KONULAR

İSLÂM İNANCINDA ALLAH AKAÎD

 

 

HASAN EL-BENNA HAKKINDA

 

Asrımızda islâm dâvasının öncüsü olduğu için Hasan el-Benna'ya «İmam» ve «Mürşid'ül-âm» unvanları verilmiştir. Başlattığı dâvayı yürütürken bir sulkaste kurban gittiği için de «şehîd» deniliyor.

Hasan el-Benna, Hicrî 1324 - Miladî 1906 yılında. Mısır'ın İskenderiye şehri yakınlarındaki Mahmudiye kasabasında dünyaya geldi. Babasının adı Ahmed, dedesinin adı Abdurrahman el-Benna'dır. Babası ilim sahibi ve büyük muhaddislerdendi.

Hasan el-Benna ilk ve orta tahsilini kendi kasabasında yaptıktan sonra yüksek tahsil için başkent Kahire'ye gitti ve Kahire Üniversitesinin Darul-Ulûm Fakültesinden mezun oldu. Yüksek tahsilden sonra İsmailiye şehrinde lise öğretmenliği yapmağa başladı.

Küçük yaşta yeteri kadar din bilgisi almış, çok miktarda ayet ve hadis ezberlemişti. Müslümanlığını severek yapıyordu. Yüksek tahsili sırasında kendini kitap okumağa vermişti. Yeteri kadar islâmî bilgisi bulunduğu İçin. daha çok islâm ideolojisi dışındaki kitapları okuyor ve islâm

(1)   Bu  bilgiler  Zerkalî'nin   «El-A'lâm.     adlı     kitabıyla  Safd Ramazan'ın   «El-Havatır»   adlı  eserinden  derlenmiştir.

(Mütercimler)

prensipleriyle mukayeseler yapıyordu. İslâm  nizamı yanında büHin ideolojilerin sönük kaldığını gördükçe İslama daha çok sarılıyor ve onu. içine sindire sindire yaşıyordu. Hasan el- Benna, islâm dininin sahabe devrindeki ya-şanış şekline sonsuz hayranlık duyardı. İslâmın bugün de aynı şekilde yaşanmasını, müslümanların o temiz ve berrak hayata tekrar kavuşmasını isterdi. O hayata dönüldüğü takdirde islâm âleminin maddî ve manevî    bütün problemlerinin çözüleceğine sonsuz İnancı vardı. İslâmı iyi bilen herkesin bu İnancı taşıyacağını söylerdi. Müslüman olup ta bu inançtan mahrum yaşayan kimselerin islâm dinini iyi öğrenmemiş olduklarını,    ve bu yüzden o inanca eremediklerinl sık sık tekrarlardı.    Bu yönleriyle onları mazur görmeye çalışarak: tlslâmı birbirimize   Öğretmeliyiz. Felâketler cehaletlerden doğar.    Her şeyden önce mukaddes dinimizi iyi öğrenmeye, öğretmeye    ve toplum olarak onu yaşamaya mcburuz» derdi.

İmam Hasan el-Benna, inandığı İslâm dâvasını gerçek müslümanlara açmak ve aynı istikamette onları bira-raya getirmek istiyordu. Bunun için de halka inmek ve işe henüz bozulmamış olan halk tabakasından başlamak gerekiyordu. İsmalllye'de öğretmenlik yaparken, bu fikrini ilk defa, kültürlü ve dindar olan yakın arkadaşlarına açtı. Onları ikna etti. Fikir birliğine vardılar. Birlikte kahvelere gidiyorlar, kahvede vakit öldüren müslümanlara son derece hoşgörü içinde sokuluyorlar, onlarla tatlı tatlı sohbetler yapıyorlar ve günün birinde birkaçını alıp namaza götürmeye muvaffak oluyorlardı. Sonra onlar da, İslâmı ve müslümanların gerçek görevini daha İyi öğreniyor ve dâva kervanına katılıyorlardı.

Böylece adetleri çoğaldı. 1929 yılında, merkezi Isma-iliye'de olmak üzere «ihvan-ı Müslimin» (Müslüman Kardeşler) adlı malûm teşkilâtı kurdular. Hasan el-Benna 23 yaşındaydı. Teşkilâta başkan seçildi. Kendisine «Mür-şid'ül-âm» unvanı verildi. Artık şehir-şehir, köy-köy, kasa-bo-kasaba dolaşarak konferanslar veriyorlar,    sohbetler

yapıyorlar ve İslâm dâvasının önemini müslümanlar arasında yaymaya çalışıyorlardı. Her gittik'eri yerde teşkilâtın bir şubesi açıldı. Teşkilât her gün biraz daha genişliyordu. Müslümanların kızlarını dinî terbiyeyle yetiştirmek ve kadınları da bu dâvaya katmak için İsmailiye'de bir de ıMüslüman Anneler Enstitüsü» kuruldu.

Bu arada Hasan el-Benna'nın öğretmenlik görevi Ka-hire'ye nakledildi. Dolayıslyle, teşkilâtın genel merkezi de Kahire'ye getirildi. Müslüman Kardeşlerin 6on derece ih-lâs ve samimiyetle başlattıkları bu dâva Kahire'de büyük bir sevgiyle karşılandı. Teşkilât çemberinin gün geçtikçe genişlemesi o gün için Mısır'ı sömürge gibi kullanan İngiltere'nin dikkatini çekmeye başlamıştı.

İhvan-ı Müslimîn Teşkilâtı İslâmın iyi öğrenilmesine, toplum dertlerinin islâm prensipleriyle tedavi edilmesine çok önem veriyordu. Mısır'ın bir çok yerinde enstitüler, okullar, hastahaneler ve talim terbiye yerleri açtı. Kahire'de günlük, «ihvan-ı Müslimin» gazetesi çıkarılıyordu. Bu gazete Mürşld'ül-âm Hasan el-Benna'nın minberi sayılıyordu. Teşkilât gün geçtikçe genişledi ve Mısır'ın sınırlarını da aşarak bir çok arap ülkelerinde ¦şubeler açıldı. İslâm âleminde en kuvvetli teşkilât haline geldi.

O tarihlerde Mısır krallıkla İdare ediliyordu. Kral ve Mısır hükümeti bu teşkilâtın devamlı büyümesi karşısında endişe duymağa başladı. Müslümanların islâm prensiplerine bağlanarak birlik haline gelmesi, İngiltere, Fransa, Amerika gibi batılı ülkeleri daha çok düşündürüyordu. İslâm âlemi gerçek mânada Kur'ân'a sarılıp tek kuvvet haline gelirse dünya strate|isi ters dönecekti. Özellikle İngiltere bu teşkilâtın dağıtılması için Mısır hükümetine baskı yapmağa başladı. Hükümet teşkilâtın faaliyetlerini engelliyor ve kapatmak,, irin bahaneler arıyordu. Kapatmak mümkün olmadı. Fakat, büyük lider Hasan el-Benna, 1949 yılı Şubat ayında tertiplenen bir su-ikastla şehîd edildi. Şehid olduğunda henüz 43 yaşını doldurmamıştı. Sey-yid Kutup'lar, Muhammed Kutup'lar, Şeyh Fergali'ler. Ab-

dulkadlr Udeh'ler. Soid Ramazanlar ve daha yüzlerce İslâm mücahidi onun mânevi medresesinde yetiştiler.

Bu yolda şehîd olan bütün mücahitlere Hak Teâlâ-dan sonsuz rahmetler diler, hayatta olanlara ise,muvaffakiyetler niyaz ederiz.

Mütercimler

I. KISJM

İSLÂM İNANCINDA «ALLAH»

 

İSLÂM İNANCINDA «ALLAH» GİRİŞ

*«0, kendinden başka hiçbir ilâh olmayan, hem gizliyi, hem aşikârı bilen Rahman ve Rahim olan Allah'tır.» (1)

Akaid ilmine dair yazmak İstediğim bu eserin birinci mevzuu olarak neyi seçeyim diye hayli düşündüm. Acaba «Din» mevzuunu mu yazayım? Yoksa «islâmî İnançlar Tarihi» ni mi anlatayım? Veya ¦Allah'a îman» meselesinden mi bahsedeyim?

Din mevzuunu işlemek istersek, dinin ne olduğunu, cemiyetle ve insan ruhu ile münasebetini, bunlara karşı tesirini, ayrıca cemiyetin ve insan ruhunun dine ne derece muhtaç olduğunu anlatmamız icab ederdi.

(1)   Ha§r Suresi, ayet: 22.

— 15 —

«Islâmî İnançlar Tarihinden bahsedersek, siyasî, içtimaî ve fikrî hadiselerin islâm inancında    ne gibi izler bıraktığını anlatmamız gerekirdi. Fakat biz bu iki mevzuu tehir ettik. En üstün inanç olan «Allah'a îman» mevzuunu ele aldık... Takip edeceğimiz metod: Metodumuzda ne ilmi kelâmcıların kullandıkla-rı ilmî İstılahlara başvuracağız, ne de felsefî ve mantıkî görüşleri izaha girişeceğiz!

Takip edeceğimiz yol Kur'ân-ı Kerîm,    Sünnet-I Seniyye ve Selef-i Salih'inin tuttuğu yoldur. Şüphesiz ki Selef-i Salihîn üstün seciyeli, temiz kalpli, İnce düşünceli, kelimeleri, cümleleri, terkipleri en iyi anlayan ve derin manâları en güzel şekilde    idrâk eden zatlar idi. Böylece onlar, müslümanlar için «nü-mune-i imtisal» idiler.

Eseri yazarken Selef-i Salihîn'i ve onların   halefini gözönünde tutuyorum:

a) Selef-i Salihîn, İslâm inancını kolay,- hayat fışkıran, kalplere derhal nüfuz eden, güzelliklerle dolu, amel-i salihe sevkeden bir inanç olarak telâkki ediyorlardı.

— 16 —

«İman» meselesini, Allah Teâlâ'nın şu kelâmında beyan ettiği gibi arılıyorlardı:

«Muhakkak mü'minler ebedî kurtuluşa ermişler-

dir.»

«Mü'minler namazlarında huşu' sahipleridir.»

«Onlar boş sözlerden faydasız işlerden yüz çevirirler.»

"    «Zekâtlarını verirler.»

«Irz ve namuslarını korurlar.»

«Ancak zevcelerine ve malik oldukları cariyelerine karşı münasebetleri müstesnadır. Çünkü onlar (helâl oldukları için) kınanmazlar.»

«Kim bu helâlden başkasını ararsa, işte onlar haddi tecavüz edenlerdir.»

«Mü'minler emanetlerine ve verdikleri söze riayet ederler.»

¦   «Onlar namazlarını gereği gibi devamlı kılarlar.»

«işte bu sıfatları haiz olanlar hakkın varisleridir.»

Risaleler 6

— 17

F: 2

«Onlar Firdevs Cennetine    varis    olacaklardır. Orada ebedî olarak kalacaklardır.» (2)

b)   Halef jse, İslâm inancını içinden    çıkılmaz felsefî terimler, zihni yoran ve ruhu sıkan ölü kelimeler, hayal ve nazariyelerle dolu    fikirler,    sonuç vermeyen    kısır    araştırmalar   telakki    etmişlerdir. «Acaba iman artıp eksilir mi? İman İslâm'ın    aynı mıdır, değil midir? Amel imanın şartı mıdır,    rüknü müdür yoksa imanın bir İcabı mıdır?...» gibi i kalbi nurlandırmakla,  ruhu  aydınlatmakla,  insanları  irşad-la alâkası olmayan birtakım aklî meşgalelerle uğraşmışlardır.

Halef, bunlardan başka lüzumsuz düşüncelere dalmış, aslı teşkil eden mevzuları bir tarafa bırakıp teferruata girişmişlerdir.

İşte bu iki cemaati gözönünde bulundurdum. Se-lef-i Salihînin yürüdüğü yolda gitmenin vacip olduğuna inandım. Ki böylece inancımızı bu nezih men-badan öğrenelim. İçimizde hiçbir şek ve şüphe kalmasın, anlamadığımız bir mevzu bulunmasın.

Resûlullah (s.a.v.) bir hadîs-l şerifte şöyle buyurmuştur:

«Size iki şey bıraktım. Bunlara sımsıkı sarıldığını:: müddetçe dalâlete düşmezsiniz. O iki şey; Allah Teâlâ'nın kitabı ve Resulünün Sünneti'dir.» (3)

Bu eseri kaleme alırken Selef-i Salihînin yolunda yürümeye çalıştım. Muvaffakiyet Allah'tandır.

(2)   Mü'minun Suresi, ayet: 1-11.

— 18 —

(3)   Ebu Davud, İbn Mace, Muvatta, İmam Ahmed b. HanbeL — 19 —

r — İSLÂM İNANCININ DAYANDIĞI TEMEL UNSURLAR

1 — Kâinata itibar nazariyle bakmanın tabiî bir neticesi olarak Allah'ın varlığına, varlığının kendiliğinden olmasına, başka şeylerin etkisiyle olmadığına iman etmek ve onu bütün kemal sıfatlarıyla tavsif etmek.

2 — Allah'ı benzerlik ve noksanlık ifade sıfatlardan uzaklaştırmak.

eden

3  — Allah'ın zatının ve sıfatlarının hiçbir yaratığın Zat ve sıfatına benzemediğine    iman    etmek. Allah'ın zat ve sıfatlarının gerçek mahiyetini araştırmaya kalkmamak.

4  — Cenâb-ı Hakk'ın kemal sıfatlarını ve bu sıfatların alâmet ve tecellilerini anlamaya çalışmak.

5  — İnsanla onu yaratan Allah Teâlâ arasındaki irtibatı kuvvetlendirmek.

—¦ 21 ••"•

6 — Mü'minlerin sözlerinde ve işlerinde bu inançlarının tesirinin görülmesi.

1 — Allah'ın varlığına ve varlığının kendiliğinden oluşuna, başka şeylerin etkisiyle olmadığına imr.n etmek ve cnu bütün kemal sıfatlarıyla tavsif etmek.

Allah Teâlâ vardır... Hayat, ilim, semi', basar, irade, kudret, kelâm, tekvin, hikmet ve cemal... gibi sıfatlarla muttasıftır.

Yüce bir sanat eseri olan bu kâinata bakan herkes Allah'ın bu sıfatlarla vasıflandığını görür. Allah Teâlâ hikmet sahibidir (hakimdir). Çünkü mahlûka-tında bu hikmetin sırları apaçıktır.

Allah TeSlâ alîmdir, kadirdir. Çünkü bu muazzam kâinat aneak ilmi derin, kudreti yüce bir zat tarafından yaratılabilir. Kur'ân-ı Kerîm bu sıfatları muhtelif münasebetlerle zikreder. Meselâ: Haşir su-" resinin son bölümü, Allah Teâlâ'nın sıfatlarını en çok ihtiva eden ayetlerdir:

«O kendinden başka hiçbir ilâh olmayan    hem gizliyi, hem aşikârı bilen Rahman ve Rahim olan Al-

lah'dır.»

— 22 —

 

«O, kendinden başka hiçbir ilâh olmayan. Melik (mülkün sahibi), Kuddüs (noksanlıklardan münezzeh), Selâm (âfet ve kederlerden salim), Mü'min (emniyet veren), Müheymin (her şeyi gözetip koruyan), Aziz (Her şeye galib olan), Cebbar (lâyık ola* na cezasını veren), Mütekebbir (azamat sahibi) olan Allah'tır... Al leh onların koştukları ortaklardan münezzehtir.»

«O, Halik (yaratan), Bari (yoktan vareden), Mu-savvir (bütün varlıklara şekil vermiş) olan Ailah'dır. Eh güzel İsimler O'nundur. Göklerde- ve yerde olan her şey O'nu teşbih eder. O her şeye galibtîr, hikmet sahibidir.» (4) ¦

2 — Allah'ı benzerlik ve noksanlık ifade eden sıfatlardan tenzih etmek:

a)    Allah Teâlâ'ya «cisim»    nlsbet    edilemez. Çünkü madde bir halden diğer bir hale geçebilir. Allah Teâlâ'nın ise bir halden diğer bir hale dönmesi muhaldir, imkânsızdır.

b)      Keza Allah Teâlâ'nın    «müteaddit olması»

mümkün değildir. Çünkü birkaç tane mabud olması

(4)   Haşr Suresi, ayet: 22-24

— 23

Uluhiyete ters düşer. Aksi halde aralarında ihtilâf vaki' git > Hiç bir şey nizam ve intizam içinde yürümez.

c) Allah Teâlâ'ya «babalık veya oğulluk» nis-bet etmek te makul değildir. Zira bunlar bölünmeyi, birbirinden ayrılmayı icab ettirir. Yaratıcı ise bölünemez.

Kur'ân-ı Kerîm açıkça bu mevzuları fsbat eder, üstün bir mantıkla bunları müdafaa eder. Meselâ: AHah Teâlâ'nın benzeri olmadığını beyan ederek şöyle der:

«Allah göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Sizlere kendi cinsinizden zevceler yaratmıştır. Hayvanları ela dişili erkekli yaratmıştır. Sizi bu tarzda yaratıyor. Onun hiçbir benzeri yoktur. En iyi işiten, en güzel görendir.» (5)

«Ey Muhammed!.. De ki: Allah bir tektir. Allah Semed'dir (herkes O'na muhtaç, fakat O hiçbir şeye muhtaç değildir). Doğurmamış ve doğurulmamıştır. O'nun hiçbir benzeri yoktur.» (6)

(5)    Şura Suresi, ayet: 11.

(6)   İhta Suresi, ayet: 1-4

Kur'ân-ı Kerîm, müteaddit ilâhlar bulunmadığını yalnız bir Allah'ın var olduğunu isbat ederek şöyle der:

«Yoksa yeryüzünde —ölüleri dirilteceğini sandıkları— birtakım ilâhlar mı edindiler?»

«Eğer yerda, gökte Allah'tan başka ilâhlar olsaydı hem yer hem gök fesada uğrar yok olurdu. O halde Arş-ı Âlânın Rabbi olan Allah, müşriklerin vas-fettikleri sıfatlardan beridir, münezzehtir.» (7)

Kur'ân Allah Teâlâ'nın evlâdı bulunmadığını, tek olduğunu isbat ederek şöyle der:

«Allah Teâlâ asla evlâd edlnmemiştir. Onunla beraber hiçbir ilâh yoktur. (Eğer müşriklerin dedikleri gibi Allah'la beraber birtakım ilâhlar olsaydı) bu takdirdi; her ilâh kendi yarattığına bakar onunla meşgul olurdu. Ve birbirlerine galip gelmeye çalışırlardı. Allah, onların isnad ettiği şirk vasıflarından münezzehdir.» (8)

Bunlardan başka Allah Teâlâ'yı benzerlikten, nok-

(7)    Enbiya Suresi, ayet: 22-23

(8)    Mü'minun Suresi, ayet: 91

— 24 —

— 25 —

sanlıktan tenzih eden birçok ayetleri Kur'ân-ı Kerîm'-de bulabiliriz.

3 — Allah'ın zatının ve sıfatlarının hiçbir mahlukun, zat ve sıfatlarına benzemediğine inanmak, Allah'ın zet ve sıf&tlarınır. gerçek rr.dıiyetini araştırmaya kakmamak:

- Kur'ân-ı Kerîm bu beyanda şöyle buyuruyor:

«işte bu sıfatlara sahip olan Rabbiniz Allah'tır. Ondan başka hiçbir Allah yektur. Her şeyi yaratan Odur. O halde O'na ibadet edin. O her şeye vekildir.»

VnMiçbir göz O'nu ihata ve idrâk edemez. Fakat o bütün gözleri ihata eder. O' bütün 'ncelikleri bilir, har şeyden haberdardır.» (9)

Bir hadis-i şerifte: «Allah'ın yarattıklarında düşünün. Onun zatı hakkında düşünmeyin. Aksi takdirde helak olursunuz.» buyurulmuştur. (Bu hadis-i şerif müteaddit senedlerle rivayet olunmuştur. Dolayısıyle güvenilir bir hadistir.) (10).

{!()   Kn'anı Suresi, ayet: 10-13

(10)    Tal>erani, Beyhaki, Esbehani, İbn Ebu'd-Dünya, Ebu eş-Şcyh, İbn Adi, İbn Merdeveyh, İbn en-Neccar, er-Rafii.

— 26 —

Şüphesiz ki islâm'ın bu tutumu tenkid edilip te aklı dondurduğu veya fikir hürriyetini kısıtladığı ileri sürülemez...

Zira İslâmî inançların dayanağı olan akıl, şimdiye kadar her şeyin bizzat mahiyetini bilmekten aciz kalmıştır. Aklın anlayabildiği şey, eşyaların zatı değil, birtakım özellikleri ve eserlerinden ibarettir. (Mesela: Elektriğin gerçek mahiyetini kimse bilemez. Isıtma, soğutma... vb. özelliklerini bilebilir.)

Şu halde insanoğlu Allah'ın sıfatlarını ve tecellilerini bilmekle iktifa edip zatını araştırmamaiıdır, onu tasavvur etmekten kaçınmalıdır. Çünkü İslâm, insanları aklın idrak edemeyeceği bir şeyle mükellef kılmaz.

4 — Cenâb-ı Hskk'ın kemal sıfatlarını ve bu sıfatların alâmet ve tecellilerini anlamaya çalışmak:

İnsan buna kavuşmak için şu kâinata bakmalı, aklını, fikrini, asılsız inançlardan, nefsî arzulardan, maddî isteklerden temizlemeli, ki doğru hedefe vasıl olsun...

Kur'ân-ı Kerîm devamlı kâinata bakmaya, mah-lûkatı düşünmeye teşvik eder. Aklın ve düşüncenin

— 27 —

değerini takdir eder. Hattâ o kadar ki, kırktan fazla yerde aklı zikretmiş, ona büyük değer vermiş, aklı gerçekleri araştırmaya ve kâinatın gizliliklerini çözmeye teşvik etmiştir... Meselâ: Cenâb-ı Hakk şöyle

buyuruyor:

«Şüphesiz göklerin ve yer'.n yaratılışında, gece ile gündüzün değişmesinde insanlara faydalı şeyleri denizlerde taşıyan gemilerde... Yeryüzü kuruduktan sonra Allah'ın gökten yağmur indirerek arzı diriltip, yeryüzünde her türlü hayvanatı yaymasında... Rüzgârların estirilmesinde... Yerle gök arasında hizmet gören bulutlarda... Aklını kullanan bir ümmet İçin pek çok delil ve ibretler vardır. (11)

«Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün, değişmesinde akı' sahipleri için deliller, ibretler vardır.»

«Onlar Allah'ı ayakta iken de otururken de, yatarken de zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. Onlar şöyle derler: Ey Rabbimiz sen bunları boşuna yaratmadın. Sen abes bir şey yaratmaktan berisin. Sen bizi Cehennem ateşinden koru.» (12)

(11)    Bakara Suresi, ayet: 164

(12)   Al-i İmran Suresi, ayet: 190-191

— 28 —

«Görmedin mi, Allah gökten bir yağmur İndirdi. Onunla çeşitli türlerde meyveler çıkardık. Dağlarda da beyaz, kırmızı, simsiyah renklerde tabakalar yarattık, insanları,, haşaratları ve hayvanları da çeşitli renklerde yarattık. Allah'tan hakkıyla ancak alim kulları korkarlar.» (13)

Allah Teâlâ bu ayet-i celileden bitkilerin, canlıların ve cansızların sırlarını keşfetmeye, bilinmeyen taraflarını öğrenmeye teşvik ediyor. Sonunda Allah'tan korkmayı emrediyor. Böylece kâinatı ve bunda bulunanları bilmekle, onu yaratanı bilmek arasında bir alâka, bir münasebet kurmuş oluyor.

5 — insanın vicdanı ile onu yaratan Allah Teâlâ arasındaki irtibatı kuvvetlendirmek:

İnsan bu vasıta ile manevi bir bilgiye kavuşur. Bu bilgi en tatlı ve en doğru bilgidir.

Zira insan vicdanı, manevî sırları keşfetme hususunda maddeye saplanan ve hissî kıyasların neticeleriyle bağlı kalan fikirden daha kuvvetlidir. İslâm çok kere vicdanlara hitab eder. Ruhî duyguları can-

(13)   Fâtır Suresi, ayet: 27-28

29

landırır. Böylece insanı âlem-i ervaha (ruh âlemine) kavuşturur. Ona Allah'ı bilme (marifetullah)'nin tad ve lezzetini tattırır.

«Onlar ki iman ettikleri için kalpleri Allah'ın zikriylc huzur bulur, iyi bilin ki kalpler, Allah'ın zik-riyla huzura kavuşur.» (14)

İnsanın vicdanı ile yaratıcı arasındaki bu manevî alâka, bütün çarelerin yok olduğu, ümitlerin kesildiği, felaket anlarında açıkça müşahede edilir. Bu hallerde ancak Allah'tan ümit beklenir.

Kur'ân-ı Kerîm bu hakikati bizlere şöyle bildiriyor : «Denizde bir felakete uğradığınızda, çağırdığınız putlar kafanızdan silinir de ancak Allah'a yalvarırsınız.» (15)

«Sizi karada ve denizde yürüten Allah'tır. Şöyle ki: Vapurla seyahat ettiğinizde gemilerinde olanları, rüzgârlar sakin iken, alıp götürür, onunla seyahat eden bundan memnun kalır. Ansızın fırtınalar eser, har taraftan dalgalar onları kuşatır. İşte o zaman samimi oVırak Allah'a şöyle yalvarırlar: Yemin ederiz

(14)    Rad Suresi, ayet: 28

(15)    İsra Suresi, ayet: 5

— 30

ki, eğer bizi -bundan kurtarırsan elbette ki sana şük-redenlerden oluruz.» (16)

6 — Mü'mirtleri sözlerinde ve işlerinde bu inancın tesirlerini göstermeye çağırmak:

Müslüman, yaratıcısının «Kadir» olduğuna iman ettiği için Allah'a tevekkül eder*ve yalnız Ona iltica eder. Onun «Alim» olduğuna, kulları «Murakabe» -ettiğine iman ettiği için de devamlı ondan korkar.

«Bir» olduğuna inandığv için Ondan başkasına yalvarmaz. Sadece O'na yönelir.

Nitekim ayet-i kerimeler de bunları açıklamaktadır: «Hakiki müminler o kimselerdir ki, Allah'ın adı anıldığı zaman odların kalpleri titrer. Allrhın ayetler/ okunduğunda imanlarını artırır. Sadece Rablerine tevekkül ederler.»

«Onlar namazı gereği gibi kılarlar. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcarlar.»

«İşte onlar hakiki mü'minlerdir. Onlar için Rab-leri katında dereceler, af ve bol bol rızıklar var-dır.» (17)

(16)    Yunus Suresi, ayet: 22

(17)    Enfal Suresi, ayet: 2-4

31 —

İslâm bu özlü izahatı ve üstün tasviriyle Allah Teâlâ ile ilgili inanç meselelerini beyan etmiş, dalâletten, kısır çekişmelerden uzaklaştırmış, dünya ve âhirette insanlar için en mukaddes inançları güzel bir üslupla bizlere öğretmiştir.

Zannedersem, Kur'ân-ı Kerîm'i ve Hadis-I şerifleri hakkıyle anlayanlar Allah Teâlâ hakkında vacib olan şu ondört sıfatı ezberlemeye pek muhtaç olmazlar.                                              ,

Bunlar: Vücud, Kıdem, Beka, Vahdaniyet, Mu-halefefün IH Havadis, Kıyam Binefsi, Hayat, ilim, Semi', Basar, İrade, Kudret, Kelâm ve Tekvin'dir.

Keza, Allah Teâlâ için İmkânsız olan (18) veya yapması caiz olan (19) şeyleri ezberlemeye de ihtiyaç hissetmezler. Zira Kur'ân-ı Kerîm ve hadis-i şerifler itikaden bilmeye mecbur, olduğumuz her şeyi bizlere öğretmektedir.

(18)    Allah Teâlâ için caiz olmayan sıfatlar, vacip    olanların

zıttıdır: Bunlar da; Adem, Hudus, Fena, Mümaselet'ün lil Havadis, Ademi Kıyam Binefsih, Ademi Vahdaniyet, Ademi İrade, Gehl, el-Mevt, el-Bukre,    Ademi essem',

el-A'ma.

(19)    Allah Teâlâ için mümkün olan şeyler pek çoktur: Meselâ

nzıklandırma... gibi

32 —

Kur'ân okuyan mü'minlere tavsiyem, onu okurken düşünsünler, onun ışığında yürüsünler. Böylece hiçbir şeye ihtiyaçları kalmaz.

inkarcı ve imansızların neler söylediklerini ve onlara karşı nasıl cevap verileceğini de inşaallaîı önümüzdeki fasılda açıklamaya çalışacağız.

Risaleler 6

— 33 —

F: 3

I

II — ALLAH'A İNANÇTA MEYDANA GELEN DEĞİŞMELER

Allah'ı inkâr edenler, Allah'a iman etmenin «beşerî acizlikken ileri geldiğini iddia ederek şöyle derler:

«İlkel insan kendini o zaman meçhul olan yeryüzünde sahipsiz görmüş, mağara ve kayalıklarda dolaşıp durmuş, yırtıcı hayvanların korkusundan titremiş kâinatın acaip hadiseleri önünde dehşet ve hayrete düşmüş, yeme, içme, ısınma'gijjjjtabiî ihtiyaçlarını karşılama çarelerine başvurmuş, bazı iş ve hareketlerden lezzet alıp huzur hissetmiş, bazıiarın-ıhn da acı ve elem duymuştur.»

«İsta bütün bu haller insanı güçlü olandsn korkmaya, kendine fayda sağlayanı aramaya, kendini hu* zura kavuşturanı beğenmeğe sevketmiştir. Sonunda

— 35 —

bu durum insanı «ibadet etme ve tapınma»ya götürmüştür.»

Böylece birtakım hayvanlara, bitkilere, kendisin» den daha kuvvetli oSan İnsanlara, aya-güneşe, yıldız ve gezegenlere tapmış, put ve heykeller yapmış, çeşitli ayinler icad etmiştir. Keza ateşe, ışığa, hayra ve şerre de tapmış, bu maksatla mabedler yapmış* tır.»

«Nihayet peygamberler gelmiş, İnsanlardaki bu hissi istismar ederek Allaha imanı insanlara aşıla» mislerdir. Aslında bu inanç hayalîdir, asılsızdır. (Hâşâ). Bu gibi inançlara kapılanlar zavallı, cahil ve verimli kişilerdir. Akia ve mantığa dayanan alimler ise bu gibi İnançlara hiç değer vermezler. Çünkü hiç bir kimse iddia edilen bu Allah'ı ne görmüş, ne de his* setmiştir.»

inkarcıların iddiaları şöyle sürüp gider: «Allah'a iman cemiyetleri çökertmekte büyük rol oy» namaktadır. Zira bu İnanç insanlara tenbelliği, zulme karşı rıza göstermeyi, acılara katlanmayı öğretir. Ve onlara kaza ve kadere boyun eğme inancını aşılayarak her şeye teslim olmaya, zilleti kabul etmeye sevk eder. Hayat hakkından onları mahrum kılar.»

— 36 —

Bunun içindir ki, diyalektik materyalist filozoflardan bazıları din v-3 inançları «milleti uyuşturan afyon» diye vasıflandırmıştır. Dine karşı savaşmayı, cemiyeti islah programının birinci maddesi olarak kabul etmişlerdir.  .

Materyalistler bu bâtıl düşC.ıceleriyle Allah'a İman etmeyi kökünden kurutmaya, yüce eserlerini yok etmeye çalışmaktadırlar. Elbette ki başarıya ula-şamıyacaklardır. Çünkü savundukları dava  bâtıldır.

«Bilâkis, biz hakkı bâtıla vururuz da Hak onu parçalar... Bir de bakarsın ki bâtıl mahvolmuş. Allah'a isnad ettiğiniz vasıflardan dolayı size yazıklar olsun.» (20)

Allah'a iman etmek asla değişmeyen bir prensiptir. Bu görüşler gelip geçicidir. «Köpük uçar gider, insanlara faydalı olan öz kısım ise yeryüzünde kalır.» (21)

(20)    Enbiya Suresi, aye : 18

(21)    Ra'd Suresi, ayet: 17

-37 —

BU ŞUUR HAYALİ DEĞİL, FITRİDİR

Yardım edici manevî bir kuvvete ihtiyaç duyma şuuru, niçin hayal olsun da, yaratılıştan varolan bir gerçek olmasın?

Bu inkarcılara deriz ki:

Yardım edici, aydınlatıcı, huzura kavuşturucu manevî bir kuvvete ihtiyaç hissini bir hayal, bir vehim saydınız. Buna dair kelime entrikalarından başka bir deliliniz var mı?

Tenkid ettiğiniz bu his, niçin yaratılıştan İnsanda varolan bir his olmasın?.. Hayır?.. Bu hayal değil, bir gerçektir, vehim değil, hakikattir.

İnsanın fizikî varlığını devam ettiren maddî istekleri olduğu gibi, ruhî varlığını tamamlayan manevî arzuları da vardır.   Korku,    sevgi,    merhamet,

— 38 —

memnuniyet ve benzeri fıtrî duygular manen yücelmenin yollarıdır. İnsan ruhî yücelme zirvesine ancak Allah'ı bilmekle erebilir. Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor : «O halde gerçek müslüman olarak kendini dine ver!.. O. Allah'ın dinidir. Allah insanları bu din üzerine yaratmıştır. Allah'ın yarattığı bu dini değiş* t irmeye kimse kadir değildir. Doğru olan din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.»

«Hep birden Allah'a dönüp ibadet edin... Ondan korkun ve namaza devam edin. Müşriklerden olmayın.»

«O müşrikler ki dinlerini parça parça ettiler. Böylece grup grup oldular. Her bir grup kendi diniyle sevinir huzur bulur.» (22)

1)    ALLAH'IN VARLIĞINI ORTAYA KOYAN DELİLLER:  (FITRAT):

inkarcılar, manevî bir kuvvete ihtiyaç hissini hayallere dalmanın bir delili saymaktadırlar. Mü'-minler ise bunun Allah'ın varlığını, yüceliğini gösteren

(22)   Rum Suresi, ayet: 30-32

— 39 —

birinci delil olduğuna, bütün beşeriyetin kalbinds imanın yerleşmesine bir ilâhî vasıta olduğuna ve ancak fıtratı bozulanların, kalpleri hasta olanların yoldan sapıp dinin olmadığını iddia ettiklerine iman ederler. Manevî bir kuvvete ihtiyaç duyma şuuruaı Allah'ı bilmek için safi bir kaynak sayarlar.

Şu gerçeği kabu! etmek gerekir ki, insanlar,  Allah'a iman şeklinde ihtilâf etmişler fakat hiçbir  zaman varlığı, azameti, bilinmesinin zaruri oluşu     ve O'na itaat etmenin gerekliliği mevzuunda ihtilâf    etmemişlerdir.

Günümüzde milyarları aşan insanlardan hiçbiri, dini ibadet ve ayinlerden uzak değildir, insanlık tarihinin hiçbir günü Allah'a iman edenlerden halî olmamıştır. Ayrıca dünyada konuşulan eski ve yeni bütün diller, insanların kalplerinde taşıdıkları inançları, Allah'a karşı duyulan hisleri ifade eden kelimelerle doludur.

Acaba bütün bunlar neyi gösterir? Bunlar, Ulu yaratıcı Allah'a iman etme hissinin yaratılıştan insanlarda var olduğunu ve Allah'ın insanları bu tabiatta yarattığını göstermez mi?

— 40 —

 

Kur'ân-ı Kerîm'de Allah Teâlâ şöyle buyurur: «Hatırla ki, Rabbin insan oğlunun sulbünden soyunu çıkarmış. Onlara: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? demiş ve buna kendilerini şahid tutmuştu. Onlar da: Evet şahid o!duk demişlerdi.» (23)

Bir adam Caferi Sâdık (r.a.)'a Allah'ı sordu. Cafer şunları söyledi:

  Denizde yolculuk etmedin mi? Adam:

  «Evet» dedi. Cafer:

  «Denizde yolculuk edince hiç fırtınaya yaka-lanmadın mı?» dedi. Adam :

  «Evet» dedi. Cafer:

  «O zaman bütün kurtarıcı vasıtalardan ümidini kestin mi?» diye sordu. Adam:

  «Evet» dedi. Cafer:                      !

  «Dilerse seni  kurtarabilecek biı  zatın mevcut olduğu kalbine doğdu mu?» diye sordu. Adam:

  «Evet» dedi. Cafer:

  «İşte o, Allah'dır» diye cevap verdi.

Ayet-i Kerîme de bu mealde şöyle buyurur:

(23)   A'raf Suresi, ayet: 172

— 41

«Danizde bir felakete uğradığınızda çağırdığınız putlar kafanızdan silinir de ancak Allah'a yalvarırsınız.» (24)

«Sizi karada ve denizde yürüten O'dur. Şöyleki, vapurla seyahat ettiğinizde gemiler içinde olanları rüzgârlar sakin iken alıp götürür. Onunla seyahat edenler bundan memnun kalır. Bir de ansızın fırti-ralsr essr, her taraftan dalgalar onları kuşatır. İşte o zf.man Allah'a şöyle yalvarırlar: «Yemin ederiz ki, eğer bizi, bundan kurtarırsan muhakkak şükreden kullarından oluruz.» (25)

2 — ALLAH'IN VARLIĞINI   İSBAT   İÇİN DELİLE İHTİYAÇ YOKTUR :

Allah'a iman etmenin ilk kaynağı insan fıtratı olduğu için bazı filozoflar, Allah'ın varlığının bedihî olduğunu, bilinmesi için hiçbir delile ihtiyaç olmadığını söylerler. Peygamberlerin gelmesi ve kitapların inmesi  ise yalnızca, Allah'ın kemal    sıfatlarla

(24)    İsra Suresi, ayet: 67

(25)    Yunus Suresi, ayet: 22

— 42 —

muttasıf, noksan sıfatlardan berî olduğunu insanlara bildirme gayesini güttüğünü beyan ederler.

İnsan aklının, bazı şeylere delilsiz inanması garip sayılmaz. Çünkü her bedihî mevzuda vaziyet budur. Meselâ: «Bütün, parçadan büyüktür.» (kül cüz'i-den büyüktür.) Kaidesi delilsiz fakat herkesçe kabui edilen bir gerçektir. Keza, «bir ikinin yarısıdır.» «İki zıt birarada bulunmaz,» cümlelerinde de durum böyledir.

Şu halde Allah'ın varlığının bedihî olduğunu ileri süren kimseler hakikatten uzak kalmış değildirler...

3 — BU KÂİNAT ALLAH'A İMAN ETMENİN DOĞRULUĞUNA DELİLDİR :

Allah'ın varlığını, azametini, yüce sıfatlarının güzelliğini, noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu gösteren deliller, sayılamıyacak kadar çoktur. Bu kâinatın her ciheti bunu açıklayan bir burhandır. Şairin biri şöyle der:

— 43 —

«Düşün kâinatın satırlarını, Çünkü onlar, âlam-i ervahdan sana gönderilen mektuplardır. Ah bir düşünsen onların satırlarını, Onlarda    «Allah'tan başka herşey bâtıldır.»

yazılmış.»

Tabiatları, özellikleri ve nizamları değişik olan şu kâinatın varlığı, onları yaratanın ..varlığını, kudretini, azametini gösteren kesin bir delildir. Bütün bu varlıkların arasındaki acayip işbirliği, çok garip insicam, bileşim ve çözümleme ile bunların özelliklerinde meydana gelen değişiklikler, bunları oluşturan unsur ve atomların farklılığı, bütün bunlar yaratanın mutlak bir iradeye ve geniş bir ilme sahip olduğunu gösterir.

Kör tesadüf, sağır tabiat, his ve hareketle dolu bu hayatın menşei ve bu kâinattaki üstün ahengin kaynağı elbette olamaz. Şüphesiz ki bütün bunlar her şeyi üstün bir şekilde yaratan Cenâb-ı Hakk'ın eseridir. «Rahmanın yarattıklarında intizamsızlık göremezsin...» (26)

(26)   Mülk Suresi, ayet: 3

4 — MADDÎ İLİM SAHİPLERİNİN BU MEVZUDA İTİRAFLARI:

Kainatın bütün zerratı Allah'ı gösteren birer delil olduğu için maddî ilim sahipleri Allah'ı en iyi bilen ve O'na en kuvvetli itikad edenlerdir.

Maddî ilimler, kişiyi Allah'ı bilmeye yaklaştıran vasıtalardandır. Nitekim şu ayet-i kerime de bunu İfade buyuruyor:

«Görmedin mi, Allah gökten bir yağmur indirdi de onunla çeşitli renklerde birçok meyveler çıkardık. Dağlarda da beyaz, kırmızı, simsiyah renklerde tabakalar (madenler) yarattık. İnsanları, haşaratı, ve hay* vanları da çeşitli renklerde yarattık. Böylece Allah'» ten hakkiy'e ancak alim kulları korkar.» (27).

Bunların karşısında İlmin kabuğunda kalanlar, imansızlardan aldıkları yaldızlı sözlere aldananlar bu gerçeği itiraf etmemektedirler. Şimdi size, maddî ilim sahiplerinin Allah'a iman etmenin gerekli olduğunu ifade eden sözlerinden birkaçını nakledeceğim.

(27)   Fâtır Suresi, ayet: 27-28

— 45 —

J

DEKART (DESCARTES) şöyle der:

«Aciz olduğunu idrâk etmekle beraber, mükemmel bir zatın varlığının gerekli olduğunu kuvvetle hissediyorum. Bu hissi bana verenin, bütün kemal sıfatlarıyla muttasıf olan o zât olduğuna ister-istemez inanıyorum. O yüce zât Allah'tır.»

NEVTON (İSAAC NEVVTON) şöyle der;

¦Yaratıcı hakkında şüphe etmeyin... Çünkü bu varlıkları sadece tesadüflerin idare etmesi akla sığmaz.»

HERŞEL (HERSCHEL) şöyle der:

«İlmin sahası genişledikçe ezelî ve ebedî kudrete sahip bir yaratıcının varlığını gösteren sarsılmaz deliller çoğalır. Jeoloji alimleri, Matematikçiler, Astronomi alimleri, Fen alimleri ilim kalesini yardımlaşarak kurarlar. Bu, Allah'ın yüceliği ve birliğine şahid olan yıkılmaz bir kaledir.»

HERBERT SPENCER şöyle der: «İlim hurafelere karşıdır. Fakat hiçbir zaman dine karşı olamaz. Maddî ilimlerin    birçok   kısmında

— 46 —

«dinsizlik ruhu» bulunmaktadır. Fakat sathî bilgileri açıp gerçeklere varan köklü bilgiler, dinsizlik ruhundan çok uzaktır. Tabiat bilgisi hiçbir zaman dine karşı değildir.

Kendini maddî ilimlere vermek de bir nevi (sessiz) ibadettir. Tetkik edilen şeylerin kıymetli olduğunu ve yaratıcısının eşsiz kudret sahibi olduğunu, sessiz bir şekilde itiraftır. Bu araştırma lisan ile yad edilen bir teşbih değil, bilfiil yapılan teşbihtir. Sözle ihtiram değil, çalışma ve düşünmenin meydana getirdiği bir ihtiramdır.

Tabiat bilgisi, herşeyin birinci müsebbibi olan Allah'ın zatını idrâk etmenin mümkün olmadığını insanlara anlatırken, zorlama yolunu tutmaz. Fakat bu imkânsızlığı bize anlatırken açık bir yola başvurur. Şöyleki, açamadığımız bütün sınırlara bizi ulaştırıp bırakır. Bundan sonra akıl-üstü olan şeylere karşı insan aklının ne derece aciz olduğunu bizlere gösterir.

der:

Sonra Spencer söylediğine misal vererek şöyle

Bir damla suyu görüp onun belirli bir oranda ok»

— 47 —

 

sijen «O» ve hidrojen «H» bileşiği olduğunu ve bu oran değişirse sudan başka bir şey olacağını bilen kimya alimi, onu sadece bir damla sudan ibaret sayan ve tabiat alimi olr.ayan bir adamdan daha güzel ve daha iyi bir şekilde, yaratıcının azametini, kudretini, hikmetini ve ilmi ihatasını idrâk eder.

Keza bir dolu tanesine mikroskopla bakan, ondaki geometrik güzelliği, ince sanatı gören bir alim, bu dolu tanesini soğuğun tesirinden donmuş, bir yağmur tanesinden ibaret sayan kişiden, daha fazla yaratıcının güzelliğini, üstün hikmet sahibi olduğunu hisseder.»

5 — İNSAN AKLI ACİZDİR :

Bütün mütefekkirlerin ittifakıyte sabittir ki, insan aklı, kendini ihata eden maddî varlıkların gerçek yüzünü bilmekten acizdir. Nerde kaldı ki, gözüyle görmediği varlıkları bitebilsin?..

Ancak insan aklı «durmadan araştırma» kabiliyetine haizdir. Zaten aklın vazifesi de budur. Bununla beraber araştırmalar neticesinde aklın elde ettiği bilgiler bazı sıfat  ve özellikleri öğrenmekten ileri geç»

 

 

mez. Çünkü varlıkların hakiki mahiyetlerini İdrâk etmek aklın gücü dışındadır.

Nitekim ilimde ileri giden alimler, bu hakikati İtiraf ederek şöyle demektedirler: «İnsan aklı, varlıkların mahiyetini keşfetmeye çalıştıkça ancak bazı özelliklerini öğrenebilir.» Meselâ: İnsan aklı zerreciklerin gerçeğini bilememektedir. Bunları anlamaya çalıştıkça daha da küçük unsurlara ayrılan atomlar bulunduğunu öğrenir. Bu şekilde devam edip gider.

Bu âlemde bulunan bütün varlıklar için aynı durum caridir. Elektrik, mıknatıs, Esir, (28) yerçekimi vs. gibi kuvvetlere insanoğlu ancak ad verebilmiş bazı hususiyetlerini keşfetmiş, mahiyetlerini bilmekten mahrum kalmıştır:

«Size çok az bir ilim verilmiştir.» (29)

Bütün akıl sahipleri, aklın herhangi bir şeyin mahiyetini ve hakikatini idrâktan aciz kalması veya onu bilmemesi o şeyin yokluğuna asla delil olamaz

(28)    Bütün kâinatı ve atomlar arasındaki    boşluğu dolduran,

ağırlığı olmayan bir cevherdir. Bu cevher ısının ve jjı-ğm yayılma vasıtasıdır.

(29)    İsra Suresi, ayet: 85

48 —

Risaleler 6

— 49 —

F: 4

diye ittifak etmişlerdir. Çünkü mahiyeti bilinmeyen o gerçek bütün eser ve hususiyetleriyle apaçıktır. Her ne kadar, sırları ve mahiyetiyle gizli de olsa...

İşte insan fıtratı, kişiyi Allah'ı tanımaya davet eder. Bu kâinattaki, insan aklının önünde Allah'ın varlığını ve azametini inkâra dair hiçbir yön bırakmazlar. Bunlar Allah'ı gösteren büyük_ delillerdir.

insan kalbi, kötülükten arınır, nur ile aydınlanırsa Allah'a imân etmenin lezzetini tadar. Veliyullah-dan birine kendini Alİah'a iman etmeye sevk eden delillerden sorulunca tebessüm ederek şöyle demiştir: «Gündüz olduğunda lambaya ihtiyaç kalır mı? Gündüzü bilmek için delile gerek var mı?»

Şu halde insan aklının Allah'ın zatını, kemal sıfatlarını bilmekten aciz oluşu Allah'ın -hâşâ- yokluğunu ve O'nu inkâr etmeyi gerektirmez. Zira gözüyle gördüğü şeylerin gerçek yüzünü bilmekten aciz kalan insanın, bunları yaratana iman etmesi gerekir.

«Bizler, bütün âlemlerin Rabb»ne boyun eğmekle emrolunduk.» (30)

(30)   En'am Suresi, ayet: 71

— 50 —

6 — ACABA HANGİ YOL DAHA HAYIRLIDIR?..

«Allah'a iman etmenin cemiyette kötü neticeler meydana getirdiği» iddiası temelinden bozuk ve asıl* sız bir görüştür. Bu iddiayı, ancak insanlık tarihini bilmeyen veya bile bile hakikati çiğneyen bir insafsız söyleyebilir.    

Aslında onların ileri sürdükleri cemiyetteki bu çöküntü, Allah'a iman etmekten veya gereği gibi iman etmemekten doğmaktadır. Bu hastalıkların tedavisi, sadece «İMAN VE İLİ M »I e olacaktır. İnkar ve cehaletle değil!..

Allah'a hakkıyla, iman etme kısaca şöyle hülasa edilebilir: Bütün kemal sıfatlarla muttasıf, noksan sıfatlardan berî olan bir Allah'ın varlığına, O'nun ilminin bütün bilgilerden üstün olduğuna, O'nun kudretinden daha yüksek bir kudret olmadığına, kemaline hiçbir kemalin varamayacağına, her yerde hazır ve nazır olup bütün varlıkları görüp işittiğine, söylenen ve yapılan her şeyi kaydettiğine, insanlara hem kendilerine karşı hem de başkalarına karşı iyilik yapmayı ve bütün fenalıklardan kaçınmayı emrettiğine... vs. iman etmektir. Keza, «Mü'minin Habbinl bilmesi,

— 51 —

o'nun için en büyük saadet ve tek kurtuluş y ludur.»

diye inanmaktır.

insanın temiz vicdanlı, hakikaten şuurlu, üstün ahlâklı olmasının yegâne sırrı «İman»dır. Kardeşini kendine tercih, dava uğrunda canını feda, samimi sevgi, şefkat hissi, iyilikte bulunma, hayır yolunda yardımlaşma, yeryüzünün numune bir hayat yaşama... gibi insanî ve içtimaî sıfatlar ancak bu imandan husule gelir.                        

Hiçbir kimse, iyi bir vicdana sahip olmadıkça doğru olamaz. Hiçbir millet, aralarında sevgi, yardımlaşma, elinden tutma, kardeşini kendine tercih etme, cihadda bulunma... vb. hususiyetlere sahip olmadan yükselemez.

İman olmazsa bütün bu hususiyetler de olmayacaktır. Ve böyjece cemiyet birbirini yiyen canavarlar haline gelecekler. Eski ve yeni hadiseler bunun delilidir.

Hz. Musa (A.S.), Hz. Isa (A.S.) ve Peygamberimiz Muhammed (S.A.V.) in başardıkları manevî inkılâb ve ıslahata, yaydıkları medeniyete hiçbir inkılâb, hiç bir ıslahat, hiçbir medeniyet erişememiştir. Bu peygamberlerin getirdikleri nizamın esasını Allah'a iman etmek teşkil eder.

— 52 —                    '

Şu halde bu inkarcılar,   kendilerine ve insanlara ne getirmek istiyorlar... Saadet mi .. Felaket mi?..

7 — KAZA VE KADER

•Allah'ın kaza ve kaderine iman etmenin tembellik ve uyuşukluğa götürdüğü» iddiası da esastan bozuktur. Çünkü mukaddes dinlerin getirdikleri kaza ve kadere iman etmek mü'minlere farzdır. Ancak sebep* lere sarılmak ta şarttır...

Müslüman, vasıtalara ve sebeplere sarılmalı, elinden geleni yapmalı ve neticeyi de Allah'a havale etmelidir, işte kadere teslim olmanın esası budur.

önceki müslümanlarm «eşsiz olmalarının» sırrı, kaza ve kadere iman etmeleridir. Çünkü onlar Allah'ın emrini yerine getirmek için bütün vasıtalara başvurdular. Gerekeni yaptılar. Meydana gelecek kötü neticelerden korkmadılar. Çünkü onlar Allah'jn kaza ve kaderine rıza gösterdiler. Böylece dünya ve ah İr ette saadete nail oldular.

Bunlardan herhangi biri cihada çıktığında şehld olmakla düşmanı öldürüp sağ kalmayı farksız telakki ederdi. Şairin sözünü  dinle:

— 53 —

«Hangi gün ölümden kaçayım? Takdir edildiği gün mü? Edilmediği gün mü? Takdir edilmediyse ondan korkmam Takdir edildiyse, korkunun ecebo

faydası yok.»

Kaza ve kadere İman etmekle, bu sairin ruhuna ne derece kahramanlık işlemiştir, bunu gör. Bu İnanç o şairi harp hazırlıklarından, düşmana karşı savaşmaktan alıkoymamış, bilâkis "buna   sevketmiştlr.

İnsanlar, kaza ve kaderi ters bir şekilde anlamaya başladıktan sonradır ki, tembellik hastalığına yakalanmışlardır. Kaza ve Kadere İmanın, gereken yol» lara başvurmamayı emrettiğini sanmışlar, hiçbir hazırlıkta bulunmamışlar, kaza ve kadere iman etmenin (elinden geleni yapıp neticeyi Allah'a bırakmak) olduğunu unutmuşlardır. Elbette burada suç kaza ve kadere İman etmekte değil onu ters anlayanlardadır...

8 — TEK ÇARE: YALNIZ ALLAH'A İMAN ETMEKTİR:

Şaşırmış, yolunu kaybetmiş olan lu insanlık, ça-— 54 —

1

 

resini ancak Allah'a iman etmek çaktır.

gölgesinde bula-

Batılı bir filozofun şu sözü ne kadar yerindedir : («Burada din öğretilmez», parolasını okuluna koyan her müessese sahibi, derhal eli-kolu bağlanıp hapse atılmalıdır.)

Din, Allah'a iman etmektir... Şaşırmış, cehalet karanlığında bocalayan bu kalpleri nuruyla aydınlatacak iman güneşinin doğacağı günü görecek miyiz? Böylece insanları mukaddes bilgileriyle aydınlatsın. Manevî sıcaklığıyla ısıtsın...

— 55 —

III — ALLAH'A İMAN ETME HUSUSUNDA

HATAYA DÜŞEN MİLLETLER VE BUNA KARŞI KUR'AN'IN TUTUMU

Kur'an-ı Kerim nazil oldu, yukarıda zikrettiğimiz şekilde Allah'a iman etmeyi kalplerde yerleştirdi. Bu gaye için en kolay ve insan fıtratına en uygun, zorlamalardan uzak olan bir yolu tuttu.

Allah'a iman esasını hurafelerden, hatalardan arındırdı. Ve hakikatini bizlere bildirdi. Bu beyanda geçmiş milletlerin hayal ve hatalarını ortaya çıkarıp onlara şiddetle karşı geldi. Batılın kökünü kuruttu.

Bu hususta beyan etmedik bir şey bırakmadı. Kur'an-ı Kerim'in bizlere beyan ettiğine göre geçmiş milletlerin düştükleri hatalar başlıca şunlar idi: Putçuluk, birkaç tanrının varlığına iman, Allah'a ortak koşma, O'na evlat nisbet etme, Allah'ın yarattıklarını ilah sanma... vs..

— 57 —

Bu batıl inançları doğuran başlıca sebepler de şunlardır: Hakikati idrâkten acizlik, aşırı derecede ihtiramda bulunmak, aşırı derece sevmek, Allah'a ait hususiyetleri mücessem hale getirmeye çalışmak, sonra da asıl maksad olan Allah'ı unutup onu temsil ettiğini sandıkları bu cisimleri ilah edinmektir.

Bunların yanında, dini tabirleri kötü tefsir etmek veya tahrifte bulunmak felsefi görüşlere dalıp delilsiz faraziyeler yürütmek de Allah Tealâ'nın beri olduğu sıfatlarla onu hayal etmeye sevketmiştir. Meselâ: Hulul, Vahdet-i Vücud, Ittihad vb. gibi görüşler bu çeşit hayallerin mahsulüdür. Çok kere milletler bu gibi hatalara düşmüşlerdir.

HATAYA DÜŞEN KAVİMLER:

1 — NUH (A.S.) KAVMİ:

Kur'ân-ı Kerim Nuh kavmini anlatmış ve şu putlara taptıklarını bildirmiştir:

VEDD : Bu, Dumet-ul-Cendel adlı yerde Kelb   kabilesinin taptıği put idi.

— 58—

SUVA': Hüzeyl Kabilesinin taptığı put İdi. j

YEĞUS : Cerf denilen yerde Gatif kabilesinin putu İdi.

YEUK: Hemedân kabilesinin putu İdi. NESR: Zû'l Kilâ kabilesinin putu İdi.

Bazı müfessirler, isimleri geçen putların aslında fyi kimselerin isimlerini taşıdıklarını kaydetmektedir, insanlar, bu zatlar vefat ettikten sonra kendilerini hatırlamak için büstler, heykeller yaptılar. Zamanla heykellerin temsil ettiği kişileri unutup bizzat heykelleri ilah edindiler ve onlara taptılar.

Nuh (A.S.) geldi. Onları Allah'a davet etti. Fakat onu dinlemediler. Emrine İtaatte bulunmadılar. Bunun neticesi olarak Allah kendilerini cezalandırdı. Kur'ân-ı Kerim bu kıssayı şöyle tasvir ediyor:

¦Nuh şöyle dedi: «Rabbim! Onlar bana İsyan ettiler. Malı ve çocuğu kendisine hüsrandan başka bir şey kazandırmayan kimselere uydular.» Ve çok büyük bir hileye giriştiler. (Nuh'a eziyet etmeye kalkıştılar.)»

«Bir de şöyle dediler: Sakın ilahlarınızı (tapın-— 59 —

j

dığınız putları) bırakmayın. Hele (en büyük putları) Vedd'i, Suva'ı, Yeğus'u, Yeuk'u, Nesr'i asla bırakmayın.»

•Gerçekten bunlar çok kimseleri yoldan çıkardılar. (Rabbiml) Sen de zalimlerin ancak helakini ziyade eyle!..»

¦Onlar günahları yüzünden suda boğuldular da ateşe atıldılar. Artık Allahtan başka kendilerine yardımcı bulamadılar.»   (31)

% — İBRAHİM (A.S.) KAVMİ:

Kur*an-ı Kerim Hz. ibrahim (AS.) in kavmini beyan etti. Putlara, yıldızlara, aya-güneşe ve hatta insana nasıl taptıklarınr bize bildirdi. Kur'an-ı Kerim'in buyurduğuna göre putçuluk Hz. İbrahim (A.S.) kavminin adeta damarlarına işlemiş bir halde İdi.

Hz. İbrahim (A.S.). onları Allah'ı bir tanımaya da-, vet ettiğinde azimli, iman ettiği Hakk'a tam bağlanmış, kesin delillerle onları susturmuştu, öyle ki, onunla tartışmaktan aciz kaldılar. Onun için tuzaklar

(31)   Nuh Suresi, ayet: 21-25

düşündüler. Ona layık ceza olarak yalnız ateşi burdular. Bir kısmı diğerlerine: «Onu yakın, ilahlarınıza yardım edin.» dediler. Cenab-ı Allah (c.c.) tutuşturdukları ateşe şöyle emretti: «Ey ateş, ibrahim'e karşı serin ve selamette ol.» (32)

ibrahim (A.S.) in ismi ve kıssası    Kur'an-ı Ke-. rim'de 25. surede zikredilmiştir. Bu ayet-i kerimelerden anladığınıza göre Hz. Ibrahfm (A.S.) putçuluğa karşı durmadan savaşmış, yerine göre bazan zor kullanmış, bazan da yumuşak davranmıştır.

Bakara, ÂM Imran, Nisa, En'am, Tevbe, Hud, Yusuf, ibrahim, Hicr, Nahl, Meryem, Enbiya, Ha , Şua-ra, Ankebut, Ahzab, Sed, Şura, Zuhruf, Zariyat, Necm, Hadid, Mümtehine ve A'lâ surelerinde bazan tafsilatlı bazan de kısmen zikredilmiştir.

a)  Enbiya suresinde 51. ayetten 71. ayete kadar Hz. İbrahim'in putlara, yıldızlara ve insanlara tapma hakkında milletiyle yaptığı münakaşa üstün bir tarzda beyan edilir.

b)  En'am suresinin 75. ayetinden 83. ayetine ka-

(32)   Enbiya Suresi, ayet: 69

— 60

— 61 —

dar Hz. İbrahim'in, yıldızlara tapma hususunda milletiyle yaptığı mücadele ve Allah'ın Hz. ibrahime verdiği deliller karşısında putçu milletinin nasıl acze düştüğü zikredilir.

- c) Bakara suresinin 258. .ayetinde Hz. ibrahim'in Allahlık iddia eden bir beyinsizi nasıl mağlup ettiği, onu tamamen   acze düşürdüğü izah edilir.

«İnkâr eden adam dona kaldı, öyle ya Ailah zâlimler güruhunu hidayete erdirmez.» (33)

d)  Meryem suresinin 41. ayetinden 50. ayeî4ne kadar, Hz. İbrahim'in babasıyla yaptığı münakaşa ve onu nasıl hakka davet ettiği, davetini yaparken nasıl tatlı dilli, yumuşak sözlü, güzel ahlâklı ve haktan asla taviz vermez olduğu beyan edilir.

e)  Mümtehine Suresinde Hz. İbrahim şöyle zikrediliyor :

«Gerçekten İbrahim'in ve beraberinde olanların sözlerinde sizin için güzel bir numune varaır. Şöy-leki kavimlerine dediler: «Biz sizden ve Allah'tan başka yaptıklarınızdan beriyiz. Siz, Allah'ın birliğine

(33)   Bakara Suresi, ayet: 258

— 62 —

iman etmedikçe sizi (dininizi) tanımıyoruz. Sizinle bizim aramızda ebedi düşmanlık ve kin başgösterdi..» Ancck Hz. İbrahim'in babası için şöyle demesi müstesna olmuştur: «Elbette senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'ın azabından hiçbir şeyi senden kaldırmaya gücüm yetmez.»

«Ey Rabbimiz!.. Yalnız sana tevekkül ettik, sana yöneldik. Dönüş sadece sanadır.» (34)

f)  Tevbe suresinde ise: «ibrahim'in babası için mağfiret dilemesi ise ancak ona evvelce vermiş olduğu kendisine malum olunca ondan uzaklaştı. Gerçekten İbrahim çok   ah çeken merhametli ve yumuşak   ahlâklı idi.» (35)

g)  Ankebut Suresinde de : «ibrahim kavimine dedi ki: «Siz dünya hayatında aranızda sevgi olsun   diye Allah'ı bırakıp birtakım putlara taptınız. Sonra kıyamet gününde İse bir kısmınız bir kısmınıza küfür isnad edecek ve bir    kısmınız diğerini lânetliyecek-tir. Sığınacak yeriniz ateş olacaktır. Sizin için hiçbir yardımcı yoktur.» (36)

(34)    Mümtehine Suresi, ayet: 4

(35)    Tevbe Suresi, ayet: 114

(36)    Ankebut Suresi, ayet: 25

— 63

İşte bütün bunlardan dolayıdır ki, Hz. İbrahim (A.S.)in dini müsamahakâr, şirkten uzak bir din olarak vasıflanmış ve Hz. İbrahim (A.S.) da Hak dine yönelen bir imam olduğu ayetlerle beyan edilmiştir:

«Gerçekten İbrahim, Hak dine yönelen, Allah'a itaat üzere bulunan, bütün hayırlı hasletleri kendinde toplayan bir İmam idi. Hiçbir zaman müşriklerden olmamıştı.»

«Allah'ın nimetlerine şükrederdi. Allah onu seçti ve doğru yola şevketti.» (37)

Hz. İbrahim bu sıfatlara sahip olduğu için kendini Allah'a vererek bütün şirklerden arınan müslüman-ların babası oldu :

«Dinî hususlarda üzerinize bir zorluk yüklemedi. Babanız ibrahim'in dininde durum böyle idi. Bundan evvelki kitaplarda ve bu Kur'an'da size müslüman adını Allah verdi. Ki peygamber size karşı şahid olsun. Siz de bütün insanlara' karşı şchidler olasınız.» (38)

Allah Tealâ Hz. ibrahim (A.S.) in daveti ve yap-

(37)    Nahl Suresi, ayet: 120-121

(38)    Hacc Suresi, ayet: 78

64 —

tığı işler vasıtasiyle insanları: «putları sembol etme» . durumundan çevirip, ilahî bir sembole yönelmelerini murad etti. Bunun için de Hz. İbrahim'e Kâ'be'yi yapmayı emretti. Böylece Kabe, ferdî ve içtimaî hislere bir sembol, birlik ve beraberlik için bir numune, korku ve ızdıraptan beri olmak için bir sığınak olsun... Allah'ın sıfatlarını hususiyetlerini belirten bir put olmasın...

Hz. ibrahim (A.S.) Habbinin emrine boyun eğdi.' Oğlu Hz. İsmail ile Kâ'be'yi yaparken Allah'ı birlemeyi ifade eden şu mübarek duayı slogan edinmişlerdi:

«*y -abbimiz!.. Bizden bu hayırlı işi kabul et. Hakikaten sen duamızı işitici, niyetimizi bilicisin.»

«Ey RabbimizL. Bizi sana teslim ve ihlas sahibi olmakta devam ettir. Neslimizden bir cemaatı da sana boyun eğen bir ümmet yap. Bize ibadet yollarımızı ve Hacc farizalarımızı göster. Kusurlarımızı affedip, tevbemizi kabul buyur. Muhakkak ki sen tev-beleri kabul edensin. Müminlere merhametli davra-nansın...

«Ey Rabbimizi.. Neslimizden gelen müslüman fim-

Risoleler 6

— 65 —

F: 5

metten bir peygamber gönder ki onlara ayetlerini okusun. Kitab ve hükümlerini öğretsin. Onları günahlardan temizlesin. Muhakkak ki sen Azizsin, Hakimsin..»

«Kendini bilmeyenden başka kim Hz. İbrahim'in dininden yüz çevirir? Şüphesiz ki biz İbrahim'i dünyada seçtik. O, ahirette de salihlerdendir.»

«Rabbi, İbrahim'e benim emrime teslim ol, buyurduğu zaman İbrahim şöyle demişti: «Alemlerin Rabbi ne teslim olup boyun eğdim.» (39)

Hz. ibrahim (A.S.) İslâm dininin nesli için devam edip giden bir meş'ale, bir miras olmasını candan istemişti :

«İbrahim bu tevhid kelimesini neslinde bakî kalan bir söz olarak bıraktı. Gerek ki (küfürden) dönerler.» (40)

«ibrahim'in şöyle dediğini hatırla: «Rabbim, bu memleketi korkulardan emin kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak kıl.» (41)

(39)    Bakara Suresi, ayet: 128-131

(40)    Zuhruf Suresi, ayet: 28        *

(41)    İbrahim Suresi, ayet: 35

— 66 —

3 — MUSA (A.S.) KAVMİ:

Kur'an-ı Kerim Hz. Musa (A.S.)nın Beni israile ve Mısırlılara gönderildiğini tafsilatıyla beyan buyurur. O devirde Mısır, insani terakkinin karargahı idi. Mısırlıların asıl dinleri putçuluk değil, tevhid dini idi. Nitekim eski eserler de bunu isbat etmektedir. Ne var ki bütün milletlerin başına gelen akide değişikliği belası Mısırlıların da başına gelmişti. Mısırda da tevhid dini yerini putçuluğa bırakmıştı. Şöyle ki: Mısırlılar putlara, sığır ve kartal gibi hayvanlara, yıldızlara, krallara, tır avun lara tapınmış, Duman ya doğrudan doğruya ilahlar veya ilah yardımcıları saymışlardı.

Bu hastalık Mısırlılardan Beni israile geçmiş, on-lar da putlara tapınışlardır. O kadar ki, Hz. Musa (A.S.)dan mucizeler gördükten sonra bile putlara tapmaya dair ondan izin istemişlerdir.

Mısır'dan çıkıp boğulmaktan yeni kurtuldukları halde putlara tapanları görünce, «Ya Musa!.. Bize de putlar yap» dediler:

«Biz israil oğullarını denizden çıkardık. Onlar putlara ibadet eden bir kavme uğradılar ve söyle de-

— 67 —

diler: «Ey Musa, bunların taptıkları tanrılar gibi bize de bir tanrı yap» Musa onlara: «Siz gerçekten cahillik eden bir kavimsiniz» dedi.»

«Çünkü o gördüğünün puta tapanların içinde bulundukları din yok olmaya mahkûmdur. Yaptıkları işler de batıldır, boşunadır.» (42)

israil oğulları, Hz. Musa (A.S.) RabbI ile mükâle-meye çıktığında, Harun (A.S.)a karşı gelip Samiriye itaat ettiler, buzağıya taptılar:

«Tur'a çıkan Musa'nın arkasından kavmi süs eşyalarından bir buzağı heykeli yapıp onu tanrı edindiler. O buzağı sığır sesine benzeyen bir seda çıkarıyordu. Buzağının kendileriyle konuşamıyacağını, onlara doğru yolu gösteremiyeceğini görmediler mi de. onu tanrı edindiler? Böylece zalimlerden oldular.» (43)

Kur'an-ı Kerim'in birçok surelerinde zikredilen bu kıssa kadar hiçbir kıssa zikredilmemiştir. Bunun sebebi ise, bu kıssada büyük ibret ve öğütlerin bulunması ve beşeriyetin mikrobu olan israil oğullarıyla ilgili olmasıdır. Allah'ın kendilerine bahşettiği mad-

(42)    A'raf Suresi, ayet: 38-39

(43)    A'raf Suresi, ayet: 148

dî ve manevî nimetlere rağmen küfre gittiler, helak olmalarına sebep oldular. Çünkü eninde sonunda emir Allah'ındır.

Keza Kur'an-ı Kerim Firavun'un nasıl kavmine kendini ilah tanıttığını tafsilatlı olarak anlatmıştır:

«Nihayet herkesi toplayıp bağırdı: «Ben en yüce Ftabbinizim!..» dedi. Allahta onu dünya ve ahirette azaba düçâr etti. Muhakkak ki bunda Allah'tan korkan için bir ibret vardır.» (44)

Şuara suresinin 23. ayetinden 51. ayetine kadar Musa (A.S.)nın Firavun'a karşı ne gibi deliller getirdiği üstün bir şekilde zikredilmiştir.

Hz. Musa (A.S.)nın iki önemli vazifesinden biri (putçuluğa karşı savaşmak olarak) dini olduğu halde ikinci vazifesi (israil oğullarını hürriyete kavuşturmak olarak) siyasî idi. İkinci vazifesinde daha çok başarılı idi.

Ancak Allah Tealâ kendine iman etmeyen Firavun ve ordusunu en ağır cezaya çarptırdı. «Firavun

— 68 —

(44)   Naziat Suresi, ayet: 23-26

— 69 —

L

ve kavmln'n yapmakta oldukları İşleri ve yükseltmek» te bulundukları sarayları yerle bir ettik.» (45)

4 — İLYAS (A.S.) KAVMİ:

llvas (A.S.)ln kavmi de Allah'ı bırakıp «Baal» adında bir puta tapıyorlardı, liyas (A.S.)ın kavmi Bale-bek (46) şehri çevresinde oturuyordu. Ba'lebek «Baal' İn Evi» demek oluyordu.

llyas (A.S.). kavmini Baal'I terketmeye ve Allah'a iman etmeye davet etti: «Doğrusu llyas da gönderilen peygamberlerden biri İdi. O vakit kavmine:   «Siz Allah'tan korkmaz mısınız? O en güzel yaratanı bırakıp ta Baal putuna mı tapıyorsunuz? Allah sizin de Rabbîn'zdir, evvelki ecdadınızın da Rabbldir.» dedi. Fakat onlar llyas'ı yalanladılar. Şüphesiz ki bunların hepsi cehenneme götürülecektir. Ancak Allah'ın samimi kulları müstesnadır.» (47)

llyas (A.S.)ın kavmi de İsrail oğullarındandır.

(45)    A'raf Suresi, ayet: 13T

(46)    Lübnan'da bir şehrin İsmidir.

(47)    Saffat Suresi, «yet: 123-127

— 70 —

IV — ARAP YARIMADASINDA PUTÇULUK

Arap yarımadasında -özellikle- Mekke ye, çevresinde yaygın olan din, Hz. İbrahim (A.S.)ın dini olan müsamahakâr Tevhid dini idi. Şöyle ki: İbrahim (A.S.) Kâ'be'yi inşa edip çevresindeki halkı imana davet etmişti. Oğlu ismail (A.S.) bu memleketi vatan edindi ve «Müsta'rebe Arnplar»ın babası oldu. Ancak başkalarının uğradıkları puta tapma . felaketine zamanla bunlar da düşmüşlerdi.

Kelbî, «Esnam» adlı kitabında arapların nasıl Tevhid Dinini bırakıp putçuluğa döndüklerini şöyle anlatıyor :

Arapları putlara tapmaya sevkeden amil şu idi: Mekke'den başka yerlere yolculuk eden herkes Mes-cid-i Haram'dan bir taş alıp gittiği yere götürürdü. Orada Kâ'be'yi tavaf ediyormuş gibi, o taşı tavaf eder-

— 71 —

i

lerdi. Araplar Hz. ibrahim ve ismail (A.S.)den kalan bir dini an'ane olarak Kâ'be'ye, Mekke'ye ihtiramda bulunuyorlardı. Ve bunları hac kasdıyle ziyaret ediyorlardı. Ancak zamanla Hz. İbrahim ve ismail (A.S.) dinini bırakıp diğer kavimlerin yaptığı gibi sevdikleri şeylere tapmaya başladılar. Ne için sevdiklerini unuttular.

Hz. ismail (Â.S.)ın dinini ilk olarak «Art bin Ra> bia» değiştirmeye kalkıştı. Bu adam, ağır bir hastalığa yakalanmıştı. «Belka» denilen bir yerde kaplıca bulunduğunu ve oraya giderse şifaya kavuşacağını tavsiye etmişlerdi. Huzâ'nın babası olan Amr b. Ra-bia kaplıcaya gidip yıkandıktan sonra iyileşti.

Kaplıcamı, çevresindeki milletin putlara taptıklarını görmüştü. Putların ne olduğunu sordu. Amr'a: «Biz bunlarla yağmur yağdırıyoruz. Düşmanlarımıza karşı ?• unlardan yardım istiyoruz.» dediler. Amr onlardan put vermelerini istedi. Onu alıp getirdikten sonra Kâ'be'nin etrafına dikti.» (48)

Arap ülkelerinde puiçuluk son derece yayılmıştı ve hemen hemen herkesin evinde bir put bulunmak-

(48)   Kitab'ül-Esnam.

— 72 —

taydı. Bazı putlar taştan bazıları ağaçtan, bazıları hurmadan yapılıyordu. Bazan bir kabilenin birkaç tane putu olabiliyordu. Ancak bu, bütün kabilelerin ihtiramına mazhar olan büyük putların varlığına engel değildi.

Şunlar, araplarca tapılan başlıca putlardandır:

1  — MENÂT: Arapların en eski putudur. Araplar buna izafeten kendilerine ad takarak Abdümenât derlerdi. Bu put Mekke ile Medine arasında bulunan (Ki-zildeniz Sahilindeki) «Kadid» şehrinde idi.

Bütün Araplar bu puta ihtiram ediyorlar. Çevresinde kurbanlar kesiyor, türlü türlü bağışta bulunuyorlardı. «Evs» ve «Hazrec» kabileleri bu puta en çok ihtiram eden kabilelerdi! Bu iki kabile kendilerine göre hac ettikten sonra Menât'ın yanına varmadan ihramdan çıkmıyorlar, başlarını traş etmiyorlardı.

Bunların bir şairi şöyle demişti:

Hazrec kabilesinin ihramdan çıkma yeri olan Menât'a, sadık bir yeminle and içerim ki...

2  — LÂT: Bu put «Taif» şehrinde bulunuyordu.

— 73 —

Dörtgen şeklinde bir   taş olup Menât'tan daha sonra icad edilmişti.

Bu putun mütevelli heyeti «Sakif» kabilesinden idi. Üzerine kubbe yapmışlardı. Kureyş ve bütün Araplar buna ihtiram ediyorlar buna İzafeten ad koyuyorlar. «Abd-ül-Lât» diyorlardı.

Mekke fethedilip Sakif kabilesi islâm'a girdikten sonra Peygamberimiz (S.A.V.) Ebû Süfyan'ı ve Mu-ğire b. Şu'be'yi bu putu kırmak için gönderdi. Bunlar onu kırdılar, böylece bu puttan hiçbir eser kalmadı.

3 — UZZÂ: 8u, hem Menât, hem de Lât'tan sonra icad edilmişti. Bunu ilk olarak put edinen «Zalim bin Es'ad» idi. Bu put zât-ü Irkın yukarısında bulunan «Hırad» denilen yerde idi.

Kureyş kabilesince en büyük put bu idi. Bunu ziyaret ediyorlar, çevresinde kurbanlar kesiyorlardı. Bununla kendilerine ad takıyorlardı. Abdulmuttalib'in oğlu Ebu   Leheb'in asıl adı Abd-ul-Uzzâ idi.

Kureyş kabilesi Kâ'be'yl tavaf ederken şöyle derdi : «Lat'a, Uzzâ'ya ve diğer üçüncü olan Menât'a, an-

— 74

dolsun ki bunlar mukaddes putlardır. Elbette şefaatleri ümid edilir.»

Uzzâ'nın «Gabğab» denilen hususi bir kurban kesilme yeri vardı. Kureyşliler adaklarını burada keserlerdi. Bu putun mütevelli heyeti «Benû Şeyban b. Cabir» idi. Bu putun neden ibaret olduğu hakkında ihtilâf edilmiştir. Kimi bir taş, kimi bir ev, kimi de birbirine sarılı üç ağaçtan ibarettir, demişlerdir. Belki de bir evde biten birbirine sarılı üç ağaç üzerine konulan bir taş olabilir. Mekke'nin fethinden sonra Resulullah (S.A.V.) Halid b. Velid (r.a.)i bunu İmha için gönderdi. Halid imha ederken «Ey Uzzâ... Seni inkâr ediyorum. Takdis etmiyorum. Allah'ın seni rüs-vay ettiğini gördüm.» dedi.

Araplar, mezkûr üç putun Allah'ın kızları olduklarını iddia   ediyorlardı.

KuKan-ı Kerim Necm Suresinde bu yajan iddiayı çürüterek şöyle buyuruyor:

«Lât ve Uzzâ'yı görmediniz mi? Keza üçüncü olan Menâfi...»

«Erkek sizin de dişi Onun mu?» «öyleyse bu çok insafsız bir taksimdir.»

' ¦    — 75 —  ¦

«O putlar ancak sizin ve atalarınızın uydurduğu İsimlerdir. Allah onların doğruluğunu gösteren bir delil indirmedi. Onlar sadece tahminlerine ve nefsi sevdalarına uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rablerin-den hidayet geldi.» (49)

Bu üç puttan başka, arapların birçok putları vardı : Meselâ : Hübel, İsaf, Naile, Sa'd, Zü'ş-Şera, Ukay-sır, Zül-Hulsa bunlardandı.

Bir köylü babasının intikamını almak için Zül Hulsa   adlı putla istişare ederek okları attı. Yapmamasını emreden ok çıkınca çok kızdı. Puta şöyle hitap ederek bütün okları ona çarptı.

«Ey Zül-Hulsa!.. Sen de benim gibi felakete uğrayıp ta babası öimüş biri olsaydın, düşmanları öldürmeyi yasaklamazdın.»

Bazı tarihçiler bu hikâyeyi babasının intikamı için yola çıkan lmr'ül-Kays'a nisbet ederler. Bu şairin Zül Hulsa putuna karşı şöyle söylediğini rivayet ederler:

Allah yüzünü kara çıkarsın... Allah'a yemin

ederim ki

(49)   Necm Suresi, ayet: 19-23

— 76 —

Eğer senin baban ölseydi., İntikamdan geri

kalmazdın.

Şu gerçeği bilmek gerekir ki, araplar hiçbir zaman tamamen Allah'ı bırakıp putçu olmamışlardır. Bilâkis bazan putları ilahlar, bazan Allah'ın kızları, bazan şefaatçılar, bazan da Allah'a ortak olarak kabul etmişlerdir.

Bu putları inkâr edip küçümsedikleri de olmuştur. Zül-Hulsa hikâyesi bunu isbat eder.

Hülasa: Putlara karşı arapların istikrarlı bir görüşü yoktu.    Dolayısiyie ileri gelen birçok akıllıları putlara ibadet etmeden uzak kaldı. Mesela : Zeyd bin ' Nufeyl, Ümeyye bin Ebi es-Salt, Kuss bin Saide bunlardandır. Zeyd bin Nüfeyl'e şu şiiri nisbet edilir:

Lâfı <la, Uzzâ'yı da bıraktım.

Sabırlı herkesin işi böyle   olmaktır.

Ne Uzzâ'ya taparım, ne de iki kızına.

Ne de Amr'fn iki putunu ziyaret ederim.

Fakat ben Rabblm olan

Rahman'a ibadet ederim.

Af edici Rab günahımı affetsin...

_ 77 —•

Puta tapmayanlardan bir kısmı,    Islamiyete kavuşmasına rağmen Müslüman olmamışlardır, Ümmey* ye bin Ebi es-Salt gibi... Bir kısmının ise kurtulacağını Peygamberimiz (SAV.) müjdelemiştir.    Varaka bin Nevfel, Kuss bin Saide gibi...

— Ta-

i. KISIM

AKAİD

AKAİD önsöz

Seni teşbih ve tenzih ederim Rabbim!.. Seni la-yıkıyle övmekten âcizjm. Sen zâtını nasıl övmüşsen öyle yücesin!..

Senin salât ü selâmın, Peygamber-i Zîşan Hz. Muhammed (S.A.V.)in üzerine, Allah kelâmını yüceltmek ve dinini yaymak için cihad eden Âline ve Ashabına olsun...

Müslüman Kardeşler Mecmuası, Mücahid Üstad Hasen el-Bennâ'nın (Allah ondan razı olsun) değerli makalelerini neşretmiştir. (1) Merhum bunları İslâm ümmetine ölmez bir eser olarak bırakmıştır. Bu, İslâm Âlemini çok iyi tanıyan ve önderliğini yapan biri için gayet tabii idi.

(1)   «Müslüman Kardeşler Mecmuası»     Müslüman    Kardeş'er Teşkilâtı tarafından çıkarılan haftalık bir mecmuadır. Bk. Müs. Kar. Mec. 12 Safer Perşembe 1353 fa.

Risaleler 6

— 81 —

F. :6

Şimdi size, onun (Allah makamını cennet etsin) kaleme aldığı makalelerin baş tarafını naklediyorum: «Tevhid ilmtı * incelerken iki esası göz önünde bulunduracağız:

Birincisi: insanlara dinî akideleri nakledip kalplerini bunlarla fethederken. Kur'an-ı Kerim'in ve Re-sulullah (S.A.V.)m üslubu ile yürüyeceğiz. Kelime tahlillerine, çeşitli mezhep ve görüşlerini ortaya sermeye, felsefî deyimlerle ilm-i kelâmcıların ıstılahlarını izaha girişmeyeceğiz. Zaten Selef-i Salihin'in yolu da budur... (Allah onlardan razı olsun.)

İkincisi: Dinî akîdelerin insan üzerindeki tesirini açıklamaya önem v'ereceğiz. Böylece okuyucu ne derecede islâmî inançlara bağlı olduğunu anlasın. Eğer islâm inancıyla yoğurulmuşsa, buna karşılık Allah'a şükrets/n. Yok, eğer islâmî akideler) zayıfsa, onları sağlamlaştırmaya ve imanını kuvvetlendirmeye çalışsın.

Ecdadımızın islâmî inançları, kalplerinde yerleşmiş hisler ve vicdanlarında kökleşmiş duygular halinde idi. ittltfadî meseleler bizce mücadele ve münakaşa mevzuu olunca, milletin imanı zayıfladı, dinî bağları gevşedi.

— 82 —

Bunu -yeri gelince- açıklığa kavuşturup ortaya atılan şüpheleri kaldırmaya çalışacağız. Modern görüşlerle de İslâm inançlarını isbat edeceğiz. Bunlara, eski ile yeniyi birbirine karıştırmak için değil, mevzuları zihinlere iyice yerleştirmek için başvuracağız.

Burada Cenâb-ı Hakk'ın şu kelâmını hatırlayalım :

«Biz, onlara hem yeryüzü etrafında, hem de biz* ziit kendilerinde kudretimizin alâmetlerini göstereceğiz. Böylece Resulün sözünün hak olduğu gözler önü-t;3 serilecektir.» (2) (3).

Bu itikadî meseleleri inceleme ve neşretme vazifesi bana verildi. Memnuniyetle kabul ettim. Merhum Üstadın bu ve diğer eserlerini neşretmeyi seve seve üzerime aldım.

Eserdeki âyet-i kerimeleri Kral 1. Fuad baskısı Kur'an-ı Kerimle karşılaştırdım. Bazı kelimelerine hareke koydum. Hadis-i Şerifleri «Buharı, Müslim, Trrnrzi, Ebu Dsvud vs.» hadis kitaplarıyla karşılaştırdım. Bazı kelimelerini harekeledim.

(2)    Fussilet Suresi, ayet: 53

(3)    Hasan el-Benna'nın sözü burada sona eriyor.

— 83 —

Ayrıca Celâleyn Tefsiri, Kurtubî Tefsiri. Askala-ni'nin Buharı Şerhi, Nevevi'nin Müslim Şerhi ve Ab-durrahman el-Ksfurinin Tirmizi Şerhi kitaplarından faydalanarak bu esere birtakım izahlar Uâve ettim.

Cenab-ı Hak'dan kesndi rızasını ve bu «taciz amelimi kabul eylemesini niyaz ederim... Allah (c.c.) baha kâfidir. O, ne güzel vekildir...

Rıdvan Muhammed Rıdvan, j -¦                    1. Rebiulevvel. 1371 h.|

GİRİŞ

1 — AKİDE'NİN TARİFİ I

Akideler (inançlar), kalbin tasdik ettiği, ruhun tatmin olduğu, insanın hiçbir şek ve şüphe olmadan kesinlikle kabul ettiği hususlardır.

— 84 —

2 — İTİKAD BAKIMINDAN İNSANLARIN DERECELERİ:

İnanç meselesinde insanlar, iman etme şekline göre, iman ederken açık ve kuvvetli delillere sahip olup olmaması yönünden çeşitli kısımlara ayrılırlar... Bir misal vererek mevzuu açıklayalım :

Bir kimse görmediği bir ülkeyi (mesela Yemen'i) yalan söylemiyecek birinden işitse o, bu ülkenin varlığına inanır.-Fakat bu haberi   birkaç kişiden duysa

— 85 —

inancı kuvvetlenir. Bununla beraber şüpheye düşme ihtimali de vardır.

Bu ülkenin haritasını görse, varlığına olan inancı daha çok artar. Artık şüphe de etmez. Seyahat edip de hudutlarını görecek olursa, onun var olduğuna kesinlikle inanır. O ülkeye varır da gözüyle bu ülkeyi görse sarsılmaz bir inanca sahip olur. Bütün insanlar ..aksini iddia etse de    onun inancından dönmesi artık imkânsızdır. Sokak ve caddelerinde yürüyüp ülkenin bütün vaziyetini öğrenmesi ise, onun malumatını ziyadeleştirir, inancına ışık tutmuş olur.

İşte dinî inançlara göre insanlar da . kısım kısımdır.

a)  Bir kısmı dinî inançları başkalarından öğrenir ve bunları birer adetmiş gibi kabul eder. Bu çeşit insanlar bir  şüpheye düşse -Allah korusun- inancı sarsılabilir.

b)  Bazısı iman ettikten    sonra araştırma, inceleme yapar ve düşünür. Düşündükçe de imanı kuv-vatlenir ve yakin hastl olur. -Allah cümlemize bunu nasip eylesin-.

c)  Bazıları da inceden İnceye düşünür, aklını ça-

— 86 —

tıştırır, Allah'a itaat etmek, emirlerine sarılmak ve güzel güzel ibadetler yapmakla meşgul olur.

Böylece hidayet nurları kalbini aydınlatır. Basiret gözüyle imanını kemale erdirecek, gönlünü huzura kavuşturacak şeyleri müşahede eder:

«İman edip doğru yolu kabul edenlerin Allah hidayetlerini arttırır. Onları takva mertebesine ulaştırır.» (4)

Bu misalleri zikrettik ki; İman hususunda kendini taklidden uzaklaştırasın, itikadı meseleleri anlamak için aklını kullanasın. Dinî hükümleri öğrenmek için de Mevlâ'ya itaat yoluna başvurasın. Böylece «Hakiki Müslüman» mertebesine eresin. «Kâmil Mü' min» derecesine varasın.

—BEYİT—

•Bir bilsen, seni neye namzet gösterdiklerini, Terkedersin,   başıboş    bırakılan    develerle

otlamayı...*

(4)   Muhanuned Suresi, ayet: 17

•— 87 —

3 — İSLÂM'IN AKLA VERDİĞİ DEĞER VE İNSANI TEFEKKÜRE TEŞVİK ETMESİ:

Bütün dini hükümlerde olduğu gibi, İslâm akaidinin de esa°j Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Resulullah' tır.

Bununla beraber şunu da bilmek gerekir ki: Akıl, bütün islâmî inançları te'yid eder ve doğru görüş sahipleri de bunları tasdik eder.

Bu sebeple Cenab-ı Hakk akla hitab ederek onu şerefli kılmış ve mükellefiyeti akıl sahiplerine vermiştir. Aklı düşünmeye ve araştırmaya sevketmiş ve şöyle buyurmuştur:

«De ki: Bakın göklerde ve yeryüzünde neler (Allah'ın birliğini gösteren ne gibi deliller) var!.. Fakat bu kadar alâmetler ve tehditler, iman etmiyecek bir kavme fayda vermez.» (5)

Diğer bir surede şöyle buyuruluyor:

«Üstlerindeki semâya bakmazlar mı? Biz onu nasıl bina etmişiz ve yıldızlarla onu donatmışız da. hiç bir gediği yok!..»

(5)   Yunus Suresi, ayet: 101

— 88 —

«Yeryüzünü de düzgün yaratmışız ve oraya sa* bit dağlar yerleştirmişiz, yeryüzünde manzarası güzel her çeşit bitkiden çiftler çıkarmışız.»

«Bütün bunları hakka ve hakikate dönen her kula Allah'ın kudretini göstermek ve hatırlatmak için yaptık.»

«Gökten de bereketli bir yağmur indirip onunla bahçeler ve biçilen bitkilerin tanelerini bitirdik.»

«Bir de tomurcukları birbiri üzerine dizilmiş, semâya doğru uzanan hurma ağaçları...»

«Bunlar kullara rızık içindir. O yağmurla kupkuru, ölü bîr toprağa hayat bahşettik. İşte kabirden çıkıp dirilmek te böyle olacak!..» (6)

Kur'an-ı Kerim tefekkür etmeyenleri ve Allah'ın varlığını, kudretini araştırmayanları zemmederek şöyle buyuruyor:

¦Göklerde ve yeryüzünde ne kadar alâmetler var ki, İnsanlar üzerlerinden geçerler de, bunlardan ibret almazlar.» (7)

(6)    Kaf Suresi, ayet: 6-11

(7)    Yunus Suresi, ayet: 105

— 89 —

Allah Tealâ delil getirmeye de büyük kıymet vermiş, hatta açıkça bâtıl olan şeylerde bile İslâm'a muarız olanlardan delil getirmelerini istemiştir.

Bir Hadis-i Şerifte şöyle varid olmuştur: Bilâl-i Habeşi (r.a.) sabah namazını haber vermek için Peygamber Efendimiz (S.A.V.)e gelince, O'nu ağlar vaziyette bulmuştu. Niçin ağladığını sordu:

Peygamberimiz (S.A.V.K:

«£h, Ya Bilâl!.. Nasıl ağlamayayım?.. Bu gece Allah Tealâ bana şu ayet-i kerime'yi indirdi.» buyurdu. O ayet şu idi:

_ «Gerçekten, göklerin ve yeryüzünün yaratılışında, gece ile gündüzün değişmesinde gerçek akıl sahipleri için, kesin deliller vardır.» (8)

Sonra şöyle buyurdu: «Bu Ayet-i Kerime'yi okuyup ta tefekkür etmeyene yazıklar olsun.» (Bu hadis-i şerifi Ebu'd-Dünya «Tefekkür» adlı kitabında rivayet   etmiştir.)

İşte kardeşim!.. Bilmelisin ki, islâm akılları don-

(8)   Âl-i İmran Suresi, ayet: 190

— 90

durmaz, fikirleri engellemez. Fakat haddini bilmelerini emreder. Anlayışlarının kıt olduğunu bildirir. Bilgilerini artırmaya çalışmalarını emreder. Allah Tealâ şöyle buyuruyor:

«Size sadsce az bir İlim verilmiştir.» (9} «De ki: Rabbim, ilmimi ziyade eyle!..» (10)

4 — İSLÂM AKAİDİNİN KISIMLARI:

islâm akaidi başlıca dört kısma ayrılır. Her kışımın da ayrı ayrı bölümleri vardır.

A — «İLAHİYAT»: Bu kısımda Allah Tealâ'nın isimleri, sıfatları ve fiilleri anlatılır. Buna ilave olarak, insanın Mevlâ'sına ne şekilde iman etmesi icab ettiği izah edilir.

B — «NÜBÜVVET»: Bu kısımda Peygamberlerin sıfatları ve masum olmaları, vazifeleri ve gönderilmelerinin lüzumu anlatılır. Buna ilâve olarak velilerle ilgili hususlar, mucize ve kerametler, semavî kitaplar zikredilir.

(9)    İsra Suresi, ayet: 85

(10)   Taha Suresi, ayet: 114

— 91

C — «RUHANİYAT»: Bu, kısım da melekler, cinler, ruhlar gibi maddî olmayan manevî alemden bahsedilir.

D — «SEM'İYAT»: (Nakille bilinen mevzular): Bu kısımda dünya ile ahiret arasındaki «Berzah Hayat» ve Ahi ret Hayatından bahsedilir. Mesela-: Kabir Ahvali, Kıyamet Alâmetleri, öldükten sonra dirilme. Mahşere Toplanma, Hesaba çekilme, ve ceza görme gibi...

Bu kitapta sadece «İlahiyat...» kısmı anlatılacaktır...

92 —

İLAHİYAT  — ALLAH TEALA'NIN ZÂT-I ÂLÂSI:

Kardeşim, «Allah seni de, bizi de doğru yolundan ayırmasın- bilmelisin ki: Allah Tealâ'nın yüce zâtını ne beşerî akıllar, ne de insanî fikirler idrâk ve ihata edebilir. Zira akıl, ne kadar üstün olursa olsun kuvvet ve kudreti sınırlıdır, bu sınırı hiç bir zaman aşamaz.

Beşer aklının, gerçekleri idrâk etmekten ne de* rece aciz olduğunu hususi bir bahiste ele alacağız, inşaallah. Ancak şimdiden şunu da hatırlatmak yerinde olur: En üstününden tutun, en düşüğüne kadar insan aklı, istifade ettiği birçok şeylerin gerçeğini bilemez'..

Meselâ: Elektrik, mıknatıs vb. kuvvetleri kulla-— 93 —

nır, faydalanırız. Ama gerçek mahiyetlerini bilemeyiz. Hatta en büyük alimler bile, bize bunların haki-katından fazla bir şey öğretemez. Bununla beraber varlıkların mahiyetini bilmek de bizlere birşey kazandırmaz. Önemli olan bize fayda verecek hususiyetlerini bilmekti:'. -

Elimizle tutup, gözümüzle gördüğümüz şeylerde durum bu iken, Allah Tealâ'nın zâtını nasıl bilebiliriz?... O'nun yüce zâtı hakkında ileti geri söz söyleyen birçok kavimler sapıtmışlardır. Dedikodu etmeleri, ihtilafa düşmelerine ve dalâlet vadilerine yuvarlanmalarına sebep olmuştur. Çünkü onlar tarif edemedikleri ve gerçek mahiyetini bilemedikleri «Yüce bir Zât» hakkında konuşuyorlardı.

Bunun İçindir ki Resulullah (SAV.) Cenâb-ı Hakk'ın zatı hakkında düşünmeyi nehyetmiş, yarattıklarına bakıp tefekkür etmeyi emretmiştir:

a) Allah Tealâ'nın zatını düşünmemek mevzuunda hadis-i şerif:

İbn Abbas (r.a.)'dan rivayet edilir ki, bir cemaat cenab-ı Hakk'ın zatı hakkında düşünüyorlardı. Resulullah (S.A.V.) onlara:

_ 94 —

«Allah'ın zatı hakkında düşünhteyin. Çünkü siz onu hakkıyle bilemezsiniz.» buyurdu.

(Irak! der ki: Bu hadis-i şerifi Ebu Naim Hılye kitabında zayıf bir senetle rivayet etti. Fakat Esba-hani «et-Terğib ve't-Terhib» adlı kitapta daha sahih bir senedle rivayet etmiştir. Ebu'ş'-Şeyh de bu hadisi nakletmiştir. Ne olursa olsun manâsı doğrudur.)

Bundan, fikir hürriyetinin sınırlandırıldığı, aklın dondurulduğu anlaşılmamalıdır. Bundan maksat, aklı dalâlet uçurumlarından kurtarmak, onu gücü yetmiye-ceği hususlardan uzaklaştırmaktır.

b) Bu mevzuda güzel sözler:

Nitekim Allah Tealâ'nın azametinin heybetini bilen kudretini idrâk eden salih zâtların tuttuğu yol da budur:

Şibli (r.a.) (11) hazretlerine Cenab-ı Hakk'ın zatından sorulduğunda şöyle buyurdu : «O, tariflerden ve harflerden önce var olan bilinen bir tek Allah'tır.»

(11) Bağdatta doğdu «Veşneh» ailesindendir. Cüneyd hazretlerine arkadaşlık yapmıştır. Zamanının en büyük alimiydi.' Maliki mezhebindendi 334 h. seksenyedi yaşındayken Bağdatta vefat etti, kabri oradadır.

— 95 —

«Bize Allah'ın zatı hakkında birşeyler anlat!» denildi. Yahya:

  «Q bir olan  Mabudumuzdur.» dedi. Tekrar:

  «O nasıldır?» diye sorulunca Yahya:

  «Maliktir,    (Mülkün sahibi O'dur),    Kadirdir (her şeye gücü yeter), dedi.

«O nerdedir? diye sorulunca, Yahya:

  «O devamlı Murakabe makamındadır.»   diye cevap verdi. Soran :                      i

  «Ben bunu sormak istemedim» dedi.   Yahya da:

  «Söylediğim bu sözden başkası mahlukun sı-

Ychya b. Muaz (R.A.)a: (12)

fatıdır. Allah'ın sıfatları ise bunlardır.»    diye cevap verdi...

Kardeşim!.. Sen de Rabbinin yarattıklarını tefekkür ederek sıfatlarını göz önünde tutarak O'nun azametini idrâk etmeye çalış!..

(12) Zamanın en büyük alimiydi 258 h. yılında Nişabur'da vefat etti. Bir sözünde şöyle der: «Nefsini, kendin için faydalı olan şeylerle meşgul etmen senin için en büyük kârdır.»

— 96 —

il — ALLAH TEALÂ NİN ESMA-I HÜSNASI:

Cenâb-ı Hakk kendisini, mahlukatına azametine yakışır isim ve sıfatlarla tanıttı. Her müslümanın Cenâb-ı Hakk'ın isimlerine ta'zimde bulunması ve O'nun zikrinden lezzet alması için «Aİlah Tealâ'nın Esma-] Hüsnası»nı ezberlemesi güzel bir şeydir.

Bu isimleri zikreden şu hadis-i şerifi okuyalım:

. Resulullah (S.A.V.)ın hadis-i şerifi ne güzel bir rehberdir!.. Vahiy lisanı ne üstün bir mürşiddir!..

Ebu Hureyre (r.a.)den; Peygamber Efendimiz (S. A.V.Jİn şöyle buyurduğu rivayet edilir.'

«Allah Tealâ'nın 99 ismi vardır, yüzden bir eksik (13) Kim ki bunları ezberlerse elbette cennete gi-

(13) Doksandokuzdan sonra yüzden bir eksik demesindeki hikmet; dinleyicinin kafasında bunları yerleştirmek veya yanlış anlamayı önlemektir.

Risaleler 6

F. :7

recektir. Allah (c.c.) tektir ve tek olan itaatleri sever.» (14)

Bu hadis-i şerifi Buhari ve Müslim rivayet etmiştir. Tirmizi de aynı hadis-i şerifi nakletmiş ve ilave olarak bu 99 ismi zikretmiştir.

Allah Tealâ'nın 99 Esmâ-i Hüsnası -kisaca manâ-larıyla birlikte- şöyledir:

1  — «Hüvallahü'l-lezi Lâ ilahe i'.lâ hû» «Allah»: O, kendinden başka hiçbir ilah bulunmayan bir tek

Allah'tır.

2  — «er-Rahman» :¦ Esirgeyici, bütün mahlukâtı-

na rahmetiyle muamele eden (Dünyada.)

3  — «el-Melik»: Mülkün sahibi, mülk ve saltanatı devamlı olan.

4  — «er-Rahlm» :  Bağışlayıcı, sevdiklerine    ve mü'minlere merhamet eden (Ahirette.)

5  — «el-Kuddûs»: Her türlü eksiklik ve ayıplardan münezzeh olan.

6  — «es-Selâm»: Her ç^şit afet ve kaderlerden

emin olan.

(14) Yani sayısı tek düşürülen zikir ve amellere daha fazla sevap verir. Mesela, namazda Sübhane Rabbiyel Azim'in üç, beş yedi... vs. olması iki dört, alto v.d. olmaması gibi.

— 98 —

7  — «el-Mü'min» : Kullarına emniyet veren. Kendinin ve peygamberlerinin doğruluğunu ortaya koyan, kullarına yaptığı vadinde sâdık.

8  — «el-Miiheymin»: Saltanatı hakkında dilediği gibi tasarruf eden, her şeyi gözetip koruyan.

9  — «e!-Aziz»:     İzzet sahibi, mağlub edilmesi imkânsız olan, her şeye galib olan.

10  — «el-Cebbâr»: Azamet ve kudret sahibi, istediğini mutlak yapan, dilediğine muktedir olan.

11  — «el-Mütekebb'r»:    Ululuk sahibi, herşey-de ve her hadisede büyüklüğünü gösteren.

12  — «eî-Halik»: Herşeyin varlığını ve geç'rece-ği halleri takdir eden, yaratan yoktan vareden, büyüklükte eşi olmayan.

13  — «el-Bari»: Herşeyin aza ve cihazını birbirine uygun olarak yaratan.

14  — «el-Musavvir»:   Tasvir eden, herşeye bir şekil ve hususiyet veren.

15  — «el-Gaffar»:  Kullarının günahlarını örten, mağfireti çok, günahları bağışlayıcı.

16— «el-Kahhâr»: Herşeye, her istediğini yapacak surette, galib ve hâkim.

17 — «el-Vehhab»: Çok fazla ihsan eden, çeşît çeşit nimetleri daima bağışlayan.

— 99 —

J!

18  — aer-Rezzak»: Bütün mahlukatın rızkını veren ve ihtiyaçlarını karşılayan.

19  — «ei-Fettah»: Her türlü müşkülleri açan ve kolaylaştıran, darlıktan kurtaran.

20  — «el-AIîm»: Herşeyi en ince noktasına varıncaya kadar bilen, ilmi ebed! ve ezeli olan.

21  — «el-Kabıd»: Dilediğine darlık veren/sıkan, daraltan.

22  — «el-BâsU»: Dilediğine bolluk veren, açan, genişleten.

23  — «el-Hafıd* : Yukarıdan aşağıya indiren, alçaltan, dereceleri düşüren.

24  — «er-Rafi»: Yukarı kaldıran, yükselten d» receleri yükselten.

25  — «el-Mûiz»: İzzet veren, aziz kılan.

26  — «el-Müzil»: Zillete düşüren, hor ve hakir eden.

27— «es-Semi»: Herşeyi işiten, kullarının niyazını kabul eden.

28  — «el-Basir» :   Her şeyi gören.

29  — «el-Hakem»:    Hikmet sahibi olan, yaptığı her işte hikmeti gözeten, hükmeden.

30  — «el-Arîl»: Son derece adaletli olan.

—< 1Q0 a»

31  — «e!-Latif»: En ince işlerin bütün   inceliklerini bilen, lütuf ve ihsan sahibi olan.

32  — «el-Habir»:  Her şeyin iç yüzünden, gizli taraflarından haberdar olan.

33  — «el-Halim»: Yumuşak davranan, hilmi çok.

34  — «el-Azim»: Pek azametli alan, Yüce.

'35 — «el-Gafûr»: Çok bağışlayan, mağfireti çok.

36  — «eş-Şekûr» : Kendi rızası için yapılan amelleri   daha ziyadesiyle karşılayan.

37  — «el-Aliyy»: Çok yüce.

38  — «el-Kebira: Pek büyük.

39  — «el-Hafım : Yapılan işleri bütün tafsilötiyle hıfzeden, her şeyi afat ve beladan koruyan.

40  — «el-Mukit»: Bilen, tayin eden. Her yaratılmışın rızkını veren.

41  ¦— «el-Hasib» : Herkesin hayatı boyunca  yaptıklarının bütün teferruatiyle hesabını iyi bilen. Mah-lukatına kâfi olan.

42  — «el-Celil»: Azamet sahibi olan, ululuk sahibi olan.

43  — «el-Kerim»: Çok ikram edici, kerimi bol olan.

44  — «er-Raklb»: Bütün varlıklar ve bütün işler murakabesi altında bulunan.

— 101 —¦

45  ¦— «el-Mucib»: Kendine yalvaranların isteklerini veren, duaları kabul eden.

46  — «el-Vasi»: Lutfu bol olan.

47  — «el-Hakim: Emirleri, kelâmı ve bütün işleri hikmetli, hikmet sahibi olan.

48  — «el-Vehûd»:    İyi kullarını seven, rızasına erdiren ve sevilmeye layık olan.

49  — «el-Mecid»: Şanı, şerefi çok üstün olan.

50  — «el-Bâis»: ölüleri diriltrp kabirlerinden çıkaran.

51  — «eş-Şehld» : Her zamanda ve her yerde hazır ve nazır olan.

52  — «el-Hakk»: Vacib'ül-Vücud olan, varlığı hiç değişmeden duran.

53  — «el-Vekl!»: Tevekkül sahiplerinin işini düzeltip onlardan daha iyi temin eden.

54  — «el-Kaviyy»: Pek kuvvetli.

55  — «el-Metİn»: Pek güçlü.

56  — «el-Veliyy»: Seçkin kullarının dostu.

57  — «el-Hamid»: Ancak kendisine hamdedilen, bütün varlığın diliyle övülen.

58  — «el-Muhsi»:    Namütenahi de olsa, birbir her şeyin sayısını biten.

— 102 —

 

59  — «el-Mubd!»:    Mahlukatı maddesiz ve ör-neksiz olarak ilk baştan yaratan.

60  — «el-Muid»:    Yaratılmışları    yok   ettikten sonra tekrar yaratan.

61  — «el-Mühyi»:    İhya eden, dirilten, can bağışlayan, sağlık veren.

62  — «el-Mümit»: Canlı bir mahlukun ölümünü yaratan, öldüren.

63  — «el-Hayy»: Diri, tam ve mükemmel manâsıyla hayat sahibi.

64  — «el-Kayyum»: Yarattıklarının işini çeviren her işleneni bilen, evveli olmayan.

65  — «el-Vacfd»:    İstediğini, istediği vakit bulan.

66  — «el-Macid»: Kadri ve şanı büyük, kerem ve müsamahası bol.

67  — «el-Vahid»:    Tek.   Zatında,    sıfatlarında, isimlerinde, efalinde ortağı ve benzeri bulunmayan.

68  — «es-Sâmedo :  Herşey O'na muhtaç fakat O hiçbir şeye muhtaç değil.

69  — «el-Kadir»:    istediğini, istediği gibi yapmaya muktedir olan.

70  — «el-Muktedir»:    Kuvvet ve kudret sahipleri üzerinde   dilediği gibi tasarruf eden.

— 103 —

71  — «el-Mukaddim: İstediğini öne geçiren, ileri alan.

72  — «el-Muahhir»: İstediğini geri koyan, arkaya bırakan.

73  — «el-Evve!»: Her şeyden önce var olan.

74  — «el-Ahir»: Her şey helak olduktan,sonra geri kalan.

75  — «ez-Zahir»: Varlığı sayısız delillerle açık olan.

76  — «el-Bâtın» : Akılların idrâk edemiyeceği yüce azabı gizli olan.

77  — tet-ValİD: Bu muazzam kâinatı ve bütün hadisatı tek başına idare eden.

78  — «el-Müteali»: Aklın mümkün gördüğü her şeyden,   her halden pek yüce olan.

79  — «el-Berr»:    Kullarına iyilik ve İhsanı, nî-metleri bol olan.

80  — «el-Tevvab»: Tevbeh i kabul edip günahları bağışlayan.

81  — «el-Muntekım» :   Günahkârlara, adaletiyle, müstehak oldukları cezayı veren.

82  — «el-Afüvv»: Affeden, mağfiret eden.

83  — «er-Rauf»: Merhamet edici, pek şefkatli.

84  — «MaMk'ül-Mülk»:    Mülkün ebedi ve ezeli sahibi.

85  — «Zülcelâli ve'Mkram»: Hem azamet sahibi, hem fazl-u kerem sahibi.

86  — «el-Muksita: Hükmünde ve ef'alinde adaletli olan.

87  — «el-Cami»: istediğini istediği zaman İstediği yerde toplayan.

88  — «el-Ganiyy» : Çok zengin, hiçbir şeye muhtaç olmayan.

89  — «el-Muğni» :   Dilediğine   zenginlik veren, müstağni kılan.

90  — «el-Mani»: Bazı şeylerin meydana gelmesine müsaade etmeyen, engelleyen.

91.— «ed-Darr»: Elem ve zarar verecek şeyleri yaratan, hüsrana uğratan.

92  — «en-Nafi»: Hayır ve menfaat verecek şeyleri yaratan, faydalandıran.

93  — «en-Nur»: Alemleri  nurlandıran. dilediğine nur ihsan eden, nur olan.

94  — «el-Hadi» :    Hidayete kavuşturan. Kulunu hayırda muvaffak kılan.

95  — «el-Bedi» ; örneksiz, mlsalsiz, acip ve hayret verici alemler yaratan.

— 104 —

— 105 —

96  — «el-Bakl»:   Varlığının   sonu   bulunmayan, ebedî olan.

97  — ad-Varis»: Varlığı devam eden, servetlerin hakiki   sahibi.

98  — «er-Raşld»: Bütün âlemi dosdoğru bir nizam ve hikmetle akıbetine ulaştıran.

99  — «es-Sabur» : Çok sabırlı olan, isyankârlardan acele intikam almayan.

— 106 —

III — ESMA-I HÜSNA İLE İLGİLİ BAZI MEVZULAR:

1 — 99 isimden başka diğer isimler:

Allah Tealâ'ntn İsimleri sadşce bu 99 isimden ibaret değildir. Daha başka isimleri zikreden hadisler de vârid olmuştur:

Yukarıdaki hadis-i şerifin başka bir rivayetine göre: «el-Hannân» (Çok şefkatli), «el-Mertnân» (Pek lütufkâr), «el-Bedi». (Yoktan var eden) isimleri varid olmuştur.

Keza, «el-Mugis» (Yardıma koşan), «el-Kefil» (Kullarının her işine kefil olan), «Zü't-Tav!» (Kudred sahibi), «Zü'l-Mearic» (Yüksek makamların sahibi), «Zü'l-Fad!» (Fazilet sahibi), «el-Hallak» (Çok mahluklar yaratan) isimleri de rivayet edilmiştir.

Ebubekr Ibn Arabi, Tirmizi şerhinde bazı alimler-— 107 —

den naklen şöyle demektedir: «Kitab ve Sünnetten Cenab-ı Hakk'ın 1000 kadar ismi toplanmıştır.» «el • Kasd'ül-Mücerred» adlı kitabın müellifi de aynı sözü ifade etmiştir. Ayrıca «Tuhfefüz-Zâkirîn» adlı kitabın sahibi ŞEVKANİ de buna işaret etmiş ve yukarda geçen hadis-i şerifin en güzel şekilde Allah'ın isimlerini   saydığını söylemiştir.

2 — Mecazi olarak Allah Tealâ'nın ismi diye zikredilen bazı lâfızları rivayer eden hadis-r şerifler:

Bazı hadislerde Allah Tealâ'nın ismi diye bir kısım kelimeler zikredilmiştir. Ancak karineler ve kelimelerin asıl manâları, bunların Cenâb-ı Hakk'ın hakikaten ismi olmayıp mecaz kabilinden olduğunu ortaya koyarlar. Mesela :

a) Ebu Hureyre (r.a.)den Peygamber Efendimiz (S.A.V.)in şöyle buyurduğu rivayet olunur: «Zamana sövmeyin. Çünkü Allah (c.c.) zamandır.» (15)

Burada şüphesiz hadisin zahiri mânâsı kastedilmiyor. Hadis-i şerifin asıl manâsı şudur: Zamana sövmeyin, Zira meydana gelen hadislerin müsebbibi, yaratıcısı Allah Tealâdır. öyleyse zamana birşey nis-

(15)   Müslim.

— 108 —

bet edilemez. O'na sövûlemez, kötü söz söylenemez.

İmam Nevevî: «Belaların failine sövmeyin, çünkü bunların faili zaman değil Allah'tır.» diye tefsir eder bu hadisi...

b) Hz. Aişe (r.a.) şu hadis-i şerifi rivayet etmiştir: «Hastayı bırakın, inlesin... Çünkü inlemek (Enin) Allah Tealâ'nın isimlerinden biridir. Hasta, inlemekle rahatlık hisseder.»

Bu hadis-i şerifi Celâleddin es-Süyûti merhum «el-Cami'us Sağır» adlı kitabında Rafi (r.a.)den rivayet etmiş ve «Hasen Hadistir» demiştir. Bu hadis, -bazılarının sandığı gibi- Müslim tarafından rivayet edilmemiştir. Ebu Hureyre (r.a.)'m rivayet ettiği hadisin bir kısmı da değildir.

Hadisin hakiki manâsı şudur: Bırakın hastayı, onun inlemesine engel olmayın. Çünkü inlemek, Allah Tealâ'nın kahrının bir eseridir. Hasta da inlemek suretiyle kendinde   bir rahatlık hisseder.

Cenâb-ı Hakk'a «Ramazan» denilmesi de bu kabildendir...

3 — Allah Tealâ'ya yeni isim ve sıfatlar izafe etmemek:

— 109 —

Allah Tealâ'nın isim ve sıfatları mevzuundaki nasslarla ittifa etmek, ayrıca yeni İsim ve sıfatlar takmamak gerekir.

Müslüman âlimlerin ekseriyeti (Cumhur), nakille varid olmayan isim ve sıfatları Allah'a, isnad etmenin caiz olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir.

Mesela : Allah Tealâ'ya «kâinatın en büyük mühendisi» veya mahlukâtm sevkü idaresini üzerine alan «Umum Müdür vb.» demek asla caiz olmaz. Ancak söz arasında Allah Tealâ'nın tasarruflarını izah için. onu akıllara iyice yerleştirmek gayesiyle zikredilirse caiz olabilir. Yoksa devamlı Allah'ın ismi veya sıfatı olarak kullanılamaz. Evla olan. bu gibi tabirlerden tamamen kaçınmaktır. Böylece Allah Tealâ'ya karşı gereken ihtiram yapılmış olur.

4  — Allah Tealâ'nın zatının ismi:

Yukarıda adı geçen isimlerden yalnız biri «Laf-za-i Celâl: «Allah», Cenâb-ı Hakk'ın zatının ismidir. Diğerleri ise sıfatlarını gösteren isimlerdir.

5  _ Allah Tealâ'nın isimlerinin hususiyetleri: Bazı kimseler,   Allah Tealâ'nın her isminin ken-

— 110 —

dine ait bazı hususiyetleri ve esrarı olduğunu söylerler. Bazıları da çok daha ileri giderek Allah Tealâ'nın her isminin manevi bir hizmetçisi olduğunu ve bu ismi devamlı yad edene hizmet edeceğini iddia eder.

Bu hususta şu kadarını biliyorum : -Şüphesiz ki, her bilenin üstünde daha iyi bilen biri vardır-:

«Allah Tealâ'nın isimleri, mübarek kelimelerdir. Diğer sözlerden daha faziletlidir. Esmâ-i Hüsnâ'da hayır ve bereket vardır. Esmâ-i Hüsnâ'yı zikretmekten büyük sevab elde edilir, insan, Allah Tealâ'yı devamlı zikrederse, nefsi manevi yönden tertemiz olur, ruhu pak olur, kalbi huzurlu olur.»

Bundan başka söylenenler, ne Kur'an-ı Mübîn'de ne de Hadis-i Şeriflerde varid olmuştur. Biz Cenâb-ı Hakk'ın dininde ifrata düşmekten -aşırılığa gitmekten- O'na yeni bir şeyler eklemekten nehyolunmuşuz. Bize intikal eden nasslarla yetinmemiz icab eder.

6 — Allah Tealâ'nın ism-i Azam'ı:

Cenabı Hakk'ın ism-i Azam'ı (en büyük ismi) birçok hadislerde rivayet edilmiştir:

— 111 —

a — Hz. Büreyde (r.a.) rivayet ediyor ki: Resu-lullah (S.A.V.) şöyle dua   eden bir kişiyi lşitmişti:

«Allah'ım!.. Senin Allah olduğunu, senden başka ilah olmadığına, senin birliğine, çaresizlerin yardımcısı olduğuna, doğurmadığına, doğurulmadığına, hiç bir kimsenin senin denginde olmadığına şahidlik ederim.» (16)

Bunun üzerine Resulullah (S.A.V-) şöyle buyurdu :

«Nefsim zatının kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, bu adem Allah'a ism-i Azam ile dua ediyor. Böyle dua edilirse Allah (c.c.) kabul eder, bununla istenirse verir.»

Bu hadis-i şerifi Ebû Davud, Tirmizi, Nesei ve İbn Mace rivayet etmiştir. Münziri, Ebu'l-Hasen el-Mak-disi'den şunu nakleder: «Bu hadisin isnadında tan edilmemiştir. Bu mevzuda bundan daha sahih senedi olan bir hadis rivayet edildiğini bilmiyorum.» Hafız İbn Hacer   el-Askalâni de şöyle der: «Sened bakı-

(16)   Allahümme innî es'elüke bi enni eşhedü çnncke cnte Al-lahU     ilahe  illa  ente  el   ehadü,  es  semcdü,  elezi   lem yelid ve lem yuled ve lem yekûn lehü küfüven ehad.

— 112 ¦—

mından bu hadls-i şerif bu mevzuda en tercih edilen hadistir.»

b — Enes b. Malik (r.a.)den rivayet ediliyor ki; Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Mescide girince bir adamın (17) namaz kılıp şöyle dua ettiğini görmüştü :

«Alleh'ım!.. Senden başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur. Sen Mennân (pek lütuf!.âr)sın. Göklerin ve yeryüzünün yaratıcısı sensin. Celâl ve İkram sahibisin.» (18)

Peygamberimiz (S.A.V.) şöyle buyurdu:

«Biliyor musunuz Allah'a ne ile dua ediyor? Allah'a İsm-i Azam-ı ile dua ediyor. Bu isimle dua edilirse Allah (c.c.) kabul eder. Bununla istenirse verir.»

Bu hadis-i şerifi Ebu Davudi Tirmizi, Nesei ve İbn Mâ-ce rivayet etmişlerdir.

c — Esma Binti Yezid (r.a.} den, Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'in şöyle buyurduğu rivayet olunur:

(17)    Bu adamın Ebu- Ayyaş Zeyd b, es-Samit el-Ensari olduğu söylenilmiştir.

(18)    Celâl ve İkram sahibisin: Yani yücesin, hakiki dostlarına

ikram edicisin.

Risaleler 6

— 113 —

î\ :8

Allah Tealâ'nın Ism-I Azam'ı şu iki ayet-i    celile'de mevcuttur:

«Sizin ilahınız tek olan Allah'tır. O'ndan başka ilah yoktur. Rahman ve Rahimdir. (19)

«Elif, Lam, Mim... O Allah'dır ki, kendinden baş-ka ilah yoktur O hayydır. (Tam ve hakiki manasiyle hayat sahibidir) Kayyum'dur (Harşeye hakimdir).» (20)                                                 ,

Bu hadis-i şerifi İmam Ahmed, Ebu Davud, Tir-mizi, İbn Mâce rivayet etmişlerdir. Tirmizi bu hadis-i şerifin Sahih ve Hasen olduğunu zikretmiştir...

d — Sa'd b. Malik (r.a.J, Peygamber Efendimiz (S.A.V.)in bir Hadis-i şerifte şunları buyurduğunu rivayet eder:

«Allah Tealâ'nın İsm-i Azam'ını size bildireyim mi? Zira bu isimle dua edilirse Allah (c.c.) kabul eder. Bununla istenirse verir, bu da Hz. Yunus A. S.)m üç kat zulumatta (21) yaptığı şu duadır: «Sen-

(19)    Bakara Suresi, ayet: 163

(20)    Âl-i İmran Suresi, ayet: 1-2 .

(21)    Üç zulumat şunlardır: Gecenin karanlığı, denizin karanlığı, balığın karnında meydana gelen karanlık.

— 114 —

den başka ilah yoktur. Seni teşbih ve tenzih ederim!.. Hakikaten ben haksızlık edenlerden oldum.» (22)

Sahabe-i Kiram'drn biri: Ya Resûlellah!.. Bu dua yalnız Hz. Yunus (A.S.)a mı has idi? Yoksa bütün müminlere de şamil midir? diye scrdu. Peygamberimiz de cevaben: «Cenabı Hakkın şu ayetini işitmez misiniz?

«Biz Yunus'u sıkıntıdan kurtardık. Mü'minleri de böylece kurtarırız.»

Bu hadis-i şerifi Hakim rivayet etmiştir.

Kıymetli Kardeşim).. Bu Hadis-i şeriflerden anlıyorsun ki; İsm-i Azam bizzat tayin edilmemiştir. İslâm âlimleri, hadisleri birbirine tercih hususunda ihtilaf etmeleri neticesi, ism-i azamın tayininde anlaşamamışlardır. Hatta bu hususta kırke yakın ihtilaf vardır.

Bu hadis-i şeriflerden ve itimad edilir âlimlerimizin ifadesinden şu neticeye varabiliriz: «İsm-i Azam, Allah Teâiâ'nın birkaç isminden meydana ge-

(22)    Enbiya Suresi, ayet: 87

(23)    Nemi Suresi, ayet: 40

— 115 —

I

Hakk o duayı kabul eder. Ancak duanın kabulü, kabul şartlarının varlığına bağlıdır.»

Bu anlaşıldıktan sonra, birtakım şahısların ism-i azamın bir «sır» olduğunu, yalnız bir kısım insanlara bahsedildiğini söylemek doğru değildir. Bununla muammaları çözdüklerini, kimsenin yapamadığını yaptıklarını ve ismi azamın yalnız kendilerine has olduğunu ileri sürmeleri de Allah ve Resulünden va-rid olmayan birtakım aşırı iddialardır. Bu da kendilerine delil olamaz:

«Kendinde ilahi kitaptan ilim nasibi bulunan biri, gözünü kırpmadan önce onu (Belkıs'in tahtını) sa-len mühim bir duadır. Bununla dua edilirse Cehâb-ı na getiririm, demişti.» (24)

Bu ayetteki : «Kendinde ilahi kitaptan ilim nasibi buluncn biri» ifadesinden   o'nun ism-i azam-ı bilmiş

1

(24) Bunu Hz. Süleyman'a Cinnilerden biri söylemişti. Hz. Süleyman «Kudüs» şehrinde bulunuyordu. Ycmen'in «Sebe» şehrinde bulunan «Belkıs adlı Kraliçenin tahtıyla huzuruna getirilmesini emretmişti ve Kur'an-ı Kerim'de beyan edilen bu zât, Hz. Süleyman'a cgözünü kırpmadan onu sana getiririm» demişti. Bir kısım âlimler, bunu söyleyenin  • İsm-i Azam»  duasını bildiğini söyler.

— 116 —

olduğunu kabul etsekte, müfessirler sarahaten bildirmişlerdir. Bunun okuduğu dua «ya Hayyu ya Kayyum» veya «Allahu lâ ilahe illâ hüve'l hayy'ül kayyum» dua-sidir.

Hele bazıları ism-i azam'ın süryanice, (Ahyâ Şa-rahya) olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu delilsiz bir iddiadır. Aslında bu mevzuda varid olan hadislerin dışına çıkılamaz.

Hülasa: Bazıları muammalara vurulmuşlardır. Kendilerine has bir şeyler iddia etmişler, nakille sabit olmayan bazı şeyleri isnat etmişlerdir. Kitab ve Sünnet'te bulunmayan hususları ileri sürmüşlerdir.

Biz bütün bunlardan şiddetle nehyolunmuşuz. Vazifemiz nasslara sadık kalmaktır. Vesselam...

— 117

 

IV — ALLAH TEALÂ'NİN SIFATLAR!:

1 — Aklı Seiim Nazarında falları;

Allah Tealâ'nın Sh

Kardeşim!.. Şu kâinata ve içindeki yüce hikmetlere acaib varlıklara ve ince sanatlara bir bak!.. Bu âlem uçsuz-bucaksız olduğu halde içindeki nizam ve intizama, devamlı yenilenmeye, yoktan var edilmeye, ilahi kanunların işleyiş tarzına gözünü çevir!

Şu berrak semadaki, gezegenlerin yörüngeleri, ay ve güneşleri, bunlar arasındaki ahenk ve irtibatı gör. Yeryüzündeki bitkilere, maden ve hazinelere, cevher ve elementlere ibret nazarıyla göz at!

Canlılar alemini ve onlara bahşedilen fıtri vazifeleri ve hikmetli işleri müşahede et. insan vücudunun terkibini ve içinde çeşitli vazifeler gören organları incele. Denizler âlemi ve bu âlemdeki acaip birçok mahluku gör. Kâinatta varolan -Mıknatıs, elektrik

— 119 —

esir ve radyum gibi- gizli kuvvetleri ve bunların hikmet ve esrarını düşün!

Sonra bütün bu âlemlere toptan gözünü çevir ve aralarındaki sıkı irtibat ve alâkaları seyret. Hepsinin bir araya gelerek bir kâinatı nasıl teşkil ettiklerini düşün. Her birinin diğerine -sanki bir vücudun azaları imiş gibi- nasıl yardımcı olduklarını anlamaya çalış!..

işte bütün bu incelemelerden sonra delil ve hüccete muhtaç olmadan, daha vahiye ve Kur'an-ı Ke-rim'e bakmadan şu neticeye, şu basit inanca kavuşacaksın.

«Şüphesiz bu kâinatın bir yaratıcısı, bir mucidi, bir yektan var edicisi var!.. Elbette bu yaratıcı, beşeri aklın tasavvur edeceği büyüklükten çok büyüktür. İnsanın anlayabileceği kudretten daha üstün kudret sahibidir. Tam ve kâmil manâsıyla hayat sahibidir. Bütün bu varlıkların hiçbirine muhtaç değildir, hepsinden müstağnâdir. Çünkü O, bütün mahlukattan ence vardır.»

Bu yaratıcı en geniş ve en üstün seviyede Alim'-dir. Bütün bu kâinatın kanunlarının üstündedir. Zira bu nizamı kuran. O'dur. O, bütün bu varlıklardan önce mevcuttur. Çünkü bunların yaratıcısı   O'dur.

— 120 —

O bütün bu varlıklar sona erdikten sonra da bakidir. Çünkü bunları O, yok edecektir.

Kısaca: Kendini şu inancın sahibi bulursun : Bu kâinatı yoktan vareden, üstün bir şekilde idare eden bu Kadir-i Mutlak küçük beşeri akılların idrâk edemeyeceği en yüce kemal sıfatlarıyla muttasıf, noksan   sıfatlardan münezzehtir.

Bu inancı, sende yaratılıştan varolan fıtrî kabiliyetin ile bulacaksın :

«Bu, Allah'ın fıtratıdır, insanları'bu fıtrat üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din, budur.» (25)

Bu uzun mukaddimeden sonra, sana kâinatta bulunan bir kısım hadiseleri nakledeceğim. Göreceksin ki bu misaller, kâinatın büyüklüğüne üstünlüğüne ve sağlamlığına göre basit şeyler de olsalar, yukarda geçen hakikatlar, seni hissetmeye sevk için kâfidirler:

BİRİNCİ NOKTA: Teneffüs ettiğimiz şu hava bir takım unsurlardan meydana gelmiştir. Bilhassa ikisi

(25)   Rum Suresi, ayet: 30

— 121 —

çok önemlidir: (İnsanların teneffüsü için yararlı olan) Oksijen (O) ile (insanların teneffüsü için zararlı olan) ''arbon, işin hikmetli tarafı, insanlar için zararlı olan karbon (C) bitkiler için faydalıdır ve insanlar için fa/dalı alan Oksijen bitkiler için zararlıdır. Bunun neticesi olarak insan oksijeni teneffüs edip, karbondi oksi'.i dışarı verir. Bitkiler tam aksini yaparlar. Bu kâinatı teşkil eden varlıklar arasındaki büyük bir iş-birliğri ve irtibatı göstermez mi?         <

Hayatın temel unsurunu teşkil eden «Solunum» mevzu unca insanla bitkiler arasında mevcut olan şu yardımlaşmaya bir t>ak!.. Acaba bunu yüce, kudretli, her şeyi bilen, büyük hikmetler sahibi Allah'tan baş-. ka kim yapabilir? Söyle bana!..

İKİNCİ NOKTA : Nebati ve hayvan! gıdalardan müteşekkil yemeği yersin... Biyoloji âlimleri, bu gıdaları : Proteinler, karbonhidratlar ve yağlı maddeler gibi kısımlara ayırıyorlar.

Salgıların bazı nişastalı (karbonhidratlı) maddeleri sindirdiğini ve şekerli vb. eriyebilen gıdaları erit-tujim, mide özsuyunun da et gibi proteinli maddeleri sindirdiğini görürsün. Karaciğerden ifraz edilen saf-

I

 

ranın yağlı maddeleri sindirip küçük parçalara böldüğünü, ayrıca pankreasın dört çeşit salgı çıkarttığını, bu salgıların birincisinin nişastalı (karbonhidratlı) ikincisinin proteinli, üçüncüsünün yağlı maddelerin sindirimini tamamladığını, dördüncüsününde sütü peynire çevirdiğini -mayalanma veya fermantasyon denilen vazifeyi yaptığını- müşahede edersin...

Kardeşim!., insan vücudunun organları ile nebati ve hayvan? gıdalar arasındaki şu acaip irtibatı düşün!..

ÜÇÜNCÜ NOKTA: Çiçek yapraklarını çeşit çeşit renklerde, cazip şekilde görürsün. Botanik alimlerine bunun hikmetinden sorduğunda şu cevabı alırsın : «Bu çiçekler, arı vb. gibi böcekleri kendine çeksin diye böyle süslüdür. Böylece onlar ayaklarıyla döllenme tohumlarını (spermaları) alır, dişi çiçeklerin üzerine bırakırlar da döllenme ameliyesi gerçekleşmiş olur.»

Kardeşim!.. Renkli ve güzel çiçeklerin bitkilerle hayvanlar arasında nasıl alâka kurmaya sebep olduklarını seyret... Hatta o kadar kî bitkiler -nesilleri için zaruri olan- döllenme işinde hayvanları kullanıyorlar değilmi?

— 122 —

— 123 —

İşte kâinatta cereyan eden her iş, yüce bir hikmeti, yüksek bir iradeyi, kudretli bir saltanatı, ulvî bir nizamı gösteriyor. Bu hikmetlerin Rabbi, bu azametin sahibi, bu nizamın kurucusu da Allahü Zülcelâl hazretleridir.

Kur'an-ı Kerim bu mevzua çok önem vermekte ve dikkatleri bu üstürt hikmetlere, yüce sırlara çekmektedir. Hemen hemen hiçbir suçesi, Allah Tealâ'nın nimetlerini, kudret ve hikmetlerini gösteren delilleri zikretmekten, insanları bunları düşünmeye davet etmekten halî değildir.  '

Allah Tealfi şöyle buyuruyor:

«Sizin aslınız olan Adem'i topraktan yaratmadı, scnra da sizin hemen insan olup yeryüzüne yayılma» nız Allah'ın kudretini ve birliğini gösteren deliller-c'endiı*.»

«Kendileriyle birlikte yaşamanız için sizlere cin* sinizden eşler yaratması, aranızda bir sevgi ve merhamet tesis etmesi de Allah'ın varlığını ve kudretini gösteren delillerdendir. Şüphesiz ki bunda düşünecek her kavim için ibret olacak   alâmetler vardır.»

«Gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renk-

— 124 —

terinizin değişik olması Allah'ın, -kudretine delalet eden- eserlerdendir. Şüphesiz ki bunda ilim sahipleri için ibret verici deliller vardır.»

«Geceleyin uyumanız, gündüzleyin Allah'ın lütfü ile rızık teminine çalışmanız da O'nun -kudretini belirten- alâmetlerdendir. Şüphesiz ki bunda dinleyen her kavim için ibret verici deliller vardır.»

«Size, yıldırım korkusu ve yağmur ümidi veren şimşsği göstermesi, gökten su indirip onunla ölü haline gelen yeri diriltmesi de O'nun ayet'erindendir. Şüphesiz ki bunda aklını kullanacak her kavim için sayısız alâmetler vardır. (26)

Yine Allah Tealâ ayni surede şöyle buyuruyor: «Allah, rüzgârları gönderip bulutları yürütür. Sonra onları gökyüzünde .dilediği şekilde yayar. Ve parça parça yapar. Nihayet sen de aralarından yağmurun çıktığını görürsün. Allah'ın kullarından dilediği kimselere verdiği yağmurla onlar hemen sevinirler.»

«Halbuki bunlar daha önce kendilerine yağmur indirilmesinden kesin olarak ümitsiz idilsr.»

(26)   Rum Suresi, ayet: 20-24

125

«Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak: Toprağı öldükten sonra nasıl hayat veriyor. Şüphesiz yeryüzüne hayat veren, elbette ölüleri da diriltecektir. O her şeye kadirdir.» (27)

Bunlardan başka Kur'an-ı Kerim'de Ra'd, Kasas, Enbiya, Nemi, Kaf vs. surelerde bu gibi ayetler çoktur.

2 — Kur'an-ı Kerim'de icmâien zikredilen   Allah Tealâ'nın Sıfatları:

Allah Tealâ'nın sıfatlarını iki kışıma ayırabiJiriz:

a)  Sıfat-ı Zatiye: Vücud, Kıdem, Baka, Vahdaniyet, Muhalefet'ün lil havadis ve Kıyam Binefsih.

b)  Sıfat-ı Sübutiye: Hayat, ilim, Semi, Basar, irade, Kudret, Kelâm, Tekvin.

Kur'an-ı Kerimde bir kısım ayet-i kerimeler Allah Tealâ için vacip olan ve kemal-i uluhiyetin gerektirdiği bazı sıfatlarına işaret etmişlerdir.

Şimdi bu ayetleri görelim :

(27)   Rum Suresi, ayet: 50

A — SIFATI ZATİYYE:

a) Vücud: Allah Tealâ'nın var olması ve bu muazzam kâinattaki bütün tasarrufları O'nun yapması demektir.

«Allah O'dur ki, gökleri gördüğünüz şekilde direksiz olarak yükseltmiştir. Sonra kudretiyle Arş'ı istila etmiş, güneş ve ayı kulların menfaatine bağlı kılmıştır. Bunlardan herbiri bir müddete kadar hareket edecektir. Bütün işleri O tanzim eder. Ayetleri uzun uzun açıklıyor ki, Rabbinize kavuşacağınızı kesin olarak bilesiniz.»

«Yeryüzünü uzatıp döşeyen, orada yerli yerinde dağlar ve nehirler vareden, her çeşit mahsulden çift • çift yetiştiren, gündüzü gece ile bürüyen O'duf. Şüphesiz ki bunlarda düşünecek bir millet için Allah'ın varlığını gösteren alametler vardır.»

«Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler ve çatallı çatalsız hurmalıklar mevcuttur. Hepsi c!e aynı su ile sulanıyor. Halbuki meyvelerin bazısını bazısına lezzet bakımından üstün kılıyoruz. Şüphesiz ki bunlarda düşünecek bir topluluk için pek çok ibretler vardır.» (28)

(28)   Ra'd Suresi, ayet: 2-4

— 126

127 —

«Size o kulakları, gözleri ve o kalpleri veren O'-dur. Siz pek az şükrediyorsunuz.»

«Sizi yeryüzünde yaratan O'dur. Kıyamet günün* de hep O'na dönüp toplanacaksınız. Dirilten ve öldüren O'dur. Gece ile gündüzün değişmesi O'na aittir. Halâ aklınızı kullanmıyacak mısınız?» (29)

b) KIDEM VE BEKA: «Kıdem», Allah Tealâ'nın ezeli olması, bütün varlıklardan önce O'nun mevcud olması demektir. «Beka», Allah Teafâ'nın ebedî olması, bütün varlıklardan sonra da O'nun var olması, varlığının sonsuz olması demektir.

«O, (herşeyden önce yegâne varlık olan Allah) evveldir ve (her şay helak olduktan sonra geri kalacak) Ahirdir. (Varlığı sayısız delillerle açık). Zahirdir ve (Akılların idrâk edemiyeceği yüca zatı gizlidir.) Batındır. O, her şeyi bilendir.» (30)

«Allah ile birlikte başka ilahlara ibadet etme. O'ndan başka hiçbir mabud yoktur. O'nun zatından brşka her şey helak olmaya mahkûmdur. Hakimiyet

(29)   Mü'minun'Suresi, ayet: 78-80 (33)   Hadid Suresi,.ayct: 3

— 128 —

O'nundur. Ve sonunda hep O'na döndürüleceksiniz.» (31)

«Yalnız azamet ve ikram sahibi olan Rabbinin zatı bakidir.» (32),

e) VAHDANİYET: Allah Tealâ'nın bir tek olması; eşi, benzeri, ortağı bulunmaması, hiçbir şeye muhtaç olmaması demektir.

«Allah şöyle buyurdu: İki ilah edinmeyin. O ancak tek mabud'dur. O'nun için yalnız benden korkun.»

«Göklarde ve yeryüzünde her ne varsa, hepsi O'nundur. Din de devamlı O'nundur. Böyle iken siz Allah'tan başka    kimselerden mi korkuyorsunuz?»

«Size verilen her nimet Allah'tandır. Sonra siz keder dokunduğu zaman da, hep O'na yalvarır yaka-rırsınız.» (33)

«Allah, üç ilahdan üçüncüsüdür, diyenler, elbette kâfir olmuşlardır. Çünkü bir tek Allah'dan başka hiçbir ilah yoktur. Eğer bu söylediklerinden vazgeçmez-

(31)    Kasas Suresi, ayet: 88

(32)    Rahman Suresi, ayet: 37

Risaleler 6

— 129 —

lerse, içlerinden küfürde devam edenlere muhakkak çok acıklı bir azab dokunacaktır.»

«Hala Allah'a tevbe edip af dilemeyecekler mi? Allah çok bağışlayıcıdır, merhamet edicidir.» (34)

«Yoksa birtakım ilahlar edindiler ve yerden ölüleri onlar mı diriltecek?»

«Eğer yerde ve göklerde Allah'tan başka ilahlar olsaydı, yer-gök fesada uğrar, yok olurdu. O halde Arşın Rabbi olan Allah, onların vasfettikleri her şeyden -bütün noksanlıklardan- münezzehtir.»

«Allah, yaptığından mes'ul olmaz. Kullar ise (bütün yaptıklarından) mes'ul tutulacaktır.»

«Yoksa Allah'tan başka Üahlar mı edindiler? De ki: Delilinizi getirin. İşte benimle beraber olanların kitabı ve işte benden evvelki ümmetlerin kitabı!.. Doğrusu onların çoğu hakkı bilmezler de onun için yüz çevirirler.»

«Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki, ona şöyle vahyetmiş olmayalım: «Gerçek şu ki, ben-

(33)    Nahl Suresi, ayet: 51-53

(34)    Maide Suresi, ayet: 73-74

— 130

den başka ilah yoktur. Onun için bana ibadet edin.» (35)

«De ki: Kimin o yeryüzü ve içindeki bütün varlıklar, biliyor musunuz?»

«Onlar: «Allah'ındır diyecekler. Sen de ki: O halde düşünüp Allah'ın kudretini anlamaz mısınız?

«Yine de ki: O yedi kat semaların Rabbi kim? O çok azametli arşın Rabbi kim?»

«Allah'ındır, diyecekler. Onlara de ki: O halde Allah'tan korkmaz mısınız?»

«De ki: Her şeyin mülkiyeti ve hazineleri elinde olan kimdir ki, daima o koruyup hükmediyor, kendisi asla korunmaya muhtaç olmuyor. Eğer biliyorsanız cevap verin.»

«Yine: Allah'ındır diyecekler. Onlara de ki: O halde nereden aldatılıyorsunuz?»

«Doğrusu biz, onlara Hakkı getirdik. Şüphesiz onlar yalancıdırlar.»

«Allah hiç evlad edinmemiştir. Onunla beraber

(35)   Enbiya Suresi, ayet: 21-25

  131 —

bir'ilah da yoktur. Eğer (müşriklerin dediği gibi) Allah'la beraber birtakım ilahlar olsaydı, o takdirde her ilah sadece kendi yarattığına bakar onunla meşgul olurdu. Aralarında ayrılıklar başgösterir, bir kısmı diğerlerine galip gelmeye çalışırdı. Allah, onların is-nsci ettiği bütün vasıflardan beridir, yücedir.»

«Allah, gaybı ve hazır bulunan her şeyi bilendir. O müşriklerin şirk koştukları şeylerden yücedir.» (36)

«Ey Resulüm!., De ki: Hamd olsun Allah'a, selâm olsun O'nun seçtiği kullarına... Allah mı hayırlı, yoksa ortak koştukları putlar mı?»

«Yoksa, gökleri ve yeri yaratıp da sizin için gökten bir yağmur indiren mi? Bir su ki, biz onunla, sizin bir ağacını bitiremiyeceğiniz güzel manzaralı bağ ve bahçeler yetiştirmlşizdir. Allah ile beraber bir A!-lah mı var? Hayır, onlar hakdan ayrılan bir kavimdirler.»

«Yoksa, arzı bir mesken yapıp ta ortasından ırmaklar akıtan, ona ait sabit dağlar yaratan ve iki denizin orta&ına bir engel koyan mı (hayırlı)? Allah ile

(36)   Müminun Suresi, ayet: 84-92 — 132 —

beraber bir ilah mı var? Hayır, on!arın çoğu   bilmezler.»

«Yoksa sıkıntıya düşen kimse, dua ettiği zaman, onun duasını kabul edip fenalığı gideren, sizi yeryüzünün sakinleri kılan mı (daha hayırlı)? Allah ile beraber bir ilah mı var? Siz pek az düşünüyorsunuz.»

«Yoksa (yola çıktığınız zaman) karaların ve denizlerin karanlıklarında size yol gösteren ve selamete çıkaran, ysğmurun önünde rüzgârları müjdeci gönderen mi? Allah ile beraber bir ilah mı var? Al' bh onların ortak koştukları şeylerden çok yücedir, münezzehtir.»

«Ycksa halkı yaratıp duran öldükten sonra onu tekrar diriltecek olan size gökten (yağmurla) ve yerden (nebatla) rızık veren mi (hayırlı yahut ortak koştukları putlar mı?) Allah ile beraber ilah mı var? De ki: Eğer sözünüzde sadık kimseler iseniz delillerinizi getirin bakalım.» (37)

Daha bunlardan başka Allah Tealâ'nın zatının tek olduğunu, bütün tasarruflarını tek başına yaptığını, ondan başka hiçbir Rab ve ilah bulunmadığını beyan eden nice ayetler mevcuttur...

— 133 —

d) MUHALEFETÜN LİLHAVADİS:    Allah Tealâ' nın yaratüğı mahlukatın hiçbirine benzememesi, çocuk, ana-baba ve şerikten berî olması demektir.

«De ki: O Allah'tır, tek birdir   eşi, ortağı yoktur.»

«Allah, Samed'dir (Her şey Ona muhtaç fakat O hiçbir şeye muhtaç değildir).»

«Doğürmamıştır. Doğurulmamıştır.» «Hiçbir şey de O'na denk olmamıştır.» (38)

«O göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Size kendi cinsinizden eşler yaratmıştır. Hayvanlardan da erkek-li-dişili çiftler... Sizi bu tarzda yaratıp çoğaltıyor. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O Semi'dir (Her şeyi işitir). Basir'dir (Her şeyi görür).» (39)

e) KIYAM BİNEFSİH : Allah Tealâ'nın yarattıklarından hiçbir şeye muhtaç olmaması, zatiyle kaim olması demektir.

«Ey insanlar!.. Siz Allah'a muhtaç kimselersiniz.

(37)    Nemi Suresi, ayet: 59-64

(38)    İhlas Suresi, ayet: 1-4

(39)    Şura Suresi, ayet: 11

134 —

Allah ise hiçbir şeye muhtaç değildir. Herşeyden müstağnidir. Hamd edilmeye layıktır. (Hamiddir).» (40)

«Ben -Azimüşşan- ne göklerle yerin yaratılışında, ne de kendilerinin yaratılışında şahid tutmadım ve hiçbir zaman sapıtmış kimseleri de yardımcı edinmedim.» (41)

B — SIFAT-I SÜBUTİYYE:

a) HAYAT: Allah Tealâ'nın diri olması, tam ve kâmil manâsıyla hayat sahibi olması demektir.

«Allah O Allah'dır ki, kendinden başka hiçbir ilah yo'rtur Hayy'dır. -O ezeli ve ebedî hayat ile bizatihi diridir- Kayyum'dur. Zat ve kemal sıfatlarıyla mahlukatın bütün işlerinde hakim ve onları yapandır. O'nu ne bir dalgınlık ne de bir uyku tutar. Gökte ve yerde ne varsa hepsi O'nundur... (42)

«Elif, lâm, mim...»

«Allah o Allah'dır ki, kendinden başka hiçbir ilah yoktur. Hayy-Jır. O ezeli ve ebedî hayat ile bi-

(40)    Fâtir Suresi, ayet: 15

(41)    Kehf Suresi, ayet: 51

(42)    Bakara Suresi, ayet: 255

— 135 —

 

zatihi diridir. Kayyum'dur. Zat   ve kemal sıfatlarıyla mahlukâtın bütün işlerinde hakim ve onları yapandır.»

«Allah Tealâ Kur'anı önündeki kitapları tasdik edici olarak Hak ile sana indirdi. Daha öncede insanlara hidayet için Tevrat'ı ve İncil'i indirmişti. Bir de hakkı batıldan ayıran kitaplar indirdi. Allah'ın ayet-lerini inkâr edenler (var ya) Muhakkak ki onlara şiddetli bir azab vardır, (isyankârlardan) intikam alıcıdır. (43)

«Allah O'dur ki, sizin için yeryüzünü bir oturma yeri, göğü de bina yaptı. Size şekil verdi, sonra da şekillerinizi güzelleştirdi. Pak ve hoş şeylerden size rızık verdi. -İşte (kudret sahibi olan) bu Allah'dır. Rcbbiniz... Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir?»

«Ezeli ve ebedî hayat sahibi ancak O'dur. O'n-dan başka hiçbir ilah yoktur. O halde dinde ihlas sahibi kimseler olarak O'na dua edin. Hamdolsun âlemlerin Rabbi olan Allah'a.» (44)

b) İLİM : Allah Tealâ'nın herşeyi bilmesi, ilminin her şeyi ihata etmesi demektir.    Cenâb-ı Hakk bü-

(43)    ÂI-i İmran Suresi, ayet: 1-4

(44)    Gafir (Mü'min) Suresi, ayet: 64-65

— 136 —

yük-küçük, maddî-manevî ilim sahibidir.

her şeyi bilir, nihayetsiz

«Hamdolsun Allah'a ki göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nun; Ahirette de hamd O'na mahsustur. O, hâkimdir-hükmünde hikmet sahibidir. Habirdir -her-şayden haberdardır-...»

«O yere gireni ve yerden çıkanı, gökten ineni ve göğe yükseleni hep bilir. O Rahimdir-çok merhametlidir-. Gafurdur-Çok bağışlayıcıdır-. (45)

«Göklerde ve yerde elan her şeyi bilir. Sizin bü-fi:n gizlediklerinizi ve aşikâre yaptıklarınızı bilir. Allah bütün kalblerde olanları bilendir.» (46)

Allah Tealâ Hz. Lokman'ın oğluna vasiyetini hikâye kıssa ederek şöyle buyuruyor:

«Evladım, yapılan iyi veya kötü iş, bir hardal tanesi ağırlığında olsa da bir kaya içinde yahud göklerde veya yerin dibinde gizlense Allah onu meydana çıkarır (ve sahibini hesaba çeker). Çünkü Latif-dir-ilmi her gizli şeye ulaşır. Habir'dir-her şeyin mahiyetini bilir.» (47)

(45)   Sebe Suresi, ayet: 1-2 (4G)   Tegabün Suresi, ayet: 4 (47)   Lukman Suresi, ayet: 16

— 137 —

Allah Tealâ Hz. Şuâyb ile ümmeti arasında geçen hadiseyi' naklederek şöyle buyuruyor :

«Şuâyb'ın kavminden iman etmeyi kibirlerine ye-diremiyen ileri gelenler: «Ya Şuayb!.. Seni ve beraberindeki iman edenleri muhakkak memleketimizden çıkaracağız veyahut bizim dinimize döneceksiniz.» dediler. Şuayb şöyle dedi: «Dininizi istemediğimiz ve hoşlanmadığımız halde mi (bizi geri çevireceksiniz)?»

«Doğrusu Allah bizi dininizden kurtarmışken, sizin dininize dönecek olursak, bir yalan uydurarak Allah'a iftira etmişiz demektir. Dininize dönmemiz, bizim için mümkün değil, meğer ki Rabbimiz olan Allah dilemiş olsun. Rabbimizin ilmi herşeyi kuşatmıştır. Biz yalnız Allah'a güvenmişiz. Ey Rabbimiz!.. Bizimle kavmimiz arasında sen hak olanı hükmet. Sen hüküm verenlerin en hayırlısısın.» (48)

«Görmez misin? Allah hem göklerdeki™ hem yer-dekini hep bilir. Herhangi bir üç sırdaşın bir fısıltısı oluyor mu, mutlak O (Allah) dördüncüleridir. Beş kişinin oluyor mu, mutlak O altıncılarıdır. (Bütün fısıl-

(48)   A'raf Suresi, ayet: 88-89

— 138 —

tıiarını bilir.) Bunlardan sayıca daha az daha çok oluyor mu, muhakkak o, her nerede olsalar, onlarla beraberdir (her şeyler ni bilir),. Sonra bütün yaptıklarını, kıyamet günü kendilerine haber verir. Haberiniz olsun ki Allah her şeyi (noksansız) bilir.» (49)

«Ey Resulüm!.. Sen herhangi bir işte bulunsan, Kur'an'dan her ne okusan, sen ve ümmetin herhangi bir amel yapmanız, siz ona dalıp dururken muhakkak biz üzerinizde şahid oluruz. Ne yerde, ne gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinizden gizli kalmaz, ne bundan daha küçük, ne de daha büyük... Ancak bunların hepsi kitapta (Kur'an'da veya Levh-i Mah-fuz'da) yazılıdır.» (50)

c) SEMİ' VE BASAR: Allah Tealâ'nın her şeyi işitmesi ve görmesi demektir.

«Kocası hakkında seninle mücadele eden ve (kimsesizliği ile ihtiyacından) Allah'a şikâyet eden kadının sözünü Allah işitmiştfr. Allah konuşmalar nızı işitir. Çünkü Allah Semi'dir-her şeyi işiten. Ba-sir'dir-her şeyi görendir.» (51)

(49)    Mücadele Suresi, ayet: 7

(50)    Yunus Suresi, ayet: 61

(51)    Mücadele Suresi, ayet: 1

— 139

AJr

«Gördün mü namaz kılarken bir kula (Peygambere) mani olanı?»

«Bana haber ver, eğer O (mani olunmak istenen Peygamber) hidayet üzere ise.»

«Yahut takva ile emrediyorsa,»

«öbürü de hakkı inkâr ediyor ve hakikatten yüz çevirmişse,»

«Bilmiyor mu ki Allah onu görüyor?» (52)

Allah Tealâ Hz. Musa ve Hz. Harun (A.S.)ı Fir'-avn'a gönderirken şöyle buyurdu :

«Fir'avn'a gidin. Çünkü O hakikaten azdı.»

«Varın da, cna yumuşak söz söyleyin, olur ki nasihat dinler, yahut korkar.»

«(Musa ile Harun) dediler ki: «Ey Rabbimiz!.. Fir'avn'un bize saldırmasından yahut aşırı gitmesin* den korkuyoruz.»

«Allah buyurdu ki: Korkmayın zira ben sizinle beraberim. İşitirim ve görürüm.» (53)

(52)   Alâk Suresi, ayet: 9-14

(53)    Taha Suresi, ayet: 43-46

— 140 —

«Allah, hak ve adaletle hükmeder. O kâfirlerin Allah'tan başka ibadet ettikleri (putlar) işe, hiçbir şeyi yerine getiremezler. Çünkü A'iah Semi'dir. Basir'-dir. (her şeyi işiten ve görendir.}» (54)

d) İRADE: Allah Tealâ küilî irade sahibidir. Dilediği her şeyi yapmaya kadirdir, irade Allah Tealâ'-nın .dilemesi demektir.

«Allah'ın şanı, bir şeyin olmasını dilediği zaman ona sadece «ol» demektir, o oluverir.» (55)

«Bir şehri helak etmeyi dilediğimiz zaman, o membketin zevke düşkün öncülerine itaat emrederiz. Buna rağmen yoldan çıkarlar, itaat etmezler. Artık o şehir yok olmayı hak eder. Biz de onu yerle bir ederiz.» (56)

Allah Tealâ Hızır (a.s.) ile Hz. Musa (a.s.) arasında geçen kıssayı naklederek Hz. Hızır (a.s.)ın ağzından şöyle buyuruyor:

«Onun için Rabbin diledi ki, ikisi de rüşdlerine ersinler ve definelerini çıkarsınlar. Bu, Rabbinden bir

(54)    Mü'min Suresi, ayet: 20

(55)    Yasin Suresi, ayet: 82

(56)    İsra Suresi, ayet: 16

— 141 —

merhamet idi. Ben bunları kendi görüşümle yapmadım. (Rabbin emriyle yaptım) işte senin sabredeme-diğin şeylerin içyüzü budur.» (57)

«Allah sizlere bilmediklerinizi bildirmek, sizden öncekilerin yollarını size göstermek ve tevbelerinizi kabul etmek diler. Allah her şeyi kemal üzere bilen* dir, Yegane hüküm ve hikmet sahibidir.»

«Allah sizin tevbelerinizi kabul etmeyi dilsr. Halbuki şehvetlerine uyanlar sizi doğru yoldan büyük bir meyi! ile harama götürmek isterler.»

«Allah din hususundaki ağır teklifleri üzerinizden hafifletmek murad eder. Zira insan sabır ve tahammül bakımından zayıf yaratılmıştır. (58)

Bu ayet-i kerimeler Allah Tealâ'nın irade sahibi olduğunu ve iradesinin her arzunun üstünde bulunduğunu göstermektedirler. «Al.'ah dilemedikçe siz dile* yemezsiniz.» (59)

e) KUDRET: Allah Tealâ'nın her şeye gücü yetmesi, eşsiz kudret sahibi olması demektir.

(57)    Kehf Suresi, ayet: 82

(58)    Dehr (İnsan) Suresi, ayet: 30

(59)   Nisa Suresi, ayet: 26-28

— 142 —'

«Ey insanlar!.. Şayet öldükten sonra tekrar dirilmek konusunda şüphede iseniz, bilin ki, ne olduğunuzu açıklamak için biz sizi topraktan, sonra insanın manisinden, sonra bir kan pıhtısından, sonra yaratılışı beili-beürsiz bir çiğnem etten yaratmışızdır. İstediğimizi, belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi çocuklar olarak çıkarırız. Böylece yetişip erginlik çağına gelirsiniz. Kiminiz öldürülür, kiminiz de ömrünün en son merhalesine ulaştırılır ki bildiği halde bir şey bilmez olur. Yeryüzünü kupkuru olarak görürsünüz ama biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır, her çeşit güzel bitkiden çift çift yetiştirir. Bunun sebebi: Allah haktır ve gerçektir. Ölüleri diriltir, her şeye kadirdir. Şüphesiz ki kıyametin kopacağı saat geliyor. Allah kabirde olanları di-riltecektir.» (60)

«Ben -Azimüşşan- ne göklerle yerin yaradılışında, ne kendilerinin yaradılışında onları şahid tutmadım. Ve hiçbir zaman sapıtanları yardımcı edinmiş değilim.» (61)

«Celâlim hakkı İçin, biz gökleri, yeri ve araların-

(60)   Hacc Suresi, ayet: 6-7

(61)    Kehf Suresi, ayet: 51

— 143 —

dakileri altı günde yarattık. Bize bir yorgunluk da dokunmadı.» (62

«O Allah'tır ki, iki deryayı salıverdi: Şu birisi tatlı, susuzluğu giderir, bu diğeri tuzlu ve acıdır. Ara* larında da kudretinden bir engel ve birbirlerine karışmayı önleyici bir perde koymuştur.»

«Hem O Allah'dır ki, meniden bir insan yarattı da onu soy ve hısım diye ikiye ayırdı. Senin Rabbin her şeye kadirdir.» (63)

«Görmedin mi? Allah bulutları sürüyor, sonra onları biraraya topluyor. Sonra onları üst üste yığıyor. Grilerin arasından yağmurun yağdığını görürsün. Allah gökte dağ halindeki birikintilerden dolu indiriyor da, dilediği kimseye bununla musibet veriyor. Dilediğinden de onu bertaraf ediyor. Şimşeğinin parıltısı nerde işe gözleri alıverecek.»

«Allah gece 3le gündüzü arka arkaya çeviriyor. Şüphe yok ki bütün bunlarda akıl sahipleri için ibretler vardır.»

(62)    Kaf Suresi, ayet: 38

(63)    Furkan Suresi, ayet: 53-54

«Allah her canlıyı (hususi) bir sudan yarattı. Bunların kimi karnı üstünde, kimi İki ayak üstünde, kimi de dört ayak üstünde yürüyor. Allah dilediği şeyi yaratır. Çünkü Allah herşeye kadirdir. (64)

f)  KELAM: Allah Tealâ'nın harfe, ve sese muhtaç olmadan bizce malum olmayan şekilde konuşması, kelam sahibi olmasıdır.

«Gönderdiğimiz öyle peygamberler yardır ki, onları bundan önce sana beyan ettik, öyle peygamberler de vardır ki, sana onların kıssalarını bildirmedik. Allah Musa'ya vasıtasız hitap etti. Onunla konuştu.» '65)

«Ey Mü'minler... Yahudilerin size inanacaklarını umar mısınız? Halbuki onlardan bir zümre vardı ki Allah kelamını (Tevrat'ı) dinlerler ve hakkı anladıktan sonra onu, bile bile değiştirirlerdi.» (66)

g)  TEKVİN:    Allah Tealâ'nın yaratıcı olmasıdır. Tüm mahlukatı yaratmış olmasıdır. O her şeyi yaratmıştır, yaratıcı güce sahiptir.

(64)   Nur Suresi, ayet: 43-45

(65)    Nisa Suresi, ayet: 164

(66)    Bakara Suresi, ayet: 75

144 —

Risaleler 6

— 145

F.

«Var mıdır Allah'tan başka yaratıcı?..» 3 _ İki Mühim Mesele:

a)  Allah'ın Sıfatları Sayılamayacak Kadar Çoktur:

Allah Tealâ ve Tekaddes hazretlerinin Kur'an-ı Kerim'de birçok sıfatları zikredilmiştir. Allah Tealâ'-nm sıfatları saymakla bitmeyecek kadar fazladır.

Onun kemali nihayetsizdir. Kemalinin hakiki mahiyetini beşeri akıllar İdrâk edemez. Biz onu teşbih ve tenzih ederiz. Onu layıkıyle övmekten aciziz. O zatını nasıl övmüşse öyle yücedir.

b)  Allah Tealâ İle Mahlukatının Sıfatlan Birbirinden Farklıdır:

Her mü'minin dikkat etmesi icab eden mevzulardan biri de şudur:

Allah Tealâ'nın sıfatını İfade eden bir lâfız, yaratılanların sıfatını da ifade ederse aynı lâfız farklı manâlarda anlaşılmalıdır.

Mesela: «Allah Tealâ Âlimdir» denilmesi «filan kişi alimdir» denilmesinden çok ayrı bir manâ taşır, çünkü": Allah Tealâ'nın ilmi nihayetsizdir.   Onun il-

— 146 —

mine kıyasla mahlukatının İlmi yok hükmündedir. Hayat, ilim. Semi'. Basar, İrade, Kudret, Kelam, Tekvin vb. gibi sıfatlar da Allah Tealâ için kullanıldığı zaman hususi bir manâ kazanmış olur. Zira Allah Tealâ yarattıklarından hiçbirine benzemez.

İlahi sıfatların kâinattaki eserlerini, bunların bu elemdeki tecellilerini bilmek kâfidir. Yoksa bizler bu sıfatların hakiki mahiyetlerini bilmekle mükellef değiliz.

Allah Tealâ'dan bizleri hatadan korumasını ve hidayet ışığında yürümemizi niyaz ederiz...

4) Allah Tealâ'nın Sıfatlarının Isbatı: a) Aklî ve Mantıki Delillerle Isbatı:

llm-i Kelâm alimleri, Allah Tealâ'nın sıfatlarını aklî ve mantıkî delillerle isbat etmeye çalışmışlardır. Bizce bu, güzel bir harekettir. Çünkü bilgilerin menşei ve mükellefiyetin sebebi akıldır. Meseleler akıl ile isbat edildiğinde kimsenin kalbine şüphe doğmaz.

Bununla beraber, Allah Tealâ'nın varlığı ve kemal sıfatlarıyla muttasıf olduğu delile muhtaç olma*

147

yan açık hakikatler (bedihlyât) hükmündedir. Bunları isbat etmek için bizder) delil İsteyenler, ancak kalbi hasta, beyni durmuş, delil de olsa kabul etmeye» cek kişilerdir. Buna rağmen bazı deliller zikretmekte fayda mülahaza ediyoruz:

Birinci Delil: Bu kâinat azameti ve heybetiyle, nizam ve intizamiyle ulu yaratıcının varlığını, yüceliğini ve mükemmelliyetlnl açıkça gösteriyor.

İkinci Delil: Bu alemi yaratan yüce Halik, kemal sıfatlarına sahip olmasaydı, yarattıklarında sıfatlarının eserleri ve tecellileri nasıl mevcut olabilirdi? Zira bir şeyden mahrum olan onu başkasına veremez.

Üçüncü Delil: Bu deli! o yaratıcının tek olduğunu İsbat eder.

Bir olmayıp (hâşâ) birkaç tane yaratıcı bulunması, anlaşmazlığa, çekişmeye, fesada ve hâkimiyet kavgasına yol açar. Şayet birkaç tane olup ta yalnız biri tasarrufta bulunsa, bu takdirde diğerlerinin sıfatlarının ksymetl olmaz. Hepsi müştereken yaratsalar, her birinin bazı sıfatları çalışmaz hale gelir. Ulühlyet sıfatlarının kullanılmaması İse ulflhlyetln yüceliğine ve azametine ters düşer, öyleyse kemal sıfatlarını haiz bu yüce kudret sahibinin Allah Tealâ'nın tek olması've Cndan başkc İlah bulunmaması Icab eder... — 148 —

Bu deliller, yaratıcının varlığını ve sıfatlarını İsbat eden mantıkî burhanlardan blr-iki numunedir. Tafsilatını öğrenmek isteyen temel kaynaklara müracaat etsin!..

Ancak Allah lealâ'mn var olduğunu ve kemal sı-ftlarıyla muttasıf olduğuna iman etmek insanda yaratılıştan mevcuttur. Temiz vicdanlarda yerleşmiştir. «Allah Tealâ'nın nur vermediği kimselerin nurdan nasibi yoktur.» (67)

b)     Birçok İnsanların İleri sürdükleri bir sual:

Ebu Hu rey re (r.a.)den Peygamber Efendimiz (S. A.V.Jİn şöyle buyurduğu rivayet olunur:

•insanlar durmadan birbirine soru sorarlar. Hatta şunu da söylerler: (Mahlukatı Allah yarattı. Peki, Allah'ı kim yarattı?) Kim ki kendinde bu gibi sorulardan bir şey hissederse Allah'a iman ettim, desin.* (68)

(67)    Nur Suresi, ayet: 40

(68)    Müslim. İmam Mazini (r.a.) bu hadis-i şerifi söyle    izah «diyor: Hatıra gelen şeyler iki   kısımdın Biri, .şüpheye yol açmayan gelip - geçici» düşüncelerdir. Bu gibi düşüncelerden sakınmakla kurtulmak mümkündür. Hadis-i Şerif bu kısma işaret etmektedir. Bu cins şüphelere vesvese denir. İkinci -kısım ise, devamlı şüpheye y.ol    açan düşüncelerdir. Bu ise ancak delil getirmekle, çürütmay* çalışmakla giderilebilir. Vallahti a'lem!..

— 149 —

Bu sual hatalıdır. Zira bizler Allah'ın zatını araştırmamak için emrolunmuşuz. Bizzat kendimizi idrâk etmekten aciz olan akıllarımızın Allah Tealâ'nın zatını anlamaktan aciz kalmaları gayet tabiidir.

Bununla beraber bir kısım insanların kalbine bu gibi sualler gelebilir. Bunlara şu misali vermek suretiyle kalblerini mutmain edecek şekilde cevaplandırmaya çalışacağız:

Farzetki, kitabını masanın üzerinde bırakıp dışarı çıktın. Geri döndüğünde onu rafın Özerinde gördün. Bu kitabı bir kişinin masadan kaldırıp rafa koyduğuna inanırsın değil mi? Çünkü bu kitabın kendi kendine yer değiştirmeyeceğini biliyorsun. (İşte bütün yaratılanlar böyledir.)

Buna karşılık seninle beraber koltukta oturan bir kişiyi bırakıp dışarı çıksan. Sonra döndüğünde onu halının üzerinde oturduğunu görsen, niçin yer değiştirdiğini sormayabilirsin. Bir kimsenin onu sandalyeden alıp yere koyduğuna elbette İnanmazsın. Çünkü sen biliyorsun ki bu adam yer değiştirebilme kabiliyetine sahiptir.

•İşte Cenâbn Hak'ta yaratma   hususunda Myle-

— 150 —.

dir. Onun İçin «Allah'ı kim yarattı» sorusu yersiz ve mantıksızdır.»

Bu iki misali gözönünde tutarak şu sözümü dinle:

Bütün bu varlıkların sonradan meydana geldiklerini, kendi kendine var olmadıklarını böyle olunca da «bunları bir yoktan vereden» bulunduğunu biliyoruz.

Bu varlıkların hepsi sonradan var olmuştur, öyleyse bunları var eden biri vardır. Bu yaratıcı hiçbir şeye muhtaç olmamalı, bizatihi mevcut olmalıdır. Başka birinin onu var etmesine ihtiyacı olmamalı, ke-mâl-i uluhiyet sahibi olmalıdır. İşte O da Allah Tea-lâ'dır.'

Geçen iki misali ve bu sözümü düşünmen sana kâfidir. Beşeri akıl bundan ileri gidemez. Cenâb-ı Hak'tan hataya düşmememizi niyaz ederiz... Zira O Rahman ve Rahîm'dir.

Şimdi sana Allah'ın varhğını ve kemal sıfatlarla muttasıf olduğunu isbat hususunda Avrupalı alimlerin sözlerini nakledeyim.

c) Allah Tealâ'mn ve sıfatlarının   varlığı    İsbat hakkında Fen alimlerinin görüşleri:

— 151 —

Bundan önce islâm İnancının tertemiz vicdanlar* da yaratılıştan mevcut olduğuna, bulanık olmayan zihinlerde yerleştiğine, açık hakikatler (bedihiyat) derecesine ulaştığına ve aklın bunu kabul ettiğine İşaret etmiştik...

Bundan dolayıdır ki bazı Avrupalı alimler hiç bir dinden almadıkları halde Allah'ın ve sıfatlarının varlığına inanmışlardır. Bunların bir kısım İtiraflarını nakledeceğim.

Bunlarla islâm inancını takviye etmek gayesini gütmüyorum. Bu İnancın yaratılıştan her insanda bulunduğunu isbat etmek istiyorum. Dinî İnançlardan sıyrılıp vicdanlannı batıl şeylerle körletenlerin dillerini kesmek için bu sözleri aktaracağız:

a) Fransız Alimi Dekart (Descartes) söyle diyor:

«Acizliğimi idrâk etmekle beraber, mükemmel bir zatın varlığının gerekli olduğunu kuvvetle hissediyorum. Bu hissi bana verenin, bütün kemal sıfatlarıyla muttasıf olan o zat olduğuna Ister-Sstemez İnanıyorum. O yüce  zat Allah Tealâ'chr.»

Dekart. bu sözüyle kendisinin aczini ve noksanlığını itiraf, Allah'ın varlığını ve kemalini isbat edl-

— 152 —

II

 

yor. His ve şuurunun Allah'tan bir hibe olduğunu ifade ediyor. «Bu, Allah'ın ilahi kanunudur. İnsanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır. Allah'm yaratmasında değişiklik yoktur. İşte dosdoğru din budur.» (69)

b)  Çekim Kanununu keşfeden meşhur ingiliz alimi Isaac Newton (Nevvtcn) şöyle diyor:

Yaratıcı hakkında şüphe etmeyin. Çünkü bu varlıkları sadece tesadüflerin idare etmesi akla sığmaz.»

c)  İngiliz    Astronomi alimi Herşel    (Herschel) şöyle diyor:

«İlmin sahası genişledikçe ezeli, nihayetsiz kudrete sahip bir yaratıcının varlığını gösteren sarsılmaz deliller artmıştır. Jeoloji alimleri, Matematikçiler, Astronomi ve Fen alimleri ilim kalesini yardımlaşarak kurmuşlardır. İlim kalesi Allah'ın yüceliğine ve birliğine şahid olan yıkılmaz bir kaledir.»

d)  Fransız alimi Kamil Flamariyo (Camille Flam-m&rion)   «Tabiatta Allah» adlı eserinde «Linne» (70) adındaki alimden şu sözler! nakleder:

(419)   Rum Suresi, ayet: 30 (70)   İsveçli tabiat bilgini.

— 153

«Ezeli ve ebedi olan, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten Allah üstün ve eşsiz sıfatlarıyla bana tecelli etti. O kadar ki hayret ve dehşet İçinde kal' dım...                                                           '

En küçüğünden en büyüğüne, zerrelerden kürre-lere kadar yarattıklarını nasıl bir kudretle, ne üstün bir hikmetle Icad etmiş!..

Bu kâinattan elde ettiğimiz sayısız menfaatler, onları bizim hizmetimize veren Allah'ın yüce merhametine şahidlik eder. Kâinatın mükemmel oluşu, ahenk içinde devam et nesi O'nun hikmetlerinin eş-sizliğini gösterir. Kâinatın yok olmaktan korunması, durmadan yenilemesi ise onun celalini ve azametini gösterir.»

e) İngiliz alimi Herbert Spencer (7!) «Terbiye ilmi» hususunda yazdığı eserinde şöyle diyor:

«İlim hurafelere karşıdır, fakat hiçbir zaman dine karşı değildir. Maddî tabiat ilminin birçok kısmında «dinsizlik kokusu» bulunmaktadır. Fakat sathi bilgileri aşıp gerçeklere varan köklü bilgiler, dinsizlik ruhundan çok uzaktır. Maddî ilimler hiçbir zaman dine karşı değildir.

(71)   İngiliz Filozofu Geüçme Felsefesinin kurucum.

¦Kendini maddî ilimlere vermek de bir nevi (s siz) İbadettir. Tetkik edilen şeylerin kıymetli olduğunu ve yaratıcısının eşsiz kudret sahibi olduğunu sessiz bir şekilde itiraftır. Bu araştırma lisan ile yapılan bir teşbih değil, bilfiil yapılan teşbihtir. Dille ihtiram değil, çalışma ve düşünme ile meydana gelen bir ihtiramdır.»

Tabiat ilmi, herşeyin asıl müsebbibi olan Allah'ın zatını idrâk etmenin mümkün olmadığını insanlara kolaylıkla ve zorlamadan anlatır. Bize Allah'ın bizzat kendini görmemizin imkânsızlığını anlatırken açık bir yola başvurur.

Şöyle ki: Bizi aşamadığımız sınırlara kadar ulaştırıp bırakır. Bundan sonra da «akılüstü» hadiselere karşı insan aklının ne derece aciz olduğunu gösterir.-

Spencer sözlerine şöyle bir misalle devam eder: «Bir damla suyu görüp onun belirli bir oranda oksijen «O» ve Hidrojen «H» bileşiği olduğunu ve bu oran değişirse sudan başka bir şey olacağını bilen bir alim, onu sadece bir damla sudan ibaret sayan ve tabiat bilgini olmayan bir adamdan daha güzel ve

— 155

I

daha İyi bir şekilde yaratıcının azametini,   kudretini, hikmetini ve ilmi ihatasını idrâk eder.»

Yine bir dolu tanesine mikroskopla bakan, ondaki geometrik güzelliği ve ince sanatı gören bir alim : Bu kar tanesini soğuğun tesiriyle donmuş bir yağmur tanesinden ibaret sayan bir kimseden daha fazla olarak yaratıcının güzelliğini, üstün hikmet sahibi olduğunu hisseder.

Netice:

Maddî İlim sahiplerinin bu konudaki sözleri sayılamayacak kadar çoktur. Bu naklettiğimiz sözler kâfi gelir. Bunları yazmaktan maksadımız; neslimizin sahip olduğu dininin Allah tarafından te'yid edildiğini ve müsbet ilimlerin de Allah'ı isbat etmekten başka bir şey olmadığım bilmesi içindir.

Allah Tealâ'nın şu kelamı bunu ne güzel İfade ediyor: «ileride biz onlara hem yeryüzü etrafında hem bizzat kendilerinde bulunan kudretimizin alametlerini öyle göstereceğiz ki. Resulün sözünün hak olduğu gözler önüne serilecektir. Rabbinin her şeye şahid olması yetmez mi?» (72)

5 — ALLAH TEALA'YA SIFATLAR:

NİSBET    EDİLEN BAZİ

A — Açıklama:

KuKan-ı Kerim'de ve Hadisi Şeriflerde Allah Tealâ'ya nisbet edilen bir kısım sıfatlar zikredilmiştir Bu sıfatlar, görünüşte Allah Tealâ'nın (hâşâ) yarattıklarına benzediğini andırmaktadır.

Bunların bir kısmını misal olarak zikredip bunlar hakkında söylenilen sözleri nakledeceğiz. Günümüze kadar insanlar arasında tartışma konusu olan bu meselenin gerçek yüzünü açıklamaya bizi muvaffak kılmasını Cenâb-ı Haktan niyaz ederiz.

Yüce Rabblmlzden hataya düşürmemesini, bize doğruluğu ilham etmesini temenni ederiz. Allah (c. c.) bize kâfidir. O ne güzel vekildir...

B — Sıfatla İlgili ayetlerden misaller:

a) «Vech» lâfzı rAllah Tealâ şöyle buyuruyor:

«Yeryüzünde bulunan her şey fanidir. Ancak met ve İkram sahibi Rabbinin vechl bakidir.» (73)

(72)   Fuasilct Suresi, ayet: 53

156 —

(73)   Rahman Suresi, «yet: 27

— 157 —

LJ

Ayet-I kerlme'de «yüz» manâsına gelen «vech» lafzı Cenâb-ı Hakk'a izafe edilmiştir. Bu ve benzeri ayetlerde zikredilen «vech» kelimesi mecazen Allah'a nisbet edilmiştir. Bundan maksat «Allah Tea-lâ'nın zatı» demektir.

Zikr-i Cüz ve îrade-f Küll kabilindendir. '

b) «Ayn» lafzı: Allah Tealâ Hz. Musa'ya hitaben şöyle buyuruyor:

«Zaten sana bir defa da iyilikte bulunmuştur. Hani annene ne vahyedilmesi gerekiyorsa onu vah-yetmiştik: «Onu bir sandığa koy da suya bırak. Su onu kenara atar. Sana da, ona da düşman olan birisi onu alır.» Gözümün önünde yetişesin diye seni böyle sevgili kıldım.» (74)

«Nuh'a vahyedildikl, kavminin İçindeki mG'mln-lerden başkası iman etmiyecektir. Onların yaptıklarına üzülme. Gözümüzün önünde sana bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap. Zulmedenler için bana bir şey söyleme. Çünkü onlar boğulacaklardır.» (75)

I

(74)   TâhA Suresi, ayet: 37-39

(75)    Hud Suresi, ayet: 36-37

— 158

Bu ve benzeri ayetlerde «Ayn (göz)» lafzı Cenâb-ı Hakk'a izafe edilmiştir. Bu da mecazidir. Allah Tealâ'nın (hâşâ) bizim gibi gözü yoktur. Burada göz görmeyi, murakabeyi ifade eder. Gözümüzün önünde «Allah'ın murakabesi altında» demektir. Zikr-i mahal ve irade-i hal kabilindedir. Göz zikredilir. Gözün yaptığı iş kasdedilir.

c) «Yed» lafzı: Allah Tealâ şöyle buyuruyor: «Muhakkak ki sana biad edenler, ancak Allah'a biad etmektedirler. Allah'ın «eli» onların elinin üstündedir. O'nun için kim bu ahdi bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse ona Allah büyük ecir verecektir.» (76)

«Yahudiler: «Allah'ın eli» bağlıdır, bize rızık yağ* dırmaz» dediler. Bu sözleri sebebiyle kendi elleri hayır yapmaktan bağlandı ve lanete uğradılar. Doğrusu Allah'ın «eli» açıktır. Dilediği şekilde ihsan eder.» (77)

«Ellerimizle» kendileri İçin hayvanlar yarattığımızı, görmezler mi? Halbuki onlara sahip oluyorlar.» (78)

(76)    Fetih Suresi; ayet: İO

(77)    Maide Suresi, ayet: «4

(78)    Yasin Suresi, ayet: 71

159 —

Bütün bu ayetlerdekl «Yed-«l» lafzı Allah Tealâ'ya Isnad edilmiştir. Bundan maksat Allah Tealâ'nın kuvvet ve kudretidir.

d) «Nefs» lafzı: Allah Tealâ şöyle buyuruyor:

«Mü'minler, mümin kardeşlerini bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah İla olan münasebeti kesilmiş olur. Ancak onlardan sakınma vaziyeti müstesna. Allah size «nefsinden» korkmayı emrediyor. Nihayet dönüş Allah'adır.* (79)

«Hatırla ki, Allah şöyle buyurdu: «Ey Meryem oğlu Isa!.. «Allah'ı bırakıp ta ben] ve annemi iki ilah edinin» diye sen mi insanlara söyledin? Isa: «Seni tenzih ederim, hak olmayan sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer söylediysetn muhakkak onu bilirsin, içimde olan herşeyi sen bilirsin; fakat ben senin «nefsinde» olanı bilemem. Şüphesiz ki sen gayıblan (tam olarak) bilensin.» (80)

Bu ayetlerde «Nefs» kelimesi mecazen Allah'a nisbet edilmiştir. Nefisden maksat «Allah Tealfi'nın zatı'dır.»

1

(79)   Al-1 İmran Suresi, ayet: 28

(80)    Maide Suresi, ayet: 116

¦ — 160 —

e)  «İstiva» lafzı: «Rahman Arş'a istiva etti» (81)

Bu ayet-i kerimede oturmak ve hükmetmek manâlarında olan ««istiva» kelimesi zikredilmiştir. Bu kelimenin ««oturmak» manâsına geldiği kabul edilirse mecazen Allah'a nisbet edilmiş olur.

f)  «Cihet» izafe edilmesi: Allah Tealâ şöyle buyuruyor :    «O kullarının «üstünde» yegâne hâkimdir. Sizi muhafaza edici melekler gönderir. Artık birinize ölüm gelince elçilerimiz bir eksiklik yapmaksızın onun ruhunu alırlar.» (82)

Burada zikredilen «kullarının üstünde» kelâmından maksad, şan ve şeref bakımından kullarından yüce demektir. Elbetteki yer bakımından değil.

«Gökte olanın» sizi yerin dibine geçirmesinden emin mi oldunuz o zaman yer sarsıldıkça sarsılır.» (83)

«İzzet ve kudret isteyen bilsin ki kudret tamamen, Allah'ındır. Güzel sözler «Ona yükselir.» Amel-i saiiiıi de O yükseltir. Kötü hileler kuranlara gelince

(81)    Tâhâ Suresi, ayet: 5

(82)    En'am Suresi, ayet: Gl

(83)   Mülk Suresi, ayet: 16

Risaleler 6                        "*"

161

F. : 11

onlara şiddetli bir azab vardır. Ve onların kurdukları tuzaklar hep boşa çıkacaktır.» (84)

Allah Tealâ'ya yön-cihet n'-sbet eden bu gibi ayetlerde bu ifadeler mecazen kullanılmıştır. Burada «Gökte olan»dan maksad, saltanatı ve kudreti gökleri kaplayan demektir. «İyi sözler O'na yükselir»den mak-sad; Allah (c.c.) iyi sözleri bilir. «Allah salih amelleri yükseltir» demek onları kabul eder manasınadır.

g) «Bazı filîler nisbet edilmesi: Allah Tealâ şöyle buyuruyor:

«Allah ve peygamberini incitenlere Allah dünyaca da r.i.irette de lanet eder. Onlara rezil edici bir ızab haz Hamisizdir. (85)

«Irzın muhafaza etmiş olan fmran kızı Meryem I de (misal verdik)... Ona ruhumuzdan üflemiştik. O. Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etmişti. Hem o, ibadete devam edenlerden idi.» (86)

«Heyir, yer parça parça olduğunda Rabbin gelip melekler saf saf olduğunda...» (87)

(81)   FAtır Suresi, iiyot: 10

'85)   Ahzab Suresi, ayet: 58

(86)    Tahrim Suresi, ayet: 12

(87)   Fecr Suresi, ayet: 21-2?

Bu ayetlerde «Allah'ın incitilmesi», «Meryem'* ruhundan üflemesi» ve «Allah'ın gelmesi» mecazen zikredilmiştir. «Allah'ın İncitilmesi» imân etmeyenlerin Allah'ı layık olmadığı sıfatlarla tavsif etmeleridir. Meryem'e Cebrail vasıtasıyle Allah Tealâ'nın yarattığı ruhlardan biri üfletilmiştlr. «Allah'ın gelmesinden maksat, onun emrinin ve hükmünün gelmesi demektir.

C — Sıfatla ilgili Hadislerden Misaller:

Mezkûr ayet-! kerimeler gibi bir kısım hadis-i şeriflerde de «el, ayak, yüz... gibi» bazı uzuvlar mecazen Allah'a nisbet edilmiştir. Diğer bir kısım hadislerde de bunlara benzer mecazi manâlar Allah Tealâ'ya izafe edilmiştir.

Misal olarak şu üç hadis-i şerifi nakledeceğiz:

a) Ebu Hüreyre (r.a.)den Peygamber Efendimiz (SAV.)'in şöyle buyurduğu rivayet olunur:

«Allah, Hz. Adem'i kendi suretinde yarattı. Boyu 60 arşın idi. (88) Allah Tealâ Hz. Adem'i yarattıktan

(88)   Arsın 75-90 cm. arasında bir uzunluk ölçüsüdür. Bkc Mev-rid.

162 —

sonra: «Git, oturan şu meleklere selâm ver de bak senin selâmını nasıl alıyorlar. Zira o senin ve neslinin selâmıdır» buyurdu. Hz. Adem «Es-Selamü Aley-küm» dedi. Melekler de: «es-Selâmü Aleyküm ve rahmetullah» deyip (ve rahmetuüah'ı) ilave etmiş oldular. Cennete giren her kişi Hz. Adem'in suretinde olr.caktır. Mahlukatın yapısı gün geçtikçe düşüş kaydetmektedir. (89)

«Allah'ın Adem'i kendi suretinde yaratması» Hz.

Adem (A.S.)in mükemmel bir insan şeklinde yaratılması demektir. Yani ne anne rahminde durmuş ne de çeşitli merhaleleri geçip büyümüştür, ilk olarak tam bir insan yaratılmıştır. Yani Allah (c.c.) Hz, Adem'i kendi sıfatlarına benzeyen sıfatlarla yarattı. İnsan da bilir, işitir, görür vs. Ancak Allah'ın sıfatları kadimdir. İnsanlarınki hadistir.

b) Enes b. Malik (R.A.)den rivayet edilmiştir. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) şöyle buyurmuşlardır:

«İnsanlar durmadan cehenneme atılır. Cehennem ise, «Daha var mı?» der. Nihayet yüce Mevlâ ayağını oraya koyar. Cehennem bir köşeye çekilerek «iz-

(89)   Buharı ve Müslim.

164

zetü celâl'in hakkı için artık yeter» der. Buna karşılık Cennette devamlı boş yer bulunur. Allah Tealâ o boş yerler için mahluklar yaratır da oraları doldurur.» (90)

Bu hadiste zikredilen «Allah Tealâ ayağını Cehenneme koyar» cümlesinden maksat şudur: Allah Tealâ Cehennemin daha fazla istememesini emreder.

c) Ebu Hureyre (R.A.)den Peygamber Eferdimiz (S.A.V.)'in şöyle buyurduğu rivayet olunur:

«Şüphesiz ki Allah'ın birinizin tevbeslntf sevinmesi, kaybettiği şeyi bulan kimsenin sevincinden daha çoktur.» (91)

Burada «Allah Tealâ'nın sevinmesinden maksat, -kulun_4evbe etmesinden razı olması demektir.

6 — ALLAH TEALÂ'YA MECAZEN NİSBET

EDİLEN SIFATLAR HAKKINDA GÖRÜŞLER

1 — Batıl Görüşler:

a) Mücessime ve Müşebbihe:

(9!))   Buharı ve Müslim. (91)   Buhari ve Müslim.

   165

Allah Tealâ'ya cisim izafe eden Mûcesslma ve O'nun mahlukatma benzediğini iddia eden Müşebbihe birinci grubu teşkil eder.

Bu İki fırka yaratılanlar gibi Allah Tealâ'mn da yüzü eli... vs. olduğunu ve insanlar gibi sevindiğini, güldüğünü... vs. iddia ederler. Bunlardan bazıları Aİ-lah Tealâ'yı «ihtiyar bir kişi» olarak tasvir ederken bazıları da «genç» olduğunu iddia ederler.

Şüphesiz bu grubun, islâmla uzaktan-yakından hiçbir alâkası yoktur. Bunlara cevap vermek gerekirse Allah Tealâ'mn şu kelâmı kâfidir:

«Ailah'in hiçbir benzeri yoktur. O en İyi İşiten (Semi') ve en iyi görendir (Basir). (92)

¦Ey Muhammedi.. De ki: «O, Allandır, bir tek-tir. Heraey O'na muhtaç, O hiçbir şeye muhtaç de» ğlldir (Sameddir). Ne doğurmuş ne de doğurulmuş-tur. Hiçbir kimse de O'na denk olmamıştır.» (93)

b) Cehmlyye ve Muattıla:

Bunlar Allah   Tealâ'mn bütün sıfatlarını manasız

(92)   Sura Suresi, jıyet: 11 (M)   İhlas Suresi, ayet: 1-4

— 166 —

olarak kabul ederler. Bunlara göre uzuvl&rdan beridir.»

<Allah Tealâ ise

Bunlar, Allah Tealâ'nın sıfatlarını manâsız bırakarak Allah'ı tenzih ettiklerini ileri sürerler. Bir parça aklı olan kişinin bu çürük sözü doğru bulacağını sanmam. Azalara muhtaç olmadan konuşmak, duymak, görmek,, vs. bazı mahluklarda bulunduğu halde Allah Tealâ'mn azalar olmadan konuşması, duyması, görmesi nasıl mümkün olmaz?

Bu görüşler de, doğru ile uzaktan, yakından alâkası olmayan, sakat görüşlerdir. Şimdi ilm-i Akald'de önem verilen    Selef ve Halefin görüşlerini-zikredelim:

2 — Selef ve Halefin Görüşleri:

A) Sıfat Âyet ve Hadisleri hakkında Selefin Görüşleri :

Selefi Salihîn (r.a), «Bu ayet ve hadislere olduğu gibi iman eder, bunların gerçek manâlarını açıklamayı Allah'a bırakırız.» derler.

Böylece onlar «el, göz, oturmak, gülmek, hayret etmek» gibi şeylerin var olduğunu, fakat hakiki ma-

— 167 —

nâlarmın ne olduğunu bilmediklerini söyler ve Resulullah (s.a.v.)ın bu hususlardan bizi şu hadisle neh-yottiğini ifade ederler:

«Allah'ın yarattıklarında düşünün. Fakat Allah'ın zatı hakkında düşünmeyin. Çünkü siz O'nu layıkıy'e tekdir edemezsiniz.» (94)

Ancak Selef, Allah ile mahlııkatı arasında hiçbir benzerlik olmadığına katiyetle inanmaktadır. Bu hususta aşağıda gelecek sözlerini nakledelim :

a) Ebu Kasım Lâ-Likai, «Usulüs-Sünne» adlı kitabında Ebu Hanife'nin talebesi İmanı Muhammed'den şunu rivayet ediyor: İmam Muhammed buyuruyor ki :

«Doğudan batıya kadar mevcut olan fakihler, şu hususta ittifak etmişlerdir : Allah Toal.ı'nın sıfatları hakkınca Resulullah (S.A.V.)den güvenilir ravîler yoluyla nakledilen Hacis-i şeriflere ve Ayet'i kerimelere iman farzdır. Bu sebeple Allah Tealâ'nın sıfatlarını beyan eden ayet ve hadisleri te'vil, teşbih veya tavsif, etmemek gerekir.»

(91) Bu lıadis-i seufi Ebu Nalm •Hulyr» ndlı kitabında rivayet etmiştir. Ayrıca, Esbehani .ot-Terfiil) ve't-Teıhib» adlı kitabında rivayut etmiştir. Keza, Ebu ej-Şeyh, de riva-Vıt etmiştir,

— 168 ~

 

«Günümüzde kim herhangi bir te'vÜde bulunsa Resulullah (S.A.V.)ın yapmadığı bir şeyi yapmış olur. Böylece Cemaatten ayrılır. Çünkü cemaat herhangi bir te'vikie bulunmayıp kitab ve sünnette nasıl zik-rediimişse öyle fetva verip ilave etmemiş.erdir.»

b)    Hatlaî, «es-Sünne» adlı kitabında İmam Ah-med bin Hanbel'in şu sözünü zikreder:

«Ebu Abdullah dan «Allah Tealâ'nın dünya semasına indiğini» gördüğünü, ayağını koyduğunu... vb. gibi hadisleri sordum, Ebu Abdullah : «Biz bunlara Jnıan cc'er, taccîik ederiz. Nasıl olduğunu ve ne mânâ ta-pıc'ıymı bilemeyiz. Resulullah (S.A.V.)den oaıâebar bir senedle varid olan hadisin doğruluğunu biliyoruz. Allah'Tealâ'nın sözünü kabul etmek mecburiyetindeyiz. Allah Tealâ kendisini tavsif ettiği sıfatlardan daha fazla bir şeyi» tavsif edilemez. O'nun hiçbir misli yoktur» diye cevap verdi.»

c)   Herinde b. Yahya anlatıyor, Abdullah b, Vehb (r.a.)  İmam Malik (r.a.)in şöyle söylediğini duymuştur:

«Kim, Allah'ın zatını» Yahudiler dediler ki : Allah'ın eli bağlıdır.»» (95) gibi vasıflarla tavsif edip eliy-

(95)    Muide Suresi, ayet: CA

— 169 —

le boynun3 İşarette bulunsa veya «O en iyi işiten ve en sy! görendir.» (96) ayetini okuyup gözüne, kulağına işarette bulunsa gösterdiği yerin kesilmesi gerekir.

Çünkü O, Allah'ı kendine benzetmiş olur. «imam Malik (r.£.) sonra şöyle buyurdu:

«Bara (r.a.) Resulullah (s.a.v.)ın dört kurban kesmediğini Resulullah gibi eliyle işaret ederken «Benim elim Resulullah (s.a.v.)ın eli gibi olamaz.» dedi. Resu-lul'ah (s.a.v.) bir insan olduğu halde Berrâ, kendi eli-nini ResuluHahın eline benzetmekten çekindi. Hiçbir misali olmayan Ulu yaratıcı (hâşâ) nasıl böyle vasıflarla tavsif edilebilir?»

d) Ebubekir el-Esrem, Ebu Amr Talemenki. Ebu Abdullah b. Balta... vs. kitaplarında Abdulaziz b. Abdullah Ebu Seleme el-Macişon'clan bu mevzuda uzun bir makaleye yer vermişlerdir. Bu yazının sonu şöyle bitmektedir.

«Allah kendini ne ile vasfetmiş veya Resulünün lisanıyle nasıl tavsif etmişse biz Allah'ı o şekilde tavsif eder, başka sıfatlar aramaya çalışmayız. Zatını vasfettiği lafızları da  inkâr edemeyiz.»

(96)   Şura Suresi, ayet: lî

— 170 —

Kardeşim!.. -Allah sana merhametiyle muamele buyursun- bilmelisin ki: Dinî hususlarda şaşırmaman için çizilen hudutları çiğnemeyeceksin. Zira dinin esası Allah'ın emirlerini yapmak, yasaklarından kaçınmaktır. Rabbinin, dinde «ma'ruf» olan, kitab ve sünnette beyan edilen, müslümanlarca bilinen, gönülleri huzura kavuşturan sıfatlarını zikret!., Rabbini onlarla tavsif etmekten korkma. Fakat kendinden de bir şey katma...

Allah Tealânın kitabında, Resululiah (s.a.v.)ın ha-dis-1 şeriflerinde zikredilmeyen, ruhun hoşlandığı sıfatları, kendi aciz aklında icad edipte Allaha takma. Bu mevzuda Cenâb-ı Hakk'ın sükûtu tercih ettiği gibi sen de sus!.. Zira Allah Tealâ'nın zatını tavsif etmediği bir takım sıfatları bilmeye çalışman, mevcut sıfatlarını inkâr etmen gibidir.

Allah Tealânın sıfatlarını inkâr edenlerin hareketini tasvib etmediğin gibi, ona yeni sıfatlar uyduranların hareketlerini de kabul etme...

Hakiki İlim sahipleri, Rablerinl Kur'an ve Hadis'-ten Öğrendikleri sıfatlarla tavsif eder, Kuran ve Hadiste bulunmayan sıfatları Allah'a Rİsbet etmezler. «Her kim Mü'minlerin yolundan    başkasına uyar gi-

— 171 —

derse O'nu tuttuğu dalâlet yolunda bırakırız. Ahirette de kendisini Cehenneme atarız. Cehennem ne kötü bir çîönüş yeridir.» 197)

Allah bize de size de hakikati bilip onunla hükmetmeyi bahşetsin. Hepimizi salih kullarının arasına ilhak eylesin. Amin!..

B — Sıfat ayet ve hadisleri Görüşleri:                            "

hakkında   Halefin

Biraz önce, Se!ef-i Salihin'in -Allah onlardan razı olsun- «Sıfat» ayet ve hadislerinin bulunduğuna iman ettiklerini, gerçek manalarını Allah'a bıraktıklarını, ve Allah'ı benzerlikten tenzih ettiklerini anlatmıştık.

Şimdi de Halefin görüşlerini açıklamaya çalışalım : Halefe göre, yukarıda zikredilen ayet ve hadislerin zahiri manaları kastedilmediği ve mecazi manalar taşıdıkları için ««te'vil» etmeye bir mani yoktur.

Halef «vech (yüz)» olarak te'vil etmişlerdir. Bun-, dan maksatları, Allah'ı bir varlığa    teşbih etmekten (benzetmekten) kaçınmak içindir.

Sözlurinden bir kısmını zikredelim :

(97)   Nisa Suresi, ayet: 115

— 172

a) Ebu'l-Ferec b. Cevzl «Defi şüphet-üt Teşbih» adlı kitabında der ki:

— Allah Tealâ şöyle buyuruyor: «Rabbinin yüzü baki kalacaktır.» (98) Keza, «O'nun yüzünü isterler» (99) ayetini de «Rabbinin zatını isterler» diye tevil ettiler. Dahhak ve Ebu Übeyde (r.a.j de «Herşey helak olmaya mahkûmdur. Ancak Rabbinin yüzü değil» ayetini «Ancak Rabbinin zatı bakidir» diye te'vil etmişlerdir.»

Ebu'l-Ferec kitabının baş kısmında «Bu ayet ve hadislerin zahirine bakmak Selefin yoludur» diyenlere cevap olarak büyük bir fasıl yazmıştır. Faslın hülasası şöyledir:

«Bu ayet ve hadislerin zahirini elmak Allah'a cisim ve benzer isnad etmeye yol açar. Zira «El» kelimesinin zahirinden Vurucu aza'dan başka bir şey anlaşılamaz. Diğerleri de böyledir.»

«Hakikatte Selefin Mezhebi bu ayet ve hadislerin zahirini almak değil, bunları te'vil etmekten uzak durmaktır.»

(98)    Rahman Suresi, ayet: 27

(99)    En'am Suresi, ayet: 52

— 173

b)  Fahreddin er Razi: «Esas'üt-Takdim» adlı kitabında şöyle  buyurur:  Bilmelisin  ki:  Kur'an-ı  Ke-rim'in müteşabih ayetlerinin zahiri manaları şu se> beblerden dolayı alınamaz:

1  — Allah Tealâ'nın  Hz.  Musa  için  «Gözümün üstünde muamele olunsun.» (100)   kelamının   zahiri manası şunu ifade eder. Hz. Musa (R.A.) o gözün tam üstünde olsun ve O'na yapışık olsun. Bunu ise hiçbir akıl   sahibi söylemez. O halde Bunun manası: «Musa (A'.S.) murakabem altında bulunsun* demektir.

2  — Allah Tealâ'nın Nuh'a «Gemiyi gözlerimizle yap» (101)   kelâmının zahiri manasına göre o gözün gemiyi meydana getirecek aleti olması icab eder. Hakikatte ise, «Gemiyi İlahî murakabemiz altında inşa et!..» demektir.

3  — Bir yüz İçin ikiden fazla göz kabul etmek, -ki ayetin zahirinde    ikiden fazla yüz zikredilmiştir-, bu ise çirkin bir şeydir. Şu halde bunları te'vil etmek kaçınılmaz bir iştir.

c)  imam Gazali, «ihya'i Uium'id-Din» adlı kitabı-

(100)    Tâhâ Suresi, ayrt: 39

(101)    Hud Suresi, ayet: 37

nın 1. cildinde zahirî ilimle batini ilmin mukayesesini yapıyor. Zahirin ve batının nerelerde caiz olacağını te'vilin, te'vil etmemenin nerelerde mümkün olacağını anlatıyor. (102)

«Üçüncü Kısım : Bir şey açıkça zikredilip zahiri manası alınsa güzelce anlaşılır. Zahiri manasının bir mahzuru olmaz. Bununla beraber o şey açıkça zikredilmez. İstiare ve işaret yoluyla o mana ifade edilir. Böylece dinleyiciye daha iyi tesir edilir...

Peygamber Efendimiz (S.A.V.)in şu hadisi bu kabildendir : «Deri, ateş üzerinde büzüldüğü gibi cami de tükürük ve benzeri şeylerden öylece büzülür.»

, Bu hadis i şerifin manası şudur: Nasıl ki ateş deriye zıd ise sümük ve tükürük atma vs. de camiye hürmeti ihisi edip onu tahkir ettiğinden bunlar caminin kudaiyetine muhaliftir. Yoksa hakikatte cami alanının büzülmediği bir gerçektir. (103)

— 174 —

(101!)    İhya'ü Ulum'id Din, 1. cilt, 2. kitap, 2. bab, 3. kısıra.

(lo;t) İıaki, .hu Hadis-i Şerifin ashnı görmedim. Bu, El>u Hu-reyro'nin .sözünden ibarettir, dedi. Kbu Şeybe de bu lıa-di.si luıklttını.tiv,. Abdurrezink'm mevkuf olarak bu ha-»li.ıi Klıu 11un yre'dm rivayet ettiğini gördüm. Keza, Mü.nIiıu Kİ",! Huıeytc'den şu hadisi rivayet eder: lle-sûlulbh (S.A.V) mescidin kıblesinde tükürük görünce şöyle buyurdu: «Uabbinm istikbal eden biriniz onun luı/.ııruıi'la nasıl tükürür? Horhanju lııııııU karşılanıp da yüzüne lükürübııeyi ister mi? — 175—

Yine Peygamber Efendimiz (s.a.v.j : «İmamdan önce, rüku' ve sücudda başım kaldırın kimse Allah'ın cnun ,başını merkep basma çevirmesinden korkmaz mı?» buyurmuştur.

Şüphesiz kt, suret bakımından kimsenin başı eşek başına ne döndü, ne de dönecektir. Fakat manevi yönden olabilir. Çünkü gerçekten onun başı hayvan bnşı şekline dönmeyecek, ancak o hayvanın vasfını alacaktır ki, o da ahmaklıktır, imamdan evvel secde ve rükû'dan kalkanın kafası ahmaklık ve geri zekâlılıkta eşek kafası gibidir. Bu hadisten maksat ta budur.

Bu gibi lâfızların zahiri manasında olmadıkları ya aklî veya şer'i delillerle bilinir. Akıl ise burada zahiri mananın kastedilmiş olduğunu kabul etmez.

Nitekim Peygamber Efendimiz (S.A.V.) : «Mü'mi-nin kalbi, rahman olan Allah Tealâ'nın iki parmağı arasındadır.» buyurmuştur. Bu hadisin de zahiri manasının murad edilmediği bir gerçektir. Zira mü'min-lerin kalbine baksak parmak diye bir şey bulamayız. Bunun için parmaklardan maksat «Allah Tealâ'nın kudretidir» diye anlarız. Çünkü parmakları hareket ettiren sır, kudrettir. Kudretin yerine parmakların zikredilmesinin hikmeti ise dinliyenlerin aklına bunu nakşetmek içindir.»

— 176 —

imam Gazali, Kitabının diğer kısımlarında da bu mevzuya temas etmiştir. Zikrettiğimiz bu miktar yeterlidir.

'e— Netice:

Buraya kadar Selef ve Halefin bu mevzudakl görüşlerini açrkfamış olduk. Bu iki görüş Kelâm alimleri arasında büyük bir ihtilaf mevzuu olmuştur.

İşin özünü araştırsak İki mezhebin arasındaki anlaşmazlık sahasının çok dar olduğunu görürüz. Bu mevzuda inceleme ne kadar uzarsa uzasın neticeyi Allah'a havale etmekten başka bir çare yoktur. Az sonra biz de bunj İzah ettfeye çalışacağız.

C — Selef İle Halefin Görüşlerinin Mukayesesi:

Müteşablh ayet ve hadisler hakkında Selefin «tefsir ve ta'vile dalmadan sükût etmenin gerekli olduğu*

görüşünde olduklarını öğrenmiş olduk.

Halefin İse «Allah Tealâ'ya teşbihte bulunmaktan kaçınmak İçin bu ayet ve hadisleri mflnasib bir şekilde te'vl! etmek gereklidir.» fikrinde olduklarını anlamış olduk.

•) Selef He Halef «asındaki ittifak noktalan:

Risaleler 6                      — 177 —

Bu iki mezheb arasındaki ihtilafın son hadde var- , masına rağmen hakikatte basit olduğunu şöyle açık-1:; -al.m :

1  — Her iki grup ta Allah Tealâ'yı yarattıklarına benzetmekten kaçınma hususunda ittifak etmişlerdir.

2  — Her iki grup «Bu nasslardaki lafızlar müte-şrbih   olup zahiri manaları mahlukat için   kullanılan manalardır ve Allah Tealâ için zahiri manaları kaste* dilmemiştir.» görüşünde ittifak etmiştir.

3  — Üçüncü olarak her iki grup ta «Bu lafızlar düşünülen veya görülen şeyleri ifade eder. Lisan ne kadar geniş olursa olsun o lisanı konuşanların bilmedikleri bir şeyi ihtiva edemez. Herhangi bir lisan ise Allch Tealâ'nın zatı ile alakalı gerçekleri tamamiyle ifade etmekten acizdir.» görüşünde ittifak etmişlerdir.

b) Selef ile Halef arasındaki ihtilafın sebebi: Bu noktaları inceledikten sonra görürüz ki. Selef ve Halef te'vil etme konusu hakkında ittifak etmişlerdir. Ancak Selef bu lafızlardan kastedilen   manayı «biz bilemeyiz» derken. Halef «bunlardan kastedilen mana şu olmalıdır» demiştir. İşte Halef ile Selef arasındaki ihtilaf noktası budur. — 178 —

Halef niçin bu görüştedir? denilirse, Halef cahil insanların inançlarını korumak ve Allah Tealâ'yı herhangi bir şeye benzetmelerine mani olmak için te'vil yoluna başvurmuştur.

Gördüğümüz gibi bu ihtilaf uzun çekişmelere sebep olmamalıdır...

c) Selef Mezhebinin tercihe şayan olması:

Kanaatimizce Selefin görüşü daha sağlam ve kabul edilmeye daha elverişlidir. Zira "buna göre hem te'vil etmekten kaçınılacak hem de -Allah'ın sıfatları nasslardaki gibi kabul edilecektir.

Eğer sen imanın verdiği huzurla bahtiyar isen Selefin görüşüne başkasını tercih etme.

Bununla beraber Halefin yaptığı te'villerin ne küfrü, ne>fıskı, ne de bu kısır çekişmeleri Icab ettirdiği kanaatindeyiz. Zira Selefin görüşüne en çok bağlı olan bir zat bile bazı yerlerde te'vile başvurmuştur. Bu zat Ahmed b. Hanbel (r.a.)dır.

İmam Ahmed : «Hacer'ül-Esved, yeryüzünde Allah Tealâ'nın sağ elidir» (104) hadisini, «Mü'minin kalbi Rahman olan Allah Tealâ'nın iki parmağı arasında-

— 179 —

 

dır.» (105) hadisini ve «Şüphesiz ki ben, Rahman olan Allah Tealâ'nın nefesini yemen tarafından alıyorum.* (106) hadisini te'vil etmiştir.

d) Selef ile Halefi birleştirme gayretleri:

İmam Nevevi (r.a.)nin iki mezheb arasındaki ihtilafı gidermeye çalıştığını görüyoruz. Bu da münakaşaya bir sebep olmadığını ortaya koyar. Aynı zamanda Halef, te'vil yaparken aklen ve şer'an caiz olmasını, dinin esaslarından biriyle tearuz etmemesini şart koşmuşlardır.

Fahreddin er-Razi, «Esas'üt-Takdis» adlı kitabında şöyle der:

«Eğer te'vil etmeyi caiz görürsek uzun uzun te'-villari-teberrüken zikrederiz. Yok, eğer caiz görmezsek onların sırrını Allah'a havale ederiz. Bütün mü-teşabih nasslarda başvurulacak temel kanun budur. Muvaffakiyet Allah'tandır.

f — Hülâsa:

Selef ile Halef müteşabih nasslardaki lafızların insanlar arasında anlaşılan zahiri manalarda kullanıl-

madıklarına dair ittifak etmişlerdir. Bu ise te'vili ka-' bul etmek demektir.

Keza her iki grup ta dinî esaslara karşı olan herhangi bir te'vilin caiz olmadığında ittifak etmişlerdir.

İhtilaf noktaları şudur: «Müteşabih lafızları dinen caiz olan manalarla te'vil etmek caiz midir? Değil midir?»

Görüldüğü gibi, bu basit bir şeydir. Şimdi müs-lümanların önem verecekleri husus birlik ve beraberliği temin etmektir. Elimizden geldiği kadar ihtilafları yok etmektir... Allah (c.c.) bize kâfidir... O ne güzel Vekildir!..

HASEN EL-BENNÂ

(104)   Hakim rivayet etmiştir. (1C5)   Müslim rivayet etmişüc-106)   İmam Ahmed rivayet etmiştir.

— 180 —

— 181

Burada muhterem üstadımızın yazdığı fasıllar sona ermektedir. Bu güzel üslubu ile daha çok yazmasını dilerdik. Nitekim kitabın baş tarafında Nebeviyat Muhaniyat, Sem'iyat, vs. ile alakalı mevzulara temas edileceğini beyan buyurmuştu. Fakat Allah'ın takdiri böyle imiş... Hiçbir şey Allah'ın takdirini bozamaz. Vesselam...

ALTINCI RİSALENİN SONU

MEHMED AKİF KÜLLİYATI

MİLLİ şairimizin hayatı boyunca kaleme aldığı bütün eserleri biraraya toplayarak gün ışığına çıkaran bu eser adeta bir Mehmed Akif Ansiklopedisidir. 10 ciltten oluşan külliyatın ilk dört cildi Safahat ve açıklamasını içeriyor. Şiirin orjinali, altında lûgatçesi ve karşı sayfadaki geniş açıklamasıyla Safahat günümüz türkçesiyle daha rahat anlaşılır bir hale getirildi. Beşinci ciltte istiklâl Şairimizin tüm makalelerini, altı-yedi ve sekizinci ciltte tercüme eserlerini, dokuzuncu ciltte vaaz, mektup ve ayet tefsirlerini, onuncu ciltte ise Mehmed Akif'in hayatı, şahsiyeti ve idealini bulacaksınız. Eseri, değerli ilim adamımız ismail Hakkı Şengüler dört yıl sûren titiz çalışmaları sonucu kaleme almış, sayın M. Ertuğrul Dûzdağ ise son tashih ve düzeltmelerini yaparak gözden geçirmiştir.

İSTİKLAL SAİRİMİZİN BÜTÜN ESERLERİNİ AÇIKLAMALARIYLA BİRARAYA TOPLAYAN TEK KAYNAK ESER...

10 cilt, 5000 sayfa, 1. hamur şamua kağıt, kuşe selefon kaplı lüks cilt.

— 182 —

Hasan Elbenna _ Risaleler Cilt6

www.kitapsevenler.com

Merhabalar

Buraya Yüklediğim e-kitaplar Aşağıda Adı Geçen Kanuna İstinaden

Görme Özürlüler İçin Hazırlanmıştır

Ekran Okuyucu, Braille 'n Speak Sayesinde Bu Kitapları Dinliyoruz

Amacım Yayın Evlerine Zarar Vermek Değildir

Bu e-kitaplar Normal Kitapların Yerini Tutmayacağından

Kitapları Beyenipte  Engelli Olmayan Arkadaşlar Sadece Kitap Hakkında Fikir Sahibi Olduğunda

Aşağıda Adı Geçen Yayın Evi, Sahaflar, Kütüphane, ve Kitapçılardan Temin Edebilirler

Bu Kitaplarda Hiç Bir Maddi Çıkarım Yoktur Böyle Bir Şeyide Düşünmem

Bu e-kitaplar Kanunen Hiç Bir Şekilde Ticari Amaçlı Kullanılamaz

Bilgi Paylaştıkça Çoğalır

Yaşar Mutlu

Not: 5846 Sayılı Kanunun "altıncı Bölüm-Çeşitli Hükümler " bölümünde yeralan "EK MADDE 11. - Ders kitapları dahil, alenileşmiş veya yayımlanmış yazılı ilim

ve edebiyat eserlerinin engelliler için üretilmiş bir nüshası yoksa hiçbir ticarî amaç güdülmeksizin bir engellinin kullanımı için kendisi veya üçüncü

bir kişi tek nüsha olarak ya da engellilere yönelik hizmet veren eğitim kurumu, vakıf veya dernek gibi kuruluşlar tarafından ihtiyaç kadar kaset, CD, braill

alfabesi ve benzeri 87matlarda çoğaltılması veya ödünç verilmesi bu Kanunda öngörülen izinler alınmadan gerçekleştirilebilir."Bu nüshalar hiçbir şekilde

satılamaz, ticarete konu edilemez ve amacı dışında kullanılamaz ve kullandırılamaz. Ayrıca bu nüshalar üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerin bulundurulması

ve çoğaltım amacının belirtilmesi zorunludur." maddesine istinaden web sitesinde deneme yayınına geçilmiştir.

T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi İşlem ve Otomasyon Dairesi Başkanlığı

Ankara

Bu kitaplar hazırlanırken verilen emeye harcanan zamana saydı duyarak

Lütfen Yukarıdaki ve Aşağıdaki Açıklamaları Silmeyin

Tarayan

Süleyman Yüksel

www.suleymanyuksel.com

suleymanyuksel@suleymanyuksel.com

suleymanyuksel6@hotmail.com

Hasan Elbenna _ Risaleler Cilt6