DİL KONUSU

     Belazuri'nin Fütuhü'l-büldan'ı ve İbn Nedim'in Fihrist'i gibi İslam kaynaklarında, Arapça’nın yazıyla tespitine dair bazı bilgiler vardır. Bu kaynakların nakillerine göre, Hira'dan Mekke'ye bir adam gelmiş ve bazı sebeplerden ötürü orada yerleşmiş ve evlenmişti. Bu adam, bir şükran borcu olarak, Mekke’li kayınpederine yazıyı öğretmişti. Mekke'ye gelen bu adam, Hira'da öğrendiği yazıyı, Arapça'yı tespitte kullanmıştı. Fransız alfabesiyle, Arapçayı tesbit etmek gibi. Hira'dan Mekke'ye gelen bu adama kızını veren kişi Ebu Süfyan'ın babası Harb'tı. Resülullah (s.a.v.) ve Ebu Süfyan aynı yaşta idiler. Ebu Süfyan'ın babasının bu yazıyı ne zaman öğrendiğini kesin olarak bilmiyoruz. Belki o zaman Ebu Süfyan henüz doğmuştu. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) de, o zamanlar doğmuş olması mümkündür. Bunları söylemekteki gayemiz, Arap lisanının bir alfabe ile nasıl yazıldığını tesbit etmek içindir. Bu hadiseler, İslam’ın gelişinden biraz evveline rastlıyor. Belazuri, İslamiyet'in geldiği sıralarda, Mekke'de onbeş-yirmi kişinin yazı bildiğini belirtiyor. İbn Nedim de, Abbasi Halifesi Me'mun'un müzesinde, Abdülmuttalib tarafından yazılmış bir el yazması bulunduğunu kaydetmektedir ki, bu bir ticari antlaşma metniydi.

     Ben Arap dilinin teferruatına dalmayacak, Hz. Muhammed (s.a.v.) efendimizin, bu konuda getirdiği yenilikler üzerinde duracağım.

Bilindiği gibi, Kur'an-ı Kerîm, Hz. Peygamber zamanında -sözle olduğu gibi- yazıyla da tespit edildi. Hz. Ömer (r.a.), kız kardeşi Fatıma'nın evinde bulduğu Taha süresini okuyarak müslüman oldu.

     Hz. Peygamber (s.a.v.), Kur'an'ın yazılmasına, kaybolmamasına özellikle dikkat ediyordu. Bu konuda

     Hz. Muaviye'den şöyle bir rivayet nakledilir. Muaviye, hilafeti zamanında, bir metni yazdırmak için katibini çağırtmış ve ona, «Yaz! lüzum olduğu vakit de rakş yap!» demiştir. Katip, «rakş nedir?» diye sorduğunda, Muaviye şöyle cevap verir: «Biz Hz. Peygamber'in yanında yazı yazarken, bana «rakş yap!» dedi, ben de rakş'ın ne olduğunu Peygamber'den sormuştum. O da, «güç olan harflerin üzerine noktaları koy!» demişti. Bu rivayet noktalama işaretlerinin, mesela “fe” ile “kaf” arasındaki farkı gösteren noktalamanın Hz. Peygamber zamanına ait olduğunu gösteriyor, irab'ın, yani arapça gramerinin bir kısmının o devre ait olduğu zaten bilinmektedir. Mesela "izen" kelimesinin "Nün" la olduğu gibi "Elif'  ile de yazılabilmekte olduğunu Kur'an-ı Kerim'de görmekteyiz. Bu da bizim için bir delildir.

Bu metodla, papirüs üzerine yazılmış üç mektup görüyoruz ki, bunların tarihi hicri yirmibir yılına aittir. Bunlardan birisi Viyana'da, diğer ikisi Berlin'de muhafaza edilmektedir. Ve bunların üzerinde noktaların bulunduğunu görüyoruz. Haccac Yusuf’dan çok evvel, Hz. Muaviye devrinde yazılmış metinlerde de, harfler üzerinde noktalama işaretlerinin bulunduğuna şahit oluyoruz.

Netice olarak Arap dilinin gelişmesi Hz. Peygamber'e çok şeyler borçludur. Bu aynı zamanda Kur’an sayesindedir. Yine başka bir misal vereyim: Bieydin kelimesinde "ya" harfi bir tane olması gerektiği halde iki "ya" ile yazılmaktadır. Yani iki harf bir ses olarak okunuyor ki bu bir hata değildir. Bu bir yazılış şeklidir. Daha sonra bir kitabede de amin kelimesinin iki "ya" ile yazıldığını görmekteyiz. Bu da bir hata değil, o zamanlar kullanılan bir yazı özelliğidir.

 

Ana Sayfa