesi sonucu oluşturulan bu 1 eser, merhum yazarın tüm yazdıklarında temel fikirleri j oluşturan on konu etrafında toplanmıştır.                       I

SEYYİD KUTUB'u ANLAMANIN EN GÜZEL

YOLU...

10 Cilt - 3500 sayfa - 2. Hamur kağıt - Lüks Karton

Kapak

BU KİTAPTAKİ KONULAR

BİZ İŞ YAPAN BİR CEMİYET MİYİZ; DAVAMIZ YENİ BİR STRATEJİDE BEŞİNCİ TOPLANTI RİSALESİ

ISBN 975-7449-02-4

Hasan Elbenna _ Risaleler Cilt4

www.kitapsevenler.com

Merhabalar

Buraya Yüklediğim e-kitaplar Aşağıda Adı Geçen Kanuna İstinaden

Görme Özürlüler İçin Hazırlanmıştır

Ekran Okuyucu, Braille 'n Speak Sayesinde Bu Kitapları Dinliyoruz

Amacım Yayın Evlerine Zarar Vermek Değildir

Bu e-kitaplar Normal Kitapların Yerini Tutmayacağından

Kitapları Beyenipte  Engelli Olmayan Arkadaşlar Sadece Kitap Hakkında Fikir Sahibi Olduğunda

Aşağıda Adı Geçen Yayın Evi, Sahaflar, Kütüphane, ve Kitapçılardan Temin Edebilirler

Bu Kitaplarda Hiç Bir Maddi Çıkarım Yoktur Böyle Bir Şeyide Düşünmem

Bu e-kitaplar Kanunen Hiç Bir Şekilde Ticari Amaçlı Kullanılamaz

Bilgi Paylaştıkça Çoğalır

Yaşar Mutlu

Not: 5846 Sayılı Kanunun "altıncı Bölüm-Çeşitli Hükümler " bölümünde yeralan "EK MADDE 11. - Ders kitapları dahil, alenileşmiş veya yayımlanmış yazılı ilim

ve edebiyat eserlerinin engelliler için üretilmiş bir nüshası yoksa hiçbir ticarî amaç güdülmeksizin bir engellinin kullanımı için kendisi veya üçüncü

bir kişi tek nüsha olarak ya da engellilere yönelik hizmet veren eğitim kurumu, vakıf veya dernek gibi kuruluşlar tarafından ihtiyaç kadar kaset, CD, braill

alfabesi ve benzeri 87matlarda çoğaltılması veya ödünç verilmesi bu Kanunda öngörülen izinler alınmadan gerçekleştirilebilir."Bu nüshalar hiçbir şekilde

satılamaz, ticarete konu edilemez ve amacı dışında kullanılamaz ve kullandırılamaz. Ayrıca bu nüshalar üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerin bulundurulması

ve çoğaltım amacının belirtilmesi zorunludur." maddesine istinaden web sitesinde deneme yayınına geçilmiştir.

T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi İşlem ve Otomasyon Dairesi Başkanlığı

Ankara

Bu kitaplar hazırlanırken verilen emeye harcanan zamana saydı duyarak

Lütfen Yukarıdaki ve Aşağıdaki Açıklamaları Silmeyin

Tarayan

Süleyman Yüksel

www.suleymanyuksel.com

suleymanyuksel@suleymanyuksel.com

suleymanyuksel6@hotmail.com

Hasan Elbenna _ Risaleler Cilt4